TÜRK MİMARÎ TARİHÎ
ARAŞTIRMACILIĞI VE EKREM
HAKKI AYVERDi
Y.Mim. Dr. İ.Aydın Y Ü K S E L
fenüz çok yeni olan T ü r k s a n a t ı l a r a ş t ı r m a l a r ı içinde, a y r ı bir yeri ve daha çok T ü r k Mimflrt t a r i h i n i n tet k i k i ile şöhret b u l m u ş olan Dr.Y.Müh. Mim. Ekrem H a k k ı Ay verdi 1899'da doğmuş ve 24 Nisan 1984'de iç ve dış â l e m i m i z d e yeri d o l d u r u l a m ı y a n bir boşluk b ı r a k a r a k H a k k ' ı n rahmetine k a v u ş m u ş t u r .
Dolu ve renkli bir h a y a t ı olan ve bunu d â i m a memleket hizmetine ver mek için ç ı r p ı n a n H o c a m ı z ı n 1920 se nesinde M ü h e n d i s l i k Mektebi'nden me zun olduktan sonra çok kısa bir m ü d det Belediye Fen İşlerinde çalıştığını biliyoruz. Daha sonra da serbest meslek h a y a t ı n a atılmıştır. H a y a t ı n ı n b i r i n c i devresinde, yani elli yaşına kadar he men tamamen i n ş a a t ç ı l ı k l a meşgul ol muş, a ş a ğ ı y u k a r ı otuz sene çeşitli b i n a l a r ı n y a p ı m ı n d a ve eski v a k ı f ve sa nat eserlerimizin ihyâsı ile uğraşmıştır. Bu zaman z a r f ı n d a inşaatın ve y a p ı n ı n her çeşidi ile içli dışlı y a ş ı y a r a k birçok devrin yapı h u s û s i y e t l e r i n e v u k u f ile bir nevi ihtisas sahibi o l m u ş t u r . Ekrem H a k k ı Bey H o c a m ı n bû devresi denebi l i r k i , binalarla ünsiyet kurmak o l d u ğ u kadar, çok yüksek m i m â r î eserler mey dana getiren bu m i l l e t i n k ü l t ü r ü ve iç alemiyle de y a k ı n a l â k a kurma devresi dir. Bu y a k ı n a l â k a n ı n temelinde mille tine ve memleketine d u y m u ş olduğu aşk derecesinde sevgi ve bu m i l l e t i n miUt bir m i m a r l ı k d e h â s ı n a s â h i p oldu ğu i n a n c ı v a r d ı . Buna derinden iman etmişti. Bu iman ve a ş k l a d ı r k i taş ve topraktan hareketle, y a p ı n ı n asıl ruhu na, esas m â n â s ı n a n ü f u z etmişti. Bu o-tuz senelik kesif m e ş g u l i y e t i n i ç i n d e .
a y r ı c a çeşitli sanat eserlerini, bilhassa güzel yazı s a n a t ı n ı n en n â d l d e örnekle r i n i , K u r ' â n - ı K c r i m ' l c r i . murakka ve cildler. çeşitli k u m a ş ve çini parçala r ı n ı , yazı s a n a t ı n a âit malzemelerin en g ü z e l l e r i n i toplamış, muhafaza etmiş vc
çeşitli koleksiyonlar meydana getirmiş tir.
H a l b u k i bu otuz senelik inşaatçılık devresinde yoldan hastahaneye hatta si nemaya kadar yaptığı binalar onun mâ-işet kaygusu ile sarfettiği emeğin mah s u l ü d ü r . Asıl m ü h i m olanları onun m i l lete yeniden k a z a n d ı r d ı ğ ı m i m â r î eser-lerimizdir. Biz burada, onun bu faali yetlerinden b a z ı l a r ı n ı zikretmek isti yoruz. İlk tamir ve t â d i l â t l a r ı n d a n b i r i , Zeyneb H a n ı m K o n a ğ ı ' n ı n Fcn-Edebi-yat F a k ü l t e s i h â l i n e getirilmesidir. Daha Sonra M e d r e s e t ü ' l - K u z a t ' ı n Dâ-r ü ' l - F ü n u n K ü t ü b h â n e s i , HaDâ-rbiye Nczâ-r e t i ' n i n 1933'de D â Nczâ-r ü ' l - F ü n u n binası, yine 1950'de Ü n i v e r s i t e merkez binası olarak tâdili kendisine aittir. Bu sonun cu tamirde ü n i v e r s i t e merkez binasının yaldızlı t a v a n l a r ı n ı n bozulmadan beto narme döşemelere asılmak suretiyle na sıl ustaca yapılmış o l d u ğ u n u birçok de falar kendisinden dinlemiştim.
E . H a k k ı Bey'in en uzun ve geniş r e s t o r a s y o n l a r ı n d a n b i r i , belki de bi rincisi T o p k a p ı Sarayı'na ait olanıdır. O s ı r a l a r d a çok harap vc metruk bir vaziyette olan bu cihan devletinin sara y ı n ı n muhakkak k u r t a r ı l m a s ı gereki yordu. 1935-1945 tarihleri a r a s ı n d a sa r a y ı n hemen her yerine himmet elinin u z a n d ı ğ ı görülür. Ufak tefek
tamirleri-484 Y . Mim. Dr. İ. A Y D I N YÜKSEL nin dışında, Orta Kapı, Akağalar Kapı
sı, K u b b e a l t ı , İç Hazine, Fâtih Köşkü
ve R e v a k l a r ı , Ağalar Câmii, Beşir Ağa
Câmii, Mutfaklar, Has Ahır, Zülüflü
Baltacılar ve Harem Ağaları Koğuşları, H ü r r e m Vâlide Dâiresi, Vâlide Taşlığı, Silah Müzesi, Şehzâdeler Dâiresi ve H ı r k a - i Saadet Dâiresi'nin tamirinde Ekrem H a k k ı Bey'in gayret kuşağını kuşandığını görürüz. Birçoklarından para kazanma şöyle dursun cebinden eklemek mecburiyetinde kalmaktaydı. Bu arada İstanbul içinde bulunan mi-mârt âbidelerinden bazılarının da ta m i r i n i sayabiliriz: 1935 de Bâli Paşa Camii, 1936-37 Sultan Selim Camii,
1936 da Mesih Paşa Camii. 1937 de Lâ leli Camii, 1943 de de Ayasofya'da kıs-mt tamirler, 1943-1950 tarihleri arasın da da Gazanfer Ağa, Kuyucu Murad Paşa ve Hasan Paşa Medreseleri, Bey koz'da İshak Ağa Çeşmesi ve diğerleri...
E.Hakkı Bey'in restorasyon saha sına, İstanbul'un dışında Trakya'daki âbideler de girmiştir. Bu faaliyete eski bir pâyitaht olan Edirne de dâhildi.
1929-1946 yılları arasında Selimiye Ca mii, üç Şerefeli, Eski Camii, Yıldırım, Murâdiye, Süleymâniye Câmilcri ve E-dirne Çelebi Mehmed Medresesi, Hav-sa'da Sokullu, Çorlu'da Süleyman Paşa Câmileri'nin onun tarafından tâmirini görmekteyiz. Burada sayması pek kolay olan bu restorasyonların ne büyük zah metler ve gayretlerle başarıldığını bu işlerle uğraşanlar i y i bilirler.
Burada bir an durarak E.H. Ayver-d i ' n i n "AbiAyver-delerin Bir ElAyver-den İAyver-daresi" (1). isimli makalesinden âbidelerimiz hak k ı n d a k i düşüncelerine bakalım:" ..Mi delerin târihî şuur ve sanat anlayışıyla mücehhez ve bu iş için kurulmuş bir mü essese elinde olması kurtuluşlarının ye gâne çıkar yolu olduğu anlaşılmıştır... Bi zim teklifimiz Fransızların Service des Monuments Historiques dedikleri gibi bir teşekküldür..." Ekrem Hakkı Bey, ka n u n l a r ı n müsaadesi nisbetinde muhtar olan bir teşkilatın binalar kadar aynı zamanda tabii güzellikler, mahalleler ve kasabalarla da a l â k a d a r olması lâzım geldiğini ve bu teşkilatın târihçi, mi mar, edebiyatçı ve mütehassıslardan m ü r e k k e p olmasını ve bütün âbide ve
güzelliklerin önce çok sağlam bir tes cilinin lâzım geldiğini d ü ş ü n ü y o r d u . Bu tescilin birinci safhası k a y ı t , plan, resim fotoğraf ile âbidelerin tesbitidir.
