22 EKİM 1994 CUMARTESİ^ CUMHURİYET
~TT-K Ü L T Ü R
@ U Y G A R LIK LA R IN İZİNDE...
O K T A Y E K İ N C İ
D em okrasi için hoşgörü
Geçen eylül ayının güneşli bir cuma günü
Ortaköy’deki Mecidiye Camisi’nde namazını
kılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
Recep Tayyip Erdoğan, namazdan sonra eki
biyle birlikte meydanı dolaşırken, gazetecile rin “Nasıl buldunuz” şeklindeki sorularını şöyle yanıtlamıştı:
“Çok çirkin buluyorum. Çünkü, mabede ta mamıyla zıt bir tablo var...”
Yine gazetecilerin bu kez “Bir girişiminiz
olacak mı?” diye sözü sürdürmeleri üzerine
de şu açıklamayı yapmıştı:
“Arkadaşlarım çalışma yapıyorlar. Bu çir kinliğin kaldırılması işinin takipçisi olaca ğım...” (Cumhuriyet, 20 Eylül 1994)
Erdoğan’ın “çirkinlik” diye nitelendirdiği görüntü, aslında Ortaköy Meydanı ve çevre sindeki, son yıllarda İstanbul’a kazandırılan ender “güzelliklerden” birisi sayılabilecek şu çok renkli, coşkulu ve “demokrat”kentsel ya şam ortamından başka bir şey değil.
İstanbul’u “dünya kenti” yapan değerleri arasında çok önemli bir yeri olan “Boğaziçi
kültürünün” Ortaköy’de bu kez çağdaş işlev
lerle ve “tüm halkı kucaklayacak şekilde” ye niden canlandırılmaya başlanması, konumu gereği bundan mutlu olması gereken bir bele diye başkanına nasıl “çok çirkin” gelebili yor?..
Oysa bu tür tarihsel kent m ekanlarının
“kentli bilincini de güçlendirecek kullanımlar-
la”topluma kazandırılması, özellikle “uygar-
bklarıyla övünen”ülkelerde yıllardır “en güzel kentsel projeler” arasında sayılıyor.
Çünkü, Ortaköy’de de tanık olunduğu gi bi, geçm işin mimari zenginliği ve estetiği, bugünün barış ve dostluk özlem leriyle sarmaş dolaş olunca,
“kültürel sürekliliğin”
yarattığı bir kentlilik bilinci, bu sürece katılan herke si “derinden” etkiliyor. Örne ğin meydanı salt görmek değil, daha önemlisi “yaşamak” ge rektiği giderek yaygınlaşırken, çevredeki eski “binalar” da bu duyarlılıktan paylarını almaya başlıyorlar. İstanbul’un birçok tarihsel semtinde yaşanan “yı
kım sürecinin” tersine, Orta-
köy’dekiler sanki daha bir ken dilerine “çekidüzen” vermek zorunda kalıyorlar.
Yeniden Recep Tayyip Erdo ğan’ın gözlemlerine dönecek olursak, böylesi bir güzelliğe ille de “ çirk in ” dem ek, hiç kuşkusuz salt “ beğeni kültü- ründeki” farklılıktan kaynak lanmıyor.
İstanbul’un özellikle “kaçak
yapılaşan” bölgelerinden, yani,
b ir anlam da kentin tarih sel kim liğini ve doğasını tahrip eden sorumsuz bir imar düzeni içerisindeki semtlerinden “si
yasi destek” alarak O rtaköy
Meydanı için çalışma başlatan Belediye Başkanı, bu meydan da doyasıya yaşanmak istenen
“hoşgörü ve insan sevgisine da yalı” bir uygarlık ortamını, yi
ne “siyasi hedefleri” önünde ciddi bir engel olarak görüyor.
Bu engeli kaldırmak, tarih boyunca “ yaşamdan keyif
alan” insanların yeryüzü kül
türlerine armağan ettikleri mü ziği, neşeyi ve örneğin “mey
hane geleneğini” söndürmek
için de “mabet” sözcüğüyle ta nımladığı Mecidiye Camisi’nin
“varlığını” gerekçe gösteriyor.
Oysa aynı mabet, bütün bu kentsel zenginliğin ve güzelli ğin aslında bir “parçası” ve hatta “ilham kaynağı” olarak Ortaköy Meydam’nın bugünkü k im liğ iy le de son derece
“uyumlu bir tablo” yaratıyor.
Toplum, kentin tarihiyle kucaklaşınca, kültür ve sanat birikiminde coşkulu bir patlama yaşanıyor.
hoşgörü için O rtaköy
ir
Geçirdiği yangından sonra 1958’de restore edilerek İstanbul’a yeniden kazandırılan “cumbasıyla ünlü” Suzan Apartmanı, Or- taköy’ün mimari simgelerinden biridir.
Tarihsel hoşgörünün güven c e si___
Gerçekten Ortaköy’ün son yıllarda kazandığı
“çok renkli”ve “çok canlı” kültürel yaşam orta
mı, öncelikle Mecidiye Camisi’nin “varlığı” ve meydanı doğrudan etkileyen “tarihsel estetiğiy
le” tam bir bütünlük gösteriyor.
Bulunduğu meydanı, hemen yakınındaki bir
“kilise” ve bir“sinagogla” karşılıklı saygı ve de
rin bir “kardeşlik duygusu”içerisinde “dostça
paylaşmasını” bilen bu ince ruhlu yapı, her şey
den önce yine bu “yaradılışından gelen” zarafe tiyle, Ortaköy’ün “ayrımcılığı reddeden”gele- neksel kültürüne yıllardır en güçlü katkılarda bulunmuş.
M im arı Nikogos Balvan’ın y a ra ttığ ı ve
1850’ler Istanbulu’ndaki “Batı kültürüyle el sı kışan bir Osmanh uygariığımn”cami mimarisi
ne özgün bir yansıması olarak gerçekleştirdiği anıtsal kimliği, yine bu meydan ve çevresindeki zengin “dünya görüşü mozaiğinin” de bir an lamda kalıcı bir “güvencesi”olmuş.
Nitekim, bu güvenceyle yaşanan onca güzel günler içerisinde de kimsenin aklına, farklı kül türlerden güzellikleri ondan uzaklaştırmak, var lığıyla güçlendirdiği dostluk ve sevgi ortamını köreltmek gelmemiş. Gelse bile “tarihsel ger
çeklik karşısında” hep çekingen kalınarak uy
gulamaya yönelik hamlelere dönüşememiş. İşte, son birkaç yıl içerisindeki “Ortaköy gü
zelliğinde” de Mecidiye Cam isi’nin özellikle
mimarisinde simgeleşen “Doğu ve Batı kültürle
rinin” İstanbul’daki buluşmasının önemli bir
payı var. Bugün özellikle Avrupa’nın tarihsel kentlerinde gözlenen “eski dokulardaki çağdaş
yaşam coşkusunun” İstanbul’da da artık Orta
köy’de duyulabiliyor olması, bu buluşmanın ya rattığı eşsiz bir ayrıcalık olsa gerek.
Doğrusu, bu ayrıcalığın ayırımına varabilen Beşiktaş Belediyesi ile aynı zenginliği sevgiyle kucaklayan mimar Erhan tşözen’in çabalan ise duyarlı bir kentsel hizmetin ötesinde, O rta köy’ün ve İstanbul’un “geçmişine yakışır” bir dünya kenti kimliğini yaşayabilmesi açısından büyük önem taşıyor...
Abdülmecit 1853 ’te bu güzel camiyi yaptırdı
ğında, Boğaziçi’nin yine bu şirin köyü kimi ka
Îstanbul’un ünlü mimar ailesi Balyanlar’a ait olan Simon Kalfa Apartmanı, Ortaköy’deki eşsiz kültür mozaiğinin anıtsal yapılarından biri.
arih boyunca yaşamdan keyif alan insanların yeryüzü kültürlerine
armağan ettikleri tüm coşkulu duygular, Ortaköy’de geçmişle
kucaklaşan bir çağdaş kent yaşamı projesinin kalıcı ve sürekli esin
kaynağını oluşturuyor...
yıtlara göre yaklaşık 1000 yaşındaydı. Antik dö nemlerde de bir yerleşme merkezi olduğu “Ark-
heion” adıyla kanıtlanan Ortaköy, “İstanbul’un gözdesi”olma özelliğini daha Bizans çağında
yaşamaya başlamıştı. O kadar ki örneğin İmpa rator VI. Leon ve efsanevi sevgilisi Zoe,tS
900’lerin başlarında Ortaköy yakınlarındaki
Damianu Sarayı’nda buluşurlardı. Yine Bi
zans’ın ünlü Ayios Fokas Manastın da buraday dı ve şimdiki Ayios Fokas Kilisesi, Ortaköylü
anlamlı izler bırakan “Ortaköylü olma” kültü rünü şöyle özetliyor:
“Bu semtte doğup büyürken aynı mahalleyi, aynı sokağı, aynı çarşıyı paylaştığımız insanlarla iyi komşuluk ilişkileri içerisinde olmanın ne ka dar güzel duygular yarattığını da yaşadım ve öğ rendim. Rum, Ermeni, Yahudi ve Türk aileler, hep birlikte Ortaköylü ve tabii İstanbulluy duk...”
Bu “hep birlikte” Ortaköylü ve İstanbullu
ol-M
ii
Ortaköy’ün kıyıyla kucaklaşması tarihle iç içedir. Mecidiye Camisi ve Esma Sultan Yalısı, 19. yüzyılın İstanbul ve Boğaziçi kimliğim yan yana yansıtırlar...
Rumların aynı azize olan bağlılıktan nedeniyle eski m anastım adını bugünlere dek taşımıştı.
Ortaköy’ün özellikle Osmanlı döneminde ka zandığı özgün “Boğaziçi köyü” kimliği, yine Osm anlı uygarlığının İstan b u l’da yarattığı
“farklı kültürlerin dostça yaşaması” geleneğin
de sanki tarihin aynası gibidir.
Bu aynanın belki de son “bozulmamış yansı
malarını” çocukluk ve gençlik çağlarında yaşa
yan Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay, anı larını anlatırken özellikle kendi kişiliğinde de
manın yüzlerce yıl tanıklığını yapan ve elbette aynı duygulu yaşama “kent uygarlığı” armağan eden tarihsel yapılar, elde kalan son ve çoğu yıpranmış örnekleriyle bile aynı işlevlerini gele ceğe de taşıyabiliyorlar.
Gerçi yine Atay’m çocukluk ve hatta gençlik yıllarına dek varlığını önemli ölçüde koruyabi len “içinden dere geçen bir vadi köyü” olma gü zelliği çoktan tarihe karıştı. Hele, şu yakın yıl lara dek İstanbul’un doğal peyzajında özel bir yeri olan yeşil ve bereketli “Ortaköy Vadisi”,
kentin tüm değerlerine acıma sızca saldıran “imar yağmacıla
rının” elinde her iki yamacın
dan da kemirilerek betona çev rildi.
Ama, yine de çok sayıda sivil mimarlık örneği bina, değişik kültürlerin dinsel yapılan, İske le Meydanı ve çevresindeki so kaklar, “Dereboyu” yoluna açı lan daha gerideki yine tarihi evlerin sıralandıkları eski so kaklar ve bunlarla birlikte el bette ki Mimar Sinan’ın ünlü
Ortaköy Hamamı, bu 1000 yıl
lık köyün “ 3. BinyıP’a da önemli bir “kültür mirası biri
kimini ”taşıyacagı anlamına ge
liyor.
Hiç değilse bu son zenginli ğin yaşatılabilmesi ise aynı mi rası ve birikimi yaratan “barış
ve dostluk kültürünün” Orta
köy’de tüm güzellikleriyle sür dürülmesinden geçiyor...
‘Sevgi üçgeni...’_________
Abdülmecit ve Abdülaziz, ki mi zaman cuma nam azlarını Mecidiye Camisi’nde kıldıktan sonra Ortaköy’deki “diğer din
lerden” İstanbullularla sohbet
edip ardından “saltanat kayık
larına” binerek Boğaziçi’ndeki
köyleri gezmeye giderlermiş. Sultanların bu cuma ziyaretleri, Ortaköy’ün çok kültürlü yaşa mındaki renkli günleri daha da bir “anlamlı” kılarmış.
Bu anlamlı ve renkli günlerin kuşkusuz en insancıl anıları ise Ortaköy Meydanı çevresinde dünyada eşine az rastlanır bir
“sevgi üçgeni” oluşturan cami,
kilise ve sinagog arasındaki
“İstanbul ortamında” yeşer
miş, kök salmış.
Ö rneğin M ecidiye C am i si’nin “kuzey komşusu” sayıla bilecek Ayios Fokas Kilisesi, cam iyle hem en “ aynı y ılla rd a ” y apıldı ve 1856’da tamamlandığında, yine caminin ibadete açılmasının üzerinden ancak 3 yıl geçmişti. Ki lisenin “batı komşusu” konumundaki Etz ha-
Hayim Sinagogu ise öbür iki dostundan daha es
kiydi ve geçirdiği yangınlar nedeniyle birkaç kez onarılarak varlığını sürdüıüyordu.
Dinsel yapılar arasındaki bu “iyi komşuluk
ilişkileri”, Ortaköy semti bütününde de kentsel
yaşama ve mimarlık kültürüne “aynı düzeyde” yansımasıyla yakın zamanlara dek süregeldi.
Müslüman aileler, özellikle Dereboyu’nda ve deyiş yerindeyse “doğayla iç içe” bir mimari ve yerleşme dokusu oluşturan ahşap evlerde yaşa dılar. Osmanlı sivil mimarisinin tüm hünerlerini ve zarifliğini taşıyan bu güzel evler, aynı anda tipik İstanbul sokaklarını da kente kazandırdı lar.
Kıyıya daha yakın olan kesimlerde ise Rum, Ermeni ve Yahudi halkın yine sanat ve ustalık ürünü olan kagir evleri bulunurdu. Örneğin, is kelenin hemen arkasındaki Simon Kalfa Apart
manı, dönemin ünlü mimar ailesi Balvanlar’ın
eviydi ve bugün de meydanın yanı başında bir kültür anıtı gibi varlığını koruyor.
İşte bütün bu kentsel ve mimari değerler, Or- taköy’e “alımlı” bir Boğaziçi yerleşmesi niteliği kazandırdığı gibi, daha da ötesinde bu tarih ve sevgi semtini “İstanbul kültürünün zengin bir
müzesi” haline getiriyor. Böylesi bir büyük mü
zenin “geçmişiyle bütünleşen” bir coşku içeri sinde yaşayabilmesi ise Örtaköy Meydanı ve çevresinde büyük özveri ve bağlılıkla yaratılan
“kentsel yaşam projesine” İstanbul’daki tüm
uygarlık ve demokrasi dostlarının sahip çıkma larına bağlı.
Beşiktaş Belediyesi’nin çabaları diğer “du
yarlı ellerle” daha da güçlü bir sevgi zincirine
dönüşebilirse, Ortaköy’de tarihten gelen hoşgö rü geleneğini artık hiç kimse yok etmeye kalkı şamaz. Kentsel yaşamdaki böylesi bir hoşgörü ve bunu paylaşan kültürler arasındaki “güven
bağlan” ise son zamanlarda geleceğinden gide
rek kaygı duyulan bir demokrasinin yeniden güçlenmesinde en etkili gücü oluşturacaktır.
Zaten, Ortaköy’ün de birilerini “rahatsız et
mesi”, aslında bu yüzden değil mi?