7 MART 1992
nw
E V E T -H A Y IR
w y § Oktay AKBAL
KARABAĞ KIYIMI VE BİZ...
"T BRAHİM Halil Han’ın kalesindeydlk. Ka-rabağ’ın başkenti Şuşa'da. Yıl 1978. Ag- ___ nam’dan yola çıkmış, döne döne dağı tır manıp Şuşa'ya varmıştık, öğleden sonraydı. Güneş battı batacak... Rusların yıktığı, sonra ye niden yapılan Şuşa kalesi bir İçkili lokantaydı artık. Tepeden çok güzel görünüyordu Karabağ ovası. Şaraplarımızı yudumlarken dalıp gitmiş tim eski günlere...
Şuşa, günlerce, haftalarca dayanmış Çarlık ordusuna. 19. yüzyılın ilk yılları. Bir yandan Iran, bir yandan Rus baskısına karşın Karabağ Hanlı ğı yıllarca ayakta kalmayı başarmış. İbrahim Han’ın başvezlri ünlü şair Penah Vakıfın başa rılı yönetimiyle bu küçük ülke bağımsızlığını uzun zaman korumuş... Ama bütün Kafkasya'yı ele geçiren Çarlık orduları, Hanlığın içinde ken dine hizmet edecek insanları da bulur bulmaz saldırıya geçmiş. Rus yanlıları rütbelerle, ni şanlarla, yüce görevlerle ödüllendirilmiş!..
Şuşa bir güzel yer. Bir dinlence kenti. Hava sıyla, tarihiyle, güzelliğiyle, Karabağ’ın incisi... İki gün süreyle Şuşa'da kalmıştım 1978’de. Bir sabah erkenden kalkıp çevreyi dolaşmıştım. Benim de atalarım buralıydı. Üç kuşak gerisi, o kadarda uzak değil!
Şimdi Şuşa ateşler içinde. Yalnız Şuşa de ğil, bütün Karabağ... Gazetelerde resimler. Kanlı cesetler. Kafası koparılmış çocuklar. Şu- şa’ya yağan roketler. Burnumuzun dibinde işle nen korkunç kıyımlar. Bu bir savaş mı? Hayır. Bu bir kıyım! Bakmayın siz yabancı TV’lerin, radyoların, gazetelerin bunu bir Ermeni - Azeri savaşı saymalarına. Hiç öyle değil. Bu, bir kı yım. Rus silahlarıyla, Fransız, Ingiliz sermaye çevrelerinin yardımlarıla, destekleriyle Azeri halkına karşı girişilmiş bir kıyım...
Geçen gün T Y S’de bir basın toplantısı dü zenlendi. Karabağ olaylarının yakın bir tanığı gerçekleri gözler önüne serdi. Silahsız, savun masız Karabağ köylerini basan Ermeni çetele rinin baş suçlu oldukları belgelendi. Evet, bu tek yanlı bir savaş. Kıyım, kırım amaçlı bir savaş... Haksız bir savaş...
Birçokları bir türlü anlamak istemiyor. Bi zim basında da gerçekleri görmek istemeyen ler var. Türkiye, Azeri - Ermeni kavgasında orta ya çıkmamalıymış. Batı’yı kızdırmamalıymış. Burnunu bu işlere sokmamalıymış. Turancılık, ırkçılık, aşırı şovenlik yapmamalıymış!.. Kim di yor yapılsın diye? önce şu gerçeği görmeli: Azeriler değil, Ermeni köylerine saldıranlar. Azeriler değil, Ermenistan’ın bazı parçalarını ele geçirmeye çalışanlar. Azeriler değil, kıyım yapanlar. Azeriler barış istiyor. Huzur içinde yaşamak istiyor. Bağımsız bir ülke olarak çağa yakışan bir düzen kurmak istiyor. Türkiye’yi kardeş, ağabey ülke olarak sevmek, benimse mek, birlikte çalışmalar yapmak istiyor.
TYS basın toplantısında tanınmış Türkolog Prof. Tevfik Melik uzun uzun anlattı: Saldırgan Ermenilerin Karabağ’ı ele geçirmekle yetinme yecekleri, ardından Nahçıvan’ı, daha sonra Kars’ı, daha başka Türk topraklarını da isteye ceklerini!... Bu, bir başlangıç. Arkalarında Batı Avrupa’nın sermaye güçlerini, silah fabrikaları nı buldukları için kendilerini yenilmez sandıkla rını...
Kimileri de bazı gençleri kışkırtıyor. Irkçı, Turancı, İslamcı politika gütmek isteyenler ca mi önlerinde, meydanlarda gösteriler düzenli yorlar. Onlara karşı çıkanlar var. Amaç sorunla rı birbirine karıştırmak... Türk kamuoyu aldat macalarla yanıltılmak isteniyor.
Azeriler Ermenistan'dan toprak isteseler, haklarını silah zoruyla, baskınla, kanla elde et meye çalışsalar, o zaman durum bambaşka bir görünüş kazanırdı. Her zaman barıştan yana ol muş Türk kamuoyu elbette ki saldırılardan yana yer almayacaktı. Azeriler bizim kardeşlerimiz diye onları desteklemeyecekti. Ama saldıranlar Ermeniler! Kıyım yapan Ermeni çeteleri. Daha doğrusu bir avuç gözü dönmüş, barış düşmanı, insanlık düşmanı Ermeni...
Türkiye, bu kanlı kıyımlar karşısında yansız kalabilir mi? Türk ulusu kalabilir mi? Her zaman haktan, haklıdan yana olmuşuz, şimdi bu çirkin liğe, bu haksızlığa, bu kıyıma ‘dur’ diyemeyecek
miyiz? Bunun yolu Ermenilere savaş açmak de ğil elbet DSP lideri Bülent Ecevit’in önerdiği başka etkili yollar, çareler var. Niye bu çarelere başvurmuyoruz? Niye ağırlığımızı duyurmak tan çekiniyoruz? İşte bunu anlamak zor.