No. 78
t 9 J f
YEDİGÜN Sayfa 5 İ TB u g ü n için g ü z le ri g ö rm iy e n bu s a n a tk â rın «Mazi» si b ir z a m a n la r
k a ç k a lb i iç te n titre tm iş v e «A yrılık» ı k a ç g e n ç k ız ı aglatm ıştı.
Ya?an: TAHA A Y
I
ST İN Y E ’de akşamın bukadar anîve heyecanlı olduğunu görmemiştim.. Sanki denizde çırpınarak paralı ba şından akan kanı yıkayan güneş niha yet Boğazın maviliğine gömülmüş, u- fuktaki kırmızılığı yavaş yavaş emen sema yorgun bir insan gibi sessiz... Tepelerden inen son sesler de boğazın sularında söndü...
Necip Celâl Boğazın en tatlı ve gü zellik itibarile en doyumlu bir yerinde oturuyor. Denize bakan taraçasmdan vapurlara dalıyoruz... İstinyeye uğrı- yan her vapurda iskele binasına uza nan başlar var... Neciple iskele üzerin deki ön taraçadayız... O akordeon unu aldı. Gözlerinin görmediği bu akşam yolcularına son tongosu olan (Suna) yı çalıyor... Az sonra (Kitara) sini alarak (Uzleyiş) ve (Ayrılık) ı canlandırıyor. Ve vapur iskeleye ya naştıkça dolgun bir müzik havası ala rak ağır ağır uzaklaşıyor.
(Necip Celâl) i ötedenberi tanırım..
Akordeon’unu aldı. Gözlerinin .görmediği bu] akşam yolcularına son tangosunu
yalıyor-Fakat onun bugünkü kadar heyecanlı ve sevimli olduğunu görmemiştim... Gözleri görmiyen bu kıymetli sanat kârın uzun bir hayatı var. Size kısa ca anlatayım :
Necip Celâl beş altı sene evvel ö- len Hukuk Fakültesi müderrislerinden Mehmet Celâl beyin oğludur. Ağabeyi Yüksek Muallim Mektebi Terbiye ho cası Sadrettin Celâldir. Necip Celâl musiki zevkini güzel kanun çalan ba basından almıştır. Daha altı yaşında iken babası kadar o da kanun çalma sını öğrenmiştir. Bilhassa Necibin bu zevkini yükseltmekte âmil olan evdeki musikişinaş bir dadıdır.
Necip daha küçük iken görülen bu istidat babasını ve etrafını hayran bı rakmış olacak ki onu 16 yaşında iken Almanyada tahsilde görüyoruz. Stut- gart’ta ilk defa keman tahsiline başlı- yan Necip meşhur Kemancı «Sehnabel» in nazarı dikkatini celbediyor. l akat Necip Almanyadaki tahsilini yarım
YEDİGÜN No. 78 5 ay fa 6
Necip Celâl piyanosunun başında, muharririmize yeni bir kompozisyon dinletiyor
bırakarak dönmek mecburiyetinde ka lıyor. Tatil münâsebetile îstanbula gel diği zaman babası Müderris Celâl bey Necibin nedense musikile fazla meş gul olmasını arzu etmiyor. Onun ken disi gibi bir hukukçu olmasını istiyor. Necibin istidadı bu arzuya isyan edi yor. O bu defa da lstanbulda elyevm Kız L isesi Eûuşiki muallimi bulunan Fahir beyden ders almağa başlıyor. Zaten Necip asıl musiki kültürünü Tahir beyle Minas efendiye borçludur.
Necip ayrıca kompozisyon dersi al mamıştır. Artık kendi kendine çalış mağa başlıyor. Ve Türkiyede ilk defa olarak şöhret kazanmış bir alafranga şarkı besteliyor: Sarı Yapıncak!... Pek fazla tutulan bu besteyi Necibin diğer güzel besteleri. takip ediyor:Bugün hâlâ dillerde ve kalplerde dolaşan «Mazi» ve «Ayrılık» «Yalova Türküsü» onun en nefis eserleridir. Az sonra Necibin bu şöhreti Avrupada akisler yapıyor. (Ayrılık) namındaki eseri ilk defa Vi- yanada dünyanın en meşhur Kılarnet ve şefdorkestri olan Şarl (Scharli Gendriot) tarafından çalınmıştır. Viya- nadan Necibe gelen tebrikler üzerine Necip çok sevdiği Maziyi kapanan bir maceradan sonra yaratıyor. Mazi de Berlinde fevkalâde seviliyor. Ve bil hassa sinema yıldızı (Evelin Holt) film lerinde ve radyoda Türkçe olarak ma ziyi okuyor. Eğer hatırlarsanız iki se ne evvel Türkiyeye gelen bu sinema yıldızı Taksim bahçesinde ve Suadiye- de birkaç gece yalnız (Maziyi) oku muştu.
Nebıp, (özleyiş) ini bir eseri neza
ket olmak üzere bu yıldıza ithaf ederek besteliyor.
Bugün Necibin piyasada belli başlı birkaç plağı ve bestesi vardır, yakında hazırladığı üç dört kıymetli eseri in tişar edecektir. Asıl çalışmasına Viya- nada gözlerini ameliyat yaptırdıktan sonra başlıyacaktır.
* * *
Necip denize bakan ve kararan oda dan içeriye gidi. Ve piyanonun başına geçti.Geçenlerde radyoda zevkle dinledi ğimiz «Suna» yı çalmağa başladı. Bü güzel eser yarıda kaldı. Kapı açıldı ve iki genç kız gözüktü. Biri Akor deonu diğeri Gitarayı aldı. Ve hepi miz birden iskeledeki sandala bindik. Dalgasız sakin denizin yüzü pırıl pırıl ay ısıklarile kalaylanıyor gibi idi. Gi- taranın tiz sesile ilerliyen sandalımız sahili çok uzaklarda bıraktı. Ne hazin akşamdı. Necip yeni besteleri hakkın da izahat veriyordu:
— Fu deniz... İstinyenin sakin koyu bana üç güzel eser kazandırdı. Tango larımı temmuz aylarında ve denizde mehtaplı gece'erde yaptım. Sandaldaki- ler Necibin söylemesini değil daima çalmasını istiyorlar. Ben her parça bittikçe soruyordum:
— Şark musikisi hakkmdaki fikirle riniz nedir ?
— Ona dokunmamak. Armonize et memeli Benim Şark musikisi deyince aklıma yegâne gelen şey Münür Nu- rettindir. Münür - tabir] caizse - Ala turka musikinin son Peygamberidir ! Tanburi Refik, Artaki vç Nçvrcsi de severim,
— Fizde Konservatuvar, operet ve opera nasıl olmalıdır ?
— Bu husustaki fikirlerim belki bi raz haşin gibi gelir. Belki zülfiyâre dokunur. Onun için cevap vermeyim daha iyi.
Söz gramofon plaklarına intikal etti. Necip hırsını yenemiyen ve öfkesini dindiremiyen bir çocuk gibi :
— Bu gramofon plakları musikiyi öldürüyor azizim.
Sanatkârın bu husustaki hukuku mu hafaza edilinciye kadar eserimi plağa vermiyeceğim. İşte görüyorsunuz ya eserlerimi neşirden çekinmemin bazı Fu gibi sebepleri de var.
Akordeonu boynuna geçirdi mehtap bütün mahmur ışıklarını denize sermiş ti. (Özleyiş) i çalar ve söylerken îs- tinye iskelesine yanaşıyorduk. Necibin birçok perestişkârları sandallarile bizi karşılıyorlardı. Necip hepsinin istedi ğini çalıyor ve hiçbirini mahzun bı rakmıyordu. iskeleye gelince etrafımızı birkaç kız aldı. Bunları hep tatlı seslerinden tanıyan ve daima gülen Necip Celâl :
— Artık yoruldum. Bu geceyi de (Mazi) yi çalarak kapatalım, dedi...
Beyükdereden son otobüse bindim . Otomobil îstinye tepelerine tırmanır ken denize baktım. Deniz Boğazın koy- nunda uyumuş; aym pembeleşen ışıkla rı tül gibi yüzünü örtmüştü, az sonra mehtap karşı tepenin yakasına bir altın madalya gibi iğnelendi. Beynim de Mazi’nin parçaları uğulduyordu.
"İE 5 F > r CT M
Taha AyGitar genç üstadın en sevdiği musiki âletidir.
—r