• Sonuç bulunamadı

400 yıl evvelki İstanbul:Pedro de Urdemalas'ın Sergüzeşti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "400 yıl evvelki İstanbul:Pedro de Urdemalas'ın Sergüzeşti"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

pek ucuzdur.

L JU A N — M atalas Callando -,/gibi, ben de, pesettim. A rtık, is

/ anbulu anlatabilirsin.

/ PEDRO — Pek kısa bir şe- / i, 'İde, her yanını ve dikkate d e . ğ r nesi varsa, anlatırım . Ama, ik. le bir, lüzumsuz yere sözü­ mü kesmeseniz.

J ı AN — Emin olabilirsin. P i DRO — İstanbul, K ara Deniz \ Ege Denizi’ııe ‘ birleşti­ ren kı lalın kenarındadır. Iva- lüH.1.1" Y* noktasından, karanın «¡’ -rıı, iki büyük fersah 'Koyundu, liirfezimsi bir kol da­

lar. İstanbul’un limanı olan bu kol, kasabayı ayırır (tec rit c- der m anasında).

(Bu parçada, kitabın bir çok kısım larında olduğu gibi, ka­ rışıklıklar ve atlam ala r var. Meselâ, “ Bosphore de Thrace” yerine, “Hellespont” denmiş ve “M arm ara” atlanm ış. Kopistin veya kopistlerin h atası olduğu, meydanda. Esasen, asırlarca bir köşede uyuyan yazma nüs­ ha üzerinde işlenmemiş ve, o r­ tada müteaddid maniiskriler bulunmadığı için, incelemeler ve mukayeseler yapılarak, doğ­ ru sayılabilecek bir nüsha doğ­ mamış. Zaten, mevzu, Türk ta ­ rihini ve cemiyetini derinden bilmiyen frenk yazarların, m a- nüskri’yi, yeter viizuhla, der­ leyip toplayabilmesine elveriş­ li bir mevzu değil.

O devirde, bugünkü gibi, “ponctuation” kullanılm am ası­ nın da, kopistlerin yanlışlarını arttırd ığ ı şüphesiz).

Biitiin Akdeniz’de, böyle bir liman bulunmadığına emin ola­ bilirsiniz. Dünyada ne kadar gemi, kadırga, kayık varsa, a- labilir. Mavnaya veya kayığa lüzum olmaksızın, gemileri kı­ yıya yanaştırıp yüklemek ve boşaltmak kabildir. Limanın fevkaladeliği, bir yanının İs­ tanbul’a ve bir yanının Gala- ta ’ya bitişik oluşundandır. Ge­ nişliği, büyük bir arkebuz men­ zili kadar tu ta r. Bir şehirden öbür şehre, karadan gidilmez. (G alata’yı, ayrı kasaba sayı­ yor). Meğer ki, ta arkalardan dolanılsın. O da, dört fersah tu ta r.. Ama, sayısız sandallar

dır da, ondan. K adırgaların da yattığ ı yer, tersanedir. Bu se­ bepten, esirler de, hep, o ta r a f ­ tadır. Ulu T ürk”iiııkilerin bir kısmı biiyiik kulede, l i r kısmı da, “ San Pablo” dadır. kan pab- lo, şimdi, cami olmuş, ’Çaptan P aşa’nınkiler, başka ku. -dedir, Reisler, esirlerini, keıuji ı ilerin de tu ta rlar.

Tersanede, içine bir kadırgayı alabilecek kadar geniş ve, ıslan­ masın diye, kemerli bir sürü ka­ yıkhane vardır. Geçerken, çok defa saydım. Yüzü tu ttu ra m a- dim, Maamafih, pek daha nok­ san da olmasa, gerek.

G alata’mn, dört bin hanelik bir yer olduğunu söylemiştim, galiba. Venedik’Ü ve F loransa’* lı tüccarlar, hep, orada oturur. Bin hane kadardırlar. Latin kilisesine bağlı, üç te m anastır vardır: San Francisco, San Ped ro ve San Beııito, Sonuncusun­ da, Şark’ın en geniş kilisesi ol­ m asına rağm en, topu topu, bir papas bulunur. Tezyinatı moza- yik ve resim ler fevkaladedir. San Pedro, dominikeıılerindir ve 12 papazı vardır. San Francisco nıın papazları, yirmi dördii bu­ lur. H er üçünde de, her gün ve her saat, mes eksik olmaz. T ıp. kı, Ispanya’nın en iyi m anastır Iarıııda olduğu gibi. Org ve çan bulunmadığını söylemiştim. Büyük bayram larda, ayini, trom peta ile yaparlar.

Kiliselere karşı, bir tiirk, belki münasebetsiz bir harekette bu­ lunur, diye, m anastırların kapı­ larında, Biiyiik Senyiir.ün em­ riyle, ellerinde topuz, ikişer ye niçeri bekler. Merak eden bir tiirk, görmek için girmek iste­ di mi, şu sözlerle, müsaade e- derler: ‘Gir, bak ve ağzını aç­ ma, Yoksa, topuzu kafana yer­ sin“.

Hiç bir yahudinin, G alata’da evi yoktur. D ükkânları vardır. Bü­ tün gün dükkânlarında bulu­ nurlar ve akşam kapatıp İsta n ­ bul’a evlerine dönerler. Rum ve ermeni çoktur. Yabancı ge­ miciler de orada kalır. Rum lar dan çok ekmekçi vardır. Y aptık la n ekmek, dünyanın en lezzetli ekmeğidir. Halk için pişirdik­ leri, bizde, senyorleriıı yedik­

olsa geı-ck. Tüı-kler, şarap içme diklerine göre?

Pedıo — Neye az olsun?, İçen lıiristiyan ve yahudi ek­ sik olm adıktan sonra. Çok şa­ rapları vardır; hem ucuz, hem iyi. Meyhaneye g ittin mi, der­ hal so rarla r: beyaz mı, kırmızı mı? Beyaz dedin mi, H anya mı, Gelibolu m u? derler H an­ gisini seçsen, üçüncü bir sual ile daha karşılaşırsın: kaç se­ nelik?

MATA •— Bu kadar çeşit, bizde, değil meyhanelerde, bel­ ki KıraPin sarayında bulun­ maz.

, PEPJRO — Bulunmazsa, ora­ da da bulunmaması şa rt mı?

JU A N — Şarap pahalı mı­ dır?

PEDRO — (Beyaz şarapların çeşitleri ve ucuzluğu hakkın­ da m alum at veriyor).

MATA — Ya kırm ızısı? PEDRO — (Kırmızı şarap­ ların çeşitlerini ve ucuzluğu­ nu da anlatıyor). G alata’nm başlıca sokağı, San Pedro ma­ nastırının bulunduğu sokak­ tır. “E snaf Caddesi”, diye a- nılır, Ticarethaneler, orada­ dır.

Tersane, garba bakan kapı taralındadır. Güneşin doğduğu tarafa, yani Boğaz’a doğru dü­ şen kapı, “ Tophane Kapısı” dır. Tophane, toptan gelir ve topların döküldüğü yer demek­ tir. Tophane meydanında, kul- lanılmıyaıı, bir siiıü kundaksız top yığılıdır. Bir Kiralın ordu­ sunu, adamakıllı teçhiz edebi­ lecek kadar. Rodos’tan, Bodin- den ve B elgrat’tan zaptettik­ leri büyük büyük ve iyi kulev rin ’Ier, içine bir adam sığabile­ cek, kocaman kocaman toplar. JU A N — Topların, orada ne işi var?

PEDRO — Fazla. Ne yapa­ caklarını bilmedikleri içiıı. Şa­ yet, kalelerden birine bir top lazım olsa, bunların arasından alırlar.

tyATA — Ba dediğin toplar, demirden m idir?

PEDRO — Yok, tunç. Hem, çan yapılan, en ince tunçtan.

(2)

4 Ağustos 19îk

FjJâd Garım

Türkler haklıdır. Bizde ömrü boyun­

ca, tepeden tırnağa, iki defa oisun,

yıkanmış erkek ve kadın yoktur.

— ı ı —

MATA — Yahu, orada, a r t­ mış, böyle kaç parça var?

PEDRO — Saymadım, ama, dört yüzden aşağı değildir.

MATA — Çok, be.

PEDRO — Bunlar ne kadar çok olursa, ordularında o ka­ dar çok top var, dem ektir. Öy­ le ya, bunları kullanmağa ih­ tiyaçları yok demek.

PEDRO — G alata’da ve, ba­ husus, İstanbul'da, camiler, ham am lar ve rum kilise­ leri, az değildir. (İki bin diye, >ir rakam var, ama, neye m atuf ı \duğu anlaşılm ayor) ham am ­ lı, in ihtişam ını, gözden kaçır- m, nak gerek. D ışarıdan saray z a i »edilir. Y uvarlık kubbeleri v a rÇ r: Yarı portakal biçiminde ve kurşun kaplı. İçerileri, mer­ mer, yeşim ve somakidir. Bi- naye yapılan m asrafı, getirdik loı-i kâr karşılar. Günde, elli eskudo getirm iyeni yoktur.

MATA — Adam başına, ne verilir?

PEDRO — Gönülden ne ko­ parsa. Yarım riyal, bir riyal, iki riyal. F ukara, bir akça ve­ rir.

JU A N — Kaç kişi, birlikte yıkanabilir?

MATA — Ben de, onu sora­ caktım .

PEDRO —; H am am lar,en aşa ğı, altı kubbelidir. Bunlarda seksen kişi yıkanabilir

MATA — Nasıl yıkanırlar? Teknelere mi, girerler?

PEDRO — Yıkanmağa gelen her kişiye, mavi bir peştemal verirler. Bele sarılır ve dizlere t kadar örter. Peştem alı sardık­ tan sonra, halvetlerden birine girilir. Her halvette, iki veya üç kurna bulunur. K urnalara biri sıcak, biri soğuk, iki mus­ luk akar. Suyu, istediğiniz gi­ bi, ısıtıp soğutabilirsiniz. K ur­ naların kenarlarında, kalaydan bir kaç ta s vardır. Bunlardan birini alıp dökünürsünüz. K ur­ nanın içine girilmez ve hacet te yoktur. Yer, hep mermer ol­ duğundan, bayağı, gümüş bir kap kadar tem izdir. Teknele- lerin içi, o kadar teiniz olamaz. Hamamda hizmet edenler, sizi dilediniz gibi yıkarlar. Sade tü rk ler değil, tiirkler gibi yahu diler, h iristiyanlar ve şark ’ta yaşayan bütün kimseler de, kendilerini yıkatır ben de, on beş günde bir, ham am a gi­

derdim. Hem sıhhatçe kendimi çok iyi bulur, hem temizienir- dim. Türklerin, haklı olarak, en çok tenkikidine uğrayan hu­ yumuz, temizliğe aldırış etmi- yişimizdir. Ispanya’da, doğdu­ ğu günden öldüğü güne kadar, ömrümde iki kere yıkanan er­ kek ve kadın yoktur.

JU A N — Z ararlıdır da, on­ dan. Çok kimselere, dokunduğu görülm üştür .

PEDRO — Alışkı ı olmamak­ tan. Bir alışsınlar, ğör, doku­ nur mu? Heri gelen ailelerden bir erkek veya kadın, ham ama gittiği zaman,ki çoğu perşem­ beleri giderler, kendisi ve hiz­ metçileri için, bir eskudo bı­ rakm adan çıkmaz.

JUA N — Erkekler ve kadın­ lar, bir arada yıkanm azlar mı?

PEDRO — Nasıl olabilir Türklerin, nam usa dokunabile­ cek şeylerde, nekadar titiz dav­ randıklarını anlatm am ış mıy­ dım ? Ham am lar, ayrıdır; er­ kekler için vardır, kadınlar i- çin de.

MATA — Bu ham am larda, çok su sarfedilse gerek.

PEDRO — Her hamamın, kendi çeşmesi vardır. Su bakı­ mından, İstanbul ve Galata, çeşmeleri en bol kasabalardan­ dır. Dünyada, çeşmesi bol, baş­ ka kasabalar varsa.

Bir takını hayırsever türkler, suyu gelmiyen veya kıt olan sokaklara, sırf halka iyiiik ol­ sun diye, çeşme vazifesini gö­ ren, su mahzenleri yaptırırlar. Ve her gün, kendi hesaplarına doldurturlar. Bu depoların, fı­ çılarda olduğu gibi, tıpaları vardır. Tıpayı, tıkm adan bırak­ mayı, pek büyük günah sayar­ lar.

Artık, G alata’yı bırakalım da, gelelim, eski adı Bizans olan, İstanbul’a. Ş ark’tan Gar- b’a kadar beliren biitiin kasaba­ lar içinde, İstanbul derecesinde mevkii seçkin bir şehir yoktur. Çüııkii erzak ve eşya tedariki bakımından, hiçbir vakit, sıkın­ tı çekmez, çekemez.

JU A N — İşte, bunu anlat ha. na; öğrenmek istediğim, bu. Çüııkii, deniz kenarında bulun­ dukları halde, o yönden sıkıntı­ ya uğrayan, çok şehirler var­ dır.

PEDRO — İki denizleri ol­ saydı, onlar da, sıkıntı çekmez­ di. K aradeniz’den Akdeniz’e çı­

kan yolun, N âra’ya kadar uzun­ luğu, olsa oisa, elli altm ış fer­ sahtır. Bu geçidin üzerinde bu­ lunan IstanİtıTdan K aradeniz de, beş fersahtır. Bu suretle, şehrin sol kolu, genişliği iki yüz fersah olan ve çevresi dört yüz fersahı aşan K aradeniz’e ve sağı, Akdeniz’e bağlanır. Denizcilikle ilgin olmadığı ve denizlerde gezmediğin için, bel­ ki, bu anlattıklarım , sıkıntı veriyor. Ama, ne yapalım, sa­ de, şa ra p tan ve nohuttan bah­ sederek, her şeyi anlatam am .

JU A N — Bizim aıılıyabilece- ğimiz gibi, açık anlatırsan, din­ ler ve istifade ederiz. F akat, pek derinlere dalarsan...

PEDRO — Peki, daha da açık anlatacağım . R üzgâr olmayınca kadırgalar, kayıklar ve çektir­ meler, kürekle de, gidebilir. Ama, ticaret gemileri, yürümek için, m utlaka, rüzgâr ister. Rüz­ gârlar, Cenup’tan ve G arp’tan, Şimaliden ve Şark’tan eser. Baş

ka rüzgâr yoktur.

(3)

İstanbul

hıristiyan, 10 bin hane Yahudi ve

İstanbul’da, tahminen, 4 0 bin hane

6 0 bin haneden fazla Türk vardır

— III

Cenup’tan ve Garp’ten esen rüzgârlar, gemile - ri, K ahire’den, İskenderiye - den, Surye’deıı, Kıbrıs’tan, Kan- diye’den hasılı, ta Ccbclüttarik, ten tutun, Akdeniz’in her ta ra ­ fından, İstanbul’a götürür. Şimal’den, Şark’tan esen rüzgâr

lar gelince, onlar da, Trabzon­ 'a n Kefe’yc ve Don kıyılarına k'.dar tutun, K aradeniz’in her ta atından, gemileri, gene, Is- taı üıl’a götürür. İşte, İstanbul­ ini, . bir vakit, sıkıntıya uğra­ manı ;ınm sebebi.

Orn. ı geçirdiğim, yukarı aşa­ ğı, iiç 1 zarfında, ekmek, şa­ rap, eı . *eyve ve yiyecek fiy at­ larının, h v para olsun, arttığını görmedim,

MATA — İstanbul’da, yiye­ cek pahalı mıdır?

PEDRO — “ P azar” ekmeği diye anılan ve iki okka basan bir çift ekmek, bir akçayadır. Bu hesaba göre, okkası üç buçuk maravediye gelir, K ar gibi francalanın okkası, yedi ına- ravedidir. Koyun etleri, Kas- tily a’nm en iyi eti ayarında- dır.

İki yüz d i r h e m i n i , hiı- akçaya verirler. On iki bu­ çuk ons İntan bir libre, dört ma ravedi’ye ge'ir. Dana da, o fi­ yatadır. Öküz etinin libresi, iki m aravedi’dir. Koyunu canlı al­ mak, daha kârlıdır. Bir sürüye raslayıp b‘r semiz hayvanı seç­ sen, yarım eskudo”ya alabilir­ sin. Eıı irileri, etsin etsin, yarim duka eder ki, otuz akçe demek tir. Orada koyunu, buranın ka­ sapları gibi, dört değil de, beş bölüm saymalı. Çünkü kuyruk, o kadar büyüktür ki, o da, ayrı ca, bir bölüm tu ta r.

MATA — Ne kadar basabi­ lir?

PEDRO — K uyruk olur kİ, altı yedi libre gelir.

JU A N — Koyun kuyruğu­ mu?

PEDRO — Evet, koyun kuy­ ruğu. Üstelik, koyunların çoğu, dört boynuzludur.

MATA — ömrümde, böyle bir şey duymamıştım.

, PEDRO — Olağan şey. Başka yerlerde de, çoktur. Afrikada, Sardenya’da bulunanlar bilir Kafaya ve sakatata, sevmedik­ leri için, kıymet vermezler.

MATA — Meyve bol mudur? PEDRO — istediğin kadar; hele, kuru yemiş.

JÜ A N — K uru yemiş dedi­ ğin, nedir j*

PEDRO — İncir, üzüm, ba­ dem, ceviz, fındık, kestane ve fıstık, üzüm pek boldur ve çok çeşidi bulunur, misketine varın­ caya kadar.

JÜ A N — Saydığın yemişler, yerli midir, yoksa, dışardan mı gelir?

PEDRO — Büyük bir kısmı, yerlidir, bahusus, üzüm. Çünkü toprak, pek bereketlidir, F akat, çoğu, gene, dışardan gelir. Ki­ raz pek çoktur. Vişne azdır ve yem ezler; üzüm gibi kuru­ tu rla r ve şerbetini kayn atırlar; şerbeti fena değildir. Vişne, İtaly a’da da pek azdır; en çok yetiştiği Bolonya’da “m aıasca” ve İtaly a’nın öbür tarafında, “bigna” derler.

K ast'ly a’dan dışarı çıktın mı, ta Kiidüs’e kadar, dilimli elm a­ ya ve yarm a eriğe rasgelemez- sin. F akat, İstanbul’da, bizim dilimli elm alarımız kadar lez- lctli, misk elması dedikleri, küçük küçük elm alar vardır. Arm ut, elma ve kavun pek çok­ tu r ve buraya göre, nispetsiz

ucuzdur. i

Sinan P aşa “vice-roi” iken, hediye olarak, konağa çok ye­ miş gelirdi. Bir ara, sekiz kavun getirdiler. Karadan ve yirmi günlük yoldan, arasıra, BUyiik Senyör’c gönderilen cinslen. Ne desem, lezzetini anlatam am . Kudret helvası, mübarek. Çürii- meğe yüz tutan kabuklarının bile tadı, bizim “ Fuente del Sauco” nun meşhur kavunları­ nı bastırır. Çekerdekleri, hav­ lı badem gibi. Bu derece nefis bir şey görünce, merak eti'm ve getiıvndcn, nerede ve nasıl ye tiştirld iğ in i sordum. İrak ta ­ raflarında yetişir, dedi. İsmini hatırlayam adığım bir suyun ke­ narında.. Kumu biraz deşerler, su çıkınca, açtıkları çukura, iki üç çekirdek atıp örterlern rş. öyle yetişirmiş.

JÜ A N — H ayret edilecek şey. Çek'rdeği suyun içine mi atarlarm ış?

PEDRO — öyle.

MATA — İstanbul’un, ne ka­ dar ahalisi olabilir? Valladolid den biiyük miidiir?

PEDRO — Doğrusunu söyli- yebilmek için, kendim saym a­ dım. F akat, Siııan P aşa'ya ib­ raz edilen bazı kaytlardan ve, bu kaytlardan dolayı, keııdisiy le teması olan kimselerle

gö-rüştiiklerim den çıkarabildiğim, şudur:

H iristiyanlar, kırk bin hane; yalnıdiler, onbin; türkler, alt­ mış binden üstün. Bundan doğ­ rusunu bilen de, araştıran da, çıkmam ıştır. Bir noktayı daha, ilâve edeyim: şehre uzaklıkları, iki fersahı geçmiyen varuşlar da oturan on bin haneyi de, katm ak gerek. S urların dış kı­ sım larında ve deniz kıyısında, çarık çürük ve ahşap, on bin­ den fazla, balıkçı rum hanesi veya kulübesi vardır.

JU A N — Çerden çöpten ya­ pılarda, korkm adan deniz kıyı sıııda, nasıl oturabiliyorlar?

PEDRO — Liman olduğu için, deniz kabarm az.. H er ev­ de, bir ağ bulunur. Bunun için, yılda bir duka vermeğe mecbur durlar. F akat, o dukayı ödemek için, bir gecede tu ttu k ları ba­ lık, yeter.

JU A N — İstanbul’un çevresi, ne kadar tu ta r?

PEDRO — Beş fersah. MATA — Hep meskûn mu­ dur?

PEDRO — Hep. Ama, her yaııı, aynı şekilde kalabalık de ğildir. Ulu Türk’ün sarayı ile, im parator K onstantin’in saray­ larının bulunduğu Edirnekapısı arası, iki buçuk fersah kadar­ dır.

MATA — İş giiç sahipleri için, o kadar yolu kestirmek, büyük yorgunluk, doğrusu. .

PEDRO — Değil. Bir kim st, dört akça verdi mi, istediği kadar eşyayı da yükleyerek, denizden iner veya çıkar. Şehir, bir müselles yapar. En geniş yanı, Ulu Türk'ün de oturduğu kanal ta ra fın a düşer. Edirneka pisi tarafı, pek dardır. (Anla şılmayor. Noksan veya zühul var).

(Devamı vart ŞU II1111111111111111111111111111111 lllımiıımın,umu,£j | ★ Yarınımızı kanadlı ne- \ § sillere em anet edebilmek | H için havacılık çalışmalarımı- i § zı kanad sesine hasret çeken = jj y u rt köşelerine kadar yay- \ I mak zorundayız. Bu hedefe İ | çabuk varabilmek için uğra- 5 | şan Türk Hava Kurum u’na | § kurban derilerimizle yardım i

| edelim. Ş

(4)

6 Ağustos 1954

Sokakları bilmezler. «Filânın evi nere­

dedir?» dediniz mi, «Sultan M elım ai'ie”

veya «Saltan Beyazıt* te ”, derler...

— iv —

JU A N — İstanbul’da, anla­ tılm ağa değer, ta rih î veya ö- nemli, ne gibi binalar vardır?

PEDRO — Çok yoktur.. O gi­ bi şeylere pek aldırış etmedik­ leri için, yıkm ışlardır. Güzel evleri ve büyük binaları, azdır. Başlıca dört büyük cami, saray lıtr ve bazı paşa’ların konakla­ rı, m üstesna. Öbürleri, alelade yapılardır. En iyi ve en görü­ lecek bina, “ Bezistan” dır.. Yan gına karşı, hep ta şta n ve harç­ tan yapılmış, gömülü ( ? ) ve üstüii kapalı bir çarşıdır.. Mü- cevheratçılar hep, oradadır. İpek, brokar, altın, gümüş ve kıymetli taş gibi ince işler de, orada işlenir.

MATA — Bütün bu esnafın evleri, orada m ıdır?

PEDRO — öyle olsaydı, içi­ ne bir şehir sığdırm ak gerekir­ di. Sade, dükkânları bulunur. B czistan'm dört kapısı vardır. Dördü de, dört uzun ve geniş yola açılır. Değil İstanbul’un, bütün İm paratorluğun alış ve­ riş merkezi orasıdır. H angi sa­ a tte geçmek isteseniz, bayağı, bir orduyu yararm ış gibi, güç­ lük çekersiniz. Hep, yan yun yiiriimeli. D ışarıda kar y ağ a r­ ken bile, soğuk olmaz; o ka­ d ar kalabalıktır..

MATA — Tam, yankesicile­ rin ara dıkları yer.

PEDRO — Eksik olmaz. Ma- amafilı, tiirkleri çarpm ak için, yankesiciliğe kadar gitm eğe ha­ cet yok. Hepsinin de taşıdığı, “ fra tiq u e ra” ya el atm ak ve içinde ne varsa çekip götürmek, çok zor değildir.. (F ra(iq u e ra’- nın ne olduğunu bulamadım). Bezistan'ın içindeki mücevherat ve kıymetli şeyler, nasıl anla- tılabilir, bilmem ki. Bazı dük­ kânlardaki kıymetli taşları, ki­ le ile ölçebilirsiniz. A ltın sırm a ve altın sırm a ile işlenmiş şey­ ler, pek ucuzdur. Bütün “Medi- na del Campo” meydanında gö­ rülebilecek mücevheratı, tek bir dükkânda görebilirsiniz. Gümüş kapta yemek yemedikleri halde, K iralın sarayındakiııden güzel ve bol gümüş takım larına ras- gglinir.. Fazla ne söyleyim ; hep, altın, giimüş, ipek ve, ge­ ne, ipek yığılı. Akla gelip bu- lunam ıyacak, bir şey yoktur. Yünlü, bez, silah, baharat, an­ lattığım dört yolda, satılır. Be- zistan’m kapılarında, ikişer ye­

niçeri bekler. Girip çıkanları kollarlar.

JU A N — Büyük m üdür? PEDRO — Bütün çevre, ya­ rım fersah kadar tu tsa gerek..

JU A N — Çok.

PEDRO — İstanbul’un fev­ kalade liklerinden biri de, her şey görüldükten sonra, yer al­ tında da, görülecek çok şey bu­ lunm asıdır

JU A N — Ne gibi?

PEDRO — Y eraltı günbetle- ri. Hep, taştan, tuğla örülü ve m erm er direkli. Hemen hepsin­ de, eğilmeden yürünebilir, o kadar yüksektir Yükseklikleri, otuz veya kırk ayak olanlar da, vardır. Bazılarının uzunluğu ve eni, bir fersaha yaklaşır. (F e r­ sahlar, türlü tü rlü Acaba, han­ g isi? ). İçlerindeki direklerin sıralanışı, adeta, d ar dar so­ kaklar vücuda getirm iştir.

JU A N — Vallahi, dediğine inansam , hayretim den ne ede­ ceğimi, kendim de bilemem

PEDRO — Hiç şüphelenme. Gözlerimle gördüğümü an latı­ yorum.

JU A N — Bunları, ne diye yapm ışlar?

PEDRO — O ralarda, ipek, iplik ve ip burulur A rada bir, sokağa açılan, nefeslikleri var­ dır.

MATA — Ömrümde, böyle şey duymadım.

PEDRO — Şimdi duy Ben, kapılarından, başlıca iki tane­ sini biliyorum. Ivaç defa, saray seyrediyormıış gibi seyretmeye, o kapılardan girdim.

JU A N — Başlıca sokakları, hangileridir?

PEDRO — H angileri olduğu­ nu, tü ık le r de bilmez. Sokak hakkında telakkileri, sa at hak- kınd^ki telakkilerine benzer, ö ğ le yaklaştı, ikindi geçeli çok oldu, dedikleri gibi. Yer tayin etm ek için, başlıca dört cami­ yi, semt olarak gösterirler. Me­ sela, “filan paşa, nerede oturu­ y o r ? ” diye, sorulunca, karşılık olarak, “ Sultan Mehmet’te” ve ya “ Sultan Beyazit’tc ”, derler.

Bir şey almak veya satm ak İçin, sokak araştırm ağa hacet yoktur. H er bir çeşit mal, mu- ayye:i bir yerde toplanm ıştır. Tavuk, “Tavuk P aza rı” nda sa­ tılır, koyun, “Koyun P azarı” n- da, ve ilh.

MATA — Tavuk, pahalı mı­ dır?

PEDRO — Yolunmuş ve te­ mizlenmiş bir tavuk, bir riyal ve imliğin iyisi, bir buçuk riyal eder. Biiyiik cam ilerin avlula­ rında, İta ly a ’da old, ğu gibi, bir sürü şa rla ta n a rasg dinir. Söz­ de, yılanlarla, ker -nkelerle^ hastaları iyi edrler. Bi ta ra fta - da, an b arlar dolusu, vurm a satan lar, kökçüler, bir 'özüne bakla ile, h ayatını kazı n ’’i h ­ tiy a r karılar.

JU A N — Bir düzüne kla

ile mi? **u

PEDRO — F ala baka V Bizdeki çingene karıları :. Rum lar ve tiirklcr, çok süper» stisyödiir. Bu kocakarıların, bü­ tün dediklerine inanırlar.

(Devamı var> Y ERE DÜ ŞÜ RÜLEN FAKAT KIRILMAYAN ŞİŞELER.

Nevyork, (U sis) — Bir A* m erikan cam fabrikasının a- raştırm a lâboratuvarı şişele­ rin kırılm asını nisbeten önle­ yen bir silikon emülsiyon ge­ liştirm iştir.

Umumiyet itibarile 30 san­ tim yükseklikten düşen bir şişenin yüzde 50 nisbelinde kırılm a ihtim ali vardır. F a ­ k a t şişe silikon m ahlulu ile kaplandığı takdirde kırılm a ihtim ali yüzde 7 dir. Halen cam kum panyaları süt, ga­ zoz veya meyve suyu sa tış­ larında kullanılacak şişeleri imâl ederken silikon istim al etm ek suretile bunları daha az kırılır bir hale getirm ek­ tedir.

MİKROSKOPTAN SONRA EN BÜYÜK ARAŞTIRMA

VASITASI

V aşhington, — R adyoaktif a- tom lardan başka birşey olma­ yan radyoizotoplara mikroskop­ ta n sonra keşfedilen en büyük ara ştırm a vasıtası ismi verilmiş tir.

Birleşik Amerika Atom Ener­ jisi Komisyonu A m erikada ve Türkiye dahil olmak üzere di­ ğer 35 memleketteki 1000 den fazla tıb, endüstri, tarım ve fen miiesseselerine 30.000 radyoizo­ top irsalûtı yaparak atom ıtıad- (Jalerinin barış devresi istim al - lerini geliştirm ek ve bu madde­ leri kullanm ak için binlerce fen adamı ve teknisyen yetiştirm iş­ tir.

(5)

I

Kan kardeşi olmak, denilen

bir adet vardır; birbirinin

parmağından kan emerler

— v

-PEDRO — “Atm eydanı” de­ nilen meydanda, İbrahim ve Si­ nan P aşa’ların konakları k arşı­ sında, lîom a’daki gibi, bir di­ kili ta ş vardır.Ama, daha yük­ sek ve daha oturaklıdır. Yu­ nanca ve latiııce bazı yazarlar­ dan, im p a rato r Tlhöodose ta ­ rafından dikildiği anlaşılıyor. Yanında, üç kafalı yılan biçi­ minde, bir direk daha vardır. Bir atlı, eliyle tepesine erişe­ bilir. Bunun da sağında, daha yüksek başka bir direk yardır. F ak at, yekpare değildir, dü­ zenle yerleştirilm iş taşlardan yapılm ıştır.

İstanbul’a girilirken, ilk gözü kcn, “ Yedikule” dir. Bir ara ­ da toplanmış, sağlam ve iyi ya pılı yedi tane kule. İçleri, para

iplu derler. Ben, ikisine gir- < un, sam andan başka bir şey g ımedim.

■Şehirde sürülen etin çoğu, o ta r fta kesilir. Kesildikten son ra, kasaplara d ağatılır. “ Bur- gos” un evleri sayısınca, ka­ sap dükkânı bulunur. (Burgos, İspaııj a’nın meşhur kasapların dan).

Soğuk yapm adığı günler, İs­ tanbul’da ne kadar kar sarfe- dildiğini, bir bilseniz. Pek te ucuzdur. Iia r satan dükkânla­ rın sayısı, kasaplaııiıkinden a- şağı değildir. Şerbetçilerin hep si, tezgâhlarında, kaya parça­ sı gibi, bir kar parçası bulun­ dururlar. Bir m araverdi verip ekşi, ta tlı veya mayhoş bir şer­ bet istediniz mi, karı bıçakla ufalayarak, soğutm ak için, içi­ ne katarlar. Kocaman bir kar parçasını, iki m araverdi’ye ve­ rirler. Bir senyür’ün evinde» günde sarfedilen kar, etsin et­ sin, yarım riyal eder. Bu de­ diğim, E ylul’e kadar sürer. Ey- lûl’den sonra, plâka gibi, koca man kocaman buz parçaları getirip, kar fiyatine s a ta r - lav (? )•

JIJA N — N asıl s a s ıy a b ili­ yorlar?

PEDRO — Türkiye’de, yük­ sek yüksek dağlar bulunur. O dağlarda, Ulu T ürk’e ait, bü­ yük büyük ve kapalı m ağara­ la r vardır. İşte, .'oralarda sak­ lanır. Deniz yolu ile getirdikle­ ri ve çabuk ta eridiği için, ucu­

za verirler. Büyük Senyör’e ait olanından m aadası satılam az; meğer ki, tükenmiş olsun. Gala- ta ’da ve İstanbul’da, hususî eş­ has ta, k ar toplayıp sa ta r ve iyi kazanır. F akat, soğuk ol­ m akla beraber, her sene kar yağmaz.

Türkler, tıpkı Ceııova hanım Iarı gibi, çiçekleri pek severler. Hotozuna bir çiçek takabilm ek için, bir hanım, bütün parasım verebilir. Bu sevgilerinden do­ layı, yazın, birçok çiçekçi dük­ kânı açılır. İçlerinde, beş yüz dukalık çiçek bulunduranı, bi­ le, olur.

“A vratpazarı” denilen bir yer de, Rom akâri işlenmiş, pek yüksek ve kalın bir sütun var­ dır. K adınlar, işte bu yerde, her hafta, pazar k urarlar.

İstanbul’un ne kadar azam et­ li bir şehir olduğu, anlattıkla­ rımdan beliriyor, değil mi?

Hulasa, seçkin bir şehirde bulunması gereken kaliteler göz önünde tutu larak düşünülecek olursa, İstanbul’u, Roma’ya, Venedik’e, Milano’ya, Napoli’­ ye, P aris’e veya Leon’a benzet­ mek, yanlış bir benzetiş olur. Saydığım şehirleri de gördü­ ğüm için, diyebilirini ki, hepsi bir araya getirilirse, önem, ge­ nişlik, mevki, güzellik, alışveriş ve bcîluk bakımından, hep bir­ likte, İstanbul’a yetişemezler.

Şunu bilin ki, ben, hisse ka­ pılarak veya, sade, bir ta ra fta n edindiğim bilgiye dayanarak konıışmayorum. Başka ta ra fla r hakkında da, incelemelerde bu­ lunduktan ve bilgiler edindik­ ten sonra, bu kanaatlere var­ dım.

Daha birçok şeylerin hususi­ yetlerini de anlatm ağa giriş­ sem, bitiremeyiz, bir ömür yet­ mez. Maamafih, öğrenmek iste­ diğiniz şeyler kaldı ise, zama­ nımız var, yıl uzundur, sırası düşünce, onları da anlatırım . Ama, bana acıyın, yoruldum- Şimdilik, anlattıklarım la yeti­ niniz.

MATA — Bir şey kaldıysa bile, ben, artık, sorabilecek du­ rum da değilim. Aklıma bütün gelenleri, sordum. Sorgu, k ar­ şılıktan kolay olduğu halde, ben, sorgu sorm aktan yoruldu­ ğumu görünce, senin, kat kat

güç olan karşılık yetiştirm ek­ ten, yorulduğuna, şaşmıyorum. JU A N — Benim de, diyebile­ ceğim, M atalas’ın dediklerinden ib arettir.

PEDRO — Madem uyuştuk, .bitirirken, T ürk’lerin dediği gi­

bi, müsaadenizle, sorm ayı ha­ tırınıza getiremiyeceğiniz, bir iki şey anlatm ak ¡isterim. Sor­ gu ve karşılık olmasın, diye, üs­ tünkörü geçeceğim. Bir tan esi: kan kardeşliği, denilen adettir. İki kişi arasında büyük dostluk oldu mu, bunu perçinlemek ve sürdürm ek için, iki dost da, ha­ fiften, birer parm ağını k an a tır ve birikirlerinin kanım yalar veya en$«ırklr. O dakikadan iti­ baren, kardeş olm uşlardır ve birikirlerine karşı, kardeş mu­ amelesi yaparlar. Bu, s a d ^ türkle tü rk arasında değil, türkle hiristiyan veya yahudi arasında da geçer.

MATA — Pedro’nun da, T ür. kiye’de kan kardeşi edinmedi­ ğine kim inanabilir? Bahusus, akrabalık kurulurken, bir de, ziyafet çekiliyorsa?

JU A N — A llah vere de, kıa kardeşleri ile serbes görüşebil­ mek için, sonunda orada bbıra- kıp geldiği, bir alay kan karde­ şi edinmiş olmasın.

PEDRO — A nlatm ak istedi­ ğim şeylerden biri de, Çerkes- lerin matem idir. Çerkeş’ler, K aradeniz’in iç taraflarında, Tanais (Don) nehrine uzak ol­ mayan bir ınantıkada yaşayan, hiristiyan bir kavimdir. Bir ta ­ kımlarını, İstanbul’a getirip, köle olarak, ucuz fiyatla, s a ta r­ lar. İstanbul’da çok vardır. Bunlar, kolaylıkla tü rk olurlar. Bu anlattığım ı, orada gördüm. Birisinin babası öldü mü, kula­ ğını keser; kendi kulağını. A- nası veya kardeşi de, öldü mii, öbür kulağını keser. Ve bu su­ retle, kulaksız kalm aktan, çe­ kinmezler.

En sonda, terceme etmedi­ ğim, bir parça kalm ıştır. An­ cak, bir makalelik. Çevirmeğa lüzum görmedim, çünkü, bi­ zim için enteresi olmadığı gibi bir m ana çıkarabilmek için, kitabın başlangıcım da bilmek

gerekir. F. C.

(Llevamı var)

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ferid Bey yavaş sesle konuşa loti, son defa bir Türk heyetini kabul etmişti.. Rüya içinde gibi

Solungaçları arkada olan salyangozlar değişik yerlerde, örneğin süngerlerin, hidroyitlerin, kayaların ko- vuklarında ya da girintilerinde yaşayan diğer deniz can-

Atatürk öldüğü zaman şimdi mil­ letvekili olan ablam Tezer Taş- kıran’a bir mektup yazan babam ki, iki seneden beri yüzünü gör­ müyordu ve onun menkubu

Türk-Alman Kültür Merkezi istiklâl

Düğün için Kılıç Müzik’te son hazırlıklarını ya­ parken Bedih Yoluk, oğlu Naci Yo­ luk ve takım arkadaşlarından Ka­ zım Çiriş (Urfalı Kazım) sıra

Sonra, Sabiha ve Zekeriya Sertel’in, eğitimle­ rini tamamlamak üzere Amerika’ya gidişleri ve Lo­ zan Antlaşm asının arifesinde yurda dönüşleri (1919- 1923), ileriki

İlk olarak Türk müzeciliği­ ne 40 yıl emek veren Halil Edhem Beyin ve Ege uygarlığını- Türk diline ve düşüncesine kazandıran ve Bodrum'u dünyaya tanıtan