neden Beşiktaş denildi?
■ STANBUL’un çeşitli zamanlarda■ uğradığı değişiklikler veya ona ranlar dolayısıyle tarihî yüzünde de bazı değişiklikler olmaktadır. Bunlar dan b'ri geçen yıllar içinde Beşiktaş semtinde görülmüştü. Üstad Cavit Baysun’un bundan 33 yıl önce, Beşik- taş’da iskele meydanının açıldığı ve Barbaros heykelinin dikildiği bir devir de yazmış olduğu bir yazı Beşiktaş’ın tarih'ni de tanıtmaktadır. Bu arada o güzel semtle ilgili olarak zihinleri kur calayan bazı soru’arı cevaplandırıyor: Meselâ Beşiktaş’a neden bu isim veril miştir? Vaktiyle burada ne vardı?
Son yıllarda şahit olduğumuz imar işleri Beşhctaş ve civarının manzarası nı değiştiriyor. Barbaros türbesinin et rafını alan köhne binalar kaldırılarak, kaışısına ou meşhur denizcimizin hey keli dikildi. Şimdi burası Preveze mu- hareDesının yıl dönümünü rahat rahat kutlayabildiğimiz bir meydan halinde dir. Uclmauançe’de göze çarpan faali yet neticesinde, şehrimizin yine bir modern saha kazanacağı anlaşılıyor. Yakında eski şeylerden kurtulmuş te miz bir Beşiktaş teşekkül edeceğine şüphe yoksa da tasavvur ediıen bütün yeniliklerin tahakkukundan sonra sem tin rarm oa^ımaan ne kazanaca ğını bilmiyorum. Kadîm abideleri pek fazla olmayan Beşiktaş’ta imar yüzün den bir hayli eserin gürültüye gittiğini gördükçe, yarın İstanbul’un bu mühim kısmını tetkike kalkışacak bir araştı rıcının uğrayacağı zorluğu düşünerek teessür duymamak kabil olmuyor. Be şiktaş’a ait hususiyetlerden çoğunun
esasen unutulmuş veya meçhul kalmış olması, mesela kasabanın ismi hakkın da bile elimizde kat’i malumat bulun maması, bu kabil müşkülâtın eskiden beri mevcut olduğunu göstermeye kâfi dir.
Beşiktaş isminin menşe’i üzerinde ileri sürülen bütün rivayetleri Tayyıp Gökbilgin arkadaşımız kıymetli bir etü dünde (1) hülasa ettiğinden bunları tekrarlamaya lüzum görmüyorum. An cak bu mesele hakkında küçük bir mü lahaza daha serd etmek mümkündür. Bazı eski metinlerden, mesela Beşikta- şî şeyh Yahya Efendinin şu:
Fakıyrî Ufla dönmüşdür arada Beşik-taşınia tcprağ iyle oynar beytinden ve Haşan Çelebi tezkeresin de şair Gazali’den bahs edilirken «Be- şik-taşında cami ve zaviye ve hamam binasına kasd ettikte» denilmesinden bu kasabaya vaktiyle Beşik-taşı adı ve rilmiş olduğu anlaşılıyor (2). Beşik ke d i M. Tayyıp Cckbi’gin, Boğaziçi, İs
lam Ansiklopedisi.
(2) Şair Gaza’î’nin tesis ett'ği zaviyenin yerini kana tesadüfen okuduğum bir kit-.p (Ömer Nüzhet, Menkibe-i ev- liyâi ye fi ahvâl-ı Rizaiyye, İstan- bu\ 1272, s. 75) öğretti. De'i bira der lâkabımla anılan bu garip ada mın (kadılardan BursalI Mehmed Efendi) zaviyesi, sonradan yapılan Sinan Fara Camii nin arkasında idi; ve harap olduktan sonra yeri Neccar zade Şeyh Mustafa Rıza-üd- din Efendi ye geçmiş ve orada bir vakit'er pek büyük şöhret alan tek ke inşa edilmişti.
*
limesinin, bilinen manasından başka, denizcilikte bir deyim olduğunu ve ge mi beşiği tabirinin, kızak üstüne ku rulan yatak, manasına geldiğini (3) dü şünürsek, Türk donanmasıyle pek sıkı alakası olan Beşiktaş’ta, sahil üzerin deki taş sütunlar (4) civarında gemi beşiği bulunduğunu ve bu vesile ile mezkur sütunlara Beşiktaşı denildiğini kabul eder ve daha sonraları kasaba nın ismi haline gelen Beşiktaşı tabiri nin git gide halk ağzında —tıpkı Kum- kapısmın, Kum-kapı, Top-kapısmın, Top-kapı olması gibi— Beşiktaş şekli ne girdiğini ileri sürebiliriz.
