14 MAYIS 1992
DİZİYAZELAR
SABİHA Z E K E R I Y f____ _
SERTEL İn
§0 0
NAZIM HİKMET ve SABAHADDİN ALİ
Hazırlayan: YILDIZ SERTEL
m
Münevver Hanım,Müzehher Va-Nu ve Zekeriya Sertel ile.____________________Nazım Türkiye yi terketmeden bir gün önce Kadıköy Mühürdar Gazinosunda, eşi’’Onun sa
dece harf
leri değil,
noktaları
bile üzer
lerine
vakit ses
veren
bir
y4
rA
S U N U Ş N N E M , S a b ih a S e r te l, b u a n ı la r ın ı 1963 y ılın d a B a k ü ’d e -y a z m ış tı. B a k ü ra d y o s u n d a n y a y ın la n d ığ ı g ib i, y a n ılm ıy o r s a m , B a - k ü ’d e k i b ir e d e b iy a t d e r g isin d e de ç ık m ış tı. S o fy a ’d a “Y e n i I ş ık ” g a z e te sin d e y a y ın la n m ış o lm a s ı d a m ü m - , k ü n d ü r . A n c a k , o sıra la r d a T ü r k iy e ’y le i r ti b a tı m ı z o lm a d ığ ı için , b u ilg in ç a n t la r T ü r k i y e ’d e y a y ın la n m a d ı. A n n e m , 196S’d e B a k ü ’d e ö ld ü k te n so n ra da bu y a p ıtı T ü r k o k u y u c u s u n a u la ş tır m a k m ü m k ü n o lm a d ı. O tu z beş s a y fa lık bu kısa y a z ıs ın d a a n n e m , 1928-1932 y ılla r ı a ra sın d a İ s ta n b u l’d a IS â z ım 'la b e ra b e r ç a lışm a la rı, N â z ım H i k m e t ’in şa h s iy e ti ,fi k ir le r i h a k k ın d a b ilg i v e r m e k te , il g in ç o la y la r a n la tm a k ta d ır . A n n e m , “R e s im li A y ” d e r g is in d e N â z ım ’la b e r a b e r ç a lış m a la r ın d a n so n r a d a , h a y a tı b o y u n c a o n u n d o s tu v e a rk a d a ş ı k a lm ış , b u b ü y ü k ş a ir im iz i ç o k y a k ı n d a n ta n ım ış tı. B u y a z ı d iz is in d e , y u r t d ışın d a b u lu ş m a la r ı v e ta r tış m a la r ı h a k k ın d a d a ilg in ç p a sa jla r b u la-Nazım ’ın mısraları
nefes alır,
•
-ca ka m ız. Y .S .S
ABİHA Sertel, yazısının girişinde şöyle de mektedir:“Nâzım Hikmet İçin yazdığım bu yazı, onun edebi şahsiyetini veya politik faaliyetini belirt mek için yazılmış de ğildir. Sadece, 1928’den aramızdan ayrıldığı güne kadar beraber çalıştı ğımız günlere ait bazı hatıralardır.
Nâzım’ın hayatı, eserleri, kavgası üstüne bir eser yazmak isteyenlere yardımcı olabilir. Nâzım’ın 1928’de Moskova’dan tahsilden döndükten sonraki hayatını yakından bildiğim için, herkesçe bilinmeyen bazı nokta ları belki de aydınlatabilirim.
Resimli Ay’ mecmuası, 1924-
1931 yılları arasında eşim Zekeriya Sertel’le beraber çıkardığımız ilerici bir dergiydi. Şekil bakımından maga zin tipinde bir resimli mecmua idi. Fa kat içerik bakımından toplumun dert lerini, işçi ve köylünün hayatını akset tiren bir dergiydi. Kurtuluş Savaşı’- ndan sonra tamamlanmayan burjuva demokratik inkılabının tamamlanma sını hedef tutmuştu. Geniş ölçüde bir demokrasi kavgası açmıştı. Böyle bir mecmua Türkiye’de ilk defa çıktığı için, etrafına geniş bir okuyucu kitlesi toplamıştı. 0 zaman bir mecmuanın 15 bin satış yapması görülmemiş bir şeydi.”
Sabiha-Zekeriya çifti, 1923’te An kara’da, kuruculuk faaliyetine katıl mak istemişler, fakat Mustafa Kemal ve Afet Hanım'la aralarında çıkan ba
zı anlaşmazlıklar yüzünden, 1924’te Ankara’yı bırakıp, İstanbul’a dön müşlerdi. “Resimli Ay” dergisi Türk basınına ilk katkılarıydı.
NÂZIM HİKMETLE TANIŞMALARI
Bu tanışmayı, Sabiha Sertel şöyle anlatıyor:
Nâzım Hikmet, Moskova’dan dön dükten sonra, eski dostu Vâlâ Nured- din’e bu mecmuada çalışmak istedi ğini söylemiş. “Musahhihlik yapma
ya da razıyım” demiş. Vâlâ da 1928’-
de bir gün Nâzım'ı alıp, mecmuaya getirdi. Bundan sonra Nâzım dergi nin en belli başlı rüknü (elemanı) ol du. Tabii Nâzım çapında bir adam musahhih olarak kalamazdı. Az za
Nazım Hikmet, Sabiha ve Zekeriya Sertel ailesi ile 1955 yılında Moskova'da tekrar bir araya deldi. _______________________________________________
manda kuvvetli şahsiyetiyle dergiye hâkim oldu. “Resimli Ay”ın demokratik platformuna bir de “sosyalist platform” eklenmiş oldu.
Nâzım bir taraftan şiirler yayınlıyor, bir taraftan da sosyalizm davasına adam kazanmaya çalışıyordu. Nâzım’ın yeni bir teknikle yazdığı şiirler, İstan bul'un kültür merkezi olan “BâbıâH”de bir bomba gibi patladı. Burjuva ediple rinin gözleri kamaştı. Nâzım'ın ş iir sa natında eski kalıpları kırıp atmasına iş yar) ettiler. Kendi mecmualarında Nâzım’a karşı hücuma geçtiler. Fakat Nâzım’ın tesiri altında yeni bir nesil tü remeye başlamıştı. Genç şairler, Nâzım’ın tekniği ile şiir yazar oldular. Onun gibi şiire sosyalist muhteva sok maya başladılar. Bu şairlerin şiirleri
“Resimli Ay” da yayınlanıyordu. Yeni
şairler Nâzım'ın etrafını bir halka gibi çevirmişlerdi. Bundan sonra “ Resimli Ay” bütün ilerici yazarların, müelliflerin toplandığı bir mecmua oldu. Sabahad- din Ali, Sadri Ertem, Mahmut Yesari, Peyami Safa gibi o zamanın tanınmış edipleri “Resimli Ay” ın etrafında top lanmışlardı.
NÂZIM'IN YAPTIĞI İNKILAP
Sadri Ertem, Nâzım’ın fikir ve ede biyat hayatında yaptığı inkılabı “Resim
li Ay” ın Haziran 1930 tarihli sayısında, “Hem materyalist, hem şair olmak kabil midir?” başlıklı yazısında şöyle anlatı
yordu:
“Yeni bir ses var, Nâzım Hlkmet’in sesi. Şairlerin dilinde aynı sesi veren, ahenkleri birbirine benzeyen manzum kadavralar arasında Nâzım’ın sesi, bir tunç gibi, demire inen bin beygir kuvve tinde bir balyoz gibi gümbürdüyor.
Nâzım, yeniliğin ifadesidir. Bu ye niliğinden ötürü, Nâzım bize anten gibi, radyo gibi meçhuldür. Onu anlatanlar, anlamak isteyenler şimdiye kadar yalnız bir şey yaptılar. Kendilerinden ve damaklarındaki lezzetten bahsettiler. Kimi, radyo gibi, ilk dinleyen adamın hayretini gösterdi. Kimi, ‘Ben bundan
hoşlanmıyorum’ dedi, kimi de ’Benim
zevkime uymuyor’ deyip çıktı.
Ben kendi intihalarımdan ziyade, onu size bir makinenin parçalarını an latır gibi anlataya çalışacağım.
Nâzım şairdir, yepyeni bir mektebin (okulun) başıdır. Bu mektep hem dış (yani şekil) hem de iç (yani içerik) bakımından yenidir. Nâzım’ın ‘35 Satır’- ında, ’Jokont ile Siyau’sunda, ‘Varan Üç’ünde, bütün yazılarında göze çar pan bir şey var: Nâzım’ın yeniliği. Nâzım’ın şiirlerini okuyan bunu derhal fark eder. Nâzım’ın mısraları nefes alır. Onun sadece harfleri değil, noktaları bile üzerlerine basıldığı vakit ses veren birer elektrik düğmesidir. Mısraların bu hale gelmiş olması, onun ne kadar kalı plardan kurtulmuş olduğunu gösterir.
Nâzım, sanatını ve yaşayışını bir fel sefe sistemine sıkı sıkıya bağlamış bir adamdır. Bu felsefe materyalizm’dir. Şiir onun elinde bir inkılap vasıtasıdır. Nâzım, nasıl Berkley’de felsefesinin anahtarını çizmişse, Bahri Hazer’de de diyalektik materyalizmin eşsiz nu munesini vermiştir. Her şiirinde bize ol duğu gibi görünmüştür.”
Sabiha Sertel şöyle devam ediyor: Bu satırlar, o zaman ilerici edipler arasında Nâzım’a verilen değerin bir ifadesidir. Fakat burjuva edip ve şair leri, sanat hayatında doğan bu yeni ses ten hoşlanmadılar. Açıktan açığa ona karşı hücuma geçtiler.
NÂZIM'IN HİCİVLERİ
Nâzım bu hücumlara hiciv mahi yetinde yazdığı şiirlerle cevap verdi. Hücum edenler Yakup Kadri, Ahmet Haşim gibi en tanınmış edipler ve şa irler, Hamdullah Suphi gibi de şair boz maları idi. Nâzım, Yakup Kadriye “Mu
kaddes Apis Başlı Adam” Ahmet Ha-
şim ’e “İki Serseri Var” başlıklı şiirleriy le cevap verdi. Ahmet Haşim, sanat sa nat içindir, diyen, kendisi için şiir yazan bir şairdi. Halk ve cemiyetle hiçbir ilgisi yoktu. Hatta o zamanlar ş iiri bırakarak, bir Fransız şirketinin idare meclisinde üye olmuştu. Nâzım’ın ona verdiği ce vap “Resimli Ay’’ın Eylül 1930 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
İşte şiir:
CEVAP NUMARA İKİ
İki serseri var Birinci serseri
Köprü altında yatar
Sularda yıldızları sayar geceleri.. İki serseri var
İkinci serseri
Atlas yakalı sarhoş sofralarında Bağdatlı bir dilencinin çaldığı sazdır Fransız emperyalizminin
idare meclisinde ayvazdır... Ben, ne köprü altında yatan,
Ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında Saz çalıp Arabistan fıstığı satan
ların şairiyim!
Topraktan, ateşten ve demirden Hayatı yaratan
ların şairiyim ben. İki serseri var: İkinci serseri
yolumun üstünde duruyor, ve soruyor bana PROLETER dediğimin ne biçim kuş . , , olduğunu? Anlaşılan Bağdadi şaklaban unutmuş Mösyö bilmem kimle beraber
Adana, Mersin hattında o kuşu yolduğunu. İki serseri var:
Birinci serseri
pencerelerden bir gölge gibi girer geceleri... İki serseri var:
İkinci serseri
halkın alın terinden altın yapanlara kendi kafataslarında hurma rakısı sunar Ben hızımı asırlardan almışım
Bende her mısra bir yanar dağı hatırlatır Ben ne halkın alınterinden on para çalmışım ne bir şairin cebinden bir satır.
İki serseri var: İkinci serseri
Meydana dört topaç gibi saldığım dört eseri sanmış ki yazmışım kendileri
için. Halbuki benim
bir serseriye hitapeden
ikinci yazım işte budur. Atlas yakalı sarhoş sofralarının sazı, Fransız emperyalizminin hacı Ayvazı, bu yazdığım yazı
örse balyos salanların şimşekli yumruğu dur
Katmerli kat kat yağlı ensende... Ve sen o kemik yaladığın
sofranın altına girsen de, -dostun Kara Maça bey gibi-
kaldırıp kaldırıp yere çal mak için Canını burnundan al
mak için bulacağım seni Koca göbeklerin Rusel kuşağı sen, Sen uşşak murabbaı
Sen uşşak mikabı, Satılmış uşşakların uşşağı sen.
SERTiL'in
^ 0
NAZIM HİKMET ve SABAHADDİN ALİ
Hazırlgyan: YILPİZ SERTEL
Putları kırıyorduk
luğunu belirtiyordu.
S
ABİHA Sertel, Nâzım’ın şiire getirdiği yeniliğe karşı hücumlar artar ken, bir taraftan da, yeni muhteva (içerik) ile ya zan genç şairlerin ço ğaldığını, Nâzım’ın etki ve nüfuzunun arttığını belirtiyor ve ekliyor:Hatta küçük kızım Yıldız, her akşam onun şiirlerini dinleye dinleye, onların ahengini kapmış, hastalığında, “Yatak
ta Bir Hasta Var" başlığı altında bir şiir
yazmıştı. Şiiri okur okumaz Nâzım’ın gözleri doldu, “Bu şiiri ‘Resimli Ay’da
basalım” dedi. Şiirin altına şu satırları
yazdı:
(Sabiha Sertel, yazısında, Nâzım Hikmet’in imzasız çıkan bu yazısından bir paragraf aktarıyor. Biz ise yazıyı ol duğu gibi veriyoruz.)
Yıldız yedi yaşındadır. Fırıl fırıl dö nen gözleri ve çok şeyler düşünürmüşe benzeyen geniş, bembeyaz bir alnı var dır.
Yıldız, geçenlerde hastalandı. Bü yükannesi onu yorganlara sardı. Oda dan bir adım bile dışarı çıkarmak iste miyor. Halbuki dışarda güneşli, ılık bir hava var. Yıldız, dışarı çıkmak, kırda, sokak aralarında koşmak ister. İster amma ninesi bırakmıyor işte... Yalnız ninesi mi, evde kim varsa: Aşçı kadın dan tutun da on üç yaşındaki ablası Se- vim’e kadar, herkes Yıldız'ın başında...
Yıldız üzülüyor, dışarı çıkmak, du rup dinlenmeden koşmak istiyor. Yıldız kızıyor, küçük kafasının içinde alabildi ğine uçan bir bisikletin hayali var. Yıldız düşünüyor ve kendisini ziyarete gelen şair Nail V.’ye:
-Ne olur ben söyleyeyim siz yazınız, diyor...
Nail V. soruyor: -Ne yazayım Yıldız? -Şiir yazacaksınız. -Kimin şiirini? -Benim şiirimi.
-Vay... Sen şiir mi yazıyorsun? -Evet...
Nail V. gülüyor. Yıldız’ın şiir yazma sı çok tuhaf bir şey olacak...
Yıldız yedi yaşındadır.
-Haydi söyle bakalım... Yazıyorum. Ve Yıldız, Nail V.'ye şiirini imla etti riyor:
HASTALIK
Yatakta, bir hasta var. Bu hasta,
istiyor ki
bir bisiklete binip uzaklaşmak. Eğer:
bir bisiklete binip uzaklaşırsa: arkasından bağranlar çok. Yedi kişi: -Kaçma! Hastasın... Uzaklaşma! Hastasın... Aldıran kim? Ben,
A
Edebiyat mezarlığında bir vak’a! Nazım Hikmet B.-Haniya, putları yıkıyoruz...! (Rsimli AY Ağustos 1929)
kaçıyorum; yıldırımlar
gibi.
YILDIRIM...
Yedi yaşındaki Yıldız'ın şiiri bitti. Nail V. hayrettedir. Nasıl hayret etmesin ki; bu şiir kendisine, yeni şiir tekniğinin bütün incelikleri nazarı itibara alınarak imla et tirilmiştir. Yıldız, satır başına, satır ortası na ve satır kuyruğuna ne zaman geçilme si lâzım geldiğini, ihtar ederek şiirini imla ettirmiştir.
Hiç şüphesiz ki yedi yaşındaki Yıldız çok istidatlı, çok zeki bir kız çocuğudur. Fakat Yıldız’ın bu büyük zaferinde Yeni Şiir'in de muazzam bir zaferi gizlidir. Yeni şiir tekniği o kadar hayata yakındır ki, o kadar canlı konuşma lisanından alınmıştır ki, yedi yaşındaki zeki ve çok is tidatlı Yıldız, onu çabucak kavrayıvermiş ve mükemmel bir şiir nümunesi vermiş tir...
Bu neyi gösterir?.. Bu her şeyden ev vel yeni şiir tekniğinin, sunî, uydurma bir teknik olmadığını... Elbise gibi değil, deri gibi bugünün lisan cevherine sarılmış bu lunduğunu isbat eder...
Biz, yeni bir şiir tekniğiyle yazı yazan lar: Yıldız'ın nesli bizimledir. Ve onlar bi zim başladığımız işi sonuna kadar götü recekler.
PUTLARI KIRIYORUZ
Sabiha Sertel, Nâzım Hikmet’le be raber, “Resimli Ay” da açtıkları “Putları
Kırıyoruz” sütununun hikâyesini şöyle
anlatıyor:
“Nâzım, burjuva şair ve ediplere karşı açtığı savaşa ‘Putları Kırıyoruz’ kampan yası İle devam etti. Bu kampanyada, Nâzım, Namık Kemal, Abdülhak Hamit gibi en büyük şair ve edipleri ele alıyor, bunların şiirlerindeki eksiklikleri gösteri yor, muhteva (içerik) yoksulluğunu belir tiyordu. Bunların sadece gül ve bülbül den, kadın ve havadan bahseden şiirleri ni tenkit ediyordu. Bu kampanya yalnız gericiler arasında değil, bazı ilercller arasında dahi hoş karşılanmadı.”
Bu tartışma sırasında, Sadri Etem’in, Agosot 1929 sayılı Resimli Ay dergisinde çıkan bir yazısından parçalar aktarıyoruz:
“Son bir sene zarfında harpten evvel ki nesille sonraki nesil arasında zaman zaman müsademeler oldu. Nihayet Ak şam gazetesinin edebiyat anketi harpten evvelki nesille harpten sonrakini ta mamıyla birbirinden ayırdı. Üstat geçinen efendiler bu vaziyet önünde küplere bin diler ve yavaş yavaş el altından tezvire
başladılar. Makaleler makaleleri takip etti. Üstatların sinirleri gittikçe bozuldu. Yakup Kadri Bey bu sinir zaafının şahe serini yazdı ve bir kalemde bastı küfrü, dedi ki:
“Gençler mutereddir, çünkü, saman la karışık hamur yediler... Bu makaleye Va. Nu, Peyami Safa, Halit Fahri ve ben cevap verdik. Cevaplarımızda Yakup Kadri Bey'in yanıldığı noktaları terbiyeli adamlara mahsus hulus ve nezaketle an lattık. Bu esnada Hamit ve M.Emin Bey’- lerin dahi ve milli şair olmadıklarına dair neşriyat yaptık... Bundan sonra Hamdul lah Suphi Bey, halis bir Ingiliz gramofonu gibi medeni seslerle bağırmaya baş ladı...”
Aynı dergide, bu kavgayla ilgili bir ka rikatür görüyoruz.
Not: Bu yazı dizisinde, Resimli Ay der
gisinde Nâzım Hikmet ve onun fikirleri ile ilgili bazı yazı ve fotoğrafları yayınlayabi- liyorsak, bunu Sayın Vedat Günyol’a borçluyuz. Vedat Bey, benim hazırlamak ta olduğum bir kitap için, Resimli Ay külli yatını karıştırıp, oradan bazı yazılarçıkar- mak zahmetine katlanmamış olsaydı, bu yazı dizisini bu malzemeyle zenginleştir mek olanağını bulamayacaktım. Kendisi ne pek çok teşekkür ederim.
Y.S.
Sabiha Sertel, bu tartışma sırasında Nazım Hikmet'in Abdülhak Hamit’i ziya retini şöyle anlatıyor:
Abdülhak Hamit kendisine yapılan hücumdan sonra, bir akşam Nâzım’ı ye meğe davet etti. Davetname geldiği za man mecmuanın yazı işleri odasında otu ruyorduk. Nâzım evvela düşündü, sonra
“Atatürk’ün davetini reddettim ama, bir şairin davetini reddedemem” dedi. (Ata
türk o zamanlarda Nâzım’ı dinlemek üze re Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrasına davet etmiş ve Nâzım bu daveti reddet mişti.)
•Abdülhak Hamit.evlne ye
meğe davet ettiği Nazım
Hikmet e "putları kırmak
ta haklısınız,biz de edebi
yat hayatına atıldığımız
zaman aynı şeyleri yaptık.
Divan edebiyatını yıkıp
tanzimat edebiyatını ge-
tlrdlk’ demlştl.
Ertesi gün Nâzım'a intihalarını sor duk.
“Burjuva ama, büyük şair dedi. Beni karısı Lüsyen Hanım’la kapıdan karşıladı lar. Abdülhak Hamit uzun boyu, bacak larına kadar sarkan siyah redingotuyla adeta bir Ingiliz lorduna benziyordu. Hele tek gözündeki monokl, ha düştü, ha düşe cek diye ödüm kopuyordu. Beni mükellef bir salona aldılar. Lüks, avizeler 14. Lui stili bir salon takımı. Kendimi bir sarayda sandım. Bir sofra, bir sofra... Londra’dan getirtilmiş Skoç viskileri, ve çeşit çeşit iç kiler. Masanın bir ucundan öbür ucuna kadar kuş sütüne varıncaya kadar her şey var. Salonda bir yabancı misafir daha vardı. Dört kişi sofraya oturduk. Ben mah- çup bîr çocuk gibiydim. Abdülhak Hamit bir sa tat bahsi açtı. Sanat tarihini, çeşitli edebiyat mekteplerini şiirde ve
edebiyat-• Nazım Hikmet,Abdülhak Ha-
m it'in genç karısı Lüsyen
Hanım'ın yemek boyunca
gözlerini gözlerinden ayı
rmadığını ve bir ara masa
altından ayağına bastığını
anlatmıştı...
ta, tiyatroda meydana gelen değişme leri öyle bir anlattı ki, karşısında cehli mi duydum. Fakat ben de ona, onun bilmedikleri, realist sanattaki yeni ge lişmeleri anlattım. Büyük bir ilgiyle dinledi. Sonra, dedi ki: ‘Putları kırmak
ta haklısınız, biz de edebiyat hayatına atıldığımız zaman, aynı şeyi yaptık. Di van edebiyatını yıkıp tanzimat edebi yatını getirdik. Türk edebiyatında yeni hamleler yaptık. O vakit biz onları yıktık, şimdi de siz bizi yıkacaksınız.’
Abdülhak Hamid’in bu geniş görüşüne hayran oldum. Oysa ben çetin çarpı şmalar yapacağız sanmıştım.”
Sonra Nazım bir ok gibi yerinden fırladı, elleriyle sarı saçlarını karıştırdı:
“Bunların hepsi iyi, hoş ama, gözünü gözlerimden ayırmayan genç karısı Lüsyen, masanın altında ayağı ma bastı, dedi ve gülüştük.”
SESİNİ KAYREDBU ŞEHİR
Nâzıim’ın başlıca hedefi Türk şiir ve edebiyatında inkılap yapmak değildi. Onun için en önemli mesele işçi sınıfı nın inkılapçı şuurunu uyandırmak, onu savaşa çekmekti. O zaman memleket te işçi sınıfı henüz teşkilatlanmış değil di. Sendika kurma hürriyeti, grev yap ma hakkı tanınmamıştı. Komünist par tisi legal faaliyet gösteremiyordu. Nâzım, şiirleriyle bazen açık, bazen kapalı, işçilere savaş azmini aşılama ya çalışıyordu. Mecmuaya işçilerden mektup geldiği zaman, sevgilisinden mektup almış bir âşık gibi sevinir, mektupların cevaplarını kendisi ya zardı.
Sıcak bir yaz günüydü. Nâzım mer divenleri koşa koşa çıkarak, soluk soluğa odaya girdi:
“Haberiniz var mı? Şoförler grev yaptı” dedi. “Onlara Sirkeci’de rastla dım, yanıma koştular. Nâzım, beledi
ye vergileri artırdı, biz de işi bıraktık’
dediler.”
O zaman İstanbul’da otobüs ser visleri yoktu. Bütün vasıtalar durmuş tu. Yalnız tramvaylar işliyordu. Nâzım hemen setresini çıkardı, masanın başına geçti, “Sesini Kaybeden Şehir’ başlıklı şiirini yazdı. Şiirden bir parça:
Adedi devir Sıfır. Şehir
sustu.
Kilitlendi nokta nokta şehrinin Asfalt beton çenesi.. 1900 nokta nokta senesi
nokta nokta ayında.. Sokak boş,
Bir baştan bir başa sokak boş, bom boş cebim gibi... Kesildi akmıyor su.. Ne bir motor uğultusu,
ne dönen bir tekerlek var.
16 MAYIS1992
SABIKA ZEKERIYj
SERTEL'in
NAZIM HİKMET ve SABAHADDIN AU
Hazırlayan: YILDIZ SERTEL
0
Nâzım Hikmet, fazla
dikkat çekmemek için
Resim li Ay
dergisindeki
ş iirle rin in bazılarını
başka adlarla
yayınlam ıştı:
im zasız adam
vs (i■ S ' * s ' 1 ~
/ ... s ■ . ■ ■ »i ' ' . sil İl 11: M»l'i
S
ABİHA Sertel, yazar Peyami Safa’nın demokrasi davasını bırakıp, Hitler’in kampına geçmesini ve Nâzım Hikmet’in buna karşı tepkisini şöyle anlatıyor:Nâzım, gençleri ve yazarları da vasına kazanmak için, onlarla saat lerce münakaşalar yapardı. Bir ara Peyami Safa’yı kazanmak sevdasına düştü. Peyami kuvvetli bir yazardı. Fakat, hırçın, asabi, kokain çeken
serseri b ir gençti. Ona rağmen Nâzım
onunla meşguldü. Bir gün uzun bir münakaşadan sonra, Peyami dedi ki:
- Sîzlerle bir trene bindik. Beraber seyahat ediyoruz.
Ben demokrasi du rağına kadar sizlerle beraberim, ondan sonrası için Allahaı smarladık.
Fakat Peyami de mokrasi durağına var madan trenden indi. Hitler’in arabasına bindi. Türkiye’de fa şizmin, bilhassa İkinci Dünya Savaşı sırasın da Hitler’in en büyük avukatı oldu. Nâzım hakkında en çirkin yazılar yazan, onu ve beni polise jurnal eden Peyami’dir. Nâzım, Peyami hakkı nda da, “Yetimi Sefa” başlıklı bir hiciv yazmıştır.Bir gün, bü roda çalışıyorduk. içe
riye uzun boylu zayıf bir genç girdi. Elindeki yazıyı masanın üstüne bıra karak,
- Size bir yazı getirdim, dedi.
Hayran hayran Nâzım’ı dinliyor duk. Nâzım hemen yerinden fırladı:
- Sen kimsin oğlum? dedi.
- Ben, Emin Türk, muallim mekte bini bitirmiş bir köylü çocuğuyum. Köyümden geliyorum. Mecmuaya
"Köyümde Neler Gördüm?" başlıklı
bir yazı getirdim.
Nâzım daha yazıyı okumadan, - Aman evladım, sen bize her vakit yaz, dedi.
Nâzım için köylü aydınları kazan mak, muhitindeki aydınları kazan maktan çok daha önemliydi. Yazıyı mecmuada yayınladık. Aynı sayıda benim de bir Amerikan mecmuasın dan tercüme edip ilavelerim le gelişti rilm iş bir yazım çıktı. “Savulun, Geli
yorum” başlığını taşıyordu. Bu yazı
lardan dolayı savcı, Emin Türk’le be nim aleyhime ağır ceza mahkeme sinde dava açtı. Beni, Atatürk’e ve Türk milletine hakaretle, Emin Türk'ü de sınıflar arasına nifak sokmakla suçluyordu.
29 Şubat tarihli “Resimli Ay” der gisi olayı fotoğraflar ve büyük man şetlerle veriyor: “Sabiha Zekeriya
Hanım neşriyat yüzünden mahkeme ye sevk edilen ilk Türk kadını." Dergi-
nin belirttiğine göre, mahkeme salo
nu tıklım tıklım doluydu. Nâzım Hikmet ve diğer “Resimli Ay” yazarları mahke meyi ilgiyle izliyorlardı.
Sabiha Sertel, olayı şöyle anlatıyor:
“Benim için istenen ceza 20 yıl, Emin Türk için ise üç yıl hapis idi. Avu kat, benim yazımın ilmi mahiyette bir yazı olduğunu ispat için üniversite pro fesörleriyle yazarlardan şahitler din lenmesini, Emin Türk’ün yazdıklarının da gerçeğe uygun olduğunu ispat için köyünden şahitler getirtilmesin! istedi. Mahkeme bu isteği kabul etti, ikinci cel sede Emin Türk’ün köyünden getirdiği köylüler ile, benim için üniversiteden gelen aydın şahitler mahkemede yan yana şahadet sandalyesine oturdular. Savcı, benim için 20 yıl isteğinde ısrar etti. Karar başka güne bırakıldı. Mahke
pan müesseseye kaç para vermekliğim lazım, onu bana sor. Param olsa, bu plakları üstüne para vererek çoğaltır ve yayardım, dedi.
Nâzım’ın plağa alınan şiirleri kah vehanelerde, lokantalarda, evlerde çalınıyordu. Hükümet telaşa düştü. Kahvehanelerdeki plakları toplattı. Ge nel yerlerde bunların çalınmasını
ya-sakettı
¡MZASIZ ADAM
Nâzım, fazla dikkati çekmemek için
“ Resimli Ay” daki şiirlerinin bazılarını
bu adla yayınlamıştı. Birçok yazılarının altında da hiç imzası yoktu. “Süley
man” adıyla yazılmış yazıları vardır, “imzasız Adam” imzasıyla yayınlanan
şiirlerinden birini aşağıda veriyorum:
• Nâzım’ın plağa alınan şiirleri
kahvehanelerde, lokantalarda,
evlerde çalınıyordu. Hükümet
telaşa düştü. Kahvehanelerdeki
plakları toplattı. Genel yerlerde
bünların çalınmasını yasak e tti
•Hakkında açılan bir davada
tanık olarak gelen üniversi
te öğretim üyeleri ve köylü
ler yan yana oturmuştu.
Nâzım bu olaya çok sevindi.
Mahkemede köylü-aydın it
tifakının kurulduğunu, yakı
nda da köylü-işçi birliğinin
iğini söylü
kurulacağını söylüyordu
Nâzım Hik met, Peya m i Safa'yı (sol başta ayakta) ka zanmak ve kendi safına çekmek için büyük çaba sarfetmiştimeden çıkıp büroya geldik. Tabii mü- tessirdik. Nâzım, hemen merdiven ağzına koştu, aşağıda kahveciye ses lendi:
- Mehmet bize çok şekerli sekiz kah ve.
Nâzım herkese Mehmet derdi. Ar kadaşlar sordular:- Neden çok şekerli?
Nâzım gülerek cevap verdi:
- Siz mahkemenin gidişine bak mayın, biz bugün büyük bir zafer ka zandık. Mahkemede köylü-aydın itti fakını kurduk. Yarın da köylü-işçi birliği ni kuracağız.
NÂZIMIN ŞİİRLERİNİN
PLAĞA ALINMASI
Nâzım ın “Bahre Hazer” ve “Salkım
Söğüt” şiirleri, Sahibinin Sesi Kolombi
ya müessesesi tarafından piağa alınmıştı.
Bir gün Eren köyünde bir kır kah vesinde oturuyorduk. Masalarda tek tük yapı işçileri vardı. Civardaki bir yapıda çalışıyorlardı. Kahveci, Nâ- zım’ın plaklarını gramofona koydu. Az sonra, masaların hepsi doldu. Nâzım’ın gözlerinde ateşler yanıyordu. “Yirmi
beyanname dağıtsam bu kadar işçiye okutamazdım” dedi.
Arkadaşlardan biri sordu:
- Bu plaklar için kaç para aldın?
- Kaç para aldığım değil, plakları ya
İHTİLALİ KEBİR Dördü de önümdeydi
yazmıştı:
Bu gece değilse, Kan içindeydiler... yann
Severim kam: gece
Anamın rahminde olduğu Gireceğim kodese... ve giyotin İçimde yaprak kımıldamıyor,
sepetine dolduğu için Deliksiz uyku gibi rahat Dördü de önümdeydi. geniş
Kan içindeydiler... içim Yetiştim onlara, içim
Oumuzuma deydiier. Havalarda mavilikleri -“ Kahrol Danton” Yeni doğmuş bir çocuk gibi Ölmelisin Robespiyerim!
seyredişim-Yaşasın Maratl den
Ben Baböfle beraberim, Dün
dedim ben
Ve geçtim onları. Şehrin meydanına gidip.. Robespiyer, Danton onlar için
Baböf, M aral.. kardeşlerimizi öldürmeyelim, Ne başlangıç, ne son! dedim.
doğan, ölen, be anacığım Ve bu gece değilse doğan, ölen, doğan hayat... yann
Nâzım’m “İmzasız Adam” gece
imzasıyla yazdığı şiirlerden biri de Gireceğim kodese
“ Arife” dir. B ir gün galiba Beyazıt İçimde yaprak kımıldamıyor.
Meydam’nda gençlerle bir konuşma Ellerimi başımın altına koyuyorum,
yapmış. Bu sebepten tevkif edilmeyi denizi duyuyorum
bekliyormuş. 0 gün matbaaya duyuyorum.
gelince, masa başına oturup şu ş iiri
Nâzım Hikmet ilk Moskova yol culuğunu arka daşı Vâlâ Nuret tin'le birlikte-
t..- yapmıştı. ^
17 MAYISI 992
DİZİ YAZILAR
NAZIM HİKMET ve SABAHADDİN Ali
Hazırlayan: YILDIZ SERTEL
^ U jâ z ım , 19 yaşındayken
■ ^ y a k ın arkadaşı Valâ
N ureddin ile b irlik te
m aceralı b îr yo lcu lu kla
M oskova’ya g itm işti
Moskova’da evlendiğiNüzbetHanım ile (1921). Bu evlilik çok kısa sürmüştü.
M oskova’ya ilk gidişi
Nâzım'ın babası kuduz bir köpek ta
rafından ısınimıs ve yaniıs b ir tedavi
uygulandığı için ölmüştü. Nâzım, ba
basını çok severdi
N
ÂZIM'ın eski arkadaşı Valâ Nu- reddln Moskova'ya ilk gidişleri nin hikâyesini bize şöyle an latmıştı:- Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere Ankara’ya gitmiştik. Bir müddet orada kaldıktan sonra, Moskova’ya git meye karar verdik. Büyük Oktobr inkılabı üzeri mizde öyle bir etki yapmıştı ki, inkılabı yakından görmek, orada okuyup yetişmek istiyorduk. Bu amaca varmak için her güçlüğü göze almıştık. Ankara’ya gelirken Hâkim Ziya adında bir arka daş daha edinmiştik. O da bizimle beraber Mos kova’ya gidecekti. Fakat paramız yoktu. Ziya bi ze para bulmayı vaat etti. Aksiliğe bakın ki, o gün lerde Ziya’yı askere aldılar, biz parasız yola çıkmak zorunda kaldık. Elimizdeki para tren bile tine bile yetmiyordu. Yarı yola kadar bilet aldık. Ondan sonraki yolu yürüyerek gittik. Yollarda pabuçlarımızın tabanları patladı. Uzun bir müd det yalınayak yürüdük. Yanımızda satılabilecek bir benim saatim, bir de halis Ingiliz derisinden yapılmış bir bavulumuz vardı, önce saati sattık. Ve bir müddet onunla geçindik. Sıra bavula gel di. Halis İngiliz derisi bavulun bize hayli para ge tireceğini sanıyorduk. Fakat alıcılar bize beş lira dan fazla vermediler. Çünkü bavul deri değil, mukavvaymış meğer.
Çaresiz aldık parayı. Akşam yemeği yiyecek paramız yoktu. Ertesi gün İstanbul’dan tanıdığımız Şevket Süreyya’ya (Aydemir) rast ladık. O bizden önce gelmiş, bir okulda öğret menlik ediyormuş. Bir müddet Batum’da kaldık. Sonra Moskova’ya gittik.”
Nâzım, Moskova'ya bu gidişleri ni “19 Yaşım” şiirinde belirtir. Fakat en önemlisi Nâzım'ın Anadolu’ya geçişi ve Anadolu’yu tanıması ol muştu. Bu seyahat onun Anadolu'ya ait kıymetli ş iirler yazmasına yardım etmiştir. Mesela, “Anadolu” ismini taşıyan şiiri, “Türk Köylüsü” şiirleri bunlar arasındadır.
“Anadolu” şiiri şöyle başlar: Başımızda güneş
ateş bir sarık Cılız toprak
Çıplak ayaklarımızda çarık ihtiyar katırından
daha ölgün bir köylü yanımızda. Yanımızda değil
yanan
kanımızda
Nâzım bu şiirini şöyle bitirir:
Artık hepimizin başına Bu “dankkkl”
desin!.
Köylünün toprağa hasreti var, Toprağın hasreti...
makinalar!
Maaşını aldığı zaman İlk İşi otomobile
binmekti, son defa hapishaneden çıktığı
zaman kendisini Bursa'dan deniz kenarı
na kadar otomobille getirmişlerdi
Nâzım Hikmet çok sevdiği babası, kızkardeşi Samiye ve küçük ikiz kardeşleriyle.
KAFATASI
Nâzım, o devirdeki çalışmalarıy la yalnız şiire yeni bir şekil ve edebi yata yeni bir muhteva getirmekle kalmadı. Yazdığı piyeslerle de sah neye yeni bir ruh getirdi. İlk yazdığı
“Kafatası” piyesi ilk defa İstanbul
Şehir Tiyatrosu’nda oynandı. Tiyat ronun müdür ve rejisörü Ertuğrul Muhsin Moskova’dan dostuydu.
Nâzım'ın piyesi sahneye kondu ğu akşam, tiyatro, kapılarına kadar doluydu. İstanbul’un birçok tanınmış
şair, edip ve aydınları orada toplanmış tı. Nâzım o akşam gayet şık giyinmişti. Galiba kendisini sahneye çıkaracak larını tahmin etmişti. Eser büyük bir ba şarı kazandı. Oyun bittikten sonra, onu sahneye getirdiler. Herkes ayakta alkışlıyordu. Bundan sonra Nâzım’ın bir-iki piyesi daha oynandı. Nâzım tiyat ro artistleri arasına da girmişti. Genç ressamlar tablolarında hayatı aksettir meye başlamışlardı. Bu tablolarda köy lü ve işçilerin, halkın sefaleti görünü yordu. Bunda Nâzım’ın payı çoktu.
SABAHADDİN ALİ VE NÂZIM HİKMET
Sabahaddin Ali Almanya’dan yeni gelmişti. “Resimli Ay” da küçük hi kâyeleri çıkıyordu. Nâzım, Sabahad- din’in hikâyelerini romantik buluyor, ona realist hikâyeler yazmayı tavsiye ediyordu. Ekser akşamlar bizim Ka
dıköy’deki evde toplanırdık. Sanat mü nakaşaları yapılıyor, rejim meseleleri, Türkiye’nin sosyalizme geçiş imkânları tartışma konusu oluyordu. Sabahaddin Ali soldu, fakat komünizme daha gel memişti. Nâzım onu yalnız realist sana ta değ i I, savaşta beraber olmaya da da vet ediyordu. Bu tartışmalar çok defa gece yarılarına kadar sürerdi. Saba- haddin’i roman yazmaya teşvik eden de Nâzım Hikmet olmuştu. Sabahad- din’in ilk romanı “ Kuyucaklı Yusuf”,
“Resimli Ay” matbaasında basılmıştı.
Nâzım makinelerin başında ilk sayıyı almak için bekliyordu, ilk kopyayı alıp da yukarı geldiği zaman Sabahaddin’- den fazla o seviniyordu. Gözlerinde, işte bu romancıyı ben yarattım, diyen bir ifade vardı.
Aradan 14 yıl geçti. Hapishaneden çıkışında Nâzım’la görüştüğümüz gün,
Sabahaddin’in öldürülmesinden söz açıldı. Nâzım, boynunu bükerek,
- Bir kurban daha verdik, ne yapalım, zafere kanlar içinde varacağız, dedi.
Nâzım'ın babası eski bir hariciye memuruydu. Bi rinci Cihan Harbi’nden sonra memurluktan ayrılmış, Kadıköy'de bir sinemanın müdürü ol muştu. Nâzım babasını çok severdi. Hikmet Bey’in bir köpeği vardı. Nâzım ona, Mussolini adını takmıştı. Mussolini birgün babasını ısırdı. Yapılan muayenede köpeğin kuduz olduğu anlaşıldı. Ba basına kuduz aşısı yaptılar. Fakat, daha önce tata- noz aşısı yapılmış olduğu için bu ikinci aşı Hikmet Bey'in ölümüne sebep oldu.
O gün, Hikmet Bey’in evine gittik. Cenazeyi içerde bir odaya yatırmışlardı. Nâzım, üvey annesi ve kardeşleriyle başka bir odada oturuyordu. Çok mahzun ve üzüntülüydü. Bir ara, ölüyü bekleyen kadın heyecanla koşarak geldi:
• Nâzım Bey, babanızın yüzü terliyor, galiba öl memiş, dedi. Nâzım hemen heyecanla yerinden
fırladı. Fakat odadakilerden biri onu kolundan çek ti:
- Şiir yazmasını bilirsin de, ecel teri nedir bil mezsin galiba, dedi.
Nâzım, canlanan ümidi ölmüş bir çocuk gibi, yerine oturdu, bir ara gözlerini kapadı ve sonra bize dönerek:
- Mussolini’nin köpekleri milyonlarca kardeş lerimizi öldürüyor. Onun adını taşıyan köpek de babama kıydı, dedi.
Son yazdığı romanın, “ Romantika” nın (*) kah- ja m a n ın ı da bir kuduz köpek ısırmıştır. Mümkün
dür ki, Nâzım, babasının kuduz köpek tarafından ısırılmasından mü lhem olmuştur.
NÂZIM'IN ÇOCUK TARAFLAHI
Bir yere otomobille gidilecekse, adeta çocuk gibi sevinirdi. Aylığını daha ayın başında bitirirdi. Bir gün sordum,
- Nâzım, paranı çabuk bitiriyor sun.
- Birkaç gün yedim, içtim, bir çift kundura aldım, kalanını da taksiye verdim.
Maaşını aldığı zaman ilk işi oto mobile binmekti. Son defa hapisha neden çıktığı zaman kendisini Bur- sa’dan deniz kenarına kadar oto mobille getirmişlerdi. Senelerden sonra, güzel bir otomobile binmek onu pek sevindirmişti. Bunu durup durup anlatırdı.
★ ★ ★
Büroda masalarımız karşı karşı yaydı. Baktım, Nâzım yazı yazmıyor. Bir kâğıda bir şeyler çiziyordu:
- Ne o Nâzım? Resim mi yapıyor sun?
- Hayır, kızkardeşim Samiye’nin elbisesine model çiziyorum. Ben mahallenin bütün kadınlarına elbise modelleri çizerim.
Baktım, gerçekten masanın üstü kadın elbise m odelleriyle doluydu.
(*) Bu kitap, Türkiye'de “ Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” başlığı altında çıktı. Asıl adı, Rusça, “ Romantika” , Fransızcası ise “ Les Romantiques” tir. Nâzım, o vakit bu ismin Türkçeye uy madığını söylemiş ve yapıtının Türkçesi- ne başka bir isim vermişti. - Y.S.
18 M A Y IS 1992
DİZİ YAZILAR
SABİHA ZEKERIY
SERTEL'in
0 / .NAZIM HİKMET ve SABAHADDIN AU
Hazırlayan: YILDIZ SERTEL
Nâzım’ın
Resimli Ay
döneminde
yazdığı
şiirlerinin her
biri birer
komünist
beyannamesi idi
Hapishane
dönemi
• Nâzım hapishanede olgunlaştı. Burada cemiyetin çeşitli sınıf
ve tabakalarından İnsanlarla, özellikle köylü ve işçilerle yakın
dan tanışmak fırsatını buldu. Bunların hayatlarını ve ıstırapla
rını kendi ağızlarından dinledi
Bursa Cezaevi’nde arkadaşı Orhan Kemal ile birlikte. (19.3.1941)N
ÂZIM, eşim Zekeri- ya ve ben “ResimliAy ” m gelecek sayı
sı üzerinde fikir yü rütüyorduk. Odaya
genç bir çocuk gir
di. Elime birkaç zarf sıkıştırdı. Matbuat Cemiyeti’nin balosu için dört daveti ye göndermişlerdi. Nâzım atıldı:
-“ Ben ömrümde baloya gitme dim. Gidelim, şu baloya” dedi.
-“Smokinin var mı?”
Kel başa şimşir tarak, der gibi güldü:
•“Neme lazım smokin, ben böyle- ce gidiveririm” dedi.
-“Olmaz” dedim, “Siyah elbise ararlar, içeri böyle bırakmazlar.”
Zekeriya söze karıştı:
-“Gidebiliriz” dedi. “Baloyu idare eden Hakkı Tarık benim dostumdur. Ona derdimizi herhalde anlatırız.”
Gece beraberce yola çıktık. Nâ- zım'ı yalnız bırakmamış olmak için bizler de günlük kıyafetlerimizle git tik. Valâ Nureddin ile Peyâmi Safa da bize katıldılar. Balonun verildiği Tak sim Gazinosu’na geldik. Kapıda bek leyenler bizi o kıyafette görünce içeri bırakmadılar. Hakkı Tarık’a haber gönderdik. Hakkı Tarık bizi görünce şaşırdı:
-“Yahu” diyordu “Maksadınız ne, baloyu altüst etmek mi?”
-“Yapma Tarık Bey” dedik, “Niye timiz kötü değil, elbiselerimiz yok da onun için böyle geldik.”
Fakat Hakkı Tarık itiraz ediyordu,
-“içerde vekiller, yabancı elçiler var. Nâzım bayrak gibi bir adam. Na sıl sokarım ben sizi içeri?”
Kapıdaki tartışmalar etrafımıza adam topluyordu. Hakkı Tarık işi uzatmanın mahzurlu olduğunu anla dı. Bize, salonun bir kenarında birkaç sandalye koydurttu. Bizler bayram çocukları gibi sandalyelere sıralan dık. Etrafı seyre daldık. Fakat Nâzım hareketsiz-durabilir miydi? Bir ara ayağa kalktı. Dans eden gençlerden biri Nâzım’ı görünce, dans ettiği kadı nı bıraktı, koşarak Nâzım’ın yanına geldi. Arkasından birçok gençler da ha etrafımızı sardılar. Nâzım’ı yakala yıp, salonun ortasına götürdüler. Biz ler de onları takip ettik. Hepimiz ta nınmış insanlardık. Bütün gözler bize çevrildi. Peyami sarhoştu, önüne ge len kadını kaldırıp dans etmeye çalı şıyordu.
Hakkı Tarık Bey salonda bir aşağı bir yukarı gidip geliyor, sinirli sinirli ellerini ovuşturuyor ikide bir “Bu be
layı nerden getirdin başıma” der gibi
Zekeriya’ya bakıyordu.
Balodan çıktık. Nâzım kahkahayı bastı:
S
-“Burjuva balosunun canına oku duk” dedi.
NÂZIM'M İNKILAPÇI
ŞİİRLERİ
Nâzım’ın “Resimli Ay” devrinde yazdığı inkılapçı şiirlerin her biri bi rer komünist beyannamesi idi. Bu şi irler, gençler ve aydınlar arasına ya yılıyor, gençliğe savaş azmi aşılıyor du. Bunların birçoğunu gençler ve iş-
iler ezbere biliyordu. Bunlar arasın- a “Yürüyen Adam” (1929), “Gaye
min Yolcularına” (1928), “Güneşi içenlerin Türküsü” , “Kerem Gibi” şi
irleri yeni neslin üzerinde çok derin izler bırakmıştı.
Bunlardan biri:
Nâzım “Kerem Gibi” şiirini yaz mış, fakat mecmuaya vermeye cesa ret edememişti. “Resimli Ay” ın 1930 Haziran sayısı hazırlanıyordu. O gün Nâzım, sabah erkenden işin başında durarak, sayfaları bağlamıştı. Mec mua gece makineye verilecekti. Ak şam üzere işten çıkacağımız sırada başmürettip geldi, bir sayfanın eksik olduğunu söyledi.
Bu saatten sonra oturup yazı yaz mak hoş bir şey değildi. Canımın sı kıldığını gören Nâzım, hemen yerin den fırladı:
-“Bende bir sayfalık bir şiir var, ama” dedi “Biraz tehlikelidir.”
Şiiri okumasını istedim.
“Kerem Gibi” yi öyle heyecanla
ve o kadar kitleyi savaşa çağıran bir önder tonuyla okudu ki, tesir altında kalmamak mümkün değildi. Şiiri alıp başmürettibe verdim. Şiir olduğu gibi ‘İmzasız Adam' imzası altında “ Re
simli Ay” da çıktı.
Şiirin neşrinden korktuğumuz ba şımıza gelmedi. “Resimli Ay” a bir tehlike olmadı. Fakat emniyet müdür lüğünde “Resimli Ay” ın dosyası ka barıyordu. Nâzım, yalnız “ Resimli Ay ” daki yazı ve şiirleriyle değil, çe şitli yollardan gençler, işçiler ve ay dınlar üzerinde yaptığı geniş tesirle de polisin dikkatini çekmişti. N âzım ın getirdiği yeni sesten, gençliğe aşı ladığı savaş azminden burjuva idare ciler hoşlanmıyorlardı. Nâzım’ın gün den güne artan nüfuzu onları korkut maya başlamıştı.
Atatürk o devirde basına nispi bir hürriyet vermişti. Nâzım’ın şiir kitap ları basılabiliyor, Marksist eserler tercüme edilebiliyordu. Nâzım bu de virde fikirlerini öylesine yaymış, etra fında öyle bir muhit yaratmıştı ki, bu nun daha fazla genişlemesine burju va demokrasisi müsaade edemezdi. Bu kadarı artık çoktu. “Resimli Ay” binası polis nezareti altına alındı. Mü- essesenin içine güya sol temayüllü
gençler, gizii polis hafiyeleri olarak girdi. “Resimli Ay” mecmuası ve neşriyatını beraber çıkardığımız or taklar da bu durumdan ürktüler. Ze keriya Sertel’e, Nâzım Hikmet’i ve ko münistleri mecmuadan uzaklaştır mayı teklif ettiler. Zekeriya bu teklifi şiddetle reddetti. Bu yüzden ortaklar arasında çıkan anlaşmazlık, şirketin dağılmasıyla sona erdi. Biz ayrıca daha bir müddet “Resimli Ay”ı çıkar maya devam ettik. Fakat ortaklar mecmua imtiyazının şirkete ait oldu ğunu iddia ettiler ve neşriyatımızı durdurdular.
Üzerinde önemle durulacak nokta şudur:
Nâzım, o devrin nispi hürriyetin den açık çalışma imkânından azami surette faydalanmasını bilmişti.
Mecmuanın kapanmasıyla, Nâ z ım la olan iş hayatımız da sona erdi.
“Resimli Ay” devresi böylece kapan
dı. Fakat Nâzım’la dostluğumuz ölü müne kadar devam etti.
NÂZIM HİKMET
HAPİSHANEDE
“Resimli Ay” mecmuası kapan
dıktan sonra, Nâzım Hikmet “İpek
Film Sinema Stüdyosu”nda bir iş bul
du. Burada da davasına hizmet etme ye çalışıyordu. Avrupa’dan ve Sov- yetler B irliğ i’nden sol film ler getirtil- mesini sağlıyordu. Sovyetler B irliğ i nde filme alınan “Mustafa” adlı film ilk defa bu sinemada gösterildi. Bü yük rağbet gördü. Bundan cesaret alan şirket, müşteri kazanmak mak sadıyla, Nâzım'ın teklif ettiği film leri seve seve getirtiyordu. Böylece Nâ zım burada da propaganda yapmak imkânını buluyordu.
Fakat 1932’de iki arkadaşıyla bir likte hazırladıkları bir komünist be yannamesi yüzünden tevkif edildi. Beyannameyi daktiloda yazan arka daşı suçüstü yakalanmış, yapılan iş kence sonunda beyannameyi Nâ z ım la beraber hazırladıklarını söyle mişti. Nâzım'ı mahkûm edip, Muğla Hapishanesi’ne gönderdiler. Burada iki yıl yattı.
Hapisten çıktıktan sonra, yine si nemadaki işine devam etti. Fakat bu defa, şirket onu kontrol altına almıştı. İstediği gibi çalışamıyordu.
Hatırladığıma göre, bir-bahriyeli nin provokasyonu yüzünden 1934’te tekrar tevkif edildi. Bu defa 28 sene hapse mahkûm oldu. Onu ilk önce Çankırı Hapishanesi’ne gönderdiler. Orada romancı Kemal Tahir ve diğer
bazı komünist arkadaşlarıyla bir müddet beraber kaldı. Sonra onu Bursa Hapishanesi’ne aktardılar.
“Resimli Ay” devri Nâzım’ın en
heyecanlı, en ateşli gençlik devresiy- di. Nâzım hapishanede olgunlaştı. Burada cemiyetin çeşitli sınıf ve taba kalarından insanlarla, özellikle köylü ve işçilerle yakından tanışmak imkâ nını buldu. Bunların hayatlarını ve ıs tıraplarını kendi ağızlarından dinledi. Hapishanede yazdığı şiirler hayatın içinden alınmış, sınıf kavgasının konkre örnekleridir. Bilhassa “ Mem
leketimden İnsan Manzaraları”, “Kırk Haramiler”, “Kurtuluş Savaşı Destanı” Nâzım’ın şiirdeki dehasını
gösteren eserlerdir. Bu destan, Ho- mer’in llyada’sını çok geride bırakan bir eserdir. O zamana kadar Türkiye’ de emperyalistlere karşı yapılan Kur tuluş Savaşı burjuva yazar ve tarihçi leri tarafından incelenmemişti. Nâ zım bu eserinde M illi Kurtuluş Sa- vaşı’nı tam bir Marksist görüşle işle miştir. Bunun dışında Nâzım’ın hapis hanede yazıp gizlice dışarı çıkardığı şiirleri de elden ele dolaşırdı. Kitap ları yasak edilmişti. Burjuvazi, Nâ- zım’ı hapse atmakla ondan kurtuldu ğunu sanıyordu. Fakat aldanıyordu. Nâzım hâlâ bütün kuvvetiyle gençlik arasında yaşıyordu.
1940’ta tedavi için Bursa Kaplıca ların a gitmiştim. Hapishanede ken disini ziyarete gittim. Hapishane mü dürünün odasında buluştuk. Hapis hanenin asıl müdürü Nâzım Hikmet olmuştu. Müdür masasına oturup, ha pishanenin bütün işlerini o idare edi yordu. Bir eli telefonda, sağa sola em irler veriyordu. Hapishanedeki atölyeleri yoluna koymuş, mahkûm lara iş ve ekmek parası sağlamıştı. Ayrıca kendisinin dokuma tezgâhları-, vardı. Burada kumaş dokutuyor, aile sine geçinme parası yolluyordu.
Mahkûmlar Nâzım’ı baba gibi se verlerdi. Nâzım her vakitki neşesini kaybetmemiş, geleceğe olan ümit ve imanı hiç sarsılmamıştı.
ECELİ GELEN KÖPEK
1942'de kendisini tekrar hapisha ne ziyaretine gitmiştim, ikinci Cihan Harbi bütün şiddetiyle devam ediyor du. Sovyetler daha harbe girmemişti. O gün uzun boylu emperyalistlerin harp maksatları üzerinde konuştuk. Bir iki gün sonra radyoda Hitler’in Sovyetler’e saldırdığı haberini dinle dim. Derhal hapishaneye telefonu aç tım. Nâzım’a haberi verdim.
-“Eceli gelen köpek, cami duvarı na işer” dedi.
Hazırlayan: YILDIZ SERTEL
19 MAYIS 1992
Türkiye’den kaçıp va’ya gittiğin de törenle ^ KİNCİ Dünya Savaşı’ndanI
sonra, yurdun içinde ve dışında, Nâzım’ın kurtulması için açılan şiddetli kam panya sonucu, şair Bursa Hapishanesinden, İstan bul’da Üsküdar Hapisha nesine nakledilmişti. An nem, babam, ben ve bütün dostları onu sık sık ziyaret ediyorduk. Açlık grevini yakından izlediğimiz gibi, kurtuluşu için de bütün dostlarıyla be raber çalışıyorduk. Annem Sabiha Sertel bu olayları şöyle anlatıyor:Gene bir gün, hapishanede har bin doğuracağı neticeler üzerine ko nuşuyorduk. O, Sovyetler’in faşistleri süratle yeneceğine inanıyordu. Harp yakında biter diyordu. Napolyon da Moskova'ya kadar dayanmıştı. Fakat ateş ve alevler içinde döndü. Hitler'in de akıbeti bu olacaktır... Yalnız yandı ğım şu ki, emperyalistler de bu harp ten galip çıkacaklar. Sosyalist inkıla bı geciktirmek için imkân kazanacak lar. Fakat onlar da zayıflayacaklar.
Büyük kapitalist memleketler pro letaryası bu zaaftan faydalanıp inkıla bı yaparlarsa, ne âlâ, yapamazlarsa bu iş çok uzun sürecek.
Bundan sonra Nâzım’ı hapisten çıktığı güne kadar görmedim.
Nâzım’ın on dört sene süren ha pishane hayatı, memleket içinde ve dışında büyük şaire sevgi ve saygı duyan dostlarının bir endişesi haline gelmişti. Bu zulme son vermek için içte ve dışta dünya ölçüsünde bir kampanya açılmıştı. Hükümet bu bas kı altında İstanbul’a getirilmesine, fa kat göz hapsine alınmasına karar vermişti. Nâzım’ı önce Üsküdar Ha pishanesine naklettiler. Nâzım bura da açlık grevine başladı. Hükümet bu sebeple onu Cerrahpaşa Hastanesi ne kaldırttı. Nâzım artık tamamiyle hürriyetine kavuşmak istiyordu. Grev uzadıkça, Nâzım’ın durumu da kötü leşiyordu. Hükümet, bütün protesto lara ve gösterilere rağmen, Nâzım’ı serbest bırakmaya yanaşmıyordu. Nihayet doktorlar Nâzım'ın ancak bir kaç gün yaşayabileceğini bildirdiler. Fakat Nâzım grevi bırakmak istemi yordu. Zaten anjin-dö-puatrini de var dı.
Nâzım’ı kurtarmak lazımdı. Nâ- zım’ı seven dostları bizim evde top landılar. Nâzım’a grevden vazgeç mesini teklife karar verdik. Nâzım’ın çok sevdiği dostu, ressam Abidin Di- no ve Zekeriya bu kararı kendisine bildirmek ödevini üzerlerine aldılar. Nâzım bir müddet mukavemet etti. Fakat Zekeriya’nın ve diğer dostları nın ısrarı karşısında grevi bozmaya razı oldu. Zaten o sırada seçimler ol duğu için ortada Nâzım’ı serbest bı rakmak sorumluluğunu üzerine ala cak bir hükümet de yoktu. Sorumlu hükümet iktidara geldikten kısa bir süre sonra af ilan etti ve Nâzım ser best bırakıldı.
DtŞARDA BULUŞMAMIZ
1951'de Nâzım’la Berlin gençlik festivalinde buluştuk. Beni trenden karşılamaya gelmişti. Nâzım bam başka bir adam olmuştu. Mesuttu, ne şeliydi. Hayata yeni doğmuş gibiydi. Şiirlerinde ıstırabını anlattığı Afrikalı, Asyalı gençlerin omuzlarında gezi yordu. Çin, Japon, Fransız, Italyan, çeşitli m illetler gençlerinin davetleri ne koşuyordu. “Sözüm size Fransız-
lar” şiirini yazıyor, gençlerin defter
lerine imza atıyordu. Milletlerarası
1963 yılında Moskova’da
karşılaştığım Nâzım, eski
düşüncelerini sekterce
bulmaya başlamıştı.
Dogmatizmin düşmanı olmuştu
değişim
ıştu
O
3
gençlik festivalinde 14 senelik zindan hayatının acılarını unutmak istiyordu.
“Şu gençliğe bak” diyordu. “Rengi, dini, ırkı, düşüncesi ayrı ayrı insanlar. Harbe karşı barış savaşında nasıl birle- şiyorlarl Barış için böyle bir buluşma hangi kapitalist memlekette görülmüş tür. Bu da sosyalizmin bir zaferidir.”
Nâzım kendisini barış savaşına ver mişti. Moskova'daki hayatını anlattı. Demokratik Alman Cumhuriyeti Baş kanı Vilhelm Pick’in muhaceret devrin de oturduğu apartmanı ona verm işler di. Bundan pek memnundu. Yalnız bir şikâyeti vardı. İşine bakmak üzere yanı na verilen kadın, her sabah banyoyu hazırlıyor, onu yıkanmaya davet edi yordu. Hayretle elini kaldırarak,
“Canım her gün de banyo yapılır mı, ben ördek miyim?” diyordu. 1960’ta
Nâzım'ı ilk defa kötümser gördüm. Bir gün lokantada birlikte yemek yiyorduk. Çok üzgündü.
“ölmek istiyorum” dedi. “En çok sevdiğim dostlarımdan ve yoldaşla rımdan hıyanet gördüm. Ya ben insan ları anlamıyorum, ya onlar beni anla mak istemiyorlar. Hayatta çok dostum var. Fakat en büyük dostum ressam
N â z ım ’ın T ü r k iy e ’d e b ir s o s y a lis t in k ıla b ın ı g e r ç e k le ş tir m e k h a k k ın d a k i d ü ş ü n c e le ri d e d e ğ iş m iş ti. A rtık e s k is i g ib i, h e d e f e v a r m a k için h e r yolun m ü b a h o ld u ğ u n u s ö y le m iy o rd u B e n im ta n ıd ığ ım N â z ım , k a lıp la rın iç in e s ığ m a y a n b ir a d a m d ı. N â z ım y a ln ız ş iir d e k a lıp la r ı k ır m a k la k a lm a d ı, s e k te r d ü ş ü n c e n in , d o g m a t iz m in k a lıp la rın ı d a k ırd ı
Abidin Dino’dur. Düşmanım çok. Fakat en büyük düşmanım.... dır” dedi.
Abidin Dino, onun İstanbul’dan ta nıdığı çok eski bir dostuydu. Nâzım’ın Memleket Manzaraları eserine resim ler yapıyordu. Nâzım, bu resim leri gö rünce heyecanlanmıştı.
“Göreceksin” diyordu “Bu Dino bir gün milletlerarası bir ressam olacak.”
Nâzım 1958’de Dino'nun “Yürüyüş” adlı tablosu için şunları yazmıştı.
Bu adamlar Dino Ellerinde ışık parçaları Bu karanlıkta Dino Bu adamlar nereye gider? Sen de, ben de Dino Onların arasındayız Biz de, biz de Dino Gördük açık maviyi
1962 Temmuz’unda bir gün bizi zi yarete gelmişti. Kendisine Ankara’da çıkan bir gazeteyi uzattım. Gazetenin birinci sayfasında “Nâzım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor” başlıklı bir
yazı vardı. Nâzım bu yazıyı dikkatle ve yüksek sesle okudu. Sinirlendi, öfke lendi, odada bir aşağı, bir yukarı do laştı. Sonra masa başına oturarak bir kâğıt kalem aldı ve şu şiiri yazdı:
VATAN HAYİNİ
“Nâzım Hikmet vatan hayinliğine de
vam ediyor hâlâ” / Amerikan emper yalizmine yarı sömürgeyiz, dedi Hik met. / Nâzım Hikmet vatan hayinliğine devam ediyor hâlâ. / Bir Ankara gazete sinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, / Kapkara haykıran puntolarla, / bir An kara gazetesinde fotoğrafı yanında / Amiral Vilyamsın’ın / 66 santimetre ka rede gülüyor, ağzı kulaklarında. / Ame rikalı / Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti /120 milyon lira / Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. / Nâzım Hikmet vatan ha yinliğine devam ediyor, hâlâ. / Evet, va tan hayiniyim, siz vatanseversiniz, siz yurtseversiniz, / ben yurt hayiniyim, ben vatan hayiniyim. / Vatan çiftlikleri nizse, / Kafalarınızın ve çek defterleri nizin içindekilerse vatan, / Vatan şose yollarında gebermekse açlıktan, / vatan soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kı vranmaksa yazın, I fabrikalarımızda al kanımızı içmekse vatan, / vatan tırnak larıysa ağalarınızın, / Vatan mızraklı il mihalse, vatan polis copuysa, / ödenek lerinizse, maaşlarınızsa vatan / Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa / Vatan kurtulmamaksa korkunç karanlıklar
ra çattık. Kendimizi halktan uzak laştırdık. Sonra, mesela benim ‘Berk ley’ şiiri nedir? Diyalektik materya lizm, Marksist felsefe şiirle anlatılır
mı?” Nâzım’ın Türkiye’de bir sosya list inkılabını gerçekleştirmek hakkı- ndaki düşünceleri de değişmişti. Artık eskisi gibi hedefe varmak için her yolun mübah olduğunu söylemi yordu. Sadece gizli matbaa kurup, beyanname dağıtmakla inkılaba gidi lemeyeceğini anlamıştı. Şimdi, inkı lap için objektif ve sübjektif şartların olgunlaşmasından bahsediyordu. Sosyalizme giden yolun demokrasi den geçtiğini söylüyor, bugün yapıla cak işin Türkiye’de demokratik inkı labın gerçekleşmesi ve komünist partisine legal çalışma imkânlarının sağlanması olduğunu söylüyordu.
Kendisine memlekette işçi hare ketlerinin, sosyalizm akımlarının ge liştiğini, sendikaların ve işçi partisi nin kurulduğunu anlattığımız zaman gözlerinin içi güler, “Galiba denize
ablan maya tutacak” derdi.
Onu son defa ölümünden iki ay evvel görmüştüm. Neşeli ve mesut görünüyordu. Türkiye'de gelişen ha
dan, / ben vatan hayiniyim. / Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran punto larla. / Nâzım Hikmet vatan hayinliğine devam ediyor hâlâ.” 28.7.1962
1963 başlarında buluştuğum zaman Nâzım çok dalgın görünüyordu. İlk ro manını yazıyordu. Her gün gelir, yazdığı kısımları bize okurdu. Bu ro man, Nâzım'ın hayatından bazı par çaları anlâtır. Savaşa nasıl bir romantik heyecanla başladığını gösterir. Nâzım, artık o devi rdeki düşünüşlerini sekterce bulmaya başlamıştı. Dogmatizmin ve sekterliğin baş düşmanı olmuştu. “ Me
sela” diyordu, “Biz Resimli Ay mecmu asında, neden putları kırıyoruz kam panyasıyla halkın sevdiği şairlere hü cum ettik. Mehmet Akif softaymış, varsın olsun. Adam halk şiirleri yazmış, halka kendini sevdirmesini bilmiş. Me sela Namık Kemal’e ne diye çattık? Adam Abdülhamit istibdadına karşı sa vaşmış, hapiste yatmış, monfalarda sü rünmüş. Halk onu, Vatan Şairi diye ta nıyor ve öyle seviyor. Biz ise ona, bur juva şairi diye çattık. Küçük burjuva de- dik. Hatta Kurtuluş Savaşı’na
katılanla-reketler ona ümit veriyordu.
3 Haziran 1963'te ölüm haberini aldığım zaman inanmak istemedim. Daha iki ay önce, o kadar zinde, o ka dar canlı Nâzım bir an içinde nasıl yok oluvermişti? Benim tanıdığım Nâzım, kalıpların içine sığmayan bir adamdı. Nâzım, yalnız şiirde kalıpları kırmakla kalmadı, sekter düşünce nin, dogmatizmin kalıplarını da kırdı. Bugün Türkiye’de yetişen ilerici nes lin çoğu, Yaşar Kemal’ler, Aziz Ne- sin’ler, Orhan Veli’ler, Kemal Tahir’- ler, Mahmut Makal’lar onun ektiği to humların mahsulleridir. O, bütün öm rünce yazdı. Yarattı, yarattı, sanat dünyasına şaheserler bıraktı. Bugün kü ve yarınki nesillerin sosyalizm da vası için yaptıkları ve yapacakları sa vaşa ışık tutan, heyecan ve azim ve ren bir hazine bıraktı. Şiirine kavuş mak, suyu bulmak için Ferhat gibi elinde kazma, dağları deldi, çıplak ayakla koştuğu sosyalist vatanında hayata gözlerini yumdu.
SÜ R EC EK Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği