• Sonuç bulunamadı

Her zaman 'Kato Polemos'!

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Her zaman 'Kato Polemos'!"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2si jPjrcL-Pilerj /4 - 1^4»

M A Y I S 2 0 0 2

□ Nena Çalidis, Cem Mumcu ile son kitabı “ Muallakta, Araf’ta ve Düşlerde” Üzerine konuştu ... 3. sayfada

□ M. Buyrukçu, Salâh BeyTarihi’nin ilk kitabını değerlendirdi...

ıo.

sayfada

□ M. Günay, Betül Ç otuksöken’in kitabını değerlendirdi...

n.

sayfada □ Ulrich Bröckling’in ‘Disiplin’ini üç yazıyla tanıtıyoruz... ...13. sayfada

Cumhuriyet

P A R A S I Z E K

U? W İJk

Yaşar

Aksoy

Yaşar Aksoy, 30 yıldan beri tüm Ege’nin

ve İzmir’in tarihin, kültürünü, sanatım

ve folklorunu araştıran, yazan, dahası

düzenlediği sanat etkinlikleri, tarih

gezileri ve seri konferanslarıyla konuyu

dirilten ve diri tutan bir yazar ve şair..

Yerel tarihi ye kent kültürünü,

Fransa’dan İsrail’e, Yunanistan’dan

ABD’ye kadar tek başına yıllarca tanıtan

Yaşar Aksoy ile yapılan bir söyleşiyi ve

yazarların değerlendirmelerini

sunuyoruz. Yerel kültürün hayli öne

çıktığı günümüzde, yerelin değerlerini

küreselleşmenin egemen projelerine

tutsak etmeden ortaya çıkaran Yaşar

Aksoy’un son yayımlanan “Smyrna-

îzmir” kitabı, otuz yıllık bir kent belleği

birikimini sergiliyor.

AYDOĞAN YAVAŞLI

D

ilerseniz tüm kitaplarınızda baskın biçimde öne çıkan yerel kültürün, özel anlamıyla Ege kültürünün sizin açınızdan önemine değine­ lim. Niçin yerellik, niçin Ege?.. Biraz açar mısınız?..

- Kültür, geniş kapsamlı bilgiyi olduğu kadar, düşün­ ce ve duygulardaki incelmişliği ve üstün bilinçli niteli­ ği de şart koşar. Özel bir anlamıyla kültür, “Fransız Kültürü”, “Avrupa Kültürü” gibi devimlerde görüldü­ ğü gibi, “uygarlık” kavramına özdeş tutulur ve belirli bir uygarlık tarzmı dile getirir. H er toplumun kendine özgü ve kendi tarihsel-ruhsal geçmişini dilegetiren ku­ rum lan olduğunu göz önüne alırsak, bu anlamda çeşit­ li ve sayısız kültür tipleri olduğunu ileri sürebiliriz: “Do­ ğu kültürü”, “burjuva kültürü”, “ortaçağ kültürü”, “ Aztek kültürü” gib.. Bu terimlerde kültür sözü, belir­ li bir tarihsel dönem boyunca belirli bir toplum ya da sınıf tarafından aynı doğrultuda oluşturulan töre, folk­ lor kurumlarını olduğu kadar, sanat, felsefe ve bilim ka- zanımlarını da kapsar.

Unutulmaması gereken nokta, kültür kelimesinin “şiddet”, “savaş”, “ilkellik” kavramlarım dışladığı ve “hümanizmle” (insancıllık) hemen hemen anlamdaş ol­ duğudur. Bu bakımdan bir "yamyam kültüründen” ve­ ya bir “militarist kültürden” söz edilemez. Ancak gü­ nümüzde radikal kültür kuramcıları, kültürü tarif eder­ ken, uygarlığın kalıcı ve mantıksal bir sentezini göz önü­ ne alırken, bu birikime yaşayan toplumun güncel etkin­ liklerini, sevinçlerini, tasalarmı, derinlerdeki emik bi­

rikimlerini ve hatta üretimlerini de katarlar. Bu yakla­ şıma göre Fransız toplum unun kültür verilerinden söz ederken, tarihi Fransız kültürü kadar, günümüz Fran­ sız toplumunun yeni göstergeleri de tanımın içine gi­ rer. Yine Türkiye halkının nispeten ortak kültüründen söz ederken, geçmiş tarihi, kültürel motifler ve birikim­ ler kadar, günümüz toplumunun sanatsal eğilimleri, düşünce yapıları, hatta internet, bilim, varsa kozmolo­ jik üretimleri de Türk kültür dairesi içine girer..

İşte tam burada “yerel kültürün” inanılmaz önemi or­ taya çıkıyor. Yereli bilmeden, araştırmadan, ortaya çı­ karmadan, dahası paylaşmadan, hatta yeni üretimler­ de çağdaş biçimde ortaya koymadan, “ulusal kültür” nasıl oluşabilir ki?.. Oluşmuş ise, yapay oluşmuştur, günün birinde gevşer. Tutarh ve özgün bir ulusal kül­ tür, yerel kültürleri kavramış, özümsemiş ve yeniden

kültüre yaklaşır ve hak ettiği yeri alır. Tam bu noktada bağımsız ve özgün olmanız gerekir. Eğer global kültür

dayatmalarının egemen projelerine yardımcı veya des­ tele olmak için yerel kültürü ortaya çıkarmaya çalışıyor­ sanız, sonunda global-emperyalist kültürlerin basmcı altında erirsiniz . Oysa ilerici ve eşitlikçi anlamda yerel kültür, ulusal yapıyı yok etmek için değil, ilerici ulusal yapıyı daha ilerici yapmak için var olmalıdır ve ancak böylece çağdaş biçimde evrensel kültür kucaklaşması olur.

Bu bağlamda bir Ege kültüründen söz edilebilir mi?.. Eğer Anadolu Uygarlıkları varsa.. Bu uygarlıklara da­ yalı bir çağdaş Türkiye Cumhuriyeti özlemi varsa ve tüm bu süreç kültürel bir dokuya sahipse..Sürecin en verimli ve kalıcı kültürel değerlerinin yaratıldığı, Ege

Î

aşayanlanna özgü bir “Ege Kültüründen” söz edilebi- r. Ege’de yaşamış olanlarla, yaşamakta olanların ortak kültürü, hiç şüphesiz Anadolu halkının uygarlıkçı biri­ kimine paraleldir, o birikimi besler ve renklendirir. Ege kültürü, hiç şüphesiz, Ekrem Akurgal, Halikarnas Ba­ lıkçısı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Bilge Umar ve daha nice kültür adamının işaret ettikleri bir

(2)

Cem Mumcu ile ‘Muallakta, A raf’ta ve Düşlerde” üzerine

“İzmir doğumluyum. Ankara İlkokulu’nu ve Karşıyaka Lisesi’ni bitirdim. Annem Zehra Aksoy tanınan ve sevilen bir tarih öğretmeniydi. (...) İzmir’i, minik bir meraklı olarak, onun dizi dibinde, öğrencilerini götürdüğü Kadifekale, Agora, Bayraklı kazıları gibi okul gezilerinde tanıdım ve sevdim. l.T.Ü. mezunu Yüksek Kimya Mühendisi ve Ege

Üniversitesi mezunu Yüksek Endüstri

Mühendisiyim. Ancak ilk gençlik yıllarında

kapıldığım gazetecilik ve yazarlık sevdasından hiç kopamadım. (...) Gazetecilikte ve tv programcılığında on bir ödül aldım. Son kitabım “Smyrna-lzmir” ile 21. kitabıma imza attım.Bir “.İzmir Yazarı” olarak yetiştim.

U

Tam otuz yıl boyunca, inceleme- araştırma, köşe yazısı, şiir, tv programı ve düzenlediğim

etkinliklerde Kurtuluş Savaşı, Atatürkçülük, Kemalist Devrim, Ege Kültürü ve İzmir Tarihi konularında yoğunlaştım. Uluslararası İzmir Araştırmaları M erkezini kurdum. İzmir Ödüllerini oluşturdum. İzmir’i Paris, Amerika, İsrail ve

Yunanistan ’da tanıttım. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Cumhuriyet Tarihi öğretim elemanı olarak çalıştım.

Kısacası, hep yazdım, hep araştırdım, hep çalıştım...” yukardakı sözler yaşamını İzmire vakfetmiş bir yazarımızın, Yaşar Aksoy’un sözleri. İzmir için neler yaptığım anlamak için kitaplarına bakmanın bile yeterli olacağını düşündüğümüz Aksoy’u tanıtmaya çalıştık sîzlere. Bol kitaplı günler!...

T U R H A N G Ü N A Y

M im i»

İmtiyaz Sahibi: çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basım ve Yayın A$ yi temsilen Cumhuriyet Vakfı adına ilhan Selçuk

o

Yayın Danışmanı: Turhan Günay

o

Sorumlu Mü­ dür: Fikret ilkiz OGörsel Yö­ netmen: Dilek Akıskalı o Bas­ kı: Sabah Yayıncılık AŞ o İdare Merkezi: Türkocağı Cad. No-. 39-41 Cağaloğlu, 34 334 İstan­ bul Tel: (212) 512 05 05 O Rek­ lam: Publi Media

Cem Mumcu’nun geçen yıl

yaşama geçirdiği ve binbir farklı

çalışmadan oluşturmayı

tasarladığı Binbir İnsan

Masalları’nin ikinci aşaması olan

ve gene kısacık olduğu gibi içten

öykülerden oluşan “Muallakta,

Araf’ta ve Düşlerde” Okuyanus

yayınlarından çıktı. Yazar, 42

vaşam hikâyesinden oluşan ilk

kitabının ardından çıkardığı bu

çalışma ile bin öyküsünün 72

tanesini tamamlamış oldu.

Muallakta, Araf’ta ve Düşlerde

Mumcu için farklı bir anlam

taşıyor; Kitap, ona yaşamı,

kitabı ve her zaman arkasında

bir insanın var olduğu hissinin

ne anlama geldiğini öğreten ve 6

Kasım’da vefat eden babasına

adanmış. Kimi öyküde korku

saklı, kimisinde ise ölüm ve tüm

bunlar bir insanm akimdan

geçipde bir türlü söyleyemediği

duygularda can buluyor. Tüm

öyküler sıcacık olduğu kadar

ölümün soğuk yüzünü

hissettirecek kadar da gerçek.

Mumcu ile kitabını konuştuk.

NENA ÇALİDİS

( ~JL JT uallakta, Arafta ve Düşlerde’ _ j \ / l kitabınızda özellikle dilsel açı- ~ I V J L dan bir farklılık var... Bu deği­ şimin nedeni nedir?

-Bu çalışmada, belkide yapmak istedikle­ rimi yapmaya başladım. Edebiyatın dilsel açıdan kalıplara girmesi gerektiğini düşün­ müyorum. Konuşma diliyle de edebiyat ya­ pılacağını düşünüyorum. Kendimi bu ki­ tapta daha rahat ifade etmeye başladığımı fark ettim. İçerik açısından da bazı değişim­ ler var, mesela ilk kitapta okuru yavaş yavaş yaklaştırdığım konulara bu kez daha derin­ lere girmesini sağladım. Ayraca 6 Kasım’da babam öldü, kitabı bu olaydan sonra yaz­ dım. Osmanlıca kelimelere de yer verdim, amacım bazı unultulmuş sözcükleri yeni­ den canlandırmaktı. Osmanlıca benim için hep önemli idi, ve yaşamasını da istiyorum...

- Neden Osmanlıca’ya bu kadar ilgi duyu­

yorsunuz?

- Anti ütopyalara baktığınızda pek çok şe­

yi görürsünüz. Vanyetti’nin Biz çalışmasına baktığımızda, dilde bir egemenlik vardı. Orada şöyle yazıyordu: ‘insanların cinsel birleşme günleri var’, evlenmek yok, âşık ol­ mak yok ve bu noktaya gelene kadar ilk ya­ pılan şey ‘sevgi’ sözcüğünün yasaklanma- sıydı. Sözcükler aklınızdan silinirken onlar­ la ilgili insanların akıllarındaki kavramlar da yok oluyor. Ben Osmanlıcayı kullanıyorum ve çok seviyorum. İlk kitabımda, hiçbir yer­ de olmayan, duyulmamış bir takım sözcük­ lerle oyunlar oynadım. Oyunlar, duygusal ve edebi süreçlerle değil de entellekte dair oyunlar düzeyinde idi. Osmanlıca sözcük­ lerin bizim damarımızla ilgili büyük payla­ rı ve ilişkileri var. Batı’nm o kadar egemen olduğu bir sistemin içindeyiz ki, bunlara ba­ zıları dışardan bakarken ‘oryantal’ diyebilir. Olaylara içerden baktığım için kendimi or­ yantal olarak görmüyorum., ben zaten ‘ori- entim’ oryantal olamam ki. Tanrı kimseyi kendi ülkesine dışarıdan bakma durumuna düşürmesin. Ne yazık ki çok rastladığım bir- şey.

- Kitapta baba - oğul arasında yaşananlar

özellikle duygusal fırtınaların analizleri çok isabetli. Babanızın yaşamınızdaki yeri ne idi?

Düşündüğümüz ve

söyleyemediğimiz

gerçekler

- Onunla ciddi ve farklı bir ilişkimiz var­ dı. insanlar çoğu zaman babaları ile hesap- laşamadan ayrılırlar. Belki benim isteğimdi belki de onun isteği ile hesaplaştık. O, bir bibliomandı, bana kitapla ilişki kurmamı sağladı. Bazı şeyleri tarif etmek imkânsızdır.

-Korku ve ölüm...

- Korku tüm hayatı kapsayan bir şey. Ki­

tapta ölümün ve korkunun etrafında dönüp dolaştım. İlk öyküden başlayarak yaşamın korkusu ölümün korkusu arasında gidip gel­ di. Mesela Gece İşemesi, öyküsü pek çok in­ sanm yakalandığı bir durumdur. Bizden farklı olanların içinde duyduğumuz eksiklik­ ler, yetersizlikler ve tercih ettiğimizi düşün­ düğümüz şeylerin aslında ne kadar korku olduğunu görüyoruz.

- Bu kitabınız sanki daha çok erkeklerin iç

dünyalarında yaşadığı fırtınalara dayalı... - Diğer kitabıma oranla öyle denilebilir.

İlkinde daha çok kadınlar, yaşadıklarına da­ ir şeyler vardı. O kitapla ilgili çok tepkiler al­ mıştım bir erkek kadınların dünyasını bu ka­ dar iyi nasıl bilebilir diye. Bir kitabın erkek­ lere veya kadınlara ait olma düşüncesini an­ lamıyorum. Önemli olan yazılanlar ve insan­ lara nasıl ve ne kadar ulaşabileceğindir.

- İlk kitabınızda olduğu gibi bu çalışmada

da ilginç kapak tasarımlan var?

- Bir önceki kitabımda Orhan Cem Çe-

tin’in çektiği Yeşim Salkım’ın fotoğrafı var­ dı. Bu kezde Elif Şafak’ı kullandım. Tama­ men tesadüf, özellilde tasarlanmış bir şey de­ ğil. Bu serinin tüm kapak fotoğraflarının Cem tarafından tasarlanmasını istiyorum.

- Serinin devamını nasıl bir çalışma ile de­

vam ettirmeyi düşünüyorsunuz?

- Henüz aklımda bir şey yok. Belki şiir, ro­

man belki de fotoğrafta olabilir. Ayrıca bun­ dan sonraki seriyi tamalamak için okurlar­

dan da destek bekliyorum. Onlarla tartışa­ rak farklı dünyaların içine girmek istiyorum. Nasıl yaparım veya onlarla nasıl iletişime ge­ çerim bilmiyorum ama ortak bir şeyler yap­ mayı çok istiyorum.

- Son dönemlerde edebi alanda çıkan kitap­

ları ve yapılan çalışmaları nasıl değerlendiri­ yorsunuz?

- Genele baktığımızda kitaplar bakımın­

dan gelişmeler pek iyi değil. Leyla Erbil’in yeni çıkarttığı Cüce kitabı çok önemli. Bir vandan bu tarz çalışmalar devam ederken t i r yandan da daha farklı şevler yapılıyor. Tabii ki gelişmeler bu yönde devam edecek­ tir. Bu sorunlar sanatın ve edebiyatın her dalı için geçerli. Yayın dünyasına sekte vur- makda buna dahil. Tüm bunlar yapılırken önemli olan kirlenmemek. Yazarın farklı bir konumu olmalı, o yazdıklarını hiç yayım- lanmayacakmış gibi yazmak. Edebi alanda yapılan bazı planlar bana edebiyatm içinde imiş gibi görünmüyor.

- Her alanda yaşanan bir kirlenmeden söz

ettiniz. §iir içinde aynısını söyleyebilir mi­ yiz?

- Şiir de çok kötü gidiyor. O rtada şiir ola­ rak çıkan şeylerin şiirle hiçbir ilgisi yok. Bil­ gi, beki bir yere gelmediği sürece bilgiden arındırılmadığı sürece o zaman deneme ve makele yazsınlar. Bunu aşağılamak için söy­ lemiyorum. Şiir entellekti kaldırmıyor. D u­ rum böyle olunca ortaya mide bulandırıcı şeyler çıkıyor. Yayınevleri şiir kitabı basmak istemiyor, çünkü satılmıyor diyorlar.

Neden şiirin yazılmadığını tartışmalıyız. Bir dönem evlerde şiirler okunuyordu ayrı­ ca sevgililer de birbirlerine şürler okuyorlar­ dı. Bu ülkede bir şiir dönemi vardı ve bir­ denbire şiir yok oldu. Neden satılmadığını düşünmemiz lazım. ■

'Bu çalışmada, belkide yapmak istediklerimi yapmaya başladım. Edebiyatm dilsel açıdan kalıplara gir­ mesi gerektiğini düşünmüyorum, konuşma diliyle de edebiyat yapılacağını düşünüyorum' diyor Cem Mumcu.

(3)

Kapak konusunun devamı...

Yerel kültürü dirilten bir yazar

Yaşar flksov

*" dur. Ege kültürü, efsanevi Ana­ dolu Uygarlıkları kültürünün bir renkli parçası olduğu kadar, 1923 Anadolu Ke­ malist Aydınlanmasının can alıcı bir üyesidir. Evrensel Hümanizm, Halikar- nas Balıkçısı ve Atatürk’ün çağdaş Türk Aydmlanma Devrimi birbirine paralel üç kültür akımını vurgular. Bu üç çizgi, en güzel buluşmalarından birini Ege ovalarında, dağlarmda, denizinde ve in­ sanlarında yaratır. Ege kültürünün te­ melinde bu yatar, bu sevişme yeni yüz­ yılların evrensel Ege insanını yaratır. Bu insanın, antik çağın îyonya aydınlanma- cı insanından hiçbir farla olmamak.. İş­ te ben tam otuz yıldır, Ege’nin kaldırım­ larında, dağmda, köyünde, müzesinde, kütüphanesinde ve insanlarının arasın­ da bunun için dolaştım ve yereH araştı­ rarak yazdım. Hâlâ da devam ediyo­ rum .. Sonsuz keyifli bir uğraş olarak dü­ şünüyorum. Yirmi sekize ulaşan yayım­ lanmış kitaplarımın, yayımlanacak ki­ taplarımın, Dinlerce seri yazım ve köşe yazılarımın hepsi yerel kültürün diriltil­ mesi ve ilerici bir yönde yeniden ele alın­ ması yönündedir. 1971-79 arası Demok­ rat İzmir’de, 1982-2001 arası Yeni Asır’da hep yereli, Ege’mi, İzmir’imi yazdım!..

- Son kitabınız “Smyrna-İzmir”, efsa­

neden gerçeğe şeklinde bir alt başlıkla ya­ yımlandı..İzmir’i efsanelerle gerçeğin bir sarmalı olarak mı düşünüyorsunuz?.. Bu kitabın diğer İzmir kitaplarından farkı nedir?..

- Farkı öncelikle hayati olması, kitabi olmaması yüzündendir. Çünkü bu kitap

m

arak, gezerek, görerek, öğrenerek,

ı ilişki içinde adım adım yazıldı, ya­

ni masa başında kütüphaneler ve dokto­ ra tezleri taranarak, akademik bir dür­ tüyle yazılmadı. Yerel tarihçilik denilen, sokakta, halkın evlerinde, etkinliklerin­ de, halkla konuşarak, halkın birikimi göz önüne alınarak, sözlü tarihe büyük önem verilerek, yıllar süren bir uğraşla yazıldı. İzmir’de sözlü tarih çalışmaları­ nı ilk ben başlattım. Kapısını çalmadı­ ğım, hatırasına başvurmadığım ihtiyar kalmadı sanki. Bu yüzden Uluslararası İzmir Araştırmaları M erkezini bir sivil

girişim olarak kurdum.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ya­ yımladığı “Smyrna-İzmir” kitabım, ilk İzmir’in bundan 5000 yıl önce

kuruİdu-?

;u Bayraklı Tepekule Höyüğü’nden yonya, Roma, Bizans, Osmanlı dönem­ lerine ve günümüze kadar çarpıcı bir kentleşme süreci yaşamış olan, Doğu ile Batı’nın inanılmaz ve eşsiz bir buluşma­ sını sergileyen Homeros’un şehri İzmir’i, halkın ve gençlerin anlayabileceği bir po­ püler üslupla anlatmaktadır. Üslubun dümdüz, ama şiirsel olmasına dikkat et­ tim. Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, Ha- likarnas Balıkçısı, Bilge Umar, Özgen Acar gibi daha nice ustamın oluşturdu­ ğu bir bilinç bileşkesini de okuma par­ çalan olarak sundum. İzmir’in kurtulu­ şu, Atatürk’ün İzmir sevgisi, İzmir Fu­ arı, İzmir’de ulusal ekonominin yaratılı­ şı belgelendi. Kentin simge yapıları, ca­ mileri, kiliseleri, sinagogları, Kemeral- tı’ndan Karşıyaka’ya kadar güzelim semtleri, Buca’sı, Agorası, futbol takım­ ları, şarkıları, şürleri, yazan-çizeri tek tek anlatıldı. İzmir’in ünlü simalan, Dr. Beh­ çet Uz’dan Nejat Eczacıbaşı’na, Ahmet Adnan Saygun’dan Samim Kocagöz’e kadar büyük gururları, yaşamlarında ya­ pılmış sözlü tarih çalışmalarıyla yansıtıl­ dı. Günümüz kentinin gelişme eğrileri açıklandı. 450 sayfalık, büyük boy, oy­ lumlu ve görsel malzemesi çarpıcı biçim­ de olan kitap ortaya çıktı. Böylece efsa­ nelerle gerçek buluştu..

- Yerel tarih ve kültür araştırmacılığı

açısından, bir sivil girişim adına bir kent, örneğin İzmir nasıl araştırılır?..

- Yaşayarak, gezerek, kılı kırk yararak, en önemlisi halkla konuşarak araştıracak ve yazacaksınız. Bu resmi tarihçiliğin tam tersidir. Benim kişisel çalışmalarım bu yüzden tam otuz yıl sürdü. Yoksa otuz

f

ünde bir kent tarihi, örneğin İzmir tari- i yazılabilir, insanların hafızalarında ka­ lan “sözlü tarih”, ailelerin sandık diple­

rinde ve gelenek uzantılarında uykuya dalmış olan “folklorik tarih”, şarkı ve türkü kırıntılarında, hatta yerel kilise, havra tapınmalarında yer alan “melodi- sel tarih” ilgi alanımız içine girmelidir. Mesela yalnızca İzmir’de katolik kilise­ lerinde söz konusu olan bir “Polikarp Duası” vardır. Bu dua ve özel ayini, İz­ m ir’e Hıristiyanlığı getiren Aziz Poli­ karp’ın bir kalmasıdır. Kendimi bildim bileli Namazgâh sokak aralarında, yanan Osmanlı İzmir’inin belgelerinde, Keme- raltı kıvrımlarında, Göztepe sırtlarında, Buca ve Bornova Levanten köşklerinde, Karşıyakah ve Alsancaklı ailelerin ara­ sında gezindim. Bu yörelerin insanlany- la buluşup önce semt tarihçelerini yaz­ dım, sonra kentin ana tarih çizgisini öğ­ renip, anlayıp, yazmaya başladım. Ben­ den daha fazla İzmir’in işgalini, kurtulu­ şunu, yanışım ihtiyarlardan dinleyen ol­ mamıştır. Çünkü Ösmanlı’nın son kuşa­ ğına yetiştim, hepsinin aml arını, tüm im­ kânsızlıklara rağmen belgelemeye çalış­ tım. H er kiliseye, her cami ve mescide, sinagoga, yatıra, kabristana, hana ve es­ ki otele gittim. Her kadim sokağı adım­ ladım. H er anıta, heykele, kitabeye, eski mezara el sürdüm. Evimdeki onbinlerce kitaplık bir arşive dayandım. Otuz yıl bo­ yunca kitaplarımın arasında çalıştım ve oracıkta uyudum. İzmir Tarih Gezilerini 15 yıl önce ilk ben başlattım. Kenti, P a­ ris’te açtığım sergiler ve konferanslarla tanıttım. İsrail ve Yunanistan’a bu amaç­ la gidip, oradaki eski İzmirlileri buldum. ABD’deki İzmirlileri birleştirip, yerel Iz- mirlilik araştırmalarını çeşitli etnik grup­ lar arasmda sürdürdüm. Böylece önce kenti yaşadım, sonra yazdım. Önce sev­ mek gerekli kentleri.. Bir sevgili gibi sev­ mek lazım. Sevgilisini yazar gibi, insan yaşadığı kenti yazmak. Böylece bir yazar olarak doğup büyüdüğünüz kente, böl­ genize, yerele borcunuzu ödemiş olursu­ nuz. ■

Yaşar Aksoy, evinde zengin bir arşiv yardımı ile çalışıyor.

Smyrna- İzmir,Ef­ saneden Gerçeğe/

Yaşar Aksoy/I.B.B. Kent Kitaplığı/ 450 s.

Bir Kent, Bir İnsan/ Yaşar Ak­

soy/ Dr. Nejat Eczaabaşı Vakfı Yayını/ 360 s. Halikarnas Kadırgası/ Yaşar Aksoy/ İnkılap Kitabevi/ 230 s. Ege Kültürü/ Yaşar Aksoy/ İnkılap Kitabevi/ 487 s. KALPAKL KALKINM/ Kalpaklı Kalkınma/ Yaşar Aksoy/ Ümit Yayıncılık/175 s. İzmir Sevgisi/

Yaşar Aksoy/ İleri Kitabevi/142 r.

İzmir Şiirleri/

Yaşar Aksoy/ Ercan Kitabevi/108 s. Kato Palemos/ Yaşar Aksoy/ Ümit Yayıncılık/ 170 s. YAŞAR AKSOY

M eserret

Serçesi

Meserret Serçesi/

Yaşar Aksoy/ tzar Yayını/ 225 s.

Siyah Şarkılar/

Yaşar Aksoy /Ercan Kitabevi/ 80 s.

Yaşar Ak­

soy’un ilk ki­

tabı “Hali-

karnas Kadır­

gası”. Geçen

yıllar içinde

Aksoy bu ilk

kitabına 27

kitap daha

ekledi.

Ege Sanayi Tarihi/

Yaşar Aksoy/ EBSO Yayını/ 310 s.

(4)

Halikarnas Kadırgası

JAK DELEON

Yaşar Aksoy’un ilk kitabı “Halikarnas Kadırgası” üzerine ilk yazıyı 18 yıl önce Cumhuriyet’te yazmıştım. Bu İzmirli ya­ zan tanımıyordum ve İstanbul’da bir ki­ tapçı rafmda görüp edindiğim kitabı üzerine duraksamadan bir tanıtma yazı­ sı yazmak istemiştim. Geçen yıllar için­ de yanılmadığımı görüyorum. Aksoybu ilk kitabına 27 kitap daha ekledi. Böyle- ce Halikarnas Kadırgası’nın yorulmaz forsasının yoluna aynı çizgide devam et­ tiğini görüyoruz.

Yaşar Altsoy, Anadolu Uygarlıkla- rı’nın doğrultusunda aydınlanman bir araştırmacı yazarımızdır. Bağlandığı uy­ garlık tezinin özünü bir yazısında şöyle açıklar: “Tarihin derinliklerinden kopup gelen Anadolu insanlarının birikimi sa­ nattır, kültürdür ve uygarlıktır. Anado­ lu’nun her bölgesinde, her ovasında, akarsu kıyısında, sahilinde; her an, her saat, her gün, her ay, her yıl, her yüzyıl,

her binyıl, insanoğlu bir kuyumcu işçi­ liği ile uygarlığını yaratmaya çalışmış ve kendinden bir önceki uygarlıktan etki­ lenerek bir sonraki uygarlığı etkilemiş­ tir. Anadolu’da tespit edilebilen en eski uygarlıklar oniki bin yıl öncesine dayan­ maktadır. (Anadolu Medeniyetleri Ser­ gisi üzerine bir yazısından, Şubat 1984) Ozan Yaşar Aksoy, tarihsel, mitolojik ve arkeolojik kültür denemelerini ilk kez Sanat-Koop tarafından basılan (İkinci baskı, İnkılap Kitabevi, 1997) “Halikar­ nas K adırgasında topladı. Demokrat İzmir, Yeni Ekonomi ve Yeni Asır gaze­ telerinin otuz yıldır sürekli yazarı olan Aksoy’un özellikle Ege/Akdeniz uygar­ lığına ilişkin ilginç yaklaşımlarda bulun­ duğu gözlemleniyor. Yazara göre Batı Anadolu’nun uygarlıklar bileşimi üstün­ deki asal etkisini saptayan Halikarnas Balıkçısı’dır. Yaşar Aksoy, yaşamı b o ­ yunca Balıkçı’dan feyz almış, onu izle­ miş, onu bayraklaştırmış bir yazar.

Yaşar Aksoy, Balıkçı’nm bir düşün

Yaşar Aksoy, Halikarnas Balıkçısı nı anmak için açtığı belgesel sergilerden birinde. Balıkçı nın çocukları İsmet Noonan, Suat Kabaağaçlı ve Aliye önce ile...

Ene kültürünün yaratıcısı

EKREM AKURGAL

İ

zmir’in yerel gazetelerinde yıllarca kültür konularını işleyen ve yazdığı kitapları ve makaleleri ile Ege kül­ tür tarihinin en başta gelen yazarların­ dan olan araştırmacı Yaşar Aksoy’un Ege ve İzmir kültürünü tanıtmada çok önemli yeri vardır. Aksoy’un kitapların­ da İzmir’in ünlü ve çok önemli aydınla­ rı hakkında olduğu gibi Ege’nin geçir­ diği kültür değişikliklerini ve atılımları- nı gösteren önemli bilgiler verilmekte­ dir.

Yaşar Aksoy’un kitapları, geniş kül­ türlü, temiz yürekli, yurtsever bir Ata­ türkçü aydının kaleminden çıkmış anla­ tılar demetidir. Daha kapsandı bir deyiş­ le eserlerinde tarih, mitoloji, sanat, tu­ rizm, arkeoloji, çevre, kent, yurt, banş, hoşgörü, insan hakları gibi konular üze­ rine cana yakın olduğu ölçüde, akılcı dünya görüşü ile dile getirilmiş görüşle­ rini ve açıklamaları bulacak, onları b e­ ğeni ve sevgi ile okuyacaksınız.

Satışı yarım milyonu aşkın gazetele­ rin birinde güncel ve çok tartışmak bir arkeolojik konu üzerinde bildiride b u ­ lunmamı isteyen yazıişleri sorumlusu, “Aman hocam, yazmızda sakın MÖ (Milattan Önce) sözcüğünü kullanma­ yın” uyarısmda bulunmuştu.

Yaşar Aksoy, onyıllar boyunca edindi­ ği deneyimlerle sanat ve bilim konuları­ nı bile albenili bir giysi içinde sunması­ nı bilen örnek bir gazetecidir. Popüler yani uzmanlara dönük değil, aydınlara ve halka yönelik yazdara Batı dünyasın­

da büyük ügi gösterilir. Halkın sevece­ ği dille yazılmış baskdarı yüzbinleri, hat­ ta mdyonları bulan kültür ve sanat ki­ tapları vardır. Bu nedenle bizim de Ya­ şar Aksoy’un “öncü” olduğu bu çeşit yaymlara özellikle önem vermemizde büyük yarar vardır.

Yaşar Aksoy özünde bilimsel araştır­ malara dayalı, ancak sade vatandaşa yö­ nelik yazıları Üe Ege Bölgesi’nin sözcü­ sü olan “Yeni Asır” gazetesine canlılık ve verimlüik katmıştı. Onun örnek ol­ ması ve teşviki Üe gazetenin 8. sayfası İz­ mirli sanat, kültür ve bilim mensubu ay­ dın kişilerin düşüncelerini ve birikimle­ rini dile getirdikleri bir “Forum ” olmuş­ tu. Böylece “Yeni Asır” üe onun kültür yazdan sorumlusu Yaşar Aksoy’u hiz­ metlerinden dolayı ne denli övsek azdır. Batı dünyasının en gözde gazeteleri­ nin hepsinde sanat, kültür, müzik konu­ ları genellikle haftada bir gün 2-4 sayfa­ lık eklerle önde gelen sanatçüar ve ay­ dınlar tarafından ele alınır. Türkiye’de sanatçılara ve bilim adamlarına yeterli ölçüde yer veren en önemli gazete “C um huriyettir. Buna karşılık basktia- rı iki müyonu aşan üç büyük ve laik dün­ ya görüşlü gazetelerimizin köşe yazdan dışmda kültür ve sanat yazdanna kapa­ lı olması çok üzücüdür. Bu üç önemli gazetemizin bir tanesinin ikinci sayfa­ sında onlarca yd boyunca kültür, sanat ve bilim yazdan yayımlanırdı. Bu 3-5 daktilo sayfası büyüklüğündeki yazdar, sonradan 1-2 daktilo sayfası küçüklü­ ğündeki makalecikler halinde sondan üçüncü sayfaya aktarddı ve birkaç yd

adamı olarak bilimsel dağarlara girme­ sinden yana; kaldı ki; “felsefe, tarih, bi­ lim, edebiyat ve aşk beşiği” Anadolu’yu efsane/tarih, düş/gerçek, öykü/belge sentezleri oluşturarak yurdumuzda ve Batı’da tanışmaya açan, konunun gün­ demde kalmasını sağlayan Halikarnas Balıkçısı değd midir? Azra Erhat şöyle konuşmuş Aksoy için: “Balıkçıyı anmak demek, anlamak demektir. Dost Aksoy, Balıkçı’yı hem anlamış ve hem de en iyi şekilde anlatmıştır. 1978 yılında Demok­ rat İzmir’de, dolayısıyla basmda Balıkçı de dgdi yayımlanan en mükemmel yazı­ yı yazmıştır. Yazarlık yaşamında ona büyük başardar dderim. Elleri dert gör­ mesin. Gözlerinden öperim, bu Anado­ lu evladının..Azra Erhat” (16 Ekim 1984 sabahı İzmir TRT’ye Balıkçı üzerine bir konuşma yapmak üzere gelen Azra Er- hat’m söz konusu yazıyı okuduktan son­ ra Yaşar Aksoy’a dettiği nottan.)

