A B I)I LH AK HAMJD, T7*kMAN. (1851 1937) _
Türk edebiyatının en mühim çehrelerinden biri ve soı.l devrenin en büyük ve şöhretli şairi olup 5 Şubat 1851 de İstanbulda, Bebekte, büyük babası Abdülhak
Mollanın yalısında doğmuş ve 12 Nisan 1937 de
yine istanbulda, Maçkada Maçka Palas isimli apar tmanın bir dairesinde ölerek millî cenaze merası-*
miyle Zincirlikuyu me zarlığına gömülmüştür. Kendisine sadece Hâ- mid' de denir. II. Ab- dülhamid devrinde se
firlikte, İkinci Meşru
tiyet devrinde .se
firlik ve âyan âzalığın- da bulunmuş olduğu gi bi Cumhuriyet devrin-
* de de milletvekilliği et
miştir.
HAYATİ
Abdülhak Hâmid, Tah ran Elçisi ve müverrih
Hayrullalı Efendi ile
KafkasyalI Miinteha
Hanımın oğullarıdır.
Hekimbaşı zaaeler di ye anılan ve aslı İzmirli olan ailesi bir ara Mısı ra gidip orada Sunbat
kasabasında yerleşmiş
ve X V III. yüzyılın ikin ci yarımında Hâmid’in
dedesinin dedesi Emin
Sükûhi Efendi iotanbula dönerek onun oğlu Hay-
rullah Efendi aileden
gelen hekimbaşılardan
üki olmuştu. H: yrullah Efendinin iki oğlu, büyük
oğlu Mustafa Behçet ve diğer oğlu Abdülhak Mol
lalar, bu makamda kendisini istihlâf etmişlerdir ve
Abdülhak Hâmid bu sonuncunun torunu ve
bunun oğlu ikinci Hayrullah Efendinin ikinci
oğlu ve en küçük evlâdıdır. Bebekte doğdu
ğu gibi ilk çocukluğu da orada geçecek, beş
yaşında mahalle mektebine, sonra Rumelihisa
rı rüştiyesine devam edecek, bu sırada da ule ma zade oluşundan dolayı kendisine ru’us ve maaş
verilecek, yalıda da ayrıca hususî hocalardan ders görecek, on bir yaşında iken büyük kardeşi Abdül- hnk Nasuhi Beyle birlikte Parise yollanacak ve orada hususî bir mektepte bir buçuk sene okuduk tan sonra Maarif Müsteşarı olup tahsil müessesele- rini tetkik etmek üzere Parise gelmiş bulunan babası Hayrullah Efendiyle memlekete dönecektir. Bu sıra da henüz on üç yaşında bulunmasına rağmen Bâb-ı Âli tercüme odasına kâtip girip, bir yıl sonra, 1864 de, Hayrullah Efendi Tahran Büyük Elçisi olunca beraberinde Irana giderek hususî hocalardan tahsile devam etmekle beraber sefarete maiyet memuru
olur. Babası 1866 da birdenbire ölünce İstanbula
döner ve sıra ile Maliye Nezareti mektubî kalemin de, Şûrayi Devlet kalemlerinde ve Sadaret Mektubî kaleminde hizmet eder. 1876 da Paris Büyük Elçi liği ikinci kâtipliğine kadar on yıl devam eden bu küçük kâtip hayatı devresi esnasında, safahatı ile ride anlatılacağı veçhile edebî hayatı başlamıştır.
Burada kaydedeceğimiz olay, Abdülhak Hâmid’in
başka bir hanımla nişanlı bulunduğu halde birden bire bu nişanı bozup 1871 de hemşiresinin izdivaçla dahil olduğu Pirîzadeler isimli büyük bir ulema aile sine dolayısıyla mensup olan Fatma Hanımla ve bir rivayete göre onun kendisine aşkını itiraf etmesi
üzerine izdivacıdır. Hâmid o sırada henüz yirmi yn- şmda, yâni zamanın âdetlerine göre evlenme için tabii bir çağa erişmiş haldedir. 1876 başında ikinci kâtip sıfatıyla Varise tâyin edilir ve 1878 e kadar Osmanlı İmparatorluğu tarihinin bu hemen en yüklü ve Sultan A ziz’le Sultan Murad ın haı’lerini, Sultan Hamidin cülûsunu, Kanunu Esasinin ilânını, Rus har bini, mağlûbiyeti ve mullakiyet rejiminin iadesini
içine sığdırmış devresini Fransa’da, memleketten
uzakta ve olaylarda hiç bir rolü bulunmamak üzer geçirir. (Nesteren) isimli piyesini Variste bastırma
sının uyandırdığı gayrı müsait intibaı sade sefir den izin alarak Istanbula gelişi de tavkiye ettiğin den, vazifesi lâğvedilerek 1878 de açıkta bırakılır
ve hayatında buhranlı bir devre başlar. Kaldı ki, bu devrede de Abdülhak ailesinin eski bir kölesi olan pek nüfuzlu kızlarağası Behıam Ağa kendisini hi
maye etmiyecek değildir. Fakat Abdiilhak Hâmid,
kararsız ve ne istediğini bilmez bir hale düşmüştür. İlkönce tâyin edildiği Belgrat şehbenderliğini gitme den reddedecek, bundan sonra Berlin Büyük Elçili ği kâtipliğine, Tanzimat üdebasısdan Sadullah Paşa maiyetine tâyin edilirse de yola çıkıp Odesaya ka dar gittikten sonra oraya gitmekten de vazgeçip dönecek ve İzmire gidip Paristen tanıdığı Vali Mıd- hat Paşanın maiyetinde kaymakam olmak istiyecek tir. Fakat eski sadrâzam nahiye müdürü tâyin etme ğe bile salâhiyeti olmadığını söyleyip ve belki de Abdülhak Hâmidin pek kötü bir kaymakam olaca ğını düşünüp itizar ettiğinden, Hâmid Lfizıstan mu
tasarrıflığında bulunan büyük biraderi Abdülhak
Nasuhi Beyin yanına gider, bir müddet bu sancağın merkezi olan Rizede kalır. Bu esnada, bir Poti şeh benderliği vardır, fakat orasını o kadar neğenmez ki (emektar uşağını vekil bırakarak!) Rizeve döner. Az sonra, Yunanistana yeni verilmiş olan Golos’a şehbender tâyin edilir ve oradan 1883 te b.zzat is temiş olduğu bir vazifeye, yâni Bombay baş şeh benderliğine yollanır: Hindistam (Duhter-i HindıL yu yazd- ıtan sonra görecektir ve sıcak Hint iklimi nin haremi Fatma Hanımın sıhhati için iyi gelece ğini ummaktadır. Fakat keyfiyet tamamiyle aksi çıktığı için geri alınmasını ısrarlarla ister ve bir türlü gelmiyen muvafık cevabı beklemeyip yola çı kar. Artık Beyrutta Vali bulunan büyük biraderi Abdülhak Nasuhi Beyin yanına gelir. Olilmd edebi yatımızın en mühim eserlerinden birini, «Makber» i ilham edecek olan Fatma Hanım 1885 Nisanında
Beyrutta ölecek ve orada gömülecektir.
