f i
Dün denecek kadar yakın geçmişin bile, doğru dürüst tarihini yazmanın çok müşkül bir mesele haline geldi ğini, her günkü misallerle artık bilmeyen kalmadığı için, 30 Ağustos zaferini ve bu meyandaki Yunan Baş kumandan Vekili General Trikopis’in esareti hâdise sini, bizzat içinde bulunmuş olan - sabık Kastamonu mebusu - ve Başkumandan Meydan Muharebesinde Beşinci Kafkas Fırkası Kumandam bulunan emekli kurmay albaylarından sayın Bay Halid’den dinledik.
— Konuşan: KANDEMİR
M
İLLÎ Mücadelenin ip tidasından itibaren, bil hassa Sakarya ve Afyon meydan muharebelerindeki eşsiz kahramanlıkları ile temayüz et miş olduğu halde, dünyada misli görülmemiş bir tevazu ile inzi vaya çekilmiş sayın Bay Haüd'i dinlemeğe başlarken, 30 Ağustos zaferinin heyecan ve şevki için de, hemen o gün Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşadan al mış olduğu şu tebriknameyi ta rihe tevdi etmekten kendimizi alamıyoruz:(Gerek Afyonkarahisar, gerek DumJupınar meydan muharebele
rinde fırkanızın harekâtım ya
kından bizzat takip ettim. Cidden fevkalâde surette idare ettiniz.
Sizin gibi kıymettar arkadaşlar
oldukça ordıirfiuzun daha 'çok
büyük zaferler kazanacağından
eminim. Fevkalâde olarak mira laylığa terfi ettirildiğinizi teb
- 8
-şir ve tebrik ile gözlerinizden öperim.)
Şimdi, sözü sayın Bay Halid’e bırakıyoruz:
—i 30 Ağustos 338 de Dumlu-
pınar şimalinde Adatepe bölge sinde vuku bulan Başkumandan Meydan Muharebesi esnasında kumanda ettiğim Beşinci Kafkas Fırkası da, Dördüncü Kolorduya merbut olarak Küçük Aslanhan- lar’dan Adatepeye taarruz et mişti.
Emrimde bulunan bir ağır topçu taburu; bu köyün yanın daki korulukta mevzi alarak, piyademizin açıktan ilerlemesi ne mâni olan düşman bataryala rını iskat ettikten başka, verdi ğim emre binaen, Adatepede her taraftan ihata çemberi içine a- lınmış olan fundalıklardaki Yu nan mevziine derinliğine tarama endahtı yaptı.
Bu ateşin düşman üzerinde
pek müessir olduğunu, bilâhare General Trikopis bana söylemiş ti.
Fırkamın sağ cenahında 11 nci, sol cenahında da 23 üncü fırka lar vardı. Başkumandan Gazi Musafa Kemal Paşa Hazretleri de sağımdaki on birinci fırka karargâhından, muharebeyi biz zat idare ediyorlardı- Bu esnada, bana da, düşmana süngü hücümu yapılması emrini vermişlerdi.
Fırkamın cephede bulunan do kuz ve üçüncü piyade alayları ile hücum taburu gurup vakti, Adatepedeki düşman mevziini iş gal ettiler.
On birinci fırka ile yirmi üçün cü fırkanın, bize mücavir ikıt’a- larının da, cephelerindeki düş man mevziini işgal ettiklerini gö rüyordum.
Düşman mevziinin işgali gu rupla beraber olduğu, bu mevziin de fundalıklar arasında bulundu ğu için geceleyin ilerlemeğe im kân kalmamıştı. Zira, kınaları mızın karanlıkta birbirleriyle mu harebe etmesi ihtimali vardı.
Mevziin işgalinden sonra, iki saat kadar daha cephede hafif pi yade ateşi devam etti. Sonra ke sildi.
İşgal edilen mevzileri muhafa za ettik. Düşmanın gece, muka bil taarruza teşebbüsü de vuku bulmadı.
31 Ağustos sabahı, ortalık ağır- dığı zaman, düşmandan eser yok tu. Karşımızdaki, ömrümün so nuna kadar unutamıyacağım man zara, Allahın inayetiyle kazanı lan büyük zaferin ehemmiyetini, bütün vuzuhu ile gösteriyordu: Düşman, muharebe meydanında seksen kadar top, otomobil, ara ba vesaire terkederek muzmahil ve perişan olmuştu.
Bu hengâmede perakende ka lan neferler, zabitler, kuman danlar esir alınmıştı.
Bu sabah, 15 Ağustostan beri gözlerine uyku girmeyen fırka ma istirahat verilmiş, o ana ka dar hiç harbe girmeyen kıt’alar düşmanı takibe memur edilmiş tiler.
Bu aradık bir de baktım, taaa karşı sırtta beyaz bir filâma belirdi... Bir parlamanter’in
geldiğini anlamıştım... H e
yecanla beklemeğe başladık.
Anlaşıldığına göre, aynı akşam 1 ve 2 nci kolordular Hatipler - Oturak - Hasköy hattında bu lunuyor, karşılarındaki düşman da Uşak’a çekiliyordu.
Altıncı Kolordu Kızıltaş de resi boyunca Gediz istikame tinde, Beşinci Süvari Kolordusu da Gediz şarkında Cebrail ci varında bulunuyordu.
Ertesi gün Uşak’tan çekilen düşman kıt’aları Takmak ve Kola istikametinde ric’at halin de idi.
2 Eylülde ise; muhtelif böl gelerdeki harekât devam eder ken, fırkam, akşama, Uşak civa rında bir köyde bulunmak üze re, Murad dağı cenup eteklerin den Hatipler — Kızılhisar yo luyla harekette idi.
Uşak kıt’alarımız tarafından işgal edildiği ve önümüzde de başka fırkalar bulunduğu için, fırkam emniyet tertibatı almağa lüzum görmemişti. Sağımızda da yüksek Murad dağları bulundu ğundan, bu cihetten de emindik. Esasen Kızıltaş deresi bo yunca da iki kolordumuz Gediz istikametinde yürümüş ve Ge diz’i geçmişlerdi.
Fırkam Kolbaşiyle Kızılhi- sar’a yaklaştığı zaman, öğleden sonra saat iki sıralarında, bir köylü geldi: Murad dağı , cihe tinden, Elmadağı - Uşak istika metinde düşmanın on iki bin mevcutlu bir kuvvetinin, köyle ri basarak ilerlemekte olduğu nu ve Elmadağına yaklaştığını haber verdi. Bu köylü fazla ma lûmata sahip değiidi.
Aynı haberi, fırkamın sol ilerisinden Uşak’a yürüyüşte bulunan 23 üncü fırkanın, kol nihayetindeki alay kumandanına da bildirmişler. Fakat bu fırka nın kumandanı Uşak’a gitmiş ol duğundan, Alay kumandanı, ya veriyle haberi bana gönderdi. Ben de: (Fırkasının yürüyüş ko lundan ayrılarak kolbaşiyle sa ğa çarketmesini ve Kepeztepe istikametine ilerlemesini, aynı zamanda emrime girmesini) bil dirdim. Emrimi yaptı.
Köylüyü; düşman istikameti ve kuvveti hakkında kısa bir is ticvaptan sonra, fırka süvari bö lüğüne Kosur deresi tarafından düşman istikametine keşif kolları sürerek düşmanla temas etmesi ni, kuvveti, mevkii, hareket isti kameti hakkında seri malûmat al masını ve kısmı küllisiyle
El-TRİKOPİS^
Başkumandan Meydan Muharebesinde Beşinci Kafkas Fırkası
kumandanı bulunan emekli kurmay albay Halid Bey o günlere
ait bir madalyayı arkadaşımız Kandemir’e gösteriyor.
— rnadağı şark eteğindeki Karaca- Phisar’a doğru yürümesini em
rettim ve fırkanın alacağı vazi yeti ve raporlarını göndereceği yeri de söyledim. Bu bölük ter tibatını aldı ve gitti.
Fırkayı da basit bir emniyet tertibatı aldırarak, Gökem köyü istikametinde yürüyüşüne devam ettirdim.
Uşak’a gitmiş olan Kolordu kumandanı Kemalettin Sami Pa şaya da süvari emirberle gönder diğim raporla; Uşak’a geleeniye- ceğimi, bu düşmana karşı Gökem köyü civarında Kosur deresi ta rafında hazırlık mevziine girece ğimi bildirdim.
Bölmelik tepeden bir batarya dürbünü ile, bizzat düşman isti kametini tarassut ve ve tetkik et tim. Elmadağı şark eleğindeki Karacahisar köyünün yandığını ve düşman askerlerinin köy için de gezindiklerini görüyordum/. Elmadağından Kosur deresine uzanan Karacahisar köyüne hâ kim sırt üzerinde gezinme!e~ vardı. Fakat arazi arızalı oldu ğundan Elmadağı ger:s:nde n kadar kuvvet olduğunu ve ne va ziyette bulunduğu görülemiyor du.
Ancak düşmanın Elmadağ'ında ve Karacahisar’da bulunduğu an laşılmıştı.
Fırka süvari bölüğü, Karaca hisar civarındaki sırtta yaya çen gine girişti ve hafif ateş bada dı.
Vaziyet tavazzuh edinceye ka dar Gökem köyüne hâkim Bö'me lik tepe ile Elmrdağı cenup ete ğinde ve Kosur deresi garbında Zeep köyüne de hâkim Kepeztepe- de fırkayı hazırlık mevziine sok mağa karar verdim.
9 uncu alayı Kepeztepe, 10 uncu alayı Bölmelik tepe gerisin de bulundurdum. 13 üncü alayı ihtiyatta tuttum. Hücum taburu nu da 9 uncu alayın yanma gön derdim ve Kepez tepede bir top çu taburunu tarassut mevkiine soktum. Piyade liva kumandanı nı da bu tepede toplanan kuvve te kumandaya memur ettim. Bir tabur topçu da Gökem köyü ci varında kaldı. Sıhhiye bölüğü Gökem köyünde, bir postası da Zeep’de bulunuyordu.
Ben tarassut mevkiimi Gökem köyü şimalindeki tepede tesis ettim.
Tuttuğum mevzi Murat dağı - Elmadağı arasındaki gedikten, Kosur deresi tarafından geçerek, cenuba Dıumlupınar - Uşak yo luna kavuşmak üzere inen yol ları kapamağa müsait bir mev- zidi.
Fırka bu vaziyeti alıncaya ka dar saat öğleden sonra dördü bulmuştu.
Topçuyu setreylemek ve ay nı zamanda düşmanı yayılmağa ve ateşe mecbur ederek vaziye tini ve kuvvetini anlamak için, dokuzuncu alay tarafından Ka racahisar cenubundaki sırtların işgalini ve yaya çengine inen sü- vmû hizasına kadar ilerlemeleri ni emrettim.
Elmadağındaki düşman kuvve ti on iki bin olarak bildirildiği ve dağı işgalinde bulundurduğu ve düşman mevzii bize hâkim bulunduğu akşam da yaklaştığı, Kolordum da Uşak’a giderek, bu vaziyette fırkam yalnız kaldığı cihetle, durum epeyce tavazzuh etmeden münferiden ve hemen bir taaruza girişmeği münasip gör medim. Ihtiyatkâr hareketi mu vafık buldum.
Dokuzuncu alay emrimi infaz etti. Fakat düşman cihetinden a- tçşle mukabele görmedi. Hafif piyade ateşi de kesilmişti,
İşte bu sırada, karşı sırtta bir beyaz filâma sallandı. Bir par-
amanter geliyordu.
Süvari bölüğünden bir takım zabiti, bu parlmanteri tarassut mevkiime. yanıma
getirdi-— Beni General Trikopis gön derdi. Teslim olacak. Teslim al manızı istiyor, dedi.
— Yanında kimler var? Ne ka dar kuvvet mevcut? Nerelerde? diye sordum.
— Yanında General Diyenis, bir fırka kumandanı, erkânı har- biyesi ve beş altı bin asker var, dedi.
Akşam yaklaşmıştı.
Kepez tepede bulunan liva ku mandan na hemen: (Düşmanın hal ve vaziyeti, kuvveti ve parl- menterin ge.irdiği haberi bildi rerek, derhal teslim almasını, si-
âl.’ arından tecridini, askerlerin Zeep köyünde muhafaza edilme sini, yaralıları varsa Gökem kö yündeki sıhhiye bölüğüne, gene ral erin de fırka tarassut mevki-
ne yanıma gönderilmesini) em rettim.
Guruba doğru emrin infazın başlandı.
i unan kuvvetleri Başkuman dan Vekili ve Birinci Ordu Ku mandanı General Trikopis, İkin ci Kolordu Kumandanı General Diyenis, Onüçüncü Fırka Ku mandanı Miralay Vandelis ve ya verleri, bizim süvari bölüğü ku mandanı yüzbaşı Sivaslı Salih Efendi tarafından 2-3 Eylül gece si saat ona doğru Göken köyü şimalindeki tepeye, yanıma ge
tirildi-Hiç unutmam: Sırtımda leva zımdan fiyatı mirisi ödenerek a- lınmış bir nefer elbisesi, ayakla rımda nefer çizmeleri, saç sa kal birbirine karışmış bir vazi yette, elimde harita, yaverlerim
(D ev a m ı 28. S a h ife d e )
Emekli Kurmay Albay Halid B ey İstiklâl Harbine ait bütün hâtıra ve vesikaları titiz bir dikk atle sakladığı sandığın
başında-it ü it i v V S? 5« t? S* » H S 51 S
I
AZ MEVSİMİNDE, de niz banyolarının başlama- siyle suda boğulma vak’a- larının arttığı görülür. Suda bo ğulmak için, derinliğin insan bo yundan ziyade olması lâzım gel mez. Dizkapağını geçmeyen su larda boğu’ anlar görülmüştür. Bu kadar sığ yerde boğulmak şahsın aklî muvazenesinin bozukluğuna ve geriliğine delâlet edebilir. Ni tekim böyle yerlerde boğulanlar ekseriya küçük çocuklar veya ah mak ve budala kimselerdir. Ma- mafi sığ sularda boğulanlar üze rinde yapılan tetkikatta, bazan asabı şoklar ve krampların da ölüme sebebiyet olabildiğini gös termiştir. Bu sebepten dolayı deniz banyosu yapacakların asabi şokları uyandıracak halleri iyi bilmeleri muvafıktır. Bu sebeple ri şöylece sıralıyabiliriz;1 — Mide dolu iken yüksek bir yerden nisbeten soğuk suya atlamak... Bu gibi hallerde nehyi asabiden başka bilhassa mide çok doluysa had mide tevsii, nadi ren mide delinmesi de ölümün sebebi olabilir. Yalmz, çok nadir olan bu gibi hallerin bazı hususî şartlara da uyması gerekir. Mese lâ karın üzeri veya baş aşağı vazi yetlerde su ile şiddetle çarpışma, bunları kolaylaştırır.
2 — Sinirleri zayıf, âsabı yor gun, ürkek, korkak tabiatli ve en ufak sebeplerle kolayca bayı lan kimseler çok derin yerlerde, tenhalarda çok soğuk eulara gir
mekte veya yüksekten suya atla makta dikkatli olmalıdırlar.
3 —ı Kalp ve dimağ hastalıkları olanlar, yüksek tansiyonu bulu nanlar da denize teenni ile gir melidirler. Vücudü soğuk suya alıştırmak ve suda çok uzun ka lıp yorulmamak şartiyle deniz ve su banyolarında mahzur yoktur. Her ne sebeplerle olursa olsun suda boğulmalarda şahıs ekseriya çok su yutar. Bu gibi hallerde insana kazazedeyi hemen baş
Suda Boğulma
Yazan : Dr. Sevil AKAY aşağı asarak mide veya bacak larındaki suyu boşaltmak dü şüncesi gelirse de bu çok yanlış bir harekettir. Ekseriya bu şekil deki müdahaleler fayda yerine zarar vermektedir. En kolay bir hareket olarak sol diz yerde, sağ diz yukarda olmak üzere diz çö külür. Kazazede karnı aşağıda olarak sağ diz üzerine yatırılır. Sağ diz yukarı doğru kaldırılır ken sırt ve kaba etler aşağı doğ ru tazyik edilir... Diğer bir usul kazazede yüzükoyun yatırılıp bir kişi dilini çekip bırakırken diğer birisi karnının altından geçirdiği ellerini, arkadaşiyle ayni zaman
da olmak üzere, yukarı kaldırır. Böylece her harekette hem sunî teneffüs yaptırılmış, hem de bir miktar yutulan su dışarı çıkarıl mış olur. Bu hareketlere yarım saat, bir saat ve daha ziyade de vam edilmek lâzımdır. Çabucak ümit kesmek ekseriya hatâdır. Birkaç saatlik çalışma ile diril miş insanlara rast gelinmiştir. Onun için sabır ve teenni ile u- zun uzun uğraşmalı ve hususiyle arasıra, kesik kesik nefes alma lar, kusmalar, veya ufak tefek ha reketler görülürse böyle şahısla rı diriltmeye kadar uğraşmanın vicdan borcu olacağı unutulma malıdır. Burada bize cesaret verecek şey kalb hareketleridir. Gayrimuntazam veya çok za yıf olsa da kalpte hareketler his sedilmesi, ümidi kuvvetlendiren bir alâmettir. Bu gibi hallerde nabız ekseriya çok zayıf oldu ğundan hissedilmez. Şahsın ölüp ölmediğini anlamak için kalbini dinlemek icap eder. Dirilme be lirtileri görülünce kalb nahiyesi ne, şakaklara kol ve bacaklara masajlar yapmak da çak faydalı dır. Bundan sonra şahsı sıcak battaniyelere sarıp havadar ve sı cak bir yere nakledip mümkünse mide ve barsaklarındaki sula rın boşaltılmasına çalışılır. Bu arada kusdurucu ve terletici ilâç lara da müracaat etmek lâzım dır. Bunlarla birlikte bol sı cak içkiler ve istirahat faydalı dır.
Trilcopis’i Nasıl Esir ettim ?
(Baş tarafı 9. sahifede)
ve emir zabitlerimle ayakta du ruyorduk. Geldiler. Atlardan in diler. Bize doğru yürüdüler. En endeki General Trikopis, beni o kılık kıyafetimle bir mutbak ne ferine falan benzetmiş olacak ki: — Ou est le commandant? di ye sordu.
— Ben hiç sesimi çıkarmadım. Mahsus susuyordum. Onları ge tiren süvari bölük kumandanı Sa lih Efendi de bana: (Cevap ver sene!) der gibi, dik dik bakı yor. Bir müddet sonra, elimi u- zattım:
— Kumandan benim... Hoş gel diniz!.. dedim.
Şaştı. Baka kaldı. Zira o ter temiz, tam bir AvrupalI general kıyafetinde idi.
Şunu da söyliyeyim ki, o esna da, cebimde bir tek liram vardı. Bununla iftihar etmiyorum. Yal nız bizim halimiz bu idi- Gurur getirmemeliyiz, kendi kendime: (Yarabbi bu senin lütuf ve ihsa nındır!) diyordum.
Parlmenterin getirdiği haberi o anda Uşaktaki kolorduya bir raporla bildirmiş olduğumdan, imdi gelen cevapta (generallerin hemen Uşak’a gönderilmesi) is teniyordu. Bu emri kendilerine tebliğ edince; General Diyenis hasta olduğundan 3 Eylül sabahı gönderilmelerini rica ettiler. Ben de muvafakat ederek, keyfiyeti kolorduya bildirdim-.
Ateş yaktırdım. Etrafında çep- revre oturduk. Sağımda General Trikopis onun sağında da Gene- ra' Diyenis ile Miralay Van- delis yaverleri, solumda da bizim arkadaşlar.
Karargâh kumandanıma: (Bun lar, herhalde açtır, doyuralım, köyden bir şeyler bulun) dedim. Fakat Aşağı Gökem köyüne gi den karargâh kumandanı, bir müddet sonra boş döndü. Köy lüler, zulüm eden düşmana, hiç bir şey vermeyiz. Kumandanımız kendisi için istiyorsa, canımızı bile vermeğe hazırız. Amma, düş manlara hayır... demişler. Bağrı yanık köylünün bu haklı itirazı na ne diyebilirdim?
Yanımızda bulunan zeytin, ek mek bir de çayla işi idare etmek lâzım geldi.
Çaylarını içerlerken, yaverle rinden biri bizim fırka erkânıhar bi binbaşı Mithat Beye, elindeki çay fincanını göstererek: (Bin lira eder, üç gündür susuzluktan, açlıktan ölecektik.) demiş. Bu da gösteriyor ki; General Trikopis 30 . 31 Ağustos gecesi Adatepe bölgesinden, bu teslim olduğu yere gelinceye kadar sarp, arı zalı yollardan ilerlemiştir.
Karınları doyunca biraz ken dilerine geldiler. Ben de, bir yolunu bularak:
— Az zamanda mağlûbiyetini zin sebebi nedir? Vakıa bunu ben de biliyorum ama, bir de si zin ağzınızdan dinliyerek tenev vür edersem memnun olurum, dedim.
Bunu soruşumun sebebi var dı : Bu muharebede olduğu gibi, Sakarya muharebesinde de fırka kumandanı olarak bulundum. Böylece iki meydan muharebesin de Yunan ordusunun kabiliyeti harbiyesini bizzat müşahede et tim. Benim görüşüme nazaran Yunan ordusu, bu son meydan muharebesinde, Sakaryadaki ka biliyet ve fedakârlığı göstereme mişti. İşte, General Trikopisten, bunun izahını istemiştim- Gene ral, müteessir bir vaziyette içini
çekerek, şu cevabı verdi: — Taarruzunuzdan evvel Baş kumandanımız Hacı Anesti’ye şu teklifte bulundum: (Türklerin ciddî bir taarruzunu, bulunduğu muz Eskişehir - Afyonkarahisar - hattında kabul edersek, bu cep henin genişliği kuvvetimizle gay ri mütenasip derecede olduğun dan, mevcut kuvvetle bu cephe yi muhafaza ve müdafaa edeme yiz. Binaenaleyh, Türklerin ta arruzunu M len hattında ka bul etmemiz lâzımdır-) Bu teklifi General Hacı Anesti ka bul etmedi. îşte, kuvvetimizle gayri mütenasip olan bu geniş cephede muharebenin kabulü mağlûbiyetimize saik oldu. Trikopis şöyle devam etti:
— Birinci teklifim kabul edilmeyince, şu teklifte bulun dum: (Türklerle ciddî muharebe yi, bulunduğumuz bu hatta ka bul ettiğimize göre, Türk or dusunun kısm: .ü.lisi ili taarruzu hattı ric’atimizi kat’etmek üzere sağ Silahımıza tev cih etmeleri bizim için çok teh likeli bir harekettir. En kuv- \etli ihtimal de budur. Bina enaleyh ih.iyat kolordusunu, buna nazaran sağ cenaha yakın bulundurunuz) Hacı Anesti bu teklifimi de makul görmedi, ve taarruzunuzu Afyon-Eskişehir cephesini yaracak şekilde Altın taş istikametinde mümkün göre rek , ihtiyat kolordusunu buna göre, Altıntaş mıntakasıııda bu lundurdu. Nihayet, casuslarımla ve tayyarelerimizde taarruz ha zırlığınızı ve sağ cenahımıza karşı tahşidinizi haber alınca, Başkumandan Hacı Anestiye, va kit ve zamaniyle ihtiyat kolor dusunu bu cenaha çekmesini ve sağ cenahın takviyesini tavsiye ettimse de, o taarruzunuza ih timal vermeyerek, hiç bir tedbir almak lüzumunu
duymadı-Hattâ, tahmin ettiğim gibi 26 Ağustos sabahı kolordumun cep hesine taarruzunuz başlayınca, Hacı Anesti’ye derhal haber ve rerek, ihtiyat kolordusunun kıs mı küllisinin derhal celbini is- tedimse de, ancak ilk mevziler düştükten sonra pek geç, o da ancak bir fırka gönderdi. Onu de düşmüş olan mevzileri istir dat ve ikinci hattı muhafaza için parçalamağa mecbur oldum. Hülâsa; tehlikenin tezahür ettiği anda bile Başkumandanın teklif lerime lâyık olduğu ehemmiyeti vermemesi inhilâlimizi intaç eden âmillerdir.)
General Trikopis, Yunan ordu sunun, bu defa Sakarya’daki mu kavemeti gösteremeyişinin sebe bini de şöyle izah etti:
— Sakarya’ya kadar ilerlediği miz zaman Kral da Eskişehir’e gelmişti. Başkumandan ehil bir zattı. Bütün kumandanlar, za bitler ve efradda itaat ve inzi bat ruhu, fedakârlık hissi var dı.Sakarya’dan ıztırarî sebeplerle çekildik. Fakat bu ric’at Yuna nistan’da umumîefkârı galeyana getirdi- Siyasî değişiklikler ol du. Bunun neticesi olarak dg Başkumandan tebdil edildi. Ve sırf siyasî mülâhazalarla kuman danlar da değiştirildi. Bu suretle orduda mühim makamlar ehil olmayan ellere geçti ve asıl fe cisi orduya da s’ yaset karıştı. Komünistlik propagandası efrat arasına kadar sokuldu. Orduda eski inzibat ve itaat ruhu kalma dı. Muharebe esnasında öyle za manlar oldu ki, zabitler ve ne ferler bizzat benim kumandamı
dinlemediler. İşte, seri bir suret te mahvımızı intaç eden mühim sebepler bunlardır.)
General Diyenis ile Fırka Ku mandanı da müteessir bir tavırla General Trikopis i dilediler ve her hal ve hareketleriyle tastik e .- iler.
General Trikopis’ e konuşmamız sona erince, kurduğumuz mahrutî çadırlardan birisine onu, diğeri ne de General Diyenis i'e Miralay Vandelis’i yerleştirdik. Burada ki seyyar karyoyalarda yatacak lardı. Çadıra girerlerken her iki Generalin de üzerlerinde bulunan rövelverlerini, bizzat, elimle al dım. Miralay Vandelisin rövel- veri yoktu. Bu rövelverleri ertesi günü sureti mahsusada, Süvari
Bölük Kumandanı Salih Efen- -j di ile kolorduya gönderdim. 5 Trikopis’in rövelverini Kolordu Kumandanı Kemalettin Sami Pa şa, Diyenis’in rövelverini de Kolordu Topçu Kumandanı Mi ralay Zihni Bey almışlar. Fa kat bunları askerî müzede göre
medim-General Trikopis ile arkadaşla rı yanıma, kendi atlariyle geldi ler ve yine aynı atlarla Uşaka sevkedildiler. Üzerlerinde ve hay vanlarının eğer takımları üs tünde kat’iyyen k’ lıçları yoktu. Şu halde, askerî müzede 11 inci fırkamız tarafından alındığı ve General Trikopise ait olduğu ya zılı olan kılıç nerede ne zaman ve kimin tarafından alınmıştır?
Atatürkün Sevdiği Çocuk
( Baş tarafı 14. sahifede)
sil, daha yarım saat evvel ko nuştuk.. Ne diyorsunuz?) de dim amma, bitkin bir halde, tir- tir titreyerek, tekrar telefona sarıldım, Dolmabahçeyi buldum. (Bayraklar yarıya mı iniyor?) diyen çığlığıma (Heyhat evet..-) dediler. Ondan sonra ne oldu bil miyordum- Kendimi kaybetmi şim.
O sırada, Gazi Çiftliğindeki mektebe yakın olsun diye Ata türk’ün yaptırmış olduğu evde oturuyorduk. Ülkü de, henüî beş buçuk yaşında olduğu için kayıt sız olarak mektebe devam edi yordu. Mektepte kendisinden saklamışlar, eve gelince, biz de bir şey hissettirmemek İstedik. Üç dört gün: (Yine telefon etti, seni sordu.) diye vaziyeti idare etmeğe çalıştık. Fakat (Atatüık- çüğümü göreceğim geldi.) uiye tutturdu. Bir gün: (Avrupaya gitti gelecek) dedim. (Bern bu kadar severdi, yine götürmedi?) diye ağlamağa başladı. Ancak, ne kadar gizlemeğe çalıştıksa et rafın halinden bir şeyler sezd:ği- ni hissediyordum. Gözlerimin içine bakarak, içini çekiyor, fa kat hiçbir şey sorm uyc, söyle, miyordu. O sırada hastalanmış yatarken, yastığının altındaki A- tatürk’ün resimlerini, gizlice alıp yüzüne yapıştıra yapıştıra öptü ğünü gördüğüm zaman, onun da artık her şeyi bildiğini anladım. Artık hiç lâkırdısını etmedi. Yal nız, beş altı ay sonra, bir gün bir vesile ile, bir zeybek r-ava- sı çalınırken, (Haydi oyna, Ül kü!) demiştim. Birdenbire sar sılarak:
—■I Ne oynayacağım artık, Ata türk yok ki... dedi.
★
— Hatırlıyor musunuz bunla rı? diye, Ülkü’ye dönüyorum.
— Nasıl hatırlamam? Bilhas sa ayrılışımız..- O güne kadar gözyaşı nedir bilmezdim Hattâ, fazla yaramazlık ettim diye an nem döveceği zaman, ona kaçar dım.
— Başka hatırladığın neler var,
— Beş buçuk yaşma kadarki bütün çocukluğum, onun hava sında, onun dizleri dibinde geç ti. İlk senelerin, bilmeden yap tıkları, sonraları yine kendisi ya kınları ve annem anlatırdı. Me selâ bir gün, bahçede çimenler üzerinde oturuşunu görünce, ko şup: (Kalk Atatürkçüğüm hasta olacaksın- Oturma burada!) di ye kaldırışımın pek hoşuna git tiğini ve: (Ne hassas çocuk, kim olduğumu bilmediği halde beni nasıl seviyor?) dediğini, hem şiresi Makbule Hapım anlatmış tı,
Şimdi annesi Vasfiye Hanım ve eşi genç üsteğmen Fethi Do- ğançay, Ülkü ile beraber, hep o günleri yâd i'e konuşuyoruz:
— Bazan, sabahleyin erkence kalkması lâzım geldiği halde, u- yuya kaldığını görür, fakat uyan dırmaktan çekindikleri zaman., Ülkü’yü ileri sürerler, o ne yap - sa kızmayacağını bildikleri içi n, git kaldır, derlerdi. O da gider-...
— Ne yapardın?
— Haydi, kalk, çok uyudun ar tık Atatürkçüğüm... Bak, »güneş çıktı, diye okşar, uyandırırdım.
— Bir gün, iskarpinleri ni aa- sıl boyadın?
— Sarı iskarpinlerini, asılı du ran lâcibert elbisesine yakıştıra- mayınca, aşağıdan ald iğim siyah biya ile boyarken, tabiî ellerimi de bulamıştım. O halimde beni görünce: (Ne yaptın?) dedi. (A- tatürkçüğüm, elbis en siyah, a- yakkabın sarı olmaz. Hepsi bir renk olsun.) dedim. Güldü dur du.
— Bir gece, tanınmış yaban cı şahısların da bulunduğu bü yük bir suarede, geç vakit Ata türk soruyor: (Nerede Ülkü?) diye. Uykuda olduğunu öğrenin ce: (Uyandırın, getirin!) diyor. Uykudan henüz uyanmış bir va ziyette, büyük salona girer gir mez, zamanın meşhur dalkavuk larından, ismini söylemekte ma zur olduğumuz biri, hemen Ül- kü’nün karşısına gelerek: (Vay hanımefendi, ah küçük hanım efendi.. Nerelerdeydiniz? Mah- cemalinize mütehassirdik. Bizi mahzun ettiniz. Teşrifinizle bah tiyar ettiniz!..) diye bir sürü, çocuğun anlıyamıyacağı mana sız iltifatlarda bulunurken, Ülkü şaşkın şaşkın baktıktan ; >nra, nihayet isyan eden bir halle, ken dini tutamıyarak, bunları söyli- yenin yüzüne: (Tuuu!) deyiver- mişti. Atatürk, şahidi olduğu bu sahneyi her zaman hatırlar ve: (O kadar kalabalık içinde sura tına tükürülecek herifi nasıl bil di?) derdi.
—- Başvekil bulunan Celâl Ba- yar hastalanmış, Savarona'da ya tıyordu. Atatürk, yanından çıkar ken, bana: (Ülkü, haydi git, am cana masal söyle..) dedi. Gittim Beni Atatürk yolladı. Sana ma sal söylemeğe geldim, dedim. Şimdi hatırlamıyorum, bildiğim masallardan birini söyledim. Gü- lümsiyerek dinledi. Aferin, dedi- Ben de, bitirdim, artık gidiyo rum, dedim.
— Emir Abdullah geldiği za man, Ülkü’yü de tanıttırmıştı. Ülkü, ömründe ilk defa böyle sa rıklı, cübbeli bir zat gördüğü için, merakla gider, kucağına o- turur ve sormağa başlar: (Neye böyle bembeyaz, uzun entari ile
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi