‘Zümriidüanka ’tun yaşam
Türkiye’nin ilk kadın opera sanatçılarından, ressam, tiyatrocu
Semiha Berksoy’un yaşamını Kutluğ Ataman film yapıyor
AHU ANTMEN
Kapıyı açan kadın, 86 yaşında, tepeden tır nağa iddialı giysiler içinde, şen bir kahkaha sı var, hep yüksek sesle konuşuyor, yüzünde oldukça ağır bir makyaj, parm aklarında bir birinden ilginç yüzükler. “Sizin için böyle mo
dem giyindim!” diyor. “ Biliyorsunuz, ben mo
d em bir ressamım aynı zamanda., resimle rimle uyum içindeyim değil mi?” Öyle gerçek ten de: Semiha Berksov, Cumhuriyetten eski yaşı, operacılığı, tiyatroculuğu, ressamlığı, aşkları, tutkuları, zamana meydan okuyan ya şama sevgisini, resimlerindeki şaşırtıcı ruh zenginliğini yaşamında da ortaya koyabilmiş eksantrik bir kadın. 16 yaşında odasını resim atölyesine çeviren, 19 yaşında halk önünde ilk konserini veren, 20 yaşında Darülbedayi’nin tiyatro sınavını kazanan, 21 yaşında ‘İsta n
bul Sokakları” filmini çeviren, 24 yaşında ilk Türk operası “Özsoy”da sahneye çıkan Semi ha Berksoy, “hayatı film ” kadınlardan: Şu sı ralar, “ KaranlıkSular” filminde anımsayaca ğımız genç yönetmen Kutluğ Ataman ile bir likte hayatını film e de çekiyor. Senaryoyu, günlük tutarcasına yazmış; kendisini kendi küllerinden yeniden doğan Zümriidüanka ku şuyla özdeşleştiriyor:
“... İki kat tahta olup, tepesinde bir seyir oda sı bulunan Çengelköy’deki o evde doğmuş tum. Kuş doğuyor! Ev bir bebekevine benzi yordu. Bayırın üstünde olup, kuşun doğduğu odadan Boğaz görünüyordu. Doğum karyo lası da herhalde o odanın baş köşesinde idi. Her halde kuş şimdi bu odada oturuyor olmalı. Oradan kâinatı, evreni seyrediyor. Kuş doğar doğmaz şarkı söylüyor; büyük bir ses. Dört ya şında Mozart söylüyor, sekiz yaşında eline pas tel boy alar veriyor annesi, annesi aşk ölümüy le ölürken... Birinci Cihan Savaşı’nda İspan yol gribi diye bir hastalık çıkıyor, babam tu tuluyor. anneme yanına gelmemesini söylüyor babam, ama annem kocasını seviyor, sen öle ceksen ben de ölm ek istiyorum diyor, o ölüyor, babam kalkıyor.”
Annesi, ressam Fatma Saim e’nin varlığı
evin her köşesinde: Ünlü tiyatro sanatçısı Ze-
liha Berksoy’un annesi olan Semiha Berksoy, sanki çocuksuluğunu koruyan annesinin m u zip kızı gibi. Fatma Saim e’nin portreleri, ken di resimleri var evde, bir de bir köşede, başı na san bir peruk geçirilmiş, yüzünün üzerine Fatma Saim e’nin bir fotoğrafı yerleştirilmiş, beyaz bir çarşafa sarılmış bir manken duru yor. “Bu benim annem ” diyor Semiha Berk soy. “ Kefeni içinde çıkıp gelmiş yanıma.” Ya şamında da resimlerinde de ölüm, yaşamın son- landığı nokta olmaktan çok, yaşamla iç içe ya şanan, korku değil yaşam mücadelesi aşıla yan, karanlık yüzünü göstermeye cesaret ede meyen bir olgu. Semiha Berksoy, “ Bunları an
latıyorum , çünkü ölüp gideceğim yakında. Herkes bilsin! Ben gidince kim anlatacak? Mezarımda patlarım sıkınhdan sonra..." diyor. Evin her köşesine yayılmış, üst üste, yan ya na duran resimlerin arasından geçerken, dü şecek oluyor da “ Bak bu sefer ölürüm valla
hi” deyiveriyor.
Ev, yaşatılan insanlarla, hayaletlerle dolu.
Nâzım Hikmet’in hayaleti her yerde: Yakasın daki kravatın N âzım ’a ait olduğunu söylüyor. Resimlerinde Nâzım. Başka insanların port releri bile N âzım ’ı andırıyor. Salonun ortasın da duran ilginç bir resim var: “ Bu Nâzım ’la
ben. Ben bir sandalın içindes ini, gidiyorum. Am a N âzım ’ı da bırakmak istemiyorum. Kol larımı uzatmışım on a Ama sonunda ayrılık var”
Semiha Berksoy, bir gün babasına bir mek tup yazmış, şöyle demiş: “ Ben erkekleri hep
terk ediyorum. Sanat için. Sanatın eti kemiği
86 yaşındaki Berksoy geçm işten söz ederken hâlâ heyecanlı. ( Fotoğraflar: K A D ER T U Ğ L A )
yok. Beni yaşama bağlayan, bana yaşama ate şi veren sanat aşkıdır. Bundan faydalanan da toplumdur. Çünkü sanatçının yaptıkları, so nunda topluma yarar.” Semiha Berksoy’un Nâzım Hikmet ile mektuplaşmaları gazeteci
Füsun Özbilgen’in 1985’te yayımlanan “ Sa
na Tütün ve Tespih Yolluyorum” kitabında okura sunuldu. Berksoy şimdi, Nâzım ile olan dostluğunun yanlış anlaşıldığını söylüyor:
“ Ben onun şairliğine hayrandım, o benim se sime. Et kemik meselesi değildi yani. Ruhsal bir şeydi. Yanlış anlaşılmasın, flört değildi. Karşılıklı bir hayranlık, takdir vardı. Yüce bir duyguydu.”
“Tosca”, “ Figaro’nun Düğünü”, “Cavelle- ria Rusticana”, “Madame Butterflv” gibi ope ralarda rol alan Semiha Berksoy, Türk opera sında kendisinden üstün ses tanımıyor: “Tan
rı bana büyük ses vermiş! Ona göre de kader
çizmiş. Eşek gibi bir ses! Ama bakıyorsun ba zen, senin yerine bazı karıları çıkartıyorlar sahneye. Ne ses var ne bir şey! Kedide de var unlardaki ses. Primadonna sesle olur, fizikle değil. Bende fiziğin üstüne bir de ses vardı.”
Atatürk’le tanışmasını unutamıyor, anıla rının arasında en canlı tuttuğu anlardan biri de o karşılaşma: “Atatürk, Özsoy operasının
provalarına geldi, bravo diyerek ayrıldı. Aynı gün, köşkte onun huzuruna çıktık. Yeşil çuha lı bir masa vardı, Atatürk ile İsmet Paşa bilar
do oynuyorlardı. Geldi, bizimle el sıkıştı, son ra bana dönüp ‘Şarkılarınızı bir kere daha burada söyler misiniz’ diye sordu. ‘Şarkıları mı tamamen ezberlememiştim, emredersiniz, size Madame Butterfly’dan aryalar söyleye yim ' dedim. Sevindi, çıldırdı! Operayı bilir, se
verdi, meraklıydı, çok kültürlü adamdı. Ben başladım. Bendeki koca bir ses! Bitirdiğimde,
‘O kay' diye bağırdı: Okun aya isabeti demek
tir bu. Sonra büfeye gittik, bana ne içmek is tediğimi sordu. İçkiler her çeşit. Ben daha çok gençtim, utandım. Şurup istedim. Garson, bir şampanya bardağının içinde bana pembe renk li bir şurup getirdi, Atatürk garsonun elinden alıp bana kendisi takdim etti.” O anın resmi ni de yapmış Berksoy, hemen çıkarıp göste riyor. “Operaların önüne, herkesten önce, Ata
türk’ün heykelini koymalılar” diyor. “O bir
devrim yaptı operada. Ben de onun avukatlı ğını üstleniyorum.”
Semiha Berksoy’un anıları, kitaplar doldu rur. Bunlar, aslında bir toplumun da anıları: Cumhuriyetin kuruluş yıllarında hem müzik hem tiyatro hem resim alanında bir kadın sa natçı olarak mücadele etmiş, hiç yılmadan söylemiş, oynamış, ürün vermiş, devrime inan mış, sayıları bir yana “türü” artık yok olan bir kesimin ayakta kalabilmiş temsilcisi ola rak bir örnek, bir süs gibi duruyor İstanbul’un bir köşesinde Semiha. Yaşamı film, evi mü ze, anıları kitap olur işte böyle kadının.