• Sonuç bulunamadı

Bayar'ın vasiyeti:Hapishanedeki odasına randevu ile gidiliyordu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bayar'ın vasiyeti:Hapishanedeki odasına randevu ile gidiliyordu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GÜNEŞ SAYFA 9

Dünden • Bucründen

22 M AYIS 1987 CUMA

--- [

9

]---C

ELÂL Bayar’ın kişisel ya­şamının aksine, siyasal yaşamı inişli çıkışlıydı. Türkiye'nin en çalkantılı dönemlerinde bir gün AP,

bir gün DP (Demokratik Parti), 12 Eylül'- den sonra da DYP çiçeklerinin önünde

fotoğraf çektirmekte herhangi bir sakın­ ca görmedi. Birinin yanında yer aldığın­ da ötekine hakaret yağdırması, aradan sure geçince de aynı kişiyi övmesi zor olmadı. Tüm bu davranışlarının nedeni sorulduğunda da, amacının sağı topar­ lamak, bütünleştirmek olduğunu söyle­ di.

Gün geldi evi icazet mabedine (izin ta­ pınağı) dönüştü. O günlerde ziyareti­ ne gelenlere dönemin Başbakanı Süley­

man Demirel’den yakınırken “ devlet hayatına yalanı soktu” dedi. Süre ge­

çip onunla arası düzeldiğinde “ ama siz

onun için (şu benim su müdirim...) de­ miştiniz de .. .” diye sorulunca, "bun­ da alınacak ne var? Bir zamanlar be­ nim de adım bankacı Bayar dı. İnsan lar hayatlarında, çalışmaya başladık­

ları meslekleriyle de anılırlar. DSİ Ge­ nel Müdürlüğü küçük bir şey mi?” di­

ye konuştu.

Kızını bir dönem AP'den, bir başka dönem de DP’den aday yaptırttı; millet­ vekili seçtirtti.

Bunlar, siyasal yaşamındaki tutarsız­ lığı, ya da hedefine ulaşmak için uygu­ ladığı yöntemiydi.

Ya yakınlarının ve tanıyanlarının gö­ zündeki Bayar nasıl bir (insan)dı acaba?

Hayrettin Erkmen'e göre, ağır kişilikli

bir adamdı. İradesi kuvvetliydi, duygu­ larını hiç belli etmezdi. Milliyetçiydi, ka­ tıksız bir Atatürkçü'ydü. Kadirbilirdi de. Memnuniyetini belirtmekten çekinmez, bu konuda nekes davranmazdı.

1950 seçimi kampanyasında CHP, DP'li adaylar hakkında ileri geri sözler söylüyordu. “ Bunlar halk adamı, cahil­

ler, kasketliler, baldırı çıplaklar, Ha- so’lar, Memo'lar” diyordu. Seçim oldu,

DP Giresun'dan tulum geldi. "Dr. Ali

Naci Duyduk, Hukukçu - Ekonomist Hayrettin Erkmen, Maliye Müfettişi Mazhar Şener, Maden Yüksek Mühen­

disi Hamdi Bozdağ, banka müfettişi

Tahsin İnanç, diplomat Hikmet Pamu- koğlu, gazeteci Doğan Köymen Ve sa­

nayici Adnan Tüfekçioğlu milletvekili seçilmişlerdi. İl başkanı Duyduk dışın­ dakilerin hiçbiri örgütten değildi.

Bayar kendilerini Çankaya Köşkü'nde kabul etti, başarılarını kutladı ve ülke için yararlı çalışmalar yapmalarını diledi. Sıra il başkanına gelmişti. “ Doktorum , ben- sizi iki defa te b rik edeceğim . Biri ka­ zandığınız, İkincisi de çok değerli ar­ kadaşlarım ızı s e ç tirip g e tird iğ in iz iç in ” dedi.

Baha Akşit’in gözünde Bayar, son

derece ciddi, karşısındakinde her an saygı uyandıran bir yapıya sahipti. Ha­ pishanedeki odasına bile randevuyla gi­ rilirdi. Radyo haberleri saatlerinde ran- devusuz gelinmesine izin veriyordu. Aralarında her bakımdan mesafe bulun­ masına karşın, kendilerine her zaman arkadaş gibi davranırdı. Herkesin söy- lediğinin.aksine, İsmet Paşa aleyhinde bir kez bile konuştuğu duyulmamıştı, in­ san yetiştirme hususunda çok titizdi, ha­ yatı boyu kendi çıkarını gözetmemiş kim­ senin ekmeğiyle oynamamıştı.

S

a

DE yurttaşların

kendisini hatırlamasından

büyük zevk duyardı

Dünya tarihini okumuş Avukat Gülte-

kin Başak açısından, Türk milleti, Ba­

yar gibi dürüst ve namuslu bir devlet ada­ mına sahip olduğu için gurur duymalıy­ dı. 12 Eylül'den sonra, Org. Kenan Ev­

ren için “ Türk Ordusu'nun hasletli

(güzel huylu) paşaları böyledir” demiş­ ti.

Çok dinleyen, fiKirlerin açıkça tartışıl­ masından yana olan bir insandı. Bir halk adamıydı. Zamanlı zamansız kapısı her­ kese açıktı. Sade yurttaşların kendisini hatırlamasından büyük zevk duyardı. Ai­ lesi yönünden de çok şanslı bir kişiydi.

Siirt eski Milletvekili Mehmet Daim

Süalp de "Bayar inanmış bir Atatürk- Çü’ydü. Dinine çok bağlıydı, fakat la­ iklikten kesinlikle taviz vermezdi" di­

yordu.

Konuşanı iyi dinler, branşına göre her­ kesin fikrinden yararlanırdı. Kendisi de gayet mantıklı konuşurdu. Prensip sa­ hibi ve her bakımdan dürüst bir kimsey­ di. Herkesi tartar, ölçer, ona göre değer verirdi. Yassıada'da zayıf iradeli arka­ daşları ifadelerinde kendisine çamur atınca, “ Hakim bey, bu arkadaşlarımız

memleketimizin değerli, seçilip gel­ miş kıymetleridir. Söylediklerinin ba­ na zararı dokunabilir. Fakat ne diyor­ larsa doğrudur, belki ben unutmuş olabilirim" diye yüreklice ve ders verir­

cesine konuşmuştu.

Anne tarafından Sadrazam Ali Paşa'- nıh, babası yönünden de Harbiye Nazı­ rı Nazım Paşa’nın torunu, sosyal de­ mokrat görüşlü emekli deniz ulaştır- macısı Necdet Bey'in eşi Psikolog Dr.

Selma Sedet, Celal Bayar' 11965 seçi­ mi öncesinde tanıdı Politikaya heves­ lenmiş, AP’ye girmişti. İstanbul il Kadın Kolu kurucuları arasında yer aldı, Bey­ oğlu ilçe Kadın Kolu Başkanlığı yaptı. Ama gözü daha yükseklerdeydi. Millet­ vekili olmak istiyordu, adaylığını koydu.

“ Git Bayar'a danış, desteğini iste" de­

diler, icazet mabedinin yolunu gösterdi­ ler.

İlk izlenim: Çok nazik bir insandı. Din­ ledi, kendisine danışırlarsa Selma Ha-

nım’ı salık vereceğini bildirdi.

Fakat o arada öyle dolaplar, fırıldak­ lar döndü ki, Selma Hanım'in ağzı açık kaldı. Erkekler “ postu bir kadına kap-

tırmazlar” dı! Düşündü, yapamazdı. La­

net olsun diyerek politikayı bıraktı. En büyük kazancı Bayar'ı tanımak ol­ muştu. Sonra dostluk getirdi bu tanış­ ma. 1986 Ağustos’unun ikinci yarısına dek süren bir dostluk. Söyleşiyorlar, anı­ yorlar, düşünüyorlar, gülüyorlar, hüzün­ leniyorlardı.

Bayar fikirlere kıymet verir, insanları

severdi. Hayır, kesinlikle salt kendi gö- rüşündekilere değil. Kendisi, ittihatçılar’- ın gadrına uğramış bir ailedendi, Bayar da onların karşıtı. Belki de çektikleri do­ layısıyla olgunlaşmıştı. Oscar Wilde (De Profondüs) adlı kitabında “ felaket in­

sanları olgunlaştırır. Hayat felsefele­ rini genişletir, İnsanları birbirlerine

yaklaştırır. Diğerlerinin ıstırabını an­ lamaya neden olur. Istırabın mevsimi yoktur' derdi.

Ondan, karşı görüştekiler aleyhinde hiç bir söz duymamıştı.

Yakın dostlarındın biri de, partili

ol-Hapishanedeki

odasına randevu

ile gidiliyordu

B A H A Akşit’in gözünde Bayar son d erece

ciddi, karşısındakinde her an saygı uyandıran

bir yapıya sahipti. Radyo haberleri saatlerinde

randevusuz gelinm esine izin veriyordu

BAYAR,

İsmet İnönü’nün aleyhinde

konuşmamasına rağmen, oğlu Refi’nin ölüm

nedenini İsmet Paşa döneminde açılan davaya

bağlıyordu

mayan fakat (DP davasına) gönül ver­ miş, otomobilinin plakası bile (06 DP

946) olan gazeteci Turhan Dilligil’di.

Tereciye tere satılmayacağı için, Dil- ligU ’i kendi kaleminden okuyalım:

“ Hayatını milletinin mutluluğuna adamış, ülkesinin kalkınmasına ve devletinin yücelmesine etkin katkılar­ da bulunmuş her ‘büyük devlet adamı' hakkında söylenenler ve yazı­ lanlar, aynen Celâl Bayar için de söy­ lenmiş ve yazılmıştır.

Bayar’ı olumlu ve olumsuz yorum­ larla değerlendirenler bazı “ asgari m ü ş te re k le rd e birleşmektedirler. Tüm görüşler onun irade sağlamlığın­ da, sabırlılığında, kararlılık yeteneğin­ de ve faziletinde odaklaşmaktadır.”

Kuşkusuz Bayar bir büyük devlet adamıdır. Ancak (Büyük Devlet Adamı) kavramının tek başına bir seçkin in­

sanı tanımlamaya yeteceğini sanmı­ yorum.

Bir insanı tüm ayrıcalıkları ve mo­ ral değerleri ile tanıtmak için, o kim­ seyi yakından inceleyip tanımak ge­ rekir.

Ben, özellikle son yirmibeş yılda Bayar'ın yakın dostları arasındaydım. Onu gereği gibi tanıyacağımı iddia edemem. Fakat günlük notlarımın ve belleğimin yardımı ve bazı anekdot­ larla onun kişiliğine ışık tutabileceğim kanısındayım.

Yıl 1947 ve aylardan Nisan'dı. Bir yıl kadar önce kurulan ve Kül­ tür Park taki Sergi Sarayı'nın bir bö­ lümünde çalışmalarını sürdüren İzmir- Şehir Tiyatrosu’nda Mebrure S. Ko- ray'ın Paul Lindau'dan çevirdiği (O

Adam) isimli dram temsil ediliyordu.

Ben de tiyatro kadrosu ndaydım. Bir akşam kulise çiçeklerle donatılmış bir büyük sepet getirdiler. Üzerinde kü­ çük bir zarf, zarfın içinde de (Celâl Ba­

yar) yazılı bir kartvizit vardı. Çiçeği ge­

tiren kişi, o gün İzmir'de bulunan Ba- yar’ın tiyatroya gelmek istediğini, fa­

kat bir toplantıya katılmak zorunda ol­ duğu için özür dilediğini, sanatçıların tümüne başarı dilekleriyle sevgileri­ ni gönderdiğini bildirmişti. Bayar’ın bu davranışı hepimizi duygulandır- mıştı.

Yıl: 1957 ve aylardan Ekim di. Erkene alınan genel seçimler 27 Ekim’de yapılacaktı. Zafer Gazetesi’n- de iç politika haberleri ağırlık kazan­ mıştı. Ben, görevim gereği olayları ya­ kından izliyor ve elimden geldiğince haberleri ilgi çekici yorumlarla yayı­ na hazırlıyordum. O günlerin birinde müessese müdürümüz Cumhurbaş­

kanının beni görmek istediğini bildir­ di. Hem şaşırmış, hem de korkmuş­ tum. Gazetenin servis kamyonetiyle gittiğim Çankaya Köşkü'nün kapısın­ da beni nöbetçi yaver karşıladı ve bir- saiona götürdü. Cumhurbaşkanı otur­ duğu kanapenin sol yanında bana yer gösterdi. Portakal suyu ikram etti. Ha­ tırımı, babamın kim olduğunu ve ne iş yaptığım sordu. Cumhurbaşkam'- nın beni neden görmek istediğini an­ lamakta güçlük çekmiştim. Sonunda:

'Tebrik ederim, çok güzel yazıyorsun, aferin. .' sözleri, bugün bile kulakla­

rımda yankılanmaktadır.

Yıl 1962'den Ağustos 1986’ya ka­ dar...

Kayseri Cezaevi'ne ziyaretlerimle başlayan ilişkimiz giderek hısım - ak­ raba yakınlığına dönüşmüştü. Artık Bayar'ın evinde ve sofrasında özel bir- yerim vardı. Yirmibeş yılı kapsayan zaman diliminde onun eşine, çocuk­ larına, torunlarına, dostlarına, dava arkadaşlarıyla sıradan ziyaretçilerine nasıl davrandığını, hangi durumlarda nasıl duygulandığını yakından gör­ düm, sevinçli ve kederli hallerine ta­ nık oldum.

Bayar’ın ismet Paşa ile buluşmaları

öncesinde, karar vermek için yaptığı nefis mücadelesini, olaylara paralel değişen ruh halini, adeta elle tutula­ cak kadar belirgin gördüm ve sanki birlikte yaşadım."

Özel Şahingiray. “ Bayar’ın küçük dostu” ydu. Babası büyük.dostunun ya­

kın arkadaşıydı Ali Rıza İnanlı, küçük

Talât Bey ve Bayar’ın ısrarıyla İzmir

Merkez Komutanlığından istifa ederek sivil yaşama geçmiş, ittihat Terakki’ye girerek politikaya atılmıştı. Yani babasıy­ la, Çankaya Köşkü’nde on yıl süreyle kendisine hizmet verdiği Celâl Bayar, daha Özel Hanım doğmadan dost ol­ muşlardı. Ve aileler yıllar boyu bir sev­ gi çemberi ortasında hep içice yaşamış­ lardı. Anneleri can ciğer dost, kendisi de Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Ni­

lüfer B ayar’la dönem arkadaşıydı.

Zaman ilerledi, üniversite bitti, Filolog ve Tarihçi Özel İnanlı çalışma yaşamıyla tanıştı. Bayar Cumhurbaşkanı olunca da, Çankaya Köşkü’nün Kütüphane Mü- direliğine atandı.

Cumhurbaşkanı genelde Milli Müca­ dele dönemi ve Atatürk'le ilgili kitapla­ rı okurdu. Zeki ve çok soylu bir insandı. Öğrenci olaylarının başladığı günlerdey­ di... Duruma çok üzülen müdire hanım

“ bu millet nankör mü?” diye soracak

oldu. “ Sen tarihçisin. Tarih içindeki

bütün milletleri yakından tanıyorsun. Senin milletin bütün milletlerden

da-Adalet Partisi, Demokratik Parti ve D Y P ’yi zaman ve zemine göre destekleyen Bayar bu siyasal değişimini "sağı toparlamak” amacına bağlıyordu, fotoğrafta Bayar, AP'nin son genel kurulunda Demirel, Sadettin Bilgiç ve Cağlayangil ile görülüyor.

ha üstündür” yanıtıyla ağzının payını al­

Geçmişte yaşadığı olayları anlatırken heyecanlanır, o günü yaşardı. Severek ve büyük bir istekle çok okurdu ve oku­ duğunu da anlardı. Müdire hanıma gö­ re bir insanın okuması başka, anlaması başka şeydi. Konuşurken ya da yazar­ ken bir olayı mutlaka bir dokümana da­ yandırma huyu vardı. Bu nedenle bel­ ge toplamaya büyük özen gösterirdi.

İstanbul'a her gidişinde ne yapar ya­ par, gazetecileri atlatır, Sahaflar'a uğ­ rar, değerli bilgi içeren kitap arardı. Bul­ duklarının hepsini alır, Ankara’ya dön­ düğünde bunları müdire hanımın masa­ sına yığar, sevinçle ve keyifle “ Bak sa­

na neler getirdim ” diye konuşurdu.

Bunlar çalışmayla ilgili gözlemlerdi.

(İnsan Bayar) nasıl bir kişiydi acaba?

Müdire hanım, on yıl içinde hiç incin- memişti. Oysa bir kadındı ve herkesin bildiği gibi, kadınlar erkeklere oranla da­ ha duyarlıydılar. Çok iyi ve nazik bir kim­ seydi. Hep çok kibar davranmıştı. Bir günden bir güne ters bir söz çıkmamış­ tı ağzından. Ve müdire hanım bu bakım­ dan kendisine minnettardı, ona verdiği hizmeti helal sayıyordu.

Kendisini en çok duygulandırdığı gün ise, eşi gazeteci Cehdi Şahingiray’ı kaybettiği güne rastlıyordu. Yıl 1971 'di. ilerlemiş yaşına bakmadan camiye gel­ miş, Özel Şahingiray'ın yanında ayak­ ta duruyordu. Eşini kaybetmesinden do­ layı çok üzgün, üzgün hafif kalır perişan­ dı. Elini tutup kulağına eğildi, “ metin ol,

beni örnek al” dedi.

Üçüncü Cumhurbaşkanı’nın (insan ki­ şiliği) hakkında buraya kadar görüş be­ lirtenler, onun, şu ya da bu nedenle ya­ kını olmuş, yandaşı, arkadaşı ve dost­ larıydı. Peki... 1946’dan başlayarak onun karşıtı konumunda bulunan, ama ondan önce yakın çalışma arkadaşı plan, İnönü hükümetlerinin Devlet ve içişleri Bakanı 37 yıllık CHP’li 26 yıllık parlamenter Hıfzı Öğuz Bekata’ya gö­ re nasıl bir insandı acaba?

Bekata önce “ Rahmetli Celâl Ba- yar’ın politika dışı hayatı yok gibi” di­

yordu. Yüzdört yıllık ömrünü son günü­ ne kadar siyasetle uğraşarak geçirmiş­ ti. O Milli Mücadele yıllarının Galip Ho-

c a ’sı, İş Bankası’nın kurucusu, bakan,

başbakan, DP Genel Başkanı ve Cum- hurbaşkanı’ydı. 27 Mayıs 1960'ı gör­ müştü. Yassıada Mahkemesi'nde ve sonrasında baş eğmemişti. Atatürk’ün hayranı, yakını ve arkadaşıydı.

Bekata'ya göre “ bütün bunlar Ba- yar’ın kişiliğini göstermeye yeter’’di.

Ama bir de onun, İktisat Bakanı ve TBMM'deki çalışma arkadaşı bir Celâl

Bayar vardı.

D E K A T A ’nm, CHP grup

başkanvekilliğine aday

olması önerisini

cevaplandırırken, sözlerini

şöyle bitirmişti: “ Evlat acısı

unutulamıyor”

76 yaşındaki Hıfzı Oğuz Bekata’yı dinleyelim:

“ Ben rahmetliyi, iktisat vekili oldu­ ğu yıllardan beri tanırım. Bakanlıkta müdürdüm. Zaman zaman bakanın başkanlığında önemli toplantılar olur­ du. Bayar, toplantıyı açar, konuyu söyler, sonra susar, herkesi konuştu­ rurdu. Konuşmalar bitince kendisi ya­ vaş yavaş söze başlar, görüşleri to­ parlar, fazla ayrıntıya girmezdi. Fakat öylesine eleştirirdi ki, biz toplantıdan ayrılırken, bakanın konuyu önceden çok iyi incelemiş olduğu kanısında birleşirdik. Sonradan öğrendiğimize göre, bakan önceden konuyu incele­ me fırsatı bulamamıştır. Ancak top­ lantı görüşmelerindeki dikkati ve kav­ rayışı, uzmanlara yön verecek değer­ de olurdu.

1943 te Ankara Milletvekili olarak Meclis’e girdiğimde Bayar da sadece milletvekiliydi. Tek parti dönemini ya­ şıyorduk. Bayar’ın Cumhurbaşkanı

İnönü ile arası iyi değildi. Bunu her­

kes bildiği için, Meclis’te arka sırala­ rı tercih eden Bayar’ın yanına oturan pek olmazdı. Bu hal bana dokunuyor­ du. Sık sık Bayar’ın boş bulunan ya­ nında oturmaya başladım.

Bunu sezen rahmetli bir gün bana:

"Bekata, seni anlıyorum, çok teşekkür ederim. Ama seni jurnal ederler. Benim yüzümden sana bir kötülük gelmesini istemem" dedi. Kendisine böyle şey­

lere önem vermediğimi kesin bir dil­ le anlattım ve kendilerine hakim olan bu korkudan dolayı, Bayar'dan uzak durmaya titizlikle dikkat eden yakın dostlarını kınadığımı söyledim.

‘Bizde politika böyledir' karşılığını

vermişti.

Başka bir gün gene Bayar'ın yanın­ da oturuyordum.

O günlerde CHP Meclis Grup Baş- kanvekilleri ve yöneticileri seçimleri yapılacaktı. CHP Meclis Grubu Başka­ nı da parti Genel Başkanı İsmet

İnönü’ydü.

Bayar’a 'sizi grup başkanvekili seç- sek, böylece ismet Paşa’yla aranızdaki soğukluk kalksa...’ önerisinde bulun­

dum. Duygulandı olmaz' dedi. Nede­ nini sordum, içtenlikle verdiği ceva­ bın herşeyi ve gelecek günleri de ay­ dınlatacak derinlikte olduğunu gide­ rek daha iyi anladım.

‘Bekata, onun tarafından bakarsak, Paşa Hazretleri'nin bana karşı tutumu değişmez.

Benim yönümden ise şunu bilmelisin ki, evlat acısı unutulamıyor.’ (1941'de ölen büyük oğlu Refî, yolsuzluk yaptığı iddiasıyla “ Satiye Davası ” nda yargılan­ dı ve sonunda aklandı. Refî Bayar kalp romatizmasından şikayetçiydi ve ailesi ölüm nedeni olarak bu davayı gösteriyor­ du. Bayar da bunu kastediyordu. N.S.)

Bayar, sevdiklerine çok vefalıydı.

Kendisine yakın bildiklerine ise fazla inanırdı. Bunlardan Bayar’ı aldatanlar ve bu yüzden onu yanlış düşünce ve kararlara sevkedenler olmuştur.

Rahmetli Bayar’ı kaşları çatılmış olarak hiç görmedim. Yüzü daima gü­ leçti. Belli etmeden derinliğine dikkat­ liydi. Gülen gözlerinin içiyle düşünür- gibiydi.

Yenilgiye katlanmayan inatçı bir ki­ şiliği vardı. Bu nedenle olacak 27 Ma- yıs’a, Yassıada’ya karşı da direnmiş, herşeye rağmen, kendi kendini kanıt­ layarak ve kişiliğini kabul ettirerek devlet töreniyle bu dünyadan ayrıl­ mıştır.”

YARIN:

VASİYETİ NEYDİ?

Sorular • Sorunlar

KONUK Y A ZA R

“ Turizm 8 7’

T

u riz m , diğer bir deyim le “ B aca­ sız S a n a y i” ayrı bir işkolu olarak son yıllarda kabul edilm iştir. T urizm in alt yapı u nsurlarından olan turizm okulları da son yirm i yılda ku­ rulm uş olm asına rağm en, m aalesef ülkem izdeki geliş­ me potansiyeline paralel ola­ rak gelişem em iştir. Yani alt yapı her sahada henüz iste­ nen seviyede değildir.

Turizm okulu mezunları bü­ yük işletm eler tarafından ka­ pışılmaktadır. Çıraklık eğitimi ise yetersizdir. Bu durum , yat işletmeciliğinden lokantalara, otel işletmeciliğinden eğlence ve benzeri yerlere kadar her- türlü işletm elerde kalifiye iş­ çi sıkıntısını had safhaya ulaş­ tırmıştır.

işçi temini, ücret yönünden de ayrı bir sorun olarak kar­ şımıza çıkmaktadır. Bir yanda 40 bin TL. civarında brüt üc­ rete razı iş arayan yığınlar var­ ken, diğer yanda kalifiye ele­ man arayan işletm eler ve ay­ lık, net 600 bin TL. ücret iste­ yen yetişkin, kalifiye elem an­ lar var.

Bir başka önemli sorun ise, rahat ve kolay iş bulabilm e imkanının kalifiye elem ana getirdiği sebatsızlıktır. Ayrıca, turizm bölgelerinde, özellikle küçük işletm elerde, işçinin, tem izlikten sosyal güvenceye kadar bir çok sorunu çözüm beklem ektedir. Bu ve buna

benzer sebeplerin işçi-işveren ilişkilerini zaafa uğrattığı da bir gerçektir.

Yaz ortasında işsiz kalan işçi ve yine yaz (se­ zon) ortasında işçisiz kalan işletm eler, ister is­ temez turizm hizmetlerini aksatmaktadır. Haber­ siz işten çıkarılan işçinin hakkını arayacak mer­ c ile rin olması (Bundan birçok işçi habersizdir) buna karşılık, işini habersiz bırakan işçiye bir- şey yapam ayan işverenin durum u da yasal bir dengesizlik olarak göze çarpm aktadır.

Ş ehircilik de turizm im izin ayrı bir yarasıdır. Turizm potansiyeli yüksek olan şehirlerim izde, turizm sezonu boyunca nüfus patlam aları ol­ makta, belediye hizm etleri de çeşitli im kansız­ lıklar nedeniyle aksam aktadır. Ö rnek verm ek gerekirse, Kuşadası, B odrum , M arm aris, A la n ­ ya gibi yerleşim ve turistik m erkezlerde, bele­ diyelerin bütçesi ve personeli, o şehrin nüfus sayımına göre düzenlenm ekte, ancak şehir nü­ fusunun 4.5 misli kalabalığa hizmet verilm ek zo­ runda kalınmaktadır. Rakam larla ifade edersek, 30 bin nüfuslu A lanya'da 130 hatta 140 binden fazla insan yığınına hizmet verilmeye çalışılmak­ tadır.

Bir d iğer önem li husus ise, turizm geliri olan işletm elerin, her hizm eti (şehircilik açısından) belediyelerden görm elerine rağm en, belediye­ lere hiçbir maddi katkıda bulunmamalarıdır. Sa­ dece ruhsat atımında küçük bir ödem e yapıl­ maktadır. Yine A lanya’yı örnek verirsek, 40 m il­ yar TL. civarında turizm geliri, 17 m ilyar TL. c i­ varında ziraat geliri olduğu söylenm ektedir.

’ye girerken

Alanya Belediyesi Hal'ine ge­ len ziraat ürünlerinden bele­ diyenin aldığı stopaj, şehirci­ lik hizmetleri oian kaldırımla­ ra, şehir içi yollarına, temizlik, işçilik vs. işlerine harcanmak­ tadır. Oysa bu hizmetlerden köylü hiç yararlanamamakta­ dır.

Yetersizliklerin yanısıra bil­ gisizlik ve beceriksizlikler de turizmimizin ayrı çıkmazları­ dır. Bazı şehirlerde belediye­ ler esnafın görüşünü almadan et ve sebze fiyatlarını serbest bırakmakta, lokanta fiyatları­ na tarifeler getirmektedir. İk­ tisat Müdürlüğü olmayan bir çok belediye kontrol yapama­ makta, özellikle küçük esna­ fın birçoğu da, fiyat dengesi­ ni yemek gramajı noksanlığıy­ la ayarlamaktadır.

Bir başka husus ise, büyük şehirlerde yılda birkaç defa kontroller yapılırken, sanki, Türkiye’nin kaçırılan bütün vergisi, birkaç ay çalışan tu­ rizme dönük işletmelerden kaçırılıyormuş gibi, vergi me­ murları, sezon boyunca es­ nafla beraber dükkan açmak­ ta ve hatta esnafla beraber dükkan kapamaktadır.

Devlet, iyi imkanlarla turizm kredilerini büyük işletmelere vermektedir. Ancak, bu işlet­ melerin birçoğu "reception" (müracaat) memurundan kat işçisine kadar dil bilmeyen elemanlarla turiste hizmet gö­ türmeye çalışmaktadır. Büyük işletmelerle ev pansiyonculuğu desteklenmekte, plaj, lokanta, eğlence ve benzeri yerler devlet kredisi deste­ ği görememektedir.

Oysa turist küçük esnafla daha çok haşır- neşir olmaktadır. Bu nedenle küçük esnaf tu­ riste daha hazırlıklı olmalıdır. Güvenini kaybe­ den turisti tekrar kazanmak çok daha zordur. Zaten bir çoğu önyargılı geldiklerini ama fikir­ lerinin değiştiğini söylemekten çekinmemekte­ dirler. Ancak, yemek saatinde normal kontrol için gelen belediye zabıtasından da polis diye ürkmektedir. Oysa kontroller yemek saatleri dı­ şında yapılabilir. Turisti küstürmemenin yolla­ rını bulmak zorundayız. Son yıllarda, özellikle Arap turizminde gördüğümüz menfi ‘ p a tla m a y ı’

yaşamak istemiyorsak, turistin yolunacak kaz olmadığını küçük büyük otelciden lokantacıya, berberden taksiciye, tuvaletçiye kadar bütün es­ naf anlamalıdır.

Her turistin dikkatini çeken, ülkemize gelme­ sine en büyük sebep teşkil eden tarihi, kültürel ve tabii güzelliklerimiz kumsallara dikilen beton yığınlarının gölgesinde kaybolmamalıdır. Gerek ekonomik yönden, gerek sosyal yönden, toplu- mumuzun vaz geçilmez unsurlarından olan kü­ çük esnafın sesine kulak verilip huzursuzluğu önlenmelidir. Turizmimizin ortak değerlerimize zarar vermeden gelişmesi için turizm işletme­ leri, belediyeler^devlet, aksaklıkları tesbit etmeli ve gerekeni yapmalıdır.

M USTAFA ATMACA

G

AZİANTEP’In İslahiye İl­ çesinde 1950 yılında doğdu. Orta öğrenimini Gazi­ antep’te gördü. Hacettepe Üniversitesi FDE bölümünü bitirdi. Turizm rehberliği tu­ rizm enformasyon memurlu­ ğu, enformasyon müdürlüğü yaptı. Halen uluslararası A grubu bir seyahat acentasının sorumlu müdürlüğünü yürü­ tüyor

T

esis

ve

çalışanlarıyla pek çok

sorunu olan turizm

sanayiini gerçek

yerine oturtmak için

işletmeler, belediyeler

ve devlet işbirliği

yapmalıdır

O k u y u c u d a n G ü n e ş ’e

Bulmaca

• Telefon: 511 40 00 (10 hatı

Kulak verin

D

EMOKRASİ “ Halkın kendi kendisini idaresi” dense de,

herhalde temsilcilerimize sesimizi yeterince duyuramıyoruz ki, mem­ nun olmadığımız birçok konu varken, hiç bir şeyin değişmediğini, önlem alınmadığını görüyoruz.

Atatürk ilke ve inkılâplarını benim­ semiş toplumumuzun düzenini boz­ maya çalışan dış güçler ve hainler varken, bunlar kınanır, mücadele edilirken, Melcis’ten, seçtiklerimiz­ den, bir milletvekilinin Meclis’e kıra- vatsız girmeye çalışması, bu konu­

da direnmesi, üzücü ve endişe veri­ cidir. Bu zat bilmiyormu ki, kendisi­ ne oy veren seçmen, Atatürk çü ol­ duğunu düşünerek oy verdi Ata­ türkçülük kisvesi altında oy alıp, va­ tandaşı aldatmak ayıp değil mi? Bu ne vicdan, bu ne rahatlık?... iyiyi, gü­ zeli, kalkınmış ülkeleri, medeni insan­ ları örnek alın. Geri gitmişleri, geri zihniyetlileri değil.

Bir mücadele yapacaksanız; her­ kese okuma imkânı, iş imkânı sağ­ lamak, ferah yaşamayı sağlayacak aylık, iyi bakım, ilgi ve temizlik olan hastaneler, sıkı trafik kontrolü olan, trafik kurallarına riayet disiplini oian vatandaşlar, temizlik için, yere tükü- rülmemesi*mendil kullanılması, ye­ re çöp atılmaması, toplu taşımacılık­ ta yaşlı ve bayanlara yer verilmesi, sıraya girilmesi, memur ve işçiye ma­ aşları oranında kredilerle konut ve araba imkânının sağlanması konula­ rında. Halkın refah, ferah ve mede­ ni yaşaması için çalışarak, bu konu­ larda önlemler alarak dirensenize..

•Hepimiz hamdolsun Müslümanız. İbadetimiz Allah'la bizim aramızda. Biz ibadetimizi gizli yaparız. Reklam için bir gaye uğruna kullanmayız. Din, İbadet, Müslümanlık, kravat takmamakla, umacı gibi kapanmak­ la olmaz. Kulun kuldan dm için he­ sap sormaya hakkı yoktur. Her ko­ yun kendi bacağından asılır. Güna­ hının sevabının hesabını herkes za­ manı gelince Allah’a verecektir. Kim­ senin ibadeti kimseyi ilgilendirmez. Ancak, dinimizi alet ederek kuralla­ ra uymamak, laiklik ve medeniyet anlayışına uymaz. Hiç kimsenin. Müslümanlığın kutsallığını ve temiz­ liğini, du gibi uygunsuz davranışlar­ la bozmayS hakkı yoktur

M.O. - İstanbul

SOLDAN SAĞA: 1- Tarlaya atılan tohumu örtmek için gezdiri­ len, ağaçtan geniş araç, sürgü - Altınkökü. 2- Şair - Anahtar. 3- Haftanın yedi gününden biri. 4- Geviş getirenlerden, Belçika Kon­ go’sunda yaşayan, bir memeli hayvan - Yarı. 5- Hindistan'da mihraceden küçük hükümdar - Bir çeşit susamsız, kalınca, yağlı simit. 6- Yayla atılan, kısa tahta çubuk - Hıristiyan din adamı. 7- Daha çok hekimlik ve fotoğrafçılıkta kullanılan, hayvanların kemik ve kıkırdak gibi dokularından ya da bitkisel yosunlardan elde edilen saydam, renksiz, kokusuz bir madde - Postu kaplan postu gibi çizgili bir tür Afrika zebiri. 8- Olağanüstü büyüklüğü olan - Bellek, hafıza. 9- Yüz metrekare tutarındaki yüzey ölçüsü biri­ mi - Evlenmemiş kimse. 10- Dini inançları olmayan kimse - Un, et ve bamya ile yapılan bir tür yemek. 11- Patlıcangillerden, yap­ rakları ve sürgünleri acı bir bitki ve bitkinin toprak altında olu­ şan, nişastaca zengin, yenebilen yumruları - Bir renk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1- Geometrik cisimlerin nitel özellik­ lerini ve bağıl konumlarını, biçim ve büyüklüklerinden ayrı ola­ rak alıp inceleyen geometri dalı - Bir haber ajansının kısa yazılışı. 2- Bir içdeniz - Ayakkabı çekeceği. 3- Haftanın yedi gününden biri - ¡falyanın para birimi. 4- Sermaye, kapital. 5- Gerileme, ge­ ri çekilme - Küçük gemi. 6- Bir tür binek hayvanı - Alıcı, almaç. 7- Bir ilimiz - Piyasada etki ya da tepki. 8- Top oyunlarında oyun­ culardan birinin topu.başkasına geçirmesi - Eski bir siyasi par­ timizin kısaltması - Özgü, mahsus. 9- Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acısı olmama durumu .; Yaşam, hayat. 10- Olabilir­ lik, olanak - Müzikte bir nota. 11- Önem ya da değer bakımın­ dan gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri - Sıcak, heyecan gibi nedenlerle deriden sızan sıvı.

I

2

3

4

5

6

7

8

9

İ O

l l

DÜNKÜ BULMACANIN CÜZÜMÜ:

SOLDAN SAĞA: 1- M ü fte h ir, Ma. 2- Ulu, Su, Ulaç. 3- Hel­ me, İhata. 4- Aş, İm ik, Lir. 5- K senon. 6- Alev, A nofel. 7- Palaska. 8- Beka, Hami. 9- Rab, Fay, Kin. 10- Edebi­ yat, 11- Yakarış, Sav.

YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1- M uhatap, Rey. 2- Üleş, Laba- da. 3- Ful, Kelebek. 4- Misvak, Ba. 5- Eseme, Safir. 6- Hu, İnak, Ayı. 7- İkona, Yaş. 8- Ruh, No. 9- Lal, Frak. 10- Ma­ tin e , Miza. 11- Açar, Lain.

--- ---

1

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Paris'te Sorboııne Üniversitesi’ n- de eğitim doktorası da yapmış olan Eyüboğlu, 1906 yılında A kçaabat’ la doğm uştu.. İlkokulu İstanbul'da, or­ taokul ve

[r]

Preeklamptik gebelerde kontrollere göre serum prolidaz aktiviteleri anlamlı olarak düşük ve plasenta prolidaz aktiviteleri ise anlamlı olarak yüksek

Olgumuzda da essitolopram tedavisinden sonra gerek kaygı belirtileri gerekse kusma ataklarından belirgin bir gerileme gözlemlenmiştir.. Çocuk hastalıkları kliniklerine

Tablo 59: Hint Okyanusu Adalannin Siyasi Yapilari... Tablo 61: Egitirn Gostcrgclcri... Tablo 63: Atlantik ve Hint Okyanusu Ada Ulkclcrinin Mcrkezlere Uzakligi... Tablo

The aim of this study was to investigate the properties of right and left atrial (RA and LA) substrate in AF patients and their impact on the catheter ablation.. METHODS:

故事館,是「2010

Ben solcu değilim ve senin çevren bu­ na dünyada razı olmaz ve izin vermez!” Sait Faik kimin oğlu Geçmiş gün, Sait Faik'e pasaport gerekmiş ama emniyete başvurunca,