* Makalenin Geliş Tarihi: 28.10.2018, Kabul Tarihi: 02.12.2018. DOI: 10.31624/tkhbvd.2018.29 ** Dr.Araş.Gör, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, ayse.camkara@gmail.com, ORCID ID: https://orcid.org/0000-0002-1880-3720
HABİBZÂDE RODOSLU AHMET KEMAL (1889-1966)
Ayşe ÇAMKARA ERGİNER
**Öz
Bu çalışmada soyadı kanunun kabul edilmesinden sonra “Ahmet Kemal İlkul” olarak anılmaya baş-lanan, “edebiyatçı” kimliğinden çok özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisindeki faaliyetleriyle ön plana çıkan Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal’in (1889-1966) “Sultan Cem Yâhud Tâli‘siz Şeh-zâde” adlı tiyatro eseri üzerinde durulacaktır. Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Rodos’tan İstanbul’a yerleşmiş, İstanbul’da öğretmenlik yaptığı sırada fikirlerine henüz Rodos’ta iken aşina olduğu ve yakınlık duyduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarıyla bir araya gelmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eğitim öğretim kurumlarında, yayın organlarında görev yapan Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal, bizzat Talat Paşa ve Ziya Gökalp tarafından Doğu Türkistan’daki Türkler arasında eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmek ve Türklük bilincinin oluş-masına ve gelişmesine katkı sağlamak üzere görevlendirilmiştir.
Yazarın şimdiye kadar bilinen dokuz eseri bulunmaktadır. “Sultan Cem Yâhud Tâli‘siz Şehzâde” adlı eseri ise edebiyat tarihlerinde yer almamaktadır. Bu eser, 1328 (1910/1911) yılında kaleme alınmış olup 40 yapraktır. Eser, basılmamış olup, tek yazma nüshası Milli Kütüphane Yazmalar Koleksi-yonu 06 Mil Yz. A. 8676 numarada kayıtlıdır. Eser, Sultan Cem’in, babası Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra tahta geçen ağabeyi II. Bayezid ile giriştiği taht mücadelesine ve bu yolda çektiği “sıkıntı”lara odaklanmaktadır. Bu çalışmada öncelikle Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal ve eserle-rinden söz edilecek, daha sonra da “Sultan Cem Yâhud Tâli‘siz Şehzâde” adlı eserinin incelemesi yapılacaktır. Çalışmanın sonunda eserin çeviri yazımına yer verilecektir. Böylelikle hem Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal’in edebiyatçı kimliğini vurgulamak hem de edebiyat tarihlerindeki bir boşlu-ğu doldurmak amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal, Cem Sultan, tiyatro Abstract
This study aims to investigate the theater work titled “Sultan Cem or the Unlucky Prince” by Habib-zâde Rodoslu Ahmet Kemal (1889-1966), who stood out with his activities at the Committee for Union and Progress rather than his literary identity, and who started to be called as “Ahmet Kemal İlkul” after the acceptance of the surname law. Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal moved from the island of Rhodes to Istanbul after the announcement of the Second Constitutional Monarchy. He came together with the members of the Committee for Union and Progress, the ideas of which he was familiar and of which he felt closeness while he was still on the island of Rhodes during the period when he was a teacher in Istanbul. Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal worked in the educational institutions and publication organs of the Committee for Union and Progress and he was personally given the duty to carry out the educational activities among the Turks in Eastern Turkistan and to provide contributions to the formation and development of the awareness of being Turkish by Talat Pasha and Ziya Gökalp. Heretofore, there are nine works of the author that are known and have been
found. Whereas, the work titled “Sultan Cem or the Unlucky Prince” is not included in the records of literature. This work was written in 1328 (1910/1911) and has 40 leaves. The work was not printed, and the only handwritten manuscript copy is registered at 06 Mil Yz. A. No. 8676 of the Handwritten Manuscript Collection at the National Library. The work focuses on Cem Sultan’ struggles for the throne with his older brother Bayezid II, who ascended the throne after the death of their father Sultan Mehmet the Conqueror and the “difficulties” he suffered on this course. First, in the present study, Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal and his works are mentioned and then later a careful examination of the work titled “Sultan Cem or the Unlucky Prince” will be carried out. At the end of the study, the work will be converted into the Latin alphabet. In this manner, it is aimed both to emphasize the literary identity of Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal and to fill a gap in the literature history.
Keywords: Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal, Sultan Cem, theater
1. Giriş: Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal Kimdir?
Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal ya da soyadı kanunun kabulünden sonraki
şekliyle Ahmet Kemal İlkul, iyi bilinen bir yazar olmadığı için eserinin incelemesine
geçmeden önce onunla ilgili bazı bilgilerin verilmesi yerinde olacaktır. Nitekim bu
bilgiler, yalnızca Ahmet Kemal’in kimliğinin ortaya konulması açısından değil, onun
yaşadığı dönemin siyasi-kültürel-edebi bağlamının belirli bir kesitinin, sınırlı olsa da,
aydınlatılması açısından önemlidir.
Bugün Ahmet Kemal hakkında bilinenler çoğunlukla yazarın kendi eserlerine
dayanmaktadır. Yazar, 1912 yılında kaleme aldığı ancak 1962 yılında yayımladığı Bir
Yetimin Hayatı başlıklı kitabında, çocukluk yıllarından İstanbul’a gelinceye
kadar-ki yaşamından bahseder. İstanbul’a geldikten sonrakadar-ki yaşamına ilişkadar-kin bilgileri ise
onun Doğu Türkistan ve Çin’de yaşadıklarını konu edindiği, seyahatname veya
hatı-rat türünde değerlendirilebilecek, kitaplarından edinmek mümkündür. Yazarın kendisi
tarafından farklı zamanlarda ayrı kitaplar halinde yayımlanan bu eserler, Yusuf
Ge-dikli tarafından bir araya getirilerek 1996 yılında Çin-Türkistan Hâtıraları Şanghay
Hâtıraları adı altında yayımlanmıştır.
Habibzâde Rodoslu Ahmet Kemal, adından da anlaşılabileceği üzere,
Ro-dosludur. Yusuf Gedikli, yazarın hatırlarından yola çıkarak yaptığı bir hesaplamayla
Ahmet Kemal’in doğum tarihini 1889 olarak tespit etmiştir (İlkul, 1996: 9). Yazarın
Bir Yetimin Hayatı adlı eserinden edinilen bilgilere göre, Ahmet Kemal, babası Yusuf
Bey’in işleri dolayısıyla iki yaşındayken ailesiyle birlikle Köyceğiz, Dalyan’a
yer-leşmiştir. Beş yaşındayken babasını kaybetmiş ve babasının ölümünden iki yıl sonra
da ailesiyle birlikte Rodos’a dönmek zorunda kalmıştır (13-17). Yedi yaşında, Ahmet
Mithat Efendi’nin Rodos’ta sürgünde iken kurduğu Medrese-i Süleymaniye’ye
kay-dolmuş, ilk ve orta öğrenimini Rodos’ta tamamlamıştır.
Ahmet Kemal’in öğrenim yılları istibdat döneminin son yıllarına denk
gelmek-tedir ve bu dönemde Rodos’taki kültürel ortam, onun “hürriyetperver”/ “meşrutiyetçi”
kimliğinin oluşmasında etkili olmuş olmalıdır. Nitekim Ahmet Kemal’in hatıralarında
söz ettiğine göre, bu dönemde istibdat yönetimine karşı olan pek çok kişi Rodos’ta
sürgün olarak bulunmaktadır ve ağabeyi Süleyman Fuat Efendi, bu kişilerle yakın
iliş-kiler içerisindedir: “O sıralarda istibdat devri olduğundan Rodos bir menfa adası idi,
memleketin münevver ve mefkûreli mümtaz şahsiyetleri türlü bahanelerle Rodos’a
nef[ye]diliyor, orada hayat ve faaliyetler âtıl kalıyor ve vücutları çürüyordu. Bu
ha-miyetli insanlar vakit geçirmek için Rodos’ta kendilerine gizli ve aşikâr çalışma
im-kânları arıyorlardı. Ahmet’in ağabey[i] Süleyman Fuat Efendi bu münevver zevat ile
temas ediyor onlara elinden gelen maddi ve manevi yardımlarını esirgemiyordu” (22).