Toplam elli sekiz denemeyi kapsayan . “Halıkamas Kadırgası”, Bodrum-Izmir- Manisa-Pamukkale-Foça-Bergama-Mi- let-Didim-Efes rotası üstünde (zaman ve uzam tanımadan) seyrediyor. .Yaşar Aksoy, kadırganın gönüllü kürekçisi. .Bi­ limciler, yazarlar, ozanlar, yontucular, ressamlar ve “ahir zaman” insanları (bi­ raz da Balıkçı’nın kural tanımaz biçimi­ ni andıran) renkli bir ddle anlatılıyor. Halikarnas Kadırgası’ysa bir açıkdeniz imgelemi ya da antik çağ denizciliğine duyulan özlemin yansısı: “Denizin uzak pembeliğinde, yelkenleri Arşipel mavi­ si, tayfaları sakız beyazı harmander ku­ şanmış, sülün gibi nazlı, aşk gibi mel- temsi bir kadırga belirdi.. Hemen mor tüylü bir çomak alıp mürekkep balığı kanma bandım ve papirüslere doğru koştum..” (s. 11-12).

HollandalI öykücü Jan de Hartog, şöyle bir saptama yapar: “Denizleri ve uygarlıkları yazmak, denizleri ve uygar­ lıkları yaşamak denli önemlidir.” Bu bağlamda Yaşar Aksoy çok önemli bir boşluğu doldurmuştur..Yani, “Halikar­ nas Kadırgası” yol alıyor hâlâ.. ■

Yaşar Aksoy, çok sevdiği yakın dostu Ekrem Akurgal ile.

sonra yayından tamamıyla kaldırddı. Ba- tı’yı örnek almayı çok severiz, ancak onun en önemli yönlerini benimsemek­ ten nedense kaçarız.

Kitaplarını okurken göreceğiniz üze­ re Yaşar Aksoy, sahip olduğu özel ve zengin bir arşivle çalışır. Bu demektir ki, Aksoy’un deri sürdüğü düşünce ve öne­ riler yazılı ve fotoğraflı belgelere dayalı­ dır. Gerçekten birkaç kez ortaya koydu­ ğu sergderde çeşitli konularda eşsiz önemdeki fotoğraflarım ve belgelerini zevkle izledik.

her gün sabahlan evimde gözden ge­ çirdiğim dört gazeteden biri olan “Yeni Asır”ı elime aldığımda ilk olarak 8. say­ faya bakar ve Aksoy’un “M erhaba” başlıklı yazısı varsa onu okur­ dum.

ta

Şimdi yeni kitaplarım okumanın dini çıkaracağım... ■

Zekeriya

Sofrası'na

buyur eden

yazar

Prof. Dr. BİLGE UMAR

B

una bir “beyân-ıhoşamedî” (hoş- geldin deme) gözüyle bakınız; gerçekten, Yaşar Aksoy’un nice kitabında olduğu gibi, bir Zekeriya Sof- rası’na buyur eddmek üzeresiniz ve size sofraya oturma öncesinde karşdâmacı çıkıp hoşgeldiniz demek de, şimdiki ya­ zıyı üstlenmekle, bana düştü.

Zekeriya Sofrası deyimini çoğunuz hiç duymamıştır; duyanlarınızın çoğu da duymakla kalmıştır, ne olduğunu pek bilmez. Bu, aslında bir adak sofrasıdır ve adak’lara ilişkin bütün gelenekler jın gele bi hiç kuşkusuz binlerce yıllıktır; çun ...abul

ler gı: ünkü İslâm inancı, adak diye bir şey kabul et­ mez; Tanrıya ya da ermiş bilinen bir ki­ şiye “Oğluma Üniversite sınavını kazan- dırıver; kazandırırsan üç yoksulun her birine şu kadar para vereceğim/horoz keseceğim/dostlara şölen vereceğim” diye bedel önerili ısmarlamada bulun­ mak yalnız akla değil, Islâma da kesin­ likle ters düşer. Böyle iken, adak gelene­ ği, binlerce yıldan beri süregider.

işte bu geleneğin uygulanış yöntem­ lerinden biri, Zekeriya Sofrası’dır. Ö r­ neğin, İzmir anakentinin batı yanmda, N arhdere’de, Belediye binasının yanı- başındaki sokağm girişinden az ileride “makamı” bulunan Musa Dedeye, “De­ de Hazretleri! Bu işi ancak sen oldurur­ sun; himmet eyle de bizim partiden fa­ lan yere tâlip 15 aday adayı arasında ön­ seçimde ben kazanayım, kazanırsam Ze­ keriya Sofrası düzeceğim” demiş iseniz ve önseçimde siz kazanmışsanız, eşe dosta bir Zekeriya Sofrası şöleni çek­ mek zorundasınız; yoksa Musa Dede si­ zi çarpar. Adı geçen türdeki şölenin bi­ rinci özelliği, sofrada 41 çeşit yiyecek bulunması; ikinci özelliği de bunlardan hiçbirinin “ateş görmemiş” olmasıdır.

Sevgili Yaşar Aksoy’un yeni kitapları da (Ege Kültürü, Smyrna-Izmir) daha öncekilerden kimi gibi, okuyucuya bir Zekeriya Sofrası şöleni çekiyor. Bütün yazılarda, Anadolu’nun Ege Bölgesi iş­ leniyor: insanlarıyla, dağıyla taşıyla, ge­ lenekleriyle, kültürüyle. Bunun dışında­ ki konular, ateş görmüş yiyecek; sofra­ da yok.

Diğer yandan, sofrada, 41 çeşit kura­ lına gerçekten uygun çoklukta lezzet var; lumi rahatlatıcı, kimi hayıflan dinci, kimi özlem uyandırıcı. Nasu nihavend, hicaz mâhur, segâh, sizi çeşit çeşit

duygu-gezdi- rirse, Ak­ soy’un yazı­ ları da öyle. K o y m u ş d i z l e r i n i n üstüne kanu­ nu, başmı hiç k a l d ı r m a d a n , her makamdan döktürüyor. Bu keyiflere ulaşmanızı gecik­ tirmemek için, sözü kısa ke­ siyorum; Ze­ keriya Sofra- sı’na hoş gel­ diniz, anı ler olsun...

(5)

CEVDET YÜCEER

Y

aşı benim gibi ellilerin üzerinde olan kendileri hep merak etm i­ şimdir. Acaba kenti doya doya ya­ şadılar mı?.. Hafta sonlarında arabaları­ na adayıp İzmir’den kaçar gibi sayfiye yerlerine konvoylar halinde gidip, yor­ gun argın geri dönen insanları gördük­ çe veya en ufak bir tatil fırsatında vurt- dışına uçarcasına kaçanları izledikçe, bu soru takıhr aklıma.. İzmir’i, dahası “tüm kenderimizi” adam gibi yaşadık mı, ya­ şıyor muyuz?., içinde yaşadığımız kent­ ler, niçin bize böylesine uzak, alabildi- ğince yabancı?..

İzmir’in içinden, daha doğrusu kaldı­ rımlarından yetişen yazar Yaşar Ak- soy’un, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı D izisinin 23. kitabı ola­ rak yayımlanan “Smyma-Izmir, Efsane­ den Gerçeğe” isimli kitabının sayfaları arasmda dolaşırken, birçok soru arka ar­ kaya yüreğimi dağladı doğrusu.. Çocuk­ luğumuzun İzmir’i nerede?.. Niçin bu güzelim eski kenti yok ettik?.. 5000 yıl­ lık, Akdeniz’in bu çok dinli, çok etnik yapılı, çok kültürlü kentini öğrenmekte, tanımakta, sevmekte bu kadar niçin ek­ sik kaldık?..

Kitabın hemen başında yer alan üç ha­ rita (PiriReis’in 16. Yüzyıl’da hazırladı­ ğı Kitab-ı Bahriye’de İzmir limanını gös­ teren harita, L. J. Beauble’nin kitabında yer alan J. Perrier’in 18. Yüzyılda Smyr- na ve çevresini gösteren harita ve İ9. Yüzyd Osmanlı imparatorluğu Aydın- Izmir Vdayetini gösteren Eski Türkçe harita), bize sevinç ve heyecan verici bir zaman yolculuğuna çıkacağımızın h a­ bercisi gibidir. Kitabın sonuna eklenen, ilk kez 1678’de Fransa’da taş baskı pa- norama-gravür olarak basdan İzm ir’in ilk panoramasının tıpkı basımını şaşkın­ lık ve hayretle gözlerken, kentin birçok eski yapısının her türlü tahribata rağ­ men hâlâ ayakta kalmış oluşunu (Kızla- rağası Hanı gibi), büyük mudulukla kar­ şılıyoruz. Yaşar Aksoy’un gazetecilik yıl­ larında bu efsanevi Osmanlı hanını yı­ kıp, çok katlı işhanı yapmak isteyenlere karşı yaptığı çetin kalem mücadelesini de hatırladıkça, kitabın yazarmı kuda- mak istiyoruz.

Gençlik yıllarımda Alsancak Stadyu­ mu dağıldıktan sonra, otobüslere bin­ mek için Alsancak G arı’nm içinden ge­ çerdik. Attüâ Ilhan'ın “Bela Çiçeği” isimli şiir kitabında geçenlzmir saatle­ rinden biri olduğunu sandığım gar saati­ nin altındaki banka oturup, eski bir kent yadigârı olan garın gizemli yapısıyla bü ­ tünleşir, önümden gelip geçen Izmirlile- re sımsıcak duygularla bakakalırdım.. Yaşar Aksoy’un kitabı, bir anda beni o yıllara götürdü, kentimin içinde bir an­ da avare dolanır oldum., inanılmaz bi­ çimde, bir kent çıkıp gelmiş ve bir kita­ bın içinde saklanıvermiş.. Sayfalar ara­ smda dolaşırken, kendimi kentin kaldı­ rımlarında buluverdim..

Şairlerin kenti

İzmir, Hom eros’un yaşadığı kent ola­ rak ünlenmiştir.. Bu yüzden Yaşar Ak- soy, kitabında “Homeros” üzerinde de­ rinlikli biçimde durmuş. Her İzmirlinin, atası olarak gurur duyacağı bu lyonyalı şairi, kent tarihinin önemli zirvelerin­ den biri olarak algılamış.

“İzmir, doğurgan ve ihtiraslı uygarlık­ ların yarıştığı eşsiz bir tarihsel süreci ya­ şadı. Aşk ile vahşet, sanat ile yağma, şi­ ir ile saldırı, zevk ile işkence birlikte iler­ lediler. Büyük ve özgün uygarlıklar ge­ lip geçti bu kentin kaldırımlarından. N i­ ce egemenlikler, kâğıttan şatolar gibi devrildiler. Çünkü onlardan daha üstün uygarlıkların tarihi yazılmaya başlamış­ tı. Sonra daha üstün uygarlıklar gelip geçti.. Beş bin yıllık Smyrna, bu tarihsel süreci, damarlarında alev alev yaşattı.. Ve daima Hom eros’tan bu yana

şairle-SaiPin yüreğindeki kent

Yaşar Aksoy, "Yetişmemde büyük etkisi ve emeği vardır" dediği şükran Kurdakul için 1992'de İzmir'

"Saygı Cünü'nde. 'de düzenlenen

rin ve tüccarlarm efsanevi kenti olarak parladı” diyor, kendisi de bir şair olan Yaşar Aksoy..

Şairlerin kentidir İzmir.. Homeros’tan bu yana inanılmaz biçimde çok şair ye­ tiştirdi bu kent. Osmanlı dönemini ve Cumhuriyetin ilk yıllarım bir yana bıra­ kırsak, 1940 Kuşağı ve sonrası için bir saptama yapmaya çakşırsak, Türk Ede- biyatı’mn en usta şairlerinden Necati Cumalı, Attilâ Ilhan, Salâh Birsel, Şük­ ran Kurdakul, Tarık Dursun K., Nahit Ulvi Akgün, Yüksel Pazarkaya, Dinçer Sümer, Refik Durbaş ve daha birçokla­ rının İzmir çıkışlı olduklarını görüyoruz. Cemal Süreya, bir şiirinde “Uygarlık ku­ zeye doğru çekikrken/Akdeniz’e iki nö­ betçi dikti/Güneşi bir de şiiri” der.. H o­ meros’tan bu yana Ege kıyılarında hep nöbetçi şairler vardı. Yaşar Aksoy da on­ lardan biri, ancak kendini şair sayma­ yan, şiirsever olarak sunan, yüreği şiir dolu bir yazar. Hep İzmir’i yazdı.. Hep İzmir’i adımladı.. Hep İzmir için uğraş­ tı.. Tam otuz yıl.. Bu kentin kültürünü, insanım kaldırımlarını, popüler anlam­ da gazete sütunlarından dizi yazılar, söy­ leşiler ve köşeyazıları olarak ilk o kale­ me aldı.. Gazi T ürküşü, Meserret Serçe­ si, Siyah Şarkılar, İzmir Şiirleri isimli şi­ ir kitaplarıyla, İzmir’i ve tarihini şiirleş­ tirdi..

Akdeniz'in gizemli mücevheri

“Ipekyolu boyunca ilerleyip Smyr- na’ya ulaşan Asyalı bir kervancı olmak is­ ter misiniz?.. Bitmez tükenmez bozkır­ lardan ve çöllerden geçip gelmişsiniz.. Yorgun ve dudakları kupkuru ulaşmış­ sınız o zamanın kordonboyuna.. isterse­ niz, Ceneviz donanması ile rıhtıma bor­ da etmiş bir Hıristiyan korsan olun.. Ne olursanız olun, İzmir hanlarında raks eden Bizansh rakkaseleri izlerken, aynı şiiri fısıldayacaksınız.. “Canım Smyrna, sen denizlerin en güzel mücevherisin”., diyor Yaşar Aksoy.. Düzyazılarını, şiirle­ riyle ustaca buluşturan Yaşar Aksoy, bir kuyumcu titizliği ile otuz yıldır düzenle­ diği özel kent arşivi ve bir seyyah gibi de­ rin İzmir’i adımlarken çektiği kent fo­ toğraflarıyla, “kentin yüreğindeki şair” olarak belleğimize kazınıyor.. Veya “şa­ irin yüreğindeki kent” gözlerimizin önü­ ne seriliyor. .Yaşar Aksoy şiirinde billur­

- eski gravürlerin etinde dirilen bay­ ramyeri ikindilerindeki uzuneşek tirya-laşan dizeler, bir kente duyulan inatçı bir aşkı sergilemekte..

- tarihimin kaldırıma düşmüş en b ü ­ yük aşkı..

- hıdrellez ateşine serpilen şaraptaki çingene akdeniz. d gravürl ri ikindide kişi seyyah.. - üşümüş vapurlarmda öptüğüm kızıl yasemin

- ey limanında kurşuna dizilip, bulva­ rında asıldığım şehir, sen benim ölümü­ ne sevdiğim utangaç ve kaçak, bir baki­ re İzmir’sin..

- tranmvayma yandığım, faytonuna çarpıldığım, hey gidinin, yandan çarklı imbat yosması

- bir bakire İzm ir’sin, gizli çapkın ve delişmen, Cenevizli levan ten yahut koca memeli göçmen

Bir kent ancak bu kadar sevilir, ya da bir şiir ancak bu kadar yoğun, bu kadar ölümüne bir kenti sevebilir.Işte Yaşar Aksoy’un yaşamı boyunca yazdığı kitap­ ların 28’incisi olan “SmyrnaTzmir”i okurken, bu saptamayı ister istemez ya­ pıyorsunuz.

Eski İzmir

Bizim kuşak, hep eski İzmir’i özler. “Ahh nerede o güzelim kent” diyenleri­ miz baskın biçimde çoktur. YaşarAksoy, “Eski İzmir” isimli şiirinde, “Eski kent­ ten kartpostallar kaldı/Küskün âşıklar gibi çaresiz/Gurbet dolu bir mektup sanki/bense garip bir şair/kâh orda kâh burda” dizeleriyle bizi onaylar. Eski ken

sseoıyoruz. ğimiz aylarda İzmir Büyükşehir Beledi- yesi’nin Kordon’da açtığı “Kent K ültü­ rü Sergisi”ni gezerken, çoğunluğu Yaşar Aksoy’un arşivinden izinle elde edilmiş İzmir görüntülerini izlerken, çocuklu­ ğumuza, nefis güzelliklerin yaşandığı es­ ki komşularımıza, ilk aşklarımıza, Bu- ca’ya, Bornova’ya, Karşıyaka’ya, Keme- raltı’na ve kentimizin hafızasma uçup gidiverdik..

Yaşar Aksoy, İzmir’de yaşamış birçok edebiyatçımız için tam bir naif tadında şürler yazdı. Halikarnas Balıkçısı, Salâh Birsel, Samim Kocagöz, Şükran K urda­ kul, Tarık Dursun K., yine Ah Rıza

Er-tan, Bahattin Ertük jibi vefat etmiş şair- er, onun dizelerinde yaşadılar. Tevfik Nevzat için bir des­ tan, Tokadizade Şe- kip ve Bıçakçızade hakkı gibi Osmanlı şairleri için kasideler yarattı.

Şiirleri bestelenen şairlerden olan Yaşar Aksoy’un, “Keme- raltı Güzeli” şiiri, Ali Kocatepe tarafından bir pop şarkısı olarak düzenlendi: “Tek tek basaraktan, göz göz süzerekten/işveli bir rüya değildi ki, bizim çarşıda âşığımdı o /Süzülürken mehta­ bı kuşanmış keme- raltı güzeli..” Dr. Te­ oman Ö naldı ise, şa­ irin “İzmirli H anı­ mefendi” şiirini, acemkürdi maka­ mında bestelemiştir. Birçok şiirini, Keme- raltı’ndaki Meserret Kahvesi’nde yirmi yıl içinde yaşamış olan Yaşar Aksoy’u, her zaman bu tarihi çarşıda şür için do­ lanırken, şiir için insanlan incelerken gö­ rebiliriz: “yaşarım ben zamanı Iz- m ir’de/sırra kadem basıp dokuz eylül vapurunda/masalcı çarşılar sultanı Ke- meraltı’na/görünmez bir hayalet gibi ak­ mak isterim.”

İzmirli birçok şair ve yazar Attilâ Il­ han’ın etkisinde kalmıştır. Bu etkileşim Aksoy’da da gözlenir. Demokrat İzmir gazetesinde köşe yazarlığı yaptığı (1971- 79) yıllarından itibaren A. Ilhan düşün­ cesi ve şiirine çok yakm olan Aksoy, “kendi serüveninde özgün ve bağımsız bir çizgi” yaratarak, daha çok Şükran kurdakul’un ideolojik dostluğunda kim­ liğini oluşturmuş ve bu gün halkın en sevdiği” sokaktaki yazar ve şairi” yarat- mışur.

Kentlerimizi sevmek

Bugün 28 kitabı, yüzlerce dizi yazısı ve röportajı, onbinlerce köşeyazısı, ödülle­ ri, A sansörde bir parka ve Karşıyaka’da çocukluğunun geçtiği bir sokağa verilen ismi ve en önemlisi sımsıcak, romantik şiirleriyle Yaşar Aksoy, hâlâ genç, hâlâ otuz yıl öncesinin Haşan Tahsin’i bay- raklaştırmak için sokaklarda yaptığı ey­ lemlerden tanıdığımız delikanlı ruhuyla karşımızda duruyor..

Yaşar Aksoy’u okurken, İzmirli olma­ nın tadına varıyor insan. İzmirli olmanın keyfini yaşıyor, gururunu duyuyor..

O çocukluğumuzun erişilmez İz­ m ir’ini, Agora yokuşunu, Dönertaş se­ bilini, güzelim Asansör’ü, Karantina Halkevi’nde gerçekleşen Mozart akşam­ larını, tramvaylı Mithatpaşa caddesini, Yahudi evlerini, körfezde kolyosa çıkan balıkçıları, Ingiliz bahçesindeki eski ki-liseyi, Madam Raşel’in hamursuz bay­ ramlarını, kordon’daki Tayyare sinema­ sını, boyozu, fesleğeni, paytonu, mah­ zun körfez mavnalarını, Namazgâh’ın parke taşlarını, birer birer, yeniden bi­ ze hatırlatan, bize acı ve hüzün verdiği kadar, eski bir aşkı anımsatırcasına he­ yecan sunan, bunu da bir araştırmacı yazar ustalığı ve şair duygusallığı ile ya­ pan Yaşar Aksoy’a “Ekmeğine sağlık” diyorum. 28. kitabı “Smyrna-Izmir”, onun için hiç şüphesiz yeni ufuklara gi­ dişte bir kilometre taşmdan başka bir şey değil.. ■

(6)

AHMET GÜNBAŞ

G

azeteci-yazar Yaşar Aksoy’un Türk-Yunan dostluğuna adadığı yapıtı Kato Polemos (Kahrolsun Savaş) adını taşıyor.*

Aynı denizi paylaştığımız halde, uzun bir süre küsülü kaldığımız tarihsel kom­ şuluğumuzun üzerinde dolaşan kara bu­ lutlar 17 Ağustos Marmara depremi ile dağılmaya başladı. Yüzyılın felâketi maddi ve manevi boyutuyla ülkemizi sarsarken, en sıcak, en hızlı yardım eli kapı komşumuz Yunanistan’dan uzan­ mıştı. Ne gariptir ki Atina depremi de bize davetiye çıkarmıştı. İki halk, yıllar­ dır dostluklarına adım attırmayan yapay tehditleri bir kenara bırakıp bir güzel kucaklaştılar. İlkin karşılılık acılar pay­ laşıldı; sonra da, yaşamın devam ettiği

Î

;erçeğiyle gidip gelmeler sanatsal bir şö- ene dönüştü.

Şimdi önümüzde sonsuz bir mavilik egemen. Fırtınadan sonraki sessizliği ya­ şıyoruz! Barış kuşları ordan oraya kanat çırpıyor. Türİder de, Yunanlılar da, ka­ lıcı bir barış için özveriyle safları sıklaş­ tırıyor.

Aksoy’un yapıtına aldığı yazıların top­ lamı 21 yıllık bir uğraşın ürünü. Yani 1979’dan beri Kato Polemos’un önemi­ ni -yer yer yaşadığı olaylardan hisseler çı­ kararak- kalın çizgilerle derinleştiriyor yazarımız.

Trtfık kapışma

Aslına bakarsak, Küçük Asya seferin­ den önce ‘savaşa dur’ demeye çakşan Yunank komünisderin yaşamsal belge­ sidir Kato Polemos. Müttefikler’in kış­ kırtmasıyla İzmir’e yönelen işgal gemi­ lerinin rotasmda, barış gönüllüsü kimi Yunanlı askerlerin savaşa karşı direnç­ lerini (öldürülüp denize atılmak gibi..) yaşamlarıyla ödediklerini biliyoruz. H at­ ta b u yürekli direniş Batı Anadolu’daki Rumlar arasında da kendini göstermiş, sonuçta Kato Polemos uyarısı tarih önünde hakk çıkmış ama iki halkın tra­ jik kapışmasını engelleyememiş.

Genel anlamda, savaş içinde barışı üs­ telemenin zorluğu, gerekirliği ve erdemi üzerine yükseliyor Aksoy’un düşüncele­ ri. Bu uğurda günümüze değin sürülen her girişimi saygı ile anıyor; Türk-Yu- nan dostluğunu ayakta tutan kültür ben­ zerliklerin külünü eşeleyerek sönmeye yüz tutmuş ilişkilerin ateşini yeniden vakmaya çalışıyor. Daha önyazıdan baş­ layarak bu temel düşüncenin mantığı hakkında bakış açımızı netleştirebiliyo- ruz:

“Yaptıkları bağımsızlık hareketleri, birbirlerine karşı gerçekleşmiş, ancak yüzyılın tarihi gerçeği açısından birbiri­ ne paralel şanb eylemler yapmışlardır.

Bu bakımdan Yunanistan ile Türkiye, simetrik iki ülkedir.

Ege Denizi, bu simetrinin merkezidir, iki halkı, iki ulusu, birbirine bağlayan güzel bir denizdir, barışa yakışan bir de­ nizdir.” (s. 18)

Megali İdea (Büyük Yunanistan dü­ şüncesi) serüveninde Mustafa Kemal’in amansız düşmanı kesilen Venizelos’un, daha sonra, Misak-ı Milh sınırlarında durmasını bilen eşsiz önderimizi Nobel Banş Ö dülü’ne aday gösterecek denli barışsever kesildiğinin altı önemle çizi­ lerek, başvuru metni eksiksiz yayımlanır. Venizelos, bir yığın olumlu gerekçeler sıralayarak Atatürk’ten “Büyük Devrim­ ci” diye söz etmektedir.

Kato Polemos albümünde yer alan Aksoy’un üniversite arkadaşı Hristo Kamyanus, savaş rüzgârlarına gülüp ge­ çen haliyle sıcak kardı bir Egelidir. Kam- vanos tipi dostlukların cıvdtısı, büyük barışsever Giridi Andreas Politakis’in kanadarında evrensel bir kimlik kaza­ nır.

“Bir Barış Havarisi: Ekrem Akurgal” yazısında, Ünlü arkeologumuzu

‘Türk-Her zaman

'Kato

Polemos,l

Yunan barışının naif bir gerçekçisi, ola­ rak görür. Akurgal’da arkeoloji, “akd devriminin tutanağıdır”, Aksoy’a göre. 5000 yıllık geçmişinin aynasında Arşi- pel merkezh yeni bir öncülüğe hazırla­ yabiliriz İzmir’i.

Alman Emperyalizminin palazlanma­ sıyla, ekonomik ve politik gelişmeleri birbirlerinin boğazlanmasına bağlı gibi gösterilen iki halk, oyunun farkına var­ dığında her şey olup bitmiş, yıkıntılar arasmda yeniden yapdanmanın telaşına düşmüştür. “Aynı anda gülmeyi neden beceremiyoruz?” diye sorar Aksoy. Ki Ege’nin köpüklü kıyılarında inciden bir gerdanlık gibi durduğumuz göz önüne alındığında, önemli bir sorudur bu. Bir ulus gibi davranmanın erdemine ulaşıl­ dığında, sorun tümüyle çözüme kavuş­ maz mı?

Şirinceli kahraman

Böyle bir varsayımın ardmdan “Ben­ den Selam Söyle Anadolu’ya” adlı ro­ manın yazarı Dido Sotirivu belirir. Ro­ manın Şirince doğumlu kahramanı Ma- noli’nin aynı zamanda Hitler faşizmine karşı savaşan bir Elas (Yunan Direniş Örgütü) direnişçisi olduğunu öğreni­ riz. Madalyonun öbür yüzünde, Sotiri- yu’nun da bu direnişe katıldığı, yaralı Manoli’nin yaralarmı sararken sayıkla­ maları üzerine ilgili romanını kaleme aldığı ve ona âşık olduğu gerçeği var­ dır.

Bir başka Yunan direnişçisi Markos Vafiadis de, İkinci Paylaşım savaşının kanlı karelerinde ölesiye koşturan ve ba­ rışı sembolize eden özelliğiyle insanlık galerisindeki yerini alır.

İzmir’den barışa yelken açıp da Urla doğumlu şair Yorgo Seferis’i anmamak olanaklı mıdır? Şürini Ege’nin yorgun sularında gezdirir Seferis. Efsanelerle yol aldığı o geniş zaman diliminden kı­ yıya vuran “Destansı Öykü”de yer alan

“burada bitiyor denizin yapıdan, aşkın yapıtla- rı/Bir gün yaşa­ yacak olanlar, bu bizim sonumu­ zun geldiği yer- lerde/A nıların- daki kan kararır­ sa, taşarsa e ğ e r / U n u t m a - smlar çiriş otları arasındaki güç­ süz ruhları/Ere- bos’a (karanlık­ lar âlemi) dön­ dürsünler k u r­ banlarının başla- rını/Biz ki hiçbir şeyimiz yoktu, barışı öğretece­ ğiz onlara” dize­ leriyle barışın öğretm enliğine soyunur bilge şa­ ir. Aynı şekilde, “Seni Kucaklıyo­ ruz Ey Theodo- rakis!..” yazısın­ da, ünlü Yunan­ lı besteci Mikis T heodorakis’in hüzünlü şarkıla­ rıyla düşman (kı- lmmış) kardeşlerin insani derinliğine inebilirsiniz.

Müzikli banş elçiliğinin bir ayağı da Türkiye’dedir; Zıılfi Livaneli’dir adı. Kato Polemos misyonuyla savaşm soğuk duvarım yıkarak, iki halkın tarihsel ka­ derinden ortak duyarlıklar geliştirmek­ tedir. Müziğin işlevselliği ile birlikte Türk-Yunan derneklerinin etkinlikleriy­ le barışm çeperini genişleten iki sıcak yürektir Theodorakis’le Livaneli.

Mahzun Kayaköy

Ne yapılsa, yaşamışlığın izleri dimdik ayaktadır. “Mahzun bakire Kayaköy” ya­ zısında, yazgısma terk edilmiş bir Rum köyünün günümüzdeki ıssızlığından dersler çıkardır. Kayaköy’ün insanları göçmen kuşlarm hüznüyle yitip gitmiş­ tir sanki:

“Kayaköy diye bir köy var, taa Fethi- ve’nin oralarda! 3000 evlik terk edilmiş bir köy... Issız ve m ahzun... Çok görmüş geçirmiş pörsük bir kadın gibi... Oysa o kadının kaldırımlarmdayürüseniz, iğde ağaçlarının altında düdenseniz, gölge­ liklerine uzansanız, yambaşınızda hisse­ deceğiniz uysal bir bakirenin nefesidir!.. Hık, nazenin ve sevecen!..” (s. 72)

50 yaşma erişen Sakızlı kadın Vassili- ki’nin, bir Türk’le evlenmek isteyişinin insani gerekçelerini Aksoy’a gönderden mektup metninden

ö ğ r e n e b i l i r s i n i z . Vassiliki’nin belle­ ğinden sdinmeyen olaylarla kederli yal­ nızlığı ayrıca drama­ tik bir romana kay­ naklık edebilir.

Peki, İzmir’deki Eski Foça ve Yeni Foça adlı yerleşim alanlarının bir ben­ zerinin, buralardan

f

;öçen Rumlarca Se- anik’te aynı adlarla (Palea Fokea ve Nea Fokea) kuruldukla­ rından haberiniz var mı sizin? Demek oluyor ki, kanlı ana­ forlar, yaşanmışlığın izlerini yutamıyor tümüyle; halklar, za­ man içinde bir yolu­ nu bulup kökleriyle kucaklaşabiliyor di­ lediklerinde.

Yine, İzmir’i kimlerin yaktığı yanmış kentlerin tarihinde kara bir lebe gibi dursa da, dostluğun ılık esintisinde ive­ dilikle kapatılması gereken bir dosyadır bu. Çünkü Kato Polemos, her yandan duyulabden bir barış çığlığıdır; yanılgı- larm ortak paydasında yinelenip du­ ran!..

Aksoy, barışm önünde aşılmaz bir en­ gel gibi duran kıbns sorununun hâlâ çö­ züme kavuşmamış olmasını, her iki ulu­ sun tembelliğine bağlar biraz. Binlerce yıllık kültürel birikimlerine karşm kay­ da değer çağdaş atılmalardan uzaktırlar birbirlerini kollamakla zaman öldüren düşman kardeşler. Aşağıdaki sorudan herkes kendi payına dersler çıkarabilir: “Sorarım size, hem Yunanistan, hem Türkiye, birbirlerinden savaşla kurtu­ lup, m odem etiketli iki ulus yaratmala­ rından sonra hangi büyük uygarlıklar devrimine imza attılar.” (s. 112)

iki gazeteci, Süleyman Gencel ile Yan- nis Cumas’m önderliğiyle düzenlenen üç günlük “Sakız Barış Etkinliği”nin (31 Ocak-2 Şubat 1997) İzmir kafilesinde, bir grup belediye başkanı ve milletveki­ li ile yerini alır Aksoy. Şenliğe ve Sakız’a özgü izlenimleri ilgi çekicidir. Abdi ipekçi Dostluk ve Barış Ö dülü kurucu­ su Andreas Politakis de adadadır, ilk kez Türk-Yunan ilişkilerini yurttaş ba­ zında masaya yatıran önyargısız bir kon­ ferans ve sivil bir bildiri ile son bulur şenlik.

Daha bir sürü ayrmtıyı imleyen Ak­ soy’un yapıtı, savaşm yapaylığına ve zor­ balığına barışm destansı diliyle karşı çı­ kar. Niko ile Mehmet’in doğal komşu­ luğumuzda beş duyumuzu harekete ge­ çirir. Içmiizde Troya atı gibi yerleşen korkuların, sıradan kuşkuların yersizli­ ğine değinir, iki halk arasmda tıkanma­ ya yüz tutan insancıl ilişkilerin kanalla­ rım açmaya koyulur. Kısaca, barışı se­ lamlar, barışı ağırlar; barışm kristal yü­ zündeki renk tufanını yüreklerimize ser­ piştirir. Ve ben de dayanamam, “Biz Ba­ rışığız Ege” şiirimden birkaç dize düşü­ rürüm barışm düşsel kürsüsünden:

“Ne kan kuyusuz ne kin örgüsü Sevginin bilimcisi bizden çıkar Bizden çıkar ozanın yol görmüşü Bitmesin yolumuzda kara tayfalar Biziz tarihin gök gürültüsü”

Evet, Aksoy’a Türk-Yunan dostluğu­ na ivme kazandıran özverili katkıları için teşekkür etmeliyiz.

Kato Polemos! H er zaman!.. ■

(*) Kato Polemos (Kahrolsun Savaş)/Ege’de Türk-Yunan Barışı-Yaşar Aksoy Ümit Yay malık, 1. Basım, An- kara-2000.

Dokuz Eylül üniversitesi nde "Devrim Tarihi" öğretim görevlisi Yaşar Aksoy, öğrencileri ile birlikte.

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 3 7 S A Y F A 7

Referanslar

Benzer Belgeler

!nsülin ve diabet ile ilgili olarak, danışmanların önerileri dikkate alınarak ve kay- nak gösterilerek konuya kısaca değinilmiştir, Sayın Prof. Karan'ın da konunun

Buna karşı birkaç ülke var ki, madenciliğin giderilmesi gereken ve giderilebilir olumsuz etkilerini yeterince gözetmeden de olsa; DB politikalarının tersine kendi

Arkeolojik alanların (ve aynı zamanda tüm taşınmaz kültür varlıklarının, örneğin Hacı Bayram-ı Veli Camii, Galata Kulesi gibi) koruma altına alınmaları için

İzmir Yunanlar tarafından işgal edilince yerli Rumların teşvikiyle Aydın Belediye Reisi sıfatını kullanarak İşgal kuvvetleri kumandanına bir telgraf çekerek, “Aydın’ın

EGEÇEP ve Ekoloji Kolektifinin ortakla şa açılan davada Danıştayın, ÇED raporu hazırlanmadan, ÇED Olumlu kararı al ınmadan yapılan maden arama faaliyetlerinin hukuka

başlanan tesisler için bütün izinlerin alındığını iddia eden Cargill yönetimi izin sürecinin başbakanlık yüksek planlama kurulu tarafından verilen Orhangazi'de

Oysa bütün dünyada temiz suya ula şım ve kanalizasyon için 9 milyar dolar yetiyor” diye konuştu.. Türkiye’nin su krizinin tam ortasında olduğunu kaydeden Öngür,

Bu tebliğin amacı 1829’da yayınlanan ilk Türkçe süreli yayın Vekayi-i Misriyye’den ve 1830’da yayınlanan ilk resmi gazete Takvim-i Vekayi’den 1950’ye kadar