Felsefe Araştırmaları Enstitüsü, büyük filozof ve bilgin Gottfried Wilhelm LEIBNIZ'in ölümünün 250 nci yıldönümü münasebetiyle 30 Kasım 1966 Çarşamba günü bir "Leibniz" günü tertiplemiştir. Bu anma törenine aşağıda adları yazılı konuşmacılar katılmışlardır:
Prof. Yaşar ÖNEN: "Leibniz ve Alman dili"
Yard. Prof. Dr. Teo GRÜNBERG: "Yeni Mantığın öncüsü Leibniz" Prof. Nusret H I Z I R : "Genç Leibniz'in bilgi kuramı"
Prof. Dr. Alexandre VEXLIARD: "Leibniz'in dinamik psikolojisi" Prof. Necati AKDER: "Leibniz'in metafiziği".
GENÇ L E I B N I Z ' T E B İ L G İ K U R A M I *
NUSRET HIZIR
1 - Leibniz'in hayatı anlatılırken genellikle şu olay da birlikte anlatılır: Leibniz henüz 16 ıncı yaşını tamamlamamış olduğu birgün doğduğu Leipzig kentinin yakınında bulunan Rosenthal ormanında dolaşıyor ve gezerken, Tözel form'lar (Aristoteles) tarafını mı yoksa Mekanizm (Descartes)i mi tutmak gerektiği üzerinde düşünüyor1. Sonun
da Mekanizm'in acun görüşünü seçiyor. Ama, Leipzig üniversitesine sunmak üzere Lâtince olarak kaleme aldığı "de principium individui" başlıklı ruus ("Baccalaureat") tezinde kendisini, nominalist eğilimli bir Aristoteles'çi olarak tanıyoruz. Demek ki arada geçen oldukça kısa zamanda hocası Jakob Thomasius'un2 etkisi ağır basmış ve Descartes'in
etkisi geri plana geçmiş.
2 - Gene aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Thomasius'a 1668-1669 yıllarında yazdığı mektuplardan, yeni yazarlardan Bacon ile Gassendi'yi
* G.W. Leibniz'in ölümünün 250. yıl dönümü münasebetiyle 30.11.1966 da Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesinde tertiplenmiş olan "Leibniz Günü"nde yapılan konuşmanın metni.
1 Gerhard, L.'s Philosophische Schriften, H I , 205, 606.
2 Kabitz, Die Philosophie des jungen L. Heidelberg 1909, Sa. 49 dev.-E, v.Aster, Geschichte der neueren Erkenntnistheorie, Berlin 1921 Sa 237-238,
296
NUSRET HIZIRdikkatle okumuş olduğunu, ayrıca da felsefede Aristoteles ile
Descar-tes'i uzlaştırıcı bir görüşün kendisinde olgunlaşmakta olduğunu öğren
mekteyiz. Sonra, ilk Paris seyahatinde, Descartes'ın eserlerini derin
liğine inceliyor ve sonradan, felsefesinde tanıklık ettiğimiz yüksek aşa
madan telifçilik, daha da beliriyor
3.
Şimdi, Leibniz'in gençlik yazılarından çıkarılan birkaç önemli sonuç
üzerinde kısaca duralım:
3 - Leibniz, bu sıralarda, iki tözü kabul etmekle Descartes'ı iz
lediğini gösteriyor. Onun için corpus ile meras'in dışında hiçbir gerçek
tasarlanamaz. Mens, düşünen varlık, corpus ise yayılmış varlıktır.
Maddenin tanımında da o sırada Leibniz Cartesien'dir. Fakat en önemlisi
şudur: Sonradan, yani sisteminin tam olarak kuruluşundan sonra, Leib
niz'in elinde en önemli kanıt aracı, Yeter Sebep ilkesidir. Bu ilkeyi de
Leibniz, gençliğinde Descartes'tan almıştır: Descartes, Tanrı ispatlarına
karşı yapılan itirazlara verdiği cevaplarda şöyle der
4. "II n'y a aucune
chose existante de laquelle on ne puisse demander quelle est la cause
pourquoi elle existe".... "on peut demander de chaque chose si elle est
par soi ou par autrui". Bu son tümce Leibniz'in o ünlü ilkesinin kurulması
ve uygulanmasında anahtar ödevini görmüştür.
4 — Fakat araya Hobbes ile Gassendi'nin etkileri girmiştir. Ve
artık Leibniz Descartes gibi cisim ne ise uzay da odur dememekte,
Descartes'tan uzak olarak, cisim, uzayda var olandır, demektedir. Ama,
onun yeni tanıdığı Gassendi için atom'lar ebedî varlıkları zorunludur.
Gassendiye göre, atom'un şekli ile büyüklüğü, artık daha fazla sebep
aramaya meydan vermiyen son elemanlardır. İşte Leibniz bu noktaya,
Descartes'tan almış olduğu (bk. 3) Yeter Sebep ilkesini şu şekilde uygu
luyor: Evet, atom aslında zorunludur. Ama, zorunluluk, tesadüfü hiçbir
zaman ortadan tamamen kaldırmaz. Atom'un varlığının zorunluluğu
başka, neden ötürü şu ya da bu şekli aldığı başkadır. Buradaki tesadüf
aslında olumsallık (contingence) demektir, ve doğrudan doğruya Tan
rının yaratma iradesine bağlıdır. Bunun içindir ki, varlıkta soyut ola
bilirliği, somut gerçekten ayırd etmek gerekir: Birincisi, hareket ede
bilme, şekil sahibi olma vb. yani Attribut'tur. İkincisi ise belirli ha
rekete, belirli şekle sahip olmadır ki, bu doğrudan doğruya Tanrı'nın
yaratma iradesine bağlıdır.
3 Aynı eserler, aynı Sa.lar. 4 Descartes, Opera IX, Sa. 184.
GENÇ LEİBNİZ'TE BİLGİ KURAMI
297
5 - Genç Leibniz, bir de belirli bir cismin belirli bir hareketinin ne
deni üzerinde duruyor ve diyor ki: Bu nedeni ararken "regressio ad
infinitum" (sonsuza kadar geriye gitme) imkânsızdır. Bu neden, dışardan
bir cisim olamaz, o halde asıl neden Tanrı'dır. Burada bir yandan
Ok-kaziyonalizm'in, öbür yandan da Aristoteles'in ilk hareket ettiricisi'nin
etkilerine tanıklık etmekteyiz.
Tanrı iradesi ve Aristoteles'in biraraya gelmesi ile teleolojik (erekçi)
görüş, Leibniz'in, yavaş yavaş kurulmakta olan sistemine girmiştir.
6 — Bundan hemen sonra - bir yandan matematik üzerindeki çalış
malarıyla öte yandan Aristoteles'in etkisi ile olsa gerek - olgun Leibniz'in
düşüncesinde büyük önemi olacak olan sürekliliği kabul ediyor. Bunun
zorunlu sonucu, atomizm'i terk etmek olmuştur.
7 — Bir son noktaya daha dokunalım: Leibniz artık hareketin gö
reliliğini kabul etmektedir. "A cismi B cismine göre hareket ediyor",
ile, "B cismi A cismine göre hareket ediyor", tümceleri onun için artık
eş-değerdir. Böyle olunca, atomculuğun temellerinden biri olan mutlak
boş uzay'in anlamı kalmamaktadır, çünkü hareket uzaya göre değildir
en aşağı iki nokta arasında bir bağıntı (relation) u ifade eden bir olaydır.
LEIBNIZ'IN DİNAMİK PSİKOLOJİSİ*
Prof. ALEXANDRE VEXLIARD
Leibniz'in evrensel dehasından söz etmek her nekadar basmakalıp bir hakikat haline gelmişse de, bunun üzerinde ne kadar durulsa gene de azdır. Evrensellik, kim bilir, belki çağının bir zorunluluğu ya da has talığı idi. Bu fenomen'e nasıl bir yorum verilirse verilsin, şu hakikattir ki, Leibniz, yalnız Yeni Çağ felsefesini değil, fakat bilimin türlü türlü alan larını uyarmış, onlara canlılık katmıştır; zengin eseri, teologia ile mate-tematiği, hukuk ile fiziği, tarih ile paleontoloji'yi, psikoloji ile kimyayı kapsamaktadır, ve çok yönlü olan bu liste şüphesiz onun bütün etken liğinin tam hesabını vermekten uzaktır. Ayrıca dikate değer olan şudur ki, bu kadar türlü ve heterogen olan bu alanlarda Leibniz'in düşünüşü büyük bir birliği muhafaza eder, çünkü onda ilham az sayıda birkaç merkez idea'sından türemekte, bir yandan Sonsuz Küçükler hesabından, öte yandan, sürekli harekette bulunan "hayatla dolu" bir doğa (tabiat) görüşünden gelmektedir.
Bu iki temel idea, Leibniz'in Psikoloji'sinde de bulunmaktadır: Bilinçli psişik hayat, birçok küçücük bilinçsiz algıların bileşkesi (muhas-salası) olarak kavranmaktadır; öte yandan, bu psişik hayat, kendi kudreti, kendi dinamizmi sayesinde kesiksiz hareket de dönüşüm halin dedir. İlkin, birinci noktayı, yani tinsel ("spirituel") olanın spontan-lığını inceliyelim.
Leibniz'in çağdaş "dinamik psikoloji"yi başlıca ileriye götürenler den biri olduğu düşünülmektedir; bu psikoloji'ye göre psişik etkenlik, yeter sebebini kendinde bulur. Bu tezi yerine iyice yerleştirmek için, Descartes'ın psikoloji'de (ve genel felsefesinde) düalizm ilkesini öne sür düğünü, böylece ruh ile beden arasında kesin bir ayrılık koyduğunu ha tırlatmak faydalı olur. Bu görüşte beden, maddeden tamamen ayrı olan
(*) G. W, Leibniz'in ölümünün 250. yıldönümü münasebetiyle 30.11.1966 da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde tertiplenmis olan "Leibniz Günü"nde yapılmış konuşma nın Türkçe metni.
300 ALEXANDRE VEXLIARD
ruhun işe karışması olmadan işleyebilen bir mekanizme olarak kavranı yordu. Bu düalizm, bugün halâ bilimsel psikoloji'ye egemen olan iki büyük düşünüş akımını doğurmuştur: Bunlardan biri Locke ile La Mettrie'nin Mekanist Ampirizmi (deneyciliği), öbürü Leibniz'in Dina
mik Spontan'alığıdır. Leibniz'in kişiliğinde başka şeyler arasında,
psikanaliz'in ve Fenomenoloji, Varoluşçu psikoloji gibi akraba akım ların ve belirli bir ölçüde, Gestalt psikoloji'sinin öncüsü görülebilir. Oysa ki Locke - La Mettrie eğilimi, gayet seçik olarak, Behaviorizm'in türlü akımları ile yakın akraba olarak görünmektedir. Gerçekten, behaviorist-ler, psikoloji, davranışın, hareketlerin dış koşullarını incelemekle yetin melidir, derler ve gerçek bilimsel bir metodoloji'de, iç süreçlerle, ve (düşünce, duygu, istek... gibi) bilinç olguları ile kaygılanmaya hakkımız olmadığını, çünkü bunların nesnel (objektif) olarak kontrol edilemiye-ceğini öne sürerler.
Locke'a göre zihin, menşe'de bir "tabula rasa" (boş levha)dır, ve dıştan gelen bir takım elemenlarla şekil alan bir mekanizmedir. Zihin, ancak eski deneylerin izlerini muhafaza edebilir. Bunun tersine, Leibniz için intellekt (zihin), kendine öze olan bir etkenliğe sahiptir; dahası var, zihin durmadan etkendir ve sadece tepkilerde bulunmaya yetkili değildir. Leibniz için bir kişi, yalnız yığınlaşmış deney ve akt'lar kolleksiyonu değildir, o asıl, bir akt'lar kaynağıdır ve bu akt'lar, yaratıcı, spontan, teleolojik (yani bir amaca bağlı)dırlar. Daima etken olan zihin, durma dan karşılaştırır, yargılar ister, sever ya da nefret eder, hep anlamaya uğraşır ve bunu başaramazsa şüphe eder. Leibniz, Yeni Denemeler'de (Kitap I I , Bölüm X, Paragraf 6) şöyle der: "İnsanların ustalıklarını ve etkenliklerini canlandıran, biricik demiyelim, ama başlıca uyarıcı, huzur suzluktur".
Edim'in (aksiyon'un) birinci ilkesini Monad'larda aramalıyız.Leib niz Monadlara ruh, Aristoteles'e uyarak Entelekhia, kuvvet, ya da töz atomu der. Başka deyimle, psişizm'in dinamik elemanı, monad'dır, kendi spontan etkenliği ve kendi kuvvetleri ile bizde meydana gelen hareketlerin, değişmelerin, yaratıcılığın ve spontan'lığın sorumlusu, odur. Metafizik bakımdan Monad'la ilgili bazı zorluklar vardır, çünkü Monad, kapalı bir evren teşkil etmektedir, böyle olunca, türlü monad'lar arasın da karşılıklı etkiyi kavramak güçtür. Leibniz bu zorluğu, Öncel Uyum ("harmonie préétablie") teorisine başvurarak çözeceğini düşünüyor. Onu burada tartışmak bize düşmez.
LEÎBNIZ'lN DİNAMİK PSİKOLOJİSİ 301
Leibniz'te zihnin spontan'lığı psikolojisi, bir bilinçsizlik teorisi ile tamamlanmaktadır. Bu teori onu zihin aygıtının yapısı üzerine gelişen modern görüşlere daha da yaklaştırmaktadır. Bilinçsiz kavramını kabul etmek için Leibniz, "denizin uğultusu" imgesine (imajına) başvurmaktan hoşlanır; denizdeki dalgaların uğultusunu duyduğumuz vakit, pek çok sayıda su damlalarının, küçük dalgaların çarpışınca sebep oldukları gü rültülerin toplamı olduğunu kabul etmemiz gerekir; bu küçücük çarpma ların meydana getirdiği küçük gürültülerin bir araya gelmesi bizde uğultu izlenimini meydana getirmektedir. Demek ki, biz ilkin, "Küçük Algılar" tarafından, farkına varmadan etkileniyor, onun ardından, de nizin gerçek uğultusunu algılıyoruz.
Damlalar arasındaki çarpmaların, bilince varmıyan herhangi bir gürültüyü doğurması gerekir, çünkü yüzbin hiç'ten bir şey çıkmaz.
Bilinçsizlik başka birçok şekilde daha kendini gösterir: Örneğin, edim'in (aksiyon'un) ve bilinçli algının kuvvetten düşmesi ile teşekkül eden alışkanlıklarda olduğu gibi; buna benzer olarak, yargılarımızın ve usavurmalarımızın da bilinçsiz olmuş alışkanlıklarda derin kökleri var dır; çünkü her zaman, çaba harcıyarak, düşünemeyiz, zihnimizin alış kanlıklarını kullanırız. Öte yandan, dikkatimiz daima seçicidir ve çalı şırken, çevredeki gürültüleri bilinçsiz olarak duyar, o an için önemsiz olan nesneleri dikkat etmeden görürüz.
Böylece, Leibniz'in psikoloji'sinde, Freud'da olduğu gibi, önünde sonunda birçok akt'larımızın, düşüncelerimizin isteklerimizin, aslında bilinçsiz olan ve rasyonel olmıyan bir menşei olduğunu gösterir nitelikte bir gidiş vardır. Şu da vardır ki, Leibniz bu rasyonel olmamanın tabiatının daha çok derinliğine inmemiştir.
Leibniz, öğretisinin temelinde gene de zamanının bir adamıdır ve onun için rasyonellik her türlü psikoloji'nin yönetici temelidir; ancak hastalık gibi bozukluklar insanda varoluşunun rasyonel hamlelerini durdurabilirler.
Leibniz'in Descartes'tan uzaklaştığı ve modern psikologlara yak laştığı başka bir nokta, hayvanlarda duyma (hissetme) yeteneğini gör mesi ve onlarda "aklın bir gölgesi"nin bulunduğunu kabul etmesidir; hayvanlar, örneğin, renkleri ayırd edebiliyorlar, hatta basit olayları, be lirli bir ölçüde bekliyebiliyor yani dar sınırlar içinde önceden kestiriyor lar; fakat yalnız insan, "hakikatlerin bağıntıları"nı görebiliyor ki, bu,
ger-302 ALEXANDRE VEXLIARD
çek akla işarettir. Hayvan, her nekadar belirli bir psişizme sahip ise de, gene de şimdiki anın esiridir; onda herşeyden önce eksik olan, dildir - dil ki, rasyonel düşünüşün ve onun işlenişinin gerçek aygıtıdır.
Leibniz'in psikoloji'de "apperception" (tam-algı, bilinçli algı) kavramının da yaratıcısı olduğunu söylemekten çoğu zaman geri duru luyor. Oysa ki bu kavram, birçok psikoloji'de önemli bir rol oynamakta dır: Bunda, asıl, öyle iradeli şekilde yönetilmiş bir dikkat söz konusu dur ki, bunun sayesinde yeni izlenimleri, eski deneylerimizin ışığı altında orijinal ve kişisel bir tazda işleriz. Doğrusunu söylemek gerekirse, Leib niz'in eserinde bir takım başka yenilikler vardır ki, bunlar hemen hemen gizlice -ve bilinçsiz olarak, diyelim- modern psikoloji'ye sokulmuştur; bilinçsizce dedik, çünkü "intihal''i bilinçsiz diye nitelemek daha nazikçe olmaz mı?
L A P S Y C H O L O G I E D Y N A M I Q U E D E L E I B N I Z par
ALEXANDRE VEXLIARD
Bien que ce soit là un lieu commun, on n'insistera jamais assez sur le caractère universel du génie de Leibniz; l'univarsalité était aussi peut-être, une nécessité ou une "maladie" de son époque? Quelle que soit l'interprétation que l'on donne à ce phénomène, il n'en reste pas moins que Leibniz a fécondré non seulement la philosopie moderne, mais encore les domaines les plus divers de la science contemporaine: son oeuvre considérable, touche à la fois la théologie et les mathématiques, le droit et la physique, l'histoire et la paléontologie, la psychologie et la chimie et cette liste déjà fort chargée, n'épuise certainement pas toutes ses activités. Ce qui est remarquable en outre, c'est que dans ces domaines si variés et hétérogènes, la pensée de Leibniz garde une remarquable unité, l'inspiration venant d'un petit nombre d'idées centrales, procédant d'une part du calcul infinitésimal et d'autre part de sa conception d'une nature "pleine de vie", en perpétuel mouvement.
Ces deux idées fondamentales se retrouvent dans la psychologie de Leibniz: la vie psychique consciente est entendue comme la résultante d'une multitude d'infimes perceptions inconscientes; d'autre part, cette vie psychique est en perpétuel mouvement et transformation, de par sa propre puissance, son propre dynamisme. Examinons d'abord ce premier point, la spontanéité du spirituel.
On considère que Leibniz est l'un des principaux promoteurs de la "psychologie dynamique" contemporaine, d'après laquelle, l'activité psychique trouve en elle-même sa "cause suffisante". Pour mieux situer cette thèse, il est utile peut-être de rappeler que Descartes avait posé en psychologie (et aussi dans sa philosophie générale), le principe du dualisme, en établissant une distinction tranchée entre l'âme et le corps. Le corpe était conçu comme un mécanisme, pouvant fonctionner sans l'intervention de l'âme, cette dernière étant absolument distincte de la matière. Ce dualisme a donné naissance à deux grands courants de pensée,
304 ALEXANDRE VEXLIARD
qui dominent encore de nos jours, la psychologie scientifique : L' empirisme
mécaniste de La Mettrie et de Locke d'une part et le spontanéisme dyna-mique de Leibniz. Entre autres, on peut voir en Leibniz, le précurseur
de la Psychanalyse et des courants apparentés, tels que la phénoméno-logie, la psychologie existentialiste (Daseinsanalyse), et dans une cer-taine mesure, la psychologie de la forme ou Gestalt theorie. La tendance Locke-La Mettrie, par contre se présente très nettement comme le prioche parent des différents courants du behaviorisme. Les behavioristes, en effet, proclament que la psychologie doit se contenter de l'étude des conditions extérieures du comportement, des conduites, et que l'on n'a pas le droit dans une méthodologie vraiment scientifique, de se préoccuper des processus internes, des faits de conscience (pensée, sen-timents, désirs e t c . ) , car ces derniers ne peuvent être contrôlés objective-ment.
Pour Locke, l'esprit est à l'origine une "table rase", c'est un méca-nisme qui est entièrement formé par des apports qui lui viennent de l'extérieur. Tout au plus, l'esprit est capable de conserver des traces des expériences antérieures. Pour Leibniz, par contre, l'intellect (esprit), possède une activité qui lui propre; bien plus, l'esprit est constamment
actif et non seulement capable de réactions. Pour Leibniz, une personne
est non seulement une collection d'expériences et d'actes accumulés, elle est essentiellement une source d'actes et ces actes sont créateurs, spontanés, téléologiques, c'est à dire engagés vers un certain but. L'esprit, toujours actif, ne cesse de comparer, de juger, de désirer, d'aimer ou de hair, cherchant sans cesse à comprendre et s'il n'y parvient pas, il doute. "L'inquiétude, dit Leibniz, est le principal, pour ne pas dire le seul aiguillon qui excite l'industrie et l'activité des hommes" (Nouv. Ess. Liv. II chap. X, § 6).
Le premier principe de l'action, nous devons le chercher dans les
monades, que Leibniz appelle aussi parfois, âmes, entéléchies (d'après
Aristote) forces, ou encore, "atomes de substance". En d'autres termes, c'est la monade qui est l'élément dynamique du psychisme, qui est responsable par son activité spontanée et de par ses propres forces, des mouvements qui se produisent en nous, de même que des changements, de la créativité et de la spontanéité. Il y a certes quelques difficultés d'ordre métaphysique en ce qui concerne la monade, car elle forme un univers clos et on voit mal comment il peut y avoir action et interaction
LA PSYCHOLOGIE DYNAMIQUE DE LEIBNIZ 3 0 5 entre les les différentes monades. Leibniz pense résoudre cette difficulté
en faisant appel à sa théorie de l'harmonie préétablie. Il ne nous appar-tient pas d'en discuter La psychologie de la spontanéité de l'esprit est complétée chez Leibniz, par une théorie de l'inconscient, qui le rapproche encore davantage des vues modernes sur la structure de l'ap-pareil mental. Pour introduire la notion de l'inconscient, Leibniz aime recourir à l'image du "mugissement de la mer"; lorsque nous entendons le mugissement des vagues de la mer, nous devons admettre, qu'il s'agit là de la somme des multiples heurts entre les gouttelettes d'eau, entre les petites vagues, que nous ne pourrions entendre, ou que nous ne pouvons entendre que d'une façon imperceptible, inconsciente; c'est la multiplication des petits bruits provenant des chocs infimes, qui nous donne l'impression du mugissement. Nous sommes donc d'abord affectés par les "petites perceptions", d'une manière inconsciente, pour percevoir le véritable grondement de la mer.
Il faut bien que les petits chocs entre les gouttes produisent quelque bruit inconscient, car cent mille "riens", "ne sauraient faire quelque chose". L'inconscient se manifeste encore de bien d'autres façons: par exemple, dans les habitudes, qui sont constituées par une dégradation de l'action et de la perception conscientes; ainsi, nos jugements et nos raison-nements ont aussi des racines profondés dans des habitudes devenues inconscientes; car nous ne saurions réfléchir toujours, avec effort à tou-tes nos pensée; nous nous servons de habitudes de notre esprit; par ailleurs, notre attention est toujours sélective, et lorsque nous travail-lons, nous entendons "inconsciemment", les bruits environnants, nous voyons, sans y prendre garde, les objets (sans importance, pour l'instant), qui frappent nos yeux.
Ainsi, il est possible de voir dans la psychologie de Leibniz, tout un cheminement, montrant qu'en définitive, comme chez Freud, bon nombre de nos actes, de nos pensées, de nos désirs, ont une origine es-sentiellement inconsciente et relativement irrationnelle. Il est vrai que Leibniz n'a pa essayé de creuser plus loin la nature de cette irra-tionalité.
Au fond de sa doctrine, Leibniz demeure un homme de son temps, pour qui la rationalité est le fil conducteur de toure psychologie; seuls des troubles, tels que la maladie, peuvent interrompre chez l'homme le flux rationnel de son existence.
306 ALEXANDRE VEXLIARD
Un autre point au sujet duquel Leibniz s'éloigne de Descartes et se rapproche des psychologues modernes, c'est qu'il accorde aux animaux la capacité de sentir et il leur concède même une "ombre de raison"; les animaux, en effet, sont capable, par exemple de distinguer les couleurs, ils peuvent même dans une cerraine mesure "attendre" les évenements simples, (analogues à d'autres) c'est à dire les prévoir dans des limites étroites; mais ceils les hommes sont aptes à voir "les liaisons des vérités", qui est la marque de la vraie raison. Bien que possédant un certain psy-chisme, l'animal reste prisonnier de l'instant présent; ce qui lui manque par dessus tout, c'est le langage, qui est l'instrument de la véritable pensée rationnelle et de son élaboration.
On omet peut-être trop souvent de souligner, que Leibniz est égale-ment en psychologie, le créateur de la notion d'apperception, qui joue un rôle important chez bon nombre de psychologues modernes: il s'agit, pour l'essentiel, d'une forme d'attention orientée volontairement par laquelle nous élaborons les impressions nouvelles, à la lumière des ex-périences anciennes, d'une façon originale et personnelle. A vrai dire on pourrait trouver dans l'oeuvre de Leibniz, bien d'autres innovations, qui ont été introduites dans la psychologie moderne d'une façon quasi-clendestine et pourrait-on dire "inconsciente"; car n'est-il pas plus amical de dire, que le plagiat est "inconscient"?