Takkeci Camii nasıl yapıldı ?
T A K K E C İ İ BRAHİ M A Ğ A ’ NIN
R Ü Y A S I
Topkapı’nm dışında eskiden de ma halle vardı. Bu mahallenin köhne evle rinden birinde Takkeci İbrahim Ağa adında biri yaşıyordu. Fakirdi. Geçimi, çarşı içindeki küçük takkeci dükkânına bağlı idi. Zaten aşırı dindar olan İbra him Ağa dünyada, ahiretten daha zen gin olmak istemezdi. Bununla beraber ölmeden, mahallesine bir cami yaptır mak arzusundaydı:
— Ümit yok ama, bilinmez diyordu; ihtimaldir padişahım, belki derya tutu şa...
Karısı, komşuları onun bu arzusunu samimiyetle karşılarlar, fakat (derya nın tutuşacağı) ümidine gülerek:
— İlâhi İbrahim Ağa, hiç olacak iş mi bu? derlerdi.
İbrahim Ağa bir gece, her zamanki hayalleriyle uykuya dalınca, kendini zengin ve rengin bir rüya âleminde bul du... Peri kızları çevresinde dansedip, şarkı söylüyorlar; nâdide, lezzetli mey- valardan ikramda bulunuyorlardı. İbra him Ağa haz içinde onları seyrederken, birçok meleğin kanadları altında birini gölgeliyerek getirmekte olduklarını gör dü. Bu, ak saçlı ve sakallı bir pirdi. Pir:
«Selâmünaleyküm İbrahim Ağa!» di yerek Ağanın yanına oturdu:
— Derya tutuşabilir, ümidini kesme Ağa, dedi. Bağdat’a kadar bir uzan, ha valan bakalım, Allah ne gösterir?!...
Pirin, kendisine daha ilk seslenişinde şaşırmış olan İbrahim Ağa ancak konu şabildi:
Vural Samancıgil
— Bağdat’a mı!... dedi. Orada ne ya pacağım?...
— Orada, kısmetin olan iki üzüm ta nesi var. Onları dalından koparıp, yiye ceksin... İşte asma da bu...
İbrahim Ağanın bir şey söylemesini beklemeden kalkan piri, melekler yine kanadlarmın gölgesine aldılar ve götür düler. Ağa da arkasından koşarken uyandı. Tatlı bir yorgunluk içindeydi. Bir müddet, kaybettiğini görmek ister gibi bakındı, sonra karısını uyandırdı. Vaktin ne sularda olduğunu düşünme den güzel rüyasını ballandıra, ballandı ra ona anlattı. Ve:
— Ben yolcuyum hanım, dedi; sen himmet et de, bana biraz yolluk yapı ver...
— Şimdi mi? dedi karısı. Nereye gi diyorsun, efendi?...
— Bağdat’a!... Rüyayı dinlemedin mi?...
Kadını da -temiz bir dindar olduğu için- itiraz etmedi... Gecenin yarısında kalktılar, yol hazırlığına başladılar. Sa bah ezaniyle beraber her şey tamam lanmıştı. İbrahim Ağa namazını kıldı, karisiyle vedalaşıp yola çıktı, Ömrü olursa, o zaman için çok uzun olan bu yolculuktan dönecekti.
Develerin, katırların üstünde hafta larca sallanan Takkeci İbrahim Ağa ni hayet Bağdat’ı buldu. Mesele, pirin rü yada işaret ettiği asmayı bulmaktaydı. Gittiği hanın kapısı önündeki peykeler den birinin üstünde geceyi beklerken,
lundulctan sonra bir gün Ak Şemsettin, Hakan’a: «Müjde olsun Beyim, Eba Eyüp burada gömülüdür,» diyerek bir ormanlığa girmiş, bir seccade üzerinde iki rekât namaz kılmıştı. Namazdan sonra tekrar secde edip uykuya dalmış, bu sırada birçok kimseler, «Efendi E- yüp’ün kabrini bulamadığı için utanma sından uykuya vardı,» demişlerdi.
Bir saat kadar sonra Ak Şemsettin secdeden başını kaldırmış, gözleri kan çanağını andırır bir halde Fatih’e, «Be yim, hikmeti Hûda, seccademizi Eba Eyüp'ün kabri üzerine döşemişler, he men burayı kazsınlar,» demişti. Üç ki şi Fatih’le beraber Ak Şemsettin’in sec cadesinin altını kazmaya başlamışlar, kazılan yer iki, üç kulaç kadar derin leşince üstünde kûfi yazı ile «Haza Kab ri Halit İbni Zeyd» ibaresi yazılı bir mermer görülmüştü. Taş kaldırılarak Eba Eyüp'ün safranla boyanmış cesedi nin hiç bozulmadan yattığı anlaşılmış tı. Cesedin sağ elinde bir tunç mühür vardı. Taş tekrar yerine konulmuş, bu nun üzerine Fatih’in askerleri Eba E- yüp’ün kabrini saygı ile örtmüşlerdi.
BAŞKA BİR RİVAYET
Eba Eyüp’ün kabrinin keşfi hakkın da başka bir rivayet de vardır:
Kabrin her halde bulunmasını iste yen Fatih, İstanbul fethedildikten son ra bir gece Ak Şemsettin’in Ok Meyda nı sırtında kurulmuş olan çadırına git miş, arzusunu şeyhe anlatmıştı. Ak'Şem- settin Hakan’la beraber çadırın dışına çıkarak Haliç kıyısında ve İstanbul sûr larına yakın bir yerde gecenin kesif ka ranlığı içinde parlıyan bir noktayı gös
termiş, aranılan kabrin bu noktada ol duğunu söylemişti. Ertesi gün Fatih Ak Şemsettin eline iki çınar dalı almış, bu dalları aralıkla toprağa dikmiş, «İş te Zeydoğlu Halit'in kabri buradadır,» demişti.
Şehrin, kabrin bulunduğu yeri kolay ca tâyin edivermesinden Fatih şüphe lenmiş, gece olunca silâhtarım çağıra rak Ak Şemsettin’in gündüz dikmiş ol duğu çınar dallarının yirmi adım kıble tarafına nakledilmesini emretmişti. Si lâhtar Padişahın emrini hemen yerine getirmiştir. Ertesi sabah kabri yeni baş tan aramak üzere gelmesini de Fatih Ak Şemsettin’den rica etmişti. Hakan Ak Şemsettin’le beraber tekrar kabrin bu lunduğu yere gitmişler, şeyh çınar dal larının yerlerinden kaldırıldığım söyle yerek, bir gün önce işaret ettiği yerin Eba Eyüp’ün kabri olduğunu, gösteri len yer bir, iki arşın kadar kazılınca bir beyaz mermer çıkacağını anlatmıştı. O rası kazılmış, Ak Şemsettin'in dediği gi bi beyaz mermer meydana çıkmış, mer merin üzerinde «Haza Kabri Halit İbni Zeyd» ibaresinin yazılı olduğu görül müştü.
Kabir bu suretle belli olunca silâh tar, Padişahın emriyle kendisi tarafın dan yerleri değiştirilen çınar dallarının ne yapılacağını Alc Şemsettin'den sor muştu. Ak Şemsettin, dalların sonradan dikildiği yerin Eba Eyüp’ün yıkandığı mevki olduğunu ifade etmişti. Şimdi Eyüp türbesinin hacet penceresi karşı sında etrafı demir parmaklıkla çevril miş olan yer bu mevkidir. Çınarlar da burada büyüyerek birbirini kucaklamış iki heykel halinde hâlâ durmaktadır.
(Sonu gelecek sayımızda)
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi