Özlemin T ad ı Başkadır...
...Ve Ünlü
Sezai Kap t an h
•Eser Tutel - Bütün Dünya• oğaziçi’nde yüz yıla yakın
bir süre yolcu taşımacılığı nı sürdüren Şirket-i Hayri ye, zarif vapurlarıyla oldu ğu kadar kaptanlarının ustalığıyla da ün yapmıştı. Aralarında bir Sezai Kaptan vardı ki, bütün Boğaz halkı onu tanır, ona saygı duyardı.
Sezai Günur yıllarca kaptanlık yapmış, bir süre de enspektör ola rak çalışmış saygın bir deniz ada mıydı. Asıl şöhretine, şirketin 71 ba
ca numaralı Halâs adlı vapurunun süvariliğini yaptığı yıllarda erişmişti. Nazik, kibar, Boğaziçi’ne âşık bir İs tanbul çocuğuydu.
Kaptanlığı babasından öğrenmiş ti. Babasınm süvariliğini yaptığı 34 numaralı yandan çarklı Gayret vapu runun kaptan köşkünde yetişmişti. Henüz onüç yaşındayken onun va puru nasıl hareket ettirdiğini, iskele ye nasıl yanaştırdığını, sert havalar da ya da siste, tipide nelere dikkat
ettiğini göre göre bu işi öğrenmiş, genç yaşta kaptan olmaya özenmiş ti. Çocukken bile, kumanda borusu na boyu yetişmediği günlerde, is kemleye çıkar, oradan makine daire sine, “Stop! Tornistan! Tam yol! Ya rım Yol!” diye kumandalar verirdi.
O yıllarda Şirket-i Hayriye’nin vapurları bugünkülere oranla hayli ilkeldi. O kadar ilkeldi ki, ne elekt rik vardı ne de kalorifer... Kış ayla rında salon, ortaya konan soba ya kılarak ısıtılır ve de içerisi yakılan gaz lambalarıyla aydınlattırdı. Bıra kın elektriği, kaloriferi, dümeni kaptan köşkünden çevirecek dona nımları bile yoktu!
aptan, gemisini sağa ya da sola döndür mek istediği zaman elindeki renkli işaret feneriyle kıç taraftaki gemiciye işaret vermek zorundaydı! Fenerin dört yanından biri yeşil, biri kırmızı, biri de beyaz camlıydı; dör düncü yanı ise kapalıydı. Kıç tarafta ki dümen sandığına ata biner gibi oturan dümenci, dümen dolabını kaptan köşkünden gösterilen bu fe nerin rengine göre iskele ya da san cak tarafına çevirerek vapura yön verirdi. Boğaziçi gibi şiddetli akıntı ların tekneleri hızla sürüklediği bu sularda, yine de yanlış anlaşılmaktan ötürü kaza olmazdı.
Kaptanlığa ilk olarak 47 baca nu maralı Tarzınevin vapurunda başla mıştı Sezai Kaptan. Tarzınevin kü
Bütün Dünya • Nisan 2001
çük olmasına küçük bir vapurdu ama, birçok yeniliklerle donatılmış bir vapurdu. Bir kere yandan çarklı değildi, uskurluydu. Üstelik hem elektriği vardı, hem de kaloriferi... Dümeni de kol kuvvetiyle değil, is- timli bir makinenin gücüyle döndü rülüyordu. Nitekim, bir süre sonra bu küçücük vapur yavrusu örnek alınmış, eldeki bütün öteki vapurla ra elektrik ve kalorifer konulmuş, dümenleri de kaptan köşkünden çevrilecek duruma getirilmişti.
Sezai Kaptan 47 numaralı Tarzı- nevin’den sonra 19 numaralı yan dan çarklı Seyyar’da çalışmıştı. Bu eski gemiyle Köprü’den Büyükde- re’ye gitmek iki buçuk saati bulu yordu. Daha sonra 49 numaralı Hâ- le’ye, Birinci Dünya Savaşı yılların da 63 numaralı Sütlüce’ye verilmişti. Ama onun en çok sevdiği vapur, 71 numaralı Halâs olmuştu! Halâs, Şir ketin sayısı 77’yi bulan yolcu va purlarının arasında en heybetlisi, en güçlüsü ve en büyüğüydü.
Evet, Halâs, Şirket-i Hayriye’nin en büyük vapuruydu. Ama Şirket bu en heybetli, en güçlü ve de en büyük vapuruna sahip çıkıncaya ka dar dokuz yıl boyunca akla karayı seçmişti.
Şirket-i Hayriye 1910’ların başla rında filosunu yeni ve büyük vapur larla güçlendirmek için İskoçya’daki ünlü Fairfield tezgahlarına üç vapur siparişi birden vermişti. Bunlardan 71 numaralı olanına Cevdet Pa- şa’nın, 72 numaralı olanına Fuad
O yıllarda Şirket-i Hayriye’nin vapurlan
bugünkülere oranla hayli ilkeldi. O kadar
ilkeldi ki, ne elektrik vardı ne de kalorifer...
Halâs, 1 9 l4 ’te, İskoçya’nın Glasgow kentindeki
Fairfield Tersanesi’nde 18.638 altın liraya inşa
edilmişti. Teknesi 388 gros, 339 net tondu.
Paşa’nın, 73 numaralı olanına da Reşid Paşa’nın adları verilecekti. Bu üç paşa, 1851’de Şirket-i Hayriye’nin kurulmasında büyük emeği geçen üç büyük devlet adamıydı.
Ne var ki, 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle İngiliz şirketi iki vapunın anlaşmasını hemen geçersiz saydı. Dahası, Glasgow’da in şası bitip denize indirilmiş olan 73 nu maralı üçüncü vapura da el koydu! İn- gilizler yalnız bu 73 numaralı Boğaz vapurunu değil, dünyanın en büyük tersanelerinden Armstrong’un tezgah larında inşa ettirdiğimiz Sultan Os- man-ı Evvel ile Reşadiye adlı iki bü yük savaş gemisini de bize teslim et meyeceklerini bildirmişlerdi! Hem de, 0 güne kadar ödenmiş olan milyon larca altın lirayı da iade etmeyerek! Çünkü Osmanlı Devleti, savaşa Al manya’nın yanmda katılmış, İngiliz- ler’e cephe almış bulunuyordu.
İngilizler, büyüleyici güzellikte su perisi anlamına gelen “Wa ter-witch” adını verdikleri bu güzel vapuru önce kendi sularında, kendi bayrakları altında kullanarak bir sü re kömür ve mayın naklettiler. Daha sonra Ege’ye yollayarak bir süre de Çanakkale ile Selanik arasında asker ve mekkâre getirip götürdüler. An cak 1918’de imzalanan Mondros Ateşkesi’nden sonra İstanbul’a gön- derdilerse de yine de vapuru Şirket-1 Hayriye’ye teslim etmediler. Gene ral Harrington’un İngiliz İşgal Kuv vetleri Komutanlığı adına el koyup İngiliz bandırasını çektiği bu zarif vapurla işgalciler kâh Boğaz’da ken
di subay ailelerini gezdirdiler, kâh Marmara’da askerlerini ya da leva zım malzemelerini naklettiler.
ater- witch’d Şir- ket-i Hayriye’ye ancak 6 Ekim 1923 günü İs tanbul’u terk e- derken teslim ettiler. Şirket, dokuz yıldan beri sahip olmak için bekle diği bu vapura 73 numara yerine 71 numarayı verirken, adını da değişti rerek Reşid Paşa yerine Halâs adını verdi. Halâs, “Kurtuluş” demekti. Türk insanının yıllardır özlemini çektiği işgalden kurtuluş, karanlık günlerden kurtuluş, esaretten kurtu luş demekti!
Halâs, 1914’te, İskoçya’nın Glas gow kentindeki Fairfield Tersane si’nde 18.638 altın liraya inşa edil mişti. Teknesi 588 gros, 339 net ton luk olup 49 metre uzunluğunda, 8 m. genişliğindeydi. Her biri 400 beygir gücünde iki adet üçer silin dirli buhar makinesi vardı. Çift us- kurluydu, saatte 12 mile yakın bir hız yapabiliyordu. Sezai Kaptan’ın çok sevdiği Halâs vapuru, işte bu vapurdu.
Sezai Kaptan, yanaşılması en zor iskelelere bile ustalıkla yanaşmasıyla Boğaz yolculan arasında büyük ün yapmıştı. Hele sisli havalarda Halâs’ı ustalıkla kullanır, her seferinde de yolcularmı gidecekleri yere selamet le götürmeyi başarırdı. Yıllar önce sinden aldığı kerterizleri kaydettiği küçük not defterine göz atarak en
sisli günlerde bile yolunu bulurdu. Boğaz yolcuları, “Sezai Kaptan gibi usta bir kaptan dünyada olamaz” derlerdi. “Vapuru iskeleye o kadar yumuşak bir biçimde yanaştırır ki, la fa dalan yolcular inecekleri iskeleye vardıklannın farkına bile varmazlar. Neden sonra farkına varınca da akıl ları başlanndan gider. Çünkü çıka cakları iskeleyi çoktan geçmişlerdir. Yapabilecekleri tek şey, bir sonraki iskelede inmektir. İskeleye yanaş makta o kadar ustadır ki Sezai Kap tan, bir seferinde ipe bağlatıp kaptan köşkünden aşağıya sarkıttığı yumur tayı kırmadan vapurunu iskeleye ya naştırmayı başarmıştır. Soranm size, bu bir tür cambazlık değil de nedir?!”
P
ek çok meslektaşı gibi Sezai Kaptan da Birinci Dünya Savaşı yıllarında şirketin Kızılay emrine verilen vapurlanyla İs tanbul’dan Çanakkale’ye pek çok kez asker ve askerî malzeme taşımıştı.“O sıralarda Sütlüce vapuruyla İs tanbul’dan Gelibolu cephesine askeri malzeme götürüyorum” diye anlat mıştı. “Bir gün Tekirdağ yakınlannda- ki Kocaburun’dan geçerken bir İngiliz denizaltısı tarafından çevrildik. İşaret vererek bizden halat istediler. Uzattık. Denizaltı bizim Sütlüce’ye yanaştı. Baktım, top başında ateşe hazır üç İn giliz askeri vardı. Bir subayla bir ça vuş bizim vapura geçtiler. ‘Kaptan kimdir?’ diye sordular. Yanlanna git tim ‘Benim’ dedim. Vapuru arayacak
Bütün Dünya • Nisan 2001
larını söylediler. Akbaş’taki kıtalara götürülmek üzere şeker ve pirinç yüklemiştik. ‘Bu erzak nereye gidi yor?’ diye sordular. ‘Hastane malıdır. Akbaş’taki Hilâliahmer Hastanesi’ne götürüyoruz’ dedim.
“Gidip içerideki kumandana ha ber verdiler. Süvarileri yaşlı bir İngi liz’di. Temiz, hayırsever bir adam olduğu halinden, tavrından anlaşılı yordu. Yanındakiler erzak yüklü ol duğunu ileri sürerek vapurumuzun batırılması gerektiğini söylüyorlar ve ısrar ediyorlardı.
“Halbuki kaptan henüz kararını vermemişti. Vicdanıyla hesaplaştığı anlaşılıyordu. Bizler ise çoktan umudumuzu kesmiştik ve denize at lamaya hazırlanıyorduk.
“O sırada süvari yumuşayarak bize döndü ‘İlk ve son defa olarak size yolunuza devam etmeniz için göz yumuyorum. Ama bilin ki, bir daha rastlarsam batırırım!’ dedi.
“Savaş içinde gerçekten çok cen tilmence bir davranıştı bu! Hemen Sütlüce’yi hareket ettirerek Akbaş’a gittik. Yükümüzü boşalttık. İstan bul’a döndüğümüz zaman baktım, beni Bahriye Nezareti’nden çağrı- yorlar. Kalkıp gittim. Birinci Şube Müdürü Aziz Bey beni karşısına oturtup önüme bir katalog verdi. ‘Sizi yolunuzdan çeviren denizaltı bunlardan hangisiydi?’ diye sordu.
“Bunu kestirmek çok güçtü. Geli şigüzel bir tanesini gösterdim. Kısa bir süre önce Turquoise adlı Fransız denizaltısı ele geçirilmiş, hemen el
“Vapuru iskeleye o kadar yumuşak bir biçimde
yanaştırır ki, lafa dalan yolcular inecekleri
iskeleye vardıklarının farkına bile varmazlar.
Onu, kışlan seyrek de olsa, birkaç seçkin
konukla ada yolunda fark edenler, “Aaa Halâs
bu!” demekten kendilerini alamıyorlar.
konularak Müstecip Onbaşı adı veril mişti. Bu denizaltıda ele geçirilen şif relerin çözülmesiyle bizimkiler bir İngiliz denizaltısını tuzağa düşürmeyi başarmışlar. Gemiyi batırarak süvari si ile üç tayfasını kurtarmışlar. Bana insanca muamele eden o İngiliz sü varisinin limandaki Karkovado adlı Alman gemisinde tutulduğunu öğre nince kendisiyle görüşmek istedim. Bir kutu puro alarak gemiye gittim. Fakat her nedense Almanlar beni onunla görüştürmediler. Bana yol veren İngiliz süvarisine birkaç keli meyle de olsa teşekkür edemediği me hâlâ çok üzülürüm.”
Oğlu, yıllar sonra bir gazeteci ye babasıyla ilgili olarak şunları anlatmıştı:
“İkinci Dünya Savaşı yıllarıydı. Olası bir düşman saldırısına karşı asker çıkartmak amacıyla Sarıyer Ortaokulu’nun bulunduğu rıhtıma askeri araba vapurlarının yanaşıp yanaşamayacağı söz konusu olmuş tu. İlgililer, kıyının o bölümünün sığ olmasından ötürü askerle dolu vapurun hemen dibe oturacağı biçi minde rapor vermişlerdi. Bu arada Şirket-i Hayriye’ye başvurarak bir de şirket kaptanlarının görüşünü al mak istemişlerdi de babam o va purların biriyle gelip öylesine usta ca bir manevrayla kıyıya yanaşmıştı ki, orada hazır bulunanları şaşkınlık içinde bırakmıştı.”
İşte Halâs’ın emektar süvarisi Se zai Kaptan böyle bir deniz kurduy du. Yıllarca Halâsla Boğaziçi’nde
yolcu taşıdıktan sonra bir süre de şirkette enspektör olarak görev yap tı. Onu 1958’de kaybettik. Ama o hâlâ yaşlı Boğaz yolcularının anıla rında yaşamaya devam ediyor.
alâs ne mi oldu? Ha lâs 87 yıllık bir vapur olmasına rağmen sağlam teknesi saye sinde hâlâ dimdik ayakta... Şehir Hatları İşletmesi’nin onu 12 Aralık 1983 günü hizmet dışı bırakmasından sonra, 1985’te gazete sahibi Haldun Simavi satın alarak lüks bir yat ve gezi gemisi olarak ye ni baştan inşa edercesine elden ge çirtti. Kazanları, makineleri çıkartıla rak yerine dizel motorlar yerleştirildi. Salonları konforlu kamaralar haline getirildi. Üst güvertesi restoran ola rak düzenlendi. Kışlannı İstinye ko yunda bağlı olarak geçiriyor, turizm mevsimi başlayınca da Göcek’e gide rek orada zengin turistleri konuk ediyor. Gemi, Lloyd kayıtlarında İl Tur İleri Turizm Yat. İşi. A.Ş. adına kaydedilmiş olarak gözüküyor.
Onu, kışları seyrek de olsa, bir kaç seçkin konukla ada yolunda fark edenler, “Aaa Halâs bu!” de mekten kendilerini alamıyorlar.
Yazları da Fethiye koylarının masmavi sularında demir atmış gö renler, “Ne güzel bir gemi... Keşke biz de içinde olabilseydik!” diye iç geçiriyorlar...
Sen uzun yıllar daha yaşa e mi, Halâs! •
59
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi