C U M líL íííiE X
ı
______________
| «M O N T R E U X » nün 1 5 inci yıldönümü vesilesile
j
t---T
Medenî bir zaferimiz
r
i
Yazan :
İsmail Habib Sevüh
3
1936 haziranı. Üç buçuk ay sü recek büyük yurd gezilerine çıkı yorum. Bu seyahati beş safhaya a- yırmıştım. Ankarada bulunduğum sıralarda heyecanlı bir haber işiti yoruz: Hitler’in her yaptığı yanına kalıyordu, biz de bir «em r-ı vaki» ile Çanakkale Boğazım işgal edip orayı istediğimiz gibi tahkim edi- vermeli idik. Ordunun yüksek ta bakası buna taraftarmış. O zaman ki dünya şartlarına göre bu işin kolayca başanlıvereceğine emin dirler. Bu emelimizde haksız değil dik. Çanakkale Boğazı bizim için bir hayat damarıydı. Çanakkale Osmanlı İmparatorluğunun bütün kaderini çizdi.
* * *
Evet bizim imparatorluk Çanak kale Boğazmı geçişimizle kurul muştur. Zaten Üsküdara ve Boğa zın Anadolu kıyısına yerleşmiştik. Çanakkaleyi geçip Rumeliyi alın ca Bizans, imparatorluk olmaktan çıkarak sadece bir şehir kaldı. On yedinci asırda Venedik donanması Boğaza girince gırtlağımızdan ya kalanmıştık. Bir gülleyle Amiral gemisini batırarak zaferi kazanıp... Bırakalım tarihi. Kırkım henüz' Bi raz aşanların bile canlı olarak ha tırladığı Birinci Cihan Harbi, o zamanki yan dünya ile beraber çöküp de Sevr’e çağırıldığımız za man başımıza bir demir topuz ağır- lığile kaktılar ki o Cihan Harbinin iki yıl fazla uzamasına bizim Ça nakkale çengindeki o akıllara sığ maz dayanışımız sebeb olmuş. O - nun cezası olsun diye «Sevr» i bi ze bir ölüm muahedesi olarak sun dular.
istiklâl zaferimizle «yeniden di rilme» sırrına erip Lozan’a gittiği miz zaman her istediğimizi kabul ettirerek kapitülâsyonlara kadar mazinin bütün hesablannı temizle- ^ k . Yalnız Çanakkale Boğazı hem açık kalacak, hem tarafsız bir m intaka olacaktı. Askerî kuvvetle rimiz Boğazın her iki kıyısından bilmem ne kadar kilometre uzakta kalmağa mecbur tutuluyor. Bu şartlar altında İstanbul müdafaasız bir açık şehir demekti. Şerefli «L o zan» m tek acı tarafı.
terilmek istiyen hamleyi bile önle di. Neden?
* * *
Atatürk demiş ki: «Medenî olan hakkını zorla almağa kalkmaz. Kendi başımıza Boğaza yerleşmek zorbalık olur. Biz bu yolu tutma malıyız. Boğazla alâkalı bütün m il letleri müzakereye davet etmek lâzımdır.» Bunları seyahat esnasın da en inanılır kaynaklardan işiti yordum. İçimde bir üzüntü var: Bu dünyada her hak medeniyet y o ’ ile mi hallediliyor? Bakalım bizim davetimizi o koca koca devletler kabul edecekler mi? Haydi etti ler, bakalım, yapılan müzakereden müsbet netice çıkacak mı? Sakm hak ve medeniyet uğruna en mü him bir fırsatı kaçırmış olm ıya- lım ?... Bütün bu istifhamlı tasala rıma karşı en kestirme teselliyi bu larak: «Atatürkün şimdiye kadar her dediği doğru ve her yaptığı isa betli çıktı. Öyleyse endişeye ma hal yoktur.» diyordum.
* * *
Temmuz ortalarında Boludan Bartma gidiyorum. 20 temmuzda ara vapurile Bartmdan hareket ederek ikindi vakti Zonguldağa giriyoruz. Her taraf bayraklarla donanmış. Hükümet meydanında büyük tezahürat yapılacak. Ayağı mın tozile beni hitabet kürsüsüne çağırdılar. Ne nazlanmağa, ne net alıp düşünmeğe lüzum var. Hâdi senin kendi o kadar büyük ki hâ diseyi söyletmek her şeye yetip ar tacaktır. Ben farkmda değilim. Me ğer bizim «Cumhuriyet» teki yazı
arkadaşlarından Ferdi Öner de o gün oradaymış. Arasıra gazetenin yazı işleri odasında Atatürk bahsi geçerken vesilesini yakalayınca Ferdi Öner: «Neydi o Zonguldak- taki Montrö n u tk u ...» diye o günü anlatır. Sahi neydi o nutuk?
* * *
Ortada ne nutuk vardı, ne nutusc söyleyen. Yarım saat kadar sür düğünü sonra oradakilerden işitti ğim o nutuktan bir cümle bile ha tırlamıyorum. Ortada olan sadece Atatürkün o heybetler heybeti ese riydi: Tarihimizin üç asırlık iniş devrindenberi Garblı devletlere biz giderdik. Şimdi ilk defa bizim bir işaretimizle onlar bize geliyor. L o zan’da nasıl hepsi elbirliği yaparak Boğazı v e Istanbulu açık bıraktı- larsa şimdi Montrö’de gène hepsi ağızbirliğile bizim teklifimizi ka bul ettiler. Yeni Türkiyenin «es k i» den ne kadar mesud bir m e safeyle ayrıldığını yalnız bu hâ disenin başına göstermeğe yeter. Fakat hâdisenin heybeti yalnız bundan gelmiyor. Montrö yalnız bizim zaferimiz olmadı. O dünya çapında...
* * *
Durunuz, netice hakkında peşin hüküm vermeden o neticeye nasıl ve neden gidildiğini konuşmak ge rekiyor: Hitler her şeyi «em r-i va k i» lerle ve zorbalıkla halle kalk tıkça, haklı olduğu cihetlerdeki sempatisini de kaybederek, dün yaya karşı korkunç bir umacı ke silmişti. İşte Atatürk dünyanın bu ruh hâletile çalkandığı bir devirde,
kendisinin de pekâlâ ve pek k o lay yapabileceği, zorbalık yerine «konuşup anlaşma» yı teklif edin ce dünya milletleri topyekûn bil şevkle bu teklifimize «lebbeyk» dedi. Bize karşı bu deyişte Hitler’e karşı da «Gördün m ü ?» diyen bir mana vardı. «M ontrö» nün dünya çaplı ehemmiyeti işte bu iki taraflı manasından gelir.
* * *
Büyük hâdiseler yalnız doğduk ları ve oldukları yerde kalmazlar. Böyle kalanlar ne kadar büyük o l salar zamanla küçüle küçüle u - nutulup erimeğe mahkûmdurlar «Montrö® doğduğu yerde donup kalan hâdiselerden değil. O Hit ler’in tuttuğu mahmuzlu yola kar şı Atatürkün gösterdiği medeniyet yolunun sembolüdür. Karanlıkla aydınlığın ezeli şer ve hayır ilâh ları gibi yeryüzünde Hitler’den sonra işte ondan kat kat beter di ğer bir heyulâ bütün insanlığı teh- did edip duruyor. On beş yıl sonra bugün Montrö’yü anarken apaçık anlıyoruz ki o mazinin değil ası! bugünün v e yarının eseriymiş,
Atatürk ki Çanakkalede cihan ordularını mıhlıyarak Istanbulu kurtardı, O ki Dumlupmardaki za ferle cihan donanmalarını Istanbul- dan çıkartarak bir daha kurtardı, ve O ki Montrö ile açık Istanbulu kapayarak üçüncü defa gene kur tardı. Birincisi Malazgirdle başlı- yan dokuz asırlık imparatorluğun son cihan cengi, İkincisi cihan ce - berutuna karşı şahlanmış mazlum luğun mucizeli destanı, ve ü çün- cüsü hakikaten bir medeniyet za feridir. Aziz Atamızı böyle bir günde bütün bir iç vecdile bir daha takdis ederken bütün insanlık için de hep Montrö yolunun muzaffer olmasını diliyoruz.
* * 5 ji
Peki böyle ağır bir şartı neye kabul etmiştik? İngiltereden Ja- ponyaya, Rusyadan Fransaya ka dar, dost düşman, bütün dünya bu meselede birleşivermişti. Onu ka bulden başka çaremiz olamazdı. İstiklal zaferimizden sonra İstanbu- lun neye devlet merkezi yapılmadı ğına üzülenler bu dillere destan en büyük beldemizin herhangi bir teh like zamanı ilk hamlede işgal edi- liverecek bir «açık şehir» olduğu nu unuttular. Atatürk ki zaferden sonra İstanbula ilk geldiği vakit Dolmabahçe Sarayında söylediği o tarihî nutukla İstanbulu en esaslı çizgilerinden yakalıyarak en b e - iâgatli bir şekilde övmek sureti le Istanbulu ne kadar candan sevdi ğini anlatmıştı, belli ki İstanbulun Lozan muahedesile o vaziyette ka lışına en çok üzülen odur, öyley ken, İstanbuldan saltanatı da, hi lâfeti de attığı halde, devletin em niyeti namına devlet merkezini İs tanbula naklettirmedi.
* ^ *
Fakat istanbuldan ümidi kesen yakınındaki zatlardan bir çoğu devlet merkezliği için Konya veya Eskişehir gibi beldeleri ileri sürer lerken herhangi bir yerin devlet merkezi oluşu o beldeye devlet kuşu konması demek olduğunu pek iyi bilen Atatürk bir Anadolu ha ritası açarak kurşunkalemde Sul tan dağından Bolu dağlarına, ora dan Eıciyeş dağına kadar bir m ü selles (yani üçgen) çizdikten son ra «Bana bu müselles içinde en uygun beldeyi bulunuz, devlet mer kezi orası olsun» diyor. Netice ma lûm, kur’ayı kazanan Ankara ol du. Peki Istanbulu o kadar candan seven, ve böyle sevdiği için İstan bulun her türlü emniyetten mah rum bir açık şehir kalışına herkes ten fazla üzülmesi lâzım gelen A - tatürk 1936 haziranında, işte fırsat elverdiği için Çanakkale Boğazını kolayca işgal edivermek bahsinde herkesten fazla bir hamle göstere cektir değil mi? Hayır, aksine, yüksek üniformalar tarafından