• Sonuç bulunamadı

Saray ve Babıali'nin iç yüzü:Daha söylüyor, daha söylüyor, vücudu kalkasıca daha söylüyor.Çık dışarı!

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Saray ve Babıali'nin iç yüzü:Daha söylüyor, daha söylüyor, vücudu kalkasıca daha söylüyor.Çık dışarı!"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sahife 10

^

A K Ş A M

ı r ı y v e 13 aı b

o

a D

S m 8 m i ç y ü ı u

Yazan : SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM

— Tercüme iktibas hakkı mahfuzdur —-

Tefrika No. 654

“ Daha söylüyor, daha söylüyor,

vücudu kalkasıca daha söylüyor...

Çık dışarı I...

Hünkârın her sahada muvaffa­ kiyetleri hakkında bütün Osman-lı gazeteleri sütun, sütun yazılar neşrediyorlardı.

İkdam sahibi Ahmed Cevdet beyin «Matbuatın tuzu, biberi» de­ diği Ahmed Rasim bey (Matbuat hatıralarında) şu tuhaf hâdisede bir yanlışlığa kurban olmaktan nasıl kurtulduğunu şöyle anlatı­ yor:

(Bir sabah Saadet gazetesinde çalışıyordum. Odanın kapısı bir­ denbire açıldı. İçeriye kolları kır­ mızı çuhadan, yenleri siyah bir nevi askerî caket giymiş, kırmızı fesli biri girdi. Bana hitab ederek sıra ile şu emirleri verdi:

— Gel! Fesini giy! Yürü! Korka, korka itaat ettim. Kapı­ nın önünde bekliyen bir arabaya bindik; Beşiktaşa gelince nereye gitmekte olduğumuzu sordum.

— Başmabeyinci beye!

Cevabını aldım. Sarayda bir mermer merdivenden çıkarak ko­ ca bir salona vardık Çavuş b an a:,

— Sen dur!

Diyerek, fesini de düzelterek bir kapıdan girdi; sonra görüne­ rek beni çağırdı. İçeride kocaman bir masanın ortasında kır sakallı biri gömülmüş hiddetli, hiddetli bana bakıyordu. Üç, dört dakika süren bu bakış karşısında tir, tir titriyordum; adamın gittikçe me­ habeti artıyordu. Nihayet bana:

— Gel buraya!

Dedi. Yaklaştım. Masanın üs­ tünde açık bir Saadet gazetesi duruyordu. Şehadet parmağile çabuk, çabuk âdeta gazeteyi yır­ tacak kadar gazapla işaret ederek:

-— Bu ne demek?

Diye bağırdı. İğildim. Bakacak oldum; bir bağırtı daha!

— Sizin kafanızı havanda ez­ meli! Hainler!

Fena korktum. Seri bir nazar­ la gördüm ki bir manzume! İsma­ il Saf anın:

Bahar gelmiyeçek mi

Bahar gelmiyeçek mi? Nakaratlı manzumesi. İçimden: -— Ne olsa bu adam biraz söz anlar! Elbette anlamıyanı baş-mabeyinci etmezler a ! diyordum. F ak at:

— Efendim!

Dememe kalmadı; bir bağırtı daha gürledi:

— Daha söylüyor, daha söylü­ yor!.. Vücudü kalkasıca.. Daha söylüyor... Çık dışarı!..

Sağdan geri ettim. Kendimi divanhanede buldum. Yanımda üstü başı temiz bir ağa gördüm. Adamcağız mütebessimane, gönül alırcasına:

-—• Gel beyim gel! Korkma! Bugün hiddeti var. Zararı yok.. Şimdi geçer!

Diyerek beni bir odaya götür­ dü. Elim, ayağım buz kesilmişti; her tarafım titriyordu. Bana su, sigara kahve verdi. Fak at içemı-yordum k i...

Bir çeyrek sonra başka bir ağa geldi:

— Buyurun!

Dedi. Uşaklar efendiden nazik! Tekrar içeriye girdim. Bu defa evvelkinden ziyade köpürmüş gö­ rünüyordu. Gene bir. ;,'i dakika ••üzüme baktı; parmağile:

Bahar gelmiyeçek mi? Mısraını göstererek: — Bu ne demek! Diye haykırdı. — Efendim!

— Sus... Dilini koparırım! Ne yapm alı... Söyle... Söyle­ m e... O muttasıl tekrar ediyordu:

— Bu ne demek?..

Sonra küf üre de başladı: — Sizi edepsizler, veledi zina­ lar, nankörler, hainler.. Sizi utan­ mazlar, namussuzlar, alçaklar.. Sizi köpekler, yezidler, melûnlar.. Asılacaklar!

Bu nakaratlardan her birinin sonunda gene eski tavrile:

— Bu ne demek?

Diye bağırıyordu. Ben cevap vermek istiyordum, o bağırıyordu. Hatırıma bir şey geldi. Bir anda bütün cesaretimi topladım. Cake-timin düğmelerini çözerek elimi yeleğimin cebine soktum; mühü-rümü çıkardım; önüne koydum, mühürü aldı; baktı; okudu; dur­ du; dudaklarını büktü; sakalını karıştırdı; mühüre bir daha bak­ tı:

— İsmin ne? — Ahmed Rasim.

— Sübhanallah.... Ne söz anla­ m azlara çattık!

İşte buna diyecek yoktu! De­ vam ediyordu:

— A llah... A llah... Fesübha-nallah... (Bana bakarak yumu­ şadı: bir lisan ile)

— Otur bakayım! Bak bir kere olan işe... Ben kimi istedim... Bana kimi getirdiler?. Nafile ye­ re senin kalbini kırdım! Ama za­ rarı yok... Sen benim evlâdım ye-rindesin!

Teşekkür temennasını çaktım. Masanın gözünü çekti.. Elile: — Gel!

Diye işaret etti. Masaya yaklaş­ tım. Bana beş lira verdi.

— Hakkını helâl et.. Bir yan­ lışlık oldu. Fakat kimseye söyle­ me.

Saray kapısından fırladım. Ben çıkarken sansür Hıfzı bey giriyor­ du. Benzi uçmuş, dudakları titri­ yordu!

(Arkası var)

Kadıköyünde mütekaid miralay Nuri beyden aldığım, bir mektupta Ziya Mol­ lanın nefyi meselesi Kakında şu izahat veriliyor:

(Ziya Mollanın babası Rumeli kazas­ kerlerinden Kasideci zade Süleyman Sırrı efendi Abdulhamidin hocası idi. Abdülâzizin katli davasında Mithat pa­ şa aleyhinde sadır olan hükmün infaz şekli hakkmda mütaleaları alınmak üzere saraya celbeddlenler arasında o da da­ hildi.

«Bu celb hususî surete olacak; çünkü bu mesele için sarayda akdolunan fev­ kalâde meclise ulema davet edilmemiş­ ti.» Anaak Mithat paşanın katiyen ma­ sum olduğunu söylemesile Abdülhamid korkarak eski hocasını izaz ve ikram ile iade eylemişti.

Ziya Molla da babası gibi cesareti medeniyesile maruf idi.

Eskiden beri mensup olduğu veliabd Reşad efendiye devam ederdi. Fakat saltanat hanedanı içinde en zeki ve devlet idaresinde en liyakatli olarak şehzade Kemaleddin efendiyi - kanser­ den vefat etmiştir - görürdü.

Kemaleddin efendinin ielâsı için bir teşebbüs vardı. Bunu haber alan Abdül- hıamid teşebbüste dahil bulunanlardan Ziya Mollanın kayın biraderi şûrayi dtv- let âzasından Ferdî beyle Kemal paşa zade Said beyi tevkif ettirmişti

Bir çok İngilizlerle münasebette bu­ lunduğu için tevkifine cüret edilemeyen Ziya Molla bizzat ve ihtiyatsızca ıra­ ya gitmiş, Hacı Ali paşadan hürmetle muamele gördükten sonra bir heyet ta­ rafından isticvap edileceği kendisine bildirilmiş idi.

O zaman hünkâr yaveri idim. Mollayı bu tahkik heyetine sevkeden ben oldum. Heyette adliye nazırı Abdürrahman ve dahiliye nazırı Menmduh paşalar da var idi; ilk isticvab vazifesi ser hafiye Kadri bey tarafından ifa olunuyordu. Abdül­ hamid de odanın aralık kapısından din­ liyordu.

Kadri bey Ziya Mollaya:

— Efendimiz sizden bazı maddelerin tahkikini irade buyurdularl

Dedi. Vaziyeti anlayınca Ziya Molla Kadri beye:

— Zatı şahane senin gibi bir .... den gayri sual suracak adam bulamadı mı?

Diye çıkıştıktan sonra aralık kapıye teveccüh etti. Hünkâr ile karşı, karşıya geldi ve aynen:

— Sen hilâfeti melâbei sıbyan devle­ ti de erazil ve iclâfa maklûp eyledin!

Diye hitap etti.

Heyet de, benim gibi mecliste hazır bulunanlar da hep kaçtık. Padişah da bu hakaret karşısında telâş ve helecan içinde kaldı. Ancak böyle anlarda o da­ ima metanet gösterirdi. Mollaya:

— Sinirlenmeyiniz! Müsterih olunuz! Mukabelesinde bulundu.

Bu kargaşalık içinde Mollanın eski dostu olan Haşan paşa - Beşiktaş mu­ hafızı - odaya girdi ve haüiseyi bastırdı. Aşağıda Said ve Ferdî beyler korku içinde titriyorlardı.

Ziya Mollanın evvelce tertip ve ih­ zar olunan şekilde Sanaya nefyi karar- laşmıştı.

Haşan paşa ile ben kendisini araba ile Beşiktaş karakoluna indirdik. Ara­ bada Haşan paşanın:

— Molla bey! Senin gibi bu memle­ kette on kişi olsa bu millet bu hale gel­ mezdi!

Dediğinin ve Mollanın ellerini öptü­ ğünün aynen şahidiyim.

Ziya Molla âdlesinde yetmiş dört ya­ şında ölen babalarından kalma vesika­ lar bulunmak lâzım gelir. Bunlarda çok tafsilât olacaktır.)

Abdülhamid devrine âid olarak şim­ diye kadar yaptığım tetkikat ve tahki­ kata Şehzade Kemaleddin efendinin iclâsına dair bir teşebbüs vaki olduğu bakında hiç bir kayıt ve malûmata des- tres olamamıştım. Acaba mektup sahibi mütekaid miralay Nuri beyin ilk defa bahsettiği bu teşebbüsün mahiyeti nedir?

648 numaralı tefrikamda Said paşa damadı Nuri bey tarafından Kemal pa­ şa zade Said beyden naklen bana vaki olan beyanatında Ziya Mollanın Kema­ leddin efendiye gönderdiği bir mektup­ ta şehzadenin yakında cülus eylemesi hakkmda bir temenni izhar olunduğunu yazmıştım.

îclâs teşebüsü denilen şeyin bıı te­ menniden ibaret olması ve sarayca bu temenniye bir teşebbüs mahiyeti veri­ lip öyle işaa edilmiş bulunması muhte­ meldir. îclâs teşebbüsünü göstereck cır vesika ortaya çıkmadıkça bunun böyle kabul edilmesi zarurî olduğu kanaatin­ deyim.

Mesele bir temenniden ibaret değil de iş daha mühim bir safhaya girmiş ise bundan haber ve malûmatı olanların bil­ diklerini esirgememeleri ve böyle tarihî bir meselenin hakikatile ve etrafile teza­ hürüne hizmen eylemeleri iyi olur

Basın Burumunun çıkardığı

1936 Almanağı

En güzel bir

armağandır

Bütün saylavlarımızla gazetecile­ rimizin resim albümü içindedir*

Ç I K T I

■ — ■ 50 KURUŞ

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ancak, bu gezegenler y›ld›z›n hareketinde yol açt›klar› küçük yalpalar ya da önünden geçerken ›fl›¤›n›n fliddetinde meydana getirdi¤i küçük düflüfller

Bu çalışmada muteallakın sadece öne geçmesi durumu incelenmiş, mu- teallakın haberden sonra gelme durumu ise ele alınmamıştır.. Esas olan kullanım ise, habere

Onun dönüşüne ka­ dar kendisine vekâlet etmek için o sırada İç işleri Bakanı olan Mer­ hum Recep Peker tek rar beni vazifelendirdi. İşe başladığımın

Sonuç olarak, osteoporoza ilişkin gazete haberlerinin halk sağlığı perspektifinden incelendiği bu araştırmada; son yıllarda haber sayısında artış olduğu, haberlerde açık

Diğer ülkelerin verileri incelendiğinde %15’lik bu oran, Türkiye’deki öğrenciler için düşük sosyoekonomik durumun öğrenci başarısı üzerindeki olumsuz etkisinin

Muğla’nın Milas ilçesi Koru köyündeki tarım arazisinde çıkan yangına müdahale eden yangın söndürme helikopteri iddiaya göre suyu bitince balık üretimi yapılan havuzdan

Ara ştırma, Güney Kutbu'nda sera etkisi yaratan gazların birikmesi ve ozon tabakasındaki incelmenin neden olduğu hava akımları sonucu denizin karbon dioksiti soğurma yani

Çeşmelerinden akan suyla hastanelik olan Dulkadir köylüleri, Eti Gümüş'ün arazilerini satın almak istediğini öne sürdü.. Çeşme suyundan 7 kişinin zehirlendiği