C U M H U RİYET/8
SAİT FAİK VE ARKADAŞLARI
SADLJIS TANJU
Peyami Safa, Sait’e “ Öldürücü bir
bohem e sürükleniyorsun” der
-
9
-Peyami Safa, “ Öldürücü bir boheme sürükleniyorsun” de
dikçe Sait, “Dinime taan eden
bari müselman olsa!” diye kıkır
kıkır güler. Peyami, bir zaman ların hızlı bohem hayatı yaşa- yanlarındandır. Sait’ten yedi- sekiz yaş kadar büyüktür ve 1920’lerin dili olmalıdır da söy lemelidir. Fikret Âdil’le, Necip
Fazıl’ia Çallı İbrahim’le hatta Küf Naci ile o zamanın eğlence
hayatına egemen Beyaz Rus ga zino ve barlarında, Lili’ler, Jor- jet’ler, Edith’lerle az ceviz kır mamışlardır. Asmalımesçit’te
F'ikret Âdil’in bekâr pansiyonu, Sait’in hayal bile edemediği ne
bohem eğlencelerine tanık ol muştur. Şimdi artık altmışına doğru yol alan Peyami, Sait’i Nektar’da içki masasının başın da uyuklar yakalayınca, “ Uyku
medeniyetsizliktir, sadece kötü bir alışkanlıktır, yaşanan zama nı kısaltır” gibi nutuklar çekme
yi ihmal etmez, sen bohem ola mazsın ama özeniyorsun deme lere getirir; Sait de sakin sakin dinledikten sonra, intikamım alır:
“ Ulan kerata, ayakta duracak halin yok, şimdi evin kapısını zor bulup kimbilir nerede zıba racaksın!”
Peyami onu, sol ideolojinin
takipçisi gibi görmektedir son zamanlarda. Konuşur gibi yaz masını edebiyat yönünden mari fet saymamaktadır. Sen roman yazamazsın, sende sabır ve in şa kabiliyeti yok, sen akıl dışı bir ruh yapısına sahipsin, romanın yapısi ise aklîdir gibi eleştiriler le Sait’i hayli sinirlendirir. Peya- mi’nin yazarlıkta eskidikçe ve ün kazandıkça “ bilgili adam” rol lerine sıkça girmesine bozulur
Sait. Kendisine küfredilince kız
maz da, ilim adına konuşuldu mu nevri döner. Samim Koca-
göz’e, afrası tafrası bol ünlü bir
üniversite hocasına fazla saygı gösterdiği için öfkelenir; “ Kos
koca bir sanat adamısın, herifin karşısında ne eğiliyorsun, neza ket mi ulan senin yaptığın?” di
ye paylar.
Eftalafos kahvesi
Bitirirken
okuyucuyu not
gazete dizisinin sınırlılığı içinde Sait Faik 'in bütün M J a rk a d a ş ve dostlarından söz edebilmem olanaksızdı. J U S a i t ' i n çevresinden sadece bir kesit verebildiğim için, diğer arkadaşlarına karşı haksızlık etmişim gibi bir duygu içindeyim. Beni affedeceklerini umuyorum. A ziz Nesin, Yaşar Kemal, kazıl Hüsnü Dağlarca, Samim Kocagöz, Leylâ Erbil, Agop Arad, Vedat Günyol, Cavit Yamaç, Şahap Sıtkı, Özcan Ergüder, Tunç Yalman, Şakir Eczacıbaşı, Adnan Benk, Edip Cansever, Burhan Arpad, Naim Tirali, Hıfzı Topuz, Şevket Rado, Salim Şengil, Orhan Hançerlioğlu, R auf Mutluay özellikle beni
bağışlamalıdırlar. Herde, çok daha geniş bir Sait Faik portresi çizmeye fırsatım olursa, yarım bıraktığım işi tamamlamış sayacağım kendimi.
SADUN TANJU
beraber olmaya başlar. Elit’te, yaşlı Rumlar ve emeklilerle yü zü beş kuruştan briç oynarlar. Birahanelerin caddeye bakan masalarına oturup gelen geçen üzerine düşler kurarlar. Geçtik leri her yerde Sait’in kadın erkek bütün halktan, esnaftan olanlar la yarenlik etmesi, tanışlık gös termesi, Necati’de, “ Neyzen gibi, Ahmet Rasim gibi adam bu!” çağrışımları uyandırmakta
dır. Bütün bu ışıltı, durgun, çe kingen bir yapısı olan Necati Cu-
malı'nın gözlerini alıyordur. Bu
hayı hûy içinde Sait’in kendi hi kayesini yazmakta olduğunu ar tık görüyor. Eve biraz geç kal sa, on :ı kafasında nasıl bir hi kâye ın doğabileceğini biliyor;
Sait şimdi eve gidecek. Anası ve karısı onu beklemişlerdir. Sait kızacak. Neden beklediniz beni, diye söylenerek kurulu sofraya oturacak. Kadınlar sessiz, seve cen, itaatli. Birisi yemeği getirip sahanın ağzını açacak. Bir buğu yükselecek. Biri bardağına su dolduracak. Ve böylece Sait, kü
çük küçük anıların, duyguların, söylenmedik düşüncelerin ayrın tıları üzerinde, bir piyanonun
tuşlarında parmaklarını gezdiri- yormuş gibi, içinin bütün sesle rini yazıya dökecek.
Büyülenmiş ölümlü
Hüsamettin Bozok, “ Sait ruh ça çocuk ve temiz, bedence ihti yardı, yaşadığı sürece hep genç hikâyeci olarak kaldı” der.
Gençlik Sait’te bir özlemdir. Gençliğini tam yaşamamışların huysuzluğu içindedir. Onu
kız-Salûh
Birsel’e göre,
Sait Faik, büyük bir
yazar olduğunu belli
etmekten korkar.
O ktay A k bal, Sait’in
insandaki en küçük
değerle bite hiçbir şeyi
değişmeyen tavrına
vurgundur.
Necati Cumalı, Sait’in
şiir dolu, sevgi dolu
dilini sever.
D o k t o r F i k r e t
Ü rg ü p :
“ Yine
perhizi bozmuşsun
Sait!”
Sait F a ik :
“Senin
dediğin gibi de yaşamı
mı lan!”
şan efsane adam, bin yaşında bir ermiş” noktasına getirecektir ve Sait, her şeyi isteyen, hiçbir şe
ye dokunamayan bir büyülenmiş ölümlünün acılarıyla dolaşacak tır.
Gitme zamanının
kampanaları
Sait’in, son yıllarında en ya kın arkadaşı Siroz’dur.
Hüsamettin Bozok “Sait ruhça çocuk ve temiz,
bedence ihtiyardı, yaşadığı sürece hep genç
hikâyeci olarak kaldı” der. Gençlik S ait’te bir
özlemdir. Gençliğini tam yaşamamışların
huysuzluğu içindedir.
dırmak için arkadaşları, “ Bey
baba” derler. Daha 1932’de, “ İhtiyar Talebe” hikâyesi Var-
lık’ta çıktığı zaman Samet Ağa-
oğlu'nuıı ilgisini çekmiştir bu
yaşlılık kompleksi. Onu tanıdı ğı zaman etkilenir. “ Gözleri sa
dece yüzüne değil, bütün vücu duna garip bir sarhoşluk hali ve riyordu” der. O tarihte Sait
27’sinin içindedir. Yıllar, bu gö rüşü, “ yaşamın içinde
dola-D O ST SA N A T Ç IL A R — Kısa süre önce yitirdiğimiz ozan Özde
mir Asaf, Sait Faik ’ten yaşça küçük olduğu halde onunla yakın dost olabilen sanatçılardandı. Sait Faik'in en büyük özelliği de, küçük büyük dinlemeden herkesle kolayca senli benli olabilmesiydi. (Fotoğraf: A R A GÜLER A R ŞİV İ)
acılar ve korkular içinde doktor
Fikret’in muayenehanesine gitti
ği zaman, kendisine şu hüküm tebliğ ediliyor;
“ Bak Sait! Kendine acımıyor san bizlcre acı. Böyle devam edersen, öleceksin!”
“ Ölürsem ölürüm lan! Senin gibi de yaşanır mı?”
1948’de, doktor Fikret Ürgüp ona: “ Bundan böyle sirozla ya
şamasını öğreneceksin!” demiş
ve yasakları saymıştır.
Belki de siroz kadar hiçbir şey Sait’i korkutamazdı. Artık içme yecek, yorulmayacak ve son de rece düzenli yaşamaya çalışacak! Yoksa...
“ Kırkiki yaşına kadar zaten canına okunmuştur benim kara ciğerin” diye düşünür Sait ve ge
riye kalan kapasite ile yaşamı sürdürmenin bir çeşit “ sürüklen
mek” olduğu sonucuna varır.
Yani, günleri kısadır. Şu güzelim
dünyaya doymadan gitmenin kampanaları çalmaktadır. “ Lü zumsuz Adam” , birden kendini
acele işi olan, çok çalışması ge reken; geride kalanlara kendisi ni hatırlatacak, sevdirecek hikâ yeler yazmakla yükümlü olan bir
“ lüzumlu adam” gibi görmeye
başlar. “ Mahalle Kahvesi” ,
“ Havada Bulut” , “ Kumpan ya” , “ Havuzbaşı” , “ Son Kuş lar” , “ Kayıp Aranıyor” , “ Alemdağda Var Bir Yılan” pe
şi peşine gelir. Bir ömür boyu yazdıklarının yarısını son 5-6 yıl içinde yazıp bitirir. Aşklarında da acelecidir. Aynalara bakmak istemiyor; gözlerinin etrafında ki çizgileri, derisindeki kirli sa rılık ve koyu lekeleri, dilinin çiğ et kırmızılığını, barsaklarındaki rahatsızlığı, damarlarının fırlak lığını, karnının şişmeye başlama sını, halsizliklerini “ ölümün
yaklaşması” olarak görüyor ve yasaklanmış bir zevki tatmanın tutkusu ile hayatın içine dalıyor.
Yaptığı her kaçamaktan sonra
Aynı zamanda Amerika’da psikiyatri tahsil etmiş olan dok tor Fikret, Sait’in ruhundaki is yanları ve kaynaşmayı çok iyi bilmektedir. Sait bir hiyanete uğ ramış gibidir. Yaşamayı bu ka dar seven, yaşamı böylesine gü zelleştirmek, sevdirmek için ken dini ortaya koyan onun gibi bir adama bu cezayı kesen kimdir? Doğa mı?
“ Ena demek bir demek Duo derler ikiye Ben gönlümü kaptırdım Sokak kızı Kiki’ye. Ki-Ki, Ki-Ki, Ki-Ki! Sen ne dersen peki!”
—BİTTİ—
Çevresinde bulunanların herbirinin Sait’e bir bakış açısı var dır. Parm akkapı’da küçük bir pansiyon odasında yatıp kalkan
Salâh Birsel, tam İstiklâl Cadde
si ile Sıraserviler Caddesi’nin ka vuştuğu köşede, kaptan köşkü gibi Taksim’i ve Beyoğlu Cadde- si’ni kuşbakışı gören Eftalafos Kahvesi’ne pazar sabahları er kenden Sait’le beraber olmak için gelir. Bir taraftan felsefe öğ renimi, öbür taraftan geçim ga ilesi -İstanbul ortaokullarından birinde Fransızca öğretmenliği- derken, otuz yaş olgunluğuna eren Salâh Birsel; bu alçakgönül lü, büyük bir yazar olduğunu belli etmekten korkan, tanım a yanlara “ Bir balıkçı, bir at hır
sızı, bir kestane kebapçısı, bir boyacı, bir emekli memur, bir garson, bir çöpçü, bir sarhoş, bir aylak” gibi görünen Sait’in yir
mi dört saatini de edebiyat ada mı olarak yaşamasına imrenir. Pazar sabahlan Eftalafos’a ge lişi, kendisinin de biraz bu zev ki tatmayı isteyişindendir.
Oktay Akbal, 1940’h yıllarda,
Sait’in insanlardaki en küçük de ğerle bile hiçbir şeyi değişmeyen tavnna vurgundur. Hele “ Kriz” hikâyesinde, sıradan bir insanın Süleymaniye’den bile değerli sa yılması gerektiğini söylemesi, her insanın bir kahraman olduğunu savunması, Oktay’ın genç kalbi ne ok gibi işler. Bir zamane er
mişidir Sait Faik onun için. İn
sana yaşıyorum diye şükürler et tirir. “ Şuna bak birader” diye açar bir hikâyesini Sait’in, teat ral bir sesle okumaya başlar:
“ Yaşıyorsun efendi! Pırıl pırıl, tane tane, ıslak ıslak, cam cam, billur billur, fanus fanus, çeşmi- bülbüller gibi yaşıyorsun dos tum!”
Gençliğinde, Asmalımesçit’te- ki Elit Kahvesi’ne, Sait Faik de oraya gider dedikleri için alış mıştır. Sonra da onunla dost olup, aşırı duyarlı bir insanın güç arkadaşlığını yaşamıştır.
Oktay’da, Gülhane Parkı’na git
tikleri günün, Beyazıt’ta Havuz- başı’nda oturdukları günün, Tü- nel’e kadar caddede piyasa ediş lerin, kahvelerde, meyhanelerde oturuşların yığınla anısı toplan mıştır. Bunlar, Oktay için bulun muş bir gömü kadar sevinç ve rici sayılır. İnsanın küçük sevinç ler, küçük mutluluklarla avun masındaki güzelliği ondan öğ renmiştir.
Kendi hikâyesini
yazan adam
Necati Cumalı, Sait’in tanıdığı
yıllarda duygu yanı çok güçlü bir şairdir. “Kızılçullu Yolu”, ‘Har
be Gidenin Şarkıları", “Mayıs Ayı Notlan”, “Güzel Aydınlık”
gibi kitapları vardır. Ama ilk hi kâye kitabı Sait öldükten sonra çıkar. Sait ona, bir şairin çok iyi hikâyeler yazabileceği cesaretini vermiştir. Diğer arkadaşları gi bi, Sait’in şiir dolu, sevgi dolu dilini seviyordur. Kısa sürede,
Sait’in “ yazılmaya değer bir ha yatı yaşama peşinde” olduğunu
keşfeder ve her fırsatta onunla
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi