• Sonuç bulunamadı

Abdülhak Hamid

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdülhak Hamid"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Abdüihak Hâmidi

Büyük şair muhakkak ki

bahtiyar olarak öldü

«Çünkü o, vatanının hem halâsını, hem de

Hâlâskârını görerek gözlerini kapadı»

(İsmail Müştak M ayakoııun bir konferansı)

( B ü y ü k şa ir A b d ü i h a k H â m i d için, A n k a r a H a l k e v i n d e h a z ı r l a n a n i h t i ­ fa ld e , g ü z i d e m u h a r r i r a r k a d a ş ı m ı z İs­ mail M ü ş t a k M a y a k o n t a r a f ı n d a n , ç o k g ü z e l v e k u v v e t l i bir k o n f e r a n s Veril­ miştir. Ş a irin ş a h s i y e t i n i t a h l il e d e n b u k o n f e r a n s ı a y n e n n e ş r e d i y o r u z . )

1851 senesi şubatının beşinde, k a rlı

ve fırtın alı b ir gecenin sabahı, Boğazi- çinin b ir yalısında, tertem iz b ir T ürk soyundan dünyaya gelen A bdüihak H â­

mid, n u ran î m ahreki ü stü n d e daim a

yükselen bir yıldız gibi, 86 yıl âfâki ede­ bimizi ayd ın lattık tan sonra geçen hafta, arkasında asırlara ve nesillere kâfi bir m irası edeb b ıra k a ra k söndü, kendi t a ­ b ird e ezelden gelib ebede gitti, fani idi, lâyem ut oldu.

Bizler şim di burada, b u lâik m âbe - din kubbesi altında, onun âyinini yap - m ak için toplanm ış bu lu n u y o ru z ve C um huriyet rejim inin m illî k ü ltü r n a - m ına kurduğu 67 m abedde, şu d akika onun adı ayni dua ve sena ile an ılm ak ­ tadır.

Geçen hafta, İstanbulda, k a ra to p ra ğ a tevdi ettiğim iz A bdüihak H âm id, h a k i­ katte, M açkadaki evinin taş v e ta h ta - dan yapılm ış odasını b ıra k a ra k m ü n ev - ver T ürklüğün sevgi ve saygıdan ö rü l­ m üş gönlündeki öz yerin e gitm iştir. A r­ tık Hâmidi ziyaret için onun ne beşiği­ n i sallıyan Bebek k ıy ıların a, ne ilham ­ larına kürsii istiğrak olan Çamlıca te - pelerine, h a tta ne de k em iklerini saklı- yan Zincirlikuyu sırtla rın a gitm eğe ih ­ tiyaç yoktur. O, şim di bizim içimizde - dir; bir haftad an b eri h e r irfanlı gönül onun m ezarı, ve h e r T ü rk m ünevveri onun tü rbedarıd ır.

în k ılâb çocukları b ü y ü k H am ide gös­ terd ik leri yüksek nim etşinaslıkla bi - hakkın övünebilirler. Nasıl ki bu taze neslin feyizli cevherini tak d ir etm iş o- lan H âm id de onu h e r zam an g u ru r ve sitayişle anar, d ururdu . N azirsiz b ir şe­

fin devri saadetinde inkılâbın m es’ud günlerini id rak edebildiği için kendini b a h tiy a r sayan H âm id en sam im î k a - dirşinaslığı gene b u inkılâbda gördü; o- nu n ta b u tu arkasında, gene, ih tiyar, es­ ki yeni, iki n esil ayni vaz’ı h ü rm e tle yürüdü, ayni hissi h icra n la hıçkırdı. Bu m anzara, m illetim izin yalnız necib de­ ğil, ayni zam anda edib olduğunun da bir d elilidir.

H âm ide, sağlığında lâyık olduğu tev- k ir ve te k rim i gösterm iş olan k adirşi - nas inkılâb T ürkiyesi onun ölüm ünü m illî m atem saydı. D evlet m üesseseleri-

nin resm î alâkası m illet züm relerinin

şahsî ra b ıta sile elele v ererek bütün

T ürk lü ğ ü tem sil eden b ir kafile, tem iz ve riy asız b ir etek gibi, onun m übarek nâşını son m eskenine götürdü. A nkara- da B ü y ü k M illet Meclisi, onun aziz h a ­ tırasını, ayakta, din darane b ir vecd ve sükûtla selâm ladı. Bu şu u rlu tezah ü rler heyeti içtim aiyem izin ah lâkî ve m edenî tek âm ü lüne b ir işarettir.

En B üyü k Türk, B ü yükler Büyüğü «A tatürk», dehası k a d a r eşsiz olan fazi­ let ve necabetinin b ir nü m un ei kem a - lini de H âm idin bu son yolculuğunda gösterdi. H âm idi seleflerinin h a y a tla - rm da u ğ rad ık ları m addî ve m anevî ih­ m ale düşm üş görmeğe büyük vicdanı kail olm ıyan Âlim ve Fazıl Önderim iz, civanm erd ve âlicenab b ir alâka ile o- nun ölüm ünü de tev k ir etti. Ve h er fa ­ ziletli işte olduğu gibi edeb ve^ irfana h ü rm et hususunda da m illete reh b e r ol­ du. H âm idin o kadar aşkla sevdiği ve o kadar heyecanla terennüm ettiği T ürk v atanını k u rta ra n el, onun h e r defasın­ da sonsuz b ir b ah tiy arlık d u y arak öp - tüğü bü yük el, n ankör m uhitlerce can veren eazimi esl'âfm akıbetinden H âm i­ di de k u rtarm ıştı. N isyan içinde ölen Şi- nasive, hü sran içinde toprağa giren N a­ mık K em ale nisbetle, Hâm id, son ka -

'ilei edebin bu son yolcusu, m uhakkak d, b a h tiy a r öldü. Şinasinin h a tırası gi­

bi m ezarı da m eçhuliyettedir. N am ık K em al, m illette üm id ettiği feyzi gör - m eden, Sengi K abrinin m ahzun s a tır - ların ı kendi elile yazarak, b u d ü n y ad an çekildi. H âm id ise vatanın hem h a lâ sı­ nı, hem de H âlâskârını görerek ve te - ren n ü m ederek gözlerini kapadı. B ula- yırdeki m ezar, Z incirlikuyu s ırtla rın d a ­ ki to p rak yığınını kıskansa y e ri v ardır.

A rkadaşlar,

Bu ihtifalde H âm id için söz söylem ek vazifesini kabul ed erken n e k a d a r ağır b ir yük altına girdiğim i bilm iyo r değil­ dim. Y alnız beni H âm ide bağlıyan 30 senelik ra b ıta i hissiye ve fik riy e ve ve­ linim eti edebim in h u z u ru m aneviyetine çıkm ak b ah tiy a rlığ ıd ır1 ki, bu vazifeyi k abule saik olm uştur. Yoksa: «Çıktım sem avata h âk - b e rse r - İndim sem a - v atla beraber» diyen Hâm idi b ir h ita ­ benin zemin ve zam anına sığdırm ak b e­ nim k ârım değildir. Bu hareket, bence kıyam eti, çerçevelem eğe kalkışm ak k a­ bilinden b i r . iddia olurdu. M aam afih i- tira f ^etm eliyim ki ben kendim i H âm id m evzuu üzerinde en zengin, en kolay ve en isabetli söz söyliyeceklerin biri san m akta idim. D aha m ekteb sıraların - * da iken hecelemeğe başladığım H âm idin m ektebinde otuz sene çalıştım . O nun e- debî ve hissî hayatına daim a yakın, hem çok yakın yaşadım. San’atım n tek â m ü l­ le rin e tâ yanıbaşından şahid oldum. O- nu en çok görmüş, en çok dinlem iş olan­ la rın biriyim . Y azdıklarının m üsvedde­ sini, h a tta bazı k ere y azacakların ın ka- naveçesini herk esten evvel b an a o k u r - du. H afızam onun sayısız bedialarile, hayalim* onun binbir h a tıra sile zengin­ dir. H âm idi m ehasin ve m uhasenatında olduğu k a d a r noksan ve g arabetlerind e de tanıdım . Y üzünün k ib ar ve m anid ar tak allü sleri hâlâ gözüm ün önünde, sesir nin davudi ihtizazları hâlâ k u laklarım - dadır. Böyle olm akla b erab er şu dakika hafızam ve h a tıram donm uş gibidir.

H âm idin b ir edebiyat dersine başlı- başm a m evzu olabilecek ve b ir k ü tüb- hanelik tah lil eserlerine m atery el v e­ rebilecek olan h a y a tı edebisi üzerinde fazla durm ıyacağım . B una ne zem inin taham m ülü v ardır, ne de zam anın m ü - saadesi...

Bin b ir delil ve şahidile iddia ve is­ pat olunabilir ki, Hâm id, edebiyatım ız­ da başlıbaşm a b ir devrin yalnız alem - darı değil, h a tta sahibidir. Onun fasıla­ sız ve pürüzsüz işliyen dehayı san’atı bize öyle bed ialar bırak m ıştır ki, y a rı­ nın tek âm ül m erhaleleri ne olursa ol - sun, edebiyatım ız m edeniyetim izle elele v ererek nasıl b ir sim a ve istikam et a- lırsa alsın, m üstakbel n esiller b u n ları okum aktan hiçbir zam an m üstağni kala- m ıyacaktır. H âm idin h e r eserinde ayrı b ir vasfı, ayrı bir tek âm ü lü n ü n damgası vardır. Ancak hiç şüphe yok ki bunların

en yükseği «Makber» le «Eşber» dir.

«Makber» le «Eşber» edebiyatın m alı ol­ m uş iki lâyem ut eserdir. M akber bu - günün olduğu k ad ar y a rın ın da ıstırab âyinlerinde en hıçkırıklı b ir m ersiye gi­ bi okunacak, «Eşber» de bug ü n ü n ol - duğu kadar yarın ın çocukları da h a - m iyet ve ham aset neşidelerinin en can­ lısını bulacaktır.

Ve u n u tm am ak lâzım dır ki, H âm id, M akberi yazdığı zam an yirm i beş yaşın­ da b ir genedi. Bir m ezar ve m atem in il­ h am ından doğan M akberdeki d erin lik h âlâ başım ızı döndürüyor. Bu, bizim ac­ zim izden ziyade H âm idin kem aline işa­ re ttir.

H ay at ve san’atın h e r cephesini te - rennüm etm iş, his ve tefe k k ü rü n h e r sahasında ayni salâhiyetle gezinm iş o- lan b ü yü k üstad, y aratıcı üslûbile nâ- zim ve nesirde kem al m ertebesine v a r­ m ıştı. C enab Şahabecîdinin çok doğru b ir görüşle söylediği gibi:

«M akberin m ukaddem esi edebiyatı

(2)

an-JRIYET

-EAbdülhak

HâmidE-Hâmid kendisini gelecek

nesillere maletmiştir

Müstakbel nesiller bu Merkad gibi o Mak-

beri de bizden daha iyi anlıyacaklardır

(İsm ail Müştak Mayakonun bir konferansı)

\_A nkarada y a p ı l a n A b d ü l h a k H â - m i d i h t i f a l i n d e m u h a r r i r a r k a d a ş ı m ı z İ s m a il M ü ş t a k M a y a k o n t a r a f ı n d a n v e rile n ve ç o k b ü y ü k a l â k a u y a n d ı r a n k o n f e r a n s ı n birinci k ı s m ı n ı d ü n neş - r e t m i ş t i k . B u g ü n d e bu k o n f e r a n s ı n son t a r a f ın ı n e ş r e d iy o r u z .]

Yirmi beş yaşında Makberi ibda eden Hâmidin seksen beş yaşında yazdığı son

eserinde ayni dehayı san’atın rüzgârını,

ayni kudret ve belâgatin feyezanını gör - mek mümkündür. Titrek parmakları ken­ disine yardım edemediği son günlerinde bile Hâmid, Makberle boy ölçüşecek, «Finten» e yoldaşlık edecek bedialar vü- cude getirmiştir. O, gençliğinde nekadar olgun idiyse ihtiyarlığmda da o kadar ta­ ze ve zinde kalmıştı.

Hâmid bütün duyguları ifade etmiş ol­ makla beraber bilhassa ıstırabın şairi idi. Fatma Hanımın hicranı Hâmidi yalnız san’atta değil, ıstırabın kendisinde de de­ rinleştirmişti. Bu yolda Hâmid, muhak - kak ki Fuzuliyi hem tehassüs hem tenev- vü itibarile çok geçmiştir. Hâmidin ele - mini anlamıyan muhit, onun rebabı san­ atından çıkan ıstırab nevhalarım da kav- rıyamamıştı. Osmanlı edebiyatının med - rese ve kaside nizamı Hâmidin edasına da, sadasına da uzun müddet yabancı kaldı; çünkü kulaklar paslı, yürekler riya ile cilâlı idi. Hâmidi anlamak için hassas bir devrin, zeki ve alim bir neslin gelmesi lâzımdı. Hâmidi anlamanın gecikmesin­ deki sırrı bunda anlamalıyız.

Hâmid, kendisi kaide yapan ve yara­ tan bir şahsiyet olduğu için edebiyat ki - tablarının kaide ve an’anelerine uyamaz- dı. San’at yolculuğuna ilk çıktığı gün bu

köhne nizamı parçalıyan Hâmid, biraz

da bu sebeble, anlaşılamamış, hatta istih­ fafa uğramıştı. Düşünemezler ve kavnya- mazlardı kı o köhne ifade vasıtaları, o dar ve sıkıntılı yazı kalıplarile Hâmid kendi cihanı tefekküründe dolaşamazdı.

Hâmid, yaşadığı devrin yalnız edebî

itiyadlarına değil, dinî itikadlarına da

aykırı bir lisan kullanıyordu. Mevhuma- ta tapan bir mütevekkil muhitte Hâmid yepyeni bir felsefe ve bambaşka bir üs- lûbla:

Pişimde bu secdegâlıı tevhid Aklımda şükûk, dilde ümmid Fevkimde likayı sermediyet Zirimde fenayı ademiyet!...

Dediği zaman yalnız bu dört mısra bile zamanın fikirlerini dehşet içine atma­ ğa kâfi gelmişti. Ney ve muğpeçe şairle­ rinin duyuş ve anlayış seviyeleri Hâmidin irtifaı tahassüsüne nisbetle o kadar aşa­ ğı idi ki onun bir mezar başında:

Ey yâr şu nevbahar sensin Ben anlıyrum ki yâr sensin Ettikçe nigâh bahrii berre Birden sanırım ki bazı kerre Meşçerdeki rüzgâr sensin Ağlar derim eşkbar sensin Türben görününce anlarım ki Öldüm, bana türbedar sensin'....

Demesini kavryamamışlardı. Flâmidin bir mezar başında ve sevgili bir nâşın si­ ması üstünden göklere yükselttiği bu ses zalim bir akisle geri dönerek onun kula­ ğına:

Dünyayı beğenmiyen buyursun Ya sus, ya geber sen ey muacciz!

İtabı çarptığı zaman yaralı ve ma - temli şairin:

Lâkin o zaman dönüp derim ben Dünyayı ben istedim mi senden? ...

Bildimmi ki hep sitem var onda? Ey sonra da bir adem var onda?

Diye haykırışı, ve bu aralık aciz için­ de:

Koydun ona bir güzel vücudu Ettin yeri aklımın lıududü İdrakimi senge vakf kıldın Tuttum seni, üstüme yıkıldın!..

Tazallûmile kıvranışı, ve nihayet, te­ hevvür ve isyanla:

Yerden bite gayri mehlikalar Taşlıkları okşasın sabalar Yar ab bana ıstırab lâzım Herşeyde bir inkılâb lâzım; Gökten yere düşmeli dualar Baştanbaşa yağmalı belâlar İhlâli sükût için savaik Heykeller, ilâhlar, hüdalar... Sâfil semavatı cay edinsin, Teşhir olunup ecel tepinsin Bin velvele, bin kıyamet olsun Bin zelzele, bir inayet olsun;

Mahşer tozarak mezara binsin Çarpıp küreler kırılsın insin Yağsın nesi varsa kâinatın Lâkin, bu derin sükût dinsin!....

Deyişi muhitin uykulu ve uyuşük âle­ minde bir kasırga karışıklığı, bir küfür telâşı, bir ihtilâlü hercümerci yapmıştı.

Fakat Hâmid, artık yola çıkmıştı. M ah - dud, fakat zeki ve münavverlerden müte­ şekkil bir gönüllü kafilesile, o yürüyordu. Nihayet hedefine vardı, ve yeni devrin burçları üstüne kendi bayrağını dikmeğe

muvaffak oldu. Bu devri ve onu takib

ederek son nesle kadar gelen zamanı Hâ- mide izafe etmek en tabiî hakşinaslık ve hakikatseverlik icabıdır.

Maksadım Hâmidin tahlili edebisini yapmak değildir. Bunu daha salahiyetli­ lere bırakarak büyük üstadın san’at ahlâ­ kı üzerinde biraz konuşmak isterim. H â ­ midin havatı san’atı nekadar yüksekse ahlâkı san’atı da o derece mütevazı idi. Hâmid sitayişten üzülür, hele kendisine

dâhi denilmesinden kızardı. Yazılarını

sevdiklerinin tenkid ve tashihine arzet-

mek onun başlıca zevki idi. H er fikre

hürmet eder, her mütaleayı alâka ile dinlerdi. Bilhassa gençliği takdir ve tev- kirle severdi. «Bu yazım hoşuma gitme­ di, bana karşı sevgini bir tarafa bırak ta fikrini açıkça söyle!» mukaddemesile kaç defalar benim bile naçiz fikrimi sormuş­ tu. Hem bu müracaati öyle yazıları için vaki olurdu ki ben onları dinlerken zaten gaşyiçinde idim.

Hâmid, bu tevazuunda samimî idi.

Fsasen onun «tabıatten daha büyük bir âlemi ezdat» olan eserlerinde vasfı müş­

tereki samimeyit idi. Hâmidin dehayı

san’atı hep bu samimiyet üzerinde işle -

miş, eserlerinin en kuvvetli örgüsü bu

«samimiyet» olmuştur.

«Makber» i Osmanlı edebiyat âlemine takdim eden mukaddemesinde Hâmid:

«Âlemi edebiyatta bir âhıret lâzımdır.

Makber o âhiretten nişanedir. Makbeı

hayatı edebimizin kabristanıdır. Benim

zevalimdir» diyen ve gene o mukadde - mede: «Benim (eğer varsa) mehasinim dağların, bayırların, güzel yüzlerini, çi­ çeklerindir. Seyyiat'm benimdir.» Sözüy­ le tabiate aşkını söyliyen Hâmidin gös­ terdiği tevazu, hakikat bakımından de -

Sil, kendi düşüncesi itibarile samimidir.

Bu o kadar doğrudur ki eserleri şöyle dursun Hâmid, hususî sohbetlerinde bile en zarif nüktelerini tevazu mevzuları a- rasından seçerdi.

Tevfik Fikretin:

Fezayi lâtenahisile. zalmayı ley alile Bütün volkaniarile, rağdü berki pür

calâ-lile O fıtrat, pür garaib bir tecelligâh. bir âlem...

Mısralarında icmal ettiği Hâmidin iki şaheseri vardır: Biri ellerimizde dolaşan «Makber» i, ötekisi Zincirlikuyu sırtla­

rında yükselen «Mekad» ı, bunlardan

hangisi daha büyük tayin edemem. Yalnız şurası hakikattir kı müstakbel

nesiller bu Merkad gibi o Makberi de

bizden daha iyi anlıyacaklar, Hâmidin

hem Makberini hem merkadini ayni ih- t:mam ve ihtiram ile gönüllerde yaşata -

caklardır. Zaten Hâmid, «Gazub Bir

Şair» adlı şiirinde:

Ben eminim ki devri hazırda Yazdığım şeyler anlaşılmvmrak

diyerek kendisini gelecek nesillere malet- mişti.

Sözümü bitiriyorum. Tahammül ve

nezaketinizi suiistimal ettim. Affinizi di­ lerim.

Hitabeme nihayet verirken büyük H â ­

midin huzuru maneviyetinde, minnettar

ve nimetşinas bir şakird itaatile, eğilmeği kendime borç bilirim.»

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Thus, this study aims to shed light upon an overlooked area in teacher education by comparing the preferences of both pre-service and in-service English teachers in Turkey for

Intrathecal (levels T2–T3) and intravenous administrations of these peptides, however, showed little or no effects on the heart rate and blood pressure in the rat. Furthermore,

There had been no available patient decision support systems or decision aids to help patient to make a treatment choice for facial superficial pigmented disease.. The study

Since the E-cadherin-catenin complex is a functional unit, the decreased expression of .gamma.-catenin may affect the function of E-cadherin which in turn may affect the

In order to understand the role .alpha.-, .beta.- and .gamma.-catenin and E-cadherin in the gastric cancer, we used two gastric cancer cell lines (SC-M1, NU-GC-3) and

目前已知 SCA8/KLHL1 在人類及小鼠各組織及細胞株的表現情形,與先前的研究顯示 有些許差異,我們也利用 In-situ hybridization 來確認 SCA8/KLHL1

W ilhelm tarafından kar­ şılandığı gibi mermer ve metal bütün parçaları da Almanya’da hazırlanarak gem iyle İstanbul’a getiril­ miştir.. Abdülhamid’in