Abdülhak Hâmid bir müddet daha Beyrutta ka lıp «Makbcr:, i de yazdıktan sonra iki çocuğunu ya nına alarak Istanbula döner, dönüşünden bir müddet sonra da herhalde Yıldız sarayının bir teveccühü ola rak 1885 senesi sonlarında Büyük Elçilik başkâtibi sıfatıyla Londraya yollanır- Şairin hayatında kısa bazı fâsılalar müstesna olmak üzere 1906 va kadar yirmi bir yıl sürecek olan Londra devresi başlamış tır. Sefaret kâtibi, sefaret müsteşarı ve sefir sıfa tıyla Hâmid’in ancak işlere alâkasızlığından bahse dildiğini kaydettikten sonra hayatının seyrini hikâ yeye devam ederek söyliyelim ki, Londrada iki sene
kaldıktan sonra Istanbula yolladığı (Zeynep) ve
(Finten) adlı eserlerinin tetkiki ve bunların Yıldız sarayınca gayrı müsait bir kanaat hasıl etmesi üze rine azledilir ve bir daha eser neşretmiyeceğinl ta ahhüt eylemesi üzerine, maaşı arttırılıp derecesi yük
seltilerek ikinci müsteşar sıfatıyla Londraya iade olunur. Abdülhak Hâmid'in yüksek maaşlı memuri yetlerde kalmak şartiyle bu taahhüdünde sebat etti ğ i söylenebilir. 1889 da Nelly Cloowar isminde bir Ingiliz kızıyla evlenen Abdülhak Hâmid’in 10 Tem muz inkilâbına kadarki neşriyatı, Yunan Harbi sıra sında zaferi padişahı memnun edecek şekilde teren
nüm eden ve «Servet-i Fünun» mecmuasında çıkan iki manzume ile (Finten) in yine o mecmuada, fakat imzasının baş harfleriyle çıkmış bazı kısımlarından
ibarettir. 1895 senelerinde Londradaki memuriyeti
Lâhey orta elçiliğine tahvil edilir, fakat Hâmid Lâ- heydeki sâkin ve sessiz hayattan hazzetmediği ve zaten oradaki elçiliğin de hemen hiç bir işi bulunma
dığı için bütün vaktini Londrada geçirecek ve hü kümetçe buna göz yumulacaktır. 1897 de Londra müsteşarlığına iade edilir ve 1908 da Madride sefir tâyin edilir, fakat tâyininden sonra, ve kendisi henüz Madride gitmeden, İspanyadaki Arab hâkimiyetinin bir kasidesini teşkil eden (Tarık) eserinin muharri ri bulunduğu İspanya hükümetince öğrenilerek key fiyet sitemleri mucip olunca, memuriyeti Brüksel’e tahvil edilir.
Brüksel elçiliği Abdülhak Hâmid’in hayatında oldukça ehemmiyeti olan bir devredir. Bu esnada da sıksık Londraya gitmekle beraber, Meşrutiyet’in ilâ nı hareketlerini bir derece olsun ölçüye koymağa ve binnisbe vazifesi başında kalmağa kendisini mecbur edecektir. Bu devre içinde ve Meşrutiyetin hânından sonra şahsına karşı en büyük sair diye gösterilmiş hürmetlere güvenerek Londra Büyük Elçisi olmayı istemiş olduğuna hükmettiren rivayetler bulunduğu gibi kitap şeklinde neşredilen mektuplarının birinde de bu arzu pek açık surette zikredilmiştir. Londra, Hâmid’den esirgenmişse de bir kere Maarif Nazır lığının, bir kere de Tahran Büyük Elçiliğinin teklif
edildiği ve kendisinin bunları reddettiği kuvvetle
söylenmemiş değildir. Fakat bu tekliflerin, hele Ma arif Nâzırlığı teklifinin hangi tarihlerde ve kimler tarafından vukua geldiği malûm olmamıştır. Abdtil- lıak Hâmid’in îngilterede tanıyıp evlendiği ikinci zev
cesi Nelly Hanım Brükselde veremden ölmüş ve ken
disi mezunen geldiği sırada îstanbulda Cemi
le Hanım isminde bir hanımla evlenip, - fakat
pek çabuk ayrılarak Belçikaya bekâr dönmüştü. Orada hâlâ ismini taşımakta olup hayatının son yıl larında büyük bir şefkatle kendisine bakmış bulun duğu inkâr edilmemek icap eden Lucienııe isimli, aslen L iyej’li ve pek genç bir kadınla yaşamağa, baş lar ve bu Hanımı sefarete alışı Brükselde söylenti leri mucip olduğu için 1912 de ve Hürriyet ve İtilâf iktidarı sırasında keyfiyet azlini icap ettirir. Mâ’zul Abdülhak Hâmid Lucienne Hanımla birlikte İstan bul’a gelip bir müddet ma’zuliyet maaşiyle hayli sı kıntı çektikten sonra İttihat ve Terakki iş başına geldikten sonra ayan âzalığına tâyin edilir. Birinci Cihan Harbinde kendisine bir iki eser yazdıran En ver Paşaca ve M aarif Nezaretince himaye edilerek bir müddet âyan meclisinde reis vekilliklerinden bi rini de ihraz eder. Abdülhak Hâmid, Osmanlı İmpa ratorluğunun ömrüyle birlikte âyanlığı nihayet bulup emekliye ayrılınca yeniden buhranlı bir devreye düş müştür. Lucienne Hanım kendisinden ayrılarak Ve- nedikte bir İtalyan asilzadesiyle evlenmiş ve Hâmid Viyana’da zaruret içinde kalmıştır. Bu zarureti de itiraf etmek lâzım ki mağrur bir sükûtla karşıla- mayıp hicivli bir manzume ile ilân ve teşhir etti ğinden, bir zaman Halife Abdülmecid Efendi tarafın dan başkâtip unvaniyle sarayına alınması istenecek, daha sonra da Büyük Millet Meclisi kendisine hıde- mâtı vataniye faslından bir maaş bağlayarak ve İs tanbul Belediyesi Maçkada bir apartıman dairesi tahsis ederek ona nisbî bir refah sağlanacak, 1927 de de Büyük Millet Meclisine İstanbul mebusu Ola rak alınıp ölümüne kadar on yıl bu mevkii muha faza edecektir.
Abdülhak Hâmid'in hayatının en son yıllarını tamamen huzur içinde geçirdiğini ve bunda genç kocasını bırakıp yanına dönen Lucienne Hanımın da çok tesiri olduğunu kabul etmek lâzımdır, trfanlı
bir insan olan ve Hâmlid’le uzun rabıtası Avrupadan dönüşünde nikâh bağlarıyla meşrû bir mahiyet alan bu ecnebi kadmı ihtiyarlığında dahi nizam kabul etmiyen ve doktorların kat’î tembihlerine rağmen içkiyi bırakmamakta inat eden şanlı zevcini büyült bir şefkatle ihata etmiş, âzami itina ile bakmış, genç nesillerce artık beğenilmemeğe başlanmanın acısını da eserlerine karşı gösterdiği hakikî bir hayranlıkla ihtiyar şaire unutturmak için elinden geleni yap mıştır.
Abdtilhak Hâmid zatürreeye tutulmuş ve Bele diyenin dul zevcesine tahsiste devam, etmekte bulun duğu Maçka apartımanında ölerek Atatürk’ün biz zat verdiği emir gereğince kendisine millî cenaze merasimi yapılmış, bu ölüm münasebetiyle ve meş hur tâbirle Istanbulda yer yerinden oynamamış olsa bile yine büyük bir kalabalık tabutunu takip etıniş- nıiştir.
Abdülhak Hâmid son zamanlarında (Tarhan) so yadını almıştı. Bunun babasının annesinin eski Türk Tarhanlarına mensup olmasından ileri geldiği söy lenmiştir.
