• Sonuç bulunamadı

Malatya müdafaası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Malatya müdafaası"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yine lise talebeliğinde, Ziya Gökalp h ak ­ kında bir konuşmasına tarih m uallim i m üsa- / a d e etmedi diye hocasının üzerine saldırmış, onu tokatlamış, bu arada başka hocaları da hır palamış ve polise teslim edilmiştir.

Edebiyat muallimi, dinî bir nassı reddet­ ti diye üzerine saldırm ıştır.

Nihayet, zekâ ve çalışkanlık bakım ın­ dan her sene iftihar listesinde boy gösterdiği m ektebinden bu sebeplerle koğulm uştur.

M alatyada nam usa tasallut eden çingene Cmer isimli bir guruptan bazıları sokakta «Malatyayı biz yarattık!» diye bağırdığı için, hemen tabancasını çekmiş ve sekiz kişiye tam altı adet kurşun savurm uştur.

İşte efendim, bütün bu hareketleri resmî muamele kayıtlariyle sabit, silâhlı, tabancalı, hançerli, tırnaklı; ve ölçüsüz, hesapsız, fre n ­ siz, muvazenesiz kahramanımız!..

Malatya hâdisesini işte bu genç, K ur’an- dan Hadîse ve m ücerret İslâmî ahlâk kitap­ larından Büyük Doğu neşriyatına kadar kim ­ lerden ve nelerden ru h devşirmiş olursa ol­ sun, sırf m arazî bünyesinin tesiriyle işlemiş­ tir. Bütün incelik şu nokta üzerindedir ki, yıldızlardan bile alev alan bir barıt fıçısı halindeki bu gence, acaba herhangi bir adam «Git de filânı öldür!» diye bir teşvikte b u lun­ muş mudur, bulunmamış mıdır? Bunu b il­ miyorum; fakat Hüseyin Üzmez’in hayli kül­ türlü, fikirli, kondi m arazî kararlarından emin, kendi hasta insiyaklarından m esut ve zatülhareke b ir tip olduğunu düşünerek b u ­ na ihtim al veremiyorum. Kendisile alâkalı gösterilen diğer gençlerin de hâdise içindeki rolünü katiyen bilm iyor ve tayin edemiyo­ rum. Yalnız şurasını katiyetle tesbit edebili­ yorum ki, savcılık, Dostoyevski’nin rom anla­ rında bile görülmemiş bir vehim ilcasiyle, Hüseyin Üzmez’e vaki «Merhaba» 1ar hak- hakkında bile tevkif k ararı çıkartm ıştır.

Vaziyet ve hakikat budur: Eski Yunan ustûrelerinden daha entrikalı hale getirilen ve kâbus şahslariyle doldurulan Malatya hâ­ disesinin ana saik çizgisi budur. Neticede b ü ­ tün molozları ayıklayıp dâvayı aslî vahdine irca edecek olan da yüksek mahkemenizdir.

Savcımız, nihayet girebildiği hâdiseyi, «İkinci M alatya toplantıları» ve ayrıca «Elâ- ziz toplantıları» isimli iki fasılda ve kendi görüşüne nazaran hikâye ettikten ve hiç bir zaman no âzamız, ne de şubemiz bulunan Elâziz’de bir de Büyük Doğu cemiyeti şu­ besi diye küçük bir yalan uydurduktan son­ ra, hâdiseyle fiili veya telkini v îy a teşviki veya ihsasî alâkamızın nerede olduğunu gös­ tereceğine, yine eski vahim elerle hemen ete­ ğimize yapışıyor; ve işte bu neticeyi, bizim teşkil ve idare ettiğimiz parti ve derneklerle, çıkarttığım ız gazete ve dergilerin doğurdu­ ğunu ferm an buyuruyor.

Bu ferm an, usulsüz ve mantıksız da olsa, belki başta bu kadar garip kaçmazdı. Zira sö­ ze başlarken (umum) çerçevesinde peşinen verilen bir suç hükmü, belki (hususî) safha­ sında b ir şeye, m inicik bir şeye dayanm ak­ taydı. F akat işte (husus) dahi ele alınmış,

haddeden geçirilmiş ve baştaki (umum) teş­ hisine ait hiç b ir delil, emare ve işaret bu­ lunm am ıştır. Öyle ise (husus) ve (um um ), dan girmek, o da değil de, mesnetsiz b ir (u - m um) hükm ünü kıymetsiz bir (husus) baha­ nesine yüklem ek, ancak m ecburî ve kasdîdir. Savcı başka tü rlü yapabilseydi, bileklerine zor la geçecek m antık kelepçesi yüzünden, hak­ kımızda takipsizlik kararı vermeğe mecbur olurdu.

Kasden böyle yapılıyor; ve hakkım ızda- ki bunca vahim e ham aratlığının gerçekte hiç bir şey olmadığını bilm ekten gelen yeni bir takviye ihtiyaciyle, ismimiz üzerinde yeni bir fasıl açılıyor. Eh, m antık tertibi sakat olsa da, savcı, hiç olmazsa bu defa bizi, M alatya hâdi­ sesine tesirimizi, teşvik ve telkinimizi yaka- lıyabilir ya...

İşte:

Daha takviyeli soyundan yeni yazılar... Filân nüshamızda «Ahmet Emin Yalm an’ın höt demeden yüreğine indirdiğimiz gün gerçek inkı’âp başlam ış olacaktır!»

Demişiz... Bu, tek başına değil, gerçek inkılâbın binbir şartı içinde kullanılm ış bir espri cümlesi...

İyi ya; Ahmet Em in’in höt bile demeden, sadece manevî bir zaferle yüreğine indirmeyi düşünen bir insan, hiç onun «bummmü!» diye öldürülmesini istemiş olabilir mi?.. Savcıya ne olm uştur ki, artık en kuvvetli delile istinat etmesi gereken yerde, btnim bile arayıp bu- lamıyacağım masumiyet senedini gösteriyor?

Yine başka b ir yazımızda, «Deyuse göre, Türk kızlarının cihan avrat pazarlarına sü­ rülmesine zıt sesle çıktığı, bu seslerin boğul- madığı her yerde demokrasi eksiktir» demi­ şiz... Bu yazıda da, b ir sürü tipe göre ayrı ayrı kıyas ölçüleri belirtilirken, bir de mü­ cerret ahlâksız adam mânasına gelen bir sı­ fa t kullanılmış; ve böyle bir sıfat sahibinin anlayışiyle, nam ustan bahsedenlerin sustu- rulm adığı mem lekette demokrasi eksik sayı­

lır diye bir nükte yapılmıştır. Bu nüktenin Ahmet Em in’e bile m atuf olm ak im kânı b u ­ lunamazken, Malatya hâdisesine tatbiki nasıl kabil olabilir? Kaldı ki, nükte, bizi suçlandır­ mak istiyenlerin zihniyetini ve yalnız kendi m enfaatlerine demokrasi telâkkisini göster­ m ek bakım ından sadece tedafüidir.

— Sen demokrasiden faydalanıp ve bu işi yap, bense ayni demokrasiden faydalanıp seni tenkit edemeyim, hiç olur mu?.. İşte sen de demokrasiyi böyle anlarsın!

Mânasına...

Bundan sonraki iki örnek, güzellik m ü­ sabakasına ait resim ler altında çıkmış, gaze­ teci diliyle «Resimaltı» denilen basit satırlar, dır ki, iddianamenin başındaki itham a mes­ net teşkil ettikten sonra burada tek rar ele .a- lm m akta... Bu .satırlardaki sözüm ona tehdit mânasını, yukarıda, hem mâni, hem de âmir sebepleriyle ve dört başı m am ur şekilde bil­ dirdiğim için susuyorum.

Ondan sonra, lânetlem e serimize giriliyor ve aldığımız binlerce m ektup ve telgrafın gün­ lerce neşredildiği söyleniyor. Yani neşrettik de kanunî bir cürüm mü işledik?. Y ahut Türk okuyucularına, bu hususta, «Bize m ektup y a­ zın ve telgraf çekin!» diye baş mı vurduk? Savcının eski defterleri yoklam ak kabüinden tek rar ele aldığ bu bahsi de, yukarıda, tam itminan verici şekilde cevaplandırdığımı sanı­ yorum. Yalnız burada zikredilen bir nümune üstünde üç beş kelime söyliyeyim:

Sanıklardan Hüseyin Yabacı’nın çektiği telgraf da, binbir benzeri içinde, saf ve sa­ mimî bir telin sesinden başka bir şey değil­ dir. Kendisi için ve kendi iç maksadiyle baş­ ka türlü olsa bile bizim için böyledir. Ben, daha doğrusu yazı işleri m üdürüm - zira bir başm uharrir böyle şeylerle meşgul olmaz - Hüseyin Yabacı’yı, diğer binlerce telinciden tefrik edecek bir ölçüye m alik değiliz. Bu da saffet ve kaygısızlığımızı gösterir.

(Arkası var)

(2)

Giriştiğimiz lânetlem e hareketi, yal-

m z kuru lâfta, m ücerred kelim elerde, ka­

nunen serbest olan k an aat ve içtihat plânında açılmış b ir tezahürdür ki, bizim davet ve teşvikimizle olmamış, on binlerce kalbin tuğyanı halinde kendi, kendisine bize gelmiş, kapımızı çalmış ve elinden lânetten başka bir şey gelmeyen ve gelmemesi lâzım gelen insanların kendi kendilerini tatm in ediş sesi olarak sütunlarım ızda yer bulm uştur. Bir düşünce ve teşebbüse yalnız düşünceyle cevap veren ve itm inanını yalnız bu yolda bulan bu hareketteki safiyet ve samimiyet, ancak öl­ dürm e ve öldürtm e fikrinden uzak insanların harcı olabilir; ve h attâ öldürm e ve öldürtm e fikrine karşı b ir (A nti-Crops — m uafiyet) ifa. de eder. Böyle b ir gaye güdülse veya ihtim al kabul edilse hiç lânet işine girişilir m i? Baş­ ta kendimiz olarak bütün b ir kütle zan altın­ da bırakılır mı? Allahın günü konu komşu va karşı düşm anına lânet eden, itm inan duy­ gusunu bu sahada arayan hangi adamın katil olduğu görülm üştür? Böylesi, olsa olsa, m ak­ tu l olur; ve bu hareket ve üslûp, katilliğin de­ ğil, m aktullüğün yoludur.

İşte, bütün bunları etmişiz de, yapmışız da, çizmişiz de, yazmışız da bu iş olmuş!!!

Şimdi toplu hüküm:

Madde m adde gösterdiğimiz gibi baştan başa yalandan, tahriften, gözbağcılıktan, ta ra f- kirlikten, enfüsılikten, hayâlilikten, bilgisiz­ likten, takdirsizlikıen, hakşikenlikten ibaret olan b u itham ları, acaba ve faraza, teker te­ k er aynen h ak ik at diye kabul etsek ne lâzım gelir ki??? Bunlardan, Ahmet Emin’in öldü­ rülm esine dair en küçük telkin, ihsas, iyma ve izmar delâletini çıkarm aya im kân v ar mı­ dır? Nerede kaldı ki, azm ettirm ek ve sevk etm ek tesiri bulunsun... B ukadar gayret, hi­ le, siyaset ve peşin gayz bahasına yükseltil­ mek istenen iftira binasının h er taşını hak ve hakikat diye kabul etsek dahi, ortaya, suça sevk edici, azm ettirici hiç b ir delâlet çıka­ mazken, bu yerin, bu binadaki taşların, üzer­ lerine m erm er boyası çekilmiş hileli m ukav­ valardan ibaret olduğunu görün!

İddinamede bu noktaya ve zaten sonuna kadar, asıl hâdiseye göz bile atmaksızm, onu en başta ciddi b ir tahlile tâbi tutmaksızın, faili veya failleri kendi ik ra r ve ifadeleri içinde m uayeneye yanaşm aksızm bir «oldu­ bitti» halinde yürütülen ve zorla kabul e tti­ rilm ek istenen hileli ve m aksatlı m ütalâa ta r ­ zı, 8 inci sahifede, sanki her şeyi hal ve ispat etmiş gibi, birdenbire ceza m addelerini tes- bite yöneliyor, b ir takım suç tasniflerine gi­ rişiyor ve m ajüsküllü ve m inisküllü ve k a r­ m akarışık (A, a, b, A, a, b, c, ç, d, B) şubeleriy­ le, bütün yükü, tüyden hafif olan bize yükle­ meğe çalışıyor. Sanki M alatya hâdisesi olm a­ m ıştır; suikast (nominale — farazi ve itibari) dir ve böyle bir faraziye ve itib ar sayesinde m ahkûm edilmesi gereken biziz-..

Derken b ir serlevha: «Propaganda ve tel­ kin»... 9 uncu sahifede ve bilm em kaçıncı (- - ) ve m iniskül (a -) faslının başlığı... Biz, m ahut dört kişi, bu suçların faili olarak d a

-ha ilk nazarda dikkati üzerimize çekiyormu- şuz... Ötedenberi dinî taassup ve irtica düşün­ celerini m ütem adiyen körüklemiş, durmuşuz.. Bu cepheden m ütalâa edüdiği zaman görüle­ cekmiş ki, b ü tü n neşriyat ve faaliyetim iz, bir inkılâp düşmanlığı, din hokkabazlığı ve sim ­ sarlığı, taassup ve cehalet müdafiiliği ve hâ­ miliği, filân ve falan imiş...

Yüksek b ir m ahkem e huzurunda, fik ir ve delilin boş bıraktığı yeri k ü fü r ve hak aret ke­ lim eleriyle dodurm aya çalışan, böylece yük­ sek m ahkem enin de iffet ve haysiyetini hiçe sayan âmme m üdafiine teklif ediyorum: Bü­ tü n hayatı çile, gözyaşı, ıstırap ve yoksulluk içinde geçen ve h er tü rlü komplo, iftira, tah

-Malatîa sanıklan Necip Fazılı dinlifor

kir, tehdit, tazyik vasıtası altında bile k an u ­ ni dâvasından zerre feda etmeyen bu adamın suratına iyi baksın... Eğer günlük politikaya küçük b ir intisap gösterseydi şimdi savcıyı (Diktafon) âleti olarak kullanacak m evkide bulunması lâzım gelen bu adam ın su ratın a iyi baksın!.. 8 aydır korkunç zindan köşelerinde kül olup söneceği ânı bekleyen ve «Yarabbi, canımı al, fak at beni düşm an saflarına karşı rezil etme!» diye yalvaran bu adamın su ra­ tına iyi baksın!.. Bakalım, n efret ve ıstıraptan göz göz olmuş bu suratta b ir hokkabaz ve sim sar çehresi görecek midir? H okkabazlar, sim sarlar, gerdek taassup ve cehalet hâm ileri ve m üdafilerı, ı z l a ta rif gayretine girişm

e-sinîer!.. A rife tarif ne hacet?.. N âm elerine ve yüzlerine tek b ir göz atm ak yeter!..

İş, bu indî, b atn î ve karakuşî görümlerden sonra, birdenbire ve ilk defa olarak b ir ve­ sika, b ir delil haysiyetine kavuşm uş görünü­ yor. Evet, savcı b ir vesika bulm uştur. Ve onun neşesiyledir ki, iddianem enin 10 nuncu, 11 inci ve 12 inci sahifelerinde, m utat ta h rif ve gözbağcılık diliyle b ir takım tekerlem eler y a­ pıp, b u muazzam ve m utantan vesikanın şim ­ dilik ucunu gösteriyor: H ak partisi... İddiana­ mede, baştanbaşa m ajüsküllerle ve aralık harflerle yazılı H ak partisi... İşte yakalan­ dık! Biz vatana, anayasaya, inkılâp kanun­ larına, lâikliğe, hürriyete, vicdana, h e r şeye zıd olarak böyle b ir p a rti kurm ak istemişiz!

İnanınız, m uhterem hâkim lerim , m âyilere ait m uvazenet kanununu keşfeden m eşhur ilim adam ının (Evreka! - Buldum!) nidasiy- le betirttiği zafer edasına eş b ir tavırla üstüne kapandıkları bu vesika, cebinde, aram aya m em ur olduğu katilin resm ini gezdiren bir polism, nagihan b ir şuur illetine tutulup «Buldum!» diye resm i tev k 'f etmeğe kalkm ası ve âm irine teslim etmesi k ad ar (Tragie - Co­ mique) b ir vâkıadır:

Sene 1950... H alk P artisi devri... Seçim­ ler yakın... Ben yine hapisteyim ... H apiste­ yim ama, bazılarının dessasça zulüm nevile­ rine ve arkadan v urm a siyasetine cidden m â­ ni b ir seciye taşıyan ve hiç olmazsa T ürk k a­ labilen H alk P artisi devrinde, fik ir adam la­ rına m ahsus bir muam ele görmekteyim... Gureba hastahanesine alıkonulm akta ve itina ile bakılm aktayım ... Seçim; ve Dem okrat P artinin ânî ve nâm em ul zaferi... Herkes gi­ bi ben de hayretteyim ... O sırada derin ve kavurucu ihtiyacım yüzünden, M araşta bir hemşehrime m ektup yazıyorum, Kendisinden para istiyorum; ve bu m ünasebetle H alk P a r­ tisi ve D em okrat P a rti üzerindeki görüşümü bildiriyorum ... Diyorum veya demek istiyo­ rum ki:

— H alk P artisi gitti, Dem okrat P arti gel­ di. F ak at halkın beklediği H ak partisidir. Acaba D em okrat P a rti böyle bir ihtiyacı dol­ durabilecek nüdür? F a k a t ne de olsa, sırf H alk Partisinin gitmiş olması bakım ından bu işi kendi zaferimizin bir mukaddem esi kabul edebiliriz.

Siyâsî b ir p arti vaziyetinde bulunan Bü­ yük Doğu Cemiyeti de o zaman açık b ulundu­ ğu için ilâve ediyorum:

— 1954 yılında zafer bizimdir!

Bu sözler, yardım istenen b ir dosta, sırf lâfı kısa kesmek için biraz da siyasî vaziyet üzerinde m ütalâa yürütm ek kabilinden söy­ lenmiş m ücerret ve um um î kanaatlerden baş­ ka ne gösterir acaba?.. O rada H ak partisi, yalnız ve yalnız H alk Partisine m ukabil m â­ nada kullanılm ış ve kafiyesinin de uymasına çalışılmış b ir kelime oyunundan başka hiç bir şey değildir; ve yine hak mefhumu, hukukun m üfredi olarak um um î hak m akam m dadır. Bu nokta, gayesi sadece yardım istemek olan m ektubun b ü tün eda ve üslûbundan, cüzî ve küllî b ü tün m edlûllerinden bellidir.

(Devam edecek)

__ ________ ____________________________

/

13

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu sayede cephe mih- verinin sağında olan kat merdiveni üst katta mihver üzerine gelmekte ve apartımanları iki müsavi parçaya

Mektebin plânı L şeklinde olup esas kısımda bir antre, kat merdiveni ve arkada toplantı ve spor salonu vardır.. Diğer kola,

Haricî sıva renkli mermer kırığı ile mo- zayık sıvanmış

Çünkü aksi tesir- lerin bu tarzda hesabında döşemenin kenarlarının istinadlandırma tarzları (Dört kenarın serbest veya mütedahil, iki kenarın serbest, diğer ikisinin

Taksimde Mimar olmıyan kimseler tarafından yapılan bi- nalar arasında bu kira evinin hususiyetleri yeknazarda teba-

ır uzakta bulunan ve ayni zamanda park dahilinde inşa | edilmiş bir kaç evin teshinini ve sıcak suyunu temin eden bir j merkezden idare edilmektedir.. Banyoda yaz, kış işleyen

oda ile yeniden ilâve edilen büyük oturma salonundan iba- Mimar manzaraya hâkim olan cihetlere yaptığı geniş balkonlar ve çatıya verdiği az ve tatlı meyille binaya cam

Bu ocaklara bağlanacak yine bu fabrikanın lâtından olan su haznesi (BOİLER) tertibatile bir e' litre 40 derece sıcaklıkda suyu temin edilir, her tipe bir su haznesi bağlanabilir