Ahmet Kemal, ağabeyinin arkadaşlık ilişkisi kurduğu iki sürgün olan
Vicda-ni Bey ve Tevfik Bey’den özel dersler alır, bu arada onların istibdat karşıtı
fikirle-rinden etkilenir; etkilenmekle de kalmaz eyleme geçer. Bir Yetimin Hayatı kitabında
söz ettiğine göre, Vicdani ve Tevfik Beyler, “muzır addedilen” evrak ve kitaplarını
Ahmet Kemal aracılığıyla postadan aldırmışlar ve onun aracılığıyla halka
dağıtmış-lardır; yine kendilerinin istibdat yönetimine ilişkin “olumsuz” düşüncelerini,
mek-tepteki arkadaşlarıyla paylaşması yönünde Ahmet Kemal’e talimatlar vermişlerdir
(23). Ahmet Kemal’in “hürriyetperver” düşünce ve eylemleri, ağabeyi Süleyman
Efendi’nin Rodos’ta “Tefeyyüz Kütüphanesi” adlı kitabevini açmasıyla daha da hız
kazanmıştır. Nitekim Ahmet Kemal, o dönemde yasaklı olan pek çok kitap, gazete
ve dergiyi bu kitabevi sayesinde okuma imkânı bulur; yine istibdat karşıtı kişilerle
bir arada bulunma olanağı elde eder. Denilebilir ki bu kitabevi, dönemin Rodos’unda
istibdat karşıtı kişileri bir araya getirme işlevi görmüştür: “Burada bir taraftan mektep
kitapları satılıyordu, diğer taraftan memleketin münevver genç zümresi bu
kütüpha-nede toplanıyorlar ve vatani görüşmeler yapıyorlardı. Bu kütüphane başlı başına bir
mütalaahane ve konferans salonu haline gelmişti. Rodos’a sürgün edilmiş,
istibda-tın kahr ve zulmuna uğramış münevver vatanperverler ve idadi mektebi muallimleri,
talebeler hep bu salonda toplanıyorlar, vatanî hasbıhallerle tenevvür ediyorlardı. […]
[B]u kütüphanede istibdat idaresi tarafından satışı men edilmiş kitaplar, gazeteler de
bulunduruluyordu. Namık Kemal merhumun bütün eserleri, o zaman Mısır’da
çıkarı-lan İttihat ve Terakki, Şura gazeteleri hep Ahmet’te bulunur ve bu kütüphaneye devam
eden itimatlı müşterileri satılır ve tevzi edilirdi” (24).
Bu sırada Ahmet Kemal adliyede çalışmaya başlar; bir yandan da
kitabevinde-ki faaliyetlerini sürdürür. İkitabevinde-ki yıl adliyede çalıştıktan sonra, Sümbekitabevinde-ki adasında
öğret-menlik yapmaya başlar (25). Hatıralarında, zamanında kendisine özel dersler veren
Vicdani Bey’in yabancı bir memlekete kaçtığını öğrendikten sonra, kendisinde de bir
“kaçış” fikrinin doğduğunu, hatta bu fikrin “kalbinde bir kara sevda gibi hüküm
sür-meğe başla[dığını]” (İlkul, 1962: 26) ifade etmektedir. Ancak kaçma planları yaptığı
sırada II. Meşrutiyet ilan edilir ve Ahmet Kemal hemen Rodos’a döner (28). Ahmet
Kemal’in belirttiğine göre, II. Meşrutiyet’in ilanı Rodos’ta büyük bir coşkuyla
karşı-lanmıştır; kendisi de bu coşkuyu paylaşmaktadır (29). Meşrutiyetin ilanından bir süre
sonra Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bey, Rodos’a vali olarak atanır (28). Ahmet
Kemal de terfi ettirilerek “başmuallim” olarak önce Kalimnos adasına; altı ay
sonra-sında da Meis adasına gönderilir (29-31).
Ahmet Kemal’in yazarlık faaliyetleri, Meis adasında görev yaptığı sırada başlar.
İlk olarak Meis adasının tarihiyle ilgili bir eser hazırlar; eserin beğenilmesi üzerine
bunu genişleterek yeniden yayımlar (33). Bu sırada İzmir’de çıkmakta olan Âhenk
gazetesinde “Adalar Mektubu” başlığı altında yazıları yayımlanır (33). Meis adasında
bir yıl görev yaptıktan sonra yaz tatili için İstanbul’a gelir. İstanbul’da bulunduğu süre
içerisinde İstanbul’daki Tefeyyüz Kütüphanesi’ne gider ve kitabevinin sahibi Parsih
Efendi sayesinde Hüseyin Hıfzı, Ahmet Rasim, Şahabettin Süleyman, Baha Tevfik
gibi dönemin önemli isimleriyle tanışma imkânı bulur (35). Rodos’a, İstanbul’a
yer-leşme düşüncesiyle döner ve ağabeyini bu yönde ikna eder (37). Önce Süleyman Fuat
Bey, taşınma için gereken hazırlıkları yapmak için İstanbul’a hareket eder; Ahmet
Kemal ise Meis’e döner (37). Ancak İtalyanların Trablusgarp’ı işgal etmesi üzerine
gizlice Meis’ten ayrılıp İstanbul’a gelir (38-40).
Ahmet Kemal İstanbul’a geldikten sonra Maarif Nezareti tarafından
düzenle-nen sınavda başarı sağlayarak öğretmenlik yapmaya hak kazanır ve Aksaray’daki
Rehber-i İttihad-ı Osmani Mektebi’nde çalışmaya başlar (İlkul, 1996: 54-57). Ahmet
Kemal, öğretmenliğin yanı sıra yayın faaliyetlerini sürdürür; hatırlarında bahsettiğine
göre Mektepli gazetesine şiirler yazar, Âfitab isimli bir risale çıkarır (İlkul, 1996: 58).
Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organlarından biri olan Hak
gazetesin-de çalışmaya başlar (58). Hak gazetesingazetesin-deki faaliyetleri dolayısıyla İttihat ve Terakki
mensuplarıyla ve yöneticileriyle yakın ilişkiler kurar; bizzat Ziya Gökalp tarafından
Hilal-i Osmâni gazetesine yazı işleri müdürü olarak atanır (59). Gazetedeki işlerinin
yoğunluğu nedeniyle öğretmenliğe bir süre ara verirse de çok geçmeden İttihat ve
Terakki Cemiyeti tarafından idare edilmekte olup, cemiyetin amaçları doğrultusunda
eğitim faaliyetlerini sürdüren Beşiktaş İttihat ve Terakki Mektebi’nde öğretmenlik
yapmaya başlar (60). Bu okulda gösterdiği yararlılıklardan ötürü cemiyet içerisindeki
konumunu pekiştirir: “Gün geçtikçe nüfuzlu ve maruf zevat ile temasım artıyor ve
Rodoslu Ahmet Kemal diye bir çok nazik meclislerde ismim anılıyordu. En nazik
ve hüsranlı zamanlarda mensup olduğum cemiyete karşı gösterdiğim sadakat ve
fe-dakârlık dolayısıyla vaktin dahiliye nazırı Talat Beyin hususi sevgi ve itimadını da
ka-zanmıştım. Bu saikle beni cemiyetin en mahrem işlerinde kullanmaya başlamışlardı”
(62). Nitekim 1914 yılında Ahmet Kemal, bizzat Talat Paşa ve Ziya Gökalp tarafından
Doğu Türkistan’daki Türkler arasında eğitim faaliyetleri yürütmek, oradaki Türklük
şuurunun gelişimine katkı sağlamak üzere görevlendirilir
1(65-66). Yaklaşık altı yıl
boyunca Doğu Türkistan ve Çin’de kalır; bu süre içerisinde eğitim alanında faaliyet
gösterir; ancak çeşitli sebeplerle pek çok kez bu faaliyetleri kesintiye uğrar; hatta
sürgün ve hapis gibi olumsuzluklar yaşar. Çin’de bulunan Hollanda konsolosunun
gayretleriyle 1920 yılında İstanbul’a döner (392). Ahmet Kemal’in İstanbul’a
dön-dükten sonraki yaşantısı hakkında yeterince bilgi edinilemedi.