Abdülhak Hâmid’in Abdülhak Hüseyin ismıinde bir oğluyla Hâmide isminde bir kızı dünyaya gelmiş olup ikisinin annesi de ilk haremi Fatma Hanımdır. Oğlu, kendisinin Londrada müsteşar bulunduğu sıra da aynı Büyük Elçiliğin üçüncü kâtibi sıfatıyla ha riciye mesleğine intisap ederek Vaşington Büyük Elçiliği müsteşarlığına kadar yükselmiş ve babası nın ölümünden hayli önce ölmüş, şahsiyetiyle de üzerine hiç bir alâka celbetmemiş bir zattır. Bir İngiliz kızıyla izdivacından dünyaya gelen iki kızı nın da Türkiyeye hiç gelmemiş ve Türklükle müna sebetlerini dedelerinin sağlığında kesmiş bulunduk ları da esefle ilâve edilebilir. Hâmide hanım ise bir ilmiye ailesine mensup olup sadaret müsteşarlığı ve Tahran Büyük Elçiliği yapmış olan Emin Beyle iz divaç ederek evlât dünyaya getirmiştir. Bunlardan biri de halen İstanbul Üniversitesi rektörü olan kıy metli fizik âlimi Fahir Yenlçay’dır.
HÂMID’IN ESERLERİ VE EDEBİ ŞAHSİYETİ
Abdülhak Hâmid’in hayatına ait olan bu İzahat tan sonra edebî şahsiyetini tetkik ve tahlil etmeğe geçerken evvelâ cilt halinde çıkmış eserlerinin umu mî bir ctvelini vermeyi münasip buluyoruz. Abdül- hâk Hâmid’in kalınlıkları muhtelif ve bazısı pek ince
olmak üzere 35 tane matbu eseri vardır:
1 — Macerayı Aşk, (1873). Tiyatro Dramı» adını taşıyan, mükâleme şeklinde bir aşk hikâyesi. 2. — Sabır ve Sebat, (1874) beş perdelik mensur piyes. 3. — İçli kız, (1874) mensur piyes. 4 __ Dııhterl Hindû, (1875), içinde manzum parçalar da mevcut olan mensûr piyes. 5. — Nazife, (1875), bir
meclis-lik manzum muhavere. 6. __ Sardanapal, (1875),
manzum trajedi. 7 — Nesteren, (1876), bir fâcia olup nesirle nazımı arası bir şekilde yazılmıştır. 8. __ Di vaneliklerim yahut belde, (1877), şiir mecmuası. 9 .__ Sahra, (1877), şiir mecmuası. 10. — Garam, (1877), manzum bir aşk hikâyesi. 11. — Liberte, (1877), hece veznivle yazılmış piyes. 12. __ Tarık yahut
Endülüs lethi, (1878), içinde manzum kısımlar da
bulunan 6 fasıllık mensur piyes. 13. __ Tezer yahut Melik Abdurrahman-ı Sâlis, (1879), üç perdelik man zum fâcia. 14. — Eşber (1880), üç perdelik manzum facia. 15. _ tbnl Musa yahut Zatülcemal, (1881), içinde manzum parçalar da bulunan mensur bir ti yatro olup Tarık’ın devamıdır. 16. — Bir sefilenin hasbıhali, (1882), mensur parçaları da bulunan bir uzun manzumedir. 17. — Bunlar odur, (1885), 19 manzumeden mürekkep şiir mecmuası. 18. __ Mak-ber, (1885), ilk zevcesi Fatma Hanımın ölümü üze rine yazılmış uzun mersiye. 19. __ Ölü, (1885), yine
aynı matentin ilhamfyle yazılmış on manzume. 20. __ Hacla, (1885), yine o matemin tesiri altında yazıl mış sekiz manzumeden mürekkep mecmua. 21. __
Zeynep, (1887), bir kısmı manzum ve bir kısmı men
sur olan 5 fasıllık facia. 22. — Finten, (1887), için de manzum parçalar da bulunan tiyatro eseri. 23. __
İlhan, (1907), manzum facia. 24. ___ Bâlâdan bir ses,
(1912), yüksek âlemlere çıkmış bir ruhun dünyada- kilere nazmen bir hitabı. 25. __ Valdem, (1913), an nesine ait bir mersiye ile Balkan Harbi felâketlerin den mülhem elemlerin nazmen hikâysini ihtiva eder. 26. — Turhan, (1915), İlhan eserinin zeylini teşkil eden manzum facia. 27. — İlhamı vatan, (1915), muhtelif harblerin ilhamiyle yazılmış vatanperveri ne duyguları muhtevi şiir mecmuası. 28. __Mektup
lar, (1915), Muhtelif kimselere, muhtelif tarihlerde
yazılmftş 37 mektubu ihtiva edip Süleyman Nazif'in notlarıyla neşredilmiştir. 29. — Mektuplar, (1915), ilk cilt gibi muhtelif tarihlerde muhtelif kimselere yazılmış mektuplardan mürekkep olup keza Süley man N a zif’in notlarıyla çıkmıştır. 30. __ Tayıflar geçidi, (1915), (Ilhan) ve (Turhan) eserlerinin zeyli olup manzum konuşmalardan mürekkeptir. 31. __
Abdullah-us-Sagîr, (1917), manzum facia. 32. __
Yâdigârı harb, (1918), (Tayıflar geçidi) gibi hayal
lerin vatan fikir ve duygusu etrafında muhaverele rini tasvir eden mensur eser. 33. — Ruhlar, (1922), tarihin büyük insanları arasında geçen ve içinde Türk şehitlerinin menkıbeleri nazım diliyle anlatılan tiyat ro şeklinde eser. 34. — Arzîler, içinde bir çok fel sefî konu'arı nazım diliyle teşrih edilen eser. 35. _
Yabancı dostlar, (1923), manzum bir konuşma. 36.__ Hâkan, (1934), manzum tiyatro.
Bu 36 cilt içine girmemiş bazı manzumeler hari cinde Abdülhak Hâmid’in en sonuncuları Lâtin harf leriyle neşredilmiş bazı makaleleriyle yine Cumhu riyet devrinde neşredilip gazete sütunlarında kal mış olan ve çocukluğundan hemen hemen ihtiyar
lığına kadarki hayatını anlatan hâtıraları henüz
cilt halinde toplanmamıştır. Şairin henüz cilt halin de toplanmamış yazıları haricinde daha hiç neşre dilmemiş yazıları da mevcut olup bunların bir kısmı iki cildi Maarif Nezareti tarafından Süleyman Nazi- fin notlarıyla ve nezareti altında neşredilmiş mek
tupların — şimdi nerede bulundukları meçhul—
bakiyesidir ve bunların kaç cilt teşkil edecekleri kes tirilemez. Abdülhak Hâmid’in en son günlerine ka dar Sultan Süleyman’ın, veliahdı ve büyük oğlu Mus tafa’yı öldürüşü faciasından mülhem olup (Kâmını’-
nin vicdan azabı) isimli bir piyesi yazmakla meşgul
olmuş bulunduğu da söylenmişse de — nâtamam kal dığı da ilâve edilen_ı_ bu piyes neşredilmiş değildir.
TİYATRO MUHARRİRİ ABDÜLHAK HAMİD
Sehakespeare’nin (Romeo ve Jülyet) piye
sinden mülhem olup neşredi'memiş ve yırtılıp
atılmış hikâyeler ilk kalem, denemelerini teşkil
eden Abdülhak Hâmid’in ilk matbu eserinin
bir piyes, son çalışmalarının da ikmal ede
mediği bir piyes olduğu ve piyeslerinin sayı
bakımından da, (Makber) müstesna değer bakı
mından da eserlerinin ağırlık merkezini teşkil ettik lerini tasdik edince, Hâmid’in mümeyyiz vasfının t i yatro muharrirliği olduğunu da kabul etmek icap eder. Bununla beraber, onu hakikaten büyük bir tiyatro müellifi, sahnenin tekmil kaide ve icapla rına vâkıf, seyirciyi heyecan ve alâka ile sonuna kadar sürükleyip götürmeğe kaadir bir üstat say mağa imkân yoktur. Klâsik Corneille ile Racine’i ve romantik Shakespeare’i pek iyi bilen Hâmıd, Fran sızca ve İngilizce gibi iki garb' diline vâkıf bulun
rağmen tiyatro sanatının denemelerine ve gelişme lerine karşı hiç bir alâka göstermemiştir. Diyelim ki tiyatro entrikalarını ve sahne hilelerini öğrenip tat- bika tenezzül etmemiş, yeni tiyatronun tekniği ile gündelik hayatın âdi icaplarına esir olmak isteme miş, eşhasını da yine gündelik hayatın şiir ve ihtişam dan mahrum bir lisanla konuşturmağa razı olma mıştır. Fakat piyeslerinde sayfalardan fırlayıp çıka rak asırların hayatına katılacak mahlûkları ve çeh releri en küçük hatlarına varıncaya kadar tesbit ve tersim edilmiş eşhası da pek yoktur. Hâmid’in mah lûkları hep kendisinin düşündüğü ve düşünmeyi sev diği şeyleri düşünür, ancak kendisini alâkadar eden şeylerden bahsederler. Temsil bakımından sade mağ lûp edilmez güçlükleri değil, fakat seyirciyi sürük- liyebilecek vakaları da ihtiva etmiyen ve mevcut vakaları inkişaf ederken tabiî hayat seyirlerini hiç itibara almıyan bu piyes'erin bir kaçı — tabiidir ki lisanın gidişiyle yeni neslin anlamıyacağı bir hale yer yer gelmiş bulunmalarından sarfınaz— kendi lerini okumadan ölüp gitmiş insanın talihsizliğine hükmettirecek güzellikleri muhtevidir. Bu umumî sözlerden sonra da Hâmid'in tiyatrosunu şu altı kıs ma ayırmak mümkündür: I. ilk dört piyes —, II. Eski Asyadan mülhem eserler. — III. Eski ispanya dan mülhem eserler. — IV. Yeni Ingiltereden mül
hem eserler. __ V. Kanburun ilhamı. — VI. Son
eserler.
I. (ilk dört piyes), a. Macerayı aşk. Mensur,
dört perdelik, fakat perdeleri müteaddit (temaşa
ları) muhtevidir. Orta Asyadan Kişmir taraf
larına gelen Timurlenk evlâdından bir kabi
le reisinin ahlâk itibariyle düşkün oğluna gayet
güzel olan yeğenini vermek istemesi ve bu genç kızın başka bir delikanlıyı sevmekte ve onun tara
fından sevilmekte olması vakanın belkemiğini
teşkil eder ve müellifin de bir gazeteciye demiş ol duğu gibi, bu bir aşk macerasından ziyade âşıkla rın maceralarıdır. Vakalar gayetle girift ve takip
leri âdeta imkânsızdır. Lisanda Namık Kemal’in
tesiri azîm olmakla beraber zorakîlik pek çoktur. Bütün eşhasın nedimlere ve cariyelere kadar şeh zade ve sultan olan piyesteki tek fikir unsuru ise, sütkardeşler arasında izdivaca İslâm dininin müsa ade etmeyişinin tenkididir. Bununla beraber, Hâ mid’in yirmi yaşında yazdığı bu ilk eser ve ilk tiyatrosu, devrin olgun muharrirlerinin kalemlerin
den çıkmış tiyatro eserlerinin çoğuna yine firiktir.
b. Sabır ve Sebat. Beş perdelik ve mensur çser.
Lisanı tabiî ve sadedir. Hâmid'in akrabasından Ah- med Vefik Paşanın tavsiyesiyle her tarafına darbı meseller serpiştirmekte ifrata vardığını, bu eserden bahseden her muharririn âdet edinmiş olmasına mu kabil, biz de bu darbımesellerin şahısların seciyele
rine pek uygun düştüğünü, bu piyesin Hâmid’in
temsile belki en elverişli eseri olduğunu söyliyelim. Birinci perdede Rumeli Paşasının konağındaki ka dınların falcı karısının etrafına toplanışları ve ikinci perdede bir köy kahvesi tasviri, Abdülhak Hâmid’in bir numünesini bir daha vermediği realist tasvir lerdir. Esere ismini veren (Sabır ve Sebat) ise Ru meli paşasının yeğeni Mehmet Beyle bir İstanbul konağında cariye olan Raksâverin birbirlerine karşı aşklarında sebatları ve bu uğurda her felâkete karşı ■sabırlarıdır. Paşa, kızını Mehmet Beye vermek ister
ve Mehmet Bey reddetip diyar diyar dolaşırken
kendisini evlât eden bir dervişten kalma Rumeli
demiryolu tahviline ikramiye isabetiyle milyoner
olup Avrupaya gider ve bu vesile ile Hâmid ilk defa olarak bize - tabiî henüz tamamen acemice - bir garb salonu tasvir eder. Neticede Mehmet Bey Av- rupadan dönecek ve babası tarafından alınmış, fa kat kendisine el değdirmemiş olan Raksâver’le ba basının ölüsü başında buluşacaktır.
c. içli Kız. Keza nu ıısur bir piyes olup (Sabır ve Sebat) dan zayıftır Ve Kemal’in (Zavallı Çocuk) eserini hatırlatan bir edası olup üslûp da Namık Kemal’in tam tesiri altındadır. Piyese ismini veren ve adı Sabiha olan genç kız ise fazla hassaslığın dan dolayı vereme tutulacağı, tutulmadan evvel bil dirilen bir hanım olup sözlerinin tufanı hakikaten tahammülü aşmaktadır. Hakikatte eserin en canlı çehresi Sabihanın üvey annesi olan ve genç kızın sevgilisini elinden almak üzere onu zehirlemeğe te şebbüs eden üvey annesidir .
ç. Duhteri Hindft. Beş fasıl ve sekiz temaşayı muhtevi bulunan bu eser mensur ise de içinde bir çok manzume vardır. Vaka tamamiyle Hindistanda
ve Hİndlstanın biraz iicrâ bir tarafında geçer.
Tompson isminde genç ve güzel bir İngiliz zabiti Surrucuyi adlı bir Hindli kızla, yâni (Duhteri Hin- dû) ile bir mîüddet seviştikten sonra ondan bıkarak âmiri Bortel’in karısı Elizabet’le münasebete girer. Surrucuyi’nin ıztırabı kadar Bortel’in istibdadına da dayanamıyan yerliler, Elizabeth’i kocasını zehirle
meğe mecbur ederek Tompson’a hem onu, hem Eli zabeth’i nikâh ile aldırır, kendisini de âdil olması şartiyle vali yaparlar. Duhteri Hindû’yu sömürge cilik aleyhinde, beyaz derili insanların derisi baş ka renkte insanları istismarları aleyhinde edebiyatı mızın ilk şikâyet ve isyanı saymak lâzımdır. Fakat Hâmid bu eseri yazarken sadece bizdeki istibdadı düşünmüş ve ona isyan etmiş olduğunu söylemiştir. (Duhteri Hindû) okunurken insana kudretle tesir eden parçalara ve pek yüksek ve güzel fikirlere te sadüf edilir.
II. (Eski Asyadaıı mülhem eserler), a. Saı-da-
napal. Abdülhak Hâmid’in ilk manzum tiyatrosu
olup Sultan A ziz devrinin en son yıllarında vücude getirilmişken intişarı ancak Sultan Reşad zamanında
mümkün olmuştur. Hâmid’in bu eserinde tasvir
ettiği hem vehham, hem zalim Asûr hükümdarıyla II. Abdülhamid arasındaki benzeyişler, yahut işgü zar sansürlerin böyle benzeyişler bulmağa kalkışa cakları düşüncesi, eserin neşrini ancak ikinci Meş rutiyet devrinde mümkün kılmıştır. Piyesin By- ron’un aynı namdaki tiyatrosuyla hiç bir münasebe ti yoktur. Hâmid’in Sardanapal’i simsiyah bir müs tebit ve kıpkızıl bir zalim olup babasından nefret etmekle beraber onu katleden sevgilisini affetmiyen kızı Yudes ise Corneille’in mahlûkatındaki seciye ifratları arzeder. Hâpıid tu eserinde pek ağır, Arab ve Farisî kelimeleriyle pek yüklü bir lisan kullan mıştır. Yer yer güzel sözler bulunduğu gibi Sardo- napal’in riyakâr nâzırları arasında bir tanesinin ona hakikati söylemeğe cesaret edişine hiddetlenip ken disini hançerledikten sonra, nedametle cesedi üze rine harmanisini örtüş ve ölüm karşısındaki gurur ve heybet sahneleri güzeldir.
b. (Liberte) de II. Abdülhamid’in ilk zamanla rında yazılarak ancak İkinci Meşrutiyetten sonra meydana çıkabilmiştir. Hece vezniyle yazılmış olan bu manzum eseri ilham eden hâdise, Sultan Hamid’in Kanunu Esasiyi ilândan az sonra bu ilânda en bü yük rolü oynamış bulunan Midhat Paşayı memleket ten sürmesidir. Eşhas, başta (Liberte) yâni hürri yet olmak üzere temsil ettikleri fikir ve mefhum ların frenkçeleriyle adlanmıştırlar. Despot, Abdül hamid liberal, Başvekil Midhat Paşa, liberte ise sarayda mahbus bir kız olup nasyona yâni millete âşık ve saraydan ona kaçmak çarelerini gece gün düz düşünmekle meşguldür. Libertede güzel sözler ve şiar olmağa lâyık fikirler varsa da eserin okun
ması sıkıcıdır.
o. Nestereıı. Hece vezniyle yazılmış olan bu eser Corneille’in (Debide) trajedisinden mülhemdir. Bir
iki genç arasında uçurumlar açması ve bu uçurum ların ancak ölümle doluşu tasvir edilmektedir. Bu iki genç de Kabil hükümdarı Gazanfer'in kızı
Nes-teren’le biraderi Behram’ın oğlu Hüsrevdir. Gazanfer zulümleriyle halkın menfuru, Behram ise faziletle ri sayesinde mabududur. Vakalar daima saray oda larında ve daimî tiradlar halinde arzedildiğinden biz ne nefretin ne de muhabbetin bir tezahürünü gör- miyerek sadece sözlerin hükümlerine göre keyfiyeti kabul etmek zorunda, kalırız. (Nestoren) de de çok güzel sözler ve eski edebi sanatların muvaffak mi salleri vardır.
d. Zeyn-.b. Manzum bir facia o1 arak takdim edi len bu eserin ilk kısmı manzum, sonları tamamiyle miensurdur ve nesir kısmı manzum kısmından gü zeldir. Bunu Hâmid (Nesteren) den ook önce yaz mışsa da 1908 ikılâbmdan sonra ve Hâmid’in ifade sine göre pek çok tâdil görerek neşredilmiştir. Zey nep, A lâ isminde bir Hint hükümdarının evlâtlığı dır ve derviş kıyafetinde tanıyıp sevmiş olduğu bir prense aşkıyla türlü maceraya vücut verir ve vaka efsanevî şahısların iştirakiyle tam bir feeri halin de inkişaf ve devam ederek güzel bir opera mevzu unu ihtiva eder.
e. Eşber. Üç perdelik manzum trajedi. Abdül- hak Hâmld’in en mühim ve güzel piyeslerinden bi ridir. Corneille’in (Horace) trajedisinden mülhem ol muş bulunmakla beraber, denebilir ki ondakl güzel liklerden üstün güzelliklerle doludur. Esefin kahra manları, Büyük İskender’le Kişmlr padişahı Eşber
<re onun kızkardeşi Sumru’dur. İskender Kişmırı zaptetmek üzeredir ve Sumruyu biraderini harb olma dan mülkü teslim İçin iknaat çalışır. Bu münasebetle çıkan münakaşada o kadar ileri gider ki, vatan sev gisi ve istiklâl gururu Eşber’i, hemşiresini hançeı- lemeğe sevkeder. Sumru’nun cesedini kalenin bur cuna asan Eşber, fevkalâde bir cesaretle döğüşme- sine rağmen mağlûp ve esir edilir ve kılıcının İs kender tarafından iade edilmesine rağmen esir ola rak yaşamağa razı olmayıp intihar eder. Galip İs kender, zaferine refakat eden facialar ortasında eski hocasına: « — Bu nedir ?s- diye sorarak o meşhur ve
ebediyyen meşhur olmağa lâyık: « __ Zafer veya
hiç!» cevabını alır. Vatan müdafaasmın ulviyet ve azametiyle beraber cenk ve istilânın hakikatte ne meş’um ve beyhude şan ve şerefler olduklarını bu piyes kudret ve azametle anlatır.
III. Eski İspanyadan mülhem eserler. Arabların
İspanyada tam yedi asır- süren ve hakikaten parlak devirler ihtiva eden hâkimiyetleri, Hâmid’in mu- hayyelesine uzun zaman tesir etmiştir. Bu hâkimi yet hakkındakl bilgilerinin derin ve sabırlı araştır malar mahsulü bulunduğu söylenememekle beraber, zekâsıyla ve hayalinin kudretiyle hiç ay ak da atma dığı bir memlekette ve yedi asrın şiirini ve aza metlerini his, haşmetle de tasvir etmiş olduğunu tes lim etmek icap eder. Bu yedi asrın ilham ettiği beş eseri üç nev’e ayırmak da doğrudur: 1. İspanyanın Arablar tarafından zaptını anlatan Tarık ıie İbni
Musa. 2. Arabların hâkimiyetleri altındaki İspan
yayı tasvir eden Tezer. 3. İspanyolların Arabları va tanlarından sürüp çıkarışlarına ait zamanların il hamıyla yazılmış bulunan N azif e ile Abdullah-us-
Sagîr.
a. Tarık yahut Endülüs fethi. Bazı manzum par çaları ihtiva eden mensur bir piyestir, Hâmld’in en çok şöhret kazanmış eserlerinden de biridir. Beı - beristan Valisi Musa’nın ümerasından olup kızı Zoh raya âşık bulunan Tarık’ı Endülüs kıtasını İspan- yollardan almağa memur etmesi ve sonra zafer ve şanını kıskanarak hapsettirip merkezi hilâfet olan Şam’dan gelen emir üzerine serbest bırakması va
kanın esasını teşkil etmekle neraoer, uana rar çuk şahıslar ve tâlî vakalar vardır ve bütün bir kıtanın
yedi asır için sahip, din ve medeniyet değiştirme
sini tasvir eden bir piyeste şahısların ve vakala rın bolluğu şüphesiz ki bir kusur değildir. Bu vaka ların sevk ve idaresindeki muvaffakiyet pek büyük
olmamakla beraber, Tarık Hâmid’in tiyatrosunda
bile büyük ve güzel sözlerin en çok söylendiği piyes lerden biridir ve muzaffer kumandanın mağlûp kra lın hâzinesindeki hasbıhali hakikaten muhteşemdir.
h. t M M a s» yahut ttt-Cenaal Bu de man zum parçaları bulunan mensur bir piyes olup (Tarık l eserinin devimlidir ve Hâmidin gençliğinde yazılmış ise de bir hayli tâdiller görerek İkinci Meşrutiyet ten sonra neşredilmiştir. Heyeti umumiyesi itiba riyle vakalar daha girift olup tasvir ettiği zaman da birbirleriyle geçinemiyecekleri anlaşılan ibni Musa ile Tarık’ın Endülüse sürülmelerinden sonra Musa 'mı oğlu Abdülâziz’in valiliğine tesadüf etmektedir. Piyes pek uzun ve lisanı yer yer hakikaten pek ağır olup ancak eşhasının pek büyük bir kısmı öldürül
mek suretiyle nihayet iıulur. Çok güzel yerleri de yok değildir.
c. Tezer yahut Melik Abdurrahmanı Hâlis. Ta mamen manzum olup üç perdeden mürekkep olan bu piyes Abdülhak Hâmid’in sahneye en uygun ve en insicamlı faciasıdır. Piyesin tasvir ettiği devir, En-
dülüsün en şa’şaalı zamanı bulunmakla beraber,
Hâmid ancak bir gönül macerasını, genç, ve ihtiyar
iki âşık arasında kalan bir kızın ihtiyarı tercih
edişini hikâye etmektedir. Şu kadar ki. ihtiyar âşık bir hükümdar ve tarihin uzun vc şerefli saltanatı esnasında devlet umurunu ancak on üç gün ihmal ettiğini kaydettiği III. Abdurrahman’dır. Tezer ismini taşıyan genç kız ise ona kendini sevdirip miktarı münasip para çekerek pek fakir ve yakışıklı sev
gilisiyle yemek üzere saraya girdikten sonra ihti
yar hükümdardaki ruh büyüklüğünün tesiriyle de likanlıdan yüz çevirecek, delikanlı da derviş vc ra hip kıyafetine girip halkı ayaklandırarak hükümda rı, sevgilisini hançerledikten sonra tahttan feregatle başını alıp gitmeğe mecbur edecektir. (Tarık) tâki yüksek ve velveleli belâgat yerine (Tezer; ince his ler, rakik teşbihler ve zarif ve derin tahliller doludur. ç. Nazife. İki şahıs arasında bir ıneclislik man zum bir muhavereden ibaret olup Nazife de Gırna- talı bir Arab kızıdır ve Gırnatayı ele geçirmiş bulu nan ve kendisini seven İspanya hükümdarına tes lim olmaktansa intiharı tercih eder.
d. Abdullah-us-Sagîr. Manzum bir faciadır. E v velce yazılmış bulunmakla beraber İkinci Meşruti yetten sonra neşredilmiştir. Abdullah, son Endülüs
hükümdarı olup Fasa sığınmak istemişken kabul
edilmediği için ispanyaya döner ve Nazifenin âşığı olan kralın mülkünde eski bir ulüfte olan sevgili siyle birlikte ve bir kulübede geçecek hayatım kâfi derecede mesut sayar: Yedi asır süren bir hâkimi yetin ihtişamla başlamasını tasvir ettikten sonra son buluşunu. Abdüthak Hâmid işte böyle miskin ve zelil bir tevekkül sahnesiyle bitirmiştir.
IV. Yeni ingiltereden mülhem eserler, a. i inten.
İçinde uzun manzum parçalar da bulunan ve beş yüz sayfa kadar tutan ve tamamı İkinci Meşruti yetten sonra neşredilen mensur tiyatro eseri. Fin-
ten, fakir doğmuş ve buna tahammül etmiyerek
zengin bir ihtiyara varmış olan bir İngiliz kadim lin. Zengin Olduktan sonra da bir Lordla evlenip
'■ nüler âlemine girmek istediğinden Avustralyada
bulunan kocasını öldürmeğe, papağanlarının uşağı
olan dev cüsseli bir Hintliyi memur eder. Bu Hintli kendisine âşık olup bir gece de bermurad edilmiş tir ve bu gecenin mahsulü bulunan ucûbe şeklinde
bir çocuk gizlice büyütülmektedir. Hintli uşak va zifesini başarırsa da türlü mânilerle Finten lorda
varamayacak ve Finten Hintli uşağına bağlanıp
bir kavga esnasında kendisini öldürdükten sonra kar şısına ölüm ilâhı çıkıp ancak onun emriyle bu dün yadan gidecektir. Müellif bu eserde öyle harikulâde bir hava estirmektedir ki. bütün garabetler ve fe v kalâdelikler insana tabiî gelmekte ve Finten’ln ölü
mü için mezarının bizzat ayağına gelmesi de pek
tabiî görünmektedir. Abdülhak Hâmid’in en güzeı •\‘!eri bu Fiıiten’db »e denebil i >' ki Tib'k
••'debivntm-daki pek büyük yerine sahip olması için (Finten)
muharriri bulunması da kâfi gelebilirdi.
b. Yabancı dostlar. Bu da Abdülhak Hâmid’in en son intişar etmiş eserlerinden olup değişik ve zinlerle yazılmış manzum bir konuşmadır. Konuşan lar da yaşlı bir içki düşkünüyle müzikhollerde oy nayan derbeder ve mizacı garip bir genç kız olup türlü konular üzerinde fikir yüriitüşleri tasavvur ve tasvir edilir. Eserde Abdülhak Hâmid’in ihtiyarlığı ve şahsî fikirleri mütemadiyen aksettiğinden bunu biyografik bir eser saymak da mümkündür.
SON TİY A T R O ESERLERİ
Abdülhak Hâmid’in 1908 den az evvel yazmağa başladığı Ilhan’dan ölümün yarıda bıraktığı (Kanu-
nî’nin vicdan azabı) piyesme kadar yedi piyes
bundan evvelkilerin bazılarıyla ve bilhassa (Finten) -
le kıyaslanması mümkün olmıyan ikinci derecede
eserlerdir. Bariz hususiyetleri de çoğunda Hâmid’in
Sabır ve Sebal ile İçil Kız’m kaynaklarına, yâni eski
veya yeni Türk tarihine dönüşüdür. Fakat bu tarih onu öteki eserlerindeki ihtişama götürememiştir.
İlhan. Bir kısmı aruz ve bir kısmı da hece ile yazıl mış olup eşhası muhtelif vezinlerle konuşan bu pi yesin hâkim çehresi, İranda Cengiz sülâlesinden sal tanat süren son hükümdar, yâni Ebu Said Bahadır Handır. Esere vücut veren maceralardan biri de hü kümdarın bir hala ile yeğenini aynı zamada nikâhı altına alışı, diğeri de hükümdar ile veziriâzamı Emir Çoban arasındaki niza’Iardır. Vakalar karışık, hayli da mantıksız olup kadının sevdiği erkeğe kin duyu
şuna ve bu kinin tesiriyle onu öldürüşüne daha ev velki bir kaç piyesten sonra bunda da Ebu Said Ba hadırın ikinci zevcesi Dilşad tarafından öldürülüşüyle şahit oluruz.
Ilhan’ın zeyli olan Tarhan daha kuvvetlidir ve
burada Hâmid artık Osmanlı tarihine girdiği için de bu piyes daha mühimdir. Ebu Said Bahadır’ı öl
düren ikinci ve genç karısı Dilşad Ilhan ilân edil miş, fakat tek başına vaziyete hâkimi olamıyacağı için (Ilhan)da Efgan sarayının maskarası bir cüce şeklinde görmüş bulunduğumuz bir kamburun hük
mü altına girmiş ve cnun kemal ve dirayetine
hayran olup kendisine varmıştır. Daha sonra, bu cüce kamburun Ebu Said Bahadır’ın büyük kardeşi olduğunu öğreniriz. Hâmid onun evvelce evlenip dünyaya gelen oğlunun da daha sonra Timurlenk
olmasına, büyük sanatkârların tarihe tahakküm
hususundaki hakkına istinaden karar verir. Bun
dan sonra, Haçlıların tecavüzlerine uğrayan Os
manlI padişahı I. Murad’ın imdadına kocasıyla Dil- şad’ın gidişi ile Osmfanlı hükümdarının sarayım sey rederiz. Dilşad Abdülhak Hâmid’in en ihtiraslı ka dınlarından, daha bir kaç eserde müellifi mütemadi yen işgal edecek olan kambur da en azametli bir
ruha sahip mahlûklardandır.
1915 de yazılmış olan Tayflar geçidi, Ilhan’İh
Tarhan’m bazı kahramanlarının genç Hâmid’in bü
yük çehreleri Hügo ve Namık Kemalle birlikte bil hassa ölüm denen muamma 'hakkında mezarlıkta ve birer tavf halinde konuşmalarıdır, eser de en son
ve en güzel şeyleri söyliyen kamburun kanatlanıp uçmasıyla nihayet bulur.
Kuhlar, Tayıflar geçitli gibi bir mezaristan sah
nesinden de mahrum veya müstağni olup yıldızlar arasında ve ancak Dilşad’la kamburun yine fe seti bahisler üzerinde konuşup hayat muammasını çöz meğe gayretlerini anlatan manzum bir eserdir.
Arzîler, yine Dilşad’la kamburun yine aynı ba
hisler üzerinde ve bir tenhayide konuşmalarıdır:
Hâmid bu konuşmaları Tayflar geçidi’nde ve hiç
değilse Kuhlar’da ikmal etmeliydi.
Yadigârı harb, Birinci Cihan Harbinde Başku
mandan vekili ve Harbiye Nâzırı Enver Paşanın is teğiyle yazılmış bir eser olup bir belkemiğinden mahrum olmakla beraber bu harbin muhtelif safha larından mülhemdr ve harbin ilânı sırasında Lon- dradaki Hariciye Nezaretinde diplomat toplantıları nı tasvir eden sahnede tngilterenin gurur ve azame tiyle beraber Finten’deki Londra salonlarının has retle bir hatırlanışı vardır. Hâmidin de genç zev cesiyle eşhasından birine benzediği bu piyesin en muvaffak kısmı ise Londra sahneleridir.
Bundan sonraki Yabancı dostlar’ı İngilterenin ilham ettiği eserler arasına koyduğumuze göre son matbu esere, Hakan’a gelelim. Cumhuriyet devrinde yazmış ve 83 yaşında meydana çıkarmış bulundu ğu bu eserde Hâmid tamamen Türk tarihinden il ham aldığını söylemektedir. Kaldı ki, eserde tasav vur ve tahayyül edilen Türk Hakanı sarayı teşrifat ve unvan ihtiraslarıyla küçük Alman prensliklerinin saraylarını hatırlatmaktadır ve sekseni aşmış mu harrir bir çok sıkıcı tekrarlar ve boşluklar örten ağ dalı ve tumturaklı sözler yanında eserini lâtif tas
virler ve derin düşüncelerle doldurmamış da
değildir.
Bitmemiş olan ve veliahdi Mustafayı öldürttük ten sonra bir cinayet işlediğini takdir eden Kanu- nî’nin vicdan azaplarını tasavvurla yazılmış bulu nan son piyesin mevcut kısımlarının nezredilmesi elbette ki temenniye lâyıktır.
Abdülhak Hâmid'in Cünunıı aşk isminde ve Hint tarihinin ilhamıyla yazılmış bir piyesi bulunduğu rivayet edilmekte ise de bu piyes neşredilmemiştir.
TİYATRO DIŞINDAKİ ESERLER
Bunları manzum olan ve manzum olmıyan eser ler diye ikiye ayırmak icap eder ve Abdülhak Hâ mid her şeyden evvel büyük bir şair olduğundan __kemiyet bakımından da zaten üstün olan— man zum eserleri takdim eylemek lâzımdır.
Manzum eserler __ Ona baliğ bulunan ve hiç
değilse bir cilt tutacak bir kısmı da basılmamış
olan bu manzum eserleri de ikiye ayırmak muva fıktır. Zira bir kısım tamamiyle şairin ilk zevcesi Fatma Hanımı kaybedişinin ıztırabından mülhem
bulunmaktadır. Zaten yazılışları da kısmen daha
evvele ait olan öteki eserler üzerinde ilkönce du ralım:
Divaneliklerim yahut belde. Şairin çocukken de gördüğü Parise sefaret kâtipliğiyle dönüşünden
sonraki intihalarını tasvir eden 17 manzumeden
mürekkeptir. Bunlarda şehrin muazzam tarihinden
mülhem bir şey yoktur ve bütün şiirlerde Hâmid’in şahsı ve maceraları vardır. Eserde Hâmid eski şii
rin bütün kaide ve nizamını pervasızca parçala
maktadır.
Sahra’da Hâmid tamamiyle' zıt bir âlemden mülhem olmuş, yâni bu sefer de tabiatı tasvir et miştir. Fakat klâsik Türk şiirinin mükellefiyetle rinden uzaklaşma bakımından aynı yolda yürümek tedir.
Garam. Mevzuu Çamlıcada geçen bir aşkın man zum hikâyesidir ve Paristeki kâtiplikte yazılmış bu lunmasına rağmen İkinci Meşrutiyette neşredilmiştir. Bir sefilenin hasbihali. Eski ismi (Kahbe) olan ve bazı mensur parçaları da bulunan uzun bir man
zume olup tiyatro eseri sayılması da bir derece mümkündür. Zira günahkârlığı kabul etmiyen bir betbaht kadının kendi macerasını kendi diliyle hi kâye edişidir. Fikir ve felsefe bakımından Hâmid bu eserde Hügo’nun tesiri altındadır.
Bunlar odur. 19 parça manzumeden mürekkep olan bu eserde Abdülhak Hâmid Hindistandaki hâ tıralarından bahseder ve bu hâtıralar arasında ilk karısı Fatma Hanım da görünür.
Bâlâdan bir ses. Hece vezniyle ve kafiyeli nesir
halinde yazılmış bir küçük eserdir. Yüksek âlemle re çıktığı tasavvur edilen bir ruhun dünvaya hitabı
olduğuna göre onu da Bir sefilenin hasbihali gibi bir tiyatro eserinin bir parçası saymak caiz olabilir.
Valdem. ik i kısımdan mürekkeptir, ilk kısım şairin annesi için yazılmış uzun bir mersiye olup ikinci kısımda Hâmid vatanını da bir ikinci ana sa yıp onun Balkan Harbindeki felâketlerini terennüm
etmektedir.
İlhamı vatan. Birinci Cihan Harbinde neşredilen bu eserdeki manzumelerin bir kısmı 93 Harbinin ve bir ikisi 1897 Türk - Yunan Harbinin illıamiyle yazılmıştır. Fakat Fatih’le Yavuz'dan mülhem şiir
leri müstesna, Hâmid’in Türk vatanının askerî za fer ve felâketlerini terennüm eden manzumelerinde
âzami muvaffakiyete erişmiş bulunduğunu söyle
mek güçtür.
Hâmid’in ilk zevcesi Fatma Hanımın ölümün den mülhem olarak vücude getirdiği eserler ise üç tanedir:
Makber. Hemen ölümü müteakip yazılan bu
uzun mersiye bunların en mühim ve güzeli olup Türk şiirinin de’ en muazzam eserlerinden biridir. Şairin hercaî gönlünde Fatma Hanıma verdiği ye
rin hududunu tâyinde, mateminin bu şahese
rini vücude getirirken yeni bir ihtirasın izleri belir diğini düşünerek insan biraz tereddüde düşmekle be
raber, yine muazzam hıçkırıkları vardır ve
Abdülhak Hâmid’in ölüm muamması karşısındaki
çırpınışları en çok bu eserde muhteşem ve derindir. Ölü. Makber’i takip eden ve 10 parça manzu meden mürekkep olan bu eserde yine aynı matem terennüm olunur.
Hacle. Ölü’yü takip eden ve 8 parçadan terek
küp eden bu eserinde de şair aynı matemi terennüm eylemiştir.
Abdülhak Hâmid’in Hep veya hw;, başlıklı bir
şiir mecmuası da intişar etmemiştir. Şair en son
hastalığına kadar şiir yazmış ve muayyen bir dev
reden sonra muhafazakâr olan bazı inkılâpçılar
zıddına, şahidi olduğu en son şekilleri dahi dene meğe çalışmıştır. Cilt halinde neşredilmemiş man zumelerinin de toplanıp basılması temenniye lâ yıktır.
M E N Sİ)ît ESERLER
Abdülhak Hâmid’in uzun hayatı boyunca yaz dığı mektupların zayi olmıyanları toplandığı tak dirde bir hayli cilt tutacakları muhakkak ise de bu ciltlerden ancak ikisi, Mektuplar başlığı altında ve
Birinci-Cihan Harbi sırasında Süleyman N azif’in
notlarıyla Maarif Nezaretince neşredilmiştir. Bun ların bir kısmı ehemmiyetsiz tezkerelerden ibaret se de bilhassa Namık Kemal’e gönderilmiş olanlar
fih ?^in Iâ™ ı?’İn 4 ayatl Va gerek Türk edebi>'»tı ta- nm ıçm pek rmuhım ve güzeldir.
Abdülhak Hamid, çocukluk zamanından başla yıp ikinci Meşrutiyete yaklaşan senelerine ait hâtı ralarını da eski nesrin en lâtif ve zarif diliyle ya zıp bıı- gündelik gazete ile neşretmişti. Hâtıralarına devam ederek son günlerine kadar gelip gelmediği
malum değildir. 5 p geuueuıgı
ı lhtİTa^ lk Sağlarında yazılmış ve gazete sütun
larında kalmış bir kag makalesi de vardır
Eski harflerle çıkmış eserlerinden yeni harfler le basılanların sayısı ise basılmıyanlardan — maale sef— azdır.
NETİCE
Abdülhak Hâmid'i zamanındaki yeri ininde mü talaa etmek icap eder. Bu yer, Tanzimat ed eb i^ h devresidir ve Abdülhak Hâmid bu devreye mensup
olan şam ve ediblerin en gençleridir. En gençleri
kendisi olduğu gibi en geniş imkânlar içinde yetis-S b â Z ' r T Ve y “ §alm§ oIanl da kendisidir,
n l r r t S kai i1Sini .hayli yalam ış bir ulema ko- , ! " P -, yumu§> ilk boc;,ları arasında
za-T “ ata , ^ utefekki>lerinden sayılan Hacı
aidin B a ff u f mUi Unmu* pek genS ya§mda Parise gidip Batı ile, Tahrana gidip Doğu ile temasa
air-gefS 1iS'ınin ilk devresinde İstanbulda zamanın butun udebasıyle tanıştığı gibi Avrupada geçirdiği pek uzun seneler esnasında da garb edebiyatını bü- tun safhalarıyla takip etmek imkânlarına daima sahip kalmıştır. Yâni, Türke debiyatmda, şiir ve ti yatrosunda inkılâplar halketmek ve şaheserler ya ratmak ıçm arkadaşlarının hepsinden çok imkâna •aıhıp olmuştur. Hepsinden de uzun ömürlü gıktı«ı- na göre Tıırk edebiyatına daha çok eser, daha doğ rusu daha çok mühim eserler vermeliydi: Pek çok şe yi tekrar etmiş, bilhassa nazmında titiz olmamış ve tiyatrosunda aynı ihtirasları aynı basit seyir için
de tasvir edip durmuştur. 5
bir büyük dâvaları karşısında müsbet
bir rolü olduğu söylenemez. Hürriyet ve meşrutiyet fikirlerini müdafaa edip Sultan Hamid’e muhalif göründüğü vaki olmuşsa da Abdülhamid rejiminden yüksek maaş ve işsiz makamla geniş çapta fayda lanmamış da değildir. İkinci Meşrutiyette kendisini aynı şekilde, hiç bir faaliyeti kaydedı miyen bir se
tir ve ayan âzası görürüz, Cumhuriyetin Hânından
kalklp sefalete u§ rar uğramaz da
bu sefaletini millete bir tükrük atar gibi ilân
etti-?laruf ' , Yl!larca ettiği Büyük Millet
Meclisi âzalığmdakı vazifesinde ise seksene vardık t a sonra tabiîdir ki ayan âzalığından daha faal b®klen®mezdl' Yani diplomatlığı, ayanlığı ve
mebusluğu sadece aylık almak için yapmıştır, hük mune esefle varmak icap eder. Adam olarak ve va-
< ndaş olarak Abdülhak Hâmid'e hayran olmak bel- 1 de Ş’^Stn^' f akat huyüıt sanatkârların hemen hep-ÂbaiUhftku klef i , ancak san atlarında göründüğü içir Abdülhak Hamid i de ancak sanatkâr olaruk mü- tniea etmek icap eder. Bu sanatkârlığın derecesi de bizim edebiyatımızın hudutları ve şartları içinde şüphesiz ki mühim ve büyüktür. Kendisini İkinci Meşrutiyetten sonra göklere çıkaranların en ateşli lerinden biri olan Celâl Nuri’nin muhayyel bir şâh- sa söyletmiş olduğu gibi (Shakespeare’in 1 azan ona yaklaştığı) bir hezeyan olsa da şekil ve dil bakı- mından pek kusurlu ve hazan ziyadesiyle ihmalkâr olan Abdülhak Hâmid’den kalmış sayısız mısra ve eyıt içinde nefis, derin ve rakik şeyler vardır ve eUplİı1' HedebİyatlmiZda bİr çok ^nire* — onu inkâr edenlerden çoğunun erişmedikleri ve
erişmiyecek-len birer mevki temin edebilecek kudrettedir. Son
s°z olarak da, (Fin ten) in Türk edebiyatında en yük- sek uç dört kitaptan biri ve son devrenin en şa’şa- alı eseri olduğunu teslim etmek bir hakşinaslık teş
kil eder. *
ı i
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi