I
S a y » a 7 * » " k
mEgSægtèm
i s r ‘••'•Væ:r M i
LOHDRA YILLARI
i s 'iBLiSrft?
• w ' 'Vii g a
1867
-1870
.
-h s
K
E M A L makale ya da şiir lerinin yazılmasiyle geçen b ir günün sonunda, hava nın yağmurlu ya da sisli olm a sından dolayı sokağa çıkamaya cak olursa, «nedim ei vicda n ıyla F itzroy Square 15 numaradaki evinde oturup konuşarak başı nı dinlerdi. B ir seferinde kadı nın İn g iliz toplumundaki ve hattâ dünyadaki rolünü tartış m ışlar, b ir seferinde öğretim den, ilk öğretimin mecburi kı lınmasından söz etmişlerdi. N e dim e! vicdanı Kemal’in fazla konuşma m eyli göstermediği sa atlerde şarkı söylerdi ama K e m al’in müziğe tahammülü yok tu. Piyanodan hoşlanırdı fakat kemandan, flütten hiç zevk al mazdı.Buna mukabil, hele zihni meş gul ve yorgun, olduğu zaman larda, boğazına çok düşkünlük gösterirdi. Gâh dostunun eliyle hazırladığı İngiliz yemeklerini, gâh fındık, fıstık ve patates k ı zartması gibi mezelik şeyleri atıştınrdı. Hele sığır dili, pey nir ve m idyeyi pek severdi. Ba zen yazılarım yazarken bir taraf tan ağzma dil dilimi attığı olur du. R ok for peynirini içkiyle be raber atıştırmasını severdi. B i ra, şarap içtiği gibi viskiden de zevk alırdı. Bulduğu zaman ra kıyı da yuvarlardı. Hele mey- valara karşı düşkünlüğü pek ziyadeydi. Portakal, çilek, kiraz ve nar en sevdikleriydi. Rakı iç tiği zamanlar meze olarak su cuk, «fo ie gras» hoşuna giderdi. Sabah kahvaltılarında yumurta- sız yapamazdı. Yumurtayı rafa dan pişirir, çukurca bir tabağa
kırar ve içersine elşmek d oğ rayarak yemesine bayılırdı. Ra kı mezesi olarak Türkiye’den getirttiği Manisa kavunu çekir deği ile balmumu içinde balık yumurtasını yemesinden de bü yük zevk aılrdı.
%aru
YUSUF MARDİN
AĞLAYARAK
lllllllllllllllll!llllll!lflll!lllllllllllllllllll(lllllll!llllllllllll
YAZDIĞI
MEKTUP...
Ama, her ne kadar Kemal, «Sevdiğim i ekseri günler sa at dört ile beş arasında görür düm. Bu kavuşma zamanı bana cennetin birbirine cezbcdilmiş iki ruh için düzenlediği bir buğ ram gibi gelirdi. N e tarafa bak- sam gözüme öyle giil bahçesi fi lân değil âdeta doğal üstü bir ta kım heykeller görünürdü, ö y le bir halde ki gözlerimin bebeğine her ne yansısa. sevdiğimin kü çükmüş bir resmi sanırdım» de miş olmasına rağmen, mizacı da ima bir nedimei vicdanın var lığını lüzumlu kılmazdı. Bu bakımdan yalnızlığı kendini düşünebilmesine fırsat verdiği İçin severdi.
NAMIK
KEMAL
Fakat bir gün, nedimei vicda nı, K em al’in beraber olmaktan zevk aldığı gönül arkadaşı, ken disine evlenmek bahsini açmış tı. B ir kızın yuva kurmak ihti- yaciyle kıvrandığım ve K em al’ in herhalde böyle bir duyguya saygı göstereceğini İfade etm iş ti. İşte o anda K em al’in gözleri önüne AH Suavi gelmiş, onun nasıl mecbur kalıp Mary adlı bir İn giliz kızıyla evlendiğini hatırlamıştı. Ziya Beyin Hasene
adını taktığı Mary belki nedi mei vicdanından da güzel, zarif ve şıktı. N e var ki, Kem al ço cuklarının anası vefakâr ve çi lekeş Nesim e Hanım üzerine b ir evlenme yapacak yaradılışta değildi. Kaldı ki, vatan sevgisi dururken o kadın sevgisiyle uğ raşacak mizaca da sahip bulun muyordu. Derhal gönül arkada şına vaktin geciktiğini ve hazır laması gereken yazılan bulun duğunu hatırlatarak mantosunu giydirip uğurladı. Sonra kıza kabalık ettiği düşüncesiyle üz gün pencere önünden meydan daki çiçek bahçesini seyre daldı.
İstanbul,
vatan semtinin
sembolü, o kadar gönlünde
idi ki, Kemal'e göre bir eşi
varsa o da, ancak özlem çe
ken gözlerde kalan yan-
sıstydı...
KEMAL ÜZÜNTÜYE
KAPILIYOR
Çabuk üzüntüye kapılan K e m al’i en sarsan memleketten haber alamamaktı. Akşam oda smda havagazımn m avi alevli
ışığında, vatanını, yuvasını uzun uzun düşünürdü. O nbir yıl ön ce, henüz onyedl yaşma bastığı sıralarda Sofya’da evlendiği eşi N esim e Hanımı, kızı Feride’yi hatırlardı, lîk şiir merakını, ez berlediği N ef'i’yi, Fehim ’i düşü nür, onbeş - onaltı yaşlarında kalem e aldığı divanından m ıs ralar okurdu. Havagazımn ışığı titredikçe, gözlerinin önünden yeni şeritler geçerdi. Şair Les- kofçalı Galip’le birlikte Gümrük Tahrirat kaleminde çalıştığı gün
kıymetli bir adam sanırken böyle mektupsuz durmağa ve arkadaşlarımın yanında rezil ol. mağa tahammül etmek imkânı yoktur. İşte vasıtalara emniyeti kaldırdığım cihetle, bu sefer si ze doğrudan doğruya bir adres
gönderdim. Cevabınız gelinceye kadar mektubun da arkasını kestim Mektup yazarsanız o ad. rese tatbiken yazdırırsınız. İster seniz sarrafa verirsiniz. İsterse niz Yusuf Ağaya verir, Courrier d ’Orient’a gönderirsiniz. İsterse niz doğrudan doğruya İngiltere postasına gönderirsiniz. Nihayet yirm i gün beklerim. Buna da cevap gelmezse Billâhilazim, on. dan sonra harf yazmak ihtimali yoktur. Benim İstanbulda evim yoktur der, öyle teselli bulu rum .» (24 Haziran 1868)
Sonra Kem al şiddetli ve ağır yazmış olmasından üzülür, ya tağına kendini atarak yeni ha yallere kucak açardı. Babası Mustafa Asım Beyi kendisine tarih okurken tahayyül eder, gözleri önünden OsmanlI Padi şahları geçitresmi yapardı. K e mal, OsmanlI Padişahlarım iki ayrı bölümde düşünürdü: «Fetih padişahları ve kafes padişah, la rı» diye. Oniki Fetih padişa hından üçte ikisini büyük gö rürdü, kafes padişahları içinde de sadece Dördüncü Murad’a adam derdi. Ancak ikbalinde kan lekesi olduğunu söyler, «fıtratı büyük, fakat tahsili de ğ il» derdi.
Sonra düşünceleri vatanından uzaklaşır, yaşamakta olduğu İn giltere’ye uzanırdı. îngilizlerin uygarlıkta büyük adımlarla iler lemelerini gıptayla düşünür ve W illiam Forster’in ilk öğrenim kanusunda parlâmentoda yaptı ğı konuşmayı hatırladı:
«D eğil sadece endüstriyel re fahımız, meşruti sistemimizin iyi işlemesi ve hattâ m illî eko nomimiz ve varlığım ız ilk öğ retim konusunda alacağımız ka rara bağlıdır. Dünya yüzündeki uygar topluluklar sayıca ve kuv vetçe süratle ilerlemektedir. Eğer biz kendi ırkım ızı ve dün ya m illetleri İçersindeki mevki linizi muhafaza etmek istiyor sak, sayıca olan noksanımızı ferdin entelektüel gücünü art- ‘ tırmak suretiyle gidermesini be-
cerebilm eliyiz.»
Sonra în gilizlerin sömürgeleri istismardaki maharet ve kabili yetleri karşısında, «în g ilizle r kılıç kullanmaksızın dünyayı yağmaya çatışıyorlar» derdi.
ler, sonra Şinasi'nin teşvikiyle katıldığı toplantı akşamlan, na sıl ilk makalesini yazdığı ve nasıl gazeteciliğe başladığı bir rüya gibi kendisini sarardı. Tasviri E fk â r’da çıkan «Y an gın » adlı makalesi sayesinde Sadra zam Âlî Paşanın kendisine rüt be v e riş in i' hatırlar ve gülerdi. İstanbul, o vatan semtinin sem bolü; o eşsiz belde o kadar gön lünde idi ki, Kem al’e göre İ s tanbul’un ancak bir eşi varsa o da özlem çeken gözlerde kalan yansısıydı.
İşte, kendi deyimince manda m alağı gibi yatakta yuvarlanır ken geçmişini bövle yaşardı. Sonra içinde bir çığ gibi büyü yeli üzüntü kendisini tekrar m a sanın başına getirir ve pek sevdiği kenarlan yaldızlı kâğıt lara boşalırdı. B ir seferinde ba basına aynen şöyle yazmıştı:
«N e kadar taş yürekli olduğu mu bilirsiniz. Ömrümde gözyaşı dökmemişken kınlan kalbimin düştüğü üzüntüden bu satırlan ağlayarak yazıyorum. Okuyunuz da insaf ediniz. Avrupaya gel dim geleli bu mektup onuncu mektuptur. Burada arkadaşla rım gönderdikleri m ektupların vakti vaktine cevabını alıyor. Ben birisine cevap alamadım. Acaba beni mezarda m ı sanı yorsunuz? Yoksa mektup yaz mağa imkân mı bulamıyorsu nuz? Ben yeni geldiğim vakit pekâlâ mektup gönderirdiniz. Ondan sonra mektubun arkası nı kesmekte mânâ nedir? Bana mektup nerelerden geleceğini pekâlâ bilirsiniz. Tutalım ki be nim tarafımdan gönderilenler elinize geçm em iş olsun. Merak edip de sordurmak ve «haber alamıyorum» diye birşey yaz mak yok mudur? Ben kendimi evin ve ahbabımın yanında pek
B öyle düşünceler içersinde yorgun düşerek kendisini uyku nun kollarına salıverirdi.
Ama Kem al’in uykusu rüya larla dolu ve hafifti. Çoğu za man uykusunu almış olarak ya tağından fırlar, masasının ba şına geçer ve çok sevdiği, üze rine titrediği kalemlerinden bi rini al; ırak yazmağa başlardı. İşte meşhur murabbaı da böyle bir gecenin mahsulü idi. Yine kendi erkek sesini dile getiren aruzun dörtlü m efaiylün vez-niyle:
«Değişmez fen mi vardır, müs- • takır eşya m ı kalmıştır? Delili sabit olmuş binde bir
dâva m ı kalmıştır? Deme insana mâlûm olmadık
mânâ m ı kalmıştır, E ğer meçhul ararsan her işin
encâmı kalmıştır.
S ipih rH bahtını, ikbalini hep pâyümâl ettim.
’ YARIN :
-«TERAKKİ»
MAKALESİ
-> -> -> -> -> ■İ -> -) -i H H H H H H T H H H HH
H H H H j iHam iyet mesleğinde terkii ev- ladü aval ettim. Hayatundan muazzezken vatan dan infisâl ettim Sebatü azme hail bir denî dün ya mı kalm ıştır?» Kem âl bu murabbam sonunu vatana döndükten, Mağosa’ya sürgün edildikten sonra tekrar sevdiklerine kavuştuğu zaman getirm iştir:
«M em atı görmedim ömrümde bir inkâr eder mezhep Fenadır, bir fena dünyadayız,
intacı her matlep Firakı, bahsi nefyi, kadrü na musumla gördüm hep Cihanın bir belâsından bana
perva mı kalmıştır?
Musırrım, sabitim, ta can ve rince halka hizmette, Fedakârın kalır ezkân daim
kalbi m illete, Denir bir gün gelir de savei feyzi hamiyette Kem al’in sengi kabri kalmadıysa
nâmı kalm ıştır.»
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi
+ + + + * * * *