• Sonuç bulunamadı

İslam ve Türk Kültüründe Vakıflar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İslam ve Türk Kültüründe Vakıflar"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Nazif ÖZTÜRK*

(2)

İ S L Â M V E T İ J R K K Ü L T Ü R Ü N D E V A K I F L A R

D

inler, kültürler, belli başlı felsefî akımlar;

b u temel k a v r a m l a r ı n oluşturduğu medeniyetler, birkaç tılsımlı anahtar keli­ m e n i n etrafında d ö n ü p dolaşmaktadır. İyilik, hayır, huzur, mutluluk, refah, saadet...

İnsanoğlunun görevi, dünya medeniyetinin muhtelif s ı n ı f l a n a r a s ı n d a sosyal b a ğ l a r ı kuvvetlendirmek; refah ve saadetin sebeplerini keşfedip, b u a l a n d a sağI a n a n bilgileri kamuoyu ile p a y l a ş m a k , şu "âlem-i kevn ve f e s a d " d a ; i m k â n l a r ölçüsünde huzurun bekâsına hizmet etmektir.

H a n g i d i n d e n , h a n g i ırktan ve h a n g i c o ğ r a f y a d a n o l u r l a r s a olsunlar, b u d ü n y a y a gelen bütün insanlar, tarihin her d ö n e m i n d e barış ve huzuru a r a m ı ş , mutlu bir hayat sürdürmeyi arzu etmiştir. G ü n ü m ü z insanı d a bu hedefe ulaşabilmek için sosyal ve ekonomik gelişmişliğin sürdürülmesi, tabiî servetin korunması, d a h a iyi bir hayat standardı y a k a l a n m a s ı , kişi hak ve ö z g ü r l ü ğ ü n e saygı gösterilmesi, herkes için temel kamu hizmetlerine kolayca ulaşılabilen sağlıklı ve güvenli b i r h a y a t ortamı hazırlanması, nihayet kültürel farklılıkların ve kimliklerin y o k edilmemesi için küresel d a y a n ı ş m a ve işbirliği yoluna gidilme­ si taleplerini d i l e getirmektedir. Bireyin temel hak ve hürriyetlerden y a r a r l a n m a hakkı savunulurken, aynı kişiye, d i ğ e r insanların ve gelecek nesillerin h a k l a r ı n ı k o r u m a k l a y ü k ü m l ü o l d u ğ u hatırlatılmaktadır. Toplumsal sorumluluk anlayışı içinde herkesin, genel kamuoyunun iyiliğine aktif katkıda bulunması istenmektedir.

Toplumun genel kabulleri arasında bulunan bu talep ve a r z u l a r ı n gerçekleşmesi; " b e n " i n ben­ cillikten k u r t u l a r a k o l g u n l a ş m a s ı ve şahsiyet k a z a n m a s ı ; " ö t e k i " n i n varlığının kabul edilmesi; onun d a olgunlaşmasına ve şahsiyet kazanmasına yardımcı o l u n m a s ı ; bu a m a ç l a d a y a n ı ş m a içine girilmesi; cemiyette e g o i z m i n d e ğ i l , diğerkâmlığın hâkim kılınmasıyla mümkündür.

Bu b a ğ l a m d a v a k f ı , " b e n " ve " ö t e k i " a r a s ı n d a k i etkileşim ve dayanışma ruhunu somut­ laştıran b i r müessese o l a r a k d e ğ e r l e n d i r m e k m ü m k ü n d ü r ' . Vakıf, evrensel bir medeniyet pro­

jesinin merkezinde yer alan, erdemli insanların u y g u l a y a b i l e c e ğ i , insanî boyutu çok yüksek, çağlar boyu değerinden hiçbir şey kaybetmeyen sivil, d e m o k r a t i k bir oluşumdur. Toplumsal ihtiyaçların sebebi ne olursa olsun vakfın gayesi, cemiyette mevcut olan bu yoksunluk ve yoksulluğa çare bulmaktır.

Tabiatta potansiyel olarak varolan zenginlik­ lerin artırılması ve toplumsal tabakaların her kesi­ minde yer olan insanların bu servetten yararlan­ masının temini şu üç şekilden biriyle gerçekleşmektedir: "Teâvün-i iştirak", teâvün-i mübadele" ve "teâvün-i ihsan".

Teâvün-i iştirak/kolektif yardımlaşma tabiri, ilk bakışta kelime manası itibariyle ulusal ve ulus­ lararası sermaye şirketlerini çağrıştırıyorsa d a ; ıstılohî olarak vergi mükelleflerinden tekâlif-i umu-miyeyi tahsil ederek temel altyapı hizmetlerini gerçekleştirmek, diğer iki yardımlaşma şeklinin hayata geçirilmesi için sosyal ve hukukî alt yapıyı hazırlamak ve asgari ölçülerde beytü'l-malde istihkakı olan kesimlerin^ haklarını taksim etmekle görevli olan devlet kast edilmektedir. İkincisi, üre­ timde ayrı dallarda faaliyet gösteren ve eşitler arasında mal ve hizmet alımlarını düzenleyen

"teâvün-i m ü b a d e l e " yani alışverişte/ticarette yardımlaşmadır.

Sermaye, akıl ve fizikî noksanlıklar sebebiyle üretim ve ticarî mübadele hareketine k a t ı l a m a y a n l a r ı n pastadan p a y almasını sağlayan ve hangi konumda olurlarsa olsunlar onların dışlanmasını önleyen iktisadî sistem ise "teâvün-i ihsan", iyilik ve güzellikte, diğer bir ifade ile hayırda yardımlaşmadır.

' Doktor, Aroşhrmacı/Yazar.

Yediyildız, Bahoeddin, "Osmanlılar Döneminde Türk Vakıfları Ya da Türk Hayrat Sistemi", Ed. Güler Eren,

Osmanlı, Ankara 1999, C.5, s. 17, 23-24.

' Kur'an-ı Kerim'de, devletin topladığı vergivi nereye harca­ yacağı şu şekilde belirtilmiştir: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (islâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya nnahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir"(KK. IX/60; TDV, Kur'ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Ankara 1993, s. 195).

' Elmolılı M. Hamdi, lr$ödu'l-Ahlât fi Ahkâmi'l-Evkâf, istanbul 1330, S.184.

(3)

N a z i f Ö Z T Ü R K

Bu taksimatta devletin g ö r e v i , servetin çoğaltılması ve bütün vatandaşları kapsayacak şekilde paylaşımının sağlanması için, yardımlaşmanın zeminlerini hazırlamak, çalışıp kazanmada insanlar arasında fırsat eşitliği sağlamak, eğer varsa teşebbüs ve ifade özgür­ lüğünün önündeki engelleri k a l d ı r m a k , demokrasi, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerini toplum hayatında hakim kılmak ve asayişi temin etmektir.

Günümüzde bu görev dağılımı, adalet ve eşitliği sağlamak ve temel alt yapı hizmetlerini gerçekleştirmekle görevli "kamu sektörü"; sınaî ve ticarî kurallara göre çalışıp kazanmayı öngören

"özel sektör" ve toplumsal hizmeti ve sosyal yardımlaşmayı amaçlayan, sivil inisiyatiflerin oluşturduğu, kâr amacı gütmeyen "üçüncü sek­ tör", N G O ya da sosyal sermaye o l a r a k vasıflandırılmaktadır^.

Yer altı ve yer üstü zenginliklerini ifade eden "sermaye-i a r z " hibe olduğu için asıl yardımlaşma görevi, çalışıp kazanma hususunda

tecellî eder. Hukukî düzenleme ile eğitim ve öğretimin en mühim sırrı, insanların terbiye-i kes-biyesine itina cihetinde kendini gösterir. Halkedici; kullarını, velev edna manasıyla olsun, çalışıp kazanmaya ve iradî hareketlere muktedir yaratmıştır. Din en mühim tavsiyelerini, insanları çalışıp kazanmaya y ö n l e n d i r m e d e v a z e t m i ş ; İslâm hukuku ise en mühim adaletini üretip sat­ manın/ticaretin kurallarını t a n z i m d e o r t a y a koymuştur^.

Kâr amaçlı özel sektörün eline geçen servetin tamamı, yalnız ferdî kazancın ve şahsî kudretin semeresi değildir. Bunda hilkatin r a h m e t i , toplumun himmeti birer cüz teşkil etmektedir. Cemiyetin durumunda ise; hem m a z i n i n , hem halin, hem istikbâlin tesiri vardır. M a z i hâle

mirasını bırakır. Haldeki bütün fertler, velev pek izâfi olsun, cemiyetin avarızına göğüs gerer. Kendilerinden ziyade gelecek nesiller ve istikbâl için çalışırlar. İstikbâlde ortaya çıkacak nesilleri, halin lezzeti çalışıp kazanma hususunda tahrik eder. Tevârüs olarak kendilerine intikal eden

hayat standardını d a h a d a y ü k s e l t m e k için çalışma azimlerini artırır ve amellerini coşturur. Bu a l a n d a k i fikirlerini d o ğ r u l a r ve muhtemel ihmallerini ortadan kaldırır, tasavvurun evrensel­ liği ve yüceliği yorgunluklarını hafifletir. Bu suretle deverân eden cemiyet hayatının asırlar süren b i r i k i m i sonucu m e y d a n a g e l e n m e d e n i y e t i n ortaya koyduğu kazanımlar sayesinde, toplum içerisinde yer alan fertler m u a y y e n b i r s a h a d a kazanç sağlarlar ve yiyecek ekmek bulabilirler. Z i r a , her ferdin kazancı; şahsına, cemiyetine ve Hâlikına m e d y u n b u l u n m a k t a d ı r . Bu sebeple nimetin şükrânını eda etmek ve k a z a n ı l a n o m a l ­ ların dağıtım usullerini buna g ö r e tatbik eylemek adaletin esasıdır.

Malların dağıtımında, y a l n ı z k a z a n m a ve değişim kanunları kâfi d e ğ i l d i r . Bunun i ç i n , içtimâî y a r d ı m l a ş m a y ı sadece " t e â v ü n - i mübadele"ye hasretmek zulmü intaç eder. Ç ü n k ü bir cemiyetin bekâsına m e d a r o l a n b i r takım unsurlar vardır k i , bunlar bilfiil kesbe muktedir o l a m a z ise d e ; mazide ve istikbalde toplumsal faaliyetlere tesirleri inkâr edilemez. Bu g i b i l e r , cemiyetin kazandığı m a l l a r d a , velev cüz'î olsun bir hak sahibidirler. Çocuklar, ihtiyarlar, yetimler, bîkesler, zayıflar, umumî hayatın f e d a k â r l a r ı o l a n hastalar, genel himayeye ve k o r u n m a y a h a k sahibidirler. D i ğ e r t a r a f t a n b i r millette m a ğ d u r l a r ı n , b î k e s l e r i n , hasılı â c i z l e r ve zayıfların çokluğu; toplumsal huzursuzlukların art­ ması, maddî ve manevî hastalıkların ç o ğ a l m a s ı , sosyal bünyenin parçalanması ve toplumun y o k olması sonucunu doğurabilir*.

İktisadî prensipler ve içtimaî felsefe, genel m a n a d a insanlar a r a s ı n d a k i y a r d ı m l a ş m a y ı "emr-i teâvün" olarak kabul eder. Fakat insanlar arasında meydana gelen y a r d ı m l a ş m a f i i l i n i , yalnız alış-veriş ve mübadele esasına b a ğ l a m a k doğru bir yaklaşım değildir. Gerçi mübadele usulü yardımlaşmanın ilk şeklidir. A n c a k b u yardımlaşma şeklinin tek başına yeterli o l d u ğ u n u n

' Baloğlu, Zekâi/Ceylanoğlu, Namık, "Avrupa Birliği'ne Adaylık Sürecinde Dernekler ve Vakıflar", Türkiye Üçüncü

Sektör, İli. Ulusal Konferansı, istanbul 2 0 0 1 , s.l 9 - 2 1 .

= Elmahlı M. Hamdi, Age, s.l80. ' Elmalıh M. Hamdi, Age, s. 182-183.

(4)

İ S I J . M V E T Ü R K K Ü L T Ü R Ü N D E V A K I F L A R

k a b u l e d i l m e s i i ç i n , m ü b a d e l e y a p a c a k l a r a r a s m d a eşitliğin bulunması gerekir. O y s a insan­ lar kuvvet ve z a a f itibariyle doğuştan bir diğerine eşit değildir. İnsanlar arasındaki bu farklılığa r a ğ m e n çalışma ve k a z a n m a d a onları eşit tutmak, y a r d ı m l a ş m a duygusunu d o ğ u r a n amilleri unut­

mak olur. Bu b a k ı m d a n yardımlaşmanın adil bir şekilde tecellisi için, ikinci bir suretin kabul edilme­ si lüzum ve zarureti ortaya çıkmaktadır. Bu ise, insanlar arasında gerek "eşhâs-ı hukukiye" olan fertlerin ve gerekse "eşhâs-ı m a n e v i y e ve itibariye" o l a n cemiyetlerin kuvvetlileri tarafından zayıflarına karşı, "vücûh-i birr u hoyr"^ ile bir nevi fedakârlık y a p m a l a r ı şeklinde ortaya çıkar. Bu y a r d ı m l a ş m a şekillerinden b i r i n c i s i , y a n i mübadele usulü, sosyal sınıflar arasında aynı t a b a k a y a mensup bulunanları; ikincisi muhtelif t a b a k a l a r a mensup kimseleri y e k - d i ğ e r i n e b a ğ l a m a y a hizmet eder^.

İster "teâvün-i ihsan", ister "vücûh-i birr u hayr" d i y e l i m , kâr amacı gütmeyen üçüncü sek­ törün en temel ve en eski üyesi vakıflardır. Vakıflar, İslâm ve Türk kültürünün şekillenmesinde en belirleyici role sahip bir kurumdur. Vakıf müessesesini k a v r a m a d a n Şark Medeniyeti'nin şifrelerini çözmek ve bu medeniyetin oluşumunu sağlayan müteharrik unsurları kavramak, hatta Doğu insanının d ü n y a y a , hayata ve mala bakışını kavramak mümkün değildir.

İslâm ve Türk kültürünün oluşturduğu yönetim a n l a y ı ş ı n a g ö r e , devletin g ö r e v i , adâleti sağlamak, tebaanın can ve mal emniyetini temin etmek ve insanlara dilediği gibi inanma ve kendi­ ni geliştirme fırsatı vermekten ibarettir. Bunların dışında kalan ve bir toplumun gelişmişlik ve refah düzeyini gösteren eğitim, kültür, sağlık ve sosyal hizmet faaliyetlerini gerçekleştirmek görevi, sivil toplum kuruluşlarına bırakılmıştır. Sivil inisiyatifler tarafından gerçekleştirilen ve tarihten günümüze intikal eden veya etmeyen imaretleri, hasta-honeleri, köprüleri, çeşmeleri, medreseleri, cami­ leri kim veya kimler yaptırıyordu? Bu eserleri y a p t ı r a n l a r gelir kaynaklarını nereden ve nasıl temin ediyorlardı? Bu kimselerin toplum içerisin­ deki k o n u m l a r ı , devlet yönetimindeki görevleri.

sınıfları, meslekleri, unvanları ve gayeleri neydi? Belki de bunların hepsinden d a h a önemlisi, onları bu sosyal hizmet müesseselerini yaptırmaya iten sebep ve saikler nelerdi?

Türk toplum ve devlet hayatının her alanında kendini bu kadar ağırlıklı olarak hissettiren vakıf müessesesini bu derece geniş hizmet ve faaliyet alanlarında başarıya ulaştıran ve insanları birbir­ leriyle yarış edercesine vakıf kurmaya sevk eden itici güç nedir?

Hangi dinî, siyasî, sosyal ve kültürel sebep ve saikler, h a n g i felsefî düşünce, hangi hayat telakkisi, hangi dünya görüşü, kendinden önce hiçbir devlete nasip olmamış tarzda Osmanlı Devleti'nde vakıf medeniyetinin doğmasını sağlamıştır?

Ülkeler ve milletlerarası münasebetlerde, siyasî ve sosyal sürtüşmelerin, hatta sıcak çatışmaların sebebi olan; fert bazında "canın yongası" olarak nitelendirilen taşınır ve taşınmaz mallar, ekonomik değer ve haklar, nasıl oluyor d a g ö n ü l rızası ile şahsî servet o l m a k t a n çıkartılabiliyor ve kamunun hizmetine sunulabili-y o r ? Bu sunulabili-yolla mektep, medrese, tekke ve kütüphane gibi eğitim ve ilim müesseseleri; c a m i , mescid, n a m a z g â h , kilise ve havra gibi dinî müesseseler; hastahone, eromilhane, imaret ve kabristan gibi sosyal ve beledî müesseseler; y o l , su, köprü, çeşme ve sebil gibi bayındırlık ve kültürel müesseseler; hangi evrensel ve insanî gayretlerin sonucunda meydana getirilmiştir?

Sanırım bu soruların cevabını b u l m a k , günümüz insanına çok ilginç gelecektir. Ancak sınırlı bir çalışma süresi içinde bu ne kadar mümkündür, onun takdirini sizlere bırakıyorum? Yine de, İslâm ve Türk kültürü çerçevesinde, onun dinamiklerini yakalamak üzere, meseleye biraz d a h a y a k ı n d a n b a k m a n ı n y a r a r l ı olacağını düşünüyorum.

' KK. 11/177; 111/92; V / 2 .

' Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ankara 1995, s.143-145; Öztürk, Nazif, "Yoksulluk ve Sivil Toplum Kuruluşları", Y o k s u M , İstanbul 2003, s. 8-21(15-16).

(5)

Nazif O Z T Ü R K Vakıf kelimesinin Kur'an'da terim olarak

geçmemesine ve hadiste de "sadaka-i c a r i y e ' " olarak vasıflandırılmasma karşılık; vakıfların amacını teşkil eden her türlü "birr u hayr" ve "birr u takva"'° nasta geniş çapta anlatılmış, insanlar bu iyilik ve güzellikleri işlemeye teşvik edilmiştir. Kur'an'ın bu hükmü, "birr u takva" yönünde bir araya gelin yardımlaşın, dayanışma gösterin; yoksa "ism" ve "udvân" yönünde d e ğ i l " tarzında özetlenmiştir.

"Birr" nefsin bencilliğinden kurtulmak, kendi ihtiyacı olan nesneleri bile daha fazla ihtiyacı olana "infak" edebilmektir. "Takva" ise Allah'tan alman güçle hukuka ve ahlâka aykırı yönlere sevk eden "ığva"ya karşı koymaktır, "ism" ve "udvân" ise, meşru ve iyi harcama biçimlerinin tam karşıtı bir davranıştır'^ Cenâb-ı Hakk bu hükümlerle de yetinmez. Âdeta hayatın zineti olan dünya malı ile kulunu sınar. Kavramları yerli yerine oturtması ve olgunlaşması için onu eğitir. "Siz sevdiğiniz şeylerden harcayıncaya kadar aslâ iyilik ve güzel­ liğe ulaşmış olamazsınız"'^ fermanını kullarına vazeder'^

Kur'an, "ey insanlar! sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz..."'^ emri ile ruh­ ları birleştiriyor. "...Yüzünü Mescid-i H a r a m ' a çevir..."" anlamındaki ayet-i kerime mucibince cisimleri bir araya getiriyor. Kullarından, "siz insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı b i r ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirsiniz..."'^ sırrını k a v r a m a l a r ı n ı , bu doğrultuda amel etmelerini, herkesin bir a r a d a mutlu olabileceği sosyal ortamları hazırlamalarını istiyor. " O , yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semaya yöneldi, onu yedi gök olarak yaratıp d ü z e n l e d i . B ü t ü n bunlar sizin içindir, hiç tereddüt etmeden "...yeryüzünde bulu­ nanların helâl ve temiz olanlarından y e y i n i z " " buyurularak; bir taraftan yer ve gökte insanlar için yaratılmış helal ve temiz nzıklardan meşru surette insanların yararlanmaları, diğer taraftan tabiatta potansiyel o l a r a k mevcut b u l u n a n ekonomik değerleri çalışarak artırmaları ve bu şekilde elde edilen kazançları cemiyetin fertleri arasında güzel bir şekilde dağıtmaları öğütleni­

yor. Çünkü insanların en kolay elde ettikleri ve kendilerine en yakın o l a n sermayeleri çolışmok ve k a z a n m a k t ı r . B u n d a n d o l a y ı K u r ' a n , "...kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık o l a r a k y e r d e n size ç ı k a r d ı k l a r ı m ı z d a n h a y r a h a r c a y ı n . . . " ^ ayet-i kerimesinde, servetin iki

' Ebu Hureyre'nin naklettiği bir hadiste " Ölümünden sonra insanın kendisi için bırokacağı en hayırlı şey üçtür: Ölen için dua edecek iyi bir evlât, mükafâtı ölene erişen carî sadaka ve insanların yararlanacağı faydalı bilgi" denilmek­ tedir. Bu hadiste geçen "sadaka-i cariye", hadis ve ahkâm-ı evkâf kitaplarında şöyle izah edilmektedir: Muhyiddin-i Nevevî "çeşme, köprü, hastahane, camii, mektep yaptırmak, ağaç dikmek..."(/î/yâz'üs-So//7)in, A n k a r a 1964, c m , B. 2, Hadis No: 1412, s.5); Nasıf, Mansur Ali."sadakatu'l-cariye vakıftır"(ef-7dc, Camiu'l- Usûl fi

Ehâdisi'r-Resul, Mısır 1 3 8 1 , C.ll, B.3,s.243,dn.3); Berki, Ali

Himmet "...üçüncüsü, vakıf yaparak insanlara ve fukarâya menfaatlı eser bırakan kişidir ki, halk bu eserlerden istifâde ettikçe o kimsenin ameli münkati' olmayıp halk hayır ve rah­ metle yâd ettikçe amel defterine ecir ve sevap yazılır"f250

Hadis, B. 3, Ankara 1974, s.35); Ömer Hilmi Efendi " ...Bu

üç şeyden evvelkisi ilâ yevmi'l-kıyâm câri ve bâki olan sadakadır ki, vakıf suretiyle inşa olunan âsâr-ı hayriyedir. Çünkü hayatında bezl-i mal ile âsâr-ı hayriyye inşasına muvaffak olarak vefat eden insanın âsârıyla halk intifa ve istifade ettikçe halk tarafından dâima hayr ve rahmetle yâd edildiğinden bu suretle ol insanın vefatıyla ameli münkati' olmayıp ilâ kıyâmi's-sâa (kıyamet anına kadar) defter-i âmâline mesubât kayd olunur (Ithâfu'l-Ahlâf fi

Ahkâmi'l-Evkâf, İstanbul 1307, s. 10); Mardin Ebul'ulâ "Risaletpenah

Efendimiz Hazretleri, sadoka-i cariye ile vakfı kast buyu­ ruyorlar" (Evkâf Notları/Hukuk Medresesi Doktora Sınıfı

Talebesine 1337-1338 Seneleri Zarfında Vuku' Bulan Takrirlerinin Zabıtlarıdır, Daru'l-funun Matbaası (İstanbul)

1338); Bilmen, Ömer Nasuhi "sadaka-i cariye vakıf demek­ tir" (Hukuk-i Islâmiye ve Islılahâtı Fıkhiye Kamusu, İstanbul 1967, C.IV, S.301).

KK.II/177; 111/92. " K K , V / 2 .

Hatemi, Hüseyin, "Vakıf Kurumunun Kökeni Hakkında Düşünceler", 3. Sektör Dergisi, Nisan 1996, İstanbul 1996, S . l l , s . l 5 .

" KK. 111/92; Ali Haydar Efendi "Ebu Talha (ra) bu ayeti işitince, sevdiği mallarından olan "Beyrahâ" adındaki bahçesini vakıf yapmıştır" dedikten sonra, "vakhn meşruiyeti kitap, sünnet ve icma'i ümmet ile sabit olmuştur" hükmünü vermektedir (Tertibü's-Sunûf fi Abkâmi'l-Vukûf, İstanbul 1340, s.5).

" Öztürk, Nazif, "Sosyal Siyaset Açısından Osmanlı Dönemi Vokıflan", Ed. Güler Eren, Osmanlı, Ankara 1999, C. 5, S.36. KK. 11/21. " KK. 11/144. " KK. 111/110. " KK. 11/29. " KK. 11/168; 11/172. KK. 11/267.

(6)

İ S L Â M V E T Ü R K K Ü L T Ü R Ü N D E V A K I F L A R k a y n a ğ ı n ı b i r l i k t e z i k r e d i y o r . İnsanın kendi e m e ğ i n e v e r d i ğ i önemi vurgulamak amacıyla çalışıp k a z a n m a y ı , hazır bulunan tabiî zenginlik­ lere tercih ediyor. Emeğe dayalı kazanca verilen önem sebebiyle İslâmiyet, en mühim tavsiyesini, insanları çalışıp k a z a n m a y a sevketmekte gösteri­ yor. Şer'î ve beşerî hukuk ise, en titiz düzen­ lemelerini, ticarî faaliyetleri tanzim eden m a d ­ delerinde y a p ı y o r . D i n , "...herkes kazandıklarına karşı b i r r e h i n d i r " ' ^ - "...herkesin k a z a n d ı ğ ı kendine, y a p a c a ğ ı d o k e n d i n e d i r . . . " " buyuruyor. İslâm Hukuku ise, "külfet nimete, nimet külfete g ö r e d i r " " kaidesini tatbik ederek, muamelât ahkâmını tanzim ediyor^'.

"Herkesin ve (her milletin) yöneldiği bir yönü ve yöntemi vardır. Siz hayrat y a p m a y a koşun, bu hususta b i r b i r i n i z l e yarış e d i n " " m e a l i n d e k i K u r ' o n ayeti; hayır ve iyilik konusunda, insanları en üst seviyede motive ediyor. K u r ' o n , içtimaî y a r d ı m l a ş m a y ı , mecburî devlet vergisi o l a n "zekat" ve d a h a geniş kapsamlı bir terim olan " s a d a k a " k a v r o m i a r ı y l a anlatıyor. Bu iki k a v r a m ı n d ı ş ı n d a , " i n f o k " , " i t ' o m " , " i h s a n " , " A l l a h ' a g ü z e l ödünç v e r m e " , " y a r a r l ı iş", " m a l ı n d a n v e r m e " , " h a y ı r işleme" terim ve ibareleriyle paylaşmanın erdemini ve önemini ısrarla vurguluyor. Ayrıca vakıf müessesesinin ona konularını teşkil eden iyi niyet ve ihlas ile ödünç venme o l a n "korz-i hosen", yoksul, düşkün ve yetimin gözetilmesi, köle ve esirlerin hürriyet­ lerine kavuşturulması, misafirin (ibni sebil) d o y u ­ rulup yatırılması ve bil-umum ihtiyaçlarının gide­ rilmesi, İslâmiyete yeni girmiş kimselerin kalp­ lerinin islâm'a ısındırılması (müellefe-i kulOb), ibadet yerleri ile topluma faydalı eserlerin inşa ve tamiri, öğrenmeye ve öğretmeye verilen ö n e m , sıhhatin korunması, temizliğin sağlanması, yurt savunmasına karşı hazırlıklı olunması g i b i husus­ lar K u r ' a n - ı K e r i m ' d e ayrıntılı b i r şekilde anlatılmıştır^'.

Kur'on ayetlerine göre hadiste vakıf kurumu d a h a geniş yer almaktadır. Mescid y a p m a y ı , su a k ı t m a y ı , y o l d a kalmışları gözetmeyi, yolcular için h a n ve k e r / a n s a r a y yaptırmayı, malından sadaka vermeyi öğütleyen ve bu g i b i davranışları öven

hadisler pek çoktur. Ayrıca Hz Muhammed(sa) ve ashabının kurduğu vakıflarla ilgili örneklere hadis ve ahkâm-i evkâf kitaplarında sıkça rastlanmak-tadır^^ Bunların hepsinde, bu davranışın topluma sağladığı yararlar öne çıkarılmakta ve "sadaka-i cariye"ye vurgu yapılmaktadır. Çünkü, sodoka-i cariye içerisine, çevreyi korumak, insanların yanında kuşlar ve hayvanların yararlanacağı ekili ve dikili ziraat olanları meydana getirmek, yoldan gelip-geçen kimselere sıkıntı veren bir taşı

kaldırmak, hatta insanlara güler yüzle selam verip merhaba e t m e k " de dahil olmaktadır.

İnsanları derinden etkileyen bu dinî kuralların y a n ı n d a , kültürün diğer parçasını oluşturan örfde de benzer tavsiyeler yer olmaktadır. Yusuf Has Hâcib, Kutodgu Bilig'de "...sen herkesten iyi ol ve hep iyilik y a p m a y a ç a l ı ş " " derken; Âşıkpoşozâde, "mal odur ki hayra sarfoluna"^" demektedir. 13. yüzyılın büyük Türk şâiri Yunus Emre, " N e varlığa s e v i n ü r e m / N e y o k l u ğ a y e r i n ü r e m / I ş k u n i l a o v u n u r a m / Bono senü gerek senü" mısrolarıyla, insanın maddeye ve dünyaya karşı hürriyetini dile getiriyor. Varlık sahipleri de ellerinde mevcut mal varlıklarını diğer insanların mutluluğu için vakfe­ derek, bu hürriyeti bizzat yaşıyorlar''.

KK. U I / 2 1 . '= KK. 11/286.

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, istanbul 1322, 5.34, md.88;

Öztürk, Osman, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, istanbul 1973, s.131,164.

Eimalılı M. Hamdi, İrşadu'i-Ahlâf...,5.178-181; Öztürk, Nazif,Elmalılı M. Hamdi...,s.l42-143.

" KK.II/148.

" Bu konulan anlatan ayetlerin numaraları ve geçtiği sureler için bkz (Öztürk, Nazif, Menşe'i ve Tarihi Gelişimi

Açısmdan Vakıflar, Ankara 1983, s.40-42); Ayrıca bu

ayetlerden vakfiyelerde zikredilenlerin yerleri için Bahaeddin Yediyildız'ın, /nsfifuh'on c/u vaqf au XV(I( e siec/e en Turauie -etude socio-historique, Ankaro 1990 adlı ese­ rine bakılabilir.

Ebu Bekr Ahmet bin Ömer eş-Şeybani/Hossaf,

Ahkâmü'l-Evkâf, Mısır 1904, s.2-17; buradan naklen M. Hamdi, İrşâdul-Evkâf...,s. 139-158 ; Öztürk, Nazif, Menşe'i ve Tarihi Gelişimi...,s. 44-49; Öztürk, Nazif, Eimalılı M. Hamdi...s.]2]-]32.

" Ez-Zebidî, Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh

Tercemesi (Ter. Kamil Miras), Ankara 1969, C.5,

s.356-359.

'= Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Ankara 1985, B.3, s.28 (236).

Aşıkpaşazâde, Aşıkpaşaoğlu Tarihi (Yayına haz. Nihal Atsız), İstanbul 1992, s. B157.

(7)

Nazif Ö Z T Ü R K

XI. yüzyılın ilk yarısında y a ş a y a n Türk Filozofu Farabi, "insan tek başına bir medeniyet kurarak hayatını sürdüremez ve mükemmelieşemez. Yaratılışın gayesi o l a n mükemmelliğe, ancak birbiriyle y a r d ı m l a ş a n insanlar ulaşabilir. Üyeleri birbirine yardım eden toplum erdemli, mükemmel bir toplumdur. Ülkenin mutluluğunu sağlamak üzere şehirleri birbirine yardım eden milletler de, erdemli ve mükemmel bir millettir"" der. Aynı şekilde erdemli, mükem­ mel ve evrensel devlet de, bünyesinde barındırdığı bütün toplulukları mutluluğa eriştirmek üzere sahip olunan imkanları birbirleriyle paylaşmaya hazır bireyleri yetiştiren ve uygulamaya koyan devlettir. XVI. Yüzyıl Osmanlı düşünürü

Kınalızâde Ali Çelebi, "Farabi'nin tasarladığı bu erdemli toplum ve mutlu şehirlerin Kanuni Sultan Süleyman( 1520-1566) zamanında gerçekleştiği­ n i " " söyler.

Semavî ve örfî kültürün şekillendirdiği bu medeniyetin içinde yaşayan insan t i p i n i n ; dünyaya, mala ve hayata bakışının ipuçlarını, vakfiyelerin girişinde yer alan cümlelerde yakala­ mak mümkündür.

Edirne Selimiye Külliyesi'ne ait Padişah II. Selim (1566-1574)'in vakfiyesi şöyle başlamak­ tadır:

" H a m d Allah'a ki, O'nun güç ve kudreti karşısında akıllar ve anlayışlar durup kalır. O'nun melekOtunu müşahedede büyük sultanların idrak­ leri hayrete düşer. Ebedîlik ancak O'nun izzet ve şanma mahsustur...Ölüm herkesi yakalar. Servet kimseyi toprağa girmekten kurtaramaz...Ölüm­ den ne peygamber(sa), ne sultan, ne vezir, ne emir, ne h a k i m , ne de Süleyman (Kanuni) ve oğlu Selim kurtulur".

"Hikmet ancak Hakk'ı bilmek ve O ' n a lâyik ibadet yapmaktır...Osmanlı hanedanı büyük ve ilahî bir nimete mazhar olmuştur. Onlardan birinin parlak saadet yıldızı d o ğ u n c a ilk işi, ahiret gününe faydalı olacak bir hayır y a p m a k olmuştur. Bu onların nesilden nesile gelen âdetleridir... Böylece nice büyük hayırlar, nice devamlı eserler meydana getirmişlerdir"^".

"Baki ve sabit o l m a y a n bu d ü n y a evinin nimetleri geçici bir g ö l g e , o n d a oturmakta o l a n kimse ise, gitmek üzere olan misafir g i b i d i r . Aklı olan her insan gaflette o l m a z . Geleceğini g ö z önünde bulundurarak ahirette vadedilen iyi mer­ tebelere ulaşabilmek için, hayır ve iyilik tohumunu dünya tarlasına eker...Böylece vâkıf, iyilik ve

hayırla uzun süre anılmak suretiyle ölümsüzleşme-yi düşünür"".

"Bu aldatıcı dünyanın m a l , mülk ve itibarı kararsız, taht ve tacı emanettir. A l l a h ' t a n başka herşey yok olacaktır...Dünya bir kimse için d e v a m edip kalacak olsaydı, Allah'ın Resulü o n d a ebedî kalırdı...Her olgun olan kimsenin y a ş l a n m a d a n önce, gücünün yettiği vakitte hayır ve iyilik yaparak ahiret hayatını düşünmesi gerekir. Vakıf, hayır ve sadaka türlerinin en mükemmeli ve b a k i kalacak iyiliklerin en güzelidir"^'.

İnsan bu dünyada ne kadar çok servet ve imkânlara sahip olursa olsun, ömür denen o l a y , bir gün gelecek bitecektir. Oysa insan d a h a uzun süre yaşamak^^ bu dünyada çevresine karşı saygı ile anılacak bir mevkiye ulaşmak^^ ö l ü m ü n d e n sonra da Allah'ın rızasını kazanmış bir kul o l a r a k anılmak istemektedir".

Farabi, el-Medinetü'l-Fadıla (Çev. Ahmet Arsan). Ankara 1990, 5.69-70.

" Öztürk, Hüseyin, Kınalızâde Ali Çelebi'de Aile Ahlâkı, Ankara 1990, s.87-88.

^' Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGMA), //. Selim

Vakfiyesi 987/] 579: 2 1 4 8 / 2 5 3 .

VGMA, Şeyh Kenzi Hasan Efendi Ibn-i Ahmet Vakfiyesi 1122/1710: 583/52-53.

^ VGMA, Ebu Beler Efendi Vakfiyesi, Gurre-i Receb 1066: 583/118-119.

^' Arsebük, Esat, Medeni tiukuk, Başlangıç ve Şahsın Hukuku, Ankara 1938, C.l, s.287.

Elntıalılı M. Homdi, Abkâm-ı Evkâf (taşbasma) İstanbul 1327, s.2-9; Yazgan, Turan, "Sosyal Siyaset Açısından Vakıflar", IV. Vakıf Haftası (1-7 Aralık 1986), Ankara

1987, s. 253-258.

^' Köprülü, Fuat, "Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Torifıî Tekâmülü", Vakıflar Dergisi (VD), \stanhu\ 1942, S.ll, s. 1 -35; Berki, Şakir, "Vakıfların Lüzumu, Faydaları ve Vakıfları Teşvik", VD, Ankara 1962, S.V, s. 19-21.

(8)

İ S L Â M V E T Ü R K K Ü L T Ü R Ü N D E V A K I F L A R İnsanları vakıf y a p m a y a yönelten bu sebep ve saiklerin y a n ı n d a ; İslâm toplumlarında mey­ d a n a gelen siyasi ve sosyal gelişmeleri, servetin teşhiri ve transferine yönelik psikolojik arzuları, s o s y o - e k o n o m i k i h t i y a ç l a r ı , toplumun ahlâkî, zihnî ve kültürel yapısını, elde edilen servetin müsadere''^ veya miras yoluyla bölünüp parçalan­ m a d a n , emin bir şekilde gelecek kuşaklara intikâl ettirme düşüncesi"', devletin güç ve kudretinin sergilenmesi ve tebaanın nabzının tutulması...ve d a h a b u n l a r a benzer pek çok faktörü saymak mümkündür.

İslâm ve Türk kültürünün meydana getirdiği medeniyetler ve t o p l u l u k l a r açısından v a k h d o ğ u r a n sebep ve saikler bu ve benzeri âmillerdir. A n c a k her z a m a n insanların dinî gayelerle vakıf tesis ettiğini söylemek, tarihî gerçeklerle örtüşmemektedir. Diğer taraftan bazı kimselerin m a l l a r ı n ı m ü s a d e r e d e n k o r u m a k gayesi ile vakıf kurdukları iddiaları d a tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır^^ Fakat bütün bunlara rağmen vakfı d o ğ u r a n âmiller arasında bir sırala­ m a y a g i t t i ğ i m i z d e ; İslâm ve Türk dünyasının şahsiyet ve kültürünün şekillenmesinde derin izleri bulunan inanç sisteminin; Şark Medeniyeti'ne mensup insanların d ü n y a y ı , devleti, makam ve ikbâli değerlendirme biçiminin; çok çeşitli sebep­ lerle zayıf düşmüş bireyi, güçlü çevrelere karşı koruma esasına d a y a n a n "halkı yaşat ki devlet yaşasın" felsefesine d a y a n a n yönetim anlayışının başta geldiğini söylemek mümkündür"".

Kurucuları ve gerçekleştirdiği hizmetler dikkâte alınarak vakıfları; bir yönüyle servet, diğer yönüyle gelir transferini gerçekleştiren bir müessese o l a r a k değerlendirmek gerekir. Üst t a b a k a l a r a mensup olanların toplumdaki iktisadî güç sıralamalarına paralel olarak vakıf kurmaları; bu müessesenin son derece dengesiz olan gelir-servet dağılımının olumsuz sonuçlarını hafifletici b i r h i z m e t y a p t ı ğ ı n ı düşündürmektedir. Bu sayede, bilinçli veya bilinçsiz olarak sosyal bir görev ve gereklilik yerine getirilmekte, ekonomik bir soruna kısmen çare bulunmaktadır.

İktisat sosyolojisi açısından üzerinde durul­ ması gereken bir başka olgu d o , servetin teşhiri ve

bu eylemin vakıfla olan ilişkisidir. İnsanların, tari­ hin ilk dönemlerinden bu y a n a , çeşitli yollarla sahip o l d u k l a r ı zenginlikleri teşhir etmeye çalıştıkları; bu zaaflarını tatmin için ilk plânda anlaşılması güç dolaylı yollara başvurdukları görülmektedir. İnsandaki bu zaaf, vakıf veya ben­ zeri sosyal etkinlikler yoluyla toplumsal amaçlar ve ihtiyaçlarla b a ğ d a ş a n tatmin y o l l a r ı n a yöneltilmedikçe, gelir ve servetin gösteriş ve teşhire dönük diğer zararlı alanlarda lüks ve israf harcamalarında kullanılması kaçınılmaz olmak­ tadır. İşte bu noktada vakıf müessesesi devreye girmekte, kişisel tatmin duygusu ile toplumsal fay­ dayı en uygun bir şekilde bağdaştırmaktadır. Bu sayede vakıflar Osmanlı ülkesinde, kendinden önceki hiçbir İslâm devletinde görülmeyecek tarz­ d a yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Bu sayede, düşük gelir gruplarına veya fizikî ve sosyal tehlike ile karşılaşanlara gelir ve servet transferiyle sosyal yardım yapılmaktadır"".

Bir tüzelkişilik olan vakıf kurumunun kâmil m a n a d a kavranabilmesi için çok yönlü a r a ş t ı r m a l a r y a p m a k ; onun menşe'inin, taraflarının, hukukî yapısının, ortaya çıktığı tarih­ ten bugüne kadar gerçekleştirdiği hizmetlerinin, bu d ö n e m içerisinde yaşadığı m a c e r a l a r ı n , u ğ r a d ı ğ ı yönetim şekillerinin anlaşılması ve anlatılması gerekir. Hatta vakıfların anayasası konumunda olan vakfiyelerin muhteva tahlillerinin yapılması icap eder. Oysa şu ana kadar vakıf kurumunun taraflarının başında gelen vâkıfın/vakıf y a p a n kimsenin sadece malını vak­ fetmesini sağlayan kültürel ortamın ve onun d ü n y a y a , mala, makam ve mevkiye bakış açısını belirleyen psikolojik ruh yapısının oluşmasını temin eden faktörlerden bazısına temas edilebil­ miştir.

M. Nuri Poşo, Netâyku'l-Vvkuâl, istanbul 1327, C. II, s.103-106.

' Ülken, Hilmi Ziya, "Vakıf Sistemi ve Türk Şefiirciliği", VD, Ankara 1 9 7 1 , S.IX, s. 32.

Köprülü, Fuat, Agm, s. 29; M.Nuri Paşa, Age, s.103-104. Öztürk, Nazif, "Sosyal Siyaset Açısından Osmanlı Dönemi Vakıfları", Osmanlı, Ankara 1999, C.5, s.37.

" Kozak, i. Erol, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak

(9)

Nazif Ö Z T Ü R K Verme işleminin m e y d a n a gelmesi için,

evvela verilecek bir malın, sonra d a bu malı almaya hak sahibi olan verilecek karşı tarafın bulunması gerekir. Vakıf sisteminde, veren taraf olan iyilik ve ihsan sahibine "vâkıf" denildiği g i b i , vakfedilen mala "mevkûf ve vakıf", kendisine vakıf yapılan şahıs veya vakıf yoluyla gerçekleştirilecek a m a c a d a "mevkufun a l e y h , meşrutun leh, masârufu'l-vakf" denilmektedir.

Taşınır veya taşınmaz bir hak ve değer olan mal, konumu itibariyle bir tarafa bırakılsa bile, vakıftan yararlanacak şahıs ve toplulukların insan olması hasebiyle bu kesimin de aynı medeniyet içerisinde terbiye edilmiş olması gerekir ki; ekono­ mistlerin vakfa yaptıkları, malı tedavülden alıkoyarak iktisadî kurallara aykırı davranıldığı, toplum içerisinde çalışıp kazanmadan yaşayan bir tembeller sınıfı (mürtezika) yaratıldığı ve malın müsadereden kurtarılması amacıyla vakıf yapıldığı yolundaki i t i r a z l a r ı " d o ğ r u tahlil edilebilsin. Bu bakımdan mevkûfun aleyh konusu

üzerinde de kısaca durmak gerekiyor.

Dünün olaylarını b u g ü n ü n şartlarında değerlendirmek yanıltıcı olabilir. Şark Medeniyeti, bütün tarafları ıslah eden bir anlayışı hayata hakim kılmak ister. Bu medeniyet insanı merkeze a l a n , fakat hiçbir canlıyı, hatta çevreyi dışlamayan, ekolojik dengeleri gözeten; mevcut i m k â n l a r ı n o l a b i l d i ğ i n c e adil bir şekilde paylaşılmasını ö n g ö r e n , y a t a y ve dikey hareketliliğe açık bir yaşam tarzıdır. Yoksulların evlenmelerini, evlenseler de çocuk sahibi olma­ malarını ve hatta onların ölüme terk edilmelerini ileriye süren Thomas Robert Malthus ( 1 7 6 6 -1 8 3 4 ) ' u n görüşlerini reddeder"'. Şehirciliği, m i m a r i y i , güzel sanatların hiçbir kolunu dışlamaz. M u s i k i y i , hatt sanatını, tezhibi, o y m a y ı , vitrayı, a h ş a p ve taş işçiliğini bediî zevklerin vazgeçilmez unsurları orasında sayar. İmkânı olanın verme duygusunu ve çok çeşitli sebeplerle çalışıp kazan­ maktan acze düşen kimselerin a l m a arzularını ter­ biye eder. Zengini saçıp savurmaktan, yoksulu da aklî ve fizikî şartları yerinde olduğu halde çalışıp ü r e t m e d e n sürekli b i r şekilde b a ş k a l a r ı n ı n yardımıyla yaşamaktan men eder. Ruhların derin­

liklerine k a d a r nüfuz eden b u m e d e n i y e t anlayışının s o n u n d a ; g ö n l ü , ihtiyaç i ç i n d e kıvranan bir yoksula yardım etmenin ve o n u içinde bulunduğu dayanılmaz hayat şartlarından kurtarmanın hazzı ile dolan z e n g i n i , gecenin bir karanlığında "sadaka taşı"na d o ğ r u yöneltir. Çoğu kez bir dinî yapının çevresinde bulunan ve üzeri oyulmuş sadaka taşının çukuruna, kimselere görünmeden kesesini boşaltır ve sessizce o r a d a n uzaklaşır. İhtiyacı olmadığı halde y a r d ı m a l m a n ı n helal ve meşru kabul e d i l m e d i ğ i inanç ve idrâkinde olan yoksul d a , yine sabahın alaca karanlığında aynı taşa yönelir ve sadece ihtiyacı kadar parayı alırdı. Bu bütün tarafları eğiten, almayı vermeyi insanî ve ahlâkî ilkelere b a ğ l a y a n , hileli, entrikolı ve zecrî tedbirlere b a ş v u r m a d a n toplumsal huzuru sağlayan bir medeniyettir.

Vücutça sağlam ve çalışıp k a z a n m a y a muk­ tedir olan kimselerin dinen sadaka kabul etmeleri doğru değildir. Çünkü umumi hükümlere g ö r e , herkes kendi kazancına bağlıdır. M ü s l ü m a n "yalnız Allah'a ibadet eder ve yalnız O ' n d a n yardım diler"''^ İnsan hâkim olmalıdır, mahkum olmamalıdır. Âlî olmalıdır, zelil olmamalıdır. Faydalı olmalıdır, zararlı olmamalıdır. Sevilen olmalıdır, nefret edilen olmamalıdır. "Veren el alan elden üstündür"''^ Başkalarından y a r d ı m o l m a y a alışmış olanlar bu hassasiyetlerini kaybederler. "Fukarâ-i sâbirin"in kıymeti; asıl fakirliğinden d e ğ i l , yoksulluğuna r a ğ m e n 'ulviyyetinden bir şey kaybetmemesinden ve zillete düşmemesinden ileri gelmektedir"'.

Bir millet başkasının iane ve sadakası ile geçinmek esası üzerine yetiştirilir ise, elbette o memlekette hayır ve sadaka "sebeb-i atalet" olur. Fakat "cihet-i islâmiye" böyle değildir. İslâmiyet, insanları istiane (yardım alma) esası üzerine değil, iane (yardım etme) esası üzerine terbiye eder.

Vakfa yapılan itirazlar ve bu itirazlara karşı verilen cevap­ lar hakkında geniş bilgi almak için bkz , Öztürk, Nazif,

Menşe'i ve Tarihi Gelişimi...,s. 135-151.

Elmalılı, M. Hamdi, Irşâdü'l-Ahlâf..., s. 187-191. " KK. 1/5.

" Buharii Çağrı Yayınları), istanbul 1981, C.ll, s.l 17, Zekât

18.

(10)

İ S L Â M V E T Ü R K K Ü L T Ü R Ü N D E V A K 1 F U \ R

Bunları söyledikten sonra konunun devamında Elmalılı M . H a m d i Yazır; müslüman, diğerine hayır y a p m a k ve y a r d ı m d a bulunmak suretiyle "faaliyet-i müsmire" içinde yaşamak ister. Bu şekilde d a v r a n m a n ı n insanı ecir ve sevaba g ö t ü r d ü ğ ü n ü , çalışıp k a z a n m a y a gücü yettiği halde, s a d a k a a l m a n ı n ise haram olduğunu bilir, inancı itibariyle, İslâm dininin bu tarzdaki emirleri ve yasakları karşısında bulunduğunun şuurun-dadır. Bu inanca sahip olan kimse elbette ataleti en büyük g ü n a h sayar^^ görüşünü ortaya koy­ maktadır.

Yoksullar bu şartlarla vakıfta mevkufun aleyh olurlar. A n c a k her z a m a n ehem mühimme tercih edilmelidir. Yoksulun konumuna g ö r e , kurulacak sosyal y a r d ı m ve sosyal hizmet vakıfları arasında fark vardır. En hayırlı vakıf, insanların en şiddetli ihtiyacına mukabil bulunandır*'. En faydalı vakıf ise, ihtiyaç sahiplerinin çalışma ve kazanmasını a r t ı r m a y a ve b u şekilde b i r nevi hizmet karşılığında istifadeye masruf olandır. Bir mem­ leketin fukorâsına sürekli kazanç sağlamasını öğretmek için h a r c a m a y a p a n bir vakıf, o yok­ sulların iaşe ve ibatesini temin etmek üzere faaliyet gösteren vakıftan elbette d a h a h a y ı r l ı d ı r ^

Buraya k a d a r aktardığım görüşlerin, olması gereken ideal düşünceler olduğu söylenerek, işin esasının u y g u l a m a olduğu iddia edilebilir. Sosyal bilimlerde herşey ak ve k a r a d a n ibaret değildir, çoğu z a m a n a r a d a kalan gri bölgeler gerçeği yansıtır. O b a k ı m d a n problemin varlığını keşfet­

mek ve bunu cevaplandırılması gereken bir soru olarak o r t a y a koymak, en az varılacak sonuç k a d a r ö n e m l i d i r . G e l i n e n n o k t a d a , huzuru a r a y a n insanlık a l e m i n i n ; toplumsal yönü çok yük­ sek olan ve asırların ötesinden günümüze kadar u z a n a n vakıf kurumunun yaşadığı tecrübelere ihtiyacı bulunmaktadır. Fakat ne yazık k i , bu o l a n d a hemen kullanabileceği, ilmî disiplinler arası koordinasyona dayalı ve bilimsel metotlarla ortaya konulmuş çok fazla veri mevcut değildir. Belki de ilk yapılması gereken iş, vakıf müessese­ sini bütün yönleriyle araştıracak; milletlerarası b o y u t a s a h i p , sosyal tarihçiler, sosyologlar, hukukçular ve toplum bilimcilerini bir a r a y a getirecek, çalışma grupları oluşturmaktır.

Üçüncü b i n yıla g i r d i ğ i m i z g ü n ü m ü z d e , bütün d ü n y a d a demokratik sivil toplumun yükse­ len bir değer olarak ortaya çıkmasına paralel olarak; Doğu Medeniyeti'nin en temel müteharrik­ lerinden olan ve Osmanlı ülkesinin paylaşılmasına ait önyargılı tutumlar doğrultusunda, sistemin ortadan kaldırılmasına yönelik bakış açılarıyla yapılan çalışmaların yetersizliğinin anlaşılması üzerine; günümüze ulaşan kalıntılarıyla gerçekten karşımızda gizemli bir sır gibi duran vakıf mües­ sesesini d a h a yakından tanıma merakı, ilmî mah­ fillerde ve kültürel çevrelerde her geçen gün biraz d a h a artmaktadır.

Bir medeniyetin müessisi olan O s m a n l ı Devleti'nin duraklama, gerileme ve çöküşü ile bir­ likte kurumlarının do içine düştüğü hâl-i pür melâ-line bakılarak, tek taraflı bir yaklaşımla ortaya konulan görüşler, sahiden vakıfların anlaşılması için yeterli midir? Kafamızda şekillenen kendi doğrularımızı ispat sadediyle hâdiseleri eğip bükme yerine, tarafsız ve ilmî nomuskârlıkla meselenin tümünü kucaklayan bütüncül bir yaklaşımla vakıf konusunu tartışamaz mıyız?

istisnalar bir yana şimdiye kadar, vakıflar konusunda kafa yoranlar, meselenin iki ucundan birinde yer aldılar. Kimilerine göre vakıflar, dokunulmaması gereken kutsal bir mevhumdur; kimilerine göre ise, mademki vakıflar mazi ile bizim göbek bağımızı bağlayan eskiye ait bir kurumdur*-, o holde tarihle irtibatımızı kesip a t m a k a d ı n a tasfiye edilmeli ve cemiyet hayatından çıkartılmalıdır. Eğer bu bir çırpıda yapılamıyorsa, toplum hayatından tecrit edilmeli, o l a b i l d i ğ i n c e hizmet ve faaliyet alanları daraltılmalıdır. Yapılan araştırmalar, vakıflar hakkında Batılılaşma ve yenileşme döneminden

Elmalılı, M. Hamdi, Ahkâm-ı Evkaf... s.8-9.

- Ömer Hilmi Ef., \thâhı'l-Ah\â( fi Ahkâmi'l-Evköf, İstanbul 1307 s. 15, m.53.

• Elmalılı, ^A. Hamdi, (rşddü'/-Ah/âf...,s. 134-135.

" Onar, Sıddık Sami, İdare Hukukunun Umumi Esasları, istanbul 1952, s. 525.

(11)

Nazif Ö Z T Ü R K

itibaren b ö y l e b i r tutum izlendiğini göstermekte­ dir^". Gerçekte, her iki görüş de doğru değildir. V a k ı f l a r , ne imanın bir parçasıdır, ne de sosyal ve

kültürel hayattan sökülüp atılacak kadar değersiz b i r kurumdur. Vakıflar, dinin mübah saydığı^^ iyi niyetli kimselere çok taraflı imkânlar ve fırsatlar tanıyan, hem iyiye hem de kötüye kullanılabilecek bir araçtır.

İnsanı yücelten, bütün canlıları kucaklayan, toplumun refah seviyesini yükselten, güzel sanat­ ların her alanında faaliyet gösteren, coğrafyayı vatanlaştıran ve insanları toprağa iskân eden ulvî amaçlarla kullanılabildiği g i b i ; mirî arazinin beytü'l-malde istihkakı olmayan amaçlar için vokıflaştırılarok, geçici bir süre ile tasarruf hakkına sahip olunan maldan, mirasçılara pay bırakılmak üzere de kullanılabilmektedir. Önemli olanın, bu tarzda kurulan vakıfların, genel vakıf hizmetleri içerisindeki oranıdır. Bu oranın tespi­ tinin yapılması bile insaflı ve tarafsız bir çalışmayı gerekli kılmaktadır.

Bilimsel bir ç a b a ile oluşturulmuş kullanılabilir bilgi eksikliğinin varlığına ve yeni araştırmalara olan ihtiyacın mevcudiyetine rağmen, vakıf müessesesinin İslâm ve Türk kültür hayatı üzerindeki etkilerini her alanda müşahede etmek mümkündür.

C o ğ r a f y a n ı n vatanlaşmasının en temel unsurları arasında yer alan, medinetü'l-fâdılanın nirengi noktalarını oluşturan vakıf külliyeler, d o ğ u d a n b a t ı y a , kuzeyden güneye uzanan şehirlerdeki konumları itibariyle asırların ötesin­ den günümüz insanına göz kırpmaktadır. Dinlerin ve medeniyetlerin buluştuğu mekan olan Şam'da­ ki Emeviyye, Kudüs'deki Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-sahra külliyeleri, vakıfların himmeti sayesinde bugün ayaktadır. Semerkont'da Uluğ Bey'in Registan Külliyesi'nden^' Edirne'deki Selimiye Külliyesi'ne ve o r a d a n Soroybosna'daki G a z i Hüsrev Bey Külliyesi'ne^^ k a d a r Türk ve İslâm dünyasının her tarafına, taşa ve tuğlaya ruh üfleyerek yayılmıştır. K a ş g a r ' d a Y a k u p H a n , B u r s a ' d a Yeşil, İ s t a n b u l ' d a Fatih v e y a Süleymaniye oluvermiştir^".

Şehirciliğin ve hizmetin armonisini oluşturan bu sosyal teşkilâtlar bütünlüğünde, çevreyi kol­ layan, kendinden sonra oluşacak i m a r faaliyetle­ rine yol gösteren bir anlayış h a k i m d i r . Yakın çevre ile plan düzlemindeki bu alçak gönüllü uzlaşma, üçüncü boyutta kent siluetini oluşturucu, sürekliliğin bilincinde, kendisinin bir devamı o l a ­ cak yapılaşmanın ölçeğini, hatta ritmini belirleyen

niteliğe bürünür. Süleymaniye Külliyesi, İstanbul silueti içinde tek bir yapı olarak d e ğ i l , çok geniş bir çevreyle birlikte bir bütün olarak etki y a p m a k ­ tadır. A n a kubbeden başlayarak, yakın y a p ı l a r a atlayıp uzak çevreye kadar yayılan, sonra tekrar aynı uyum içinde başka bir anıtın a n a kubbesine d o ğ r u yükselen bir d a l g a l a n m a n ı n p a r ç a s ı olmuştur. S i n a n ' ı n , Süleymaniye sırtlarında başlatıp kendinden sonraki ustaların ve halkın M a r m a r a kıyılarına i n d i r d i k l e r i b u m i m a r î anlayış, XX. yüzyılın açık eser kavramının ö z g ü n

bir örneğidir^'. 1 5 7 3 ' t e İstanbul'a gelen Du Fresne-Canoye'nin ifadesiyle bu külliyeler; Türklerin, tabiat, insan ve Tanrı arasındaki ilişkiler üzerinde yaptıkları y o r u m u n vakıflar yoluyla tecessümünden başka bir şey değildir*". Hiç kuşkusuz bu, İslâm ve Türk dünyasını kuşatan bir medeniyet hareketidir.

Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf

Müessesesi, Ankara 1995, s. 379-548.

" ihtiyaç sahiplerine sadaka vermek ve hayrât binaları inşa etnnek İslâmiyet'te, dünyevî, uhrevî mükafâtı ve büyük çapta sevap kazanmayı öngörmektedir. Bu fiiller hem ibadet hem de "muamelât-ı medeniyye" ile alakalı birçok bahisleri ihti­ va etmektedir. Fakat esas itibariyle vakıf yapmak, mübah olan fiillere dahildir. Ancak bu mübahlık vâkıfa göredir; toplumda sosyal yardıma olan ihtiyacın artmasıyla bozan vakıf yapmak, mendup, müstehop ve hatta vacip derecesine yükselir (Elmolılı, M. Hamdi, Ahkâm-i Evkâf, Mekteb-i

Mülkiye Ders Notları, İstanbul 1326, s. 7).

" Yavuz, Yıldırım, "Semerkond-Registon Külliyesi ve Onarımı", X. Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1993, s.85-100. " Mehmet İbrahim, "Gazi Hüsrev Bey Külliyesi ve Bosna

Hersek'teki Son Durum", X. Vakıf hlaftası Kitabı, Ankara 1993, s.181-206.

^' Yediyildız, Bohaeddin, "Osmanlılar Döneminde Türk Vakıfları Ya do Türk Hayrât Sistemi", Osmanlı, Ankara

1999, C.5, S.25.

^' Erkmon, Umur, "Sinan Yapılarında Yakın ve Uzak Çevre ilişkileri Üzerine Düşünceler", Mimarbaşı Koca Sinan

Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İstanbul 1988, C.l, s. 625-630.

Yediyildız, Bahaeddin-Öztürk, Nazif, "Oturulabilir Şehir ve Türk Vakıf Sistemi", Habitat II istanbul Buluşmasında

(12)

Vakıf sistemi, Osmanlı Devleti'nin keşfedip ortaya çıkardığı b i r kurum değildir. Kendinden önceki toplulukların ve İslâm devletlerinin tat­ b i k a t ı n d a y e r o l a n v e y a ş a n a n tecrübelerle O s m a n l ı ' y a intikal etmiştir. Fakat Osmanlı döne­ minde o l d u ğ u k a d a r , hiçbir dönemde vakıf siste­ m i n d e n y a r a r l a n a r a k ülke z e n g i n l i k l e r i n i n paylaşılması, adil devlet yönetiminin tesisi ve erdemli şehirlerin kurulması konularında aynı başarı gösterilememiştir. Diğer b i r ifade ile O s m a n l ı ' y a k a d a r hiçbir devlet; d i l , d i n , ırk ayrımı y a p m a d a n bütün tebaanın huzur ve mutluluğunu sağlayacak a d i l devlet a d a m ı prototipini ortaya koymak; ülke kaynaklarının toplumun bütün ke­ simleri arasında makul ölçülerde paylaşılmasına imkân sağlayan bir sistemi kurarak, geleceğinden e m i n , b i r b i r i n i n hukukuna saygılı erdemli bir mil­

let tipini o r t a y a çıkarmak; meydana getirilen imaret siteleri ile medeniyet seviyesini y a k a l a y a n , bünyesinde muHu insanların yaşadığı faziletli şehirlerin kurulmasını sağlamak üzere vakıf sis­ temini geliştirememiş, yaygınloştıramomış ve onun insanı büyüleyen maddî-monevî kudretinden y a r a r l a n a m a m ı ş t ı r " .

V a k ı f l a r b a ş l a n g ı ç t a , ferdî ve içtimaî ihtiyaçların karşılanması a m a c ı y l a o r t a y a çıkmıştır. Doha sonra cemiyet hayatında mey­ d a n a gelen d e ğ i ş i m e ve gelişmelere uygun o l a r a k , içinde b u l u n d u ğ u toplumların sosyo­ kültürel yapısı, ekonomik imkânları ve kabiliyetleri o r a n ı n d a değişmiş ve gelişmiştir. Ö z e l l i k l e Osmanlı d ö n e m i n d e , serbest ekonomi kurallarına ve yerinden yönetim esaslarına göre faaliyet gösteren, her biri ayrı hükmî şahsiyeti haiz; devletin yükselme ve duraklama hareketlerine paralel o l a r a k hizmet alanları genişleyip d a r a l a n , toplum ve devlet h a y a t ı n d a sosyal, kültürel, ekonomik hatta sosyal siyaset açısından belirgin b i r potansiyele sahip bir sektör haline gelmiştir'^

Değişik d ö n e m l e r d e vakıflar ü z e r i n d e y a p ı l a n araştırmalar, Türk iktisadî hayatının orta­ lama %16'sına vakıfların hakim olduğunu göster­ mektedir, Ö . Lütfi Barkan'ın A n a d o l u Eyaleti'nin

1 5 3 0 - 1 5 4 0 tarihleri arasındaki tahrirler üzerinde yaptığı araştırmalar, bu eyaletten sağlanan yıllık gelirin % 17'sinin vakıfların elinde olduğunu orta­ y a k o y m u ş t u r ' I Aynı dönemde, genel bütçenin Rum Vilâyeti'nde % 1 5 , 7 0 ' i , Halep ve Şam Eyaleti'nde % U ' ü , Zülkadiriye'de % 5'i Rume­ li'de % 5,4'nün vakıflara ayrıldığı bilinmektedir''.

Son dönemlerde her biri birer asırlık z a m a n dilimini kapsayacak şekilde, ihtimali sondaj meto­ duyla seçilen belli başlı sayıdaki vakıflar üzerinde üç ayrı doktora çalışması yapıldı. Bu doktora tez­ lerinde elde edilen bulguların, genele uygulan­ ması suretiyle varılan sonuçlara göre; Osmanlı ekonomisinin XVII. yüzyılda % 1 5 , 9 7 ' s i n i n " , XVIII. y ü z y ı l d a % 2 6 , 8 0 ' i n i n ^ XIX. y ü z y ı l d a ise % 1 5 , 7 7 ' s i n i n ' ' vakıfların elinde olduğu anlaşıl­ maktadır.

Bu k o n u d a ulaşılan r a k a m l a r dönemler itibariyle değişik olsa d a ; vakıfların ziraî işlet­ mecilikten, imalat sanayi, ticaret merkezleri, konut sektörü, istihdam ve p a r a konularında ülke ekonomisinde belirli bir p a y a sahip olduğu açıktır^l Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, ülke hizmetlerinde istihdam edilen personelin

" Öztürk, Nazif, "Osmanlı Döneminde Vakıflar", Türkler, Ankara 2002, C.IO, s.433-434,

" Öztürk, Nazif, Türk Yerlileşme Tarihi..., s.549.

" Barkan, Ö. Lütti, "H.933-934/1527-1528 Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği", İktisat Fakültesi Mecmuası (İFM], istanbul 1955, C.XV, S. 1-4, s.268; Barkan. Ö. Lütfi-Ayverdi E. Hakkı, İstanbul VakıRarı Tahrir Defteri 953(1546j Tarihleri, İstanbul 1972, s.xvii.

" Barkan. Ö. Lütfi, "imaret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyişi", İFM, İstanbul 1963, C.XXIII, S. 1-2, s. 241-242.

Yüksel, Hasan, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında

Vakıflann RolüH 585-1683), Sivas 1998, s. 14.

" Yediyildız, Bahaeddin, Institution Du Vaqf..., s. 151. Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi.,., s. 25.

Vakıfların a'şar ve mukataa gelirleri; tarım işletmeciliği (çift­ likler, madenler, ormanlar, zeytinlikler); gayrimenkul kiraları ve bina işletmeciliği; malî(para vakıfları ve bankacılık) ve sinaî faaliyetler konusunda geniş bilgi için bkz. Öztürk, Nazif, Türk Yenileşme Tarihi.109-167.

(13)

% 8 , 2 3 ' ü " , C u m h u r i y e t ' i n ilk yıllarında % 12,68'i^° vakıf sektöründe çalışıyordu. Daha

sonraki rakamlar, vakıflar hakkında ülkemizde u y g u l a n a n tasfiye p r o g r a m l a r ı sebebiyle dünyadaki gelişmelerin tersine vakıfların hem e k o n o m i d e k i , hem de istihdamdaki payının giderek azaldığını göstermektedir.

Günümüzde üçüncü sektörün A B D ' d e k ı toplam malvarlığı 1 trilyon doları aşmıştır. Halen bu ülkede 8 . 0 0 0 . 0 0 0 civarında kişiye istihdam imkânı sağlanmaktadır. Bu rakam genel nüfusun % 3'ne tekabül etmektedir". A v r u p a Birliği'nde

"sosyal e k o n o m i " , A m e r i k a Birleşik Devletleri'nden ve A v r u p a tarım sektöründen daha büyüktür. Üçüncü bin yıla adım attığımız bu günlerde, bu ülkelerde çalışan nüfusun % 5 ' i , sosyal ekonomide istihdam edilmektedir^^

Dünyada yaşanan bu gelişmelerin tersine ülkemizde, 2 0 0 0 yıllarının sonlarında, tarihten bize intikal eden vakıfların istihdamdaki payı %1'lerin altına düşmüştür^^

Rakamlarla o r t a y a konulan bu bilgiler göstermektedir k i ; bir zamanlar İslâm âlemi ve Türk dünyasının kültür hayatını c a n l a n d ı r a n , insanı merkeze alan ve hiçbir canlıyı dışlamayan, imkânların paylaşılmasını öngören, güzel sanat­

ların, beşeri münasebetlerin ve insanî hasletlerin temsilcisi, Şark Medeniyeti'nin müteharrik g ü c ü vakıf sektörünü, ileriye götürmek şöyle d u r s u n , mevcut haliyle bile muhafaza etmek mümkün o l a ­ mamıştır.

" II. Meşrutiyet sonrasında Osmanlı Devleti genelinde çalışan toplam memur sayısı 97.225'di (Devlet Personel Başkanlığı

Raporu pPBRj, Ankara 1982, s. 51,Tablo-i). Bu personelin

yaklaşık 8000'i Evkâf-ı Hümâyûn Nezâreti'nden maaş alıyordu (Hammadizâde H. Hamdi Paşa, Evkâf Hakkında

Sadarete Takdim Edilen Lâyiha, Dersaadet 1327, s. 3).

'° 1931 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nde barem içi 4 2 . 2 0 9 memur çalışmasına karşılık (DPBR, 1982, s.52, Tablo II); 1925'te 1245'i merkez ve taşra teşkilâtında (Evkâf Umum

Müdürlüğü (EUMj,1926 Bütçe Kanunu Tasarısı, 1926, s.

146-162), 4106'sı da camii ve mescitlerde olmak üzere

(EUM, 1932 Bütçe Kanunu Tasarısı, 1932, s. 19-28) toplam

5.351 personel Evkâf Umum Müdürlüğü'nden aylık alıyordu.

" Faherty, Paul, "İRS Tarafından Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlara Tanınan Vergi Muafiyeti", Ed. Zekâi Baloğlu,

Türkiye'de Vakıflar ve Demekler, İstanbul 2000, s. 116-120

(ingilizce), 120-124 (Türkçe).

" Richardson, Jonh, "EFC ve Sosyal Ekonomi", Ed. Zekâi Baloğlu, Türkiye'de Vakıflar ve Dernekler, İstanbul 2 0 0 0 , s.

148-152 (İngilizce), 153-157 (Türkçe).

" Oztürk, Nazif, "Sosyal Siyaset Açısından Osmanlı Dönemi Vakıfları", Osmanlı, Ankara 1999, C.5, s.38.

Referanslar

Benzer Belgeler

• Bakanlık teşkilatı ve personeli ile Bakanlığın denetimi altındaki her türlü kuruluşun faaliyet ve işlemlerine ilişkin olarak, usulsüzlükleri

• Gram pozitif bakterilerde eDNA salımı QS-bağımlı otolizinler aracılığıyla hücrelerin lize olması sonucunda gerçekleşir. • AtlE, Staphylococcus epidermidis’in

Buna göre kaşının başlangıç yeri (yani buruna en yakın bölümü) alnına daha yakın olan, elmacık kemikleri belirgin ve geniş çeneli insanların genellikle daha

Bunların yanında ışık ve ışıkla ilgili su, ateş, güneş gibi pek çok kült Türk kültüründe üzerine yemin edilecek kadar kutsal kabul edilmiştir. Yine ışık kültü

Terbiye; insanlık âlemindeki mevkimizi bilmek; onunla olan münasebetimizi anlamak, ve ona göre hareket etmektir.. Evet; bir kimsenin bütün beşeriyetle olan

Ta ezelden yaratılan bu sıkı bağlanma, tarih yapraklarını istediği gibi yazan bir adam gibi güç­ lü ve dinçtir. * *

Hemşirelerin SCL-90-R GSI ve alt ölçek puan ortalamaları çocuk sahibi olma durumlarına göre incelendiğinde; çocuk sahibi olan hemşirelerin SOM, DEP ve HOST

Ahmet Paşa, sevgilinin misk ve anberden olan ayva tüylerinin, veffâk dudağın kadehine, ondan içildikçe eksilmemesi için, bir tılsım yaptığını söyler:. Müşg