-
tT- ^ 1 , 4 0 1
A k ^ te a ı!
’FValn»cg<l«-Fransız Akedeınisindb iki âzamn j resmen kabulleri münasebetile dört nu-
J
tukla altı lâyemutu mevzuubahs eyle mek imkânını, geçenlerde elde etmiştim. Bu defa yeni bir azanın kabulü dolaysile iki nutuktan ve üç lâyenıuttaıı bahset mek imkânını bulmuş oluyorum. Kabul edilen layemut amiral L a c a z e, akade mi namına onun nutkuna cevap veren müverrih G a b r i e l II a ııo t aus^e ve yeni layemutun yerini aldığı ölü layemut ise diplomat J u 1 e s C a m b o n dur. Bu amiral tek satır yazı yazmış bir şahsiyet olmamakla beraber intihabı calibihayret görünmemiş, hatta gecikmesine hayret edilmiş. Çünkü Cihanharbi’ııin muzaffer serdarlarından bir kaçı aynı vaziyette iken kabul edildikleri halde bu harpte en fazla temayüz etmiş de nizci olan I.acaze’ııı da şimdiye kadar intihabı icab eylerd ve çünkü Akademi Fransez sade en büyük ediblere değil, hemen onlar kadar Fransa’nın her saha sındaki en büyük şahsiyetlerine kapıları nı açmak mutadındadır. Halefe böyle, selef olan J u l e s C a m b o n ’ a gelince, büyük biraderinin Türkiye’deki büyük elçiliğine ait hatıraları münasebetile yine Ülkü’de adını andığım gayet kıymetli ve Fransa’ya büyük hizmetler etmiş bir diplomattı ve âher ömründe Akademiye kabulünden sonra ilk ve son kitabını yazdı ki o da Le Diplomatı atlı ve bir diplomatin malik olması icab eden evsaf
ve mezayııdan bahis gayetle şayanı dik kat, büyük tecrübelerden ilham alan, fakat edebî bir kıymet taşımaktan uzak bulunan bir küçük eserdir. Binaenaleyh gerek kendisinden bahsedilirken ami ral I.acaze ve gerek amiraldan ve diplo mattan cevabî nutukunda bahsederken Hanotaıısc edebiyattan değil son za manlar Fransa ve cihan tarihlerinden bah- setdiler. Amiralin nutku kısa cümlelerle ve edebiyat yapmakran tam bir içtinapla yazılmış fakat yine temiz dilde ve kuv vetli bir nutuk.vHanotausc’nuıı nutku oku nurken ise insan genç bir adamın yazı sını okuduğunu zannediyor: öyle canlı, öyle hareketli bir lisanla yazılmış. Ken disi Fransa’nın şimdi en meşhur müver rihidir, vakıile yedi yıl hariciye nazırlığı etmiş ve son Cümhuriyetin bu mevki de en fazla kalmış iki nazırından biri olmuş. Ondan bir hayli önce de İstan bul’da sefaret müsteşarlığı ederek o zaman Sultan Hamid’e karşı muhabbet duyduğu için nazırlığı zamanında Er meni meseleleri nıünasebetile nisbeten bize dost bir vaziyet muhafaza ettiği içiıı kendisine pek sevmeyenlerce Paşa lakabı verilmişmiş. Uzun senelerdeııberi siyasî hayattan çekilerek kendini tama men tarih çalışmalarına veren Hanotausc yalnız veya yardımcılarla bernber pek mühim eserler vücude getirmiş ve gali ba şimdi Akademinin en kıdemli azası bulunmuştur.
İlâve edeyim ki, biri ölmüş olan bu üç lâyemutun en genci seksenlik. C a m b o n, şuuruna lıâkım bir halde ve doksanı mütecaviz ölmüştü. H a n o - t a u s c ’ d a n bu son nutku miina-sebetile bahseden bir maruf muhar rir ise, makalesinde, vücut ve dimağının gençlik ve zindekisine karşı hayret izhar ettiğini ve “ne yapayını azizim ihtiyar olmağa vaktim yok k i ! Hazırla-ııup bitirilmesi en az yüz sene isteyen işlerim, yazılarını var !» cevabını aldı ğını söylüyordu.
Fakat biz, biz zavallı muharrirler, okuyucusuz, kütüphanesiz ve isteksiz muharrirler. Gündelik sipariş
yazıların-^
/
V
| l ♦ <t
*
dan başka hazırlamağa karar verece ğimiz, hazırlayabileceğimiz şeyler acaba nelerdir !
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi