• Sonuç bulunamadı

Said Nursi muamması:Nur sembolizmi...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Said Nursi muamması:Nur sembolizmi..."

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

YATIRIM FONLARI BEKLENENİ VERMEDİ_ _ _ _

"YAPAY SEKS TE PATLAMA _ _ _ _ _ _ _ _

D. ASENA VE 0. GENCEBAY'IN "İÇ DÜNYA'SI

DÜNYA YENİ BİR BM ARIYOR

H A FT A LIK * 17-24 O CA K 9 3 • SAYI: 8 15.000TL.

The

Economist

| fı ı

I fi

\

İ M

İ

[ m

m y

i l [ i l l i j i f f

m

7TTT

(2)

3

Ç İ Ğ D E K İ L E R

KAPAK

13 Kim Bu Said Nursi?

g ü n d e m e g e le n S a id N u rs i k im d ir ? L a ik M ü s lü m a n la r 'd a n r a d ik a l İs la m c ıla ra , K ürt m illiy e tç ile r in d e n s iv il to p lu m c u la r a v e K e m a lis tle re k a d a r b ir ç o k k e s im in ilg i o d a ğ ı , ia d e -i it ib a r ta r tış m a la rıy la y e n id e n

Milliyet Yayın A .Ş. adına sahibi: Aydın Doğan • Murahhas Üye ve Genel Müdür: Muhittin Kazımoğlu • Genel Y* Yönetmeni: Aydın Demirer • Genel Yayın Yönetmen Yardımcıları: Yücel Göktürk, Can Kozanoğlu • Koordinatörler: R< Duran, Siren Idemen, ismet Özkul • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: idris Adil • Haber Müdürleri: Fehmi Köfteoğlu, Talip A

•Ankara Temsilcisi: ismet Hazardağlı • Politika: Kemal Can, Saruhan Oluç #.M ikro: Hakan Güvenç, Memet S.Sönme2 Makro: Mehmet Öngeoğlu • Medya: Ahmet Güngören • Kültür: Sinan Hıncal • Yatırım: Cengiz Erdinç • Fotoğra HAFTALIK 17-24 O C A K '9 3

POLİTİKA

19 "Daha Eşit"lerin Örgütü

B irle ş m iş M ille t le r 'd e d e m o k r a s i, p a r a v e m e ş ru iy e t s o ru n u

MAKRO

40 Türk Sanayii ve AT

H e m g ü m rü k le ri in d ir m e d ik , h e r A T 'y i s u s tu rd u k

22 Müdahaleci Devlet,

Evcil Piyasa

C lin t o n 'ı n d a n ış m a n la r ın d a n 1 9 9 0 'l a r ı n s lo g a n la r ı...

24 Olağanüstü Dışkı

"D ış k ı y e d ir m e " d a v a s ın d a , T ü rk iy e C u m h u riy e ti D e v le ti m a h k u m o la b ilir .

27 Son Örnek

D e m o k ra s i, h u k u k , a y d ın s o ru m lu lu ğ u v e R a g ıp S a rıc a

28 Pamukkale Beyazı

Griye Dönerken...

" P a m u k k a le S o n s u z a D e k Y a ş a y a c a k " m ı?

FOTORÖPORTAJ

32 Akciğer Nefes Alamıyor

G ü n e y d o ğ u A s y a 'd a tr o p ik o r m a n k a tlia m ı

(3)

SAID NURSİ MUAMMASI

Nur sembolizmi...

Refah milletvekili Haşan Mezarcı'nm başlattığı iade-i itibar tartışmasıyla Said Nursi bir

kez daha gündemde. Peki ama kim bu Said Nursi ? Said Nursi'nin kim olduğunu

anlamak, onun han gi11boşluğu" doldurduğunu anlamaktan geçiyor galiba...

N

e var ki, Mustafa Kemal’in de dü­

zenleyebileceği ve düzenleyeme-

ceği şeyler vardır: Fethi bey arka­

daşları ile parti teşkilatı için yola

çıkar. Ve daha ilk merhalede, herşey al­

lak bullak olur. İzmir’de ‘Fethi bey geli­

yor’ diye yer yerinden oynar. Daha 8 yıl

ö n ce Mustafa Kemal kumandasında

düşmandan kurtarılan İzmir’de halk dal­

ga dalga Fethi beyin ayaklarına kapanır,

haykırırlar: Kurtar bizi, kurtar!.. Halbuki,

Fethi bey halk için bilinmeyen bir a-

damdır. Ve sonra, kim, kimi kimden

kurtaracaktır? Bu İzmir daha 8 yıl evvel

düşman işgalinden kurtarılmadı mı? Ve

bu şehri kurtaranlar, şimdi bu halkın,

‘bizi onlardan kurtar’ dedikleri değiller

mi? O halde 8 sene içinde ne oldu?.. Bu

işte ya bir yanlışlık, ya da bir uğursuz­

luk vardı...”

Şevket Süreyya Aydemir, 5 Mart

1969 tarihli Cumhuriyet gazetesinde,

Serbest Fırka’nın kuruluşunu değerlen­

dirirken böyle diyordu. O 8 sene içinde

neler olmamıştı ki... Cumhuriyetin ilanı,

Teşkilatı Esasiye adını taşıyan 1924 ana­

yasası, İsviçre medeni kanununun be­

nimsenmesi, soyadı kanunu, hilafetin

kaldırılması, şapka ve harf devrimleri,

İstiklal mahkemeleri, Şeyh Sait isyanı,

Takriri Sükun kanunu...

İşte bu 8 yıl sonunda, İzmirliler,

kendilerini Yunan işgalinden kurtaran­

lardan “kurtulmak” istiyordu. Şevket Sü­

reyya’nın “ bir yanlışlık, bir uğursuzluk

vardı” dediği “iş", aslında daha önceye

dayanıyordu.

17 Mayıs 1968 tarihli Ulus

gazetesin-13

(4)

de yayınlanan hatıratında, İsmet Paşa

şöyle diyordu: “Kafileyi durdurdum. Su­

bayları bir kenara topladım. ‘İçinde bu­

lunduğumuz vaziyeti bilesiniz. Bundan

başka subay olarak da yerinizi bilmelisi­

niz. Padişah düşmanmızdır. Yedi düvel

düşmanmızdır. Bana bakın dedim. Kim­

se işitmesin, millet düşmanmızdır...”

Peki, millet subaylara, vatanı düş­

man işgalinden kurtarmak için kelle

koltukta savaşan insanlara niçin düş­

mandı?.. Bir millet topyekun vatan haini

olamayacağına göre, bu sorunun ceva­

bı, “millet cahildi” olabilir mi?.. Sorunun

cevabı, İsmet Paşa’nın “subay olarak ye­

riniz” ifadesinde yatıyor gibi.

Alman subayı ve Afrikalı yerli

Osmanlı devleti, çöküşten kurtulma­

nın yolu olarak gördüğü batılılaşma o-

perasyonuna “askeriye”den başlamıştı.

Prof Şerif Mardin’in bu operasyonla ilgi­

li tahlili, İsmet Paşa’nın sözlerine ışık

tutuyor: “19. yüzyılın başlarında Türki­

ye’ye gelen pek çok gezgin ve danış­

manın belirttiğine göre, eğitim sahasın­

da sırtüstü yatan tembel yeniçeri, kendi­

sine verilen emirlere kayıtsızca tepki

gösteriyordu; üstü olan subayla fazla sa­

mimiydi. Subaylar yüksek öğrenim ku-

rumlarında eğitildiklerinde, askerlerin

günlük yaşantıları subaylarınkinden ay­

rılacak ve ortaya modern bir ordu çıka­

caktı. (Batılı) talim yönetmeliklerinin

benimsetilmesine yönelik bu sürecin

sonunda, Türk subayı, emrindeki erlere,

bir ölçüde Doğu Afrika’daki bir Alman

subayının (yerli) askerlerine baktığı gibi

bakmaya başladı...”

Alman subayı - Doğu Afrikalı yerli i-

lişkisi, sadece kışla sınırları içinde ya­

şanmıyordu. Örneğin, 17 Ekim 1889 ta­

rihli Bitlis gazetesi, Sason kazasının sa­

kinlerinden şu ifadelerle söz ediyordu:

“Bu kazada bir medeniyet ve huzurdan

eser bulunmamaktadır... Yöre sakinleri­

nin vahşiliği yüzünden bugüne dek nü­

fus sayımı yapılamamıştır... Kullandıkla­

rı dil barbarlığa uyar bir nitelik göster­

mektedir... Kürtler ve Ermeniler arala­

rında bu dille anlaşmaktadır... Gerek

hareketleri, gerekse adetleri hainlik ve

saldırganlığa açıkça izin vermektedir...”

İki ayn toplum

Ama, asker ve sivil bürokrat iktidar,

toplumu “medeni”leştirmek için koları

sıvamıştı. Gelgeldim, toplum medeni-

leşmemekte direniyordu. İmparatorlu­

ğun kuruluşundan itibaren içiçe ilişkiler

içinde olan yeniçeriler, loncalar, tekke­

ler ve ulema, yenileşme hareketine tep­

ki gösteriyordu.

Bu tepkinin çok güçlü bir “maddi"

temeli vardı. Batılılaşma hareketleri ile

eşzamanlı olarak bir süreç işliyordu:

Yerli imalat sanayi, lonca sistemi çökü­

yor, üretim güçleri tasfiye ediliyordu.

HASAN MEZARCI A

"Yapılan zulümdür..."

T ü r k iy e 'd e 7 0 y ı l­ d a n b e ri hüküm süren, benim ¡iad em le "K em a­ list - laik cunta" çeşitli se­ b e p le rle ya rım m ilyo n a ya k ın ca n alm ıştır. Ben bu zulmün kurbanı olmuş b a zı sem bol kişiler seç­ tim, ya p ıla n la rın g ü n d e ­ me gelmesi ve sorgulan­ ması için, bu kişilere y a ­ pıla n la rla ilgili meclis a- raştırması ö n e rg e si ver­

d im . Bu sem bol kişiliklerden biri Y zb. Ali Ş ü krü B e y 'd i r . T ü r k iy e 'd e ilk d a r b e 1 9 6 0 'd a d e ğ il, 1 9 2 3 'te Birinci M e c lis 'e yapılm ış, meclis çoğunluğu tasfiye edilm iş­ tir. A li Şükrü Bey bu işin kurbanıdır, öldürül­ müştür. İkincisi, şa p ka in kıla b ı se b e b iyle m ilyonlarca insana işkence yapılmış, binler­ ce kişi öldürülmüştür. İskilipli Atıf H oca, bun­ lardan birid ir, hiçbir suçu olm adan yazdığı bir kitaptan d o la yı idam edilmiştir. Üçüncü o la ra k d a S aid Nursi, 6 0 ihtilalini ya p a n darbecile rin o dönem d e yaptıkları zulümle­ re bir semboldür.

Said N ursi'nin eserleri Kuranı Kerim'in bir tefsiridir ve işin im anla ilgili inançla ilg i­ li, boyutunu ihtiva eder. Kendisi I. Dünya S a vaşı'n da Rusya'da esir düşmüş, y iğ itç e çarpışmış bir insan. Y alnız Türkiye'de de ğil bütün İslam alem inde kabul görmüş bir a- lim. Ve maalesef bütün hayalı boyunca ve ölünceye kadar, C H P düzeni, Kemalist ve laik düzen tarafından takip edilm iş, cezaev- lerinde hırpalanmış, işkence görmüş. Bütün bunlar yetmiyormuş g ib i 6 0 ihtilalinden son­ ra, U rfa 'd a yattığı kabrinde de rahat bıra­ kılm am ış; b ir g e c e d a rb e c ile r S a id N u r­ si'nin cesedini alıyo r ve yokediyorlar. Bu o- perasyon, C em a l G ürsel'in bilgisi d a h ilin ­

de, içişleri Bakanı M u h a r­ rem Aslan Kızıloğlu'nun ta­ lim atıyla, D iyarbakır Kolor­ d u K o m u ta n ı C e m a l Tu- ra l'ın y ö n e tim in d e gerçek­ leştirilmiş.

Şimdi, devlet, götürsün kabri a ld ığ ı yere bıraksın, o n dan sonra bu yaptığına karşılık, ö zü r dilem e a n la ­ mına ge le cek bir ia d e - i i- tib a rd a bulunsun. A m a sa­ yın Başbakan "H o c a zaten itibarlı insandı" d iy o r. Bu d a dem ektir ki, b iz ia d e - i itibarda bulunm ayacağız. Baş­ bakanla ben görüştüm, "bu işi devlet y a p ­ mış" dedim , o d a H o ca'n ın vasiyeti var de­ d i. Bu çerçevede H oca'n ın vasiyeti var de­ mek, Said N ursi'yi kabrine ia d e etmeyece­ ğ iz de m ektir. Ö te y a n d a n , b irin c is i, Ho- ca 'n ın bö yle bir vasiyeti yok. Yani H oca, "hayatım bo yunca ba na zulmedenler, ben öldükten sonra d a beni kabrim den çıkarsın­ lar, gö türsünler d e n iz e a tsınlar" dem em iş herhalde. İkincisi, hocanın vasiyeti bizi ilg i­ lendirm ez, devleti hiç ilgilend irm ez, yakın­ larını, en fazlasından talebelerini ilg ile n d i­ rir.

A m a Başbakanın bu davranışı beni hiç şaşırtmıyor. Çünkü, Türkiye'de 5 0 'd e n son­ ra, sağ hep iktidar, am a hiç muktedir o la ­ mamıştır. Bunun se b e b i şudur: 1 9 2 3 'te n 5 0 'y e k a d a r T ü rkiye'yi G e n e ra l M u sta fa Kemal ve G en era l ismet İnönü yönetiyor ve çok partili hayata geçerken, laik - Kemalist düzeni koruyacak bir g iz li yap ı oluşturulu­ yor. M e sela Ö z e l H a rp Dairesi d e d iğ im iz ya p ı. M e sela M enderes iktidar oluyor, ama m uktedir o la m ıy o r, d e ğ il m uktedir o lm a k başını bile kurtaramıyor.

ARP İstanbul milletvekili

(5)

AAFHMET KUTLULAR *

"Devlet özür dilem eli..."

ia d e - i ¡(¡barla başlam adı bu iş, m ezar meselesiyle başladı. Haşan M e za rcı denilen zat, Said N ursi'nin kabrinin ortaya ç ı k a r ­ ması için girişim de bulunmuş. Said N ursi'nin kabrine yapılan hare­ ket bir zulümdür. Bunu her zam an haykırdık, her zam an d a söyleriz. A m a kabrin ortaya çıkması için bir ga yret gösterm edik, çünkü Said N ursi'nin vasiyeti var. K itabında, talebelerine ya zd ığ ı m ektuplarda şöyle diyor: "C e n a b - ı H a k’tan niyazım, bir - iki yakın talebemin haricinde kabrim in bilinm em esidir. Benim mesleğim ihlastır. Takdiri i- lahiden başka bir m azhar gözetm edim , insanların teveccühünü de sevm em ...” Üstad Hazretleri'nin bö yle bir vasiyeti olduğu için, kabri­ nin ortaya çıkarılması için bir talebim iz olm a dı, "ia d e - i itibar "a g e ­ lince, O n u tanıyanların, onun eserlerini okuyanların, Müslüman d in i­ ni bilenlerin gö zünde bir itibarsızlığı yok ki. Tam aksine büyük bir iti­ barı var. A m a, devlet ona kötü nazarla bakmış, tehlikeli görmüş ve zulmetmiş. M a d e m konu M e c lis e gelmiştir, devlet, 2 7 M a yıs'çıların ve d a h a öncekilerin yaptığı zulümden ölürü özür dilem elidir. Çünkü devlet devlettir ve asıl olan devletin devam lılığıdır.

Said N ursi, dem okrasiyi, çoğulcu parlamenter sistemi destekle­ miştir. Dinin siyasete alet edilm esine her zam an karşı çıkmıştır. "Din umuma aittir" demiştir ve din tem elinde bir parti kurulmasına karşı ol­ muştur. Laiklik, din ve vicd a n hürriyetinin teminatı o la ra k ortaya çık­ mıştır. B izde ise, din düşmanlığı ve devletin din e m üdahalesi olarak

tecelli etmiştir. S aid N ursi'nin itirazı işle bu anlayışadır. Tevhidi tedri­ sat kanununu alkışlamıştır. Çünkü, din ilm iyle fen ilminin ayrılmasına karşıdır. "Bunlar ayrıldığı zam an, din ilmini okuyanda taassub, fen ilmini okuyanda ise şüphe ve hile g ib i zafiyetler m eydana gelir; ha­ kikat, fen ilmiyle din ilminin birleşmesiyle ortaya çıkar, fenler A llah'ı tanıma ilm idir" demiştir.

# Nurcu cemaatin önde gelen sözcülerinden ve Yeni Asya

dergisinin yayıncısı.

Batı kapitalizmine kayıtsız şartsız tesli­

miyet niteliğindeki 1839 Osmanlı - İngi­

liz ticaret anlaşması, bu sürecin dönüm

noktasıydı. Üretim güçleri tasfiye olur­

ken, dış borçlanma artıyor ve Osmanlı

devleti batı finans baronlarının vesayeti

altına giriyordu.

Bu arada, çeşitli “tedbir’Ter alınıyor,

Islah Sanayi Komisyonu (1866) kurulu­

yor, Islah Sanayi Mektepleri (1867) açı­

lıyor, Batı tipi ticaret kanunları alınıyor­

du. Ama, Batı kapitalizmi artık bilinen

herşeyiyle imparatorluğa girip onu da­

ğıtıyor ve kendine gerekli olanı da kon­

trol altına alıyordu. Batılı görüntünün

yanı sıra, kültür emperyalizmi eğitim

kurumlarıyla ülkeye giriyordu. Osmanlı

toplumunun üst yapısında garip bir iki­

leşme yaşanıyordu. Islami hukuk yanın­

da batılı hukuk kurumlan yer alıyor,

müslümanlara ayrı, azınlıklara ayrı hu­

kuk uygulanıyor, medreseler yanında

“modern” okullar açılıyordu. Toplumda

“ikileşme” giderek belirginleşiyor, Os­

manlI devleti iyiden iyiye zayıflıyordu.

Prof. İdris Küçtıkömer bu süreci

şöyle yorumluyor : “Batılılaşma çabaları

kökü dışarıda, mevcut üretim düzenin­

den kopuk bir kültür devrimidir. Mev­

cut üretim güçlerine sahip olanlar ve

halkın büyük bir bölümü, bu üst kültür

hareketini (anayasasından sanatına ka­

dar) kabul etmeyecek, tepki göstere­

cekti. Tanzimat ve Meşrutiyet bürokratı

politikadaki kısmi otonomisine dayana­

rak, emperyalizmin emirleri ile paralel

düşen talihsiz bir rolü oynamıştı. Böyle-

ce, imparatorluğun dağılmasına, yerli

sanat ve sanayinin tasfiyesine sebep ol­

muş, bu yoldan halkı karşısında bul­

muştu. Bu, sınıfsız, hatta büyük ölçüde

halksız bir yoldan ‘devleti kurtarma’ o-

perasy onudur...”

Bu operasyon sonucunda, impara­

torluk kaçınılmaz olarak Düyunu Umu­

miye anlaşmasına sürüklenmiş ve Sul­

tan Abdülhamit, 1881’de, batılı devletle­

rin sert notası üzerine, OsmanlI’nın ifla­

sı kabul edilen Muharrem Kararnamesi­

ni imzalamak zorunda kalmıştı.

Osmanlı toplumu eşzamanlı olarak

ortaya çıkan iki olguyla karşı karşıyay­

dı. “Batılı” anayasa yapılmış, parlamen­

to kuRilmuş, laikliğe doğru adım atılmış

ve padişahın teokratik egemenliği sınır­

landırılmıştı. Öte yandan, yerli sanayi,

lonca sistemi büyük ölçüde tasfiye edil­

miş, üretim güçleri zayıflamıştı. Batılı­

laşmayla eşzamanlı olarak toplumun te­

melleri sarsılmıştı.

Ve halk, doğal olarak “değişim”in

yanında değil, karşısında yer almış, yet­

kileri sınırlandırılan padişahın safını tut­

muştu.

Sultan Abdülham it, 1 8 9 0 ’da “ne

yapmalı?” diye sorduğunda, kendisine

verilen iki projeden İzzet Paşa’nın İslam

Birliği projesini kabul ediyordu. Böyle-

ce, Tanzimat döneminin batıcı asker -

bürokrat grubu ile padişah beraberliği

bozuluyordu. Ve toplumdaki “ikilik” de­

rinleşiyor, bir tarafta büyük çoğunluğu

asker-sivil bürokratlardan oluşan batıcı-

laik cephe, diğer tarafta ise çoğunluğu

yoksul halk tabakalarından oluşan do-

ğucu-lslamcı cephe yer alıyordu.

Birinci dünya savaşı, ardından gelen

düşman işgali ve kurtuluş savaşı bu çe­

lişkiyi yumuşatmış, ama ortadan kaldır­

mamıştı. Cumhuriyet öncesinde Jö n -

türkler ve İttihat Terakki’nin temsil etti­

15

(6)

ği batıcı - laik kanat, cumhuriyetle bir­

likte, azınlıkta olmasına rağmen, iktidar

olmuş ve toplumun batı yönünde değiş­

mesi için radikal adımlar atmıştı. Gelge­

ldim, bunu toplumun büyük çoğunlu­

ğunun rızası olmadan ve “iç dünya” la-

rı, “kollektif ruh”u hesaba katmadan

yapmıştı.

Şevket Süreyya’nın, “bu işte bir yan­

lışlık, bir uğursuzluk var” dediği buydu.

Ve yapılan yanlışlığı, pek farkında ol­

madan yine kendisi anlatmıştı: “Bizim

şehrimizde, din, bir korku yahut bir sır

olmaktan ziyade, bir dünya nizamı gi­

biydi. Çünkü şehrin her tepesinden ayrı

ayrı ve hepsinden güzel hesapsız kub­

beler, minareler yükseliyordu. Şehir

bunlarla öyle donanmıştı ki, onların

gölgesinde yaşayıp da her biri daha üs­

tün bir ustanın elinden çıkan bu kubbe­

lerin, minarelerin manalarını duyma­

mak, onların etkisi altında kalmamak

kimse için kabil değildi...”

Kem alist ideoloji, Şevket Sürey­

ya’nın sözünü ettiği “nizam”ı,”mana”yı

boşaltmış, ama onun yerine insanların

“iç dünyalarına huzur veren bir nizam,

bir mana verememişti. Said Nursi'nin

sesi işte bu “boşluk”ta yankılanmış ve

kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz bir

dünyanın ruhu olmuştu.

Prof. Şerif Mardin, geçtiğimiz yıl Ey­

lül ayında düzenlenen Milletlerarası Be-

diiizzam an Said Nursi Sem p ozyu ­

mumda, Said Nursi’nin doldurduğu boş­

luğu şöyle ifade ediyor: Islamın cumhu­

riyet devrine kadar düzenlediği, fakat

cumhuriyetin fazla ilgilenmediği bir a­

lan, vatandaşın ‘hergün”(i olmuştur.

İnsanların çoğunun hayatını düzen­

leyen ıstılahlar ‘dış politika’, ya da ‘ikti

tisadi sistem’ gibi büyük ve zaten anla­

şılması zor konular değildir. İnsanların

hayatının harcını meydana getiren her-

günün öriintüsü ve hergünü meydana

getiren yüzlerce mekan, davranış, adab,

estetik, ahlak zerrecikleridir...”

Masanın kısa ayağı

Prof. Mardin, “Beditizzaman Said

Nursi” adını taşıyan kitabında, daha ay­

rıntılı bir tahlil yapıyor: “Bizim burada

karşı karşıya bulunduğumuz hadise, gi­

zemli bir yolculuğun cazibesidir. Önem­

li olan söz konusu unsurun içeriğine

dair ilgi kadar, insanın toplumsal doku­

da bulamadığını hissettiği unsur için

duyduğu özlemdir. Said Nursi

takipçile-TAHA AKYOL *

"Modern bilimlere açık,

orijinal bir Islami düşünür..."

Uluslararası sosyal bilim çevrelerinde otoritesini kabul ettirmiş bir sosyologumuz olan Prof. Şerif Mardin'in Said Nursi hak­ kında eser yazması, Türkiye'nin düşünce ta­ rihinin evriminde önemli bir olaydır. Cum­ huriyetin pozitivizmi bir "gerici" kategorisi oluşturmuştu ve bu damga vurulan kişi ve a- kımların bilimsel inceleme konusu olamaya­ cağı sanılıyordu. Artık “ suçlamaksan önce "anlamak" gerektiğini, bunun da yolunun bilimsel araştırmalar olduğunu öğrenmeye başlıyoruz.

Said Nursi'ye bu açıdan baktığımızda onu İslamcılık akımı içinde bazı özellikleriy­ le ilgi çekici ve önemli buluyorum:

Said Nursi, klasik bir 'O rta Ç ağ" İs­ lam alimi değildir. 19. asırda ve 20. yüz­ yılın başında Türkiye'nin Batı bilim ve felse­ fesiyle tanıştığı, tartıştığı, pozitivizmin bir hayli etkili olduğu bir dönemde yetişmiştir.

O bakımdan Said Nursi, İslam kelam ve çağdaş bilimlerden unsurlar ve ar­ gümanlar kazandırmıştır. Din -bilim ilişkileri bakımından bu önemlidir.

Said Nursi'nin İslamcılığı "politize" ve “fundamentalist" denilen akımlar­ dan da farklıdır. Bu tür akımlar, Batı pozitivizmine ve bundan çıkan "devrim­ ci" ideolojilere 'alternatif' olarak ideolojik bir İslam düşüncesine sahiptirler

ve dünyanın her yerinde çoğunlukla "laik" eğitim görmüş, düzenli, klasik dini eğitimi olmayan "ye­ ni" aydınlar tarafından geliştirilmiştir. Tipik örneği, Ali Şeriati'dir.

Said Nursi klasik medrese eğitimi gördüğü ve "doğu bilimleri'ni iyi bildiği için İslam’ı pozitivist i- deolojiler gibi almamış, "iman" ve "ahlak" gibi di­ nin esas fonksiyonlarına önem vermiştir.

Said Nursi'nin başka bir belirgin vasfı da, ya­ şadığı ikinci Meşrutiyet politizasyonu sonucunda, "eski Said" (politize) ve "yeni Said" diye kendi tecrübelerinde bir ayırım yapmış ve politizasyona karşı çıkmış olmasıdır.

Bu bakımdan Said Nursi "devrimci İslam'ın dışında, tamamen otantik, gelenekli, ama modern bilimlere son derece açık orijinal bir İslamcı düşü­ nürdür.

Nurculuk hareketinin halk arasında geniş ta­ raftar kitleleri kazandığı gibi, Nurcu aydınlar da çıkarmış olması, onun bu yönleriyle izah edilebilir. Ülkemizde demokrasinin, hoşgörünün, din -bilim çalışmasını uygar bir diyalo­ ga dönüştürmenin gerekli olduğu açıktır. Bu da bağnazlıkla ve "devrimci -po­ litize" tavırlarla mümkün olmaz. Said Nursi'nin bu açılardan da çağdaş top lumda "fonksiyonel" olacağını düşünüyorum.

Milliyet gazetesi yazarı

(7)

ABDURRAHMAN DİLİPAK *

"OsmanlI'dan Cumhuriyet'e

miras kalan bir münevver örneği"

Said Nursi, Osman­ lI'nın son zamanlarında ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşa m ın, O sm a n lı'n ın Cumhuriyet Türkiyesi'ne mi­ ras bıraktığı bir münevver tipidir,

Bir Müslüman önder olarak Said Nursi, Risale -i Nur Külliyatı adını verdiği eserlerinde, özellikle ve öncelikle iman, ihlas ve u- huvvet davasının öncülüğü­ nü yapmıştır. Kuran'ı asrın idrakine söyletmek çabası içinde geçen ömrü, İslam dünyasının geri kalmışlığı­ na bir çözüm arayışı için­ de geçmiştir. Çağın hasta­ lığın ın, Kuran ilm inden

yoksun aydınlar ve dünyanın ilminden yoksun a- limler ile ilgili olduğunu görür ve bunun için de Medrese tüz zehra adında bir külliye -camii oluş­ turmaya çalışır.

Risale -i Nur hareketi, klasik anlamda bir ta­ rikat ya da mezhep değildir. Adeta Kuran'ın çağdaş bir tefsiri gibidir. İslam dünyasının geri kalmışlığını ilim ve sanattaki geri kalmışlıkta gö­ rür. İlimle kurani bilgilerin doğruluğunun ispatlan­ masına çalışır. Hareket dalga dalga bütün yurda yayılacaktır. Risalei Nur talebeleri de Said N u rs i' gibi birçok yerde tutuklanacak işkence görecek­ lerdir.

Risale-i Nur kitapları dini esaslara dayalı devlet kurmak propagandası iddiası ile toplana­ caktır. Bu davaların çoğu daha sonra bozula­ caktır. Bugün ise Risale.-i N urlar tamamen ser­

best bırakılmıştır. 19 60 ihtilali ve ar­ dından ihtilalcilerin Said Nursi'nin cenazesinin ihti­ lalciler tarafından çalına­ rak bilinm eyen yerlere n a k le d ilm e s i ile S aid Nursi bugüne kadar gün­ demdeki yerini korumaya devam edecektir. Bu du­ rum açık bir hukuk ihlali­ dir. Risalei Nur hareketi bugün maalesef kendi i- çinde farklı politik tercih­ ler nedeniyle farklı grup­ lara ayrılmıştır. Ancak Ri­ salei Nur kitapları artık milyonlarca insana ulaşa­ bilmektedir.

Türkiye'de İslâmî ha­ reketin gelişim grafiği içinde nur talebelerinin ö- nemli bir yeri vardır. Milli Nizam Partisinin olu­ şumunda Risale -i Nurun önemli bir yeri vardır. Bir dönemin islami hareketine damgasını vurmuş­ tur. Risale -i N u r , Mehmet Akif'in Asım tipinde i- fadesini bulan Osmanlı tipi aydınlanma dönemi­ nin tipik bir muhatabı gibidir,

Devletin Said Nursi'ye iade -i itibar sağla­ ması bana kalırsa geç kalmış bir harekettir. Saidi Nursi' nin itibarı ve cesedi gasbedilmiştir. Saidi Nursi'ye itibarını iade etmek, Said Nursi'nin iti­ barını artırmayacak, sadece devletin itibarını kur­ taracaktır. Devletin itibarına sahip olması, bu tür gaspedilen itibarların iadesi ile mümkündür,

tı­

marım iade -i itibar Said Nursi ile sınırlı kalmaz, bunu İskilipli Atıf ve diğerleri izler.

k M illi Gazete yazarı

ri, kenidlerini de içine alan toplumsal

soruyu ünlü psikanalist Cari Jung’a

baş-yapıda anahtar önemde bir unsurun

dışlanmış olduğu hissiyle buna yönel­

mişlerdir. Bir bakıma, bu durum, bir a-

yağı diğerlerinden kısa olan bir masada

oturan insanın durumunu andırır...”

Şiirsel çerçeve

Peki, neydi bu anahtar-unsur, ”ma-

sa”nın kısa olan ayağı? Prof. Mardin, bu

vurarak cevaplıyor: Jung’a göre, benli­

ğin yapısında bir bilinçaltı düzey vardır

ve bu düzey de sembolizmin kullanı­

mıyla bağlantılıdır. Nihayet, bu sembo­

lizmin içinde dini sembolizm en önde

yer alır. Türkiye’deki kırsal kesimler,

cumhuriyet döneminin laikleştirici sü­

reçleriyle mitsel-şiirsel bağlantılarından

UĞUR MUMCU *

"En tehlikeli

gerici h a re k e t..."

Hukuk açısından iade -i itibar diye geçerli bir yol yoktur. Yani TBMM'nin itibarı iade et­ mesi hukuki bir yol değildir. Menderes için ya­ pılan da hukuk dışı bir uygulamaydı. Birinin iti­ barı varsa vardır, ya da birileri için vardır, bin­ leri için yoktur. Bu meclis kararıyla verilmez. Bunlar son derece amaçlı ve yanlış şeyler. Ha­ şan M ezarcının kendi siyasi operasyonların­ dan biri bence. Bana göre Said Nursi, kendin­ ce Islama bir yorum getiren gerici bir adam. Nurculuk da en tehlikeli gerici hareketlerden birisi. Said Nursi'nin yeterince incelenmediği ya da anlaşılmadığı gibi bir görüşe itibar et­ mek mümkün değil. Ona bakılırsa; Marks da, Atatürk de yeterince anlaşılamadı. Şerif M ar­ din başka araştıracak adam mı bulamamış? Ben o risalelerin bazılarını okudum, bazılarını da anlamadım, bir kere çok kötü bir Türkçesi var, bir sürü saçma sapan laf. Mezarının tah­ rip edilmesi konusuna gelince, bence bunlar son derece hatalı şeyler. Mezarının açılıp ce­ sedinin denize atıldığını ben de duydum, tabii bunu insanlık dışı buluyorum ve tasvip etmiyo­ rum elbette. Ancak bunun itibar iadesi ile bir i- lişkisi yok.

•k Cumhuriyet Gazetesi yazarı

koparıldığı ölçüde, yalnızca İslami tez­

lerde içerilen ahlaki emirleri kaybet­

mekle kalmamış, ayrıca insanın kendi

benliğiyle yüzyüzü gelmesini sağlayan

dinamik bir unsurdan yoksun duruma

gelmiştir. Dünyanın mitlerden giderek

arındırılıp bürokratlaştırıldığı bir dö­

nemde, mitsel-şiirsel biçimlerin Türki­

ye’den de kovulmasına çalışılıyordu.

17

(8)

Sonuçta bunlar, müslüman Türklerin

iç d ü nyalarınd a yeri doldu ru lm ası

gereken değerler haline geldiler..."

Ama, P rof. M ardin’e g öre, Said

N u rsi’nin c a z ib e s in in te k n e d e n i

sem bolizm değildi. Said Nursi, tabiat

sistemini İslam mistisizminin tanıdığı

im kanlarla m itsel-şiirsel bir çerçeve

içine yerleştirirken, Kur’an ’ı Tü rkçe

açık lıy o r, A llah ’ın yaratıcı gücünü

vurgulayarak, Kur’an ’ın hareket ha­

linde bir evren görüşüne kapılarını

açtığını, bunun da yeni bir kozm oz

imajı inşa edilm esinde kullanılabile­

ceği yolunda bir imaj yaratmayı ba­

şarmıştı. Said Nursi, din kadar bili­

m e de ö n e m veriyor, bilim in dini

reddetmediğini, aksine, onayladığını

söylü yo r, te k n o lo jiy e hayranlığını

h e r fırsatta d ile g e tiriy o rd u . Asıl

önemlisi takipçilerine yeni bir Islami

çözüm önerm ekteydi. Buradaki vur­

gu, Prof. Mardin’in ifadesiyle, Islami

olan kadar yeni üzerindeydi. Risale­

lerindeki “leitm otiP iktidar soaın u

ve iktidarın m eşruiyetiydi. Y eg an e

meşruiyet kaynağının “millet” oldu­

ğunu söylüyor, çoğulcu parlamenter

rejimi savunuyordu. Önceliği imana

veriyor, kendi İslam tefsirini “yüzde

99 iman, yüzde 1 politika” diye ifade

ediyordu.

Ama, hep politikanın içindeydi.

Takipçilerine hangi partiye oy ver­

meleri gerektiğini bildiriyor, sürekli

olarak devleti yüceltiyor, NATO’yu,

CENTO’yu destekliyor, Kore savaşı

için leh te p ro p ogan d a yapm aktan

kaçınm ıyordu. V e asıl soru: “Kara

ses” değildi ama, dem okrat mıydı?..

Takipçilerinin 1977’de toplu olarak

Milliyetçi Cephe hükümetini destek­

lediklerine bakılırsa, “evet” dem ek

zor. Ama, dili o kadar mecazi, o ka­

dar sem bolik ki, “dem okrat” da de­

nebilir, “sivil toplum cu” da. Hatta, a-

şağıdaki tasvire bakarak solcu oldu­

ğu bile söylenebilir: Seçkin kesim i

oluşturan zenginler, yoksul ve alt sı­

nıfları (avam) ücret karşılığı uşak ha­

line getirmiştir. Yani, sermayeye sa­

hip olanlar ancak em eklerini harca­

yabilecek olanları ve işçileri düşük

bir ücret karşılığı istihdam etm ekte­

dir. Bu aşamada sömürü öyle boyut­

lara ulaşmıştır ki, sermayedar kişi sa­

rayında oturup bankalar aracılığıyla

günde bir milyon kazanırken, yoksul

bir işçi boğaz tokluğuna madenlerde

çalışm aktadır. Bu durum ö y lesin e

nefret ve ölke yaratmıştır ki, alt sınıf­

lar yukarıdakilere ayaklanmıştır...”

METİN KARABAŞOĞLU

"Nursi'yi asıl şimdi

öldürecekler..."

Risale-i N ur eksenli çalışmalar ya­

yınlayan Karakalem D ergisi editörü

Metin Karabaşoğlu EP'nin sorularını ce­

vapladı.

Said Nursi, uzun süre kamuoyunda

bir ",bilinmeyen" olarak kaldı ve hakkın­

da pek çok spekülasyon yapıldı. Ana

hatlarıyla Said Nursi'yi tanımlar mısı­

nız?

Metin Karabaşoğlu: Said Nursi ",bi­

linmez"

ve "muğlak" görünüyorsa, bu

onu öyle görenlerin meselesidir. Ger­

çekte Said Nursi'nin bilinmeyen bir ta­

rafı yoktur. Eserleri meydandadır. Da­

hası, ölümünden üç gün öncesine ka­

dar sürekli devlet gözetimi altında tutul­

muş; peşine hafiyeler takılmıştır. Bütün

bunlara rağmen, hala Said Nursi bir

"bilinmez" ise, bazılarının, bilmek için

en küçük bir çaba bile sarfelmediğin-

dendir. Sunu vurgulamak gerekiyor:

Said Nursi, tüm kişiliği ile yayınladığı

eserlerdedir. Yani, bu anlamda Risale i

Nur, Said Nursi'nin hayatını resmeder.

Bu bakımdan, Said Nursi hakkındaki

en hatalı tanım lam a, onu Risale -i

Nur'dan ayrı bir kişilik olarak görmek­

tir. Risale -i Nur dışında ne yaptı ki, ki­

şiliğine Risale -i Nur'dan bağımsız bir

renk ve önem verilsin. Risalelerde ise,

kimliği, açık biçimde şöyle belirir: Bir

kul. Said Nursi'nin hayatının ve tefekkü­

rünün özeti şudur: Bir yaratıcı vardır ve

herşey Onun yaratığıdır. Kendisini, onu

ve hepimizi, herşeyi yaratan birinin ku­

lu olarak tanımlamıştır. Kendisine özel

bir kimlik yükleyerek ",şahsıyla" görüş­

meye gelenleri kabul etmemesi, "Beni

beğenmiyorum. Beni beğenenleri de

beğenmiyorum" demesi bu açıdan &

nemlidir.

Prof. Şerif Mardin 'in çalışmasını bu

kimlik tanımlaması çerçevesinde nasıl

değerlendiriyorsunuz?

Babasının adı olan ve asalet de i-

fade eden “M irz a 'y ı, Said Nursi'nin

"asalet takıntısı" olduğuna delil göstere­

cek kadar sığ tavırlar sergileyen; Said

N ursi'yi içinde bulunduğu ortama ve

"dini ve siyasi lider olma tutkusu "na

hapseden bir çalışmadan nasıl bir ye­

terlilik beklenebilir? Prof. Mardin, "Said

Nursi Olayı"m tanımlayamıyor; kendi

bakışını tanımlıyor, o kadar.

Şimdi yeniden tartışılmaya başla­

nan "iade-i itibar" konusunda ne düşü­

nüyorsunuz?

Anlaşılan bir "halk" kahramanı olan

Menderes'i Topkapı'da mezarlığa gö ­

menler, Said Nursi'yi de asıl şimdi öl­

dürecekler. Onlar Said Nursi'yi değil,

kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Said

Nursi'nin itibar diye bir derdi hiç olma­

dı ki, iade olunsun. Hem, sınırları olan

bir devlet, evrensel bir şahsiyete itibar

verse ne olur, vermese ne olur?

(9)

Said Nursi'nin yaşam öyküsü

Prof. Şerif Mardin, "Bediüzzaman Said Nur- si Olayı" adlı, hararetli tartışmalara yol açan kita­ bının bir yerinde, kısa ama etkili bir ifadeyle tarif ediyor Said Nursi'yi: "Bu, seksen yılı aşkın bir sü­ re önce, bir bilinmezden gelip, İslamiyet'in yeni alanları konusunda yeni fikirlerle ortaya çıkan parlak bir dağlı çocuk..."

Said Nursi'nin kronolojisi bilinince, bu ifade­ nin uygunluğu çok iyi anlaşılıyor. 1876 yılında Bitlis'in Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğmuş. 9 yaşında din eğitimine başlıyor. Ama, N ecip Fa- zıl'ın deyişiyle "mizacındaki istiklal, şahsiyet, hat­ ta dikbaşlılık" nedeniyle medrese disiplin ve taas­ subuna uyum sağlayamıyor, köyüne dönüyor. Sonra, 19 yaşında rüyasında Hz. Muhammed'i görüp tekrar islami ilimlerle iştigal etmeye başlı­ yor ve hızla ün kazanıyor. Siirt, Tillo, Cizre, Nur- şin, Mardin, Erzurum medreselerinde eğitim gö­ rürken, buraların önde gelen islami otoriteleriyle tartışmalarında hep üstün geliyor. Böylece adına "Bediüzzaman" (Çağın güzelliği - zamanımızın e- şi bulunmaz kişisi) sıfatı eklendiğinde henüz 21 yaşındadır.

Kuşkusuz "parlak" bir kişilik, ama kuşkusuz bir "dağ çocuğu" da; II. Abdülhamid'in emriyle yollandığı Toptaşı Akıl Hastanesinde karşısına çı­ karıldığı doktora kendisi söyleyecektir; "Ben Kür- dislan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvali­ mi o yerlerin terazisiyle tartmaksınız. Medeni İs­ tanbul'un hassas mizaniyle değil." Oysa "Bediüz­ zaman" olarak el üstünde tutulduğu Kürdistan dağlarından İstanbul'a, II. Abdülhamit'i Van'da bir üniversite kurulması için ikna etmek amacıyla gelmiştir. "Medrese tü'z Zehra" adında, Kahi- re'deki ünlü El - Ezher'in kızkardeşi, Bitlis ve Di­ yarbakır'da şubeleri olacak bir üniversite. Günü­ müzde (yerli yersiz de olsa Türkiye'de bile) böyle adamlara "vizyoner” deniyor, o günlerde önce hapishaneye, sonra tımarhaneye yollanıyor; dok­ torlar padişah karşısında fütursuzca konuşma ce­ saretini nereden aldığını araştıracak.

Ama gerçekten de o günlerin Said Nursi'si, bugünlerin deyimiyle biraz "uçuk" bir şahsiyet. Fatih Camii'nin yakınındaki Sekerci Hanı'na yer­ leşmiş, odasının kapısına, "burada her suale ce­ vap verilir, her müşkül halledilir ve hiç sual sorul­ maz" yazmış. Bugünden bakıldığında, daha çok Mike Hammer'e uygun bir düstur gibi görünüyor. Üstelik belinden hançerini de hiç eksik etmezmiş.

Bundan sonra, artık politikayla yoğun ilgili

bir Said Nursi belirecektir. Serbest bırakıldıktan sonra Selanik'e gider, ittihat ve Terakkiye katılır, onların safında II. Meşrutiyeti yaşar. Ama Said Nursi, iktidar odaklarıyla uzun süreli iyi ilişkiler kuramayan insan (üründendir. İttihatçılardan uzak­ laşır, ittihad - ı Muhammedi partisinin kurucuları arasında yer alır. İttihatçılar bunu yanına bırak­ mayacak, 31 mart olayına karışmak iddiasıyla yargılanmasını sağlayacaklardır. Yine de beraat eder.

Savaş sırasında (I. Dünya) Teşkilat - 1 Mahsu- sa'da görev alan Said Nursi, 1916 yılında milis komutanı olarak Ruslarla savaşırken esir düşer. Bolşevik Devrimi'nin yarattığı kargaşadan yararla­ narak kaçmayı başaracaktır. Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal'i destekleyecek, Ankara'ya davet edilecektir. Ama milletvekillerinin dindarlık düzeyi­ nin onda yarattığı hayal kırıklığı, 23 baharında Van'a çekilir.

Said Nursi'nin bu noktadan sonra hayatını değiştiren olay, 1925'teki Şeyh Sait isyanı ola­ caktır. Bundan sonra, Haşan Mezarcının sözünü ettiği "kemalist düzenin sürekli takip, taciz ve bas­ kıları" başlar. Oysa Said Nursi isyana katılma­ mıştır. Fakat Cumhuriyet yönetimi yörenin bir çok ileri geleniyle birlikte onun hakkında da soruştur­ ma açar. İstanbul'a getirilir, oradan Bursa'nın Eğ­ ridir ilçesinin Barla köyüne sürgün edilir. Ama bu sürgünde, burada geçirmek zorunda kaldığı 8.5 yılda, Risale - i Nur adlı eserinin büyük kısmı

ya-17-24 OCAK ‘93

zılacaklır. Ama belki bundan da önemlisi, aynı dönemde çevresinde geniş bir öğrenci halkası o- luşmaya başlar. İşle bu öğrenciler "Nurculuk" ha­ reketinin tohumu olacaktır.

Bu arada baskılar devam eder. 1934'te Barla'dan İsparta'ya nakledilir. Bir yıl sonra önce bazı talebeleri sonra kendisi tutuklanır. 11 ay hapse mahkum olur. Cezasını tamamladıktan sonra Kastamonu'ya sürgüne gider. 19 4 3 'le ,

126 talebesiyle birlikte yeniden tutuklanır. 9 ay sonra beraat eder, ama bu kez de Afyon - Emir­ dağ'a sürgün edilir. Yeniden tutuklanır, 2 0 ay Af­ yon cezaevinde yatar.

14 mayıs 1950, Demokrat Partinin iktidara gelişi, Said Nursi'nin yaşamında yeni bir dönüm noktası olacaktır. "Ayet ve Slogan - Türkiye'de İs­ lâmî Oluşumlar" adlı kitabın yazarı, araştırmacı Ruşen Çakır, Said Nursi'nin 'bu devrede, siyasi­ lere doğru yolu göstermeyi ve onları İslam'a hiz­ met etmeye çağırmayı' temel aldığını söyler. Bu devrede arlık, o eski iktidar odaklarıyla uyuşama- ma sorunu kalmamış gibidir, öyle ki, "hükümetin Kore Savaşına katılma kararını, en yakın öğrenci­ lerinden Bayram Yükseli cepheye yollayabilecek ölçüde desteklemiştir."

Yine de bu sırada Risalelerden bir bölümü bir dergide yayınlanınca hakkında soruşturma a- çılır. Ama bu kez tutuksuz yargılanır, dava 27 yıl uzak kaldığı İstanbul'da görülür ve her celsesi müridlerinin de katılımlarıyla adeta bir gövde gösterisine, Said Nursi'nin tüm baskılara karşı za­ ferinin simgesine dönüşür.

A fyon A ğ ır C e z a m ahkem esi mayıs 19 5 6 'd a Nur Risalelerinde hiç bir suç unsuru ol­ madığına karar verir ve tüm Risaleler serbestçe basılır. Ömrünün son günlerinde artık sürekli do­ laşmakta, sayıları ülkenin her bir yanında büyük hızla çoğalan yandaşlarını ziyaret etmektedir.

5 ocak 1960'da Time dergisi muhabiriyle bir söyleşi yapar. Ardından hastalığına rağmen otomobille uzun bir yurt gezisine çıkar. 21 mart 1960'da Urfa'ya varır, iki gün sonra burada ö- lür. Yüksek mülki erkanın katıldığı bir cenaze töre niyle Halilürrahman C am iine defnedilir... Ama 27 mayıs 1960 darbesinden sonra, 12 temmuz 1960 gecesi, kardeşi Abdülmecil Ünlükul'u da yanlarına alan askerler, naaşı alıp askeri bir u- çakla bilinmeyen bir yere götürürler. O gün bu­ gündür Said Nursi'nin (gerçeklen) nerede gömülü olduğunu çok az kimse biliyor...

19

Referanslar

Benzer Belgeler

İşte ramazan-ı şerifteki orucun çok hikmetleri hem Cenab-ı Hakk’ın rububiyetine hem insanın hayat-ı içtimaiyesine hem hayat-ı şahsiyesine hem nefsin terbiyesine hem

Daha önce İsparta, Şanlıurfa ve Van’da kapalı toplantılar­ da anılan Said Nursi için ilk kez Anka­ ra’da Kocatepe Camisi’nde düzenlenen nevlide

Tezimizin bu kısmında tezimize konu olan âhiret merhaleleri hakkında Bediüzzaman Said Nursî ve Elmalılı Hamdi Yazır‟ın âhiret görüĢlerini mukayeseli bir

Tinnitus grubunda serum çinko se- viyesi ile işitme arasındaki korelasyon analiz edildi- ğinde; ortalama serum çinko seviyesi ağır sensorinöral işitme kaybı olan

Egzersizden 24 saat sonra ölçülen aldosteron düzeyleri egzersizden hemen sonra ve iki saat sonraki aldosteron düzeylerinden önemli şekilde düşüktü (p&lt;0.05)..

hakkında da bilgi vermektedir. Muhabbet, ‘bir şeye arzu duymak ve ona meyletmek’ de- mektir. Bu duygunun Allah ile kul arasında bu şekilde gerçekleştiğini düşünmek doğru

Öyleyse tarikatlar, geçmişte, sık sık iktidara bağlı yorumcular tara­ fından zedelenen İslami ruhaniyeti yaşatmada rolü olan, halkı, siyasi baskılara ve

Tezin ana bölümü olan üçüncü bölümde ilk olarak genelleştirilmiş kesirli integraller yardımıyla bazı yeni özdeşlikler verilmiş ve bu özdeşlikler