2. Eserleri
Yusuf Gedikli, Ahmet Kemal’in dokuz tane basılı eserini tespit edebilmiştir:
Mufassal Meis Ceziresi Tarihi (1327), Milli Kıraat (1331), Öc Duyguları (1331),
Vatan Yavrularına Ninni
2(1331), İsporad Adaları ve Tarihçesi (1331), Çin-Türkistan
Hatıraları (1341), Şanghay Hatıraları (1939), Türkistan ve Çin Yollarında
Unutulma-yan Hatıralar (1955), Bir Yetimin Hayatı (1939).
Yapılan taramalar sırasında Ahmed Kemal’in bilinen bu eserleri ile “Sultan
Cem Yâhud Tâli‘siz Şehzâde”(1328) adlı tiyatro metni dışında, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda, Mebde-i Ahlak (1328-1330) adlı ders kitabı
mahi-yetinde ahlaki öğütler içeren bir eseri tespit edilmiştir. Yine Türkistan’da öğretmenlik
yaptığı sırada basılan Elifbâ-yı Türkî (1333) adlı bir ders kitabı daha bulunmaktadır.
Atatürk Kitaplığı’nda Ahmet Kemal’in eserleri hakkında 1327 tarihli tek sayfalık el
yazısı bir fiş tespit edilmiştir (bkz. EK 3). Bu fişte Ahmet Kemal’in yukarıda adı geçen
İsporad Adaları ve Tarihçesi, Öc Duyguları, Çin Türkistan Hatıraları, Mufassal Meis
Ceziresi Tarihi, Milli Kıraat eserleri dışında “Ninni”, “Sultan Cem”, “Kanlı
Hatıra-lardan Bikes Aile”, “Ahlak”, “Melek” adları kaydedilmiştir
3. Aynı fişte “Basılacak
Olanlar” notu altında ise şu eser adları verilmektedir: “Türk Bayrağı”, “Kanlı Çöl”,
“Sükût Hatıraları”, “Yurdumuzun Hakkı”, “Anadolu Hatıraları”, “Fransa’da Kadınlar
Saltanatı” (?). Ancak yapılan taramalar sırasında bu eserlere ulaşılamamıştır.
Hatıralarından edinilen bilgilere göre Ahmet Kemal, Doğu Türkistan’da
öğret-menlik yaptığı sırada “Cahil Peder Katil Oğul” adlı bir tiyatro eseri kaleme almış ve
bu eseri sahnelemiştir (İlkul, 1996: 106).
3. “Sultan Cem Yâhud Tâli‘siz Şehzâde”
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra tiyatro türüne duyulan ilgi artmış; hem yazılan
eserlerin sayısı hem de bunların sahnelenmesi önemli bir artış göstermiştir. Metin
And’ın ifadesiyle II. Meşrutiyet sonrası dönemde “tiyatroya bu düşkünlük salgın gibi
yayılmıştı[r]” (And, 2017:115). And’ın belirttiğine göre, bu tiyatro faaliyetlerinin
içe-risinde tarihi dramlar önemli bir yer tutmuş olup, Osmanlı padişahları, önemli tarihi
kişiler, İstanbul’un alınışı gibi önemli tarihi olaylar sıkça işlenmiştir (146).
Dolayısıy-la Osmanlı tarihinin önemli hâdiselerinden birini konu aDolayısıy-lan Ahmet Kemal’in eserini
bu bağlam içerisinde düşünmek yerinde olacaktır
4. Eserde, Fatih Sultan Mehmet’in
ölümünden sonra tahta geçen II. Bayezid ile taht mücadelesine girişen Cem Sultan’ın
başından geçen olaylar anlatılmaktadır.
Eser, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nda 06 Mil Yz. A. 8676
numara-da kayıtlıdır. Eser 1328 tarihli olup, rika yazı ile çizgili deftere yazılmıştır. Sayfalar
numaralandırılmıştır; bu numaralandırma 5 ile başlayıp kırk 44’te son bulur. Eserin
kapağının iç kısmında metinde geçen şahısların isimleri yer almaktadır. Altı perdeden
oluşan eserin her perdesi kendi içinde “Meclis”, “Sahne”, “Tablo” gibi alt başlıklarla
bölümlere ayrılmıştır.
3.1. Birinci Perde
“Birinci Perde”, Fatih Sultan Mehmet’in cenaze töreninin anlatımıyla
başla-maktadır. Böylelikle başka bilgi vermeye gerek duyulmadan, eserde yer alacak
olay-ların zemini hazırlanmış olur. Buna göre, Fatih Sultan Mehmet vefat etmiş; Sultan
Bayezid, İstanbul’a gelerek tahta çıkmıştır. Sultan Bayezid’in tahta çıkması ile iki
kardeş arasında taht mücadelesi başlayacaktır.
“Birinci Perde”nin ilk bölümünde cenaze töreninin arından Sultan Bayezid,
Si-nan Mustafa Paşa ve İshak Paşa ile toplantı hâlindedir. Bu toplantıda Sultan Bayezid,
önemli başarılar kazanarak, Fatih Sultan Mehmet’in oğlu olduğunu ispat etmek
iste-diğini; ancak kardeşi Cem’in saltanat “hırsının” onu korkuttuğunu dile getirir. Sultan
Bayezid, “kardeşine bile” boyun eğdiremeyen bir padişahın içine düşeceği
“acziyet”-ten korkmaktadır.
Toplantı sırasında Cem Sultan’ın bazı Türkmen grupların da desteğini alarak
Konya’dan Bursa’ya hareket ettiği haberi ulaşır. Bu gelişmenin ardından Sultan
Ba-yezid, sadrazamı ilan ettiği Sinan Mustafa Paşa’dan gereken tedbirleri almasını ister.
Bayezid’in önceliği, kardeşini “sulh” yoluyla ikna etmektir. Ancak Mustafa Paşa, “bir
harîs-i saltanata sulh değil, silah lâzımdır” (2) diyerek, Sultan Cem’in üzerine asker
yollamanın daha uygun olacağını ifade eder. Ancak Bayezid’in önceliği barıştır;
sal-tanatına boyun eğmesi durumunda kardeşine maaş bağlayacağını ve ailesiyle birlikte
Mısır, Kudüs, Şam veya Medine’de güven içinde yaşamasına izin vereceğini belirtir.
Ayas Paşa, Sultan Bayezid’in kararını Cem Sultan’a iletmekle görevlendirilir.
Bu bölümde Ayas Paşa’nın bu görevlendirme karşısındaki tutumu dikkate değerdir.
Eserde Ayas Paşa önce “[b]u saltanat davalarından dökülen kanların ve söndürülen
hânmânların hadd ü hesâbı yarın huzûr-ı âdilde suâl olununca bilmem bu sultanlar
nasıl bir cevâb-ı meşrûh verecekler? Beş günlük hayatın tantana ve debdebesine
mağluben icra edilen bu cinâyet lekelerini bilmem hangi eller temizleyecektir!” (7)
şeklindeki sözleriyle saltanat hırsına kapılarak kan dökmenin yanlışlığını vurgular.
