1
YATIRIM FONLARI BEKLENENİ VERMEDİ_ _ _ _
"YAPAY SEKS TE PATLAMA _ _ _ _ _ _ _ _
D. ASENA VE 0. GENCEBAY'IN "İÇ DÜNYA'SI
DÜNYA YENİ BİR BM ARIYOR
H A FT A LIK * 17-24 O CA K 9 3 • SAYI: 8 15.000TL.
The
Economist
| fı ı
I fi
\İ M
İ
[ m
m y
i l [ i l l i j i f f
m7TTT
3
Ç İ Ğ D E K İ L E R
KAPAK
13 Kim Bu Said Nursi?
g ü n d e m e g e le n S a id N u rs i k im d ir ? L a ik M ü s lü m a n la r 'd a n r a d ik a l İs la m c ıla ra , K ürt m illiy e tç ile r in d e n s iv il to p lu m c u la r a v e K e m a lis tle re k a d a r b ir ç o k k e s im in ilg i o d a ğ ı , ia d e -i it ib a r ta r tış m a la rıy la y e n id e n
Milliyet Yayın A .Ş. adına sahibi: Aydın Doğan • Murahhas Üye ve Genel Müdür: Muhittin Kazımoğlu • Genel Y* Yönetmeni: Aydın Demirer • Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Yücel Göktürk, Can Kozanoğlu • Koordinatörler: R< Duran, Siren Idemen, ismet Özkul • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: idris Adil • Haber Müdürleri: Fehmi Köfteoğlu, Talip A
•Ankara Temsilcisi: ismet Hazardağlı • Politika: Kemal Can, Saruhan Oluç #.M ikro: Hakan Güvenç, Memet S.Sönme2 Makro: Mehmet Öngeoğlu • Medya: Ahmet Güngören • Kültür: Sinan Hıncal • Yatırım: Cengiz Erdinç • Fotoğra HAFTALIK 17-24 O C A K '9 3
POLİTİKA
19 "Daha Eşit"lerin Örgütü
B irle ş m iş M ille t le r 'd e d e m o k r a s i, p a r a v e m e ş ru iy e t s o ru n u
MAKRO
40 Türk Sanayii ve AT
H e m g ü m rü k le ri in d ir m e d ik , h e r A T 'y i s u s tu rd u k22 Müdahaleci Devlet,
Evcil Piyasa
C lin t o n 'ı n d a n ış m a n la r ın d a n 1 9 9 0 'l a r ı n s lo g a n la r ı...24 Olağanüstü Dışkı
"D ış k ı y e d ir m e " d a v a s ın d a , T ü rk iy e C u m h u riy e ti D e v le ti m a h k u m o la b ilir .27 Son Örnek
D e m o k ra s i, h u k u k , a y d ın s o ru m lu lu ğ u v e R a g ıp S a rıc a28 Pamukkale Beyazı
Griye Dönerken...
" P a m u k k a le S o n s u z a D e k Y a ş a y a c a k " m ı?FOTORÖPORTAJ
32 Akciğer Nefes Alamıyor
G ü n e y d o ğ u A s y a 'd a tr o p ik o r m a n k a tlia m ı
SAID NURSİ MUAMMASI
Nur sembolizmi...
Refah milletvekili Haşan Mezarcı'nm başlattığı iade-i itibar tartışmasıyla Said Nursi bir
kez daha gündemde. Peki ama kim bu Said Nursi ? Said Nursi'nin kim olduğunu
anlamak, onun han gi11boşluğu" doldurduğunu anlamaktan geçiyor galiba...
N
e var ki, Mustafa Kemal’in de dü
zenleyebileceği ve düzenleyeme-
ceği şeyler vardır: Fethi bey arka
daşları ile parti teşkilatı için yola
çıkar. Ve daha ilk merhalede, herşey al
lak bullak olur. İzmir’de ‘Fethi bey geli
yor’ diye yer yerinden oynar. Daha 8 yıl
ö n ce Mustafa Kemal kumandasında
düşmandan kurtarılan İzmir’de halk dal
ga dalga Fethi beyin ayaklarına kapanır,
haykırırlar: Kurtar bizi, kurtar!.. Halbuki,
Fethi bey halk için bilinmeyen bir a-
damdır. Ve sonra, kim, kimi kimden
kurtaracaktır? Bu İzmir daha 8 yıl evvel
düşman işgalinden kurtarılmadı mı? Ve
bu şehri kurtaranlar, şimdi bu halkın,
‘bizi onlardan kurtar’ dedikleri değiller
mi? O halde 8 sene içinde ne oldu?.. Bu
işte ya bir yanlışlık, ya da bir uğursuz
luk vardı...”
Şevket Süreyya Aydemir, 5 Mart
1969 tarihli Cumhuriyet gazetesinde,
Serbest Fırka’nın kuruluşunu değerlen
dirirken böyle diyordu. O 8 sene içinde
neler olmamıştı ki... Cumhuriyetin ilanı,
Teşkilatı Esasiye adını taşıyan 1924 ana
yasası, İsviçre medeni kanununun be
nimsenmesi, soyadı kanunu, hilafetin
kaldırılması, şapka ve harf devrimleri,
İstiklal mahkemeleri, Şeyh Sait isyanı,
Takriri Sükun kanunu...
İşte bu 8 yıl sonunda, İzmirliler,
kendilerini Yunan işgalinden kurtaran
lardan “kurtulmak” istiyordu. Şevket Sü
reyya’nın “ bir yanlışlık, bir uğursuzluk
vardı” dediği “iş", aslında daha önceye
dayanıyordu.
17 Mayıs 1968 tarihli Ulus
gazetesin-13
de yayınlanan hatıratında, İsmet Paşa
şöyle diyordu: “Kafileyi durdurdum. Su
bayları bir kenara topladım. ‘İçinde bu
lunduğumuz vaziyeti bilesiniz. Bundan
başka subay olarak da yerinizi bilmelisi
niz. Padişah düşmanmızdır. Yedi düvel
düşmanmızdır. Bana bakın dedim. Kim
se işitmesin, millet düşmanmızdır...”
Peki, millet subaylara, vatanı düş
man işgalinden kurtarmak için kelle
koltukta savaşan insanlara niçin düş
mandı?.. Bir millet topyekun vatan haini
olamayacağına göre, bu sorunun ceva
bı, “millet cahildi” olabilir mi?.. Sorunun
cevabı, İsmet Paşa’nın “subay olarak ye
riniz” ifadesinde yatıyor gibi.
Alman subayı ve Afrikalı yerli
Osmanlı devleti, çöküşten kurtulma
nın yolu olarak gördüğü batılılaşma o-
perasyonuna “askeriye”den başlamıştı.
Prof Şerif Mardin’in bu operasyonla ilgi
li tahlili, İsmet Paşa’nın sözlerine ışık
tutuyor: “19. yüzyılın başlarında Türki
ye’ye gelen pek çok gezgin ve danış
manın belirttiğine göre, eğitim sahasın
da sırtüstü yatan tembel yeniçeri, kendi
sine verilen emirlere kayıtsızca tepki
gösteriyordu; üstü olan subayla fazla sa
mimiydi. Subaylar yüksek öğrenim ku-
rumlarında eğitildiklerinde, askerlerin
günlük yaşantıları subaylarınkinden ay
rılacak ve ortaya modern bir ordu çıka
caktı. (Batılı) talim yönetmeliklerinin
benimsetilmesine yönelik bu sürecin
sonunda, Türk subayı, emrindeki erlere,
bir ölçüde Doğu Afrika’daki bir Alman
subayının (yerli) askerlerine baktığı gibi
bakmaya başladı...”
Alman subayı - Doğu Afrikalı yerli i-
lişkisi, sadece kışla sınırları içinde ya
şanmıyordu. Örneğin, 17 Ekim 1889 ta
rihli Bitlis gazetesi, Sason kazasının sa
kinlerinden şu ifadelerle söz ediyordu:
“Bu kazada bir medeniyet ve huzurdan
eser bulunmamaktadır... Yöre sakinleri
nin vahşiliği yüzünden bugüne dek nü
fus sayımı yapılamamıştır... Kullandıkla
rı dil barbarlığa uyar bir nitelik göster
mektedir... Kürtler ve Ermeniler arala
rında bu dille anlaşmaktadır... Gerek
hareketleri, gerekse adetleri hainlik ve
saldırganlığa açıkça izin vermektedir...”
İki ayn toplum
Ama, asker ve sivil bürokrat iktidar,
toplumu “medeni”leştirmek için koları
sıvamıştı. Gelgeldim, toplum medeni-
leşmemekte direniyordu. İmparatorlu
ğun kuruluşundan itibaren içiçe ilişkiler
içinde olan yeniçeriler, loncalar, tekke
ler ve ulema, yenileşme hareketine tep
ki gösteriyordu.
Bu tepkinin çok güçlü bir “maddi"
temeli vardı. Batılılaşma hareketleri ile
eşzamanlı olarak bir süreç işliyordu:
Yerli imalat sanayi, lonca sistemi çökü
yor, üretim güçleri tasfiye ediliyordu.
HASAN MEZARCI A
"Yapılan zulümdür..."
T ü r k iy e 'd e 7 0 y ı l d a n b e ri hüküm süren, benim ¡iad em le "K em a list - laik cunta" çeşitli se b e p le rle ya rım m ilyo n a ya k ın ca n alm ıştır. Ben bu zulmün kurbanı olmuş b a zı sem bol kişiler seç tim, ya p ıla n la rın g ü n d e me gelmesi ve sorgulan ması için, bu kişilere y a pıla n la rla ilgili meclis a- raştırması ö n e rg e si ver
d im . Bu sem bol kişiliklerden biri Y zb. Ali Ş ü krü B e y 'd i r . T ü r k iy e 'd e ilk d a r b e 1 9 6 0 'd a d e ğ il, 1 9 2 3 'te Birinci M e c lis 'e yapılm ış, meclis çoğunluğu tasfiye edilm iş tir. A li Şükrü Bey bu işin kurbanıdır, öldürül müştür. İkincisi, şa p ka in kıla b ı se b e b iyle m ilyonlarca insana işkence yapılmış, binler ce kişi öldürülmüştür. İskilipli Atıf H oca, bun lardan birid ir, hiçbir suçu olm adan yazdığı bir kitaptan d o la yı idam edilmiştir. Üçüncü o la ra k d a S aid Nursi, 6 0 ihtilalini ya p a n darbecile rin o dönem d e yaptıkları zulümle re bir semboldür.
Said N ursi'nin eserleri Kuranı Kerim'in bir tefsiridir ve işin im anla ilgili inançla ilg i li, boyutunu ihtiva eder. Kendisi I. Dünya S a vaşı'n da Rusya'da esir düşmüş, y iğ itç e çarpışmış bir insan. Y alnız Türkiye'de de ğil bütün İslam alem inde kabul görmüş bir a- lim. Ve maalesef bütün hayalı boyunca ve ölünceye kadar, C H P düzeni, Kemalist ve laik düzen tarafından takip edilm iş, cezaev- lerinde hırpalanmış, işkence görmüş. Bütün bunlar yetmiyormuş g ib i 6 0 ihtilalinden son ra, U rfa 'd a yattığı kabrinde de rahat bıra kılm am ış; b ir g e c e d a rb e c ile r S a id N u r si'nin cesedini alıyo r ve yokediyorlar. Bu o- perasyon, C em a l G ürsel'in bilgisi d a h ilin
de, içişleri Bakanı M u h a r rem Aslan Kızıloğlu'nun ta lim atıyla, D iyarbakır Kolor d u K o m u ta n ı C e m a l Tu- ra l'ın y ö n e tim in d e gerçek leştirilmiş.
Şimdi, devlet, götürsün kabri a ld ığ ı yere bıraksın, o n dan sonra bu yaptığına karşılık, ö zü r dilem e a n la mına ge le cek bir ia d e - i i- tib a rd a bulunsun. A m a sa yın Başbakan "H o c a zaten itibarlı insandı" d iy o r. Bu d a dem ektir ki, b iz ia d e - i itibarda bulunm ayacağız. Baş bakanla ben görüştüm, "bu işi devlet y a p mış" dedim , o d a H o ca'n ın vasiyeti var de d i. Bu çerçevede H oca'n ın vasiyeti var de mek, Said N ursi'yi kabrine ia d e etmeyece ğ iz de m ektir. Ö te y a n d a n , b irin c is i, Ho- ca 'n ın bö yle bir vasiyeti yok. Yani H oca, "hayatım bo yunca ba na zulmedenler, ben öldükten sonra d a beni kabrim den çıkarsın lar, gö türsünler d e n iz e a tsınlar" dem em iş herhalde. İkincisi, hocanın vasiyeti bizi ilg i lendirm ez, devleti hiç ilgilend irm ez, yakın larını, en fazlasından talebelerini ilg ile n d i rir.
A m a Başbakanın bu davranışı beni hiç şaşırtmıyor. Çünkü, Türkiye'de 5 0 'd e n son ra, sağ hep iktidar, am a hiç muktedir o la mamıştır. Bunun se b e b i şudur: 1 9 2 3 'te n 5 0 'y e k a d a r T ü rkiye'yi G e n e ra l M u sta fa Kemal ve G en era l ismet İnönü yönetiyor ve çok partili hayata geçerken, laik - Kemalist düzeni koruyacak bir g iz li yap ı oluşturulu yor. M e sela Ö z e l H a rp Dairesi d e d iğ im iz ya p ı. M e sela M enderes iktidar oluyor, ama m uktedir o la m ıy o r, d e ğ il m uktedir o lm a k başını bile kurtaramıyor.
ARP İstanbul milletvekili
AAFHMET KUTLULAR *
"Devlet özür dilem eli..."
ia d e - i ¡(¡barla başlam adı bu iş, m ezar meselesiyle başladı. Haşan M e za rcı denilen zat, Said N ursi'nin kabrinin ortaya ç ı k a r ması için girişim de bulunmuş. Said N ursi'nin kabrine yapılan hare ket bir zulümdür. Bunu her zam an haykırdık, her zam an d a söyleriz. A m a kabrin ortaya çıkması için bir ga yret gösterm edik, çünkü Said N ursi'nin vasiyeti var. K itabında, talebelerine ya zd ığ ı m ektuplarda şöyle diyor: "C e n a b - ı H a k’tan niyazım, bir - iki yakın talebemin haricinde kabrim in bilinm em esidir. Benim mesleğim ihlastır. Takdiri i- lahiden başka bir m azhar gözetm edim , insanların teveccühünü de sevm em ...” Üstad Hazretleri'nin bö yle bir vasiyeti olduğu için, kabri nin ortaya çıkarılması için bir talebim iz olm a dı, "ia d e - i itibar "a g e lince, O n u tanıyanların, onun eserlerini okuyanların, Müslüman d in i ni bilenlerin gö zünde bir itibarsızlığı yok ki. Tam aksine büyük bir iti barı var. A m a, devlet ona kötü nazarla bakmış, tehlikeli görmüş ve zulmetmiş. M a d e m konu M e c lis e gelmiştir, devlet, 2 7 M a yıs'çıların ve d a h a öncekilerin yaptığı zulümden ölürü özür dilem elidir. Çünkü devlet devlettir ve asıl olan devletin devam lılığıdır.
Said N ursi, dem okrasiyi, çoğulcu parlamenter sistemi destekle miştir. Dinin siyasete alet edilm esine her zam an karşı çıkmıştır. "Din umuma aittir" demiştir ve din tem elinde bir parti kurulmasına karşı ol muştur. Laiklik, din ve vicd a n hürriyetinin teminatı o la ra k ortaya çık mıştır. B izde ise, din düşmanlığı ve devletin din e m üdahalesi olarak
tecelli etmiştir. S aid N ursi'nin itirazı işle bu anlayışadır. Tevhidi tedri sat kanununu alkışlamıştır. Çünkü, din ilm iyle fen ilminin ayrılmasına karşıdır. "Bunlar ayrıldığı zam an, din ilmini okuyanda taassub, fen ilmini okuyanda ise şüphe ve hile g ib i zafiyetler m eydana gelir; ha kikat, fen ilmiyle din ilminin birleşmesiyle ortaya çıkar, fenler A llah'ı tanıma ilm idir" demiştir.
# Nurcu cemaatin önde gelen sözcülerinden ve Yeni Asya
dergisinin yayıncısı.
Batı kapitalizmine kayıtsız şartsız tesli
miyet niteliğindeki 1839 Osmanlı - İngi
liz ticaret anlaşması, bu sürecin dönüm
noktasıydı. Üretim güçleri tasfiye olur
ken, dış borçlanma artıyor ve Osmanlı
devleti batı finans baronlarının vesayeti
altına giriyordu.
Bu arada, çeşitli “tedbir’Ter alınıyor,
Islah Sanayi Komisyonu (1866) kurulu
yor, Islah Sanayi Mektepleri (1867) açı
lıyor, Batı tipi ticaret kanunları alınıyor
du. Ama, Batı kapitalizmi artık bilinen
herşeyiyle imparatorluğa girip onu da
ğıtıyor ve kendine gerekli olanı da kon
trol altına alıyordu. Batılı görüntünün
yanı sıra, kültür emperyalizmi eğitim
kurumlarıyla ülkeye giriyordu. Osmanlı
toplumunun üst yapısında garip bir iki
leşme yaşanıyordu. Islami hukuk yanın
da batılı hukuk kurumlan yer alıyor,
müslümanlara ayrı, azınlıklara ayrı hu
kuk uygulanıyor, medreseler yanında
“modern” okullar açılıyordu. Toplumda
“ikileşme” giderek belirginleşiyor, Os
manlI devleti iyiden iyiye zayıflıyordu.
Prof. İdris Küçtıkömer bu süreci
şöyle yorumluyor : “Batılılaşma çabaları
kökü dışarıda, mevcut üretim düzenin
den kopuk bir kültür devrimidir. Mev
cut üretim güçlerine sahip olanlar ve
halkın büyük bir bölümü, bu üst kültür
hareketini (anayasasından sanatına ka
dar) kabul etmeyecek, tepki göstere
cekti. Tanzimat ve Meşrutiyet bürokratı
politikadaki kısmi otonomisine dayana
rak, emperyalizmin emirleri ile paralel
düşen talihsiz bir rolü oynamıştı. Böyle-
ce, imparatorluğun dağılmasına, yerli
sanat ve sanayinin tasfiyesine sebep ol
muş, bu yoldan halkı karşısında bul
muştu. Bu, sınıfsız, hatta büyük ölçüde
halksız bir yoldan ‘devleti kurtarma’ o-
perasy onudur...”
Bu operasyon sonucunda, impara
torluk kaçınılmaz olarak Düyunu Umu
miye anlaşmasına sürüklenmiş ve Sul
tan Abdülhamit, 1881’de, batılı devletle
rin sert notası üzerine, OsmanlI’nın ifla
sı kabul edilen Muharrem Kararnamesi
ni imzalamak zorunda kalmıştı.
Osmanlı toplumu eşzamanlı olarak
ortaya çıkan iki olguyla karşı karşıyay
dı. “Batılı” anayasa yapılmış, parlamen
to kuRilmuş, laikliğe doğru adım atılmış
ve padişahın teokratik egemenliği sınır
landırılmıştı. Öte yandan, yerli sanayi,
lonca sistemi büyük ölçüde tasfiye edil
miş, üretim güçleri zayıflamıştı. Batılı
laşmayla eşzamanlı olarak toplumun te
melleri sarsılmıştı.
Ve halk, doğal olarak “değişim”in
yanında değil, karşısında yer almış, yet
kileri sınırlandırılan padişahın safını tut
muştu.
Sultan Abdülham it, 1 8 9 0 ’da “ne
yapmalı?” diye sorduğunda, kendisine
verilen iki projeden İzzet Paşa’nın İslam
Birliği projesini kabul ediyordu. Böyle-
ce, Tanzimat döneminin batıcı asker -
bürokrat grubu ile padişah beraberliği
bozuluyordu. Ve toplumdaki “ikilik” de
rinleşiyor, bir tarafta büyük çoğunluğu
asker-sivil bürokratlardan oluşan batıcı-
laik cephe, diğer tarafta ise çoğunluğu
yoksul halk tabakalarından oluşan do-
ğucu-lslamcı cephe yer alıyordu.
Birinci dünya savaşı, ardından gelen
düşman işgali ve kurtuluş savaşı bu çe
lişkiyi yumuşatmış, ama ortadan kaldır
mamıştı. Cumhuriyet öncesinde Jö n -
türkler ve İttihat Terakki’nin temsil etti
15
ği batıcı - laik kanat, cumhuriyetle bir
likte, azınlıkta olmasına rağmen, iktidar
olmuş ve toplumun batı yönünde değiş
mesi için radikal adımlar atmıştı. Gelge
ldim, bunu toplumun büyük çoğunlu
ğunun rızası olmadan ve “iç dünya” la-
rı, “kollektif ruh”u hesaba katmadan
yapmıştı.
Şevket Süreyya’nın, “bu işte bir yan
lışlık, bir uğursuzluk var” dediği buydu.
Ve yapılan yanlışlığı, pek farkında ol
madan yine kendisi anlatmıştı: “Bizim
şehrimizde, din, bir korku yahut bir sır
olmaktan ziyade, bir dünya nizamı gi
biydi. Çünkü şehrin her tepesinden ayrı
ayrı ve hepsinden güzel hesapsız kub
beler, minareler yükseliyordu. Şehir
bunlarla öyle donanmıştı ki, onların
gölgesinde yaşayıp da her biri daha üs
tün bir ustanın elinden çıkan bu kubbe
lerin, minarelerin manalarını duyma
mak, onların etkisi altında kalmamak
kimse için kabil değildi...”
Kem alist ideoloji, Şevket Sürey
ya’nın sözünü ettiği “nizam”ı,”mana”yı
boşaltmış, ama onun yerine insanların
“iç dünyalarına huzur veren bir nizam,
bir mana verememişti. Said Nursi'nin
sesi işte bu “boşluk”ta yankılanmış ve
kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir
dünyanın ruhu olmuştu.
Prof. Şerif Mardin, geçtiğimiz yıl Ey
lül ayında düzenlenen Milletlerarası Be-
diiizzam an Said Nursi Sem p ozyu
mumda, Said Nursi’nin doldurduğu boş
luğu şöyle ifade ediyor: Islamın cumhu
riyet devrine kadar düzenlediği, fakat
cumhuriyetin fazla ilgilenmediği bir a
lan, vatandaşın ‘hergün”(i olmuştur.
İnsanların çoğunun hayatını düzen
leyen ıstılahlar ‘dış politika’, ya da ‘ikti
tisadi sistem’ gibi büyük ve zaten anla
şılması zor konular değildir. İnsanların
hayatının harcını meydana getiren her-
günün öriintüsü ve hergünü meydana
getiren yüzlerce mekan, davranış, adab,
estetik, ahlak zerrecikleridir...”
Masanın kısa ayağı
Prof. Mardin, “Beditizzaman Said
Nursi” adını taşıyan kitabında, daha ay
rıntılı bir tahlil yapıyor: “Bizim burada
karşı karşıya bulunduğumuz hadise, gi
zemli bir yolculuğun cazibesidir. Önem
li olan söz konusu unsurun içeriğine
dair ilgi kadar, insanın toplumsal doku
da bulamadığını hissettiği unsur için
duyduğu özlemdir. Said Nursi
takipçile-TAHA AKYOL *
"Modern bilimlere açık,
orijinal bir Islami düşünür..."
Uluslararası sosyal bilim çevrelerinde otoritesini kabul ettirmiş bir sosyologumuz olan Prof. Şerif Mardin'in Said Nursi hak kında eser yazması, Türkiye'nin düşünce ta rihinin evriminde önemli bir olaydır. Cum huriyetin pozitivizmi bir "gerici" kategorisi oluşturmuştu ve bu damga vurulan kişi ve a- kımların bilimsel inceleme konusu olamaya cağı sanılıyordu. Artık “ suçlamaksan önce "anlamak" gerektiğini, bunun da yolunun bilimsel araştırmalar olduğunu öğrenmeye başlıyoruz.
Said Nursi'ye bu açıdan baktığımızda onu İslamcılık akımı içinde bazı özellikleriy le ilgi çekici ve önemli buluyorum:
Said Nursi, klasik bir 'O rta Ç ağ" İs lam alimi değildir. 19. asırda ve 20. yüz yılın başında Türkiye'nin Batı bilim ve felse fesiyle tanıştığı, tartıştığı, pozitivizmin bir hayli etkili olduğu bir dönemde yetişmiştir.
O bakımdan Said Nursi, İslam kelam ve çağdaş bilimlerden unsurlar ve ar gümanlar kazandırmıştır. Din -bilim ilişkileri bakımından bu önemlidir.
Said Nursi'nin İslamcılığı "politize" ve “fundamentalist" denilen akımlar dan da farklıdır. Bu tür akımlar, Batı pozitivizmine ve bundan çıkan "devrim ci" ideolojilere 'alternatif' olarak ideolojik bir İslam düşüncesine sahiptirler
ve dünyanın her yerinde çoğunlukla "laik" eğitim görmüş, düzenli, klasik dini eğitimi olmayan "ye ni" aydınlar tarafından geliştirilmiştir. Tipik örneği, Ali Şeriati'dir.
Said Nursi klasik medrese eğitimi gördüğü ve "doğu bilimleri'ni iyi bildiği için İslam’ı pozitivist i- deolojiler gibi almamış, "iman" ve "ahlak" gibi di nin esas fonksiyonlarına önem vermiştir.
Said Nursi'nin başka bir belirgin vasfı da, ya şadığı ikinci Meşrutiyet politizasyonu sonucunda, "eski Said" (politize) ve "yeni Said" diye kendi tecrübelerinde bir ayırım yapmış ve politizasyona karşı çıkmış olmasıdır.
Bu bakımdan Said Nursi "devrimci İslam'ın dışında, tamamen otantik, gelenekli, ama modern bilimlere son derece açık orijinal bir İslamcı düşü nürdür.
Nurculuk hareketinin halk arasında geniş ta raftar kitleleri kazandığı gibi, Nurcu aydınlar da çıkarmış olması, onun bu yönleriyle izah edilebilir. Ülkemizde demokrasinin, hoşgörünün, din -bilim çalışmasını uygar bir diyalo ga dönüştürmenin gerekli olduğu açıktır. Bu da bağnazlıkla ve "devrimci -po litize" tavırlarla mümkün olmaz. Said Nursi'nin bu açılardan da çağdaş top lumda "fonksiyonel" olacağını düşünüyorum.
Milliyet gazetesi yazarı
ABDURRAHMAN DİLİPAK *
"OsmanlI'dan Cumhuriyet'e
miras kalan bir münevver örneği"
Said Nursi, Osman lI'nın son zamanlarında ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşa m ın, O sm a n lı'n ın Cumhuriyet Türkiyesi'ne mi ras bıraktığı bir münevver tipidir,
Bir Müslüman önder olarak Said Nursi, Risale -i Nur Külliyatı adını verdiği eserlerinde, özellikle ve öncelikle iman, ihlas ve u- huvvet davasının öncülüğü nü yapmıştır. Kuran'ı asrın idrakine söyletmek çabası içinde geçen ömrü, İslam dünyasının geri kalmışlığı na bir çözüm arayışı için de geçmiştir. Çağın hasta lığın ın, Kuran ilm inden
yoksun aydınlar ve dünyanın ilminden yoksun a- limler ile ilgili olduğunu görür ve bunun için de Medrese tüz zehra adında bir külliye -camii oluş turmaya çalışır.
Risale -i Nur hareketi, klasik anlamda bir ta rikat ya da mezhep değildir. Adeta Kuran'ın çağdaş bir tefsiri gibidir. İslam dünyasının geri kalmışlığını ilim ve sanattaki geri kalmışlıkta gö rür. İlimle kurani bilgilerin doğruluğunun ispatlan masına çalışır. Hareket dalga dalga bütün yurda yayılacaktır. Risalei Nur talebeleri de Said N u rs i' gibi birçok yerde tutuklanacak işkence görecek lerdir.
Risale-i Nur kitapları dini esaslara dayalı devlet kurmak propagandası iddiası ile toplana caktır. Bu davaların çoğu daha sonra bozula caktır. Bugün ise Risale.-i N urlar tamamen ser
best bırakılmıştır. 19 60 ihtilali ve ar dından ihtilalcilerin Said Nursi'nin cenazesinin ihti lalciler tarafından çalına rak bilinm eyen yerlere n a k le d ilm e s i ile S aid Nursi bugüne kadar gün demdeki yerini korumaya devam edecektir. Bu du rum açık bir hukuk ihlali dir. Risalei Nur hareketi bugün maalesef kendi i- çinde farklı politik tercih ler nedeniyle farklı grup lara ayrılmıştır. Ancak Ri salei Nur kitapları artık milyonlarca insana ulaşa bilmektedir.
Türkiye'de İslâmî ha reketin gelişim grafiği içinde nur talebelerinin ö- nemli bir yeri vardır. Milli Nizam Partisinin olu şumunda Risale -i Nurun önemli bir yeri vardır. Bir dönemin islami hareketine damgasını vurmuş tur. Risale -i N u r , Mehmet Akif'in Asım tipinde i- fadesini bulan Osmanlı tipi aydınlanma dönemi nin tipik bir muhatabı gibidir,
Devletin Said Nursi'ye iade -i itibar sağla ması bana kalırsa geç kalmış bir harekettir. Saidi Nursi' nin itibarı ve cesedi gasbedilmiştir. Saidi Nursi'ye itibarını iade etmek, Said Nursi'nin iti barını artırmayacak, sadece devletin itibarını kur taracaktır. Devletin itibarına sahip olması, bu tür gaspedilen itibarların iadesi ile mümkündür,
tı
marım iade -i itibar Said Nursi ile sınırlı kalmaz, bunu İskilipli Atıf ve diğerleri izler.k M illi Gazete yazarı
ri, kenidlerini de içine alan toplumsal
soruyu ünlü psikanalist Cari Jung’a
baş-yapıda anahtar önemde bir unsurun
dışlanmış olduğu hissiyle buna yönel
mişlerdir. Bir bakıma, bu durum, bir a-
yağı diğerlerinden kısa olan bir masada
oturan insanın durumunu andırır...”
Şiirsel çerçeve
Peki, neydi bu anahtar-unsur, ”ma-
sa”nın kısa olan ayağı? Prof. Mardin, bu
vurarak cevaplıyor: Jung’a göre, benli
ğin yapısında bir bilinçaltı düzey vardır
ve bu düzey de sembolizmin kullanı
mıyla bağlantılıdır. Nihayet, bu sembo
lizmin içinde dini sembolizm en önde
yer alır. Türkiye’deki kırsal kesimler,
cumhuriyet döneminin laikleştirici sü
reçleriyle mitsel-şiirsel bağlantılarından
UĞUR MUMCU *
"En tehlikeli
gerici h a re k e t..."
Hukuk açısından iade -i itibar diye geçerli bir yol yoktur. Yani TBMM'nin itibarı iade et mesi hukuki bir yol değildir. Menderes için ya pılan da hukuk dışı bir uygulamaydı. Birinin iti barı varsa vardır, ya da birileri için vardır, bin leri için yoktur. Bu meclis kararıyla verilmez. Bunlar son derece amaçlı ve yanlış şeyler. Ha şan M ezarcının kendi siyasi operasyonların dan biri bence. Bana göre Said Nursi, kendin ce Islama bir yorum getiren gerici bir adam. Nurculuk da en tehlikeli gerici hareketlerden birisi. Said Nursi'nin yeterince incelenmediği ya da anlaşılmadığı gibi bir görüşe itibar et mek mümkün değil. Ona bakılırsa; Marks da, Atatürk de yeterince anlaşılamadı. Şerif M ar din başka araştıracak adam mı bulamamış? Ben o risalelerin bazılarını okudum, bazılarını da anlamadım, bir kere çok kötü bir Türkçesi var, bir sürü saçma sapan laf. Mezarının tah rip edilmesi konusuna gelince, bence bunlar son derece hatalı şeyler. Mezarının açılıp ce sedinin denize atıldığını ben de duydum, tabii bunu insanlık dışı buluyorum ve tasvip etmiyo rum elbette. Ancak bunun itibar iadesi ile bir i- lişkisi yok.
•k Cumhuriyet Gazetesi yazarı
koparıldığı ölçüde, yalnızca İslami tez
lerde içerilen ahlaki emirleri kaybet
mekle kalmamış, ayrıca insanın kendi
benliğiyle yüzyüzü gelmesini sağlayan
dinamik bir unsurdan yoksun duruma
gelmiştir. Dünyanın mitlerden giderek
arındırılıp bürokratlaştırıldığı bir dö
nemde, mitsel-şiirsel biçimlerin Türki
ye’den de kovulmasına çalışılıyordu.
17
Sonuçta bunlar, müslüman Türklerin
iç d ü nyalarınd a yeri doldu ru lm ası
gereken değerler haline geldiler..."
Ama, P rof. M ardin’e g öre, Said
N u rsi’nin c a z ib e s in in te k n e d e n i
sem bolizm değildi. Said Nursi, tabiat
sistemini İslam mistisizminin tanıdığı
im kanlarla m itsel-şiirsel bir çerçeve
içine yerleştirirken, Kur’an ’ı Tü rkçe
açık lıy o r, A llah ’ın yaratıcı gücünü
vurgulayarak, Kur’an ’ın hareket ha
linde bir evren görüşüne kapılarını
açtığını, bunun da yeni bir kozm oz
imajı inşa edilm esinde kullanılabile
ceği yolunda bir imaj yaratmayı ba
şarmıştı. Said Nursi, din kadar bili
m e de ö n e m veriyor, bilim in dini
reddetmediğini, aksine, onayladığını
söylü yo r, te k n o lo jiy e hayranlığını
h e r fırsatta d ile g e tiriy o rd u . Asıl
önemlisi takipçilerine yeni bir Islami
çözüm önerm ekteydi. Buradaki vur
gu, Prof. Mardin’in ifadesiyle, Islami
olan kadar yeni üzerindeydi. Risale
lerindeki “leitm otiP iktidar soaın u
ve iktidarın m eşruiyetiydi. Y eg an e
meşruiyet kaynağının “millet” oldu
ğunu söylüyor, çoğulcu parlamenter
rejimi savunuyordu. Önceliği imana
veriyor, kendi İslam tefsirini “yüzde
99 iman, yüzde 1 politika” diye ifade
ediyordu.
Ama, hep politikanın içindeydi.
Takipçilerine hangi partiye oy ver
meleri gerektiğini bildiriyor, sürekli
olarak devleti yüceltiyor, NATO’yu,
CENTO’yu destekliyor, Kore savaşı
için leh te p ro p ogan d a yapm aktan
kaçınm ıyordu. V e asıl soru: “Kara
ses” değildi ama, dem okrat mıydı?..
Takipçilerinin 1977’de toplu olarak
Milliyetçi Cephe hükümetini destek
lediklerine bakılırsa, “evet” dem ek
zor. Ama, dili o kadar mecazi, o ka
dar sem bolik ki, “dem okrat” da de
nebilir, “sivil toplum cu” da. Hatta, a-
şağıdaki tasvire bakarak solcu oldu
ğu bile söylenebilir: Seçkin kesim i
oluşturan zenginler, yoksul ve alt sı
nıfları (avam) ücret karşılığı uşak ha
line getirmiştir. Yani, sermayeye sa
hip olanlar ancak em eklerini harca
yabilecek olanları ve işçileri düşük
bir ücret karşılığı istihdam etm ekte
dir. Bu aşamada sömürü öyle boyut
lara ulaşmıştır ki, sermayedar kişi sa
rayında oturup bankalar aracılığıyla
günde bir milyon kazanırken, yoksul
bir işçi boğaz tokluğuna madenlerde
çalışm aktadır. Bu durum ö y lesin e
nefret ve ölke yaratmıştır ki, alt sınıf
lar yukarıdakilere ayaklanmıştır...”
METİN KARABAŞOĞLU
"Nursi'yi asıl şimdi
öldürecekler..."
Risale-i N ur eksenli çalışmalar ya
yınlayan Karakalem D ergisi editörü
Metin Karabaşoğlu EP'nin sorularını ce
vapladı.
Said Nursi, uzun süre kamuoyunda
bir ",bilinmeyen" olarak kaldı ve hakkın
da pek çok spekülasyon yapıldı. Ana
hatlarıyla Said Nursi'yi tanımlar mısı
nız?
Metin Karabaşoğlu: Said Nursi ",bi
linmez"
ve "muğlak" görünüyorsa, bu
onu öyle görenlerin meselesidir. Ger
çekte Said Nursi'nin bilinmeyen bir ta
rafı yoktur. Eserleri meydandadır. Da
hası, ölümünden üç gün öncesine ka
dar sürekli devlet gözetimi altında tutul
muş; peşine hafiyeler takılmıştır. Bütün
bunlara rağmen, hala Said Nursi bir
"bilinmez" ise, bazılarının, bilmek için
en küçük bir çaba bile sarfelmediğin-
dendir. Sunu vurgulamak gerekiyor:
Said Nursi, tüm kişiliği ile yayınladığı
eserlerdedir. Yani, bu anlamda Risale i
Nur, Said Nursi'nin hayatını resmeder.
Bu bakımdan, Said Nursi hakkındaki
en hatalı tanım lam a, onu Risale -i
Nur'dan ayrı bir kişilik olarak görmek
tir. Risale -i Nur dışında ne yaptı ki, ki
şiliğine Risale -i Nur'dan bağımsız bir
renk ve önem verilsin. Risalelerde ise,
kimliği, açık biçimde şöyle belirir: Bir
kul. Said Nursi'nin hayatının ve tefekkü
rünün özeti şudur: Bir yaratıcı vardır ve
herşey Onun yaratığıdır. Kendisini, onu
ve hepimizi, herşeyi yaratan birinin ku
lu olarak tanımlamıştır. Kendisine özel
bir kimlik yükleyerek ",şahsıyla" görüş
meye gelenleri kabul etmemesi, "Beni
beğenmiyorum. Beni beğenenleri de
beğenmiyorum" demesi bu açıdan &
nemlidir.
Prof. Şerif Mardin 'in çalışmasını bu
kimlik tanımlaması çerçevesinde nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Babasının adı olan ve asalet de i-
fade eden “M irz a 'y ı, Said Nursi'nin
"asalet takıntısı" olduğuna delil göstere
cek kadar sığ tavırlar sergileyen; Said
N ursi'yi içinde bulunduğu ortama ve
"dini ve siyasi lider olma tutkusu "na
hapseden bir çalışmadan nasıl bir ye
terlilik beklenebilir? Prof. Mardin, "Said
Nursi Olayı"m tanımlayamıyor; kendi
bakışını tanımlıyor, o kadar.
Şimdi yeniden tartışılmaya başla
nan "iade-i itibar" konusunda ne düşü
nüyorsunuz?
Anlaşılan bir "halk" kahramanı olan
Menderes'i Topkapı'da mezarlığa gö
menler, Said Nursi'yi de asıl şimdi öl
dürecekler. Onlar Said Nursi'yi değil,
kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Said
Nursi'nin itibar diye bir derdi hiç olma
dı ki, iade olunsun. Hem, sınırları olan
bir devlet, evrensel bir şahsiyete itibar
verse ne olur, vermese ne olur?
Said Nursi'nin yaşam öyküsü
Prof. Şerif Mardin, "Bediüzzaman Said Nur- si Olayı" adlı, hararetli tartışmalara yol açan kita bının bir yerinde, kısa ama etkili bir ifadeyle tarif ediyor Said Nursi'yi: "Bu, seksen yılı aşkın bir sü re önce, bir bilinmezden gelip, İslamiyet'in yeni alanları konusunda yeni fikirlerle ortaya çıkan parlak bir dağlı çocuk..."
Said Nursi'nin kronolojisi bilinince, bu ifade nin uygunluğu çok iyi anlaşılıyor. 1876 yılında Bitlis'in Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğmuş. 9 yaşında din eğitimine başlıyor. Ama, N ecip Fa- zıl'ın deyişiyle "mizacındaki istiklal, şahsiyet, hat ta dikbaşlılık" nedeniyle medrese disiplin ve taas subuna uyum sağlayamıyor, köyüne dönüyor. Sonra, 19 yaşında rüyasında Hz. Muhammed'i görüp tekrar islami ilimlerle iştigal etmeye başlı yor ve hızla ün kazanıyor. Siirt, Tillo, Cizre, Nur- şin, Mardin, Erzurum medreselerinde eğitim gö rürken, buraların önde gelen islami otoriteleriyle tartışmalarında hep üstün geliyor. Böylece adına "Bediüzzaman" (Çağın güzelliği - zamanımızın e- şi bulunmaz kişisi) sıfatı eklendiğinde henüz 21 yaşındadır.
Kuşkusuz "parlak" bir kişilik, ama kuşkusuz bir "dağ çocuğu" da; II. Abdülhamid'in emriyle yollandığı Toptaşı Akıl Hastanesinde karşısına çı karıldığı doktora kendisi söyleyecektir; "Ben Kür- dislan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvali mi o yerlerin terazisiyle tartmaksınız. Medeni İs tanbul'un hassas mizaniyle değil." Oysa "Bediüz zaman" olarak el üstünde tutulduğu Kürdistan dağlarından İstanbul'a, II. Abdülhamit'i Van'da bir üniversite kurulması için ikna etmek amacıyla gelmiştir. "Medrese tü'z Zehra" adında, Kahi- re'deki ünlü El - Ezher'in kızkardeşi, Bitlis ve Di yarbakır'da şubeleri olacak bir üniversite. Günü müzde (yerli yersiz de olsa Türkiye'de bile) böyle adamlara "vizyoner” deniyor, o günlerde önce hapishaneye, sonra tımarhaneye yollanıyor; dok torlar padişah karşısında fütursuzca konuşma ce saretini nereden aldığını araştıracak.
Ama gerçekten de o günlerin Said Nursi'si, bugünlerin deyimiyle biraz "uçuk" bir şahsiyet. Fatih Camii'nin yakınındaki Sekerci Hanı'na yer leşmiş, odasının kapısına, "burada her suale ce vap verilir, her müşkül halledilir ve hiç sual sorul maz" yazmış. Bugünden bakıldığında, daha çok Mike Hammer'e uygun bir düstur gibi görünüyor. Üstelik belinden hançerini de hiç eksik etmezmiş.
Bundan sonra, artık politikayla yoğun ilgili
bir Said Nursi belirecektir. Serbest bırakıldıktan sonra Selanik'e gider, ittihat ve Terakkiye katılır, onların safında II. Meşrutiyeti yaşar. Ama Said Nursi, iktidar odaklarıyla uzun süreli iyi ilişkiler kuramayan insan (üründendir. İttihatçılardan uzak laşır, ittihad - ı Muhammedi partisinin kurucuları arasında yer alır. İttihatçılar bunu yanına bırak mayacak, 31 mart olayına karışmak iddiasıyla yargılanmasını sağlayacaklardır. Yine de beraat eder.
Savaş sırasında (I. Dünya) Teşkilat - 1 Mahsu- sa'da görev alan Said Nursi, 1916 yılında milis komutanı olarak Ruslarla savaşırken esir düşer. Bolşevik Devrimi'nin yarattığı kargaşadan yararla narak kaçmayı başaracaktır. Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal'i destekleyecek, Ankara'ya davet edilecektir. Ama milletvekillerinin dindarlık düzeyi nin onda yarattığı hayal kırıklığı, 23 baharında Van'a çekilir.
Said Nursi'nin bu noktadan sonra hayatını değiştiren olay, 1925'teki Şeyh Sait isyanı ola caktır. Bundan sonra, Haşan Mezarcının sözünü ettiği "kemalist düzenin sürekli takip, taciz ve bas kıları" başlar. Oysa Said Nursi isyana katılma mıştır. Fakat Cumhuriyet yönetimi yörenin bir çok ileri geleniyle birlikte onun hakkında da soruştur ma açar. İstanbul'a getirilir, oradan Bursa'nın Eğ ridir ilçesinin Barla köyüne sürgün edilir. Ama bu sürgünde, burada geçirmek zorunda kaldığı 8.5 yılda, Risale - i Nur adlı eserinin büyük kısmı
ya-17-24 OCAK ‘93
zılacaklır. Ama belki bundan da önemlisi, aynı dönemde çevresinde geniş bir öğrenci halkası o- luşmaya başlar. İşle bu öğrenciler "Nurculuk" ha reketinin tohumu olacaktır.
Bu arada baskılar devam eder. 1934'te Barla'dan İsparta'ya nakledilir. Bir yıl sonra önce bazı talebeleri sonra kendisi tutuklanır. 11 ay hapse mahkum olur. Cezasını tamamladıktan sonra Kastamonu'ya sürgüne gider. 19 4 3 'le ,
126 talebesiyle birlikte yeniden tutuklanır. 9 ay sonra beraat eder, ama bu kez de Afyon - Emir dağ'a sürgün edilir. Yeniden tutuklanır, 2 0 ay Af yon cezaevinde yatar.
14 mayıs 1950, Demokrat Partinin iktidara gelişi, Said Nursi'nin yaşamında yeni bir dönüm noktası olacaktır. "Ayet ve Slogan - Türkiye'de İs lâmî Oluşumlar" adlı kitabın yazarı, araştırmacı Ruşen Çakır, Said Nursi'nin 'bu devrede, siyasi lere doğru yolu göstermeyi ve onları İslam'a hiz met etmeye çağırmayı' temel aldığını söyler. Bu devrede arlık, o eski iktidar odaklarıyla uyuşama- ma sorunu kalmamış gibidir, öyle ki, "hükümetin Kore Savaşına katılma kararını, en yakın öğrenci lerinden Bayram Yükseli cepheye yollayabilecek ölçüde desteklemiştir."
Yine de bu sırada Risalelerden bir bölümü bir dergide yayınlanınca hakkında soruşturma a- çılır. Ama bu kez tutuksuz yargılanır, dava 27 yıl uzak kaldığı İstanbul'da görülür ve her celsesi müridlerinin de katılımlarıyla adeta bir gövde gösterisine, Said Nursi'nin tüm baskılara karşı za ferinin simgesine dönüşür.
A fyon A ğ ır C e z a m ahkem esi mayıs 19 5 6 'd a Nur Risalelerinde hiç bir suç unsuru ol madığına karar verir ve tüm Risaleler serbestçe basılır. Ömrünün son günlerinde artık sürekli do laşmakta, sayıları ülkenin her bir yanında büyük hızla çoğalan yandaşlarını ziyaret etmektedir.
5 ocak 1960'da Time dergisi muhabiriyle bir söyleşi yapar. Ardından hastalığına rağmen otomobille uzun bir yurt gezisine çıkar. 21 mart 1960'da Urfa'ya varır, iki gün sonra burada ö- lür. Yüksek mülki erkanın katıldığı bir cenaze töre niyle Halilürrahman C am iine defnedilir... Ama 27 mayıs 1960 darbesinden sonra, 12 temmuz 1960 gecesi, kardeşi Abdülmecil Ünlükul'u da yanlarına alan askerler, naaşı alıp askeri bir u- çakla bilinmeyen bir yere götürürler. O gün bu gündür Said Nursi'nin (gerçeklen) nerede gömülü olduğunu çok az kimse biliyor...