• Sonuç bulunamadı

Amacı, gerçek bir müze yaratmaktı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Amacı, gerçek bir müze yaratmaktı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

SAYFA

i

KÜLTÜR

ilk Türk Müze M üdürü Osman Hamdi Bey, eski eser toplamış, arkeolojik kazı yapmış ve eski eser yağmacılığını önlemişti

Osnuuıh dönelim de yan kı uy m ânim kazılın’

Osman Hamdi Bey, ilk ulusal kazıyı 1883 yılında Nemrut Dağı’nda gerçekleştirir.

Sayda nekropolündeki kazı, tüm dünyada geniş yankılar

uyandırır, Osman Hamdi’yi bir anda meşhur eder. “İsken­

der”, “Ağlayan Kadınlar”, “Likya”, “Satrip” gibi önemli la-

hitler savaş gemisine yüklenerek İstanbul’a getirilir.

Yaptığı en önemli arkeolojik kazı, 1891, Hekate Tapmağı.

NEZİH BAŞGELEN

İstanbul Arkeoloji Müzesi’- nin ilk kurucularından biri sayı­ lan Dr. Philipp Anton Dethier’- in 3 Mart 1881 de İstanbul’da ölümü üzerine Maarif Nezareti Berlin elçiliğine bir yazı gönde­ rerek Müze-i Hümayun’un ba­ şına bir müze müdürü bulun­ masını ister. Berlin Müzesi Baş­ katibi Dr. Millhofer ile 8 yıllık bir sözleşme imzalanması aşa­ masında her açıdan bir dönüm

noktası olacak sürpriz bir karar alınır. 11 Eylül 1881 ’de Müze-i Hümayun’un başına Edhem Paşa’mn oğlu ressam Osman Hamdi Bey atanır. Böylece mü­ zecilik. arkeoloji, sanat tarihi­ miz açısından yepyeni bir sayfa ve yeni bir dönem açılır. Osman Hamdi Bey müze müdürlüğü­ nün yanı sıra Sanayi-i Nefise Mektebi’nin de müdürlüğünü üstlenerek kültür yaşamımızın önemli çalışmalarını başlatır. O sırada müze koleksiyonlarının sergilendiği Çinili Köşk onarı- mdan geçirilir. Hemen yanına Sanayi-i Nefise Mektebi olarak kullanılmak üzere bugün eski Şark Eserleri Müzesi olarak kullanılan bina inşa ettirilir.

Nemrut Dağı’ndaki ilk

kazı

Osman Hamdi Bey ilk ulusal kazıyı 1883 yılında Nem rut Dağı'nda gerçekleştirilir. Aynı yıl bu çalışma İstanbul’da bası­ lır. “ Le Tumulus de Nemroud Dagh” adlı bu eser, Sanayi-i Nefise Mektebi öğretmenlerin­ den Osgan Efendi ile birlikte yazılmıştır. Eserin başında bu konuda şunlar belirtilmektedir: “Nemrut Dağı tümülüsü daha önce Dr. Puchstein tarafından incelenmiş ve bu konudaki ra­ poru 19 Ekim 1892’de Berlin Müzesi tarafından yayımlan­ mıştı. Bu raporun ardından

Berlin Müzesi, Humann baş­ kanlığında yeni bir heyet gön­ dermişti.’ Diğer yandan Os­ manlI hükümeti de kendi açı­ sından Nemrut Dağı anıtlarını yerinde incelemek, kitabeleri ve konuyla ilgili çeşitli problemleri aydınlatmak üzere her çeşit bil­ giyi toplamak üzere Müze-i Hümayun müdürünü ve Sa­

nayi-i Nefise Mektebi’nin bir hocasını göndermişti.

