CUMARTESİ, 1 Ağustos 1998
Hürriyeti
07atii
Aşkının peşinden dünyayı dolaşan Doğan Şahin, yaşadıklarını yazdı
A vustralya'daki
Üçgüzeller
Vadisi'nde
Okul günlerinde
" Konya Selçuk
Üniversitesi'nden
Sydnéy'de Rilpı 79
Orkestrasızdayken
D
ogan
Şahin.
Aşkının
peşinden
Avustralya,
Timor,
Endonezya'ya
gitmiş. Sonra
Avrupa'nın
tüm
ülkelerine,
İsrail'e...
Marihuana
kullanmış,
gasp, bıçakla
yaralama,
hırsızlık gibi
suçlar işlemiş.
Gardiyanlık
yapmış,
homeless
(evsiz) olmuş.
Dokuz zor
yıldan sonra
Türkiye'de.
Tüm
yaşadıklarını
kitaplaştırdı.
Ama
"şim dilik"
burada.
Uzaklar onu
çekmeye
devam
ediyor.
Kızı Angela
Gülden
AYDIN
Babamın
bilmediği herşey!
DOĞAN Şahin. Bir aşk kırgını. Aşkının peşinden önce Avustralya’ya sonra yedi iklime savrulmuş. Gitmediği ülke, çekmediği çile kalmamış. Jennifer'ı için Avustralya, Timor, Endonezya'ya gitmiş. Sonra Avrupa'nın tüm ülkelerine, İsrail'e... Marihuana kullanmış, gasp, bıçakla yaralama, hırsızlık gibi suçlar işlemiş. Gardiyanlık yapmış, homeless (evsiz) olmuş.
Dokuz zor yıldan sonra Türkiye’ye döndü Şahin. Ama "şim dilik" burada. Uzaklar onu çekmeye devam ediyor. Avustralya pasaportu taşıdığı için vize problemi yaşamıyor. Birkaç saatliğine de olsa sınırdan çıkıp en yakın ülkeye gidiyor, o çok aşina olduğu yabancı havayı, soluyor. İliklerine işleyen yabancılık
duygusundan ayrı kalamıyor çünkü. İstanbul'da Sultanahmet'te yaşıyor. Yabancılardan da ayrı kalamıyor. Şimdiki işi, Türkiye Otistik Çocuklara Destek Vakfı için otizmle ilgili kitaplar tercüme etmek. Aslında kokart alıp turist rehberi olmak istiyor.
G
aRİP ÖTÜŞLER ÜLKESİ
Elya Yayıncılık'tan çıkan kitabının adı,
"Babamm Bilmediği Herşey". Edebi kaygılardan uzak kendini anlatıyor. Alabildiğine yalın ve doğrudan. "Herşeyi anlattım; hiçbir şey saklamadan" diyor.
Geçmişinden çok az fotoğraf getirmiş ülkesine. Hk aşkı ve ilk eşi Jennifer'm fotoğrafı hiç yok. Tam iki bin fotoğrafı, çeşitli ülke ve çeşitli
maceralardan sonra döndüğü Sydney'de sokakta
yaşarken çok üşüdüğü bir gece yakmış. "Artık ben olmalıyım dedim ve tek tek yaktım."
Avusturalya'da yıllarca kendine gelememesine neden olan bir şok ve hayal kırıldığı yaşıyor. "Çok garip ötüşlü kuşlan, böcekleri vardı. Toprak kokmuyordu. Gürültü yoktu." İşlediği suçlan, dibe vuruşlarını ise şimdi şöyle yorumluyor: "Kendimi iyi bilmiyordum. Karakterim sağlam oluşmamıştı. İnsanlan algılayamıyordum." Uyum sağlayamamasını, başta eşi Jennifer olmak üzere hiçbir Avustralyah'yla diyalog kuramayışını ise şöyle açıklıyor: "Banş, para herşey vardı. Yine de 'yabana' olduğum düşüncesinden bir türlü alamıyordum kendimi." Sydney'de yaşayan çok sayıdaki Türkle de anlaşamamış. Doğan Şahin, oradaki Türkler'in ekonomik olarak iyi olmalarına karşılık eğitimsiz oluşlannı gerekçe gösteriyor buna. 'Türkiye'den baüya gidenler bir dünya yaratamıyorlar. Ama kök salıp farklı ilgi alanı oluşturabiliyorlar. Ben yapamadım."
İnsanlara uyum sağlamak için gardiyanlık sınavına girmiş. Aralannda yaşayabilmek için başka çaresi olmadığından böyle yapmış. Avustralya yerlileri gibi kafasmı da kazıtmış. Ama fayda sağlamamış. "Avustralya'da kendimden başka kimsem yoktu. Hiçbir şeye inanmadım. İnançlarımı yitirdim." Marihuanaya ruh acılarım dindirmek için başlamış. Yıllar içinde kullanma amacı değişmiş. "Onun beni
kullanmasma izin vermeyip ben onu kullandım. Konsantre olmamı sağlıyordu. Marihuana sayesinde her gün saatlerce spor yaptım." Onca acıyla tıka basa dolu hayatı, Doğan Şahin'e pek
alışmadığımız felsefi bakış açısı kazandırmış. Sevmeye, aşka ilişkin diyor ki "Bilmezken, safken, dünyayı tanımazken sevmek daha kolay. Ama hâlâ öğreniyorum."
T
aş
KULE VE ULLYSSES
Konya Selçuk Üniversitesi'nde öğrenci iken başlıyor bu uzun serüven. Bir geceyarısı, Ankara'dan gelecek olan sevgilisini karşılamak için otogara gidiyor. Ama beklediği sevgili gelmiyor. Otogarı terketmek üzereyken bir kalabalık ilgisini çekiyor. İki kadm turist, tek kelime İngilizce bilmeyen bu kalabalığa dert anlatmaya çalışıyor. Avustralya ve Yeni ZelandalI turistlere yardımcı oluyor. 24.00'ten sonra sokağa çıkma yasağı olduğu için evinde konuk ediyor. AvustralyalI Jennifer'la yıldırım aşkı başlıyor.
Aradan çok yıllar ve olaylar geçiyor. Şimdi bir başka eşi, bir başka kızı var. Avustralya’daki kızı Angela için, yunus figürleri biriktiriyor. "Bir gün yollayacağım ona" diyor.
Bundan sonra ne yapacağına gelince... İlk anda şaşırtıyor. T a ş kule yapacağım" diyor. İzmir'den bir bayram günü çıkıp Sabuncubeli'ne tırmanırken, "Gökçeler Köyü" tabelası ilgisini çekiyor. Köye gidiyor ve büyüleniyor. Vadiye kurulu köyde, tüm gün bulutlar dansediyormuş. Öyle büyülenmiş ki hemen otomobilini satmış ve arazi satın almış. "Taştan ördüğüm kulemde Ullysses okuyacağım. Bu kuleye düşüncelerimi dinleyen, benden sıkılmayanlar girebilecek. Bu kule, yapacağım en son şey olsa da mutlaka yapacağım."
Macera
başlıyor
BİR anda yüreğimdeki kafesi açü. Bulmuştu anahtarı Jennifer. Sevmişti beni; işte buradaydı ya. Beş parasız, eğitimi yarım, toy delikanlı da onu seviyordu saf duygularla. Güney yarıküreden yıllar önce çıkmış ve doğuda bulmuştu aradığı sıcaklığı. Silkinmişti yıllardır içinde bulunduğu metalik varoluştan. Doyasıya seviştik geceler boyu. Kırlarda seviştik, çiçek tozlan gözlerimizi yaşarttı ve gökyüzündeki pembe bulutlan seyrederken taze ot kokusunu çektik içimize...
( . . .)
Vaktimiz yoktu. Artık herkesi reddetmiş ve
başkaldırmıştım. Özgürlüğümün farkma vanyordum. Avustralya hakkında bildiğim tek şey oranm en son keşfedilen kıta ve ütopik bir ülke olduğuydu. Biz de bu yeni kıtada yeni bir yaşam biçimi oluşturacaktık. Güzel bir gelecek vardı orada.
İtalya'ya gidip orada evlenmeye karar verdik. Gondolla gezerken gün batımının kızıllığını izleyerek sevmenin ve aşkın doyumsuz tadına varacaktık. Venedik'te aşk başkaydı. Türk vatandaşlarmdan vize istemeyen birkaç ülkeden birisi de İtalya idi. Hem de romantik bir ülkeydi orası. Birkaç final sınavına girmedim.
H ırsızlıktan gaspçılığa
Marihuana satan genci soymaya karar verdim. Tüm tehlikeleri göze aldım ve bir akşam pub'dan içeri girip bir süredir takip ettiğim satıcıya yöneldim. Belimde ekmek kesmek için kullandığım bıçak vardı, her ihtimale karşı.
- Polis; benimle dışarıya gel, dedim.
Şaşıran genç hemen dediğimi yaptı ve pub'm dışma çıktı. İlk aşama başarılıydı. Bu gençten daha
güçlüydüm, onu alt edebilirdim.
- Ne istiyorsun benden? Ben sadece şatlayım. Mallar benim değil.
- Sen şöyle binanın arkasma gel bakalım. - Ne yapacaksın?
- Gel sen bakayım, ne yapacağımı göreceksin. Belimdeki bıçağı boynuna dayadım.
Çok kolay olmuştu. Keşke dedim kendi kendime, ilk geldiğim zaman yapsaydım bunları. Hırsızlardan para almak daha kolaydı. Artık içimde korku kalmamıştı. O kadar zorluktan sonra beni hiçbir şey korkutamazdı.
(...)
Birinci haftanm sonunda bir sabah salonda otururken gençlerden iri yarı olam salona girdi ve
- Kalk ayağa, dedi bana direkt olarak. -N e var...
- Kalk ayağa dedim seni pis göçmen.
Kalkmama fırsat kalmadan suratımın ortasına okkalı bir yumruk yemiştim.
H ayatım ın en iğrenç kokteyli
Timor Adaları, Pasifik'in en uç noktasmda bir adalar grubu ve
yıllardır Endonezya egemenliği altında. Timor gerillaları ve
Endonezya askerleri arasında yıllardır çatışmalar yaşamyor.
Bir ölçüde tehlikeli bir ülke ve buralara yolu düşen turist pek
az.
(...)
Ya şimdi önüme gerillalar çıkarsa? Ne diyecektim
onlara? Ben kimdim? Sadece bir turistim. Ne turisti? Tam turist de denilemez.
Bakın aslında ben bir balıkçı gemisine binip
Avustralya'ya gitmek istiyordum.
Dağ başmda beni kesseler kimse nerede olduğumu bulamazdı. Sıcak beni bunaltmış, terliyordum.
(...)
Bu kadar insanın arasmda şaşırmış nereye bakacağımı bilmezken imdadıma elime tutuşturulan bir bardak içki yetişti. Artık rahatlayabilirdim, fakat o da ne! Bu içki iğrenç kokuyordu, bırakın içmeyi kokusu bile beni durdurmaya yetmişti. Herkes bana bakıyor, merakla ne yapacağımı izliyordu. Yüzümü buruşturup burnumu gösterdim. Kahkahalarla gülmeye başladılar.
Ufak tefek, göbekli ve benim yaşlarımda olan bir tanesi yanıma gelip sırtımı sıvazladı. Kendi kadehini bir dikişte bitirip benim de bitirmem gerektiğini işaret etti. Şansım kalmamıştı. Bir dikişte içtim ve sanki hiçbir şey olmamış edasıyla kadehimi uzattım. İkincisini reddedecektim. Şişman adam bana çok yakınlık gösteriyor, kucaklayıp sarılıp duruyor, diğerleri ise bir komedi seyredercesine gülmeye devam ediyorlardı.
- Nedir bu diye sordum işaretlerle. - Bu mu, bizim içkimiz.
- Yani ne?
Tavukları işaret etti ve gerisini gösterdi tavuğun. Tavuk b.kundan bahsediyordu herhalde.
- Eee?
- Alkol karıştır, beklet. - Nee?
- Sonra, bu bardaktaki içki!
Hayatınım en ilginç ve iğrenç kokteylinden bir bardak içmiş ve çakırkeyif olmuştum bile.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi