22 ENTELLEKTUEL BAKIŞ
M illiyet Salı 21 Kasım 1995 fimm
kapa
Mesut Yılmaz’ın iç
hesaplaşması
İ
LK dikkatimi çeken, dini inançla demokrasiye inancı birleştiren, akıl ve tecrübe yüklü bir şahsın, Sayın Korkut Ozal 'ın AN AP'tan adaylığının açıklanması oldu.
Daha sonra Yıldırım Aktürk, Rüştü Saraçoğlu, Ali
Tigrel gibi başarılı hizmetlerde bulunmuş uzmanların
A N A P saflarında politikaya gireceklerine dair haberler... Derken geçen cuma sabahı Hürriyet'te A N A P lideri
Mesut Yılmaz'ın, Yaşar Kemal'i evinde ziyaret ettiğine
ilişkin haberi okudum. Cumartesi günü de Ertuğrul Ö z- kök'ün bu ziyaretle ilgili yazısını...
Yılmaz, Ö zk ö k 'e şöyle diyordu: "Geçtiğimiz hafta
larda çok uzun ve derin bir iç hesaplaşması yaptım. Bunun sonunda hayatımın en önemli kararlarını al dım... Bu seçimden iktidar partisi olarak çıkarsak, ken dime 5 yıllık bir süre biçtim. Bu süre içinde bir daha seçilmemeyi göze alarak çok radikal bazı değişiklikler yapacağım..."
Ö zkök Yılmaz'ın, büyük yazarımız Yaşar Kemal'e şunları söylediğini aktarıyordu: "Üstad bu işi biz çöze
ceğiz. Türkiye'de Kürt bölücülüğü ile Türk şovenizmi yükseliyor. Bu sorunu başkalarının dayatması ile değil, kendi isteğimizle çözmeliyiz. Bunu çözmenin yolu, di yaloga ve uzlaşmaya dayalı bir ortak platform oluştur maktır."
İtiraf edeyim ki, bu sözleri okuduğumda heyecanlan dım... Acaba? Acaba Mesut Yılmaz, memleketin ümitle beklediği, kardeş kavgasını durduracak, demokrasiyi hakim kılacak lider olmayı aklına koydu mu?
Son dört yılda olup bitenler aklımdan şöyle bir geçti. Yılmaz, A N A P genel başkanlığına seçildiğinde sevin miştim. Nedense, Yılm az'ın rahmetli Cumhurbaşkanı
Turgut Ö zal'ın yolundan ilerleyerek A N A P 'ı gerçek an
lamda liberal bir sağ parti haline getirecek lider olabile ceğine dair bir izlenim taşıyordum.
Ne var ki Yılmaz, hayal kırıklıklarımızdan bir başkası olmakta gecikmedi. A N A P 'ı tutuculuğun kalesi haline çevirdi. Türkiye'nin bir numaralı sorunu, bütün sorunla rımızın anası Kürt sorununda devamlı yalpaladı. Kapalı kapılar ardında, bu işin adam öldürmekle çözülemeye ceğini; ama muhalefette iken bunu söyleyemeyeceğini anlatıyordu. Yurt dışına gittiğinde Kürt kökenli yurttaşla rın kimlik ve kültür haklarını tanımaktan söz ediyor; yurda döndüğünde şahin kesiliyordu.
Ö zk ö k 'e dün "teröre karşı çıkmak ve ülke bütünlü
ğüne bağlı olmak koşuluyla her şeyi konuşabiliriz," di
yen Yılmaz, daha birkaç hafta önce Yaşar Kemal'in de yargılandığı T M K 8. maddesinde küçük bir değişikliğe bile karşı oy kullanıyordu.
Şimdi Mesut Yılmaz’a güvenilebilir mi? Tanık oldu ğumuz, D Y P'nin iyice sağ'a kaymasının siyasi merkez de doğurduğu boşluğa yönelik basit bir seçim manevra sı mıdır? Yoksa Yılmaz gerçek bir lider gibi davranmaya gerçekten karar verdi mi?
Yılmaz'ın samimiyetini sınamak için seçimlere kadar önümüzde çeşitli fırsatlar var:
• Bugün Human Rights VVatch adlı uluslararası insan hakları kuruluşunun, Türkiye'de PKK ile mücadelede si vil halka karşı işlenen suçları konu alan bir raporu açık lanıyor. Eğer Yılmaz bu raporu, "Türkiye'yi bölüp par
çalamak isteyen Batıkların bir komplosu" olarak nite
ler, geçerse...
• Eğer A N A P , katliam sanıklarını, "Ülkücü koman
doları" çatısı altında barındıran BBP gibi bir siyasi kuru
luşla seçim ittifakı yaparsa...
• Eğer seçim bildirgesi A N A P 'ın Kürt sorununu diya log ve uzlaşmayla çözm e niyetini ortaya koymazsa, Yıl- maz'a inanmak için bir neden yoktur.
Ben Yılm az'ın içtenliğine inanmak isteyen milyonlar ca yurttaştan biri olarak kendisine şöyle seslenebilirim: Sayın Yılmaz, geçmişteki tutumlarınız ne olursa olsun, yeni tavrınızı takdirle karşılıyorum.
Bu kararınız doğrudur. Türkiye halkı ezici çoğunlu ğuyla kardeş kavgasına karşıdır; barış içinde daha iyi bir hayat yaşama arzusundadır. Türkü ve Kürdüyle Türkiye halkı tarih ve kültüründen gelen güçlü hoşgörü gele neklerine sahiptir; aşırılığa karşıdır.
Askeri, polisi ve siviliyle; politikacısı, işvereni ve di ğerleriyle Türkiye'yi yönetenler arasında da aklı selim
eninde sonunda galebe çalacaktır. Önem li olan halka
hizmettir. O n a hizmet edenlere halk hiç bir zaman sırt çevirmedi.
Fener Rum Patrikhanesi, son zam an larda en çok tartışılan kurumlardan biri haline geldi. Patrikhane'nin siyasi ta rihteki ve bugünkü rolünü aydınlatan
bir yazı yazmasını, Bilkent Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim ü- yesi ve Balkan diplom asisi uzmanı Dr. Haşan Ünal’dan rica ettik.
H
a ş a nÜ
n a l• t
LKEMlZDE son birkaç yıldır — — hız kazanan Patrikhane tartış maları pek çok efsane ve komp lo teorilerinin esiri haline geti rildi. Bu masallar ve komplola ra göre Türkiye’nin etrafmdaJ
Slav - Ortodoks ekseni şeklin- de bir tür ihanet çemberi oluş turulmaktadır ve Patrikhane bunun bir u- zantısı belki de başıdır. Dolayısıyla bu ku rum sıkı kontrol altında tutulmak veya kapatılmalıdır.Osmanlı kurumu
Bu görüşlere rağbet etmeyenler ise, Pat rikhane’nin muhafaza edilmesinin mo dem devlet olmanın bir gereği olduğunu ileri sürmekteler. Hatta, bazı muhafaza kar aydınlara göre Türkiye Patrikhane konusunda, Osmanlı gibi davranmalı; bu kurumu destekleyerek, etrafında kurul maya çalışılan ihanet çemberini kırmaya çalışmalıdır.
Herşeyden evvel Ortodoks dünya şek linde yeknesak bir bütün, ne tarihte ne de günümüzde vardır. Böyle bir şeyin oluştu rulması da imkansızdır. Zira, Balkan lardaki Ortodoks kavimler OsmanlI’nın bölgeye yerleşmesinden yüzyıllar önce kendi patrikhanelerini
kurarak İstanbul’daki dini otoriteye karşı koymuşlardır.
Patrikhane ancak Osmanlı devrinde Bal kanlardaki bütün Or todoks halkların ortak dini otoritesi haline gelmiştir. Bu dönemde Osmanlı ile çıkarları tamamen bütünleşmiş olan Patrikhane, 19. a- sırda giderek milliyet çilik cereyanlarından etkilenen Ortodoks milliyetçi liderler tara fından milletleşme sü reci önünde ciddi bir
engel olarak görüldü. Zira, Patrikhane Av rupa’dan dalga dalga gelmekte olan milli yetçi ve bağımsızlıkçı fikirlere karşı çık maktaydı.
OsmanlI’dan kopacak toplumların kendi otoritesinden de çıkacağının bilincinde
o-lan Patrikhane, aynı za manda, buralardaki kili se mülklerini de kaybe deceğini biliyordu. Ayrı ca, Avrupa’dan gelen bu fikirler dini motifleri kullanmakla beraber, Patrikhane’nin temsil et tiği dünya düzenine ay kırı, laik karakterli dü şüncelerdi. İşte bu gerek çelerle, Patrikhane 1804 Sırp isyanını destekle mediği gibi, 1821’de pat lak veren Mora Yunan isyanına da karşı çıktı.
Ancak Mora isyanına Patrikhane’nin destek
verdiği yolunda Türk tarihçiliğinde bir ta kım efsaneler üretildi. Bunun en önemli sebebi, Müslüman toprak sahiplerinin e- linde zor duruma düşmüş olan Rum köy lülerle birlikte yaşayan Mora’daki köy pa pazlarının isyancı ahali ile birlikte hare ket etmiş olmasıdır.
Oysa OsmanlI’daki şehirli, emperyal Rum dünyasını temsil eden, oldukça zen gin, iyi okunmuş ve devlet bürokrasisinde en üst mevkilere gelmiş bulunan İstanbul Rum cemaati ve adeta onların örgütü gibi hareket eden Patrikhane’nin Mora’daki bu köylü ve milliyetçi harekete destek
vermesi düşünülemezdi.
Şahin Alpay - Nilüfer Kuyaş
- Fax: (212) 505 62 55 —
lan kapı hikayesi böyle başlar.
Bağımsızlığını elde eden Yunanistan, 1833’te Patrikhane’den bağımsız kendi ki lisesini kurarak bu kurumdan intikamını aldı. Bu, bütün Balkanlardaki Ortodoks halkları için örnek oldu ve bağımsız hale gelen her Ortodoks devlet Patrikhane’den bağımsız kiliselerini oluşturdu.
Böylece, OsmanlI’dan elde edilen bağım sızlık perçinlendi. Ancak, bu bağmışız Or todoks devletler (Yunanistan, Bulgaris tan, Sırbistan, Romanya ve Karadağ) kendi aralarında OsmanlI’dan boşalan toprakları ele geçirmek üzere öyle yoğun bir savaşlar silsilesine tutuşurlar ki, so nuçta her Ortodoks kilisesi kendi devleti nin yanmda yeralarak, bu mücadelelerin popüler merkezleri haline geldi.
Birleştirici değil ayrıştırıcı
Neticede, belki bu kiliseler bir miktar siyaseti etkiledi; ama, kendileri siyasetten daha fazla etkilenerek adeta milli dinleri temsil eden kurumlar haline geldiler. Ya ni, Ortodoksluk birleştirici değil; ayrıştırı- cı bir faktöre dönüştü.
Özellikle Bulgaristan örneğinde olduğu gibi, Rusya kadar büyük bir devletin Bal kan Ortodoksluğunu kendi siyasi çıkarla rı için birleştirici bir unsur olarak kullan maya çalışması bile bu vaziyeti değiştire medi. Bu çatışmaları seyreden Patrikhane ve Fenerli Rum unsurunun sadık teba ola rak OsmanlI’ya hizmetlerinde hiçbir ke sinti olmadı.
Hayati önem taşıyan Berlin Anlaşma- sı’nı Rum asıllı Karateodori Paşa Osmanlı adma imzalar. Hatta, Sultan Abdülha- mid devrinde bile Atina ‘ya ve Şarki Ru meli eyaletine Rum asıllı paşalar büyükel çi ve yönetici olarak tayin edildi.
Yani, tarihte olmayan Ortodoks dünyası gibi bir kavram bugün de yoktur ve kuru lamaz. Bu yüzden diğer Balkan ülkeleri nin Ortodoks kiliseleri ile arası hiç iyi ol mayan Patrikhane’nin Yunanistan kilise si ile ilişkileri de dostane değildir.
Patrik Bartolomeos, seçilmesini müte akiben yaptığı Yunanistan gezilerinde Yunan Kilisesi yöneticileri tarafından kabul edilmemiş; hatta 1995 Şubat ayında Aynaroz Dağı’nı zi yaret etmek istemiş; ancak, oradaki keşişlerin şiddetli kepkisi üzerine vazgeçmek zorunda kalmıştır. Vaziyet bu merkezdeyken, Yunanis tan hükümetinin kendisine destek vermesi, sadece Tür kiye’nin anlamadığı bir ku rumu Türkiye’ye karşı kul lanma siyaseti ile açıklana bilir, Patrik’in Yunanis tan’daki kilisenin başı olma sıyla değil.
Patrikhane, Türkiye imajına olumlu
katkılar yapabilir. ABD'deki Rum lobisinin Türkiye aleytarı tavnnın yumuşatılması ve bu yolla ABD başkanlarının Türkiye ve Kıbns politikalarının
bir miktar tatmin edilmiş olan Rum
cemaatinin ipoteğinden kurtanlması mümkün olabilir. ^
Patrikhane cemaati
j j Tarihte olmayanOrtodoks dünyası gibi bir kavram bugün de yoktur ve kurulamaz.
Bu yüzden diğer Balkan ülkelerinin Ortodoks kiliseleri ile
arası hiç iyi olmayan Patrikhane’nin Yunanistan kilisesi ile
ilişkileri de dostane değildir
'Kin kapısı" hikayesi
Nitekim, Patrikhane ku rumsal manada böyle bir ta vır sergilemedi. Mora’daki a- yaklanmacıların, isyanda ö- lenlerin Patrikhane tarafın dan şehit olarak anılmaları yolundaki taleplerini geri çe virdi.
Ancak, bütün bunlara rağ men oldukça basit, örgütsüz ve düzensiz bir isyanı Yeniçe riler yüzünden yıllarca bastı ramayan Osmanlı idaresi, bir kaç Fenerli ailenin isyana müzahir olmalarının yarattığı kuşkulu ortam içerisinde Pat rik ve bazı metropolitleri Patrikhane’nin kapılarından birisinin önünde idam etti.
işte Türkiye’de birtakım çevrelerce “kin kapısı” diye isimlendirilen ve hak sızlığa uğradığı düşüncesindeki Patrikha ne tarafından o günden beri kapalı
tutu-Patrikhane’nin cemaati büyük ölçüde Amerikan Rum toplumu ve şu anda sa yıları birkaç bine düşmüş olan İstanbul Rumlarıdır. Amerika’daki Rum toplumu- nun endişesi 20 - 30 veya 50 yıllık bir za man zarfında İstanbul Rumlarının arasın dan Patrik seçilememesi ihtimalidir.
Patrikhane’yi yaşatabilmek için yeni bir takım düzenlemeler istemekte; Ameri kan başkanlarına her seçim öncesi baskı yaparak Türkiye’ye bu doğrultuda mek tup yazdırmaktadır.
Bütün bunların farkmda olan Patrik Bartolomeos ise, çözümün Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi olabileceğini düşünerek, başkan Clinton’m danışmanı Stephanopoulos’a bu yönde beyanatta bulunmakta; Stephanopoulos’un bu fikir leri Atina’da seslendirmek istemesi ise Yunanistan yetkililerinin tepkisini çek mektedir.
Bütün bu hususları dikkatle inceleyerek kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Patrikhane’nin Türkiye’de üretilen efsa nelerle ilgisi olmadığma göre, bu kurumu kapatmalı veya mevcut statüsü ile zaman içinde ölüme mi terketmeliyiz?
Doğrusu böyle bir tavır hem bizim üze rinde oturduğumuz tarihi mirasa yakış maz, hem de mevcut uluslararası konjonk türe uygun olmaz. Çünkü ABD’deki Rum lobisi bu konuda sonuna kadar Türkiye’yle uğraşacak; Ankara, Yunanistan’a fazla dan bir koz daha vermiş olacaktır.
Oysa Patrikhane, Türkiye imajına o- lumlu katkılar yapabilir. Ayrıca, bu saye de ABD’deki Rum lobisinin Türkiye aley- tarı tavrının yumuşatılması ve bu yolla ABD başkanlarının Türkiye ve Kıbrıs po litikalarının bir miktar tatmin edilmiş o- lan Rum cemaatinin ipoteğinden kurtarıl ması mümkün olabilir.