Bu tescil yolu ile büyük â b i d e l e r i n ya
nında en basitleri de k u r t u l m u ş olacak tır. Bunlara kitâbeler ve kabir t a ş l a r ı da dâhildir. Zira bunları o k u y a n l a r ı n âbidelerden evvel yok olduğu â ş i k â r d i r . E.Hakkı Bey ikinci olarak da t â m i r a t l a rın binanın "aslına şaşmaz bir sadakat" ile yapılmasını d ü ş ü n m e k t e d i r .
1950 tarihlerinden sonra yazı ha yatına atılarak geçirmiş o l d u ğ u otuz senelik tecrübe ve b i l g i l e r i n i n mahsu lünü vermeye başlamıştır. Çeşitli gazete ve mecmualarda, ilmi dergilerde çok sevdiği İstanbul'un çeşitli meseleleri, Boğaz Köprüsü (2), şehrin m i m â r î s i vc âbideleri hakkında monografiler, f i k i r yazıları, İslâm ve İstanbul A n s i k l o pedilerine maddeler yazdığını g ö r m e k teyiz. Bu makalelerin adedi t a k r î b c n 75'e ulaşmaktadır (3). İçlerinde hemen bir kitap hacminde olan pek m ü h i m l e r i de vardır. Bunlardan b i r i , V a k ı f l a r Dergisi I I I . sayısında y a y ı n l a n a n "Yu goslavya'da Türk Abideleri ve Vakıfları" ismindeki tetkikidir. 1957 de h a z ı r l a nan ve 100 fotoğraf ve 30 planla tak dim edilen bu çalışma, s a h a s ı n d a he men hemen topluca yapılan i l k büyük araştırmadır. Yine H.Bâki K u n t c r ' i n bir takdim yazısı ile 1958 de V a k ı f l a r Der gisinin IV. sayısında neşredilen "Fâtih Devri Sonlarında İstanbul Mahalleleri ve Şehrin İskânı ve Nüfusu" isimli ç a l ı ş m a , şehircilik ve kültür tarihi a ç ı s ı n d a n
(1) E.H.Ayverdi, "Abidelerin B i r E l d e n İdaresi", Kubbealtı Akademi Mec.Yıl.6 S a y ı . l . , Ocak 1977, B u makale aslında 14 Nisan 1956 tarihinde "Abideleri-miıin Tarihimiıdeki Rolü" n a m ı y l e târih konferan sında verilen tebliğin hülâsasıdır.
(2) E.H.Ayverdi Hocam k ö p r ü n ü n , B o ğ a z ı n g ü -eelliğini boear endiçesi ile aleyhinde idi. H a t t a bu mevzuda bir seri yazı da yazmıştır. F a k a t k ö p r ü y a pılıp bittikten sonra fikrinde eskisi kadar İsrar et memiş, tahmininde yanıldığını söyliyerek h a t a d a n dönme faziletini göstermişir.
(3) E.H.Ayverdi Bey'in fikrî makaleleri ve g ö rüşleri 31 sene reisliğini yaptığı İstanbul F e t i h C e miyeti tarafından bir kitab hâlinde h a z ı r l a n m a k t a d ı r . E n kısa zamanda bitirileceğini ümid etmekteyiz.
TÜRK MİMARİ T A R İ H İ A R A S T I R M A C T I . I Ğ I V E F K R F M H A K K I A Y V E R D İ 485
çok kıymetli bilgileri ihtivâ etmektedir. E.Hakkı Bey'in Vakıflar Dergilerinde
yayınlanan diğer makaleleri ise şunlar dır. "Dimetoka'da Çelebi Sultan Mehmed
Ctmii" Ill.sayı, "Mudurnu'da Yıldırım B&yezid Manzûmesi ve Vakfiyesi" V. Sa
yı, "Bursa Orhan Cami ve Osmanlı Mima
risi" ve "Fâtih Ctımii Hakkında Yeni Bir Vesika" V I I . sayı.
Ekrem H a k k ı A y v e r d i ' n i n risâle ve kitap olarak 1950'de neşrettiği i l k eseri,
"XVIII. Asırda Ltıle" a d ı n ı t a ş ı m a k t a dır. Daha sonra İ s t a n b u l ' u n Fethinin 500. yıldönümü için h a z ı r l a n a n "Fâtih Devri Mimârfsi" adlı eseri gelir. Bu mühim tetkik, daha sonraları dört cild halinde neşredilecek olan b ü y ü k eseri ne esas olmuştur. 1958'de de pek kıy metli bir çalışma olan "19. Asırda İs tanbul Haritası" y a y ı n l a n m ı ş t ı r . "Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı" ise
1953'de müellifin daha çok kendi koleksiyonlarından faydalanarak h a z ı r ladığı bir çalışmadır.
Vakıflar mevzuunda neşredilen ve pek mühim bir kaynak eser olan "İstan bul Vakıfları Tahrir Defteri" Ö.Lütfi Barkan'la b i r l i k t e uzun seneler içinde hazırlanarak i l i m âlemine s u n u l m u ş t u r . Kıymetini daima koruyacak olan bu e-ser, bu sahada ç a l ı ş a c a k l a r ı n hemen i l k b a ş v u r d u k l a r ı çok ciddt ve m ü h i m bir kültür mirasıdır.
Ekrem H a k k ı Bey'in asıl şöhreti, başlangıçtan F â t i h Devri sonuna b ü t ü n mimûrt eserleri ele alan b ü y ü k çalış masıdır. S a h a s ı n d a yerine kolay kolay yenisi konamayacak ana kitaplardan sayılan bu b ü y ü k külliyat, sanat t a r i h i ile u ğ r a ş a n l a r ı n her zaman b a ş v u r a c a k ları bir tetkikdir. Bu s a t ı r l a r ı n yazan da 196rierden itibaren bu çalışmalara önce, E . H a k k ı Bey t a r a f ı n d a n verilen k r o k i l e r i çizmekle başlamıştır. Daha sonra 1964'de Edirne Y ı l d ı r ı m Câmii'n-de kendisinin idaresi a l t ı n d a i l k tat b i k a t ı m ı yapmıştım. 1966'da neşredilen "İstanbul Mimârî Çağının Menşei, Osman lı Mimârfsinin İlk Devri", Ertuğrul Ga-zt'den yâni 1230'dan J402'ye Çelebi devrine kadar olan bir devreyi içine a l m a k t a y d ı . Zannederim önceleri bir seri olarak d ü ş ü n ü l m ü y o r d u . Zira, iş çok heybetli ve o nisbette de zahmet
liydi. Bu sebeple, bu b i r i n c i c i l d i n
ü s t ü n e "/. Cild" ibâresi k o n u l m a m ı ş t ı . I.CiIdi, "Çelebi ve II.Sultan Murad Devri Mimûrfsi" takip etti. Daha sonra da 1953'de bir cild halinde ç ı k a r ı l a n "Fa t i h D e v r i Mimârtsi" bu sefer i k i cild olarak çok daha geniş ve hacimli bir şekilde i l i m âlemine sunuldu. 1974'de tamamlanan bu dört c i l d l i k dev eser, y u k a r ı d a da belirttiğim gibi uzun za man ö n e m i n i koruyacağa benzemekte dir. Binlerce sahifelik ve binlerce resimlik bu b ü y ü k külliyat sarsılmaz bir azmin ve çok kesif bir çalışmanın m a h s u l ü d ü r .
Böylece 250 senelik O s m a n l ı - T ü r k m i m â r t eserleri m ü m k ü n olduğu ölçüde bir k ü t ü ğ e geçirilmiş oluyordu. Rölöve-lerin hemen hepsi o zaman henüz bir m i m â r l ı k talebesi olan Yusuf Ö m ü r l ü Bey ve bu s a t ı r l a r ı n yazan t a r a f ı n d a n h a z ı r l a n m ı ş t ı r . 1976'da ise bu dört cil d i n hülâsası olarak "İlk 250 Senenin Os manlı Mimârfsi" neşredilmiştir. Diğerle rine göre daha az ilmî olan bu küçük eserin bilhassa sanat t a r i h i talebeleri a r a s ı n d a bir hayli yaygın o l d u ğ u n u söylemeliyim. Bu eserde kendi isminin a l t ı n d a benim de a d ı m ı n b u l u n m a s ı n ı ı s r a r l a istemiştir.
F â t i h Devri mimârîsinin d e v a m ı n ı n y a z ı l m a s ı n ı n muhakkak olmasına rağ men Ekrem H a k k ı Bey buna yanaşmı yordu. Halbuki külliyatın devamı ba k ı m ı n d a n , II.Bâyezid devrinin t e t k i k i ve K a n û n t devrinin klasik üslûbuna ge çişin tesbiti gerekliydi. Çok uzun vâdeli ve iddiasız bir arzu ile kendisine bu işe başlamayı istediğimi belirttiğim zaman beni hararetle teşvik ettiği gibi. Fetih Cemiyeti'nin maddt i m k â n l a r ı y l a da desteklemeye çalıştı. Böylece de vefâ-t ı n d a n alvefâ-tı ay önce kivefâ-tabın neşredil-diğini görmek suretiyle kendi açtığı bir yolun devam ettiğini de görmüş oldu. Bunun için ve burada sayamadığım bir çok y a r d ı m l a r ı için kendisine medyûn-ı şükrânım. Kendisi her ne kadar F â t i h Devrinin devamı olan II.Bâyezid'i yazmaya teşebbüs etmedi ise de, belki bundan daha zahmetli bir çalışmanın içine girmekten de çekinmedi. Bu sıra da K ü l t ü r Bakanlığı'nın teşebbüsü ile T ü r k i y e sınırları dışında kalan T ü r k
486
mimârt âbidelerinin tesbiti ve tescili meselesi ortaya çıkmıştı (4). Fakat bu
bahse girmeden önce, kendisinden de vamlı bir ısrarla rica ettiğim bir başka mes'eleden bahsetmeliyim. Bu, Türk mi
mârt felsefesinin yazılması f i k r i y d i . Bu
d ü ş ü n c e y i kabul etmiş ve "Sen çizersen, ben de yazarım" demişti. Fakat yukarı da zikredilen Avrupa'daki Türk eserle r i n i n t e t k i k i mes'elesi ortaya çıkınca, henüz çok az bir çizim ve notlar saf h a s ı n d a olan bu teşebbüs geri bırakıldı. Halbuki bu çalışma, geniş ve uzun bir tecrübe ve derin bir sanat tefek k ü r ü n ü n mahsulü olacaktı(5).
Zikredildiği gibi, bugün bıraktığı mız Avrupa topraklarındaki eserleri mizin tesbiti ve bir nevi tescili âcil bir iş olarak karşımızdaydı. Bunun hcyecâ-nı, Ekrem Hakkı Bey Hocam dâhil he pimizi alıp sürüklemeye başlamıştı. M i mar Gürbüz Ertürk ve Y.Mim.Dr. İbra him Numan Bcy'ler de bu işin sevdâlısı olarak aramıza dâhil oldular. E.H.Ay-verdi Bey'in muhterem zevcesi ile bir likte altı kişilik bir heyet hâlinde 1976'da Romanya ve Macaristan taran dı, mevcud eserler yerinde görüldü, fo toğraflar çekildi, çeşitli dokümanlar toplandı, değerlendirildi.
Bu bahis ayrı ve her dakikası has retle hatırlanacak kadar şevk ve hü
zünle doludur. Estergon Kalcsi'nin b u r ç l a r ı n d a n Tuna'nın karşı yakasında görülen Ciğerdelen (Sturova) Palanka sına kadar bütün bir tarih ve ruh or d u l a r ı sanki içimizden akıyordu. Mohaç Sahrasında bize göz açtırmayan yağ mur, toprağı ve bizleri kucaklıyordu. Budapeşte'de (bir rivayete göre) E.H. Bey'in ecdâdı olan velâyet sahibi Gül Baba, son Budin Beylerbeyi yiğit Ab-durraman A b d i Paşa bizlerle hasbihal ediyordu. K ü ç ü k Erd Kasabasındaki tek bir minare, bütün Macaristan'da ancak i k i elin p a r m a k l a r ı kadar sayılı T ü r k eserleri ve bizimle beraber dola şan Seyyah-ı âlem tatlı d i l l i Evliya Çelebi... O sırada 76 yaşında olan koca T ü r k herhalde bizden daha fazla duy gulu i d i . Ç ü n k ü o, daha önce Trab lus'un, Balkanlar'ın, Suriye ve Irak'ın, Hicaz'ın elden çıkışına şâhit olmuştu. O bizim t a h a y y ü l bile edemediğimiz
bin-bir güzellikleri de g ö r m ü ş t ü .
Ertesi sene sıhhati e l v e r m e d i ğ i için biz üç mimar a r k a d a ş Yugoslavya seya hatine çıktık. Fakat bize a ş ı l a m ı ş o l d u ğu gayret ve şevkle b e r a b c r m i ş i z g i b i çalışıyorduk.
1978'den 1983'e kadar s ü r e n b i r ça lışmayla dört cild h â l i n d e y a y ı n l a n a n Avrupa'da Osmanlı M i m â r t E s c r l e r i ' n i n ne gibi zahmetler ve rahmetlerle mey dana geldiğini anlatmak zordur. Bu arada Vakıflar Genel M ü d ü r l ü ğ ü A r ş i -vi'nden çok f a y d a l a n d ı ğ ı m ı z ı da b i l hassa belirtmek isterim ( 6 ) . Ç e ş i t l i tarihlerde kayda geçen cihat d e f t e r l e r i , çeşitli kayıtlar T ü r k i y e s ı n ı r l a r ı d â hilinde bile y a p ı l a m ı y a n bir işin b a ş a rılmasında yardımcı o l m u ş t u r .
1979 yılında İstanbul Ü n i v c r s i t c s i ' -nin güzel bir hareketine ş a h i t o l m a k tayız. Ekrem Hakkı A y v c r d i ' n i n T ü r k sanatına hizmetlerinden d o l a y ı E d e b i yat Fakültesi t a r a f ı n d a n "fahri c/okior" luk unvanıyla t a l t i f i bir k a d i r ş i n a s l ı k örneğiydi.
Ekrem Hakkı A y v e r d i b ü t ü n bu fa aliyet ve çalışmalarının y a n ı n d a 1953' den beri İstanbul Fetih C c m i y c t i ' n i n reisliğini de deruhte etmekte i d i . Bu onun vazgeçilmez aşkı i d i d e n i l e b i l i r . Fetih Cemiyeti'nin m e n f a a t l e r i n i hcr-şeydcn önde t u t t u ğ u n u ve b u n u n i ç i n çeşitli mücadeleler v e r d i ğ i n i buna yakından şahit olanlar b i l i r l e r . M e r h u m Nihad Sâmi Bey'le beraber cemiyete bağlı bir Yahya Kemal ve İ s t a n b u l Enstitüsü ve yine bir Y a h y a K e m a l Müzesi kurmuşlardı. Her i k i E n s t i t ü n ü n de kıymetli n e ş r i y a t ı n d a gayret vc h i m metleri unutulmaz.
Son olarak da Ekrem H a k k ı A y v c r di'nin bir ömür boyu t o p l a d ı ğ ı mal-zemeyi, eviıyi ve diğer e m l â k i n i k e n d i
(4) B u tetkik gesİBİnin g e r ç e k l e ş m e s i n d e h i ç ş ü p -hesiı devrin Kültür Müsteşarı P r o f . E m i r B i l g i ç B e y ' i n
büyük dahli vardır. B u r a d a bu vesile ile ş ü k r a n l a rımızı anetmekten büyük bir haz d u y m a k t a y ı m .
(5) Bu çalışmanın giriş kısmı "Türk M i m a r î s i ve Dünya" ismiyle vefatından sonra K u b b e a l t ı n e ş r i y a tından (19-84) neşredilmiştir.
(6) Arşiv mütehassısı Mehmed D u r u B e y ' i n foto kopilerini verdiği Cihat Defterleri, bu k ü t ü ğ ü n y a z ı l masında en büyük âmillerden o l m u ş t u r .
TjİRK MİMARİ T A R İ H İ A R A Ş T I R M A C I L I Ğ I V F E K R E M H A K K I A Y V F R n İ 4«7 kurmuş olduğu vakfa bağışladığını be
lirtelim. Zira önce malını değil, kendini vakfetmeyi bilenlerdendi. Zaten hususi hayatındaki miikrimliği meşhurdu. Asıl mülkün Allah'a ait o l d u ğ u n u bilen bu koca T ü r k , Allah'tan aldığını yine A l lah'ın kullarına veriyordu. 1979 y ı l ı n d a "Kııbbealtı Akademisi Kilittir ve Sanat Vakfı" adıyla kurulan vakfın, vakfiyc-sindeki şu satırlar bilhassa dikkat çe kicidir:
"Asırlardan beri milletimizin sine sinde gelişen en asîl an'anemiz, en kıy metli hayır müesseselerimiz olan vakıf ların, vâkıfın niyet ve a r z û s u n a daya nan tahsis sebep ve mahalleri, az çok birbirlerinden farklı olmakla b e r â b e r , ana gayelerinin temelinde yatan f i k i r , amme hizmetini ve cemiyetin istifâdesi ni esas ve hedef alan y a r d ı m ve h a y ı r yapma anlayışıdır.
Bu düşünceden hareket eden c c d â d ı -mız,asırlar boyu, m e n k û l ve gayrı men kûl mal ve m ü l k ü n ü cömertçe vakfet miştir.
Bu ş u û r u n meydana getirdiği içti maî, iktisâdî. d î n î vc askerî müesseseler ise, y e r y ü z ü n d e bir eşi daha bulunma yan târihi âbideler olarak. " T ü r k i y e Coğrafyasının Şaheserler Z i n c i r i " n i meydana getirmiştir.
Kubbealtı Akademisi K ü l t ü r vc San'at Vakfı gibi. millî irfan ve san'ata hizmeti gâyc edinmiş bir müessesenin gelişme ve devamı için m a d d î f e d â k â r lığa duyulan i h t i y a ç , aşağıda b i l d i r i l e n mal ve m ü l k ü m ü z ü K u b b e a l t ı Akade misi K ü l t ü r ve San'at V'akfı'na dev
retmeyi bizler için vicdan borcu kıl mıştır. Öyle k i , gençliği b a ğ r ı n d a n
toplamakta bulunan bu ocağın mensup l a r ı n ı n z i h n î ve r û h î bir d ü z e n içinde y e t i ş m e l e r i n e gayretin, ibadet gibi te miz, mukaddes bir millî vazîfe ve vic dan borcu o l d u ğ u n a i n a n m ı ş bulunu yoruz.
Hareket n o k t a m ı z bu olmakla berâ-bcr, her M ü s l ü m â n ı n f i k i r ve gönül da ğ a r c ı ğ ı n d a b u l u n m a s ı gereken bir Hakk k e l â m ı , h a y â t ı m ı z boyunca bizi, çevre m i z i m a d d î m â n e v î i m k â n l a r ı m ı z ı açık tutmaya sevk eylemiştir. Cenâb-ı Hak K u r ' â n - ı K e r î m ' i n d c : "Vc mâ Icküm illâ t ü n f i k u fî sebîlillâhi mîrasü's-semâvâti vc'I-arz..." (Ne oluyor size k i î m â n et tikten sonra da Allah yolunda h a r c a m ı yorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin b ü t ü n mîrası Allah'ındır.) d e d i ğ i n e göre, O'nun vermiş olduğu mal ve m ü l k ü , gene O'nun k u l l a r ı n ı n istifâde sine arzeylemek, insanoğluna gurur de ğil, ancak ş ü k ü r vermelidir vesselâm."
24 Nisan 1984"dc vefat eden Ekrem H a k k ı A y v e r d i Hocamla a l â k a m ı z ya
kın k o m ş u l u k m ü n a s e b c t l e r i y l e de pek d e r i n d i . Bu yüzden h a k i k i bir dost, bir baba k a y b e t m i ş olduğumu vc yokluğu nu her vesile ile hissettiğimi sakla-m ı y a c a ğ ı sakla-m . Şahsen benisakla-m kendisine da ha çok i h t i y a c ı m olduğu bir zamanda "azm-ı dâr-ı bekâ" eyledi. Allah'tan kendisine rahmet ve mağfiret dilerim. E m i n i m ki zaman zaman söylediği gibi, çok sevdiği milletin tekrar şevket ve satvet dolu asırlara eriştiğini ytittığı yerden görecektir.