• Sonuç bulunamadı

Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Cebelibereket (Osmaniye) mebusları ve siyasi faaliyetleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Birinci Büyük Millet Meclisi'nde Cebelibereket (Osmaniye) mebusları ve siyasi faaliyetleri"

Copied!
548
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ BİLİM DALI

BİRİNCİ BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDE

CEBELİBEREKET (OSMANİYE) MEBUSLARI VE

SİYASİ FAALİYETLERİ

Hamza KILIÇ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Doç. Dr. Ramazan ÇALIK

(2)
(3)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BİLİMSEL ETİK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Hamza KILIÇ (İmza)

(4)
(5)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU

Hamza KILIÇ tarafından hazırlanan Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Cebelibereket (Osmaniye) Mebusları ve Siyasi Faaliyetleri başlıklı bu çalışma 01/06/ 2010 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Doç. Dr. Ramazan ÇALIK Başkan Kabul edildi. Yrd. Doç. Dr. Mustafa ARIKAN Üye Kabul edildi.

(6)
(7)

ÖN SÖZ

Avrupalı Devletlerin Türk Milletini yok etmek için ortaya koydukları “Şark Meselesi” projesi adım adım işlemiş ve bu projenin son dalgasını da Mondros Ateşkes Antlaşması oluşturmuştur. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması gereği güzel vatanımızı 3 Kasım 1918’den itibaren işgal etmeye başlamışlardır. Böylece Şark Meselesi’nin de son dalgasını gerçekleştirmeye başlamışlar ve Türk Milletini yok etmeye çalışmışlardır.

23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ve temellerinin atılması açısından önemli olan tarihi rolünü oynamıştır. Bu gelişmeyle beraber Osmanlı Devleti de tarih sahnesindeki yerini almış ve ömrünü tamamlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda savaşı kaybetmiş, yapılan ateşkes anlaşması sonucu ülke topraklarının işgale uğraması üzerine Anadolu’da bağımsız ve millet iradesi ile yönetilen bir devletin kurulması gündeme gelmiştir. Mustafa Kemal Paşa, önderliğinde başlayan Millî Mücadele hareketi Anadolu halkının da desteği ile başarıya ulaşmıştır.

Türk milleti İtilaf Devletleri kuvvetlerine karşı Millî Mücadele hareketine girmiş, hem topraklarımızı düşman işgalinden kurtarmak, hem de İstanbul Hükümeti’nin hukuka sığmayan uygulamalarına karşı çıkmak ve Millî Mücadele’nin başarıya ulaşması açısından büyük bir gayret sarf etmiştir. İstanbul’un resmen işgali ile başlayan süreçte millî iradenin temsil edildiği Mebusan Meclisi’nin işgal kuvvetleri tarafından basılması Türk milletinin iradesine vurulmuş bir şamar olmuştur. Bunun üzerine Türk milleti her şeye rağmen Ankara’da millî iradesini temsil edecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni 23 Nisan 1920’de açmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile Osmanlı Hanedanı’nın elinde bulunan yönetim gücü Türk Milletinin eline geçmiştir. Birinci Dönem açılan Büyük Millet Meclisi yapısı ve çalışmaları ile bu milletin geleceği olan Türk gençlerine iyi öğretilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan bu ilk Meclis üyelerinin daha iyi araştırılarak, vatanın kurtuluşu için yaptıkları fedakârlıkları gençlerimize öğretmek açısından bizde böyle bir çalışma yapmak istedik. Tarihi olayları ortaya koyarken dönemin olaylarını canlı olarak yaşamış insanların yaşantıları ve fikri düşüncelerinin bilinmesi ve dönemi içerisinde değerlendirilmesi gerekir.

(8)

Birinci Büyük Millet Meclisi’nde yer alan Cebelibereket milletvekilleri ile ilgili bir bilimsel çalışma olmadığından dolayı böyle bir çalışmayı yapmaya başladık. Cebelibereket milletvekilleri içinde Mehmet İhsan Bey’in İstiklâl Mahkemeleri’ndeki faaliyetleri ve karışmış olduğu Havuz-Yavuz yolsuzluğu nedeniyle yapılan çalışmalarda adı geçmektedir. Yine Mustafa Faik Bey’in Denizli Mutasarrıfı iken yapmış olduğu faaliyetler ile ilgili çok az bir çalışma vardır. Rasim Celalettin Bey hakkında ise, sadece II. Abdülhamit’in tahttan indirilişinden vefatına kadar geçen süre zarfındaki faaliyetini anlatan çok az bir çalışma vardır.

Yapacağımız bu çalışma ile ileride Osmaniye’nin yetiştirdiği insanlar hakkında yapılacak çalışmalara örnek olacağımızı düşünmekteyim.

Böyle bir çalışmayı yapmam için beni yönlendiren, çalışmamım her aşamasında desteklerini esirgemeyen değerli Hocam Doç. Dr. Ramazan Çalık’a; derslerim aşamasında yardımını gördüğüm Yrd. Doç. Dr. Mustafa Arıkan’a, Yrd. Doç. Dr. Dursun Gök’e, Doç. Dr. Necmi Uyanık’a, Doç. Dr. Ferudun Ata’ya; TBMM Arşiv personeline, TBMM Kütüphane personeline; Millî Kütüphane personeline, Toprakkale Lisesi eğitim kadrosuna, Toprakkale İlçe Halk Kütüphanesi personeline, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yer alan hocalarıma ve aileme teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Hamza KILIÇ Konya 2010

(9)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Hamza KILIÇ Numarası: 044202052001 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Tarih Ana Bilim Dalı

TC Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bilim Dalı Danışmanı Doç. Dr. Ramazan ÇALIK

Tezin Adı Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Cebelibereket (Osmaniye) Mebusları ve Siyasi Faaliyetleri

ÖZET

Mondros Ateşkes Antlaşması çerçevesinde topraklarımız yer yer işgal edilmişti. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın uygulanması karşısında Türk milleti silahlı ve silahsız olarak direnişe geçmiştir. Bu sırada Mustafa Kemal Paşa’da işgallere karşı tepkisini koymuştur. İşgaller karşısında Türk milletini harekete geçirmek için fırsat kollamış ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak çalışmalarına başlamıştır. Bu mücadele de ona en büyük desteği Türk milleti vermiştir. Amasya’dan Erzurum’a, Erzurum’dan Sivas’a kadar Türk milleti hep onun yanında yer almıştır.

Bu mücadele sonuç vermiş ve millî iradenin uygulandığı Meclis, İstanbul’da toplanmıştır. Meclis’in Misak-ı Millî’yi kabul etmesi nedeniyle İtilaf Devleti güçleri Meclisi basarak dağıtmıştır. İtilaf Devletleri İstanbul’u da resmen bu olay sonucu işgal etmişlerdi. Bunun üzerine Türk milleti harekete geçerek seçimleri yapmış ve milletin iradesinin uygulandığı TBMM’ni Ankara’da, 1920’de açmıştır. TBMM’ne işgal altında bulunan Cebelibereket’ten de üç mebus seçilerek katılmıştır. Cebelibereket’ten Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılan mebuslar; Mehmet İhsan, Mustafa Faik ve Rasim Celalettin Bey’dir.

Cebelibereket’ten seçilen üç mebusunda yaşamları her yönüyle incelenmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi içerisindeki faaliyetlerine baktığımızda ülkemizin ve milletimizin faydasına olacak faaliyetleri desteklemişlerdir. Ülkenin düşman işgalinden kurtarılması için geceli gündüzlü çalışmışlardır. İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden sonra siyasi yaşamlarına devam eden mebuslar, çeşitli görevleri yerine

(10)

getirmişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde çıkarılan kanunlar ve tartışmalarda yer almışlardır.

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı, Mondros Ateşkes Antlaşması, TBMM, Mebus, Millet.

(11)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Ö

ğrencinin

Adı Soyadı Hamza KILIÇ Numarası: 044202052001 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Tarih Ana Bilim Dalı

TC Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bilim Dalı Danışmanı Doç. Dr. Ramazan ÇALIK

Tezin İngilizce Adı Cebelibereket (Osmaniye) Representatives and Their Political Actions in the First Grand National

Assembly

SUMMARY

By means of Mondoros Treaty ourlands were invaded partially. Against the Mondoros Treaty Turkish people reacted with and without weapons. Meanwhile Mustafa Kemal reacted against the invasions. He also waited fort he proper time to activate Turkish people against the invasions and started his mission by landing Samsun on the 19th of May 1919. At this struggle, he was given the biggest asist by Turkish people. Turkish people were always with him from Amasya to Erzurum and from Erzurum to Sivas.

This struggle gave its result and the Assembly in which national direction was applied met in İstanbul. When the Assembly accepted Misak-ı Millî, enemy state forces scattered the assembly. As a result of this, enemy forces formally invaded İstanbul. Following this, Turkish people got into action by making the elections and TBMM was opened in Ankara of 1920. Three representatives from Cebelibereket where was invaded were elected for TBMM. Those representatives from Cebelibereket were Mehmet İhsan Bey, Mustafa Faik Bey and Rasim Celalettin Bey.

The lives of the representatives from Cebelibereket were searched widely. When we look at their activities in TBMM. We see that they support the activities which are advantageous for our public. They worked day and night for the escape of our land from the enemy invasions. Those representatives who continued their political lives after the first TBMM menaged several missions. They also took part in Assemly’s rule announcements and arguments.

(12)

Keywords: Ottoman Empire, First World War, Mondoros Treaty, Grand Turkey National Assembly, Deputy, Nation.

(13)

İÇİNDEKİLER

Sayfa No

Bilimsel Etik Sayfası ... ii

Tez Kabul Formu ... iii

Önsöz / Teşekkür ... iv

Özet ... vi

Summary ... viii

Kısaltmalar ve Simgeler Sayfası ... xiii

Giriş ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM 1. MİLLÎ MÜCADELEDEN ÖNCE ÜLKENİN DURUMU ... 9

1.1. Millî Mücadele Öncesi Ülkenin Siyasi Durumu ... 9

1.2. Mondros Ateşkes Antlaşması ... 10

1.2.1. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanması ... 12

1.2.2. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanması ve Tepkiler ... 19

1.2.2.1. Olumsuz Tepkiler ... 20

1.2.2. 2. Olumlu Tepkiler ... 24

1.1.3.İşgaller Karşısında Mustafa Kemal’in Tepkisi ... 31

1.3.Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı ... 34

1.3.1. Mustafa Kemal’in Görevlendirilişi ... 35

1.3.2. Mustafa Kemal’in Yetkileri... 37

1.3.3. Mustafa Kemal’in Çalışmaları ... 38

İKİNCİ BÖLÜM 2. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILIŞI ve ÇALIŞMALARI ... 64

2.1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Seçimlerinin Yapılışı ve Meclisin Açılışı ... 64

2.1.1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Seçimlerine Hazırlık ... 66

2.1.2. Birinci Büyük Millet Meclisi İçin Seçimlerin Yapılışı. ... 70

2.1.3. Seçilen Mebusların Ankara’ya İntikali ve Meclis’in Açılışı ... 73

2.2. Cebelibereket’te Seçimlere Hazırlık ... 75

2.2.1. Seçimlere Hazırlık ... 76

2.2.2. Seçimlerin Yapılışı ... 76

2.3. Cebelibereket’ten Seçilen Mebuslar ... 77

2.3.1. Seçilen Cebelibereket Mebusları ... 77

2.3.2. Seçilen Mebusların Ankara’ya İntikali ve Yasama Faaliyetlerine Başlamaları ... 78

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. CEBELİBEREKET’TEN BİRİNCİ DÖNEM TBMM’YE KATILAN MEBUSLARIN HAYATLARI ... 80

3.1. Mehmet İhsan Bey ... 80

3.1.1. Hayatı Çevresi ... 80

3.1.1.1. Doğum Yeri ... 80

3.1.1.2. Tahsil Hayatı ... 81

3.1.1.3. Şahsiyeti ... 81

3.1.1.4. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Görevleri... 81

3.1.2. Siyasi Hayatı ... 83

3.1.2.1. İttihat ve Terakki ile İlişkisi ... 83

3.1.2.2. Teşkilat-ı Mahsusa’daki Görevi ... 89

3.1.3. Millî Mücadele Dönemi Çalışmaları ... 93

3.1.3.1. İstanbul’daki Faaliyetleri ... 93

(14)

3.1.4. TBMM’deki Faaliyetleri ... 106

3.1.4.1. İstiklâl Mahkemesi’ndeki Faaliyetleri ... 122

3.1.4.1.1. Ankara İstiklâl Mahkemesi ve Faaliyetleri ... 128

3.1.5. ARMHC’den Halk Fırkası’nın Kuruluşu Faaliyetlerine ... 149

3.1.6. Halifeliğin Kaldırılması ve Gazeteciler Davası ... 154

3.1.7. Bahriye Vekilliği ... 163

3.1.7.1. Bahriye Vekilliği’nin Kuruluşu ... 166

3.1.7.2. Bahriye Vekilliği’nin Faaliyetleri ... 171

3.1.7.3. Şapka İnkılâbı ve Donanma ... 176

3.1.7.4. İsmet Paşa ile Anlaşmazlıkları ... 177

3.1.7.5. Havuz-Yavuz Yolsuzluğu ... 182

3.1.7.6. Bahriye Vekilliği’nden Azli ... 225

3.1.8. Şeyh Sait İsyanı ve Takrir-i Sükûn Kanunu ... 231

3.1.9. Türkiye İş Bankası’nın Kuruluşu ... 234

3.1.10. Büyük Düşünür Ziya Gökalp’in Cenaze Törenine Katılması ... 238

3.1.11. Mebusluktan Sonraki Yaşamı ... 239

3.1.11.1. Siyasete Dönme Çalışmaları ... 242

3.1.11.2. Vefatı ... 245

3.2. Mustafa Faik Bey ... 247

3.2.1. Hayatı Çevresi ... 248

3.2.1.1. Doğum Yeri ... 248

3.2.1.2. Tahsil Hayatı ... 248

3.2.1.3. Şahsiyeti ... 248

3.2.1.4. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Görevleri... 249

3.2.2. Siyasi Hayatı ... 252

3.2.2.1. İttihat ve Terakki ile İlişkisi ... 253

3.2.3. Millî Mücadele Dönemi Çalışmaları ... 253

3.2.3.1. Denizli Mutasarrıflığı ve Millî Mücadele’deki Faaliyetleri ... 253

3.2.4. TBMM deki Faaliyetleri ... 269

3.2.5. Dahiliye Vekilliği ... 270

3.2.5.1. Erzincan Depremi ... 273

3.2.5.2. Alman Elçisine Suikast Girişimi ... 275

3.2.6. Birinci Meclis’ten Sonraki Siyasi Faaliyetleri ... 278

3.2.7. Vefatı ... 286

3.3. Rasim Celalettin Bey ... 287

3.3.1. Hayatı Çevresi ... 287

3.3.1.1. Doğum Yeri ... 287

3.3.1.2. Tahsil Hayatı ... 288

3.3.1.3. Şahsiyeti ... 288

3.3.1.4. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Görevleri... 289

3.3.2. Siyasi Hayatı ... 291

3.3.2.1. İttihat ve Terakki ile İlişkisi ... 292

3.3.2.2. İkinci Abdülhamit’in Muhafızlığı ... 294

3.3.3. Millî Mücadele Dönemi Faaliyetleri ... 315

3.3.4. TBMM deki Faaliyetleri ... 316

3.3.5. Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndaki Faaliyetleri ... 319

3.3.6. Vefatı ... 321

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. BİRİNCİ DÖNEM TBMM’YE KATILAN CEBELİBEREKET MEBUSLARININ ÇALIŞMALARI ... 322

4.1. Meclis Hükümeti Sisteminin Oluşmasında Cebelibereket Mebuslarının Durumu ... 322

4.2. Birinci Dönem Büyük Millet Meclisinde Cebelibereket Mebuslarının Aldığı Görevler ... 326

4.3. Birinci Dönem Büyük Millet Meclisinde Cebelibereket Mebuslarının Yasama Çalışmaları .... 328

4.3.1. Mehmet İhsan Bey’in Çalışmaları ... 328

(15)

4.3.1.2. Takrirler ... 389

4.3.1.3. Kanun Teklifi ... 393

4.3.1.4. Sorular ve Cevaplar ... 396

4.3.1.5. Divanı Riyaset Kararları ... 402

4.3.2. Mustafa Faik Bey’in Çalışmaları ... 403

4.3.2.1. İstizahlar ... 403

4.3.2.2. Takrirler ... 417

4.3.2.3. Kanun Teklifi ... 419

4.3.2.4. Sorular ve Cevaplar ... 420

4.3.2.5. Divanı Riyaset Kararları ... 424

4.3.3. Rasim Celalettin Bey’in Çalışmaları ... 425

4.3.3.1. İstizahlar ... 425

4.3.3.2. Takrirler ... 431

4.3.3.3. Sorular ve Cevaplar ... 432

4.3.3.4. Divanı Riyaset Kararları ... 435

BEŞİNCİ BÖLÜM 5. BİRİNCİ TBMM ÇALIŞMALARI SIRASINDA CEBELİBEREKET MEBUSLARININ SİYASİ FAALİYETLERİ ... 437

5.1. Büyük Millet Meclisi’nde Kurulan Gruplar ve Siyasi Partiler ... 437

5.1.1. Yeşilordu Cemiyeti ... 439

5.1.2. Türkiye Komünist Fırkası ... 441

5.1.3. Halk İştirakiyun Fırkası ... 443

5.1.4. Halk Zümresi ... 444

5.1.5. Tesanüt Grubu ... 446

5.1.6. İstiklâl Grubu ... 447

5.1.7. Islahatçı (Reform) Grubu... 448

5.1.8. İttihatçı Grup ... 449

5.1.9. Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti ... 451

5.1.10. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu (Birinci Grup) ... 452

5.1.11. İkinci Grup ... 453

5.2. Cebelibereket Mebuslarının Meclis Faaliyetleri Sırasındaki Siyasi Çalışmaları ... 455

5.2.1. Mehmet İhsan Bey ... 456

5.2.1.1. Birinci Grup ve Mehmet İhsan Bey ... 456

5.2.1.2. Türkiye Komünist Fırkası ve Mehmet İhsan Bey ... 459

5.2.2. Mustafa Faik Bey ... 461

5.2.2.1. Birinci Grup ve Mustafa Faik Bey ... 461

5.2.3. Rasim Celalettin Bey ... 462

5.2.3.1. Birinci Grup ve Rasim Celalettin Bey ... 463

Sonuç ... 464 Kaynakça ... 467 Ekler ... 493 Özgeçmiş ... 529

 

 

(16)
(17)

KISALTMALAR ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AİM: Ankara İstiklâl Mahkemesi

ARMHC: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti A-RMH: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

A-RMHC: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti A-RMHG: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu

A-RMHC/HF: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti/Halk Fırkası BMM: Birinci Millet Meclisi

BOA: Başbakanlık Osmanlı Arşivleri B.y.y.: Basım yeri yok

C: Cilt

CGP: Cumhuriyetçi Güven Partisi CHF: Cumhuriyet Halk Fırkası CHP: Cumhuriyet Halk Partisi C.H.F.: Cumhuriyet Halk Fırkası DP: Demokrat Parti

GKF: Gizli Komünist Fırkası HF: Halk Fırkası

HİF: Hürriyet ve İtilaf Fırkası H.İ.F.: Halk İştirakiyun Fırkası HT: Heyet-i Temsiliye

İM: İstiklâl Mahkemeleri

İMC: İngiliz Muhipleri Cemiyeti İTC: İttihat ve Terakki Cemiyeti İTF: İttihat ve Terakki Fırkası İ.T.: İttihat ve Terakki

KAC: Karakol Cemiyeti KC: Kilikyalılar Cemiyeti KTC: Kürdistan Teali Cemiyeti MAA: Mondros Ateşkes Antlaşması

(18)

MHC: Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

MİBTKÖ: Mehmet İhsan Bey’in Tercümeihal Kağıdı Örneği MKC: Millî Kongre Cemiyeti

MM: Millî Müdafaa

RCBTKÖ: Rasim Celalettin Bey’in Tercümeihal Kağıdı Örneği SCF: Serbest Cumhuriyet Fırkası

t.y.: Tarih yok

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi T.B.M.M.: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TBMMGCZ: Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları TBMMZC: Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi

T.C.: Türkiye Cumhuriyeti

TCF: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası TİB: Türkiye İş Bankası

TİC: Teali-i İslam Cemiyeti TKP: Türkiye Komünist Partisi TM: Teşkilat-ı Mahsusa

(19)

GİRİŞ

Osmanlı Devleti 1299 yılında teokratik temellere dayalı olarak kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda örfi gelenekler ve yöresel koşullar da gözden uzak tutulmamıştır. Böylece Osmanlı Devleti dünyanın en güçlü ve en uzun ömürlü devletlerinden biri haline gelmiştir. Osmanlı Devleti’ni kuran ana unsur Türklerdir. Devletin yasal temelleri ise İslâmî bir nitelik taşır. Osmanlının zaman içinde yaptığı fetihler ile sınırları genişlemiştir. Sınırların genişlemesi ile de devlet içinde siyasal yönden ilk kez ayırımlar ortaya çıkmıştır. Bu ayırım, Müslüman olanlar ile Müslüman olmayanlar şeklinde olmuş ve devlet yönetimi sadece Müslüman olanlara açık tutulmuştur. Osmanlı Devleti oluşturduğu miri sistem ile çağının en iyi düzenini oluşturmuştur. Bu düzen 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerekli gelişimi gösterememiş ve Avrupa’da meydana gelen gelişmelere ayak uyduramamıştır. Böylece devlet düzeni çözülmeye başlamıştır (Güneş, 1997: 13).

Genellikle Osmanlı kurumlarındaki geri kalmışlık yapılan yenilik girişimleri sonucunda düzeltilmek istenmiş fakat bu girişimler sadece kişilere bağlı kalmıştır. Bu nedenle de düzeltmeler başarılı ve sürekli olmamıştır. Bu konuda yapılan çalışmalarda ortak sonuç şu olmuştur: “Osmanlı İmparatorluğu’nda sermaye birikimi olmadığı için, ekonomik durgunluk giderilememiş, eldeki sermaye savaş ve tüketim harcamalarına yöneltilmiş, yabancı ülkelere tanınan ticarî ayrıcalıklar, dinî kısıtlamalar ticari gelişimi engellemiş, sanayi kesimi el emeği statüsünden kurtarıp, daha büyük üretim merkezleri oluşturacak konuma getirilememiştir” (Karpat, 1967: 10; Güneş, 1997: 13-14).

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren yetenek ve liyakate bağlı görevde yükseliş daha sonra kendini rüşvete, çıkara ve dalkavukluğa bağlı görevde yükselişe bırakmıştır. Bu şekilde egemen sınıf arasına girilmesi, sınıf statüsünü bozmuştur. 17. yüzyılın sonundan itibaren Rusya’nın Osmanlı Devleti’ni sıcak denizlere inmek ve balkanlara egemen olmak için tehdit etmeye başlaması, Avrupa’daki devletlerarası güç dengesinin bozulmasına yol açmıştır. Osmanlı Devleti artık yaptığı savaşlarda yenilmeye başlamış ve büyük toprak kayıplarına uğramıştı. Devletin en önemli savaş gücünü oluşturan Yeniçeri Ocağı, devlet için ekonomik bir yük, yenilikçi düşünceye sahip devlet adamı ve aydınlar için ise korkulu bir düş olmuştu.

(20)

Bundan dolayı devletin kötüye gidişini durdurabilmek, yöneticiler de kendi yönetimlerini devam ettirebilmek için o zamana kadar kendilerinden geri gördükleri Batı’nın üstünlüğünü kabul etmişler ve Batı’dan yararlanmaya çalışmışlardır.

Osmanlı Devletini yönetenler devletin zayıflama nedenini askeri yapıdaki bozulmada görmüşler, 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren orduyu yenileme ve güçlendirme girişimlerine başvurmuşlar, bunun içinde önce ülke içinde bulunan veya ülkeye gelecek olan Batılı uzmanlardan faydalanma yolunu tercih etmişlerdir (Lewıs, 1993: 25-39; Berkes, 2005: 42-44). Daha sonra bu uzman kişilerin çabaları sonucu askeri okullar kurulmuş, buradan da yetişenler daha değişik ıslahat yapılmasını istemeye başlamışlardır.

Padişah III. Selim döneminde devletin resmi politikası durumuna dönüşen batılılaşma politikası, Kanuni’den bu döneme kadar iyi ilişkiler kurduğumuz Fransız düşünce yapısının ülkeye girmesine olanak sağlarken, diğer taraftan da Nizam-ı Cedit adıyla yeni bir düzen ve ordunun kurulmasını sağlayacak çalışmaları başlatmıştır. Ayrıca bu dönemde Avrupa’daki siyasi gelişmeleri yakından görmek için Avrupa’nın belirli merkezlerine ilk kez daimi elçilikler açılmıştır (Güneş, 1997: 15). Batılılaşma çalışmalarını başlatan III. Selim tepkiler sonucu tahttan indirilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Ancak onun öldürülmesi, Osmanlı Devleti’ndeki batılılaşmaya engel olmadığı gibi yaptığı batılılaşma çalışmaları bundan sonra yapılacak yeniliklere de temel oluşturmuştur.

Padişah III. Selim’in başlattığı batılılaşma çalışmalarını daha köklü şekilde Padişah II. Mahmut devam ettirmiştir. II. Mahmut önce yeniliklere her zaman bir engel çıkaran Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmakla başlamıştır. 15 Haziran 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra köklü değişikliklere başlayan II. Mahmut, yeni kurumlar oluşturmuş ve ileriye yönelik birçok yeni girişiminde başlamasını sağlamıştır (Karal, 1988a: 142-164). II. Mahmut, ülkede meşruti yönetimin kurulmasını sağlayacak yeni örgütlerin oluşturulmasında çaba göstermiştir.

“Halkın yönetime katılımı, 1829’da İstanbul mahallelerinde kurulan ve daha sonra tüm ülke yüzeyine yaygınlaştırılan muhtarlık örgütü ile daha da geliştirilmiştir. Bunun yanında merkezde de III. Selim’in başlattığı Meşveret Meclisi çalışmaları daha da güncelleştirilerek II. Mahmut döneminde yasa ve yönetmelik çıkaracak bir konuma getirilmiştir. Bu çalışmalar içinde de en önemlisi Meclis-i Vala-yı Ahkâm-ı

(21)

Adliye’nin kurulması olmuştur (Sofuoğlu, 2004: 107-111). Her üyenin görüşlerini serbestçe açıklayabildiği bu mecliste, görüşülecek konular önceden belirleniyor ve yazılı olarak üyelere dağıtılıyordu. Tartışmaya katılacak kişilerin adları saptanarak bir programa bağlanıyor ve tartışmalar bu program çerçevesinde yapılıyordu. Muhassıllık Meclisi’nin, arkasından Eyalet Meclisleri’nin kurulması ile Osmanlı halkı eyaletlerde sınırlı ölçüler içinde yönetime katılmaya başladı. Mutlakıyetle yönetilen bir ülkede böyle bir kararın alınması, meşruti yönetime gidiş için bir başlangıç oldu ” (Güneş, 1997: 16-17).

18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başı ile beraber İngiltere’de ilk kez ortaya çıkan Sanayi İnkılâbı, Avrupa ülkelerini geri kalmış bölgeleri ekonomik olarak kendilerine bağlama yarışına itmişti. Bundan Osmanlı Devleti de olumsuz etkilenmişti. Osmanlı Devleti, Mısır Sorunu ve Boğazlar Meselesi’nde İngiltere’nin desteğini alabilmek için çok ağır koşullar taşıyan 1838 Balta Limanı Ticaret Antlaşması’nı imzalamıştı. Böylece Osmanlı Devleti Avrupalı devletlerin sömürgesi durumuna gelmişti. Bu arada Osmanlı Devleti sınırları içindeki gayrimüslim halk ile ekonomik ilişkileri olan Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nden gayrimüslimler için siyasi haklar istemeye başlamışlardır.

Padişah Abdülmecit, ilk başlarda Osmanlının bir iç sorunu şeklinde başlayan Mısır Sorunu’nu çözebilmek, Fransız İhtilali sonucu içerde çıkan milliyetçi isyanları önleyebilmek ve Avrupalı ülkelerden daha fazla yardım alabilmek için kendinden önce II. Mahmut zamanında hazırlanmış fakat ilan edilememiş olan Tanzimat Fermanı’nı 3 Kasım 1839’da yayınlayarak siyasi alanda da yeniliklere devam etmiştir (Karal, 1988a: 169-195).

Avrupa’da başlayan anayasal düzen, Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti’nde de benimsenmeye başlamıştı. Avrupa devletlerinin anayasalarında yer alan bazı haklar bu fermanla kabul edilmişti. Abdülmecit, fermanın açıklanması için yayınladığı bir fermanda “vezirlerden çobana kadar, herkesin kanun nazarında eşit tutulacağını ifade etmiştir” (Karal, 1988c: 206).

Tanzimatçılar eğitime büyük önem vermişlerdir. Eğitimli insanların devletine karşı yükümlülüğünü bileceği düşüncesi çerçevesinde başlatılan bu uygulama sonucu eğitimli gençler ile yöneticiler arasında bazı çatışmalar ortaya çıkmıştır. Çünkü gençler daha fazla özgürlük taraftarı idiler. “Avrupa’daki milliyetçi hareketlerin

(22)

örgütlenme ve siyasal mücadele yönetimini benimseyen ve Osmanlı yönetimine karşı savaşan Müslüman olmayan unsurları örnek alan gençler, ülkenin sorunlarını çözmek için siyasal yönetime karşı gizli örgütler kurmaya, böylece Osmanlı Devleti’nde grup dayanışması oluşturmaya yönelmişlerdir” (Güneş, 1997: 18).

Osmanlı Devleti’nde 1860 yılından sonra Türkçe siyasi gazetelerin çıkarılmaya başlamasıyla gazetelerde halkın anlayabileceği dille siyasi, kültürel, ekonomik içerikli yazıların yazılması ülkedeki politik hayatı canlandırmıştır. Bilgisini artırmak şeklinde öğrenilen batılılaşma fikri, dar çerçeveden çıkarılarak parlamenter sistem yanlısı şekline dönüştürülmüştür (Mardin, 1994: 163; Güneş, 1997: 18; Yazıcı, 2002: 55-56).

Eğitimli gençlerin isteklerini elde edebilmeleri için örgütlü bir muhalefet oluşturmaları gerekiyordu. Bundan dolayı 1865 yılında Genç Osmanlılar Cemiyeti’ni kurdular (Yazıcı, 2002; Sofuoğlu, 2004: 123-126). Genç Osmanlılar Cemiyeti siyasi faaliyetlerini yurtiçi ve yurtdışında devam ettirdi. Bu siyasi faaliyetleri sonucu 23 Aralık 1876 yılında Kanun-i Esasi’nin hazırlanması ve uygulanmasını sağlamışlardır (M. A. Aydın, 2001: 328-329; Karal, 1988c: 215-230; Sofuoğlu, 2004: 126-135). Kanun-i Esasi’nin uygulanmaya başlaması ile sanayisini geliştirememiş, halkı arasında birleşme ve bütünleşmeyi sağlayamamış, birçok etnik yapıyı içinde barındıran Osmanlı Devleti’nde meşrutiyet dönemi başlamıştır (Güneş, 1997: 19).

“İdeoloji olarak Osmanlılığı benimseyen Kanun-i Esasi, Osmanlı Devleti’nin ayrılık kabul etmez bir bütün olduğunu, yönetim hakkının Osmanlı soyundan ekber evlada ait olduğunu belirttikten sonra, padişahın da görev ve yetkilerini kısaca sayarak, halkın Meclis-i Umumi yoluyla ülke yönetimine katılması ilkesini getiriyordu. Kanun-i Esasi’nin 42. maddesinde, Meclis-i Umumi’nin, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan olmak üzere iki meclisten oluşması belirtilmişti. Meclis-i Mebusan halkın oylarıyla seçtiği temsilcilerden, Meclis-i Ayan ise Meclis-i Mebusan’ın 1/3’ü kadar olmak üzere padişahın atayacağı kişilerden oluşacaktı” (Güneş, 1997: 19; M. A. Aydın, 2001: 330).

Meclis-i Mebusan’ın oluşturulabilmesi için halkın temsilcilerini seçerek İstanbul’a göndermesi gerekiyordu. Fakat henüz bir seçim yasası yoktu. Sadece Kanun-i Esasi’nin 65. maddesinde “Heyet-i Mebusan’ın miktar-ı azası, tebaa-i Osmaniye’den, her elli bin nüfus zükurda (erkek) (Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik

(23)

Büyük Lûgat, 1993: 1079) bir nefer olmak itibariyle tertip olunur” (Güneş, 1997: 19; M. A. Aydın, 2001: 330) diye bir madde yer almasına rağmen, Kanun-i Esasi’nin 66. maddesine göre meclis seçimlerini düzenleyen bir kanun yapılması gerekiyordu (Sofuoğlu, 2004: 133). Halk ise bir an önce meclisin toplanmasını istiyordu. Bunun için geçici bir kararname hazırlandı. “Bu geçici kanunla yüz otuz mebus seçilmesine, mebusların sekseninin Müslüman, ellisinin de gayr-i Müslimlerden olmasına karar verildi. Yüz otuz mebus, büyüklük ve nüfusları göz önünde tutularak vilayetler arasında bölüştürüldü. Kanun-i Esasi’de iki dereceli bir seçim öngörülmüş olmasına rağmen, meclisin bir an önce toplanabilmesi için, kaza, sancak ve vilayet meclislerinde halk tarafından seçilen üyelerin, bir defalığına, mebusları belirleyecek seçmen olmaları kararlaştırıldı. Bu üyelerin gizli oylarıyla mebuslar belirlendi. Seçim sonuçları valiler tarafından İstanbul’a bildirildi. Padişah da âyân üyelerini seçti” (Sofuoğlu, 2004: 133).

Yapılan ilk seçimler sonucu Meclis-i Mebusan’a katılan vekilleri, tüm Osmanlı halkı seçmemiştir. Vilayet Nizamnamesi’ne göre meydana getirilen vilayet idare meclislerine seçilen üyeler arasından seçim yapılarak vekiller belirlenmiştir. Bu yönüyle ilk Osmanlı mebusları halktan çok halk arasındaki varlıklı kesimlerin temsilcileri olarak nitelendirilmiştir (Güneş, 1997: 20).

İlk Osmanlı Meclisi yaptığı çalışmalarında ülkenin sorunlarına o güne kadar görülmeyen bir gerçeklikle yaklaşmış, ülkenin içinde ve dışında yer alan keyfi yönetimden yararlanmayı amaçlayanlar üzerinde büyük bir tesir yaratmıştır. İlk önce merkezi yönetim, daha sonra Şeyhülislamı’nda içinde bulunduğu ilmiye sınıfının ve büyük paşaların da yer aldığı seyfiye sınıfının meclisçe eleştirilmesi, bürokratlarda meşruti yönetime karşı büyük bir iticilik doğurmuştu (Karal, 1988c: 242).

Bu dönemde ortaya çıkan diğer bir olayda, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’dır. Mebuslar II. Abdülhamit’i savaşın gidişatından sorumlu tutuyorlardı. Savaş sonucu itibarı ile devletin aleyhine döndüğü bir sırada hükümet ve meclis birbirine girmişti. Ülkede siyasi açıdan bir bunalım meydana gelmişti. Padişah II. Abdülhamit’in böyle bir durumda meclisin faydadan çok zarar getireceğini düşünmesi (Sofuoğlu, 2004: 134) üzerine 14 Şubat 1878 tarihinde meclisi feshederek, mebusların üyeliğine son vermesi ile meşruti dönem sone ermişti (Güneş, 1997: 21; Sofuoğlu, 2004: 134). Meclisin kapatılıp mebusların üyeliğine son

(24)

verilmesi ile Kanun-i Esasi’nin getirdiği özgürlükler bir süreliğine askıya alınmıştı. Eskisinden daha sert bir mutlakıyet yönetimi kuruldu. Basına sansür uygulaması ve hafiye teşkilatı ile özgürlükler ortadan kaldırıldı.

“I. Meşrutiyet hareketi, temsili yönetime geçişin ilk örneği olmuştu. Meclisin ilk dönemki tartışmaları, çalışma disiplini, meclise devam konusundaki titizlikleri, yabancı gazetecileri bile hayrete düşürmüştü. Meclise devam eden mebusların çalışmaları, başarılı bir şekilde cereyan etmiş, onların tecrübeli bir görüntü vermelerini sağlamıştı. Fakat meclisin ikinci dönem çalışmaları bu kadar başarılı olmamıştı” (Sofuoğlu, 2004: 134-135).

“Kısa sürmüş olsa da meşruti sistemin yararlarına inanmış olan gençler Abdülhamit yönetimine tepki duydular. Ülke sorunlarının ancak anayasalı bir sistemle çözümlenebileceğini gördüler. Bu amaçla 1889 yılında İttihad-ı Osmanî adı altında yeni bir örgüt kurarak ikinci kez özgürlük mücadelesini başlattılar” (Güneş, 1997: 21). “Örgüt 1895 yılında Türk, Rum, Ermeni, Arap, Kürt, Arnavut hâsılı Osmanlı vatandaşlarını birleştirerek istibdadı yıkmak ve ülkeyi hürriyete kavuşturmak için çaba gösterdiğini bir bildiri ile açıkladı” (Güneş, 1997: 21).

Osmanlı Devleti’ni içinde bulunduğu durumdan kurtarabilmek için bazı düşünce akımları da ortaya çıkmıştı. Düşünce akımlarının öncülüğünü yapan İttihatçıların uzun bir süre bir noktada birleşemedikleri görülmektedir. Özellikle Abdülhamit yönetimini yıkmak için birleşmeye çalışmışlar ama başarılı olamamışlardır. Fakat “Osmanlı İmparatorluğu’nda Abdülhamit mutlakıyetçiliğine yönelen tepkilerin büyümesi ve bu durumun dışarıya yansıması üzerine Avrupa’daki Jön Türkler 27 Aralık 1907’de tekrar Paris’te bir araya gelerek, Osmanlı Devleti’ndeki yönetimi derhal ve her ne vasıta ile olursa olsun yıkmak düşüncesinde birleşmişlerdir. Bunlar kalemle yapılacak olan savaşın yeterli olamayacağını, kesin sonuç getirecek harekete geçmenin zorunluluğunu da belirtmişlerdir” (Güneş, 1997: 22). “Bu kongreden yedi ay sonra Makedonya’da görev yapan III. Ordu’nun zorlaması ile 23 Temmuz 1908’de Osmanlı Devleti yeniden meşruti sisteme geçmiştir” (Güneş, 1997: 22).

Meşrutiyetin ikinci kez ilanı ile istibdat yönetiminden kurtulmak isteyenler hürriyeti ülkeye tekrar getirmişler, böylece halk özgürlüğüne kavuşmuştu. Bu değişim fazla sağlıklı kabul edilmemişti. İttihatçılar genç ve deneyimsiz olmaları

(25)

nedeniyle yönetime doğrudan el koymaya çekinmişlerdi. Yönetimi yine eski bürokratlara bırakmak zorunda kalmışlardı. Bu süre içerisinde de dış politikada başarısızlıklar meydana gelmişti. Bu başarısızlıkların ortadan kaldırılması için yeni yönetim içeride ordu ve İttihatçıların desteği ile parlamenter sistemin temeli olan meclisi açmak için çalışmalarını hızlandırmıştı. “28 Ekim 1876’da yayınlanan Meclis-i Mebusan azasının sureti intihabı ve tayinine dair talimat-ı muvakkate’yi esas alarak hazırlanıp 7 Mayıs 1877’de Meclis-i Mebusan’a sunulur, Meclis-i Mebusan’da görüşülüp Meclis-i Ayan’a gönderilen fakat padişahın onayından çıkmadığı için yasalaşamayan bu teklif, meşrutiyetin yeniden ilanından sonra intihab-ı mebusan nizamnamesine dönüştürülmüş ve seçimlerin yasal dayanağını oluşturmuştur. Seçimler bu nizamnameye göre yapılmış ve Osmanlı Parlamentosu 17 Aralık 1908’de ikinci kez açılmıştır” (Güneş, 1997: 23). Yapılan seçimler sonucu oluşan parlamentoda çoğunluğu ele geçiren İTC (İbrahim Temo, 1987; Karabekir, 1993b; Tunaya, 1995: 174-232) tüm beklentilere rağmen mecliste düşünsel bütünlüğü sağlayamamıştır.

“Ülkenin tüm yörelerinden - tam demokratik bir sistemle seçilmese bile - seçimle meclise gelen bu milletvekilleri, zaman zaman İttihatçıların ulusalcı-milliyetçi baskısı arttıkça Abdülhamit mutlakıyetçiliğinin yerine İ.T. mutlakıyetçiliğinin geçtiğinden, ordunun politikaya karıştığından, Türkçü ve milliyetçi bir politika izlendiğinden şikâyetçi olmuşlardı. 1909’da ve 1910’da meclis içinde İ.T.’ye muhalefet edebilmek için yeni fırkalar kurmuşlardır. Ancak, ülkede uygulanan sıkıyönetim nedeniyle bunlar fazla bir varlık gösterememişlerdir” (Güneş, 1997: 24).

İkinci Meşrutiyetle oluşturulan mecliste İTF’na muhalif olan tüm unsurları kapsayacak çok geniş tabanlı bir siyasi örgütlenme HİF adı altında 21 Kasım 1911’de kurulmuştur (Nur, 1996: 7; Birinci, 1990: 48). “11 Aralık 1911’de, İstanbul’da yapılan ara seçimi bu fırkanın adayının kazanması İttihatçıları korkutmuştur. Gerek mecliste gerekse halk arasında yükselen muhalefetten korkan İttihatçılar, parlamentodaki güçlerini koruyabilmek için, 18 Ocak 1912’de parlamentonun kapatılmasını sağlamışlardır. Fakat yapılan seçimlerde İ.T. 6 muhalif milletvekiline karşı, 274 mebusla yeniden parlamentodaki çoğunluğu ele geçirmiştir” (Güneş, 1997: 24). “İ.T.’nin parlamentoda elde ettiği bu güç ne yazık ki onu, uzun

(26)

süre iş başında bulundurmaya yeterli olamamıştır. İ.T.’cilerin yasal olmayan yolları da kullanarak elde ettikleri meclisteki çoğunluk, Makedonya’da İ.T.’ye karşı eyleme geçen Halaskâr Zabitan adlı bir grup subayın eylemlerini durduramamıştır. Sait Paşa’nın istifa etmesi ile İTF Hükümeti iş başından uzaklaştırılmıştır. Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında kurulan hükümetin önerisiyle Meclis-i Mebusan 22 Temmuz 1912’de feshedilmiştir” (Güneş, 1997: 24).

İktidarı eline alan İTC kendine karşı muhalif olanların fırkalarını kapatmaya çalışmaları, kendilerinden intikam almaya çalışmaları, özelliklede Balkan Savaşlarının sonucu itibarı ile iyi olmaması İTF karşıtı iktidarı yıpratmıştı. Bu durumdan faydalanan İttihat ve Terakkiciler eyleme geçerek 23 Ocak 1913’te Babıâli Baskını ile tümüyle iktidara el koyarak, ülkede kendi yönetimlerini kurmuşlardı.

İTF iktidara gelir gelmez kapatılan Meclis-i Mebusan’ı yeniden açabilmek için seçimleri hızlı bir şekilde yapmışlardı. 1 Mayıs 1914’te Meclis-i Mebusan yeniden açılmıştı. İTF’ndan başka fırka seçimlere katılmamıştı. Bu yüzden meclis tamamıyla İttihat ve Terakkicilerden oluşmuştu. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na katılması ve savaşın devam ettiği sırada görev yapan bu mecliste 21 Aralık 1918’de Padişahın iradesi ile kapatılmıştır (Güneş, 1997: 25).

“Böylece, tartışmalarla oluşturulmuş yasal dayanağı olmayan, vergi vermeyenleri, kadınları seçime katmayan, halk tabanına dayanmayan, siyasal partilerin yaşamasına izin vermeyen, Osmanlı parlamenter sistemi de sona ermiş oluyordu” (Güneş, 1997: 25).

(27)

BİRİNCİ BÖLÜM 1. MİLLÎ MÜCADELE ÖNCESİ ÜLKENİN DURUMU 1. 1. Millî Mücadele Öncesi Ülkenin Siyasi Durumu

Alman İmparatorluğu’nun kurulmasından sonra özellikle Başbakan Bismarck’ın izlemiş olduğu politika, Almanya’ya Bismarck’ın başbakanlıktan ayrıldığı yıl olan 1890’a kadar, kesin bir politik üstünlük kazandırmış ve bunun neticesi olarak Almanya’nın etrafında “Üçlü İttifak” adı verilen bir kuvvetler bloğunu ortaya çıkarmıştır. Uzun süren diplomatik görüşmeler sonucunda Almanya, Avusturya ve İtalya arasındaki Üçlü İttifak 20 Mayıs 1882 yılında Viyana’da imzalanmıştır. Bir savunma ittifakı olarak ortaya çıkan bu anlaşmaya göre; üç devletten birine bir Avrupa devleti saldıracak olursa, diğer ikisi saldırıya uğrayan tarafa bütün güçleriyle yardım edecektir (Armaoğlu, 1994: 26-27; Armaoğlu, 2003: 358-360).

Birinci Dünya Savaşı, Almanya’nın başını çektiği ve içinde bulunduğu İttifak Devletleri’nin yenilgisiyle sona ermiştir. İttifak Devletleri içerisinde yer alan Osmanlı Devleti açısından da, Birinci Dünya Savaşı’nın son yılı, içte ve dışta son derece kritik bir dönem olmuştur. Bu arada Osmanlı tahtında mühim bir değişiklik vuku bulmuş, Sultan V. Mehmet Reşat’ın ölümüyle (3 Temmuz 1918) yerine 4 Temmuz 1918’de küçük biraderi VI. Mehmet Vahidettin geçmiştir. Siyasete ve devlet idaresine bakışı itibariyle ağabeyi Mehmet Reşat’tan çok farklı bir şahsiyet çizen Vahidettin, hiç tartışılmayacak derecede Osmanlı sülâlesinin en dramatik üyesi olarak göze çarpar. Tahta cülûs ettiğinde Osmanlı orduları hemen bütün cephelerde ric’at halindeydi ve saltanatının dördüncü ayı dolmadan İtilâf donanması İstanbul’u fiilen işgal durumundaydı (Alkan, 2002: 776).

İttihatçılara (Karabekir, 1993b; Akşin, 2006; Tunaya, 1995: 171-232, Armaoğlu, 2003: 595-589) karşı olduğu bilinen Padişah Mehmet Vahidettin, Talat Paşa hükümetine bir süre dokunmamış, fakat Bulgaristan’ın savaş dışı kalması (Uçarol, 1995: 511) üzerine hız verilen ateşkes çabalarıyla birlikte, bu savaş kabinesinin istifası için baskı yapmaya başlamıştır. Sonuçta, 8 Ekim 1918’de Talat Paşa istifa etmiş ve yeni hükümeti kurmakla Tevfik Paşa görevlendirilmiştir (Altuğ, 1983: 22). Tevfik Paşa’nın kabineyi kuramaması üzerine Ahmet İzzet Paşa

(28)

başkanlığında 14 Ekim 1918’de yeni bir hükümet kurulmuştur (Selek, 2004: 40). Fakat Ahmet İzzet Paşa Feryadım adlı eserinde hükümetin kuruluşunu; “15 Ekim Pazartesi günü Beşiktaş Sarayında Mührü Hümayun ve beyaz kürk teslim edildi ve Şeyhülislâm Efendiyle birlikte alışılmış törenle Babıâli’ye gidildi. Hatt-ı Hümayun’un okunmasından sonra bütün bakanlarla Padişahın huzurunda andiçme törenimiz yapıldı” (Ahmet İzzet Paşa, 1993: 19) diyerek belirtmektedir. 19 Ekim 1918’de Meclis-i Mebûsan’da programı okunan Ahmet İzzet Paşa Hükümetini büyük sorunlar beklemekteydi. Bunların başında ise Osmanlı ordularının ve müttefiklerinin cephelerdeki güç durumları gelmektedir (Akşin, 2004a: 48; Tansel, 1991a: 16-17). Bu duruma rağmen Ahmet İzzet Paşa hükümetinin her şeyden önce tüm çalışması bir ateşkes anlaşmasının imzalanmasını sağlamaktı.

1. 2. Mondros Ateşkes Antlaşması

Yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa hükümeti ateşkesi düşündüğü bu günlerde, 17 Nisan 1916’da Kût-ül-Amâre’de esir edilen İngiliz General Townshend ateşkes için arabuluculuk isteğinde bulunmuştur. Ahmet İzzet Paşa, bu teklifi kabul ederek Townshend’i 18 Ekim 1918’de İstanbul’dan İngilizlerin Akdeniz Filosu Komutanı Amiral Calthorpe’un yanına göndermiştir. Midilli’de gerçekleşen görüşme olumlu geçmiş ve Calthorpe 22 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa’ya bir telgraf göndererek ateşkes şartlarını görüşmek üzere İngiltere Devleti tarafından kendisinin görevlendirildiğini belirtmiş ve Osmanlı Devleti temsilcilerinin gönderilmesini istemiştir (Tansel, 1991a: 29). Böylece savaşı sonlandıracak ateşkes görüşmeleri süreci başlamıştır.

İngiltere’nin ateşkes teklifine sıcak bakması üzerine Ahmet İzzet Paşa ilk önce İzmir’de bulunan 17. Kolordu Komutanı Nureddin Paşa başkanlığında bir heyet göndermek istemiş, fakat Padişahın Damat Ferit Paşa’nın bu heyete başkanlık etmesi yönündeki görüşü üzerine delege seçimi konusu sorun haline gelmiştir. Sonuçta kabinede Bahriye Nazırı Rauf Bey’in başkanlığında Reşad Bey ve Sadullah Bey’lerden oluşan bir heyetin ateşkes görüşmelerine Osmanlı Devleti’ni temsilen katılması kararlaştırıldı (Tansel, 1991a: 21: A. A . İnan, 1998: 19). Osmanlı heyeti, ateşkes görüşmesine İstanbul hükümeti’nce verilen sekiz maddelik bir direktifle gitmiştir (Türk İstiklâl Harbi, 1962: 32; Tansel, 1991a: 22). İstanbul Hükümeti

(29)

delegelere verdiği direktifte, mütarekenin adil şartlarda gerçekleşmesini bekliyor ve bu konuda İngiltere’ye olan güvenini ortaya koyuyordu. Bunda Wilson İlkeleri’nin de etkili olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Osmanlı Devleti ile ilgili 12. madde de “Hali hazırdaki Osmanlı İmparatorluğu çoğunluğu Türk olan kısımlarına itirazsız egemenlik verilmesi, Türk boyunduruğuna tabi diğer milletlere emniyeti mutlaka içinde, varlıklarını baskı altına almaksızın gelişmelerinin garanti altına alınmasına, Çanakkale Boğazı’nın uluslar arası teminat altında; bütün milletlerin ticaret gemilerinin serbestçe geçebilmesi için açık kalması” (Cenik, 2005: 2-3) öngörülüyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un, “Türkiye’yi başkentlerinden ve nüfusunun çoğunluğu ırk bakımından Türk olan Anadolu ve Trakya’daki zengin ve şanlı ülkelerinden yoksun bırakmak için savaşmıyoruz…” (Karal, 1959: 50) sözleri ateşkesten önce olumlu hava ortaya koymuştur. Ancak gelişmeler İtilaf Devletleri’nin Anadolu ile ilgili gerçek düşüncelerinin farklı olduğunu göstermiş (Bıyıklıoğlu, 1981: 26) ve gerek ateşkes anlaşmasının imzalanması gerekse sonrasındaki gelişmeler gerçek niyetlerini ortaya koymuştur.

Osmanlı heyeti, 26 Ekim 1918’de Limni adasındaki Mondros limanına ulaşmıştır. Görüşmeler, 27 Ekim günü Agememnon adlı İngiliz zırhlısında saat 09.30’da başlamıştır. Dört gün süren görüşmeler neticesinde, İngilizlerin paylaşma antlaşmalarını esas alarak hazırlamış oldukları ve çok ağır şartlar taşıyan ateşkes antlaşması kabul edilmiştir (Cenik, 2005: 3). Böylece Osmanlı Devleti 29 Ekim 1914’te girdiği Birinci Dünya Savaşı’ndan 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Ateşkes Anlaşması ile ayrılmıştır (Kocatürk, 1988: 1; Türk İstiklâl Harbi, 1962: 32; Tansel, 1991a: 25).

25 maddeden oluşan MAA (Bayur, 1991: 742-746; Selek, 2004a: 45-47) devletin varlığını ortadan kaldıracak nitelikte olup (A. A. İnan, 1998: 19-21), çok ağır maddeler içermektedir. Osmanlı Devleti bu anlaşma ile devletler hukuku açısından bağımsız bir devlete tanınan yetkileri kaybetme noktasına gelmiştir (Karal, 1996: 561). Ateşkes Anlaşması’nın 7. maddesi, İtilaf Devletleri’ne Osmanlı Devleti’nin herhangi bir bölgesini, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanıyordu. 24. madde’de altı vilayet adı verilen yerlerde karışıklık çıktığı takdirde İtilaf Devletleri’ne bu toprakları işgal hakkı tanınıyordu. Ayrıca Anadolu’nun doğusunda bir kısım topraklar Ermeni memleketi olarak kabul

(30)

ediliyordu (Tansel, 1991a: 30). Yine Ateşkes Anlaşması’nın 5. maddesinde sınırların korunması ve iç güvenliğin sağlanması dışında Osmanlı Devleti ordusunun terhis edilmesi yer alıyordu. Kısaca silahsızlandırılan kara ve deniz kuvvetlerinin statüsü, haberleşme ve ulaşım araçları, ticaret ve iaşe işlerinin bile İtilaf Devletlerinin denetimi altına alınması, Osmanlı Devleti’nin hükümranlık haklarının elinden alınmaya çalışıldığının açık bir göstergesi olarak ortaya çıkmaktadır (Karal, 1996: 561). İtilaf Devletleri Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından kısa bir süre sonrada Anadolu dâhil olmak üzere Osmanlı topraklarının büyük bir kısmını işgal etmeye başlamışlardır.

1. 2. 1. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın Uygulanması

MAA’ndan sonra İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının yapılmasını beklemeden daha önce aralarında yaptıkları gizli antlaşmalar doğrultusunda Osmanlı Devleti topraklarında işgallere başlamışlardır. Bu gizli antlaşmalara göre; Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Rusya, Fransa ve İtalya karşılarında savaşan Osmanlı Devleti’nin yenileceğini görmüşlerdi. Bu devletlerin yöneticileri savaş sırasında imzaladıkları gizli antlaşmalarla Osmanlı Devleti topraklarını kendi aralarında paylaşmışlardı. Bu antlaşmaların 1916 yılının ilkbaharında aldığı son duruma göre paylaşma şöyle olmuştur; Fransızlara: Mersin’den başlayan bir çizginin doğusundan itibaren bütün Kilikya, Toroslar’ın kuzeyinden Sivas’a kadar İç Anadolu’nun doğu-orta bölgesi; Güneydoğu Anadolu’da Elazığ, Diyarbakır, Mardin; İskenderun Antakya hizasından güneye deniz boyunca inen ve Lübnan’ı da içine alan bir şerit ile Suriye ve Kuzey Irak’ta bu devletin koruyuculuğu altına girecektir. İngilizlere: Bugünkü Ürdün ile Orta ve Güney Irak bölgeleri bırakılacaktı. Ruslara: Bütün Doğu Anadolu’da ve Sinop’tan başlayarak Doğu Karadeniz bölgesi verilecekti. Yine boğazlar bölgesi, İstanbul’dan Doğu Trakya’nın büyük bir bölümüne kadar Rusların payına düşüyordu. Boğazların doğusunda Rus sınırı ise Sakarya’ya kadar uzanacaktı. İtalyanlara: İzmir’in kuzeyinden başlayarak bütün Ege ve İç Ege bölgesi ile Anamur, Silifke’ye kadar Antalya bölgesi ve Konya-Kayseri çizgisine değin İç Anadolu verilecekti. Ayrıca İtalyanlara ait Ege bölgesinin kuzeyinde kalan yerler, onların koruması altına bırakılacaktı. Bunların dışında kalan yerler Türklere bırakılıyordu. Türklere bırakılan yerler; Batıda İtalyan koruyuculuğu

(31)

dışında kalan yerler, yani Çanakkale, Balıkesir, Bursa bölgeleri. Batıda Rus toprakları ile Sakarya Irmağı ucu sınır olacaktı. Güney batıda Kütahya-Afyon çizgisi, güneyde ise Afyon-Kayseri çizgisi sınır olacaktı. Doğuda Kayseri-Tokat-Sinop çizgisi sınırlarımızı tamamlayacaktı (Bayur, 1991: 1-39; Kurat, 1986: 13).

Buna göre ilk olarak İngilizler 3 Kasım 1918’de Musul’u (Kocatürk, 1988: 2), Fransızlar 9 Kasım 1918’de İskenderun’u arkasından da Çukurova bölgesini ve Toros tünellerini işgal altına almışlardır (Tansel, 1991a: 45).

MAA hükümleri gereği İtilaf Devletleri 6-12 Kasım 1918’de Çanakkale Boğazı’na el koymuşlardır. 7 Kasım’da İstanbul’a ilk defa Murphy ve Chilton adında iki İngiliz subayı gelmiştir (Türk İstiklâl Harbi, 1962: 113; Tansel, 1991a: 57). Bundan sonra, 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan ve 4 Yunan savaş gemisinden oluşan İtilaf Devletleri donanması 13 Kasım 1918’de İstanbul önlerine gelmişlerdir (Türk İstiklâl Harbi, 1962: 117; Kocatürk, 1988: 7; Jaeschke, 1989: 4). İtilaf Devletleri, savaş gemilerini Dolmabahçe Sarayı açıklarına demirlemekle Padişah’ı baskı altına almış oluyorlardı.

Bu arada İngilizler Samsun ve Merzifon’a askeri birlikler göndererek buraları işgal etmeye başlamışlar daha sonra Urfa, Antep, Maraş illerine girmişlerdir (Kocatürk, 1988: 94). Fransızlar 11 Aralık 1918’de takviyeli bir piyade alayı ile Dörtyol kasabasını, 20 Aralık 1918 tarihine kadarda Adana ve Osmaniye sancaklarını işgal etmişlerdir (Tansel, 1991a: 50).

Çukurova bölgesinde Fransız Albayı Romieu’nun yönetimindeki Ermeni Lejyonu (Fransız piyade birliği; yabancılardan meydana gelen askerî birlik) (Doğan, 2005: 837; Akalın vd., 2005: 1304) ve Fransız kuvvetleriyle Türkler arasındaki mücadeleler, 9 Kasım 1918’de (Kocatürk, 1988: 6) İngilizlerin İskenderun’u işgal etmelerinden sonra başlamıştır. Bölgedeki olaylar üzerine Osmanlı Hükümeti’nin yaptığı şikâyetlere İngiliz Generali Allenby aldırmadığı gibi, üstelik daha önce Anadolu’dan göç eden 100.000 Ermeni’nin Türkiye’ye göç etmesini emretmiştir. Fransızların Çukurova’daki işgalleri sırasında Ermenilerle hareket etmelerinin sebepleri arasında: Kilikya’da kurulan “Ermeni Krallığı’nın hükümdarlarından bazıları Lusignanlar’a mensup olduklarından Fransızlar, Ermenileri kardeş olarak görmekte idiler. Nitekim 1920’lerde yapılan Ermeni propagandalarında Ermenistan için Doğunun Küçük Fransa’sı adı kullanılıyordu” (Türközü, 1995: 20). Şüphesiz bu

(32)

davranış Kilikya ve Güneydoğu Anadolu için büyük bir felaket olmuştur. Ermeni intikam alaylarının saldırıları Şubat 1919’da korkunç boyutlara ulaşmış ve bu nedenle söz konusu bölgelerde yaşayan halk, yerlerini terk etmeye mecbur kalmışlardır (Tansel, 1991b: 206).

Doğu Anadolu’da Elviye-i Selâse’yi Osmanlı Devleti kendi sınırları içerisinde kabul ederek, MAA görüşmelerinde, Kafkasya bölgesinin boşaltılması gündeminde ele almıştır. Osmanlı heyeti bu üç ilin “milletler arası bir anlaşma” ile Osmanlılara bırakıldığını hatta yapılan plebisitte (Devletler hukukunda bir ulusun hangi devlete bağlanacağıyla ilgili oylama) (Doğan, 2005; 1064; Akalın vd., 2005: 1616; Arda vd., 2003: 489) halkın Osmanlı idaresini istediğini savunmuşlar ve MAA’nın 11. maddesini bu yerlerin Türklerde kalacak şekilde düzenlenmesini sağlamışlardır. Ancak MAA’nın üzerinden on beş gün geçmeden İtilaf Devletleri Kars, Ardahan, Batum’un boşaltılmasını istemişlerdir (Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Kafkas Cephesi, 3. Ordu Harekâtı, 1993: 632; Gökdemir, 1989: 68-69). Bölgede bulunan 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın boşaltma işinde çokağır davranması, işgalin önlenmesinde yeterli olmamış ve Batum 24 Aralık 1918’de İngilizler tarafından işgal edilmiştir (Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Kafkas Cephesi, 3. Ordu Harekâtı, 1993: 634; Tansel, 1991a: 52).

Doğu Trakya’nın İtilaf Devletleri tarafından işgali, 6 Kasım 1918’de Bulgaristan’daki Fransız kuvvetlerinden ayrılan bir birliğin daha sonra gelecek Fransız askerlerine konak ve yiyecek sağlamak amacıyla gelişi ile başlamıştır. 9 Kasım 1918’den itibaren de Uzunköprü ve Sirkeci arasındaki demiryolu işletmesi Fransızlar tarafından kontrol altına alınmıştır (Tansel, 1991a: 58).

MAA’yla Doğu Anadolu’da Ermenilere bırakılması düşünülen altı ilde, karışıklık çıkarsa İtilaf Devletleri tarafından işgal edileceği belirtilmişti. Bu durum Ermenileri harekete geçirmiştir. 30 Kasım 1918’de İngiltere ve Fransa devletlerine başvurarak tam bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulmasını istemişlerdir. Ermeniler bu istekleri için Londra ve Paris’te destek aramışlardır. İstanbul’da bulunan Aharonyan ve Hadisyan, Ermeni Cumhuriyeti’nin temsilcisi Bogos Nubar Paşa, Ecmiyazin Katagikos’u VI. Kevork temsilci olarak Paris’e gitmişlerdir. Heyet başkanı Nubar, 30 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri’ne Ermenistan’ın tam bağımsızlığının tanınmasını ve bu bağımsızlığın, Avrupalı Devletlerin, Amerika’nın

(33)

ve Milletler Cemiyeti’nin himayesine alınması yönünde başvuruda bulunmuştur. Fransa Dışişleri Bakanı Picon’a ve öteki dışişleri bakanlarına gönderilen mektupta Nubar; General Allenby’nin zaferler kazanmasında büyük gayretler gösterdiklerini belirterek, Ermenilerin Alman ve Kafkas cephelerindeki hizmetlerini övmüştür. Ayrıca Anadolu’da toprak isteklerini şu şekilde ortaya koymuştur: “…hak ve adalet, ezilen milletlerin kurtarılması ilkeleri ile savaşan İtilaf Devletleri ve ABD’nin zaferi, kesinlikle altı ili ve Kilikya ile Maraş sancağını Türk boyunduruğundan kurtarmıştır…” (Cenik, 2005: 7). Ermeniler Doğu Anadolu’da kurdukları alaylarla, Türklere karşı zulüm ve katliamlarda bulunmuşlardır (Gürün, 2005: 278-304; Osmanlı Belgelerinde Ermeniler 1915-1920, 1994: 20; Binark, 2007: 19-62; Belgelerle Ermeni Sorunu, 1983: 365; Ercan, 2002: 61-63). Anadolu’da Ermenilerin besledikleri emeller ve işledikleri katliamlar karşısında Türklerden gerekli tepki gelmiş ve Doğu Anadolu MHC gerekli önlemleri almaya çalışmıştır.

MAA’ndan sonra, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri, mağlup devletlerle yapılacak barışın esaslarını saptamak üzere Paris’te Paris Barış Konferansı’nı toplamışlardır. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya devlet yada hükümet başkanlarıyla, dışişleri bakanlarından oluşan Onlar Konseyi’nin (Yalçın vd., 2000; 3) belirleyici rol oynadığı bu konferans 18 Ocak 1919’da ilk toplantısını yapmıştır. Konferansta öne çıkan konulardan birini Osmanlı topraklarından Yunanistan’a verilecek arazi sorunu oluşturmuştur (Kurat, 1986: 31). Çünkü Yunanistan’a verilmek istenen Batı Anadolu toprakları daha önce yapılan anlaşmalarla İtalyanlara vaat edilmiş bulunuyordu. Venizelos, Elen isteklerini içeren bir memorandumu (muhtıra) (Akalın vd., 2005: 1367; Doğan, 2005: 884) 30 Aralık 1918’de konferans sekreteryasına sunarken büyük emeller peşinde koştuğunu ortaya koymuştur. Venizelos, Bandırma’nın 25 km doğusundan çizdiği sınırı Fethiye’nin güneyinde Kalkan ilçesi yakınlarından Akdeniz’e kavuşturuyordu. Böylece Balıkesir, Aydın, Muğla, Yunan toprakları içerisinde değerlendiriliyordu (Kurat, 1986: 33). Konferansta, İngiltere ve Fransa kendi çıkarları doğrultusunda, ABD Başkanı Wilson kendi görüşleri yönünde Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini kararlaştırmışlardır. Başkan Wilson’un Batı Anadolu’daki Rumların, Türklerin boyunduruğundan kurtarıldıktan sonra İtalya’nın boyunduruğuna terk edilmemesi ve bu insanların yaşadığı Türk topraklarının Yunanistan’a bağlanması görüşünün (M.

(34)

Turan, 1999: 2) etkisiyle de konferanstan bu şekilde bir sonuç çıkması sürpriz olmamıştır.

İtalyanların bütün itirazlarına rağmen Batı Anadolu’nun Yunanlılara verilmesi, Yunan emelleri ve “Megalo İdeası” (Lewıs, 1993: 242; Ünal, 1998; 218) için büyük bir fırsat olmuştur. Yunanlıların Anadolu’daki Rumlarla birlikte başlatmış oldukları yıkıcı faaliyetler: Gizli teşkilatlar kurmak suretiyle isyanlar çıkarmak, Osmanlı tabiiyetindeki Rumları seferberlik ilan etmek suretiyle askere almak, eğitmek ve savaş alanlarına sevk etmek, İstanbul’da izci teşkilatları kurarak gençleri Yunan amaçları doğrultusunda yetiştirmek ve Anadolu’da bulunan tahkik ve tetkik heyetlerini yanıltmak (Atatürk, 2004: 1-2; M. Turan, 1999: 11) olarak sıralanabilir.

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Yunan işgalinin gerçekleşmesi için Paris’ten aldığı emir doğrultusunda İstanbul’dan İzmir’e gelmiştir. Amiral Calthorpe 17. Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa’yı ziyaretle İzmir istihkâmlarının İtilaf kuvvetleri tarafından işgal olunacağını bildirmiştir (Albayrak, 1998: 29-33). Aynı zamanda Anadolu’ya herhangi bir haberin sızmaması için 15 Mayıs sabahı telgrafhanenin İngilizler tarafından işgal edileceği yönünde bir nota vermiştir (Tansel, 1991a: 183).

İzmir’in işgal edileceği haberi halkta büyük heyecan yaratmış ve halkın harekete geçmesine sebep olmuştur. Kazım Özalp’ın işgal haberleri ile ilgili olarak şu sözleri o günkü atmosferi çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Bu kara haber herkes üzerinde yıldırım tesiri yaptı. Halk âdeta bir ölüm havası seziyormuş gibi heyecanlı idi. Karşılaşan bakışlar birbirinde destek arıyorlardı” (Özalp, 1988: 5). 14/15 Mayıs gecesi İzmir’de büyük bir toplantı yapılmış, toplantıya katılanlar tarafından Redd-i İlhak Heyeti Merkeziyesi oluşturulmuştur (Atatürk, 2004: 2; Albayrak, 1998: 51-52; Tansel, 1991a: 188; Kocatürk, 1988: 38). Kurulan Redd-i İlhak Heyeti bir bildiri yayınlayarak halkı işgale direnmeye çağırmış, aynı gece Maşatlık’ta büyük bir miting yapılmıştır (Sarıhan, 1993: 239; Özalp, 1988: 6; Tansel, 1991a: 187; Albayrak, 1998: 52).

15 Mayıs 1919’da Yunan müfrezelerinin İzmir’e çıkarma yapmasıyla İzmir’in işgali başlamış (Kocatürk, 1988: 38; A. Mumcu, 1988: 27; Omurtak vd., 1970: 54), işgal Anadolu’nun içlerine kadar kısa zamanda yayılmıştır. 18 Mayıs akşamına kadar İzmir-Urla’ya hâkim olan Yunanlılar, 26 Mayıs’ta Aydın ve

(35)

çevresini işgal etmişlerdir. Yerli Rumlarla beraber Yunanlılar, tüm Batı Anadolu’da tarihin hiçbir zaman unutamayacağı Yunan mezalimini sahneye koymuşlardır (Ayışığı, 2002: 776-789; Ural, 2002: 790-800).

“Yunanlılar işgal ettiği yerlerde halka yaptıkları zulümlerden sonra genellikle o yerleşim yerlerini yakmışlardır.” (Cenik, 2005: 9). Yunanlıların özel olarak yetiştirdikleri yakma yıkma birlikleri (Ayışığı, 2002: 777) Batı Anadolu’da yerleşim yerlerini tahrip etmişlerdir. İşgal altındaki yerlerde yaşayan halk, devlet görevlileri ile Heyet-i Milliye görevlileri; Dâhiliye Nezareti’ne (Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi, 1996a: 69), İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya yetkililerine gönderdikleri yazışmalarda işgallerin boyutu hakkında bilgi vermişler ve yardım istemişlerdir (Cenik, 2005: 9).

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali, olayların gelişimi ve sonuçları itibariyle dikkate alındığında bir takım gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki: Osmanlı Devleti, ordusu ve halkı işgal karşısında büyük bir gaflet ve acz içinde kalmış, bu işgal Yunanistan’ın hak iddiasında bulunduğu Batı Anadolu topraklarını ilhaka hiç de uygun olmadığını göstermiş ve Milli Mücadele’nin gerçek cephesi ile birlikte savaşılacak asıl düşmanı da tayin etmiştir (Selek, 2004: 237-241).

İşgallerin Batı Anadolu’da devam ettiği sırada Cebelibereket ve çevresine bakıldığında; Cebelibereket, Adana Vilayeti’ne bağlı bir sancak konumundadır. Cebelibereket Sancağı’nın merkez kazası dışında, sancağa Payas, Osmaniye, İslâhiye, Hassa ve Bulanık (Bahçe İlçesi) kazaları da eklenmiş, sancak kuzeyden Ceyhan nehri ve Kozan Sancağı’na, doğudan Halep Vilayeti’ne, güneyden İskenderun Körfezi ve batıdan Adana Sancağı’na kadar olan alana yayılmıştı (Halaçoğlu, 1993: 185-186). 1890 yılı itibariyle Cebelibereket Sancağı’nın tamamında toplam 48.173 Müslüman ve 7.285 Hıristiyan yaşıyordu (Halaçoğlu, 1993: 185-186). 1908’de merkezi Yarpuz’dan Osmaniye’ye nakledilen Cebelibereket Sancağı’nda nüfusun büyük çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmaktaydı. Şehirde, geçmiş dönemlerde Hıristiyan nüfus içinde yer alan Ermenilerin yer yer taşkınlıklarına maruz kalınmıştı (Mehmet Asaf, 2002: K. Çelik, 1999: 18). Cebelibereket Sancağı’nda, “Dörtyol, Saimbeyli (Haçin) ve Kozan (Sis)’daki kadar fazla Ermeni nüfus yoktu. Ayrıca, Osmaniye’deki Ermenilerin büyük kısmı da, Türkiye’de yaşayan diğer Ermeniler gibi, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı

(36)

Devleti’ne karşı hareketlerinden dolayı, Suriye ve Lübnan’a tehcire tâbi tutulmuşlardı” (K. Çelik, 1999: 66). “Mondros Mütarekesi’ni takiben, Osmaniye ve çevresinden göç etmiş olan Ermeniler, Osmaniye’ye geri döndüler. Göçe tâbi tutularak uzaklaştırılmış olmanın intikamını almak gayesiyle, Fransız işgal kuvvetlerinin desteğinde silâhlanarak, Türklere zulüm ve işkence etmeye başladılar. Hatta bu Ermenilerden bir kısmı Fransız üniforması giymiş ve Fransız askerî teşkilâtına katılmışlardı. Böylece, Fransız kisvesi altındaki, bu Ermenilerden bin kişilik bir kuvvet, yine Fransızlar tarafından Osmaniye, Bahçe ve Haruniye’ye yerleştirilmişti (Türk İstiklâl Harbi Güney Cephesi, 1966: 47; K. Çelik, 1999: 66).

Çukurova ve Cebelibereket Sancağı’nda, Yıldırım Orduları Grubu Komutanı Mustafa Kemal’in bütün çabalarına rağmen (Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, 1991: 14-23), İngiliz-Fransız ortak askeri harekâtı 1918 yılının Aralık ayında başlamıştı (Selek, 2004: 331). 25 Aralık Çarşamba günü Fransızlar Cebelibereket (Osmaniye) ilçesini işgal ettiler (Sarıhan, 1993: 72). İngilizler ve Fransızların aralarında yaptıkları antlaşmalar gereği, Çukurova’nın askeri idaresi İngilizlere, mülki idaresi de Fransızlara aitti (Hatipoğlu, 2001: 38). Bölge halkı bu işgaller karşısında harekete geçmiş yer yer direniş çeteleri kurmuştu. Halkın harekete geçmesinde bölgeye Fransızlar tarafından getirilen Ermenilerin önceden olduğu gibi taşkınlık yapmasından çekinmeleri etkili olmuştu (Hatipoğlu, 2001: 38).

Böylelikle ülkenin diğer bölgelerinde olduğu gibi MAA’nın 7. maddesine dayanarak, “16-21 Aralık 1918 tarihlerinde Fransız ve Ermeni gönüllüleri, Albay Remieu kumandasında Adana’ya girdiler. Bundan sonra işgalciler, 27 Aralık 1918 tarihinde Pozantı’yı da işgal ederek, Çukurova’yı tamamen denetimleri altına almışlardı.” (Hatipoğlu, 2001: 38). Sonuç olarak; İtilaf Devletleri’nin MAA’nın 7. maddesine dayanarak, yer yer ülke topraklarını işgale başlaması, I. Dünya Savaşı’nda bizimle savaşmayan Yunanlılara İzmir ve çevresini işgal izni vermeleri artık Anadolu’nun parçalanacağı ve Türk insanın bağımsızlık ve egemenlik haklarının elinden alınacağını kesinlikle gösteriyordu. Dünya tarihi açısından önemli olan boğazlar ve çevresinin İtilaf Devletleri ortak denetimine girmesi, ABD Başkanı Wilson’un teşebbüsleri ve MAA’nın 24. maddesine göre Doğu Anadolu’da bir Ermenistan yaratma hazırlıkları, Karadeniz Bölgesi’nde Rum çeteleri tarafından Pontus Devleti’ni kurma planlarının uygulanmaya başlaması, Türk milletini harekete

(37)

geçirerek ve işgallere karşı silahlı, kongreler ve cemiyetler aracılığıyla karşı koymaya itecektir.

Tabi ki, yukarıdaki gelişmeler MAA’nı imzalarken iyi niyet taşıyan Osmanlı yöneticilerini perişan etmişti. Osmanlı Devleti fiilen çökmüş, hukuken varlığını devam ettirmekte idi. Başkentte padişah ve onun imzasıyla gelen hükümetler İtilaf Devletleri’nin arzu ve isteklerine boyun eğmekte, her olumsuz gelişmeleri İTC’ne yüklemekteydiler. Bu dönem de Osmanlı Hükümeti’nin başında bulunan HİF (Tunaya, 1995: 447-456) işgallere çözüm getiremezken, ülkenin durumu ve insanları perişan haldeydi. Bu zaman da “Osmanlı Devleti’nde bu olayların cereyan ettiği sıralarda Mustafa Kemal Paşa’nın, Osmanlı Devleti’ni yeniden güçlendirme yoluna gitmektense, yeni bir devlet kurma yolunda kararını verdiği ve bunu gerçekleştirecek, başarıya ulaştıracak çabaların içine girdiğini görmekteyiz. İşgaller Anadolu halkını da istiklal ve hürriyetten yoksun bir şekilde kendi kaderiyle baş başa bırakmış, bu durum Türk milletini kendi varlığını korumaya yöneltmiştir.” (Cenik, 2005: 10). Böylece ülkenin içinde bulunduğu kötü durum Anadolu’da Türk insanını tek bir amaca doğru sürüklemiş ve Mustafa Kemal’in önderliğinde tam bir dayanışma sağlanarak bağımsızlık mücadelesine girişilmiştir. Bu bağımsızlık mücadelesinde Türk insanı O’nun önderliğinden faydalanmış ve ona göre hareket etmiştir.

1. 2. 2. Mondros Ateşkes Antlaşması’nın Uygulanması ve Tepkiler

İtilaf Devletleri, Çanakkale Cephesini açarak doğuda en büyük müttefiklerinden biri olan Ruslara yardım edecekler ve onlarında buğdayından faydalanacaklardı. Aynı zamanda bu cephe ile Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakacaklardı. 18 Mart 1915’te eşine az rastlanan bir mukavemetle karşılaşan İtilaf kuvvetleri büyük bir hezimete uğramışlardı. Bu hezimetleri sonucu müttefikleri Ruslara yardım götürememişlerdi. Bu olaydan sonra zor durumda kalan Rusya’da Ekim 1917’de Bolşevik İhtilali (Carr, 1989; Carr, 1998; Monteil, 1992: 34-37; Anweıler, 1990: 142-280) olmuş ve Rusya Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilmişti. Çarlık yönetiminin yıkılması ile başa geçen Rusya’nın yeni yönetimi, Çarlık döneminde yapılan gizli antlaşmaların hepsini açıklamıştı. Böylece Türk milleti toprakları üzerinde, İtilaf Devletleri’nin Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra

(38)

uygulamaya koyacakları paylaşma planlarını öğrenmişti (A. Mumcu, 1988: 28). MAA’nın imzalanması esnasında, delegelerin başı olan Rauf Bey (Orbay) başta olmak üzere diğer Osmanlı delegeleri, devletin parçalanmasına yol açacak olan antlaşmanın 7. maddesini kabul etmemek için çok direnmişler fakat İngilizlerin ısrarı ve baskısı ile zorla bu maddenin antlaşma metnine girmesine razı olmuşlardır (A. Mumcu, 1988: 28). MAA’nın 7. maddesi ise; “Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi sevkülceyş noktasını işgal hakkını haiz olacaklardır” (Bayur, 1991: 744; Karal, 1996: 560; Kırzıoğlu, 1977: 14; Selek, 2004: 46; Eroğlu, 1990: 87) şeklindeydi. Osmanlı delegelerinin bu maddeye karşı gösterdikleri tepkiler karşısında İngilizler bu maddenin kötü amaçlar için kullanılmayacağını sadece gerekli gördükleri zamanlarda, Osmanlı Hükümetinin de iznini alarak uygulamaya koyacakları güvencesini vermişlerdi. Maalesef büyük bir gaflet içinde olan Osmanlı delegeleri, İngilizlerin oyununa gelmişler ve bu güvenceye inanmışlardı (A. Mumcu, 1988: 28-29).

İşgaller, 1 Kasım 1918 tarihi ile başlamıştı. Bu işgallere bir de Yunanlıların İzmir’e asker çıkartıp işgal etmesi eklenince, İtilaf Devletleri’nin Anadolu’yu parçalayacakları MAA’nın 7. maddesindeki kötü amaçları ile ortaya çıkmıştı. Bunun sonucu İstanbul’daki halk ve aydınların, yönetimdekiler ile arası açılmıştı. Ülkeyi bu durumdan kurtaracak yeni çözüm yolları aranmaya başlanmıştı. Ülke içinde işgallere karşı aniden bir kıpırdanma meydana gelmişti. Ülke yavaş yavaş elden gitmeye başladığı için milleti büyük bir heyecan ve öfke sarmıştı. Yinede ülkede İzmir’in işgali azınlık statüsündekiler için mutluluk verici bir gelişme idi. “Böylece bu işgalin doğurduğu çeşitli tepkiler, kurtulma yolunu açacak olan ihtilâlci kadroyu oluşturmada önemli etkiler yapmıştır.” (A. Mumcu, 1988: 29).

1. 2. 2. 1. Olumsuz Tepkiler

18. yüzyılın sonuna doğru Fransa’da meydana gelen ve gelecekte tüm dünyayı etkileyecek olan ihtilalin yaydığı milliyetçilik fikri Osmanlı Devleti’ni olumsuz etkilemişti. Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik duyguları ilk kez Osmanlı dışına eğitim için giden azınlık çocuklarında bağımsızlığın kazanılması düşüncesini ortaya çıkarmıştı. Hâlbuki tüm Avrupa devletlerine göre Osmanlı Devleti azınlıklarına baskı yapmayan, onlara hukuk, eğitim, ekonomik ve din

Referanslar

Benzer Belgeler

— Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli ve 14 arkadaşının, yurt dışında çalışan işçilerimizin, yurt dışında ve yurt içinde karşılaştıkları idarî, malî, ekonomik,

— Konya Milletvekili Necmettin Erbakan ve 21 arkadaşının, Türkiye'de devlet ve millet hayatındaki israfı önleyerek, bütçe açıklarını kapatmak için alınacak tedbirleri

ibaresi "Cumhurbaşkanına” şeklinde değiştirilmiştir. Ç) 108 inci maddesinin birinci fıkrasına "inceleme,” ibaresinden önce gelmek üzere "idari

Vatan savunması için şehit olanların geride bıraktığı ailelerine yardım için Meclis-i Mebusan tarafından yapılan çalışmalar, Milli Mücadele döneminde Büyük Millet

— Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Hava Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı

Mevcut yasal düzenleme ile iş kazaları sonucunda yaşamını yitiren tüm vatandaşlarımızın geride kalan ailelerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için,

TİCARET BAKANLIĞI TÜKETİCİNİN KORUNMASI VE PİYASA GÖZETİMİ GENEL MÜDÜR YARDIMCISI BAYRAM UZUNOĞLAN – Dilekçe Alt Komisyonu olarak tüketicinin

"EK MADDE 18- 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 53 üncü maddesinde yer alan soruşturma usulüne tabi olanlar hariç olmak üzere, kamu veya özel sağlık kurum ve