• Sonuç bulunamadı

Kahve yasağı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kahve yasağı"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kahv e Ya s a ğ ı

Türkiyeye kahve on altıncı asırda, Kanu­

nî Sultan Süleyman zamanında girdi ve ev­

velâ Suriyede, bilhassa Haleb ve Şam şehir­

lerinde taammüm etti, îstanbulda da ilk kah­

vehane, hicretin 962

(Milâdın 1554) yılında

açıldı. Peçevîli İbrahim Efendi büyük şehir­

de bu kahvehanelerin açılışını şöylece nakle­

diyor:

« D o k u z u y u z a l t m ı ş i k i y ı l ı h u d u d u n d a H a - le p t e n H a k e m n a m ı n d a b i r h e r i f ve Ş a m d a n Şem s a d ı n d a b i r z a r i f g e lip — a v a m ı n ve a y a k t a k ı m ı n ı n k a l a b a l ı k o l a r a k b u l u n d u ­ ğ u — T a h t a k a l e d e b i r e r b ü y ü k d ü k k â n açıp k a h v e c i l i ğ e b a ş la d ı l a r . K e y f e m ü p t e l â bazı y â r a n ı sa fa, h u s u s ile o k u r y a z a r m a k u l e s l n - den nice z ü r a f a bu k a h v e h a n e l e r d e t o p l a n d ı , k i m i k i t a p o k u r , k i m i t a v l a ve s a t r a n ç İle m e şg u l o l u r , k i m i de y e n i y a z ı l m ı ş g a z e lle r g e t i r i p m a a r i f t e n b a h s o l u n u r d u . E s k id e n eşi d o stu t o p l a y ı p s o h b e t e t m e k iç in z i y a f e t l e r t e r t i p e d i l i r d i , k a h v e h a n e l e r a ç ı lı n c a b i r İ k i a kçe k a h v e p a ra s il e o n d a n z iy a d e c e m i y e t s a ­ tası e d e r o ld u la r . »

Kahvehaneler İstanbulda sür’atle çoğaldı

ve yayıldı, işsiz güçsüz takımı, bilhassa kadı

ve müderris ma’zulleri vakit geçirmek için

kahvehanelere devama başladı; mahallelerde

imamlar, müezzinler, hattâ büyükçe rütbe ve

mansab sahipleri bile kahvehane müşterisi

oldular. Kahvehanelerin halk ile dolup boşal­

ması, bilhassa gençlerin, hattâ tüysüz çocuk­

ların kahvehanelere girip çıkması, bazı müte-

assıb ulemayı kahvehaneler aleyhinde hare­

kete geçirdi: «Birer mesavi hanedir, kahve­

hanelere varmaktan meyhaneye varmak ev­

lâdır» demeğe başladılar, camilerde, mescid-

lerde kahvehanelere gidilmemesi için vaizler,

nasihatler verildi. Nihayet üçüncü Murad za­

manında: «Her ne ki fahim mertebesine vara,

yâni kömür ola, sırf haramdır» diye bir fet­

va verilerek ilk kahve yasağı çıktı; kahveha­

neler kapatıldı. Fakat kahvehane yârenliğinin

tadı halkın damağında kalmıştı, kahvecilik de

çok kârlı bir işti, mahalle aralarında, ara so­

kaklarda, çıkmaz sokaklarda, bazı dükkânla­

rın ard kısımlarında gizli koltuk kahveleri a-

çıldı, kahveciler de bu yasağın tatbikine me­

mur subaşı ile ases başıya ve adamlarına göz

yumma payını verdiler, halkın kahveye ipti-

lâsı o dereceyi

buldu ki koltuk

kahveleri

arı kovanı gibi işlemeğe başladı; vâiz efendi­

ler de ağızı değiştirdiler: «Kahve kömür had­

dine gelmez imiş, içmesi caiz imiş» demeğe

başladılar. Payitahtın tanınmış uleması, şeyh­

leri, kahve müdavimlerini hoş gördüler, kah­

ve yasağı kaldırıldı; bunun üzerine servet sa­

hipleri, vezirler, irad

olarak

gayet büyük,

müzeyyen ve mükellef kahvehaneler yaptır­

dılar ve kahvecilerden günde bir, iki altın

kira alır oldular. Nihayet bir rivayete göre

üçüncü Mehmed, bir rivayete göre de birinci

Ahmed zamanında memlekete tütünün girme­

si ve tütün tiryakiliğinin yayılması, kahve sa-

fasına cilâ verdi ve kahvehanelerin şevkini,

revnakını

arttırdı.

Büyük

kahvehanelere,

semtlerine göre topçu, tersane, kalyoncu, ye­

niçeri, cebeci neferleri, hammal, sandalcı, ka­

yıkçı, fırın uşağı, hamam uşağı gibi ayak ta­

kımı bekârlar doldu, kibar müşteriler, efen­

diden kimseler, derlice topluca mahalle kah­

vehanelerine çekildiler.

Nihayet

dördüncü

Murad zamanında, kahvehaneler tütünün a-

teşine yandı, çok şiddetli ve amansız bir tü­

tün yasağının yanısıra çök şiddetli bir kahve

yasağı çıktı. O ziynetti, nakışlı, havuzlu ve

fıskiyeli mükellef kahvehaneler yıkılarak yer­

lerine bekâr ve nalband odaları yapıldı. Bir

ara Edirnede bazı kimselerin yasağa rağmen

kahvehane açtığını haber alan Sultan Murad

bostancıbaşıyı cellâdlarla beraber Edirneye

gönderdi, yasağa rağmen kahve işleten birkaç

kişi idam olundu ve kahvehanelerinin çatısı

yere indirildi. Türkiyede kahvehaneler, tek­

rar, ancak bu Padişahın ölümünden sonra a-

çılabildi ve memleketimizde ikinci bir kahve

yasağı da çıkmadı. Yalnız ikinci Sultan Mah-

mud, kanlı bir şehir muharebesile yeniçeri o-

cağını kaldırdıığı sırada, yeniçeri döküntüle­

rde taraftarlarının toplantılarına mâni olmak

ve dolayısile yeni bir fitne tehlikesinin önünü

almak için, birkaç sene tstanbuldaki kahveha­

neleri kapattı, ortalık iyice yatıştıktan sonra

da kahvehaneler, birer ikişer açılmağa baş­

ladı.

Kahve yasağı münasebetlle, fırsat elde

iken eski İstanbul kahvehanelerinden de bah­

setmek gerekir, şirin bir sohbet mevzuudur.

Eski

İstanbul kahvehaneleri

arasında

dikkate şâyan olanı, ocaklarının lâğvına ka­

dar büyük şehirde pek gürültülü bir hayata

sahne olmuş bulunan yeniçeri kahvehanele­

ridir.

Yeniçeri Ocağının zaptı rabtı bozulup da

hemen bütün İstanbul esnafı ocağa yoldaş ya­

zıldıktan sonra, kahveciler de, kahvehaneleri­

nin kapısı üzerine mensup oldukları Yeniçeri

(2)

Ortasının nişaniiu asmağa başlamışlardı. Her

ortanın yoldaşları da kendi nişanlarını taşıyan

kahvehanelere çıkar olmuşlardı.

Üçüncü Selim ve dördüncü Mustafa de­

virleriyle ikinci Mahmudun ilk saltanat yıl­

larında yeniçeri ocağı, kelimenin en yerinde ve

kuvvetli mânasiyle bir haşarat yatağı olmuş­

tu. Öyle ki, İstanbul civarında, meselâ Gala­

ta, Tophane, iki yakalı Boğaziçi köyleri ve

bilhassa Üsküdarda ırz ve namus sahipleri,

fevkalâde bir lüzum görmedikçe evlât ve eya-

lini sokağa çıkaramazdı. Kız ve kadın şöyle

dursun, dört kaşh delikanlılar bile yeniçeri

erâzüinin şeni’ sarkıntılıklarına uğrardı. Dev­

rin bir vakanüvisi, bu haşaratı şöyle tasvir

eder:

« Y e n i ç e r i adı ile s o lu ğ a ç o c u ğ a t e c a v ü z eden m a n a v , h a m a l , b ö r e k ç i v e k a y ı k ç ı m a k u - le s in d e n v e köşe baş ı k a b a d a y ı l a r ı n d a n o lu p p a s k a l y a v e d o m u z k ı r ı m ı n d a , s o k a k l a r d a a- b a l a r ı n ı y a y a r a k geçen h ı r i s t i y a n l a r d a n b i r e r i k i ş e r p a r a a l m a ğ a t e n e z z ü l eden u t a n m a z l a r , h a n g i o r t a y a m e n s u p ise k o l u n a o o r t a n ı n n i ­ ş a n ı n ı n a k ş e t t i r i r , g û y a g ö r e n l e r k o r k s u n d i ­ y e de k o l l a r ı s ı v a l ı g e z e r le r . B a ş l a r ı n a b i r e n ­ d a zede n u z u n a c a y i p b i r s a r ı k s a r ı p s o k a k ve p a z a r l a r d a i t l i k t e n k i n a y e b a l d ı r ı ç ı p l a k d o ­ la ş ı r l a r . »

Yeniçeri kahveleri yukarıdaki satırlarda

canlandırılan baldırı çıplak külhânîlerin sa­

bahtan akşama kadar saz ve söz ve hattâ iyşü

nûş, afyon ve esrar ile keyif çatıp eğlendik­

leri yerlerdi. Hemen hepsi gayet büyük ve

fevkalâde süslü olan bu kahvehaneler, umu­

miyetle İstanbulun manzarası en güzel yer­

lerine, bilhassa denize nâzır sur bedenleri üs­

tüne yapılır, yahut, deniz üstüne kazıklarla

atılmış salaşlarda kurulurdu. Her kahvehane­

nin mahbub köçekleri, sazendeleri, kıssa han­

ları, eli ayağı düzgün şabı emred uşakları

bulunurdu.

Peykeler kilim ve seccadeler, kuzu pös-

tekileri ile döşenir, duvarlara bektaşi levha­

ları asılır, yerlere fırdolayı hasır döşenirdi.

Tavandan peykelerin hizasına kadar inen cam­

ların önü çiçek saksıları, bilhassa fesleğenlerle

donatılırdı. Kahvehanenin ortasında daima,

etrafı saksılarla süslü bir havuz ve fıskiye

bulunurdu. Kahve ocakları ise bir gelin kö­

şesi gibi süslenirdi. Kapaklı ve açık boy boy

cezveler, dolap dolap fincanlar, en az bir kaç

tanesi gümüş ve altm başlıklı billûr şişeli ol­

mak üzere nargileler, kehribar ağızlıkh çu­

buklar, çiçekli oymalı levhalar bir servet teş­

kil ederdi. Ocak başında da, umumiyetle, kah-,

12

vehane sahibinin evlât niyetine büyüttüğü bit1

delikanlı bulunurdu.

Bahsettiğimiz devirde, İstanbulun bu ta­

bakadan olan gençleri arasında Cezayir kesi­

mi esvap modası yayılmıştı: Yazın beyaz di­

miden, kışın da beyaz yünlüden dizin bir ka­

rış üstünde kısa diz çakşırı, belde kırmızı şal

kuşak, nar çiçeği necef taşından düğmeleri

daima çözük mintanın kolları sıvalı ve sağ

kolun bazusunda orta nişanı görünecek.. Baş­

ta Cezayir fesi üstüne oyalı grep.. Baldır ba­

cak çıplak. Kış ise diz kapağına kadar çıkan

beyaz üstüne kırmızı çiçekli yün çorap.. A -

yakta Kayserinin, sarı sahtiyanından yeme­

ni, filar... İyş-ü işret âlemlerinde nam almış

külhânî civanlar, başlarına bir de çiçek ilişti­

rirler..

Her yeniçeri kahvehane yaptırıp açamaz­

dı, kahvehane sahiplerinin hemen hepsi, en

namlı yeniçeri zorbaları idi. Ocağın son yıl­

larında kahvehane sahibi olan yeniçeri zorba­

larının en namlıları Kuledibi kahvehanesinin

sahibi kalyoncu Burunsuz

Mustafa, Hendek

kahvehanesinin sahibi Tersaen başçavuşu Da-

rıcah İbrahim çavuş, Çardak iskelesi kahve­

hanesinin sahibi 56 h yoldaşlarından Galatah

Hüseyin Ağa, Toygar tepesi kahvehanesinin

sahibi Tiflisli Ali, Balaban iskelesi kahveha­

nesinin sahibi Kız Mustafa, Esir Pazarı kah­

vehanesinin sahibi Babadağlı, Haşan Paşa ha­

nı kahvehanesinin sahibi Sarhoş Mustafa, Ir-

gad pazarı kahvehanesinin sahibi Turnacı

Ömer idi.

Yeni yapılan bir yeniçeri kahvehanesi

döşenip dayandıktan sonra, kapısının üstüne

asılacak olan orta nişanı için parlak bir alay

tertip edilerek açılırdı. Orta nişanı, umumi­

yetle şimşir, nadiren de abanoz üzerine ka­

bartma olarak işlenir, münasip boyalarla bo­

yanır ve tezhib edüirdi. Kahvehanelerin ni­

şan alayı, Süleymaniyedeki Ağa kapısından

başlardı. Nişan levhasını baş karakollukçu

başının üstünde tutardı. Kırk elli ve hattâ da­

ha fazla delikanlılar,

altın ve gümüş kınh

hançerler, keşmir şalları, Cezayir kesimi es-

vaplariyle levhanın önü ve ardı sıra yürür­

lerdi.

Alayın en önünde de elleri teberli bek­

taşi babaları bulunurdu. Soytarılar, çengiler,

köçekler envai maskaralık yapıp oyun oynar­

lar, atlı alay çavuşları, nişanın geçeceği yol­

lardaki halkı kırbaç ve kamçı ile dağıtarak:

«Savulun bire savulun... Nişan geliyor!» diye

bağırırlardı.

Çardak kahvehanesinin sahibi Galatah

Hüseyin ağa, devrinin usta bir destan

(3)

şâiriy-X I şâiriy-X uncu asırda havuzlu, fıskiyeli, münakkaş ve m ükellef bir İstanbul kahvehanesi. Kendisine hâs iç mimarisiyle bu güzel yapılardan bugün tek örn ek dahi kalmamıştır. (A llom ’un resimlerinden)

(4)

di.. Hayatı kendi destanlariyle oldukça aydın­

lanan bu adam, himâye edip evlât niyetine

büyüttüğü Osman adındaki bir gence açtığı

bir kahvehaneden şöyle bahsediyor:

T o p h a n e d e k a h v e h a n e a ç a y ı m İ ç in e s im ile z e r i s a ç a y ı m F a ğ f u r î f i n c a n b i l l û r b a r d a k a l a y ı m T a v a n ı n d a n a l t ı n t o p u s a l l a y ı m O s m a n B e y de b e n i m ç ı r a ğ ı m o ls u n K a h v e h a n e s i g ü z e l l e r l e d o ls u n ..

Yeniçeri kahvehanelerinden sonra, büyük

şehirde yine kendine mahsus bir âlem olan

tulumbacıların çalgılı kahvehaneleri gelir.

îstanbulun eski tulumbacı çalgılı kahve­

leri hakkında en sağlam bilgi sahibi, bu sa­

tırların yazıldığı sırada yetmiş iki yaşlarında

kadar olan Üsküdarlı halk şâiri Vasıf Hoca­

dır ki, kendisi yıllarca çalgılı kahveler yap­

mış, sohbetine ve tatlı diline doyum olmıyan

bir mübarek zattır. Vasıf Hoca, bana verdiği

kıymetine paha biçilmez notlarda, çalgılı kah­

vehanelerin İsfanbulda ne zaman başladığını

tesbit edemiyor: «Selânik şehrinde de yapıl­

dığım işitmiş isem de kimbilir ne kadar se-

nedenberi ramazanlarda

İstanbulumuza hâs

bir âdet olduğundan ekseriya tulumbacı kah­

vehanelerinde yapılmakta idi» diyor. Vasıf

Hocanın notlarını okuyalım:

« Ç a lg ı lı k a h v e h a n e y i iş le t e c e k o la n k i m ­ se s ü r r e a l a y ı n ı n e rte s i g ü n ü h a z ı r l a n m a ğ a b a ş la r d ı . E l v a n k â ğ ı d l a r d a n z e n c i r l e r ve g ü l ­ l e r y a p ı l ı r , ve k a h v e h a n e n i n t a v a n ı , t e k t a h ­ tası b ile g ö r ü n m l y e c e k k a d a r g ü l l ü g ö b e k l e r , y a h u t b e ş ik ö r t ü s ü t a r z ı n d a k â ğ ı t z i n c i r l e r l e d o n a t ı l ı r d ı . B i r kö şe de ç a l g ı l a r a m a h s u s b i r y e r a y r ı l ı r , b u r a y a da, y e r d e n y ü k s e k , ş a n o m - su b i r sed y a p ı l ı r , gü zel r e s i m l e r , k â ğ ı d d a n g ü l l e r l e d o n a t ı l ı r , ü ç t a r a f t a k a l a n d u v a r a da b i r k a ç ç i v i ç a k ı l a r a k b u n l a r a da ç a l g ı c ı l a r ı n k l a r l n e t , d a r b u k a , ç i f t e n a k k a r e l e r i a s ı lı d ı r . K e n d i l e r i İçin de s a n d a l y e l e r d i z i l i r d i . K a h v e ­ h a n e n i n d u v a r l a r ı n a da y i n e gü zel r e s i m l e r ve a y n a l a r a s ı l ı r d ı . B u n l a r ı n e t r a f ı da e lv a n k â ğ ı d d a n g ü l l e r ve ç i ç e k l e r l e d o n a t ı l ı r d ı . R a ­ m a z a n d a k a h v e h a n e y e g e le c e k m ü ş t e r i l e r iç in de a y r ı c a k ü ç ü k h a s ı r İ s k e m l e l e r h a z ı r l a n ı r d ı . A r i f e g ü n ü n ü n a k ş a m ı k a h v e h a n e d e k i b ü t ü n m a s a l a r k a l d ı r ı l ı r , y e r l e r i n e b u h a s ır İ s k e m ­ l e l e r d i z i l i r d i . «Ç a lg ı t a k ı m ı n ı t e ş k i l eden k l a r l n e t , z u r ­ na, ç l f t e n â r a v e d a r b u k a c ı l a r , s a z l a r ı n d a k i m e h a r e t l n e göre, g e c e l i k h e sa b lle t u t u l u r d u , k e n d i l e r i n e b i r p e y v e r i l i r d i ; b u n a k a r ş ı l ı k da s a z la rı a l ı n a r a k çalg ı y e r i n d e k i ç i v i l e r e

ası-14

l i r d i ; g e c e le ri, ça lg ı p a y d o s u n d a , ç a l g ı c ı l a r s a z la r ı n ı a lı p g ö t ü r e m e z l e r d i ; ç ü n k ü , a l d ı k l a ­ rı p e y i k â r s a y a r a k ç a l g ı l a r ı n ı k o l t u k a lt ı e d l - v e r l r l e r s e e rte s i a k ş a m u ğ r a t t ı r a c a k l a r ı n d a n , k o r k u l u r d u ; bu t a k d i r d e ç e k i l e n z a h m e t l e r , h a r c a n a n e m e k l e r boşa g id e r , k a h v e h a n e b i r i k i gece ç a lg ı s ı z k a l ı r , h a l k a k a rş ı da k ü ç ü k d ü ş ü l ü r d ü . R o m a z a n ı n b i r i n c i g ü n ü a k ş a m ı n d a , ç a l ­ g ı lı k a h v e h a n e l e r i n m e r a k l ı l a r ı , v e m ü ş t e r i ­ l e r i , t e r a v i h t e n s o n r a g e lm e ğ e b a ş la y ı p y e r l e ­ r i n i t u t a r l a r d ı . Ç a lg ı o y u n h a v a l a r ı , ş a r k ı ve t ü r k ü İle b a ş la r d ı . K a h v e h a n e n i n ç ı ğ ı r t g a n ı o la n z a t b i r s e m â l y a h u t d i v a n o k u y a r a k b i r r a m a z a n s ü r e c e k o la n ça lg ı â l e m i n i a ç a rd ı ; b u r a d a , m ü ş t e r i l e r e hoş g e ld in y o l l u b i r İ k i de m â n i s ö y l e r ve k a h v e y i t a k d i m e d e r d i, y â ­ n i ç a l g ı l ı k a h v e n i n k i m i n t a r a f ı n d a n h a z ı r l a ­ n ı p i ş l e t i l e c e ğ i n i s ö y l e r d i . ( M e s e lâ ; V a s ı f H o ­ ca g i b i ) b u işde h ü n e r ve İ k t i d a r s a h i p l e r i n i n ş ö h r e t l e r i o z a m a n l a r b ü t ü n İ s t a n b u l u t u t m u ş İ d i k İ, i s i m l e r i n i n z i k r i m ü ş t e r i l e r ü z e r in d e b ü y ü k t e s i r y a p a r d ı ; esasen ç a lg ı lı k a h v e n i n k i m i n t a r a f ı n d a n h a z ı r l a n d ı ğ ı , se m tç e , r a m a ­ z a n d a n h a f t a l a r c a e v v e l m a l û m o ld u ğ u g ib i, t u l u m b a c ı l ı k â l e m i n d e , r a m a z a n l a r d a , k i m i n n e re d e ç a lg ı lı k a h v e y a p t ı ğ ı da b l l l » ' , rri| . « Ç a lg ı lı k a h v e h a n e l e r e , şâbı e m r e d o l ­ m a m a k ş a r t l y l e a rz u eden h e r s ı n ı f h a l k g e l e ­ b i l i r d i ; f a k a t has m ü ş t e r i l e r i t u l u m b a c ı , a r a ­ bacı ve sa n d a lc ı g ib i a y a k t a k ı m ı il e b u n l a r ı n u ç a rı ç a p k ı n ve k a b a d a y ı k ı s m ı id i. A ğ ı r b a ş ­ l ı l a r , k a h v e c i y e ve e t r a f a u s u ld e n o la n s e l â ­ mı v e r d i k t e n s o n ra b i r - kö şe ye ç e k i l i p o k u ­ y a n l a r ı s ü k û n e t l e d i n l e r l e r id i. « K a p ı d a b u l u n a n k a r ş ı l a y ı c ı l a r , k e n d i s i n i k u r t a r m a m ı ş g e n ç le r i iç e r i s o k m a z l a r d ı . M ü ­ d a v i m l e r i n ele a v u c a s ı ğ m a z u ç a r ı l a r ı ise, c e ­ k e t l e r o m u z d a , f e s l e r y â r t e k m e s i ( b i r t a r a f ı ç u k u r l a ş t ı r ı l m ı ş ) y a h ı f t y a r d a n a y r ı l d ı m ( ü ç köşesi k ı r ı k ) , k u ş a k l a r ı n ı n u ç l a r ı b i r k a r ı ş k a d a r s a r k ı t ı l m ı ş , ve d a h a İ l e r i g i d i l e r e k b ı - ' ç a ğ ın sapı k u ş a ğ ın İ ç in d e n üç d ö r t p a r m a k ç ı k a r ı l m ı ş , o t u r a n l a r ı s ü z e r e k ve a ğ ı r başlı, f e l e ğ i n ç e n b e r i n d e n g e ç m iş k â m i l l e r e h a k a ­ r e t l e b a k a r a k y e r l e r i n i a l ı r l a r d ı ; kİ bu t a k ı m d a n ç o ğ u n u n p e şin d e b i r za b ı t a m e ­ m u r u d o la ş ı r, ve b i r v a k ’a y a sebep o lm a m a s ı İçin göz h a p s in d e t u t u l u r d u ; f a k a t a s lı n d a da o n l a r k u r u p a t ı r d ı l a r d a n b a şka b i r şey y a p a ­ m a z l a r , u m u m i y e t l e ç ı k a r d ı k l a r ı « ç ı n g a r » d a N r e z i l o l u r l a r d ı . « Ç a lg ı lı k a h v e l e r e k i b a r ve r ic a l d e n de nice k i m s e l e r g e l i r l e r d i kİ, k e n d i l e r i n i gös- t e r m l y e c e k b i r k ö ş e y i t u t a r l a r , â r l f a n e s ö y ­ le y e n l e r i d i k k a t l e d i n l i y e r e k o k u y a n l a r ı t a k

(5)

-d i r il e k a l k a r l a r , t a k -d i r m a k a m ı n d a da b i r t e m e n n a ile t a l t i f e d ip g i d e r l e r d i . « Ç a lg ı lı k a h v e l e r d e ç ı ğ ı r t g a n s ö y l e d i k t e n s o n r a , a ğ ı r b a ş l ı l a r d a n , y a k e n d i l e r i n d e n b i r i y a h u t y a n l a r ı n d a s u r e t i m a h s u s a d a g e t i r d i k ­ le r i b i r s ö y l e y i c i v a r ise, o, s e m a i, d i v a n , k o ş ­ m a , m â n i , h e r ne ise b i r şey o k u r d u . O m u ­ h i t i n t â b i r i d i r , el e ld e n ü s t ü n d ü r a rş a v a r ı n ­ ca , k e n d i s i ç ı ğ ı r t g a n d a n d a h a k u d r e t l i olsa

b ile , i r f a n ica b ı, ç ı ğ ı r t k a n ı t a k d i r ile k a r ş ı l a ­ y a n b i r ka ç sözü de o k u d u k l a r ı n a k a r ı ş t ı r ı r d ı . K o p u k k a b a d a y ı g ü r u h u ile: K a r a n f i l s i n k a r a r ı n y o k G ö n ce g ü ls ü n t i m a r ı n y o k g i b i s ö y le n e s ö y le n e b a y a t l a y ı p ç ü r ü m ü ş m â ­ n i ve k o ş m a l a r l a b e n l i k i d d i a s ı n d a b u l u n u r ­ la r , t a k l i d y o l l u d ü z d ü k l e r i m â n â s ı z ş e y le r l e k e n d i l e r i n i d e v a y n a s ı n d a g ö r e r e k b i r g ü r ü l ­ t ü , h ı r ç ı k a r m a ğ a y e l t e n i r l e r d i . G e r ç i y a p m a k i s t e d i k l e r i y o l s u z l u k l a r k e n d i l e r i n e p a h a l ı y a m a l o l u r , f a k a t n ic e e m e k l e r l e ve f e d a k â r l ı k ­ l a r l a k u r u l a n ç a lg ı lı k a h v e h a n e de, h e n ü z m a s r a f ı n ı n d ö r t t e b i r i n i ç ı k a r m a d a n z a b ı t a c a k a p a t ı l ı r , baza n da m üe ss isi c e za ya ç a r p t ı ­ r ı l ı r d ı . «O z a m a n l a r , g ö r e n e k ica b ı, İ s t a n b u l d a b i n l e r c e m â n i c i v a r d ı . M e k t e p ç o c u k l a r ı a r a ­ s ı n d a b il e i k i se m a i ve m â n i b i l m i y e n , h a t t â s e m a i v e m â n i d ü z m e y e ö z e n m i y e n y o k g i ­ b i y d i . B e n im t a n ı d ı ğ ı m en n a m l ı m â n i c i ve s e m a i c i l e r d e n b a z ı la r ı ş u n l a r d ı r : « M e k t e b i H a r b i y e l i E m i n Şah, Ü s k ü d a r l ı k e t e b e d e n H a k k ı Be y, T ı b b i y e l i İ s m a i l H a k ­ k ı, H a d d e h â n e ’ den K u l a k s ı z ı ! M u s t a f a R e f i k , H a d d e h a n e d e n U n k a p a n l ı B o d u r T e v f i k ve k a r d e ş i B o d u r Ş e v k i , y i n e H a d d e h â n e d e n Y u ­ s u f il e B a l a t l ı E t h e m , S i b y a n t a b u r u n d a n A - r a p Ş e r a f e d d i n , B a l a t l ı H a ş m e t , D e f t e r d a r l ı t u l u m b a c ı Ç i r o z A l i , Z e y t i n b u r u n l u Z i l izzet, M u s t a f a Ra zi, Ü s k ü d a r l ı A r a p H ü s n ü , B e ş i k ­ t a ş lı M u a m m e r , B e y k o z l u K â t i b S a lih .. « M e k t e p g ö r m e m i ş e zb e rc i m a n i c i l e r i n m e ş h u r l a r ı : H a r a b a t H a l i l , Ü s k ü d a r l ı A r a p Ş ü k r ü Reis, K a y ı k ç ı İ b r a h i m , İ s h a k A ğ a , B e k ­ çi A h m e d , K u l a k s ı z l ı t u l u m b a c ı Ç ı t a k , E r m e ­ n i H a s k ö y l ü H a m p a r , Ü s k ü d a r l ı K a r a b e t , B a - l a t h a m a m ı n d a n A n d o n . « M a n i c i l i k k o l a y g ö r ü n ü r s e de, f a k i r b e ­ c e r e m e d i ğ i m d e n o l a c a k k i, ( V a s ı f H o c a n ı n en usta m â n i c i l e r d e n o l d u ğ u n u b il h a ssa k a y d e ­ d e r i m ) , b a n a z o r g e l i r . Ezbere m â n i c i l i k f i k ­ r i m c e h iç b i r k ı y m e t i h a iz d e ğ i l d i r . S ö y l e r s ö y l e r b i t e r , s a r f e d e c e k s e rm a y e s i b i t i n c e de hem m a t hem de p iş m a n o l u r . İ r t i c a l e n m â n i

s ö y le m e ğ e g e li n c e , k a r ş ı l ı k l ı a ç ı la n « a y a k » h e r ne ise, h a v a y a p ı l ı n c a y a k a d a r s a t ı r ı z i h n i n d e t e c e l l i e t t i r i r v e s ö y le r , bu da u m m a n g i b i t ü ­ k e n m e z b i r s e r m a y e d i r . G ü r e ş m e y d a n ı n d a m a ğ l û p o la n b i r p e h l i v a n a l a y ı n b i r k ö ş e s i n ­ den iz b u l u r ç ı k a r a m m a , k a h v e h a n e d e m a t o la n b i r m â n i c i d e r h a l k a ç a y ı m dese b i l e k a - ' p ı d a n ç ı k ı n c a y a k a d a r , iz ze ti n e f is s a h i b i ise, b i r h a y l i t e r d ö k e r . Ö l e n l e r e r a h m e t , h a y a t t a o l a n l a r a s ı h h a t ve se lâ m e t . . Bu z ü m r e n i n , h a ­ k i k a t i s ö y l ü y o r u m , en n â ç iz b i r f e r d i o l a r a k y a ş ı y o r u m . . , « Ç a lg ı lı k a h v e l e r d e b i r ç e r ç e v e iç in d e , b i r de m u a m m a t a n z i m e d i l i p a s ı lı r d ı ; h a ll e d e c e k z a ta da b i r m ü k â f a t v â d e d i l i r ve bu m ü k â f a t da m u t l a k a v e r i l i r d i ; f a k a t şu ş a r t ile k i , m u ­ a m m a n ı z ş u d u r ! d e m e k k â f i d e ğ i l d i , m u a m ­ m a y ı asan zatı m â n i ile de m a t e t m e k g e r e k t i . « B i r a s ı r k a d a r e v v e l D e m i r k a p ı d a ve Ç e n b e r l i t a ş d a s ı r a İle m u a m m a k a h v e h a n e l e r i de y a p ı l ı r m ı ş . . Y e t i ş e m e d i m . . Saz â ş ı k l a r ı n ı n m u a m m a l a r ı n ı b i l i r i m . A s t ı k l a r ı m u a m m a l a ­ ra m ü ş t e r i l e r i t a ş l a m a k , y â n i m e d h ü sena e t ­ m e k g ib i u s u l l e r l e p a r a t o p l a r l a r ve bu p a r a ­ l a r ı b a l m u m u ile m u a m m a n ı n ç e rç e v e s in e y a - p ı ş t ı r ı r l a r d ı . A ç ı k t a n h a lle d e n o lu r s a , t o p l a n a n bu p a r a y ı a l ı r d ı ; o lm azsa , d i ğ e r b i r y e r e g i ­ d e r l e r ik e n a r a l a r ı n d a t a k s i m e d e r l e r d i . M â - n i c i l e r g i b i , b u n l a r ı n da ço ğu e z b e rc i id i.

Adam aman... arife

Bir işaret kâfidir hakşinâsan ârife

Vâkıf olmaz her kişi hakkiyle maarife!..

Ç a lg ı lı k a h v e h a n e l e r d e d u h u l i y e , m â d e n i p a r a z a m a n ı n d a 20 p a r a id i; f a k a t y i r m i p a r a v e r e n , ko ca k a h v e h a n e d e y i r m i k iş i ç ı k m a z ­ dı. O z a m a n ı n ö r f v e â d e ti v e ç h i l e , y i r m i p a ­ r a b ı r a k m a k a y ı p s a y ı l ı r d ı . B i r k u r u ş , i k i l i k , ç e y r e k b ı r a k a n l a r ç o k o l u r d u . H a t t â b i r s e m t ­ te n t o p l a n ı p b i r k a ç k i ş i g e l e n le r üç beş g ü ­ m ü ş m e c i d i y e b ı r a k ı p ç ı k a r l a r d ı k i bu da, k a ­ n a a t ile, ç o k a p r a id i. « Y a r ı m a s ı r e v v e l k i ç a lg ı lı k a h v e l e r i n en m e ş h u r l a r ı ş u n l a r id i: D e f t e r d a r is k e le s in d e K â h y a İ s m a i l i n k a h v e h a n e s i B a l a t t u l u m b a c ı k a h v e s i K ü ç ü k M u s t a f a Paşada t u l u m b a c ı k a h v e s i C i b a l i d e t u l u m b a c ı k a h v e s i U n k a p a n ı k a h v e h a n e l e r i B a y e z id d e k ö ş k l ü l e r i n k a h v e h a n e s i D i r e k l e r a r a s ı n d a ç a lg ı lı k a h v e h a n e l e r G e d ik p a ş a d a a r a b a c ı l a r , t u l u m b a c ı k a h ­ ve h a n e si Ç u k u r ç ç ş m e d e T a ş h a n k a h v e h a n e s i

15

(6)

M Â N İ Y u s u f p a şa da C l m b o n A l i n i n k a h v e h a n e s i Ş e h r e m i n i n d e S a r a y m e y d a n ı n d a P e h l i ­ v a n ı n t u l u m b a c ı k a h v e h a n e s i M e v l e v i h a n e T u l u m b a c ı k a h v e h a n e s i K a r a g ü m r ü k t e U z u n A h m e d i n k a h v e h a n e s i K a s ı m p a ş a d a K â t i p Ö m e r i n k a h v e h a n e s i H o r h o r d a A b d u l l a h ı n k a h v e h a n e s i U z u n y o l d a T o s u n u n k a h v e h a n e s i Ç e ş m e m e y d a n ı n d a H u r ş i d i n k a h v e h a n e s i Y ü k s e k k a l d ı r ı m d a u m u m h a n e l e r k a r ş ı s ı n ­ da y ü k s e k k a h v e h a n e H e n d e k t u l u m b a c ı k a h v e h a n e s i B e ş ik t a ş d a P a şa n ın k a h v e h a n e s i S a m a n p a z a rı k a h v e h a n e s i Ü s k ü d a r is ke le si M e y d a n k a h v e h a n e s i P a n g a l t ı d a K a l f a n ı n k a h v e h a n e s i « B u n l a r ı n i ç in d e de en n a m lı s ı , H e n d e k T u l u m b a c ı k a h v e h a n e s i id i. F a i k B e y n a m ı n ­ da b i r t u l u m b a c ı t a r a f ı n d a n d o n a t ı l ı r d ı . G ü ­ z e l l i k ve f e r a h l ı k i t i b a r i I e de P a şa n ın k a h v e s i ü s t ü n e y o k t u . « Ben, on s e k iz r a m a z a n , y â n i on s e k iz y ı l , İ s t a n b u l u n m u h t e l i f s e m t l e r i n d e ç a lg ı lı k a h v e h a n e y a p t ı m . O h ı r g ü r o ca ğ ın ı n , h e r y ı l , H a k k ı n in â y e t i , ve m ü d a v i m l e r i m i n bu nâ çize o la n h ü s n ü m u h a b b e t l e r i sa y e s in d e g ü r ü l t ü s ü z ve le k e s iz o l a r a k sona e rm e s i m ü ­ ye sse r o l m u ş t u r . E k s e r k a h v e h a n e l e r , r a m a ­ zanı ş e r i f i n o r t a s ı n a b ile v a r m a d a n b i r k a v g a ç ı k a r , z a b ı t a t a r a f ı n a d n k a p a t ı l ı r d ı ; z i r a m ü ­ d a v i m l e r i n i n e k s e r i y e t i n i ç a p k ı n l a r t e ş k i l e- d e rd i. »

Aşağıdaki divan ve ayaklı mâniler, Vasıf

Hocanın, bu içli halk şâirinin, kendisile boy

ölçüşmeğe kalkanları mat ettiği irticalen söy­

lenmiş nefîselerdir:

A ş k ü z e rin e : D İ V A N Be n d e b e n l i k k o y m a d ı h iç z e r r e veş c â n â n ı a şk E y le m e z asla t e k e b b ü r k i m d e v a r î m a n ı aşk K a s r ı d i l d e b i r v i r a n e h ü k m ü k a l m a z d e v r ile B ö y l e d i r b e z m i eze ld en h a z r e t i f e r m a n ı a şk H e r g ö n ü l d e b a şka b a şk a c i l v e l e r e y l e r z u h û r F e t h i d e r v a r l ı k h is a r ı n hâcei f e r m a n ı aşk T e r k i c a n d ı r y â r iç ü n â ş ı k l a r ı n âh it m e s i B ö y le b i r p â zâ rı s ı r d ı r â m i l e m e y d a n ı a şk M en a r e f t e n de rs a l a n l a r h e r ne v a r s a hoş g ö r ü r K â m i l e y l e r şeş c ih e t d e n â d e m i i m k â n ı a şk A ğ l a m a k t a n a ğ la V â s ı f çâ re si bu y â r e n i n G ö s t e r i r m u h l i s l e r e d i d â r ı n ı s u l t a n ı a ş k A d a m ama n .... aşkı v a r H a b i b i n i n y ü z ü n d e n k ı l d ı A l l a h aşkı v â r 1 F e r y a d i d e r ben g i b i k i m i n d i l d e aşkı v a r ! G ö z ü z e rin e : D İ V A N N a z a rs a z o l d u k ç a f a r ü k a n e g â h i g ö z l e r i n M ü n h a s i f e y l e r g i d e r h ü r ş î d ü m â h ı g ö z l e r i n B i r n ig â h ı â t e ş î n in d e n a l u r â te ş k u l û b N e r d e n a l m ı ş b u r u m u z ü f k e n n ig â h ı g ö z l e r i n H e m g ü l e r , he m t î r a t a r ü f t â d e g â n ı n b a ğ r ı n a  ş ı k ö l d ü r m e k l e o l m u ş m ü b â h i g ö z le r in T î r i m ü j g â n . . ah., m a z l û m â n e d ö k t ü k a n ı m ı H i ç z a l i m b i l m i y o r h a v f i İ l â h î g ö z le r in K a a t i l i can o l d u ğ u n is bate h a c e t v a r m ı d ı r G ö s t e r i r h û n i l i ğ i z i r â k e m a h i g ö z le r in M  N İ A d a m a m a n ... g ö z l e r i m A ğ l a m a k t a n b o y a n d ı al k a n l a r a g ö z l e r i m O al k a n l ı g ö z le r ile g ö z l e r i n i g ö z l e r i m i . .

Büyük şehrin görmüş ve görmekte oldu­

ğu diğer kahvehanelerine gelince, hatıra ge­

lenler şunlardır: Esnaf ve amele kahveleri,

hammal kahveleri, sandalcı ve balıkçı kahve­

leri, esrar kahveleri, kumar kahveleri, kuş­

baz kahveleri, tiryaki kahveleri, damacı kah­

veleri, kır ve mesire kahveleri, han kahve o-

cakları, bugün tamamen tarihe kavuşmuş sey-

_ yar kahveciler..

Geçen asır sonlarında İstanbula gelmiş bir

İtalyan edibi, Edmondo de Amicis, Türklerin

ve bilhassa İstanbulluların kahve düşkünlü­

ğünü şu birkaç satırın içinde pek canlı tasvir

eder:

«Galata kulesinin ve Bayezid

kulesinin

tepelerinde kahve vardır, vapurlarda kahve

vardır, mezarlık içinde kahve vardır, resmî

dairelerde ve hamamlarda kahve vardır, çar­

şı içinde kahve vardır. İnsan, İstanbulun ne­

resinde bulunursa bulunsun, etrafına hiç bak­

madan sadece bir bağırması kâfidir: — Kah­

veci!.. Üç dakika sonra, önünüzde bir fincan

kahve tütmeğe başlar..»

Referanslar

Benzer Belgeler

Falih Rıfkı, 40’lı yıllarda köy enstitülerinden ki­ milerini, bu arada “Aksu" Köy Enstitüsünü, kurulduğu Antalya yöresini dolaşır.. Falih Rıfkı,

Hastaların yaşı, yoğun bakımda kalış süreleri, APACHE II skorları ve ventilasyon desteği gereken gün sayısı açısından gruplar arasında anlamlı bir

Yurdumuzda bu büyük ozanın adını bilmeyen, şiirlerinden birkaç dize duymayan yoktur sanırım.. Diğer uluslar ise onu biz­ den daha iyi

Dünyaca ünlü Türk şairi Nazım Hikm et1 in MHP’li bakanların sert tepkisini gören Nazım vatandaşlık hakkının iade edilmesiyle ilgili Hikmet Kararnamesi için,

Mahmud paşa, Fatih zamanında iki de­ fa sadrazam olmuş, bir Hırvattır. Muhare­ bede Mehmed ağa isminde bir ümitlinin esaretine düşmüş; kendisinde bir istidad

sayan güzergâh boyunca, duvarlarda, çeşitli telefon ku­ lübeleriyle otobüs barınaklarında Yılmaz Giiney’in, siyasal sloganlı portrelerinin yapıştırılmış olduğu

Erken dönem uyumsuz şemalar ölçeğinin, Duygusal Yoksunluk, Başarısızlık, Karamsarlık, Sosyal İzolasyon/Güvensizlik, Duyguları Bastırma, Onay Arayıcılık, İç

İstanbulini .geçirdiği sel felâk eti­ ni yerinde incelem ek için dün şeh­ rimize gelen B ayındırlık B akanı K em al Zeytinoğlu öğleden sonra K adıköy