• Sonuç bulunamadı

YİRMİBİRİNCİ YÜZYILA GİRERKEN KLASİK ÇAĞ DÜŞÜNCESİ, AVRUPA VE TÜRKİYE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "YİRMİBİRİNCİ YÜZYILA GİRERKEN KLASİK ÇAĞ DÜŞÜNCESİ, AVRUPA VE TÜRKİYE"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DÜ~ÜNCESI, AVRUPA VE TÜRKIYE

SUAT S~NANO~LU

Avrupa'y~~ ortaça~dan ç~kar~ p onu yeni bir hayata kavu~turan, yeni ça-~~~ açan klasik ça~~ dü~ünürlerinin 21. yüzy~la girmeye haz~ rlanan Avrupa için ve Atatürk devrimi ile ça~da~la~ma yolunda büyük bir at~l~m yapan ülkemiz için anlam~~ ve önemi nedir? Bu soruyu cevapland~ rmadan önce klasik filolojinin, klasik e~itimin, humanist dü~üncenin Atatürk'ün yarat-mak istedi~i yeni Türkiye için hayati önem ta~~d~~~~ fikrinin ilk olarak 194o'ta Dil ve Tarih-Co~rafya Fakültesi Klasik Filoloji kürsüsünde dile ge-tirildi~i belirtilmelidir. 1940 y~l~ndan beri de kürsü mensuplar~n~n çal~~-malar~nda ön planda tutuldu~unu hat~ rlatmak gerekir. Daha sonra t960'ta yay~nlanan L'Humanisme â Veni~'de sorun tarihi bir çerçeve içinde teorik aç~dan incelendi. 1976 ve 1977 y~llar~nda, bilindi~i gibi, Klasik Ça~~ Ara~-t~ rmalar~~ Kurumu düzenledi~i iki simpozyumda sorunu de~i~ik aç~lardan inceledi'. Son olarak 1-2 Aral~ k 199~ 'de düzenlenen seminerin amac~~ 21.

yüzy~la girerken klasik filoloji, klasik e~itim ve klasik dü~üncenin Avru-pa'daki ve Türkiye'deki yerini saptamakt~.

Öncelikle belirtilmelidir ki Klasik Ça~~ Ara~t~ rmalar~~ Kurumu ile Türkiye Felsefe Kurumunun böyle bir semineri düzenlemesi, Unesco Türkiye Milli Komisyonunun da toplant~y~~ desteklemesi önemli bir olay-d~ r. Bu üç kurulu~un düzenledi~i seminer, dünyan~n -üç bin y~ll~k bir ev-rim süreci sonunda olu~an insanc~l ve ak~lc~~ de~erler sistemini dikkate al-madan- tuttu~u yola gösterilen ilk tepkidir.

Bugün klasik dü~ünce bat~da büyük bir bunal~m içindedir. Bat~l~~ top-lumlar -belki de fark~nda olmadan- humanist formasyondan vazgeçmi~ler-dir. Bu durum, klasik dü~üncenin kök salmad~~~, de~eri -çok s~n~rl~~ bir çevre d~~~ nd~- henüz bilinmeyen ülkemizde Cumhuriyet'in ilan~~ ile ba~la-yan ve bat~l~~ ku~aklar~n sahip olduklar~~ forma mentis'in benimsenmesini

' Klasik Ça~~ Dü~üncesi ve Ça~da~~ Kültür (I. Simpozyum 1976). Bask~ya haz~rlayanlar

Prof. Dr. Suat Sinano~lu, Dr. Filiz Öktem, Dr. Candan Türkkan. Türk Tarih Kurumu, Ankara 1977. Klasik Dü~ünce ve Türkiye (Il. Simpozyum 1977). Bask~ya haz~ rlayanlar Prof.

Dr. Suat Sinano~lu, Asist. Dr. C. ~entuna, Asist. Dr. F. Öktem, Asist. G. Gebelek. Ankara Üniversitesi 1981.

(2)

51 4 SUAT SINANO~LU

amaçlayan çabalar~ n ba~ar~ya ula~ma ~ans~n~ n yitirilmesine neden olabile-cektir.

Bugün klasik dü~üncenin Avrupa'da, Amerika'da ve bunlar~n yan~ nda Türkiye'de ne durumda oldu~unu ve bu duruma nas~ l gelindi~ini k~saca aç~ klamak yerinde olacakt~ r. Bu tarihi tablo iyi bilinmezse klasik dü~ünce-nin gelece~i hakk~nda herhangi bir fikir beyan etmek, tahminde bulun-mak mümkün olmaz. Avrupa'da yeni ça~~n kap~lar~ n~~ açan ~talyan huma-nizmi döneminden bu yana Avrupal~lar kendi kültürlerinin Yunan ve Ro-ma kültürlerine ba~land~~~~ bilincini korumu~lar, yüzy~llar boyunca klasik ça~~~ her aç~dan incelemi~ler, klasik e~itime ve klasik filolojiye üniversitele-rinde ve orta ö~retimde büyük önem vermi~lerdir. 20. yüzy~l~n ilk yar~s~ n-da, 1 920 ile 195o% y~llar aras~nda klasik etüdler Avrupa'da en yüksek

iti-bar~~ gören disiplin durumunu muhafaza etmekteydi. Almanya'da Huma-nistisches Gymnasium, Fransa'da Lyce classique, ~ngiltere'de Grammar School, ~talya'da Ginnasio-Liceo classico ad~~ ile ünlü olan ortaokul-liseler genellikle sekiz y~ll~ kt~ ; bu okullarda 7 veya 8 y~l latince, 5 y~l da yunanca okutulurdu. Bu liselerden mezun olanlar yüksek ö~renimlerinde kendi dallar~~ d~~~nda, hatta ~ngilizlerin "humanities" dedikleri alan~n d~~~ nda -fi-zik, kimya, do~a bilimleri, t~p gibi- bir dal~~ seçtikleri durumlarda bile son derece ba~ar~l~~ oluyorlard~. ~talya ve Almanya'da bu konuda tutulan ista-tistiklere büyük önem verilirdi. Klasik liselerin gençlerin gözlem, ele~tiri, fikir yürütme, hükme yarma yeteneklerini büyük ölçüde geli~tirdi~i kan~s~~ egemendi. Bu gençlerin zihin yap~s~, bilimsel formasyonu her alanda ba~a-r~l~~ olmalar~n~~ sa~l~yordu. ~talya'daki ve Almanya'daki totaliter rejimler, -dü~ünce özgürlü~ünü, demokratik idealleri ön planda tutmas~na ra~men-klasik okuldan vazgeçilemeyece~i inanc~~ ile bu okullar~~ oldu~u gibi muha-faza etmi~lerdir.

Amerika Birle~ik Devletleri'nde filoloji çal~~malar~~ 19. yüzy~l~ n ikinci yar~s~nda ba~lad~. Avrupa'da Almanya'da ve ~ngiltere'de okuyan, bu ülke-lerin üniversiteülke-lerinde tezülke-lerini veren Amerikal~~ gençler filoloji çal~~-malar~n~n öncüsü oldular. Asl~nda Birle~ik Devletler ba~~ms~zl~~a kavu~tu-~u günden beri Amerikal~lar Avrupa'ya kendi kültürlerinin kayna~~~ olarak bakm~~lard~r. Ancak o imrendikleri kültürün kayna~~n~~ bizzat ara~t~rmak, bizzat de~erlendirmek gereksinimini bir hayli geç duymu~lard~ r. ~~ 93o'lu y~llara kadar Amerika'da klasik etüdler bir uzmanl~ k konusu olarak görülmü~tür; bu etüdlerin insana dü~ünsel, etik ve estetik bir formasyon verdi~i, Avrupa'n~n kültürel üstünlü~ünün buradan kaynakland~~~~ hiç dü~ünülmemi~tir. Ancak Hitler zaman~ nda Almanya'dan kaçan birçok

(3)

ünlü Alman filologu Amerikan üniversitelerinde kürsü sahibi olunca, bir-çok Amerikal~~ genç bu alana büyük ilgi gösterdi. Bilindi~i gibi, o dönem-de yurtlar~ n~~ terk edönem-den Alman bilginlerine kucak açan ba~ka bir ülke dönem-de Türkiye'dir. Atatürk'ün giri~imi ile üniversitelerimizde görev alan Alman bilginleri ülkemizde yüksek ö~retimin yüksek bir düzeye ç~kmas~nda önemli rol oynam~~lard~ r. Klasik filoloji alan~nda Ankara'da Prof. Georg Rohde, ~stanbul Üniversitesi'nde önce Walter Kranz, sonra bir Belçika% -Prof. Paul Moreaux- klasik edütleri ba~latan ki~iler olmu~lard~ r.

Amerika'ya yerle~en Alman f~lologlar~~ say~ca ve ~öhretçe dikkati çek-mektedir. Bunlar~ n aras~ nda Werner Jaeger vard~, Hermann Frinkel, Frie-drich Solmsen vard~, Paul Friedl&~der ve Kurt von Fritz vard~. Bu otorite-ler Amerikal~lara Yunan ve Roma uygarl~~~n~n fikir ve sanat hazineotorite-lerini tan~tt~ lar. Bu hazinelere yakla~man~n ve onlar~~ de~erlendirmenin usullerini gösterdiler. Amerika'da yeni bir filolog ku~a~~~ yeti~ti: bu gençler metin tespiti, yorum, aç~ klama konular~ nda bol say~da eser verdiler, Yunan ede-biyat~ na merak sard~lar. Monografiler, incelemeler yay~ nlad~lar. Klasik filo-lojiye ilgi bütün Birle~ik Devletlere yay~ld~. Homeros ve Yunan tragedyala-n Amerikal~tragedyala-n~ tragedyala-n getragedyala-nel kültürütragedyala-nde yer edece~i izletragedyala-nimitragedyala-ni uyatragedyala-nd~rd~. Klasik dü~ünce yeni dünyaya egemen olmak üzereydi'. Filoloji alan~nda bir Al-man, ~ngiliz, Frans~z, Italyan ekolü oldu~u gibi bir Amerikan ekolü de olu~abilirdi. Gerçi ilk Amerikal~~ f~lologlar Almanya'da ve ~ngiltere'de yeti~-mi~lerdi. 30'lu y~llarda Birle~ik Devletlere s~~~nan Alman filologlan kendi ekollerinin yay~ lmas~ na neden olmu~lard~. Ancak ayn~~ y~llarda birkaç ~ngi-liz filologu da Amerika'ya göç etmi~ti 3. Amerikal~lar yarad~l~~~ itibar~yla Al-manlar~ n usta-ç~ rak usulüne yatk~n de~ildiler. Bugün tuttuklar~~ yol ~ngiliz ekolüne daha yak~n olduklar~ n~~ göstermektedir'. Ama önemli olan bu de-~ildi, önemli olan Amerika'n~ n Avrupa'ya uyarak kendi e~itim ve

2 Bk. Diskin Clay "Greek Studies" in La Filologia Greca e Latina ne! Secolo XX, Atti del Congresso internazionale, vol. I, Giardini Editori e Stampatori, Pisa 1989, s. 277: "The-re was Richmond Lattimo"The-re's Riad (1951), which has become the American Homer, Greek tragedy was made a part of American culture by the Chicago series, and..."

' Bunlann aras~nda Arthur Darby Nock ve Shackleton Bailey vard~. Bk. Georg Luck, "La critica testuale greco-latina" in La F~lologia Greca e Laiina ne! Secolo XX, s. 237.

° David O. Ross Jr. Alman ö~retim sisteminde seminerin önemine i~aret ettikten son-ra ~öyle diyor: "I suspect that the aveson-rage American seminar bears little resemblance to its German model. The German system is based on respect for professorial authority and on discipline and intellectual rigor and thoroughness: these are not virtues usually attributed to the American character". Bk. "Latin Philology" in La Filologia Greca e Latina ne! Secolo XX yol.!, s. 31o.

(4)

516 SUAT S~NANO~LU

kültürünün temeline humanist dü~üncenin ürünü olan de~erler sistemini yerle~tirmeye yönelmi~~ olmas~yd~.

insanl~~~ n manevi evriminin bu a~amaya gelmesi her bak~mdan sevdiriciydi. Bilim ve bilime paralel olarak teknoloji süratle geli~iyordu; in-sanl~~~n dü~ünsel ve etik alanlarda da ayn~~ h~zla ilerleme kaydetmesi do-~al bile kar~~lanabilirdi. Ancak daha ~~ g2o'lerde i~~ hayat~ nda nitelikli i~çi, okul ç~ k~~l~~ usta, yetenekli teknik eleman gereksiniminin artmas~~ ile e~itim alan~ nda modemist diye bilinen bir ak~m ba~göstermi~ti. Modernistler kla-sik ö~retimin gereklili~i konusunda ku~kulu olduklar~n~~ ileri sürüyorlard~. ~ki ölü dilin ö~renilmesi çok vakit al~yordu, pratik bir yarar~~ da görülmüyordu. Bu dillerin biri hatta her ikisi kald~ r~labilir, yerine ikinci bir yabanc~~ dil konabilir ya da matematik gibi derslere daha çok a~~rl~k verilebilirdi. Böyle dü~ünenler filolojinin insana belli bir zihin habitus'u kazand~ rd~~~ n~~ bilmeyenlerdir. "Böyle bir zihin habitus'una sahip insan, somut gerçekle sürdürdü~ü ili~kinin verdi~i bir al~~kanl~ kla, her ~eyin do~-rulu~unu bizzat aramak ister; bu da ara~t~ r~c~ n~ n ele~tiri süzgecinden geç-meyen her türlü dogman~ n ve auctoritas'~ n y~ k~l~ p yok olmas~na neden olur" 5. Modemist ak~m kar~~s~ nda endi~emi 96o'ta bu sözlerle dile getir-mi~tim. Ama bat~da klasik liselerin yan~ nda fen liselerinin kurulmas~~ ile bu sorun bir süre için halledilmi~~ oldu.

Humanist temelli e~itimin bütün geli~mi~~ ülkelerde egemen olaca~~~ izlenimini uyand~ ran bu dönemde aksayan daha ba~ka yanlar yok de~ildi. Klasik filoloji bütün bat~l~~ toplumlar~n ilgilendi~i bir alan olmakla beraber ulusal s~ n~ rlar her ülkenin çal~~malar~ n~n ba~ka ülkelerde tan~ nmas~na san-ki engel oluyordu. Alman ekolü Frans~z ekolünü, Frans~z ekolü ~ngiliz ve ~talyan ekollerini tan~m~yor ya da tan~ mak istemiyordu. Her ekol kendi içine kapanm~~t~. Nedenleri üzerinde durulmam~~t~ r. Ancak basit oldu~u kadar en etkili neden ~u olabilir: filologlar dilcidirler, iki ölü dil bilirler, ana dillerinden ba~ka bir ya da iki yabanc~~ dil de bilirler, ama filologlar klasik ça~la ilgili etüdlerin yaz~ld~~~~ bütün dilleri bilemezler. Bilinmeyen bir dilde yaz~ l~~ bir metni de~erlendirmek hiç te kolay de~ildir. Klasik filo-loji alan~nda uluslararas~~ i~birli~i en önemli eserlerin çe~itli dillere çevril-mesi ile ba~lam~~t~ r. Örnek olarak Werner Jaeger'in ünlü eseri Paideia'n~n ~~ 939'da Highet taraf~ ndan ingilizceye çevrilmesini gösterebiliriz.

' Suat Sinano~lu, L'Humanisme i Venir, Dil ve Tarih-Co~rafya Fakültesi, Ankara 1960, s. 208. (2. Bask~~ 1973). Türkçe çevirisi: Türk Humanizmi, Türk Tarih Kurumu, Anka-ra 1980, S. 193. (2. Bask~~ 1988).

(5)

Amerikal~lar~n bütün gayretlerine ra~men istedikleri ölçüde ve de~er-de klasik etüdlere katk~da bulunamamalar~ n~ n nede~er-deni Birle~ik Devletlerde~er-de ortaö~retimde yunanca ve latince'nin yer almamas~ , dolay~s~yla -t~pk~~ Türkiye'de oldu~u gibi- Amerikal~~ gençlerin klasik filoloji çal~~malar~ na 17-18 ya~lar~ nda ba~lamalar~d~ r.

Humanist de~erlerin -modernistlerin kar~~~ ç~kmalar~ na ra~men- Avru-pa'da egemen oldu~u, Amerika'da da yay~lmaya ba~lad~~~, humanist ay-d~ nlar~ n kamuoyunun olu~mas~nda önemli rol oynaay-d~~~~ bu dönemin ~kinci Dünya Sava~~'n~~ izleyen y~llarda da sürdü~üne tan~ k oluyoruz. Büyük, ani de~i~im; Amerika ve Avrupa'y~~ temelinden sarsan, e~itim sistemlerini terk etmelerine, kültürel kaynaklar~~ ile ilgilerini kesmelerine, ba~ka bir ya~am felsefesi benimsemelerine neden olan büyük de~i~im 5o'li y~ llar~n sonlar~-na rastlar.

Radikal bir de~i~medir bu, çünkü e~itimin özü ve hedefleri de~i~tiril-mi~tir: insan~ n insan olarak de~il, üretici olarak, teknik eleman, yar~~ ya da tam robot olarak yeti~mesi ye~lenmi~tir. Böylece fark~ na var~lmadan ça~-da~~ uygarl~~~ n varl~~~~ tehlikeye dü~ürülmü~, insanl~~~ n üç dört bin y~ ll~ k manevi evrim sürecine set çekilmi~tir.

De~i~imin birden ve çok k~sa bir sürede gerçekle~mesine yol açan olay ise Sovyet Rusya'n~ n 1957 y~l~ nda uzaya ilk sputnik'ini f~ rlatmay~~ ba-~armas~d~ r 6. Birle~ik Devletler'de bir sputnik psikozu has~l oldu; kamu-oyu Sovyet Rusya'n~ n uzay yar~~~ nda ne kadar ilerde oldu~unu aç~k bir ~ekilde görmü~~ oldu. Aradaki mesafeyi kapatmak için inan~lmaz bir gayret sarf edildi: bütün yetenekli gençler müspet bilimler alan~ na çekilmek isten-di, onlara her türlü imkan tan~ nd~. Bununla da yetinilmeyerek dünyada genç ya~ta yeteneklerini göstermi~~ olanlar Amerika'ya davet edildi, onlara da ayn~~ imkanlar sa~land~. Bu bir çe~it dünya zeka seferberli~i idi. Avru-pa Amerika'ya uymakta hiç gecikmedi. ~a~~lacak bir süratle ayn~~ yolu tut-tu. Teknoloji yar~~mas~~ ba~lam~~t~. Böyle bir ça~da latince, yunanca oku-makla vakit kaybetmenin anlams~z oldu~u kan~s~~ bir anda yay~ ld~ ; klasik e~itim gözden dü~tü. Hemen o y~llarda ~ ngiltere'de Oxford Üniversitesi'ne girme ~artlar~ ndan latince okumu~~ olma ~art~~ kald~ r~ld~. Fransa'da üniver-sitenin hiçbir fakültesi için klasik e~itim görmü~~ olma ~art~~ aranmad~ .

" Bk. Suat Sinano~lu, "Teknolojik ça~da klasik etüdlerin durumu" in Anadolu XV (1977), Ankara eniv. 1973, ss. 27-39, özellikle s. 28.

(6)

518 SUAT SINANO~LU

Edebiyat fakültelerinde Frans~z dili ve edebiyat~~ için bile üniversitede izle-necek bir iki y~ll~k latince dersleri yeterli görüldü'.

Bugün Avrupa ülkelerinde yunanca ö~retimi hemen hemen tamam~y-la terk edilmi~tir. ~skandinav ülkelerinde durum budur. Almanya'da, neo-humanizm ça~~nda Yunan kültürünü ön plana ç~karan, hatta Roma ede-biyat~n~~ Yunan edebiyat~n~n bir taklidi olarak gören ak~m sayesinde, üni-versiteye haz~rlayan ortaö~retim kurulu~lar~nda yunanca ~ubesi kald~r~lm~~~ de~ildir. Ancak bu ~ubelerde kaç ö~renci okudu~u, kaç ~ubenin ö~renci-sizlikten faal olmad~~~~ ayr~~ bir ara~t~ rma konusudur. Fransa'da, ~talya'da ana dillerinin kayna~~~ latince oldu~u için ö~renciler latince ~ubesini ye~le-mektedirler.

Modernistler iki ölü dil ö~renmektense, Yunan ve Roma yazarlar~ n~n eserlerini çevirilerinden okunmas~n~~ tavsiye etmi~lerdi. Günümüzde, bu iki dili bilmemenin sonucunda Ingiliz gençleri Shakespeare'in, Frans~z gençle-ri ise kendi eski klasiklegençle-rinin bugünkü dile çevgençle-rilmesini talep etmektedir-ler. E~itimciler yeni ku~aklann bu talepleri kar~~s~nda, ana dillerini imla hatas~~ yapmadan yazamamalan kar~~s~nda soruna kesin bir çözüm bula-mamaktad~rlar. Filolojinin insan~n zihin yap~s~n~~ olu~turmakta temel etken oldu~u gerçe~i gözden kaçmaktad~r. Yeni ku~aklar kendi ça~lann~ n büyüsüne kap~ld~klar~~ için, bugüne nas~l gelindi~ini merak etmedikleri ve bilmedikleri için, tarih perspektifi kavram~na yabanc~la~m~~t~r ve insanl~~~n geçirdi~i manevi evrim sürecinden habersizdir. Bir tak~m bat~l~~ ayd~nlar bu durumu yak~nlarda ke~fetmi~~ görünüyorlar8.

Bugün bat~da klasik e~itim büyük bir gerileme gösteriyorsa da, hatta tarihe kar~~makta oldu~u izlemini uyand~nyorsa da, klasik etüdler üniver-sitelerde -Amerika Birle~ik Devletleri'nde de: bu ülkede 35 üniversitede klasik filoloji kürsüsü vard~r- bütün ciddiyeti ile sürdürülmektedir. Ancak

~g62'de Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekan~~ Eski Ça~~ tarihçisi Prof. Aymard ile görü~tü~ümde klasik okullardan gelenlerin arkada~lar~ndan üstün durumda bu-lunmalar~ n~n do~al oldu~unu, ancak klasik okul ç~ k~~l~~ olma ~art~~ aranmad~~~~ için Frans~zca bölümünü seçen her ö~rencinin frans~zca ö~retmeni veya profesörü olabilece~ini ifade et-mi~tir. Ancak o y~llarda klasik liselilerin say~s~~ bir hayli yüksekti. Bugün böyle bir durum söz konusu de~ildir.

Bk. Jean-Marie Domenach, Europe: Le defi culturel Ed. La Decouverte, Paris ~ ggo, ss. 33-34: "L'Europe des anrkes cinquante n'etait pas si bin de celle d'Erasme et de Bude. Les gens qu'on y rencontraient avaient fait du grec et du latin, bu Platon, Goethe et Des-cartes...." Bugün ise "Ce n'est plus l'Europe d'une elite humaniste, mais celle des masses, d'ot~~ d'autre elites ont surgi, portees vers la technique et l'economie".

(7)

klasik etüdler art~ k bir uzmanl~ k alan~~ olarak görülmektedir; klasik ça~~n büyük sanat ve fikir eserleri ça~da~~ bat~l~~ toplumlar~ n genel kültüründeki yerini gitgide yitirmektedir. Homeros, Yunan tragedya ~airleri bat~l~~ insa-n~ n kültür bilincinde art~ k ya~amamaktad~rlar. Bunda klasik etüdlere ya~a-m~ n~~ adaya~a-m~~~ bilim adamlar~~ aras~ ndan büyük humanistlerin çok daha az say~da ç~ kmas~ n~ n da etkisi vard~r. Nedenleri üzerinde durulmam~~t~ r. Ba-na öyle geliyor ki eski ça~~n büyük klasikleri üzerine yüzy~llar boyunca o kadar çok eser yay~ nlanm~~, her aç~dan öylesine incelenmi~lerdir ki, yeni ku~aklar kendilerinden önceki bibliografya yükünün alt~ ndan kolay kolay kalkamamaktad~ rlar; üstelik yeni bir görü~~ getirmelerinin uzak bir olas~l~k oldu~unun da fark~ ndad~rlar. Bu yüzden -her bilim adam~~ ele ald~~~~ ko-nuya özgün bir katk~da bulunmay~~ arzu eder- bugünkü f~lologlar ya bugüne kadar daha az ilgi çekmi~~ ikinci, üçüncü derecedeki yazarlarla me~gul olmay~~ ye~lemektedirler, ya da çok daha az ilginç olduklar~~ için bir kenarda kalm~~~ geç devir yazarlanna yönelmektedirler. Bu çe~it yazar-lar da o ara~t~nc~lann dü~ünce ufukyazar-lar~n~~ geni~letecek, insanl~k anlay~~yazar-lar~- anlay~~lar~-n~~ yüceltecek güçte olmad~ klar~~ için, Avrupa fikir tarihine yön vermi~~ olan büyük humanistler gibi humanistler art~ k yeti~memektedir.

Buna kar~~l~ k filolojinin bütün inceliklerini bilen, elyazmalann~~ de~er-lendirmede ve metin saptamas~ nda usta, bir metnin yorumlanmas~~ için gereken bütün yan bilgilere sahip çok de~erli filologlar bugün de yeti~-mektedir, ancak kendi uzmanl~k konular~ n~n derinine inen bu insanlar dar bir uzmanl~ k alan~~ içinde kal~yorlar, ça~da~~ ku~aklar~ n e~itimi üzerine, dünyan~ n genel sorunlar~~ üzerine e~ilemiyorlar ve klasik dü~üncenin orta-ya koydu~u de~erlerin koruyucusu ve orta-yay~c~s~~ olma görevini terk etmi~~ görünüyorlar. Bugün dünya kamuoyunu onlar de~il, sosyologlar ve tekno-kratlar yönlendiriyor. E~itimde yetkili söz sahibi pedagoglard~ r. Yetki e~i-tim bakanl~ klar~~ ile e~ie~i-timde söz sahibi olduklar~ n~~ iddia eden i~~ çevreleri-nin elindedir. Yeni ça~a, yeni ~artlara uymak, dolay~s~yla i~~ hayat~nda ge-reksinim duyulan teknik elemanlar~, meslek formasyonu olan ki~ileri yeti~-tirmek gerekti~i dü~üncesi e~itim alan~ na hakimdir ve insan~n her ~eyden önce insan olarak yeti~mesini sa~layacak gerçek e~itimin de~eri, anlam~~ büsbütün unutulmu~tur. Bunun en aç~ k kan~t~~ Unesco'dur. Birle~mi~~ Mil-letler sistemi içinde yer alan ve görevi e~itim, bilim, kültür ve ileti~im yolu ile insanlara yeni de~erler kazand~rmak ve böylece ba~l~ca hedefi yeryüzünde sürekli evrensel bar~~~~ kurmak olan bu büyük örgütte klasik formasyonlu humanistlerin sesi duyulmamaktad~ r. Teknolojik geli~menin insanc~l ve ak~lc~~ dü~ünceyi ve bu dü~üncenin yaratt~~~~ de~erler sistemini

(8)

520 SUAT SINANO~LU

tehdit etti~i bir s~rada, Unesco'da insan ve toplum bilimlerine bugüne ka-dar çok az yer verilmi~tir. Klasik dü~ünceyi bir süreden beri Unesco'da yaln~zca iki ki~i temsil etmektedir: Fransa milli komisyonu ba~kan~~ Prof. Sirinelli ile Türkiye milli komisyonu ba~kan~~ Prof. Sinano~lu.

Milli Komisyonumuz y~llardan beri Unesco'da insan ve toplum bilim-lerine daha geni~~ bir yer verilmesi tezini savunmu~, bu disiplinler aras~ nda felsefeye tan~nan önceli~in tarihe de tan~nmas~n~~ (Hindistan'la birlikte) ta-lep etmi~~ ve sa~lam~~, 1985'ten beri de filolojiye de öncelik tan~nmas~~ ge-rekti~ini ileri sürmü~, son olarak toplumlar~n sosyal ve kültürel yap~s~~ üze-rindeki etkisini göz önünde tutarak hukuka da yer verilmesini istemi~tir. Ancak bu görü~leri aç~klamakta ülkemizde ne kadar güçlük çekiyorsak, bugün ayn~~ güçlü~ü bat~da da çekmekteyiz. Kar~~m~za ç~kan insan~ n problemlere bak~~~, ilgileri, forma mentis'i klasik dü~ünceden esinlenme-mektedir, kaynaklanmamaktad~r. Bu insanlar ~kinci Dünya Sava~~'ndan sonra Avrupa'y~~ kas~p kavuran ve en büyük tahribat~~ e~itim alan~nda ya-pan bunal~ml~~ y~llar~n yeti~tirdi~i ku~a~a mensupturlar. Bu ku~ak bugün i~~ ba~~ndad~r. Onlara hummal~~ bir hareketlilik içinde olan dünyalannda felsefenin, tarihin ve özellikle filolojinin yerinin ne oldu~unu anlatmak ko-lay de~ildir. Klasik dünyay~~ kendi ara~t~ rma alan~~ olarak seçenler bile -Av-rupa'n~n de~i~mekte oldu~unu ve bu de~i~menin kayg~~ verici oldu~unu fark etmelerine ra~men- Unesco ile f~loloji aras~nda bir ili~ki kuramamak-tad~rlar. Unutulmamal~d~r ki bugün bütün okullarda felsefenin, hatta tari-hin okutulmas~nda yarar görmeyen pek çok "e~itimci” bulunmaktad~ r. ~u s~ralarda okullarda tarih dersini k~s~tlamak, baz~~ tarih dönemlerini (bu arada klasik ça~~ tarihini) okutmamak, hatta tarih derslerine hiç yer ver-memek için yap~lan çe~itli giri~imlere tan~k olmaktay~z. Böyle bir ortamda filolojiyi savunmak olanaks~zd~r. Esasen bat~da filolojinin insan zihnini bi-çimlendirici bir disiplin oldu~u aç~ kl~ kla ortaya konmam~~t~r; filolojinin t~pk~~ tarih gibi gerçeklere bir yakla~ma ~ekli, bir tan~ma ~ekli olarak de-~erlendirilmesi gerekti~i ise hiç akla gelmemi~tir 9. Bat~l~~ insana gerçekleri tan~may~~ ö~reten, ona gözlemcilik, ele~tiricilik niteliklerini kazand~ ran, onu sistemli dü~ünmeye sevk eden, yarg~ya yarma gücünü veren filolojidir. Ba-t~~ filolojik e~itimi terk etmekle, kendi kendini inkar etmekte, insanc~l ve ak~lc~~ de~erler sistemine yabanc~la~makta, insanl~~~ n manevi evrim sürecini engellemektedir.

(9)

Bu söylediklerimin en aç~k kan~t~~ bugünkü dünyan~n halidir. Bat~l~lar yak~n zamana kadar bunun bilincindeydiler. Bugüne kadar kendi dünya-lar~~ d~~~nda kalan ülkelerin kültürleri ile fazla ilgilenmedikleri için, bat~l~~ olmayan toplumlar~n kendi yaz~l~~ kaynaklar~n~~ (özellikle kutsal kitaplar~n~) hangi esaslara göre yorumlad~klan üzerinde durmuyorlard~. Ancak ~kinci Dünya Sava~~'n~~ izleyen y~llarda, bu amaçla kurulan Unesco'nun büyük çabas~~ ile ilk defa ve bilimsel düzeyde yeryüzünde mevcut çe~itli ülkelerin e~itim sorunlar~, geleneklerinin dayand~~~~ de~erler, sanat anlay~~lar~, sosyal ve kültürel yap~lan, ekonomik durumlar~~ kar~~la~t~rmal~~ olarak ve evrensel aç~dan ele al~nmaktad~r. Bu ortamda bir tak~m ülkelerin kendi varl~klar~n~~ daha güçlü bir ~ekilde duyurma ve kendi kültürel kimliklerini ortaya koy-ma hareketi kar~~s~nda, bugün dünyada varl~~~n~~ sürdüren kültürlerin kay-naklar~n~n hangi esaslara göre de~erlendirildi~i sorunu ciddiyetle ele al~ n-d~. Sonuç bilinen sonuç olmu~tur. Filolojik formasyonu olmayan insan aç~klayaca~~~ metnin ne ifade etmek istedi~ine de~il, kendisince ne ifade et-mesi gerekti~ine önem verir, metni sahip oldu~u inanca ya da güttü~ü maksada uygun ~ekilde yorumlar; bir ba~ka deyi~le "quod erat demons-trandum” kan~tlanm~~~ olur I°.

Ne yaz~k ki bu çe~it metin yorumlanna bugün f~lolojinin vatan~~ olan bat~da da rastlanmaktad~r. örne~in, Katolik ayd~nlar sosyal adalet gibi in-sanl~~~n son zamanlarda eri~ti~i bir tak~m kavramlarm kendi kutsal kitap-lannda mevcut oldu~unu ciddiyetle ileri sürebilmektedirler.

~uras~~ aç~kt~r ki bat~l~lar~n kendi e~itim sistemlerinin dayand~~~~ temel de~erlerden ve güttü~ü amaçlardan kopmalar~~ yeni yeti~en ku~aklar~n dü~üncesini, ahlak de~erlerini, estetik anlay~~~n~~ çok derinden etkilemi~tir.

'° Bu konuda bk. Tzevetan Todorov, Symbolism and Interpretatton. Translated by Cathe-rine Porter. Routledge a. Kegan Paul, London 1985, özellikle ss. 97-129: "A Finalist Inter-pretation: Patristic Exegesis". - 198,9'da 25. Unesco Genel KonftTansinda, tarih konusunda konu~urken, filolojinin bütün dünyada itibar gören bir disiplin haline gelmesi gerekti~ini savundum: "A notre avis, la philologie devrait etre inclue dans la liste des disciplines prio-ritaires. C'est un fait que tout peuple eprouve orgueil de son histoire, mais il ne faut pas oublier que l'obscurantisme, le fanatisme, le militarisme, le racisme, la discrimination entre les sexes sont l'heritage du passe. Or retude du passe, des le debut de l'âge historique, se base sur le materiel ecrit. Et l'etude des sources ecrites est le domaine de la philologie. Si l'on ne veut pas que l'histoire reste une espece d'epopee nationale qui s'ecarte de toute ve-rite historique, si l'on ne veut pas que le passe soit un modele inchangeabe empechant tout ciron de modernisation, si on veut que la verite historique ait le dessus sur l'apologie du passe, il faut que la philologie devienne une discipline cultivee universellement”. Bk. Unesco Türkiye Milli Komisyonu, Yönetim Kurulu Raporu 1989, s. 285.

(10)

saz SUAT SINANO~LU

Yeni ku~aklar~n ya~ay~~~ , ya~am felsefesi, zihin yap~s~~ de~i~mi~tir. Bu de~i-~ikli~in en korkulur yan~, bat~l~~ insan~ n en az üç bin y~ldan beri süregelen insanl~~~n manevi evrim sürecine ve bu sürecin Klasik ça~, Rönesans, Ay-d~ nlanma ça~~, Frans~z ~ htilali gibi belli ba~l~~ fikir kaynaklar~ na süratle ya-banc~la~makta olmas~d~ r. Avrupa'n~ n "deshumanisation" -Avrupa'n~n ken-dine özgü humanist kültüründen uzakla~mas~- olay~~ ile kar~~~ kar~~yay~z ".

Konumuz "21. yüzy~la girerken klasik ça~~ dü~ünçesi, Avrupa ve

Türkiye" oldu~una göre, ele ald~~~m~z konulara daha büyük bir aç~ kl~ k getirebilmek için, bu sorunlar~~ daha geni~~ bir çerçeve içinde evrensel bo-yutlar~~ ile de~erlendirmek gerekir. Bugün Türkiye'de, Avrupa'da ve bütün dünyada de~ilse de Ortado~u men~eli tek tanr~l~~ üç büyük dinin yay~ld~~~~ be~~ k~tan~ n bütün ülkelerinde gözlenen bir fenomen üzerinde durmam~z yararl~~ olur.

Ça~~m~z dü~ünürleri bugün bütün dünyada çok canl~~ ve güçlü bir di-ne dönü~~ hareketinin süratle yay~ld~~~~ konusunda fikir birli~i etmektedir-ler. Bu gözlem do~rudur. Ancak ~slam alemindeki fondamentalist ak~ mla-ra bakamla-rak yeryüzündeki bütün Müslümanlar~ n siyasal, sosyal ve kültürel ya~amlar~nda dinsel esaslara dönmek azminde olduklar~ n~~ sanmakla ya da öyle göstermeyi ye~lemekle ne kadar yan~l~yorlar ya da maksatl~~ davran~-yorlarsa, H~ristiyan ve Yahudi toplumlar~ nda görülen dinsel nitelikli hare-ketlerin çok de~i~ik nedenlerden kaynakland~~~n~~ dikkate almadan, bütün bu ak~ mlar~~ dünyay~~ kaplayan tek bir fenomen olarak de~erlendirmekle de ayn~~ ölçüde yan~l~yorlar.

Dinsel hareketlerin kaynakland~~~~ nedenler üzerine e~ilen insan bun-lar~n çok çe~itli ve birbiriyle irtibats~z denecek kadar farkl~~ olduklar~ n~~ görecektir. Bu nedenlerin ba~kalar~, bence, ~unlard~ r: I) ~slam aleminde toplumlar~n sosyal ve kültürel yap~s~~ dinsel esaslara dayan~ r; ça~~m~z~n ~artlar~~ ve gerçekleri kar~~s~ nda yenilenme gayreti içine giren Müslüman ülkeler dahi bu esaslara, teorik düzeyde de olsa, ba~l~~ kalmaktad~ rlar. Müslüman toplumlar~n bir k~sm~~ bilim, fikir ve sanat adamlar~ n~ n evrensel forumu olmak iddias~~ ile kurulan Unesco gibi örgütlerde, kendi kültürel kimli~ini perçinlemek gereksinimini duymu~, din alan~ nda yo~un çal~~- Bu konuya de~inen konu~malanm~n ilkini 1-6 Nisan 1963'te Aix-en-Proyence'da düzenlenen VII. G. Bude Kongresinde yapt~m; bk. Suat Sinano~lu, "Humanisme actuel et occidentalisation" in Actes du VII. Congres de l'Assoe. G. Bude, Les Belles Lettres, Paris 1964, ss. 579-588 (ayn~~ metin Human~sme Contempora~ne'de yay~nland~, Les Belles Lettres, Paris 1964, ss. 69-76).

(11)

malara giri~mi~, Müslümanl~~~~ kurulu~~ y~llarmdaki safl~~~~ ile ihya etmek amac~~ ile -kitlelerden gördü~ü büyük deste~e dayanarak- eyleme bile geç-mi~tir. 2) Museviler aralar~ndaki ba~lar~~ ve dayan~~may~~ koruyabilmek için ezelden beri kültürel kimliklerinin esas~ n~~ olu~turan dini inançlar~na ba~l~-d~ rlar. Israil devleti varl~~~n~~ koruyabilmek için bütün dünyadaki soyda~la-nn~ n deste~ine muhtaçt~r. 3) H~ristiyan aleminde dinsel ak~mlar daha çok ça~~m~z~n siyasal ~artlar~~ ile bu ~artlar~n insanlarda yaratt~~~~ manevi sars~n-t~lardan kaynaklanmaktad~ r. Do~u Avrupa'da gözlenen dinsel uyan~~~n te-mel nedeni sosyalist devletlerde kurulan totaliter rejimlerin bask~s~na kar~~~ Kilisenin halk~ n koruyucusu ve ona teselli kayna~~~ olmak gibi bir rol üstlenmi~~ olmas~d~r. Katolik ve Protestan bat~da ise birçok ve birbirinden çok farkl~~ çevrelerde dine dönü~~ diye nitelenebilecek hareketlerin do~u~~ nedenlerini tahlil etmek o kadar kolay de~ildir. Ba~l~calann~~ saymakla ye-tinmeliyiz: a) orta ö~retimde klasik etüdlerin yerine teknik ve mesleki derslere a~~rl~k verilmesi sonucunda humanist de~erlerin bat~l~~ insan~n for-masyonunda yer almay~~~~ onda manevi büyük bir bo~luk yaratm~~t~r; b) bu, ak~lc~~ dü~üncenin her sorunun üstesinden gelebilece~inden ku~ku du-yulmas~ na yol açm~~t~r; c) ugaddar" neo-kapitalist düzende birey ekonomik güç sahipleri kar~~s~ nda korumas~z b~rak~lm~~t~r.

Islam aleminde fondamentalist ak~ mlar bu ülkelerin ça~da~la~ma ça-bas~n~~ büyük ölçüde engellemekte, bilim ve teknoloji alanlar~nda hamle yapmalar~n~, birer ekonomik güç haline gelmelerini önlemektedir.

Kültürel kimli~in kendi içine kapanmak, kültürler aras~~ ili~kilere set çekmek olarak anla~~lmas~~ sonucunda, örne~in ba~~ms~zl~~~na bir süre önce kavu~an Cezayir'de e~itimden sömürgecilik y~llar~= bütün izlerini silmek gayreti ile 7o'li y~ llar~n ortalar~nda e~itimi bütünüyle "arapla~t~rma" politikas~~ okullardan frans~zca dersinin kald~r~lmas~ na neden olmu~tur. An-cak frans~zca, sömürgeci Frans~zlar~n dili olma niteli~i yan~nda bat~~ fikir ve bilim dünyas~ n~n kap~s~n~~ açan bir kültür dili de oldu~u dikkatten kaç-m~~t~ r. Bugün Cezayir'de yeni ku~aklar ça~~n gereklerini kar~~lama aç~s~n-dan daha önceki ku~aklara göre daha az haz~rl~kl~~ görünmektedirler '2.

Ça~da~~ ya~am~ n ~artlar~ n~~ de~erlendirmeyen, gereklerine e~itim sis-temlerinde yeterince yer vermeyen bu a~~ r~~ davran~~lar~n sanayile~mi~~ ülkelere yarad~~~ ndan ku~ku duyulmamal~d~r. Sanayile~mi~~ ülkeler

12 Jilles Kepel, La revanche de Dieu: Chre.tiens, juifs et Musulmans a la reconquite du mon-de. Paris, Seuil iggi, S. 70.

(12)

524 SUAT SINANO~LU

sömürgecilik döneminde de, sömürgecilikten sonraki dönemde de üçüncü dünya toplumlar~n~n ilerlemesini, insanl~~~n evrim sürecine kat~lmas~ n~~ el-den geldi~ince önlemeye çal~~m~~lard~r B.

Ele ald~~~ m~z konu aç~s~ ndan H~ ristiyan -Katolik ve Protestan- bat~da halen etkin olan ve gittikçe güç kazanan dinsel ak~ mlar çok daha ilginç-tir. Katolikler Frans~z ~ htilali'ni ba~~ndan itibaren ~sa'n~n yeryüzündeki egemenli~ine son vermeye yönelik me~um bir olay olarak görmü~ler ve Frans~z ~htilali'nin ilkelerine kar~~~ amans~z bir sava~~m vermi~lerdir. ~talya'da ~kinci Dünya Sava~~'ndan önceki y~llarda Mussolini'nin diktatörlü~ü za-man~ nda bile bir Katolik gençlik örgütü olan Azione Cattolica rejime kar-~~~ direnmekle ün salm~~t~. ~talya'da ve di~er Katolik ülkelerde, bu çe~it örgütler ve bu örgütleri destekleyen Katolik kilisesi dinsel inan~~larla ça~-da~~ dü~ünce ve modern bilimsel teoriler aras~ nda bir anla~ma ve uyu~ma yolu bulmak için büyük çaba gösterirlerken, bugün art~k H~ ristiyan dinini devlet yönetimi kat~ nda, toplumun ahlak anlay~~~~ ve günlük ya~am~nda egemen k~lmak için çal~~maktad~ rlar. Katolik çevreler ak~lc~~ dü~üncenin varabilece~i en yüksek noktaya vard~~~ n~~ ve tükendi~ini iddia ederek kendi düzenlerini alternatif olarak ileri sürmektedirler.

Kuzey Afrikal~~ Müslüman k~zlar~ n Fransa'da okula ba~lar~ n~~ örterek gitmekte direnmeleri bu hükümet için ciddi bir sorun olmu~, bu arada la-ik yasalara, lala-ik ya~ay~~a ra~men Fransa'da lala-ikli~in tart~~maya aç~lmas~ n-dan korkuldu~u, Fransa'da ve genellikle Avrupa'da laikli~in yeterince an-la~~lmad~~~~ ve yeterince -teorik düzeyde- yerle~medi~i gerçe~i ortaya ç~ k-m~~t~ r. Nitekim Frans~z hükümeti inand~ r~c~~ olmayan gerekçelerin arkas~ na s~~~ narak, ba~~ örtüsü konusunda karar verememi~~ ve karar yetkisini okul müdürlerine devretti~ini ilan etmi~tir. Bat~ n~ n bugünkü durumu Edouard Herriot'nun Atatürk'ün kurdu~u laik düzene niçin hayran oldu~unu çok iyi aç~ klamaktad~r.

H~ ristiyan aleminde ak~ lc~~ dü~ünceye en çok itibar eden Protestanlar-d~ r. Ama Protestanl~ k ta bugünkü zaman zaman a~~ r~~ e~ilim gösteren din-

Beyazlardan olu~an Güney Afrika hükümetleri sürekli olarak yerli halk~n gelenekle-rinden, geleneksel ya~ay~~lar~ndan kopmamalan telkininde bulunmu~lard~r, bk. Suat Sina-no~lu, "Teknolojik ça~da klasik etüdlerin durumu", in Anatolia XV (1971), Ankara Univ. 1973, s. 39. Ancak 1985'te, XXIII. Unesco Genel Konferans~nda genel kurulda söz alan Af-rika Milli Kongresi temsilcisi Msiman bu duruma isyan ederek, Bantulara özel bir e~itim program~~ uygulanmas~n~~ ~iddetle ele~tirmi~, ö~renim ve kültür kap~lar~n~n herkese aç~k ol-mas~~ gerekti~i görü~ünü savunmu~tur, bk. Unesco Türkiye Milli Komisyonu, ronet~m

(13)

sel ak~mlar~n etkisi d~~~nda kalamam~~t~r. incirin saptad~~~~ esaslara aynen uyulmas~~ gerekti~i inanc~n~~ yaymakla öz bak~m~ndan ~slam dünyas~ndaki fondamentalist ak~mlardan pek de farkl~~ olmad~~~n~~ gösteren Evanjelist ak~ mlar dikkat çekicidir. Unutulmamal~d~r ki Avrupa'dan Yeni dünyaya göç edenler, zaman~n tahribine u~ram~~~ evlerini, eski mahallelerini terk ederken ortaça~~n manevi miras~n~n yükü alt~nda ezilen yurtlannda zihin-lerini saran pek çok hurafeyi, pe~in hükümleri, saplant~lan da b~rakm~~lar-d~. Oysa bugün Amerika Birle~ik Devletleri'nde bu davay~~ bilimsel bir te-mele dayand~ rmak, ayd~n çevreleri etki alt~na almak için evanjelist üniver-siteler kun~lmaktad~r. Ancak ne Amerika'da ne de Avrupa'da dinsel esas-lara uygun bir düzen kurmay~~ tasarlayanlar, bu dünyada özgür dü~ünce-ye, bilimsel ara~t~ rmalara olanak tan~n~p tan~nmayaca~~, insan~n do~al haklar~na sayg~~ gösterilip gösterilmeyece~i üzerinde durmamakta; ak~lc~~ ve laik dü~üncenin yanl~lan ise hiçbir tepki göstermemekte ve insanl~~~n üç bin y~l~~ a~k~n evrim sürecini ve insanl~~a kazand~rd~klann~~ tehlikeye sokan bu gidi~~ kar~~s~nda a~~z açmamaktad~rlar.

198o'de cereyan eden bir olay bat~~ dünyas~nda dü~üncenin, din ve la-iklik konular~nda genel bilginin, etik de~erlerin insan~~ endi~elendirecek ~e-kilde geriledi~ini göstermektedir. 198o cumhurba~kan~~ seçimlerine aday olarak giren üç en önemli aday~ n üçü de -Reagan, Anderson ve Carter-evanjelist olduklar~n~~ ilan etmi~ler, Reagan seçim kampanyas~nda Dar-win'in evrim teorisinin do~rulu~u hakk~nda ku~kular~~ oldu~unu ileri sürmü~, bu teoriye parelel olarak dünyan~n Tanr~~ taraf~ndan yarat~lmas~~ "teorr'sinin de okullarda okutulmas~n~~ istemi~tir".

20. yüzy~l~~ arkam~zda b~rakmaya haz~rlan~rken, bilimsel bir teori ile

insanlara mutlak gerçekleri aç~ klayan Tanr~~ sözünün bir tutulmas~, dü~ünce ile inanc~n ay~rt edilmemesi, ikisinden de her teori gibi a~~lmas~~ kaç~n~lmaz olan birer teori olarak söz edilmesi inan~lmaz bir ~eydir. Say~n Ahmet Cemal yak~nlarda yay~nlanan bir makalesinde "Türkiye'nin, Avru-pa gerçe~iyle nerede bulu~abilece~ini iyi saptayabilmesi için önce kar~~s~n-da nas~l bir Avrupa'n~n bulundu~unu iyi bilmesi gerekmektedir" diyordu. Ben kendi hesab~ma ülkemizin Avrupa'ya yakla~amad~~~n~, ancak, Avru-pa'n~n son birkaç ony~l içinde süratle gerilemesi sonucunda, aran~n bir hayli kapand~~~n~, yani zihin yap~s~, e~itim ve kültür aç~lanndan bizim Av-rupa'ya de~il, Avrupa'n~ n bize yakla~t~~~n~~ dü~ünüyorum. Dü~ünce insan akl~n~ n ürünüdür, mutlak gerçe~e eri~ti~i veya eri~ece~i konusunda hiçbir

(14)

526 SUAT SINANO~LU

iddias~~ yoktur. ~ nsan gerçekleri akl~~ ile kavramaya çal~~~ r, akl~ n~n s~ n~ rlar~ n~~ bilir ve mutlak gerçe~e ula~abilmesinin ne kadar uzak bir olas~l~ k oldu~u-nun bilincindedir. Bilimsel bir teorinin ömrü yeni ve gerçe~e daha yakla~-t~~~na inan~lan bir teori olu~turuldu~u zaman sona erer. T~ p alan~ ndaki ilerlemeler bunu herkesin kolayl~ kla de~erlendirebilece~i bir kan~ tt~ r. Geç-mi~te tedavi edilemeyen birçok hastal~ klar bugün tedavi edilebilmektedir, bugün tedavi edilemeyen bir tak~ m hastal~ klar~ n da gelecekte tedavi edile-ce~inden ku~ku duyulmamal~d~r; tedavi usulleri, öte yandan, her gün de-~i~mekte, hastan~ n daha ~st~ raps~z, daha k~sa zamanda eski sa~l~ kl~~ duru-muna kavu~mas~~ sa~lanmaktad~ r. Darwin teorisi de a~~labilir ve bir gün a~~ lacakt~ r; ancak bugün yeryüzünün ve yeryüzünde ya~ayan çe~it çe~it canl~lar~ n varl~~~n~~ daha iyi aç~ klayan bir teori henüz yoktur. Büyük Millet Meclisinin kuruldu~u 192011 y~llar~ n ba~~nda din adam~~ olan bir milletve-kilinin etraf~ nda cereyan eden olaylar~~ ~a~k~ nl~ kla seyretmesini do~al kar~~-layabiliriz: medreseler kapat~ l~yor, padi~ap tahttan indiriliyor, milletin söz sahibi oldu~u demokratik yeni bir devlet kuruluyor ve bütün bunlar "muas~ r medeniyet" ad~ na yap~lmak isteniyor. Milletvekili kendi kutsal inanç dünyas~ n~ n kar~~s~ na ç~ kan ~u "muas~ r medeniyet"in ne oldu~unu, ne anlama geldi~ini sormakta hakl~yd~ ; çünkü o, kendi dünyas~ n~ n d~~~ n-da, üç bin y~ldan beri insano~lunun evrenin, dünyan~ n, kendisinin var olu~~ nedenlerini bizzat ara~t~ rd~~~ ndan habersizdi. Ama 20. yüzy~l~ n son y~llar~ nda hem de bat~~ bu ayn~~ soruyu kendine soracak duruma dü~erse, insanl~~~~ çok karanl~ k bir gelece~in bekledi~ine hükmetmek gerekir.

Bat~ n~ n içinde bulundu~u bu tehlikeli bunal~m~~ her yan~~ ile inceleyen ayd~nlarm say~s~~ bir hayli kabar~ kt~ r. Ancak bu gidi~e kar~~~ ç~ kanlara, du-rumu sert bir dille ele~tirenlere pek rastlanmamaktad~ r. Alain Finkielkraut bu nadir dü~ünürlerden biridir'. Günümüzde humanist dü~üncenin da~~-l~ p gitti~ini endi~e ile görmekte, Ayd~nlanma ça~~~ ile Frans~z ~ htilali'nin insanl~~a kazand~ rd~ klann~~ belirtmekte, Volksgeist g~ bi ak~ lc~~ dü~ünceye ters dü~en kavramlar~~ ele~tirmektedir ". Kitab~ n~ n "Un monde d6occiden-talis" ba~l~ kl~~ bölümünde (ss. 73-82) Uvi-Strauss'un dünyan~ n bat~ n~ n manevi egemenli~inden kurtulmas~~ gerekti~i fikri üzerinde durmakta, ar~-

Alain Finkielkraut, La defaite de la per~s6e, Gallimard 1987.

16 Halk~n ruhunda, yarat~c~l~~~nda insano~lunun do~as~n~n ve temel sorunlar~n~n yan-s~d~~~~ fikri, bir ba~ka deyimle Alman efsane aleminin dü~ünürlere esin kayna~~~ olmas~~ ge-rekti~i görü~ü Sokrates'in kabul edebilece~i bir görü~~ de~ildir. Sokrates, Platon'un Pha~dros adl~~ dialogunda, halk~n hayalinde ~ekillenen efsanelerin güzelli~ine hayrand~r, ama efsanele-rin akl~n ara~t~rmalann~n hareket noktas~~ olamayaca~~~ kan~ s~ndad~r.

(15)

cak ilk olarak bizzat bat~ n~ n "desoccidentalisation" yoluna girmi~~ oldu~u-nu fark etmi~~ görünmemektedir.

Finkielkraut ve onun gibi dü~ünürler gidi~ten rahats~zd~rlar, endi~e duymaktad~ rlar, ama bu gidi~in bat~~ uygarl~~~n~n son bulmas~~ ile sonuçla-nabilece~i olas~ l~~~~ ak~llar~ ndan geçmiyor. Humanist dü~üncenin oda~~~ olan klasik etüd çevreleri ise 30-35 y~ ll~ k bir gecikme ile ilk ve bir hayli zay~f tepkilerini göstermeye ba~l~yorlar. ~talya'da Consiglio Nazionale delle Ricerche'nin giri~imiyle "XX. yüzy~lda Yunan ve Latin filolojisi"nin duru-munu saptamak üzere düzenlenen uluslararas~~ kongreyi anmam~z yerinde olur. Kongre Roma'da 1984 y~ l~ nda topland~. Amac~, bu i~e önayak olan Scevola Mariotti'nin söyledi~ine göre, Sandys'in History of Classical Scho-larship'in yüzy~l~ m~z~ n ba~lar~ na kadar gelen eserinin günümüze kadar "de-vam~"n~~ sa~lamakt~. Kongreye Avrupa'n~n bir iki istisna ile bütün ülkeleri kat~ ld~. Avrupa d~~~ ndan, klasik f~ lolojiye ilgi gösteren ve temsil edilen ülkeler Amerika Birle~ik Devletleri ve Kanada'dan ba~ka Avustralya-Yeni Zelanda, Güney Afrika, ~srail, Brezilya, Arjantin ve Japonya idi.

Kongrenin as~ l konusu benim konumun s~ n~rlar~~ d~~~nda kal~yor. Ben sadece toplant~da ço~u ça~~m~z~ n en ünlü f~lologlar~ndan olan bilim adamlar~ ndan birkaç~ n~n XX. yüzy~l~n son çeyre~inde klasik etüdlerin süratle gerilemesinden duyduklar~~ üzüntüyü dile getirdiklerini belirtmek istiyorum 17. Gerilemenin nedenleri ve -en önemlisi- sonuçlar~~ üzerinde ne dü~ündüklerine de~inen olmad~. öyle anla~~l~yor ki ça~da~~ filologlar klasik etüdlerin gerilemesi ile Avrupa'da ve dünyada dinsel ak~ mlar~n güçlenme-si, evrim ve laik ahlak gibi bat~ya özgü kavramlardan birdenbire söz edil-mez olmas~~ aras~ ndaki ili~kiyi henüz göremiyorlar.

XXI. yüzy~la i~te bu ~artlar alt~ nda girmek üzereyiz. J. Kepel'in dedi-~i gibi büyük dinler dünyay~~ egemenlikleri alt~na almak için harekete geç-mi~lerdir. Bat~da H~ ristiyanl~ k art~ k laik düzenle uyu~maya çal~~m~yor, kendi esaslar~~ üzerine yeni bir düzen kurmak için gayret ediyor. Böyle bir durumda, ülkemiz henüz kültür sorununu halledememi~ken, hala do~u mu bat~~ m~~ kavgas~~ sürerken, Avrupa bize örnek olabilmenin çok d~~~nda bir manzara sergilerken, klasik f~ loloji ile me~gul olan genç meslekda~lar~-m~z tutacaklar~~ yolun ne olmas~~ gerekti~ini çok iyi dü~ünmelidirler. Filolo-jinin ayn~~ zamanda bir yakla~~m, tan~ma tarz~~ oldu~unu, ülkemizin her ne

Jacqueline de Romilly bunlardan biridir. Yak~nlarda de Romilly "Sauvegarde des Enseignements Litteraires" (SEL.) adl~~ bir dernek kurdu.

(16)

528 SUAT SINANO~LU

olursa olsun cp~ kokoydv bilen say~s~~ s~ n~ rl~~ ülkelerin aras~ na kat~lmas~~ ge-rekti~ini unutmamal~d~ rlar.

Bat~ n~ n itildi~i bu karanl~ktan kendini kurtarmas~~ olanak d~~~~ de~ildir. Ancak kurtulu~~ yolunu, klasik dü~üncenin temsilcileri aralar~ nda i~birli~i ederek aramal~d~ rlar. Çünkü daha gecikilecek olursa Avrupa'n~ n ve Avru-pa ile birlikte bütün dünyan~n yeni bir ortaça~~n içine girmesi kaç~ n~lmaz olacakt~r. Bu ortaça~, eskisinden çok daha korkulur teknolojik bir ortaça~~ olacakt~r. Felsefesi iki kelime ("katlan - yetin”) ile özetlenebilen Epiktetos, i~kenceye bile gönül rahatl~~~~ ile katlanabilen ~u ünlü Frigyal~~ köle, i~ken-cenin bedenine edildi~ini, ama ruhuna kimsenin dokunamad~~~n~, ruhu-nun özgür oldu~unu söyler. Epiktetos'un felsefesi insan~n do~al yap~s~n~~ pek dikkate almad~~~~ için, Epiktetos gibi olmak güçtür. Ama bizi bekleyen ortaça~da Epiktetos olman~ n yarar~~ da yoktur. Bugün insan beyninin s~rla-r~~ önemli ölçüde çözülmü~tür; beyne de hükümetmenin yolu çoktan aç~l-m~~t~ r. ~nsan~n yaln~z bedeni de~il, zihni de ruhu da köle edilebilir. Ba~ka bir deyimle teknolojik ça~~n insan~~ köle-insan de~il, robot-insan haline ge-tirilecektir. Nitekim gümünüzde insan~~ robotla~t~ rma çabalar~~ gözden kaç-mayacak kadar belirginle~mi~tir.

Humanist dü~üncenin son 30-35 y~l içinde nas~l gerileyip etkisiz hale geldi~ini, dü~ünce ile inanc~n nas~l kar~~t~r~ld~~~n~~ aç~ klamaya çal~~t~ m. Son olarak bu teknolojik ortaça~~ konusunun benim bir korkulu rüyam de~il, insanl~ k için yak~n bir tehlike oldu~unu belirtmek istiyorum. Bunun için de bugün e~itim alan~ nda olup bitenlere bir göz atmam~z yetecektir. Unesco'ya ba~l~~ Uluslararas~~ E~itim Planlamas~~ Enstitüsü'nün yapt~~~~ ara~t~rmalara göre, silahlanma yar~~~ ndan vazgeçip ekonomik güçlerini art-t~ rma yar~~~na kalkan ülkeler bütün mali olanaklar~ n~~ yaart-t~r~mlara yönelt-mek h~rs~~ ile e~itim ve sa~l~~a ay~ rd~ klan ödeneklerden k~s~nt~~ yapma yolu-na gitmekte, e~itim ve sa~l~~~ n devletin kald~ramayaca~~~ bir külfet oldu~u-nu ileri sürmektedirler. Bu kooldu~u-nuda ~ngiltere ve Kanada kesin tav~r tak~n-m~~lard~r. Daha yak~n zamanlarda Amerika Birle~ik Devletleri'nde de e~i-tim ödene~inin k~s~tlanmas~na gidilmesinin zorunlulu~undan söz edilmek-tedir. E~itim masraflar~= ailelerce kar~~lanmas~~ istenmekte, böylece dünya kamuoyuna ilan edilen e~itimde f~ rsat e~itli~i lafta kalmaktad~ r. Zenginler çocuklai~n~~ özel okullarda okutacaklar, geri kalanlar çocuklar~n~~ ö~retim araç-gereçlerinden yana yoksul, laboratuvars~z, binalar~~ bak~ms~z, her bak~mdan yetersiz devlet okullar~nda okutacaklar. Geçen y~l Fransa'da lise ö~rencileri yürüyü~~ yaparak daha iyi okul, daha iyi ö~retim istedikleri-ni hayk~ rd~lar. Frans~z hükümeti bunun üzerine artt~rmama karar~~ ald~~~~

(17)

e~itim ödene~ini % 7 oran~nda artt~rmak zorunda kald~. Ama bu geçici bir tavizdi. Gabriele Göttelmann'~n ad~n~~ and~~~m enstitü ad~na yapt~~~~ bir ara~t~rmada 111 Fransa, Federal Almanya ve ~ngiltere'deki durumu kamla~-t~ rm~~kamla~-t~r. ~ngiltere ile Almanya farkl~~ yollardan ve de~i~ik ölçüde, Fransa ise ikisinin aras~~ bir yol tutarak ayn~~ hedefe yönelmektedirler.

Asya-Pasifik bölgesinde Unesco'nun yard~ m~~ ile Avustralya'n~n Adelai-de kentinAdelai-de düzenlenen "Avustralya ve Yeni Zelanda'da ortaö~retimin ge-lece~i" 19 konulu bir toplant~da insan haklar~n~~ ve insan haysiyetini hiçe sayan bu tehlikeli tutumun hangi boyutlara ula~t~~~~ daha aç~k olarak orta-ya ç~ kmaktad~r. Ortaö~retim programlar~n~n orta-yaln~zca ekonominin öncelikli gereksinimlerine göre ayarlanmas~,' çocuklar~n ilkokuldan itibaren yete-neklerine göre (o ya~taki çocuklar~n yeteneklerini kim saptayabiliyorsa!) s~-n~ fland~r~lmas~, e~itimin yönlendirilmesinde e~itim bakanl~~~~ yas~-n~s~ra i~~ ve-renlerin de söz sahibi olmas~, gençlerin ufkunun dar tutulmas~~ 21 gibi görü~lere yer verilmektedir. Hedefi yar~-robot ve tam-robot yeti~tirmek olan böyle bir e~itim sistemi humanist dü~ünceye ancak bu kadar ters dü~ebilir. Ahlak d~~~~ bu tutum kar~~s~nda dinsel ak~mlar~n güçlenmesine ve kendi ahlak anlay~~lar~n~n toplumdaki eski yerini bulmas~~ için çal~~~l-mas~ na kimse ~a~mamal~d~r. ~nsanc~l ve ak~lc~~ de~erlerin bu kadar hoyrat-ça bir kenara itilip, her bireyin kendi arzu, yetenek ve olanaklar~na göre kendi ya~am~n~~ düzenleyebilecek bir insan olarak de~il, ekonomik çark~n bir di~lisi olarak yeti~ti~ilmesinin tek nedeni o de~erlerin kayna~~~ olan kla-sik dü~üncenin yitip gitmi~~ olmas~d~r.

Biz Avrupa'n~n bir ucunda bulunmam~z ve çok de~i~ik kültürlerle kar~~la~m~~~ olmam~z nedeniyle, bat~l~~ toplumlar~n nas~l, ne yönde de~i~ti~i-ni onlardan çok önce görebiliyoruz. Bu ayr~cal~kl~~ durumu koruyabilmeli-yiz. Bana öyle geliyor ki Atatürk'ün ö~retisine ba~l~~ kalsayd~k, o ö~retiyi süratle de~i~en dünyan~n ~artlar~~ kar~~s~nda geli~tirebilseydik -biz rönesan-s~m~z~~ bu yüzy~lda yapt~~~m~z için taze ve daha ço~kulu bir güce sahibiz-bocal~yan bat~n~n tutaca~~~ yol hakk~nda kendimize özgü bir görü~~ sahibi

°" Gabriele Göttelmann, Strakkies d'innovation technologiques e politiques en France, en 1-publique Fidirale d'All~magne et au Royaume-Uni. Unesco, Institut de planification de l'educa-tion, Paris 1989.

The Futur of Seconda~y Education in Australia and .1Yew Zealand, edited by Colin

Po-wer, Canberra 1988. 20

2' o.c., ss. 40-41.

(18)

530 SUAT SINANO~LU

olabilirdik. Bu ~ans~~ henüz kaç~rm~~~ de~iliz. Bu, büyük ölçüde ça~da~~ uy-garl~~~n kaynaklar~~ üzerinde çal~~an bilim adamlanm~za ba~l~d~r. Onlar~n bu bilinçle yapacaklar~~ çal~~malar karanl~~a dalmakta olan insanl~~a ~~~k tutabilecektir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Akkuş Gayrimenkul , kalitesiyle adından söz ettiren Alya Residence, Alya Trio, Alya Penta ve Alya Grandis projelerini hayata geçirmiştir. 1993 yılında kurulan Lübnan’lı

Açık Ders Malzemeleri Sistemine eklenmek üzere hazırlamış olduğum, yukarıda bilgisi verilen ders, düzen, kapsam ve ders ekleme kılavuzunda belirtilen standartlar

Taslak plan sunumunda maksimum 4461 olarak ifade edilen ilave nüfus, mevcut konut adaları içinde yer alan, boş ve yapılaşmaya uygun olan tüm konut parsellerinin, planda tanımlanan

Cesaretlendirme çocuğun kendini değerli algılayabilmesi için çok önemlidir.cesaretlendirme çocuğu olduğu gibi kabul edip, kendi olduğu için değer

Sonuç olarak, diğer mevzuatta olduğu gibi Avrupa Birliği SÇD’ne de uyum ve direktifin uygulanması kapsamında ülkemizde yapılması gereken çok önemli işler

YÖK YÖNETİM KURULU ÜYESİ MEHMET ŞİŞMAN – Ama yani bunun imkânlarını tartışmak lazım tabii ki, mümkün mü yani bu kadar genç nüfusun eğitim talep ettiği bir

SĠGORTA PRĠMLERĠ GENEL MÜDÜRÜ AHMET AÇIKGÖZ – Sayın BaĢkanım, biraz önce bahsedilmiĢ olan ev hizmetlerinde sigortalılık düzenlemesi getirildiği

MALĠYE BAKANI MEHMET ġĠMġEK (Batman) – ġöyle söyleyeyim: Değerli arkadaĢlar, Ģimdi, bunlar genel olarak biliniyor ama madem bu konu çok tartıĢıldığı