zaman tüneli
*rafc
► ER G U N H IÇ Y ILM A Z
Siyaset radyonun önemini yakalamıştı. Öylesine önemliydi ki, kamuoyu televizyonsuz ve tek radyo döneminde artık radyosuz darbe yapılmayacağını bile düşünüyordu. O zamanlar darbeler stüdyodan
içeri girmekle başlar, ardından Haşan Mutlucan'ın ■ bandı makaraya takılarak darbeler "müzikal"
hale getirildi. Radyosuz da, Haşan Mutlu- can'sız Oa darbe düşünmek mümkün de
ğildi... Şimdilerde hem Haşan Bey'in bant ları ile 45'liklerini bulmak mümkün değil...
Ayrıca yüzlerce radyo ve televizyonun hepsini ele geçirip, darbe anonsu yaptır mak pek kolay iş olmasa gerek...
e lal İn c e ’yi, N e cd et Koyu- türk’ü, Fehmi Ege’yi, Selaat- tin Tanyerli’yi dinlediğimde, ilk m ısralarım ı düşm üştüm , “Aşkın Gözyaşları”na... D in ley ip ve s e y re ttiğ im d e “A şkın gözyaşlarını, bir 16 yaş şiirimi şöyle biti recektim.
“Sana gözyaşlarımla
bir deniz yaptım... Hadi gel...”
E lb ette “sulu” gözlü değildik... Tek parti despotluğu ile harb yıllarının yoksul bıraktığı “yer so fra ları”nda bu m illetin anası ağlamıştı...
Ekmeği gözyaşına banıp, çileyi katık yapan bizim nesil için mikrofon veya plak ları yükselen ses daima bir dost olmuştur.
“Aşkın G özyaşları” Hafız B urhan’ın nadir tangolarından biridir ve kimbilir kaç çift bir küçük odada bununla “bir ileri, iki
geliri” yapmıştır ? „—
Kimler, bir şarkının notasına tutulup, sevda ve hasretle sararıp solmuş ve bir kur tarıcı gibi radyosu ile dost olmuştur?
Fikrin sahibi “ileri” Gazetesi sahibi Se dat Nuri Bey’di. Bu düşüncesini kurmay
binbaşılıktan ayrılmış Hayrettin Bey’e aç mıştı. Hayrettin Bey teknik konulara vakıf gerçek bir radyo amatörüydü. Bu düşünce daha sonra geliştirilecek ve o sırada İş Bankası Umum Müdürü olan Celal Bey’e a k s e ttir ile c e k ti. C elal Bey d ed iğ im iz Ege’de efelerle ilk dağ eylemlerini ateşle yen eski ittihatçı Celal Bayar’dır.
Celal Bey ile konuşmak, onun radyoya çok aşina olmasından ileri gelmiyordu. En büyük bankayı yöneten ve devlet ekonomi sinde “fikri” ağırlığı olan bir devlet ada mıydı. Amatör radyocuların hem “Canlı” hem “Naklen” yayını Celal Bey’le böyle gerçekleştirilmişti. Konu Bayar tarafından Mustafa Kemal’e aksettirilmiş ve 1926 yı lında teklif sahipleri çantalarındaki “Hay rettin Bey” imalatı alıcı cihazla, Çankaya Köşkü’nün yolunu tutacaklardı.
Cihazdan bir Avrupa radyosunun sesi yükseliyordu. Benzeri seslerin Ankara’dan
yurda yayılmasını Mustafa Kemal’in de is teyeceği kuşkusuzdu.
8 Eylül 1926 tarihli kuruluş müsadesi ile “Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi” böylece kurulmuş oldu. Şirketle hükümet arasında 10 yıllık mukavele ile kurum biri Ankara, diğeri İstanbul’da olmak üzere iki istasyonun imtiyazını alıyordu. Telsiz istas yonları Fransızlara kurdurulacak, ve belir lenen ücret karşılığı PTT adına kullanıla caktı. Şirket ilk stüdyosunu Yeni Postaha- ne’nin üst katında faaliyete geçirdiğinde ta rih 27 Nisan 1927 olmuştu...
Şimdi seslerden önce, b u n lara “ses veren”lerin hatırlanmasında yarar vardır. Sedat Nuri Bey ilk idare m üdürü olup, vaziyeti idare değil, istasyonu idare et miştir. İlk ses spiker Sadullah Evrenos Beydir. Diğerleri Eşref Şefik ile
Muhit-eri
tin Sadak Bey’lerdi.
Mesut Cemil Bey’in spikerliği ise radyo geçmişinde önemli yer tutar. Mesut Cemil tam 11 yıl tek başına İstanbul’un gecelerini görmekten kendini mahrum eden, bizde radyoya müebbed ilk tutukludur.
G eçm işin in san ların ı m ükem m el ve komple buluşum “nostaljik” bir hastalıktan kaynaklanıyor. Eşref Şefik Bey, Galatasa raylI olup, müthiş bir boks uzmanıdır. An trenörlüğe kadar uzanan ring uzmanlığı ile sporun ilk öncülerinden sayılır. Onun gü reş ve maç anlatımlarındaki ara verişlerini hatırlayanlar çıkacaktır. Eşref Bey “Eşref saati” geldiğinde, o zamanlar “reklam ara sı” olmadığından alkol arası verirdi.
“Şimdi efendim verilmiş aradan istifade cihetiyle sütümü içeyim”
Eşref Bey soğuk havalarda, pardesüsü- nün cebinden çıkardığı içkisi de havayı ısı tırdı. Peki’ya Mesut Cemil Bey’in sesi? Saz heyetlerinde tamburi, orkestralarda viya lonselist, radyoda spiker, program şefi, stüdyo memuru, idareci, notacı, kütüpha nesi ve plakçıdır. Anlayacağınız 10 parma ğında dört çarpı 10 marifet olan, radyoyu mesken edinen müthiş ve mükemmel bir muhterem...
Musa Süreyya Bey radyonun musiki neşriyatını tertip ve tanziminden sorumlu olup işinde son derece titizdir.
Mesut Cemil, Ruşen Kam, Vecihe Dar- yal, Zeki Çağlarman ve Kemal Niyazi Bey ler Türk Musikisi bölümündedir. Batı mü ziği de vardır ve ilk orkestra viyolonist Po- poff idaresinde kurulmuştur. Orkestra ilk zamanlar oldukça gariban olup, neredeyse göçmen bürosunu andırır. Bahriye ve Mızı- ka-i Hüm ayun m üzisyenleri ile göçmen Rus’ların salon orkestrası imkansızlıklar içindedir ama mikrofondan yükselen, yok luğun değil, müzik zenginliği’nin sesi olur. Ardından Necip Aşkın Bey idaresinde da ha geniş çaplı orkestra kurulacaktır.
Vecihe Daryal Hanım efendiyi ilk ba yan icracı olarak biliyoruz. Hikmet Rıza, Vedia Rıza ve Belkıs Hanım’lar kadın oku yucular olarak radyoya gönül verenlerin ilklerini oluşturur.
“Huzurunuzda olmanın bahtiyarlığını, ifadeden aciz bulunmaktayım. Bu doğuştan “terbiyeli” sesin sahibi Eyser Hanım’a ait olup, kendileri 1935’den itibaren İstanbul Radyosu’nda icra-i faaliyette bulunmuştur.
Radyoda okuyan isimler içinde “Ha fızların sayısı, hafız olmayanlardan fazla dır. Ama, Hafız Yaşar, Hafız Ahmet, Hafız Aşir ve Hafız Zeki Beyler’in hangisi “Ha- fız”amızda titizlikle saklıdır ki?
Bütün bunlar olurken Türkiye’de topu topu 7 radyo cihazı vardı ve Hayrettin Bey sayıyı çoğaltmak üzere Sirkeci’deki Büyük P o s ta h a n e ’nin üst k a tın d a radyoculuk kursları açmıtı. Yanlış anlaşılmasın, kurs radyo uzmanı ve sanatçı yetiştirilmesi için
İlk radyo müdürü Hayrettin Bey (üstte) ve 30 yıl boyunca İstanbul Radyosu’nda çalışan Mesut Cemil Bey 11 yıl boyunca tek başına spikerlik yaptı.
açılmamıştı. Kursiyerler üç haftalık ders ten sonra kendi ahizelerini yapacak ve böylece yayınları takip etm ek imkanını bulacaklardı.
Yani “kendi radyonu kendin yap” hika yesi... Öyle radyonun düğmesini çevirip avantadan dinlemek yok. Önce imal ede cek, sonra dinleyeceksin...
Nereden nereye gelmişiz... Radyo din lemenin iş olduğu dönemlerde dinleyiciler, bir de üste para veriyor ve yılda 10 lira ödüyorlardı.
Bir avuç dinleyici ile radyonun sesi ta bii ki gür çıkmayacaktır. Ses kısıklığı para sızlıktan doğuyor, İş Bankası İdare Mecli- si’de “Bu paralar nereye gidiyor?” diye gü rültü yapıyordu. “Ses düzeni” bozulmuştu.
Atılım oldu diye...
Sonra bir “ses”sizlik oldu... Banka yatı rımı kesince radyo susmuştu. 1.5 ay süren bu dinlenme, radyocuların akılcı teklifi ile bitecekti. Ruşen Kam, M esut Cemil, Vecihe Daryal ve Zeki Çağlarman günde 10 lira ve rildiği takdirde müzik yayınlarını sürdürebilecekleri Hayrettin Bey’e bildirmiş o da bu düşünceyi ban kaya iletmişti. Teklif cazip ve uy gundu.Bu parayı sanatçıların aldığı sanılmasın. Önlar bu atılım devam etsin diye gece gündüz bedava ça lışıp, bu parayı diğer elemanlara veriyorlardı.
Sonrası m alum ... R adyonun gelişmesini isteyen, yabancı radyo üreticileri birikmiş borçlan “seve seve” ödeyecekler ve böylece ses “yüksek dalga”dan yayılmaya baş layacaktı.
M ızıka-i H üm ayun’dan Veli Bey müdürlüğünde Ankara’da bir stüdyo kurulm uştu. C ebeci’deki bu faaliyet daha sonra Ankara Pa-Türk halkı radyoyla 1926 yılında tanıştı ve çok kısa sürede benimsedi. Televizyonun yaygınlaşmasına kadar radyo yaşamımızda en önemli yeri tuttu.
ğin sesi değildi. Dinleyici neyin olup bittiği ne vakıf olmuştu. Çoİc yıllar sonra “Devlet sesi” ile mesela Şerif Arzık’ın “Radyo Ga zetesi” ile getirilen yorum tartışmalara yol açacaktı.
Deniyordu ki, “Radyo dün İnönü’nün, şimdi ise Menderes’in ağzıdır.”
Siyaset radyonun önemini yakalamıştı. Öylesine önemliydi ki, kamuoyu televiz- yönsüz ve tek radyo döneminde artık rad- yosuz darbe yapılmayacağım bile düşünü yordu. O zamanlar darbeler stüdyodan içe ri girmekle başlar, ardından Haşan Mutlu- can’ın bandı makaraya takılarak darbeler “müzikal” hale getirildi.
Radyosuz da, Haşan M utlucan’sız da darbe düşünmek mümkün değildi...
Şimdilerde hem Haşan Bey’in bantları ile 45’liklerini bulmak mümkün değil... Ay rıca yüzlerce radyo ve televizyonun hepsini ele geçirip, darbe anonsu yaptırmak pek
kolay iş olmasa gerek...
R ad y o n u n “g ünün m an a ve önemi” bakımından taşıdığı öneme bu vesile ile temas ettikten sonra kısa bir reklam arası veriyorum.
O “yüksek” sesler...
Üç yıl olmuş radyoculuğum... Önce “Gecenin içinden” programı ile başlayan radyo serüvenim şimdi TR T’de “Günle G elen” ile sürü yor. (Ç arşam ba s a b a h la rı 9.00-l
9.30)T oplum la ö zdeşlenen radyo, geçmişin olduğu kadar geleceğin sesi olmaya devam ediyor...
Bendeniz “Hamiyet”li dönem ler yaşamış biri olarak günümüz özel radyolarının “Selçuk”lu devri- ■ ni yaşamasından yanayım...
Münir Nurettin Selçuk, Hami yet Yüceses, Safiye Ayla ve Müzey yen Senar ile kulağımıza küpe ol ması gereken “yüksek ses”i artık pek duyamıyoruz.
Radyonun sesi mi kısık yoksa, kulaklarımız mı işitmiyor...
Onarılması gereken biziz, rad yonuz sağlam efendim...
%
las’ın bodrumuna inecek, 1933’de ise daha sıhhatli programlar için Sıhhiye’ye taşına caktı. Görünüş “sıhhi”idi. İstanbul’daki radyo ise Adliye yangınından sonra “Teb- dil-i mekanda yarar vardır” diye düşünüle rek Beyoğlu’na taşınmıştı. (Önce Ambas sador Lokantası, sonra Amerikan Haberler Merkezi’
Bu çabalardan sonra Türkiye’deki abo nelerin sayısı tam am ı tam am ına 9.043’ü bulmuştu. (1936)
Memleket ahvali
Ülkenin imtiyazlı ve tabii ki mümtaz 10 bin vatandaşı radyo dinlemekle hem mem leketin ahvalini öğreniyor, hem de sanatın derinliklerine iniyorlardı.
Radyo ağı yurdu sardıkça ülkenin dün ya ile bağlantısı daha bir ortaya çıkmıştı. Böylece sadece içerdeki değil, dışardaki ses de duyulur olmuştu. Ses sadece müzi
İve
— Hayır azizim, 1936 Modeli yeni bir TELJSFUNK.EN aldım!.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a T o ro s Arşivi