KAYBOLAN ÇEŞMELER
Şehirlerin daima aynı manzarayı mu hafaza edemeyeceklerini ve asırlar bo yunca bunların büyük tahavvüllere uğ rayacaklarını tabiî görmek lâzımdır. Sokakların genişletilmesi, eski binala rın yerine zamane ihtiyaçlarına uygun yapıların yükselmesi, Beşiktaş’ın da çehresini değiştirmiş ve birçok hatıra ları hafızalardan silmiştir. Mesela ge çen asırda bu kasabanın ana caddesin de bir köprünün mevcut bulunduğunu isbat eden canlı hatıra sadece Köprü hamamından ibarettir. Tarih kitapla rından öğrendiğimize göre Mahmud II. devrinde bir gün (18 Haziran 1811) şiddetle yağan yağmur yüzünden Be şiktaş’ı sel basmış ve hamam civarın daki taş köprü ile onun yayalara mah sus olan ahşap kısmını sular alıp götür müş ve sonra orada yeni bir köprü bi na edilmişti (5). Bu kadar eskiye git meye ne lüzum var? Daha dün aynı cadde üzerinde bulunan XIX. asır ya pısı mermer çeşme ile daha kadim bir eser olan diğer bir çeşme artık yerle rinde değildirler. Bu ikinci çeşme (in şa tarihi, 1169-1759) Osman IH ’ün, öl mek üzere bulunmasından bilistifade, sadrazam Koca Ragıp Paşayı hiyle ile azlettirmek isteyen Kızlar ağası
Ebu-* Ebu-*
kuf Ahmed Ağanın hayratı idi. Geçen asır içinde ortadan kalkmış olan Be şiktaş köprüsünün muhafaza edilmesi lâzım bir âbide olduğu şüphesiz iddia olunamaz. Fakat bahsettiğim iki çeş menin uygun birer yere nakledilecek yerde tahrip kazmasına kurban gitti ğine de acımamak kabil değildir. PADİŞAHIN TALİM G AH I
Mahmud I î ’nin ara sıra ziyaret ede rek ok talimi ve pehlivan güreşi yap tırdığı Yıldız kasrı (6) civarında bu Padişahın zevcesi ve Abdülhamid’in va lidesi Bezm-i-Âlem sultan tarafından bina ettirilmiş bir çeşme vardı1. Kim senin gözüne çarpmayacak kadar sapa bir yerde bulunan bu çeşme bir gün sırra kadem bastı. Diğerlerinin akibe- tine uğradığını sandığım bu hayır ese rini geçenlerde Topkapı haricinde, cad de üzerinde görünce hayret içinde kal dım. Beşiktaş’ın malı bir yapının sur harici edilmesindeki hikmeti hâlâ id rak etmiş değilim.
İSİMLERE NE OLDU?
Kasabamıza ait bazı isimlerin de —tıpkı bu çeşme gibi— başka tarafla ra götürüldüğünü söylemek yerinde olur. Meselâ, Abbasağa mahallesinde Hamidiye çeşmesinin önündeki mey dancığa eskiden «Âşıklar Meydanı» derlerdi. Küçüklüğümde, bugün park halinde bulunan kabristanla alakalı bir «Yedi Âşıklar Menkıbesi» dinlediğimi hatırlıyorum. Şimdi Beşiktaş’da
«Âşık-(3) Ahmet Vefik Paşa, Lehce-i Osmani. İstanbul 1306, s. 207.
(4) Dip’okionion denilen ve Bizansiler- den kaldığı söylenen bu iki sütun, Barbaros zamanında mevcut idi. (5) Şânî zade, Tarik, İstanbul 1290, cilt
2, s. 49 ve devamı.
(6) İlyas Efendi. Letaif-i Enderun, İs tanbul 1276, s. 117 ve 149.
Beşiktaş'ın geçmiş yıllarında bir donanma gecesi.
lar Meydanı» adını taşıyan ne bir so kak ne de bir meydan vardır. Ancak İstanbul rehberinden (7) öğreniyoruz ki bu isim, Kasım Paşa tarafından bir sokağa verilmiştir. Kasım Paşadaki Âşıklar Meydanı eskiden beri mevcut bir ad mıdır, yoksa sonradan mı ko nulmuştur, bilmem. Fakat Abbasağa mahallesinde bir zamanlar en tanınmış yer isminin Âşıklar Meydanı olduğunu
iddia edebilirim.
«Ihlamur» denildiği halde onun solun daki ağaçlık «Muhabbet Bahçesi» ismi ni taşır ve köprünün öbür yanında, P a dişahlara mahsus kasrın civarı «Hacı Hüseyin Bağı» tesmiye edilirdi. Hacı Hüseyin bağında bir zamanlar sazlı sözlü âlemler yapıldığını ve Kethüda zade  r if Efendi gibi mümtaz şahsi yetlerin bu eğlencelere iştirak ettiğini eski kitaplarda okuyoruz (8).
IHLAMUR FACİASI
Beşiktaş’ın zannımca en acınacak mahalli «Ihlamur» dediğimiz rağbetten düşmüş mesiredir. Parlak mazisinden ancak perişan sedleri, ihtiyar ağaçları, havuz ve çeşme harabeleriyle, nişan ve namazgah taşlan yadigar kalan bu kadim şeyin yeri bir vakitler yalnız Beşiktaş’ın değil belki bütün İstanbul’ un sayılı eğlence mahallelerinden biri idi. Güzel bir vadi üzerinde bulunan bu mesireye şimdi top yekûn Ihlamur adı veriliyorsa da eskiden burasının üç kısımdan terekküp ettiği malûmdur. Evvelce, havuzun bulunduğu tarafa
ÇOK ESKİ BİR HATIRA
Bundan tahminen yirmi beş otuz se ne evveline kadar havuz başının mü kemmel bir gazino olduğunu bilenler çoktur. Eski kitapları karıştırmadan ve hatıralarımızı yoklamadan da Ihlamur’ un mazide ne kadar rağbette bir yer olduğunu anlayabiliriz. Şimdi biraz yo sunlanmış ve çocukların attığı taşlarla yazıları yer yer kırılmış olmasına
rağ-(7) İstanbul Şehir Rehberi, 1934. (8) Hoca Emin Bey, Menakibi Ketküda
men hâlâ güzelliğini muhafaza eden üç adet nişan taşının (Ihlamura hakim te pelerdeki diğer iki nişan taşını bir ta rafa bırakıyoruz) kitabelerini okumak, bu mesirenin eski itibarını ispat için yeter ve artar bile. Kitabelerden biri Selim I l l . ’e, ikisi Mahmud II.’ye aittir. Selim II I . ’ün nişan taşında (tarihi: 1205 -1790). Bir gün Padişahın maiyeti er- kânıyle Ihlamur’a gelerek tüfek talimi yaptığını, gerek kendisinin ve gerek adamlarının destiye kurşun attıklarını tasvir eden bir manzume vardır.
GÜZEL YAZILAR
O devrin şairlerinden Naşid Bey ta rafından yazılan bu uzun kaside, meş hur hattat Yesarî’nin talik hattiyle ta şa hâkkedilmiştir. İkinci taştaki kitabe (tarihi: 1226-1811) Mahmud I l. ’nin. Se lim III.’den yirmi küsur sene sonra Ihlamur’da yaptığı tüfek talimini hikâ ye eder. Manzume enderunlu Vasıf’ın, yazı ise Mustafa İzzet Efendinindir. Yine Mahmud II.’ye ait olan üçüncü taştaki kitabede aynı sene içinde vuku- bulmuş aynı cinsten bir hadiseyi, Şakir Efendinin tarih kıt’ası içinde canlan dırmaktadır. Ihlamur’da çıkmış bir menba suyu için, Abdülmecid’in emriy le inşa olunduğunu gördüğümüz harap çeşmenin kitabesi (tarihi: 1272-1855) ise şeyhülharem Ziver Paşanın bir manzumesidir.
Bugün bu eserlerin hepsi gerçi ayak tadır. Fakat beş on sene evveline ka dar bütün letafeti ile gözleri okşayan o ziynetli havuzun, taşları sökülerek, bir mezbele çukuru haline getirildiğini dü şündükçe insan, kalan âbidelerin aki- betini görür gibi oluyor ve şehrimiz imar nimetlerinden faydalanırken, ufak bir himmetle ihyası mümkün bulunan bu tarihî mesirenin sönüp gitmesine üzülmekten kendini alamıyor.
SULTAN SÜLEYMAN DEVRİNDEN BERİ
Tam manasıyle Beşiktaş’dan sayıl mamakla beraber onunla alakası inkâr edilemeyen Dolmabahçe’de, şu satır ları yazdığım sırada, bir yandan stad yum inşaatı devam etmekte, bir yan dan da Valde Camimin, dış avlu du varları, muvakkithanesi ve kitabeli kapıları yıktırılmak suretiyle, etrafı açılmaktadır. Bu yüzden, camiin önün de ve tramvay yolu üstünde bulunan Karabalı haziresi ortadan kalkıyor. Ka- rabalı, daha doğrusu Kara abalı Meh met Baba (9) Kanuni Sultan Süleyman devrinde o civarda yaşayan ve Bektaşî tarikatine mensup bulunan bir zattı. Anlaşıldığına göre henüz Dolmabahçe mevcut değilken bu semtin Kabataş ci hetinde olup ihtimal Mehmed Baba ta rafından tesis edilen bahçe, Karabalı bahçesi adını taşıyordu. (10)
Bilâhere bu bahçe Padişahlara geç miş ve onun bostancılarına da «Kara- balı Bostancıları» denilmişti. Ahmed I. zamanında denizin doldurulması sure tiyle Dolmabahçe vücuda getirildikten sonra bazan Dolmabahçe bostancıları na Karabalı bostancıları ve ocaklarına da Karabalı ocağı denildiği kabul olu nabilir. Bahçe civarında eskiden beri mevcut bulunan namazgâhm 987 (1579) da tecdit edildiğini ve tecdit eden za tın da usta Hüseyin (Karabalı bostan cılarının ustası yani zabiti) olduğunu haziredeki kitabeden öğreniyoruz. (11)
(9) Bıı kelime ha'k arzında Karabalı şeklini almıştır. Bi'-aena’eyh onu inceleterek Kara Balî gibi telaffuz etmemelidir, zannındayım.
(19) Avvansarayi Hüseyin Efendi, Ha- dikat el cevâmi, İstanbul 1281, cilt 2 s. 109.
(11) Valide Camii inşa edilirken namaz- g'ıh kitabesi hazireye konulmuş ol malıdır.
Aynı mahalde mezar taşı bulunan Mehmed Ağa (vefatı 28 Muharrem 1234-37 Kasım 1818) de Karabalı ocağı ustalar urdandır.
BÎR ŞEHRİN TARİHİ
Eski bir hazire, küçük bir kitabe ve birkaç mütevazi isim ilk bakışta ehem miyetsiz şeyler gibi görünürler. Fakat bütün bir şehir tarihinin, tıpkı renkli taş parçalarından vücut bulmuş nefis bir mozaik gibi, bu kabil küçük şeyle rin birleşmesinden meydana geldiğini
inkâr edebilir miyiz? Tarihi şehirlere kıymet veren hususiyetlerin yalnız ye ni binalarla geniş meydanlardan ibaret olmadığını bilenler, imar vesilesi ile eski eserlerin imha edilmesinden haklı bir eza duyarlar. Binaenaleyh, imar işinin başında bulunanların da bizim düşüncemize iştirak edeceklerini ve şehir tarihimiz için münakaşa götür mez bir vesika olan hazirenin o civar da münasip bir mahalle naklolunacağı nı ümit etmemeye hiç bir sebep görmü yoruz.
BEŞİKTAŞ ADININ «BEŞ TAŞ»LA MÜNASEBETİ
Beşiktaş’ın adı ile ilgili olarak Mir-at-ı İstanbul isimli kitabında Meh met Raif de şunları yazıyor:
«Barbaros Hayrettin Paşa Akdeniz’e çıkacağı zaman gemileri bura da alıkoymak için halatları bağlamak üzere sahile beş taş direk koydur muştu. Çok defa gemiler o direklere bağlanarak zaptolunmuştur. Bu se beple kasabanın adı da Beş Taş olarak kullanılmıştır. Zaman geçtikçe Beşiktaş olmuştur. Şimdi de o semt Beşiktaş unvanı ile meşhurdur.»
MECMU ACILIK TARİHİNDEN BİR YAPRAK
Edebiyatımızda bellibaşlı bir ekol olan Serveti Fünun topluluğunun yazılarını da yayınlamak suretiyle hem edebiyat hem mecmuacılığın ge lişmesine hizmet etmiş olan Ahmet İhsan Tokgöz, hatıralarında bu mec muaya ilk olarak resmin nasıl girdiğini şöyle anlatır:
«Serveti Fünun’un ilk altı sayısını Babı Â li’nin köşebaşı hakkâkları- na yaptırdığım resimlerle, Mercan yokuşunda (Bible House)dan kirala dığım galvanolarla, Paris’te bir ajanstan getirttiğim meşhurların portre leriyle d onatır dım. Sonra Viyana’da yaptırdığım İstanbul manzaraları nın kilişeleri geldi. Ve nihayet yaptığım bir seyahatta matbaaları gezip bu yeni icat kilişelerin nasıl yapıldığını ve basıldığını öğrendim. Ser veti Fünun’un yirmi yedinci sayısını da Viyana’dan getirttiğim (Ortaköy Camii) klişesini kendi elimle bastım. Zannediyorum ki İstanbul’da çinko ile basılan ilk nefis resim budur.»
Gelecek sayımızda Servet-i Fünun üzerine bir yazı bulacaksınız.
67
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi