\
\ .t.o
TANIMADIĞIMIZ^
MEŞHURLAR:
Nigâr hanımın düğününde
misafirleri şaşırtan vaka..
Nigâr hanım yerinden fırladı, teli ile, duvağı ile
kırlangıçları kovalam ağa başladı...
Filyokuşundaki konak
—Nigâr hanım evleniyor
—Bebek gelin
— «Yı-
lanlı yalı
»dan çıkan Çerkez k ızı!.— Ebüllisan
§ükrü efendi ve Nigâr
hanım
—Şekspirden mısralar okuyan sarıklı
— Kadı köyü vapurunda
bir genç kız
—«Y a bu kızı alırım, ya ölürüm..»
—Osman paşanın val-
si
—Düğünde bir vaka
—Pencereden giren yolunu şaşırmış kırlangıç
lar
—Genç gelinin sevinci
. .Filyokuşundaki hacı Salih
efendinin konağı dolup boşalı yordu. O günü devrinin en ileri gelen zenginlerinden ve tanın mış simalarından olan hacı Sa lih efendi oğlunu evlendiriyordu. Lâkin konağa girip çıkanlar hay retler içinde kalıyorlardı. Gelin âdeta çocuktu. Genç kızlığın eşiğindeki bu pek güzel çocuk, peri masallarındaki küçük gelin leri andırıyordu: Nigâr!..
14 yaşındaki gelini o zaman düğünde görmüş olan meşhur bir zat:
— Nigâr hanım bir güzel be bek gibiydi... O kadar küçük ve şirindi., diyor.
On dördüne girmek üzere bu lunan «çocuk gelin» o günü ne şeli görünüyordu. Kendisini bek leyen bedbaht hayatı, on dokuz yaşma bastığı ay dul kalacağım tabiî aklından bile geçirmiyordu.
Arkasında karakteristik bir | Çerkez kadını, Nergis kalfa dur
maktaydı. Onun da hayatı tam bir roman olabilirdi. Esirciler ta rafından köyünden çalınıp geti rildikten sonra Bebekteki meş hur «Yılanlı yalı» ya satılmıştı.
Burada ihtisap ağası Hüseyin
efendinin ailesi yanında yetiş- mişti.
Yalnız burada bir nokta dik katimizi çekiyor. Aslen AvrupalI olan ve kızını son derecede se ven Osman paşa, Nigârı böyle on dördüne henüz yeni bastığı bir zamanda, bu kadar küçük ken niçin evlendirmişti?..
Ebüllisan Şükrü efendi..
Eğer Osman paşaya kalmış ol saydı kızını daha uzun zaman evlendirmeği düşünmezdi bile... Fakat mesele şöyle olmuştu:
Osman paşa Nigârı Şark ve Garp kültürü ile yetiştirmek is tiyordu. Kendi konağı zamanın en tanınmış ecnebi ve yerli misa- | firlerile dolup taşmaktaydı. Bil- | hassa Avrupadan İstanbula ge- , len istisnasız her münevver ecne
bi, her mevki sahibi yabancı bü
kere Osman paşanın konağına
iniyordu. Zira orası Garp terbi yesi içinde, en güzel bir Şark konağı idi. Nigâr daha burada pek küçük yaşta iken büyük mi safirleri derin bir zarafetle ağar- lamasını, onlarla muhtelif dil lerle konuşmasını öğrenmişti. Üstelik babası kendisini Kadıkö- yünde «Pansiyona» adında bir mektebe vermişti.
Pansiyona İtalyanca - Fransız ca tedrisat yapan zamanın en meşhur mektebiydi. Bir kadın tarafından idare ediliyordu,
Osman paşa Pa nsiyona’ran
verdiği Garp bilgisini kızı için kâfi bulmamış, bunu Şark kül türü ve terbiyesile de denkleştir mek için evinde de hoca1 ar tut muştur. Bilhassa bunların içinde biri pek dikkate değer ve meşhur
bir simadır: Ebüllisan Şükrü
Efendi...
Şükrü efendiye «Dil babası» adının takılması haksız da de ğildi Zira hakikaten Şükrü efen di dil babasıydı. Konuşurken bir çok ayrı ayrı dillerde cümleler söylemesile bu Ebüllisan tabii ini benimsediği ve bundan hoşlan dığı da anlaşılıyor. Avrupa dil lerini iyi konuşan Ebüllisan Şük rü efendi medresede okumuş, sa rıklı bir hocaydı ki zamanında bu tipte insan yok denilecek ka dar azdı. Gayet neşeliydi. Farisi olarak okuduğu Hafızın bir bey tinin hemen arkasından Şekspi- ı-in bir mısraını söylerdi.
Kızının Pansiyona’da aklığı terbiyeyi biraz fazlaca Garplı
bulan Osman pasa Sark tara
fına, Şark kültürüne de
ehem-Meşhur şair Nigâr hanım
miyet veriyordu. Şair Nigâr
Ebüllisanı çok severdi. Her za
man hocasından bahsederdi.
Ebüllisan Şükrü efendinin Nigâr hanım üstünde tesiri de mühim olmuştur.
Kadıköyü vapurunda..
Nigârı Kadıköyündeki Pansi- yona’ya lâlası götürmektedir. Genç kız namzedi henüz erkek ten kaçmıyor. Ve gerek giyini şindeki hususiyet, gerek konuşu- şu, Fransızca, Almanca, İtalyan ca, Rumca dillerini maharetle kullanması pek ziyade dikkati çekiyor.
Vapur yolcuları arasında Sa lih efendinin genç oğlu Mehmet
İhsan bey bu zamanında hiç
kimseye benzemiyen harikulade genç kıza meftun oluyor. Bu meftuniyet, uzaktan aşk derece
sine kadar yükseliyor. Zaten Mehmet İhsan bey baş döndürü cü bir refah içinde bütün arzu larının çocukluktan beri yerine getirilmesine alışmış bir genç erkektir.
Karar veriyor. Mutlaka bu 14 yaşındaki güzel kızla evlenecek tir. Eğer Nigârı alamazsa ölece ğini söylüyor. Mehmet İhsan bey fikrini ablası vasıtasile babasına açıyor. Şark terbiyesinin bir tim sali o1 ân hacı Salih efendi:
— Nasıl olur?.. Babası aslen AvrupalI... Kızını bir AvrupalI gibi terbiye etmiş... Konaktaki hayatları acaba nasıl?
Filân gibi itirazlarda bulun
muyor. Halbuki iki kaymbaba
arasında yetişme itibarile haki katen derin farklar vardır. Lâkin ikisi de ayıı ayrı dünyaların ve ayrı ayrı terbiyenin en yüksek nümuneleridir.
Osman paşayı düşünmeli...
Piyano çalıyor, vlasler besteli yor. Hattâ bu valslerden «Maca ristan hâtırası» adını taşıyanı ve kızı Nigâr hanıma ithaf edilmiş olanı neşredilmiştir de.. Bu ka dar Avrupai bir insan. Fakat Şark tipinin en mümtaz nümu- nelerinden olan «Hacı Salih efen di» derhal Osman paşa ile bağ daşıyor Ve iki kaymbaba birbir
lerine derin bir hürmet gösteri yorlar.. İşte Kadıköy vapurunda başlıyan bu iş Filyokuşunda ih tişamlı bir düğünle nihayetleni- yor.
O zamana kadar genç Nigârm
evlenmek hakkında da mühim
bir fikri yoktu.
Kırlangıçları kovalıyan
gelin..
Şair Nigârm gelinliğinde ne kadar küçük olduğunu gösteren meraklı bir hikâye anlatalım...
Hacı Salih efendinin Filyoku
şundaki konağı pek büyüktü.
Etrafındaki bahçe âdeta bir par kı andırıyordu. Hacı Salih efendi daha o zamanlar Cağaloğlunda- ki meşhur konağını [bugün Sıh hiye müzesi olan ve Nigâr hanı
mın evlilik zamanının mühim
bir kısmını geçirdiği bina] he nüz yaptırmamıştı. Filyokuşun daki bu koca binada oturuyor lardı. Mevsim yazdı. Ve çok sı caktı. Bütün pencereler açıktı. Büyük sofada gelin, beyaz tüller, gümüş teller ve pırıltılı bir taç a>tında duruyordu. Saçları lüle
lüle dökülmüştü. Misafirlerin
hepsi memleketin en kibar in sanlarıydı, Hepsi kelli felli ha nımefendiler.
On dördüne henüz basmış ço cuk gelinin bu alabildiğine ciddî hava içinde son derecede canı sıkılmıştı. Bu sırada birdenbire açık pencerelerden bir kırlangıç grupu cıvıltılarla büyük salona girdi. At koşturulacak derecede geniş sofalara doğru kuşlar ka- nad çırparak uzaklaştılar.
İşte o anda beklenilmeyen bir şey oldu.
Küçük gelin, her şeyi, o ciddî, kibar hanımefendileri, telini, du vağını, pırlantalı tacını, gelin olduğunu unutuvermişti. Her za man, içinden gelen hamlelerle coşuveren yaramaz, küçük, şen «Nigâr» olmuştu. Bir anda otur tulduğu koltuktan fırlıyarak, misafirlerin hayretli bakışları karşısında «gelin hanımefendi» sofada, yanlış yere girdilileri için oradan oraya telâş içindi kaçan kırlangıçları kovalamağa başlamıştı!..
Neşesine hudut yoktu. Zira düğünlerin o meşhur ağır havası için zavallı o kadar bunalmıştı ki kırlangıçlar kendisi için bir neşe rüzgârı halinde pencereden içeri girmişlerdi.
J Çocuk gelinin yakınları ona işaret ediyorlardı. Fakat Nigâr bir neşe havası içindeydi. Bir denbire akima gelin olduğu, böy le misafirlerin yanında, hayatı nın en mühim gününde kırlan gıçları kovalıyamıyacağı geldi. Mahzun durdu.
Hemen döndü ve evvelce otur duğu koltuğuna gömüldü. Elin de olmadan, farkında olmadan yaptığı şeyden utanmış, yanak ları kızarmıştı. Fakat aklı fikri hep kuşlardaydı. Kırlangıçlar da...
Şair Nigârm düğününün en
mühim hâdisesi olarak an1 atılan bu hikâye onun, dünya evine gir diği zaman ne derece çocuk ol duğunu göstermesi bakımından dikkate lâyıktır.
Hikmet Feridun Es
Kişisel Arşivlerde İstanbul) bileği Taha Toros Arşivi