Elinizdeki eser, Osmanlı he­ yetinin çalışmalarının sonucu­ nu vermektedir, buna tarihi ve epigrafik bazı aydınlatıcı bilgi­ lerin de eklenmesi gerekli görül­ müştür." Arkeoloji ve Sanat Yayınları olarak 1987’de tıpkıbasımını gerçekleştirdiği­ miz bu eser Türk arkeolojisinin ve Müze-i Hümayun’un ilk önemli eseridir. 1883 yılında İstanbul’da Beyoğlu’nda Tünel Meydanı’nda, F. Loeffler mat­ baasında Fransızca olarak basılmıştır. Esas metni 30 sayfa. 6 sayfa kitabe resimleri, 20 say­ fa eski Yunanca kitabelerin metni ve metin özeli bulunmak­ tadır. Konu ile ilgili 33 resim ve 2 çizim yer almaktadır.

Sayda’da bulunan (ahitler

1887 yılı başında Lübnan’ın bugünkü Sayda kentinin yakın­

larında Ayaa olarak tanınan mevkiin sahibi Mehmet Şerif Efendi, yerel yöneticilerden al­ dığı izin belgesi ile taş ocağı ola­ rak işletmek üzere kazı çalışma­ larına başlar.

2 Mart 1887’de Mehmet Şerif Efendi, eski eserler yasasına uyarak Sayda Kaymakamı Sa­ dık Bey’e, altında mezar olması muhtemel bir kuyu bulduğunu haber verir. Kaymakam bu ha­ berin doğruluğunu anlamak için ertesi gün buluntu yerine gittiğinde, kuyunun doğu iç du­ varındaki bir delikten içinde biri oymalarla süslü iki lahit odasının yer aldığını saptar. Bunun üzerine kuyuyu Sayda jandarm a karakolu subayların­ dan Esat Efendi’ye emanet ede­ rek olayı vakit geçirmeden Su­ riye Genel Valisi Naşit Paşa ile Beyrut Mutasarrıfı Nasuh Bey’e iletir.

Kaymakam Sadık Bey, yap­ tığı araştırmalar sırasında, biri

güneye, diğeri kuzeye açılan ve içinde yine lahitler bulunan iki mezar odası daha ortaya çıka­ rır. Telgrafla bu keşiften derhal haberdar edilen Naşit Paşa, ça­ lışmaları yönetmesi için yolla­ dığı Vilayet Başmüfettişi Beşa- ra Efendi’nin gelişine kadar fa­ aliyetleri durdurur.

15 martta Sayda’ya gelen Be- şara Efendi, birbiri ardına yedi mezar odası açar. Bunların hepsinde lahitler yer almakta­ dır. Hemen bir rapor hazırlaya­ rak bunu, bazı planlar ve profil çizimleriyle birlikle. İstanbul’­ daki Milli Eğitim Bakanlığı’na iletilmek üzere 24 martta Naşit Paşa’ya sunar.

Sultan’dan kazı görevi

Sultan II. Abdülhamit, Beşa- ra Efendi’nin raporu üzerine Osman Hamdi Bey’e Say­ da’ya giderek henüz bulun­ mamış olan değerli eserleri çı­ kararak devlete ait bir gemiyle

İstanbul’a taşıma ve gerekirse aynı yerde başka kazılar yapma görevini verir. Osman Hamdi Bey, 18 Nisan 1887’de İstan­ bul’dan ayrılır ve aynı aym 30’- unda Sayda’ya varır.

Eserler İstanbul’da_____

Vakit geçirmeden çalışmala­ ra başlar. 20 haziranda, lahitle-, rin çıkarılarak gemiye yüklen­ mesi işi bitmiştir. Tüm dünyada geniş yankılar yapan bu keşif onu bir anda meşhur eder. İskender, Ağlayan Kadınlar, Satrap, Likya, Tabnit Lahdi gibi birbirinden önemli eserler Osman Hamdi Bey’in çaba­ larıyla çıkarılır ve bir gemiye yüklenerek İstanbul’a getirilir.

Bu eserlerin konulması için bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Klasik Eserler Bölümü’nün yapımı planlanır. Osman Hamdi Bey tarafından Mimar Valaury’ye Ağlayan Kadınlar Lahdi’nin cephesi ör­

nek alınarak hazırlatılan plan­ lar çerçevesinde, önceleri tek katlı olarak düşünülen yapı da­ ha sonra Osman Hamdi Bey’in çabalan ve 11. Abdülhamit’in onayı ile iki katlı olarak yapılır. Türkiye’nin ilk müze binası olan yapı 13 Haziran 1891 tari­ hinde açılır. Bunun yanı sıra başka bir özelliği de daha önce­ leri müze olarak kullanılan Aya İrini ve Çinili Köşk’ün, halka açık olmamasına, ancak özel izinle gezilebilmesinc karşın, yeni müzenin günün belirli sa­ atlerinde halka da açık olması­ dır.

Sidon’da kral mezarlığı

Osman Hamdi Bey Sayda yakınlarındaki Fenike kralları­ na ait bu yeraltı kaya mezarlı­ ğında yirmi civarında lahit bu­ lur ve büyük bir titizlikle gün ışığına çıkarır. O günkü bilim çevrelerinde ve dünya kamuo­ yunda büyük yankılar yapan

bu keşif hem Osman Hamdi Bey’i hem de İstanbul Arkeolo­ ji Müzeleri’ni tüm dünyaya ta­ nıtır. Bu kazının yayını ise 1892 yılında Paris’te yapılır. “ Une Nécropole Royale a Sidon fou­ illes de Hamdy Bey’’ (Sidon’da Bir Kral Mezarlığı, Hamdi Bey’in Kazıları) adlı bu eser Os­ man Hamdi Bey ile Théodore Reinach tarafından kaleme alınmıştır. Eserin sonunda Er­ nest Chantre tarafından yazıl­ mış b irde ek bölüm yer almak­ tadır.

Hekate Tapınağı kazıları

Bu önemli eser yazıldığı gün­ den bugüne önemini kaybetme­ miştir. Özellikle levhalar bölü­ mündeki resimler uzun yıllar birçok çalışmaya rehberlik et­ miştir.

Bu önemli eserin tıpkı­ basımı da Arkeoloji ve Sanat Yayınları tarafından 1986-87 yıllarında İstanbul’da boyutları biraz küçültülerek yapılmıştır.

Sayda kazılarından sonra Osman Hamdi Bey’in yaptığı en önemli arkeolojik kazı, Muğla ili sınırlarımızdaki Lagi- na örenyerindeki Hekate Tapı- nağı'nda 1891-92 yılında yaptı­ ğı çalışmalardır. Bu kazıda tapmağa ait kabartmalarla süs­ lü frizleri gün ışığına çıkarmış ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri koleksiyonuna kazandırmıştır.

Birçok kazı

1881-1910 yıllan arasındaki müdürlüğü sırasında gerek Müze-i Hümayun gerekse ya­ bancı bilim kuruluşlun ve mü­ zeleri adına imparatorlukta pek çok kazı gerçekleştirdi.

Müze-i Hümayun adına yapılan çalışmalara yukarıdaki üç çalışmanın dışında Tralleis’i (Aydın) oğlu Edhem Bey, Ala- banda’yı (Araphisar) kardeşi Halil Edhem Bey, Rakka’yı Makridi Bey, Akalan’ı (Sam­ sun), Marridi Bey, Sidamara’yı (Konya Ercğlisi) Halil Edhem Bey, Taşoz kazısını Makridi Bey yönetmiştir.

Bunlann dışında Osman Hamdi Bey, John Garstang ta­ rafından 1907 ve 1909 yılında Gaziantep ili İslahiye ilçesinin kuzey doğusundaki Sakçagözü höyüğündeki kazılara bizzat katılmıştı.

Müzeciliğimizin çağdaşlaşmasına çaba gösteren Osman Hamdi Bey

E ski

eser korum acılığım başlattı

ERDEM YÜCEL___________________

Kültür dağarcığı son derece zengin olan Türkiye'de eski esere yöneliş başlangıçta yalnızca toplamayı amaçlamıştı. Gün geç­ tikçe eski eser tutkusu artmış, rastgele baş­ layan çalışmalar zamanla bilimselliğe yö­ nelmiş, sonra da çağdaş müzecilik doğrul­ tusuna ulaşmıştır.

Anadolu’da eski eseı1 merakının XIII. yüzyılda başladığını görüyoruz. Selçuklu Sultanı Alaüddin Keykubat, Konya Ala- üddin Tepesi’nde yaptırdığı suru yöreden topladığı mimari parçalar ve heykellerle süslemiştir. Bunu Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı ikinci avlusunda bir araya getirdiği Bizans lahitleri, sütun başlıkları ve kaideleri izlemiştir. Sultan Abdülmecid de Yalova çevresinden toplayarak İstan­ bul’a gönderdiği Bizans yazıdan ile bu çalı­ şmalara katkıda bulunmuştur.

İlk müzenin temeli

Türkiye’de ilk müzecilik kıpırdanışlan olarak sözünü edebileceğimiz bu çalışma­ lardan sonra Sultan Abdülmecid’in emri ile Topkapı Müşiri Ahmet Fethi Paşa, Aya İrini Kilisesi'nde ilk müzenin temelini atmıştır (1846). Mecma-i Asar-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) isimleri altında iki ayrı bölümden oluşan bu müze Avrupa müzelerinden geri, yalnızca toplanmış bir depo görünümündeydi. İlk Türk müzesi­ nin yöneticileri, İngiliz Goold, AvusturyalI Terentzio ve Alman A.P. Dethier gibi ya­ bancılardı. A.P Dethier’in ölümünden I sonra yerine yine bir yabancı aranmışsa da müze müdürlüğüne bu defa bir Türk geti­ rilmiştir; Sadrazam Ethem Paşa’nm oğlu Ressam Osman Hamdi Bey.

J---ilk Türk müze müdürü

Osman Hamdi Bey ilk Türk müze mü­ dürü olarak Müze-i Hümayun’u düzenle­ meye başlamış ve müzeciİik tarihimizin çağdaş atılımı başlamıştır. Osman Hamdi Bey büyük bir özveri ve eski eser sevgisi ile çalışmalarını sürdürmüştür; bir yandan koleksiyonları bilimsel kurallara uygun sınıflandırırken diğer yandan kataloglarını A. Joubin, G. Mendel gibi uzmanlara hazı­ rlatmıştır. Bu arada Çinili Köşk yanında Saray-i Nefise-i Mektebi Ali’sini yaptı­ rarak güzel sanatlara olan sevgiyi bilimsel olarak kamuoyuna duyurmayı ba­ şarmıştır. Türk müzeciliğinin çağdaş düze­ ye ulaşabilmesi, eser sayısının çoğalması amacıyla Nemrut Dağı, Myrina. Kyme başta olmak üzere Aiolus nekropolleri ile Lagia . Haketa mabedinde kazılar yapmıştır.

Milas’ın kuzey doğusunda 1891-1892’- deki Lagina kazılarında Haketa mabe­ dinin kabartmalarını meydana çıkararak İstanbul'a getirmiştir. Böylece İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne Magnesia’nın yanı i sıra en güzel frizleri kazandırmıştır. Gazi­

antep ilindeki Sakçagözü'nde Prof. .1. Garstang'ın kazılarına yardımcı olmuş, geç Hitit sarayı ile neolitik çağa tarihlenen objeleri ortaya çıkarmıştır. Bütün bunların

yanı sıra Osman Hamdi Bey’e büyük ün kazandıran kazı Lübnan’daki Sayda Kral­ lar Nekropolü’nde bulunan lahitlerdir. (1887.-1888) Finike krallarına ait yer altı nekropolünde başta Tabnit, Satrap. Ly- kia. Ağlayan Kadınlar ve İskender Lahdi isimleriyle tanınan lahitlerin sayısı yirmi- birdir. Bunlar çok güç koşullarda bir savaş gemisiyle İstanbul’a getirilmiş, ayrıca Mü­ ze-i Hümayun, kazılardan çıkan eserlerle tıka basa dolmuştur. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak Çinili Köşk’ün karşısına yeni bir müzenin yapımına başlanmıştır. Mimar P. Valaury’nin eseri olan bu bina­ nın birinci bölümü 1891’de, diğer bölümle­ ri de 1902 ve 1908 yılla rında tamam­ lanmıştır. Türkiye’nin ilk özgün müze ya­ pısı olarak nitelenen Arkeoloji Müzesi,

1891 'de ziyarete açılmıştır. XIX. yüzyıl dünya müzeleri arasında ön sıralarda yer alan bu müzeye "Asar-ı Atika Müzeleri’’ denilmiş, Cumhuriyet döneminde de İstan­

bul Arkeoloji Müzeleri ismini almıştır. Osman Hamdi Bey müzenin gelişiminde büyük çaba göstermiş, özellikle eski eserle­ rin yurt dışına çıkışını önleyen ve 1973 yılına kadar geçerliliğini koruyan “ Asar-ı Atika Nizamnamesini” hazırlatmıştır. Os­ man Hamdi Bey’in 1884’te yürürlüğe koy­ durduğu Asar-ı Atika Nizamnamesi ile be­ raber arkeolojik kazılar daha sağlam te- mellerc oturtulmuştur. _______

İzinsiz kazılar suç

Kazıdan çıkan eserlerin 2/3 ü devlete, 1 /3 iı arazi sahibine bırakılmış ve kazıyı ya­ pana da hiçbir pay verilmemiştir. Böylece onların yurtdışına çıkışları 7 bölüm ve 37 maddeden oluşan bu nizamname ile önlen­ miş, ele geçen eski eserin devlet malı oldu­ ğu prensibi geçerlilik kazanmıştır. Ayrıca eski eserin tanımı daha açık yapılmış, taşı­

nmaz olanlara zarar verilmemesi, mimari özelliklerini yitirmemeleri için çevrelerine onları etkileyecek yapılar yapılması yasak­ lanmıştır. Öte yandan mimari eserlerin yer­ lerinde korunabilmelcrinin sağlanması da nizamnamenin ana prensiplerinden biri sayılmıştır. Osman Hamdi Bey yabancı­ ların tekelindeki kazılan kurtarmayı amaç­ lamış. izinsiz yapılanları da suç saymıştır.

Asar-ı Atika Nizamnamesi

Asar-ı Atika Nizamnamesi 53 madde ve 10 bölümden oluşan 1710 sayılı Eski Eser­ ler Kanunu’nunö Mayıs 1973'te yürürlüğe girişine kadar Türkiye’de yürürlükte kalmıştır. Eski eserlerin devlet malı oldu­ ğunu vurgulayan ve yurtdışına çıkışını ya­ saklayan bu yasa, hükümleri yumuşatılmış “ Kültür ve Tabiat Varlıklan Kanunu’- nun” 23 Temmuz 1983’te yürjirlüğe girişi­ ne kadar kazılarla, antika piyasasına ege­ men olmuştur.

Osman Hamdi Bey’in ölümünden sonra kardeşi Halil Edhem Bey onun yerine müze müdürlüğüne getirilmiştir.

İstanbul Arkeoloji Müzelerini Evkaf-ı İslamiyye Müzesi, Eski Şark Eserleri Mü­ zesi izlemiştir. Bu arada günümüzdeki eski eserleri koruma kurulu görevini yürüten Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni kurul­ muştur.

Türkiye'de müzecilik çalışmaları XXI. yüzyıla pek az bir zaman kaldığı günümüz­ de görev alanlarını genişlettiğini, çağdaş bir düzeye eriştiğini sevinerek izliyoruz. Çağdaş Türk müzeciliğinin yepyeni bo­ yutlara ulaştığını içtenlikle söyleyebiliriz. Bugün müzelerimiz objeleri sergilemenin yanı sıra kapsamına giren alanlarda ilgili bilgileri toplayan, her çeşit sosyal, dini ve kültürel çalışmaları yapan kuruluşlara dö­ nüşmüştür.

Özgün boyaların kaybolmadığı ’İskender Lahdi' cam fanus içindeki korunan lahit,

1887 Savda kazısında bulunmuştu. (Fotoğraf: İB R A H İM G Ü N E L )

A m acı, gerçek bir

m üze y aratm aktı

ALPAY PASİNLİ

Osman Hamdi Bey, 19.yüzyıl Osmanlı Türkiye’sinin Batı öl­ çülerinde yetiştirdiği ender kül­ tür simalarından biridir. Oluş­ turduğu kültür kurumlanyla çığır açmıştır. Bu değerli insan sayesinde ülkemiz büyük bir Arkeoloji Müzesi ile zengin bir arkeoloji kütüphanesi ve Güzel Sanatlar Akademisini kazan­

mıştır.

“ İlk Türk Müze M üdürü” olarak Sadrazam Edhem Paşa'- nın oğlu Osman Hamdi Bey, 11 Eylül 1881 tarihinde Müze-i Hiimayun'un başına getirilmiş­ tir. Böylece Türk müzeciliğinde yeni bir dönem ve çığır açılmış oluyordu. Aslında. Osman Hamdi Bey’in müze ile olan il­ gisi m üdür olmadan önce, Det­ hier zamanında 1871 tarihinde

Müze Komisyon Üyesi seçil­ mesiyle başlamıştır.

Osman Hamdi. 39 yaşında genç bir m üdür olarak işe baş­ ladığında. Çinili Köşk “ Müze-i Hümayun” ünvam taşımasına rağmen, 600- 700 eserle dev­ raldığı bu müze, bir müze ol­ maktan çok uzakta, depo ka­ rakterinde ve eski eser yığını gö­ rünümde idi. Ancak Osman Hamdi Bey, büyük bir aşk, öz­ veri ve çaba ile arkeoloji ve mü­ zecilik ile meşgul olmaya baş­ ladı.

Osman Hamdi Bey, bir taraf­ tan mevcut eski eser koleksi­ yonlarının ilmi bir tarzda sını­ flandırılması ve düzenlenmesi ile uğraşıyor, diğer taraftan da yabancı arkeologlar getirterek, bunlara eserlerin kataloglannı hazırlatıyor ve arkeolojik so­ runlarda fikirlerini alıyordu. Ancak, ülkede sanat eserlerine karşı ilgi ve sevgi yaratılmadan eski eser tahribini önlemenin ve esaslı bir müze oluşturmanın mümkün olamayacağını bili­ yordu. Bunun için Çinili Köşk'- ün yanına şimdiki Eski Şark Eserleri Müzesi olan Sanayi-i Nefise Mektebi’ni (Güzel Sa­ natlar Akademisi) yaptırarak 1883’te hizmete açtı ve müze müdürlüğü yanında bu okulun da müdürlüğünü üstlendi.

O dönemde müze (Çinili Köşk) küçük bir taşra müzesi karakterinde idi. Osman Ham­ di müzeyi zenginleştirmek için 1883- 1895 yılları arasında Nemrut Dağı, Myrina, Kyme ve diğer Aiola nekropollerinde ve Lagina Hakate tapınağında kazılar yapmıştır. Kazılarda bulunan eserler müzeye

getiril-miş ve Batı dünyasında ilk defa bir Türk arkeologunun ismi duyulmaya başlamıştır.

Ösman Hamdi, Çinili Köşk’­ ün tam karşısına, o dönemin ünlü mimarlarından ve aynı za­ manda Sanayi- i Nefise Mekte­ bi hocalanndan Mimar Ale­ xandre Vallury’e yeni bir müze binası yaptırdı. “ Lahitler Mü­ zesi” adı alan bu binanın da ile­ ride ihtiyaçlara yetmeyeceğini

gördüğünden, 1903 ve 1908 yı­ llarında binaya ek bölümler yaptırarak, muhteşem bir müze binası yarattı. “Asar-ı Atika Müzesi” adını alan bu muaz­ zam yapı “ İlk Türk Müzesi” ol­ masının yanı sıra, 19.yy. son­ larında dünyada müze binası olarak kurulan ilk 8-10 yapı arasında da yer almaktadır.

Mimar A.Vallaury ve Os­ man Hamdi Bey'in ortak ürünü diyebileceğimiz İstanbul Arke­ oloji Müzesi yapıldığı dönemde dünya müzelerinin en iyi örnek­

lerinden biridir. Bir imparator­ luk müzesi olarak gereken mi­ mari etkiye sahip yapının dış cephesinin Ağlayan Kadınlar ve İskender lahitlerinden esin­ lendiği ileri sürülür.

Müzede alt katta 20, üst kat­ ta ise 16 olmak üzere, 36 teşhir salonu bulunmaktadır. Üst katta, ayrıca hazine, sikke ka­ bineleri ve kütüphane yer al­ maktadır. Envanter

kayıtlan-nemınde 15 bine ulaşan bilim­ sel kitap ve derginin çoğunlu­ ğunu kişisel dostluk ve gayret­ leri ile Avrupa ülkelerinden bağış yolu ile sağlayarak ki­ taplığa kazandırmıştır.

Osman Hamdi, yurtseverli­ ği, ilericiliği, yorulmak bilme­ yen çabası, çalışkanlığı ve özve­ risi ile kendini müzeciliğe adamış, eserlerinden aldığı pa­ rayı bile hiç esirgemediği ve bü­ yük emeği geçtiği müzeye ayırmıştır.

Neoklasik bir mimari örneği Arkeoloji Müzesi.

na göre, kendi müdürlüğü

dö-Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bugünkü İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun temeli olan Darülbedayi'nin kurucusu, çağdaş Türk tiyatrosu­ nun öncüsü, ilk sesli ve renkli Türk filminin yönetmeni.

İslamiyet iyi bir seçim değil” “Kültür erozyonu en az toprak kayması kadar tehlikeli ” ► ABC : Yaşar Kemal: “Kürt olduğum için değil, insan haklarını

Bu yüzden benim di¤er fliflmanlara nazaran çok daha dikkatli olmam gerekiyor; çün- kü fliflmanl›k gibi dertlerin ço¤u gençlik ça¤lar›nda bafllar. Zaten her

Kikuchi-Fujimoto hastalığı (histiyositik nekrotizan lenfadenit) nadir görülen, klinik olarak servikal lenfadenit ve yüksek ateş ile seyreden, kendini sınır- layan ve sıklıkla

“Artık kaybedeceğimiz bir şey yok”, diyor başka bir söyleşisinde, okura; “Ne benim sizden, ne de sizin benden.” Tıpkı Edith Plaf'ın Theo’yla söylediği

1961 yılında Vietnam 'daki uluslararası bir sergiden dip­ lom a, 1962'de çağrıldığı İtalya Sulmanada Uluslararası s e r ­ gisinden de gümüş madalya kazanan

2''-3''-dideoxycytidine, ddC)處理 C6 神經膠 瘤細胞(C6 glioma cell)後,以同步定量聚合酶連鎖反應來偵測 mtDNA

Treg hücre oranı ve sayısını, otoimmünite tespit edilen erişkin sIgA hastalarında tespit edilmeyene göre, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, daha düşük