Ancak bu sözlerin hemen ardından da yaptığı tüm hizmetlere karşılık padişahın
ken-disine değil de Sinan Mustafa Paşa’ya teveccüh göstermesinden yakınır; Sultan Cem
karşısında elde edeceği zaferin ona sadrazamlık mührünü getireceği hayaliyle yola
çıkar. Böylece Ayas Paşa’nın sadrazam olma hırsına kapıldığını ve bir anlamda kendi
düşünceleriyle çeliştiğini söylemek mümkündür.
Eserin bundan sonraki bölümünde, Cem Sultan’ın içinde bulunduğu durumun
anlatımına geçilir. Ayas Paşa’nın yaptığı hazırlıklardan haberdar olduğu anlaşılan
Cem Sultan, Bursa yakınlarında bir köyde, yaklaşık yirmi bin kişilik ordusuyla savaşa
hazırdır. Bu sırada yanında, sadık dostlarından Frenk Süleyman Bey bulunmaktadır.
Süleyman Bey, metnin başından sonuna kadar, Cem Sultan’a sadakati ve bağlılığıyla
ön plana çıkarılan bir karakterdir. Süleyman Bey, sahip oldukları askeri güç sayesinde
Ayas Paşa karşısında zafer elde edeceklerinden emindir; Cem Sultan’ı da bu zafere
inandırmak istemektedir. Ancak bu aşamada Cem Sultan, “[a]h! Tali‘-i makûsum beni
ne zaman mesud etti ki burada mesrur olayım” (8) şeklindeki sözlerinde açığa çıktığı
üzere, zafer kazanmak konusunda pek umutlu değildir. Cem Sultan’ın aslında henüz
hiçbir mağlubiyet yaşamamışken ve asker sayısı bakımından avantajlı bir durumda
bulunuyorken, “talih”ine sitem eden, zayıf, karamsar bir ruh hâli içerisinde
göste-rilmesi, metin boyunca devam edecek bir izlek olması bakımından dikkate değerdir.
Metin boyunca Cem Sultan’ın sık sık talihsizliğinden şikâyet ettiği, çaresiz
hissetti-ği anlarda sürekli ağladığı ve sürekli Allah’a sığınma durumu içerisinde sunulduğu
görülecektir. Zira metin için seçilen başlık da bu bağlamda önemlidir. Cem Sultan,
metin boyunca kendisini “kaderin” akışına teslim etmiş gibidir; iradesi zayıftır,
kan-dırılmaya müsaittir, beklentileri ve gerçekler hiçbir zaman örtüşmez. Nitekim otağına
yaklaşmakta olan Ayas Paşa ve adamlarını kendisine iyi haberler getiren kişiler olarak
hayal eder; ancak gerçekler farklıdır. Ayas Paşa, Sultan Bayezid’in teklifini Cem
Sul-tan’a iletir. Cem Sultan, kendisinin tahtın “vâris-i hakikisi” olduğuna, ağabeyi Sultan
Bayezid’in ise onun hakkını “gasp” ettiğine inanmaktadır; dolayısıyla teklifi şiddetle
reddeder ve gereken cezayı vererek tahtı alacağını bildirir. Bu sırada Cem Sultan,
Yıldırım Bayezid’in oğulları arasında geçen taht mücadelesini ve bu mücadelenin
devlete verdiği zararları hatırlar. Atalarından irsiyet yoluyla kendilerine geçmiş olan
bu “hırs-ı mühlik” nedeniyle, ağabeyi ile girişeceği bu mücadelenin olumsuz
sonuç-larının farkındadır. Cem Sultan, babasının ağabeyini veliaht ilan etmiş olmasına
rağ-men, onun bu işi yapacak yeterlilikte olmadığını, üstelik askerin de kendisini padişah
olarak görmek istediğini ileri sürerek savaşa girişir. “Birinci Perde”, Cem Sultan’ın
ordusunun galip geldiğinin ve onun Bursa’ya girdiğinin söylenmesiyle son bulur.
3.2. İkinci Perde
“İkinci Perde”, Ayas Paşa karşısında kazandığı zafer sonucunda Bursa’da tahta
çıkan Cem Sultan’ın, Sultan Bayezid’in askerleri karşısında Yenişehir Ovası’nda
bü-yük bir mağlubiyet yaşamasının ve çok az sayıdaki askeriyle birlikte firar etmesinin
anlatımıyla başlar. Metinde bu mağlubiyetin Sultan Cem’in saltanatının on sekizinci
gününde yaşandığı söyleniyor (11). Tarihi kaynaklarda da Cem Sultan’ın Bursa’daki
saltanatının tam on sekiz gün sürdüğü belirtilir (Uzunçarşılı, 2011: 161-179);
dolayı-sıyla Ahmed Kemal’in eserini yazarken tarihi gerçeklikleri göz önünde tutmaya
ça-lıştığı söylenebilir.
İlk sahnede Yenişehir yenilgisinden sonra Cem Sultan, dağlık bir arazide,
peri-şan bir haldedir. Yaşadığı mağlubiyetin sorumlusunun lalası Yakup Bey olduğunu şu
sözlerle dile getirir: “Ah! Hain Yakub, İshak Paşa’nın mevâ‘id-i kâzibesine iğfalen
senelerden beri nân-ı nimetimle perverde-i vücud ettiğin zavallı Cem’e akıbet ihanet
eyledin; beni pederimden mevrus taht ve saltanatdan mahrumen bu Allah’ın susuz
ve çorak çöllerinde, ovalarında, yalçın kayalı dağlarında süründürüyorsun” (11-12).
Tarihi kaynaklarda Yakup Bey’in Yenişehir Ovası’nda gerçekleşen çarpışmada taraf
değiştirdiği ve bu değişikliğin Sultan Bayezid’in kazandığı zaferde önemli rol
oynadı-ğı söylenmektedir (Uzunçarşılı, 2011: 161-179). Ancak eserde böyle bir olayın
anlatı-mına yer verilmez; Yakup Bey’in adı, yalnızca sonuçtan sorumlu olması bağlamında
anılır. Dolayısıyla metinde sebep-sonuç ilişkilerinin yeterince işlenmediği, anlatılan
bu tarihsel olayın okuyucu tarafından bilindiğinin varsayıldığı ve bazı sebep-sonuç
ilişkilerinin okur/seyirci tarafından kurulmasının beklendiği söylenebilir.
Yaşadığı yenilgi sonrası büyük bir üzüntü içinde olan Cem Sultan, bir çözüm
üretmek için harekete geçmek gerektiğini düşünen Frenk Süleyman Bey’in önerisiyle
halası Selçuk Hatun’dan yardım istemeye karar verir. Cem Sultan, saltanatı ikiye
böl-meyi ve kendisinin Anadolu’ya, ağabeyinin ise Rumeli’ye hükmetmesini istemekte ve
halası Selçuk Hatun’un da ağabeyini bu konuda ikna etmesini beklemektedir. Tarihi
kaynaklarda, Sultan Cem’in halasını Ayas Paşa’yı yenilgiye uğratıp Bursa’da tahta
çıktıktan sonra ağabeyine yolladığı bildirilmektedir (Uzunçarşılı, 2011: 161-179).
An-cak metinde Yenişehir yenilgisinden sonra gönderdiği görülmektedir.
Süleyman Bey, kılık değiştirmek gibi çeşitli yöntemlere başvurarak gizlice
Sel-çuk Hatun ile görüşür. Metinden anlaşıldığına göre SelSel-çuk Hatun, başlangıçta
ağabe-yine isyan etmemesi konusunda Cem Sultan’ı uyarmış; ancak sözünü dinletememiştir.
Süleyman Bey, Cem Sultan’ın suçsuz olduğunu, lalası Yakup Bey tarafından
kandı-rıldığı için saltanat hırsına kapıldığını, aynı zamanda çok genç olmasının bu duruma
düşmesinde etkili olduğunu, şu anda çok pişman ve perişan bir halde bulunduğunu
ifade eder. Süleyman Bey’in söylediğine göre Cem Sultan’ın “ağlamaktan gözlerinin
feri sön[müştür], şiirleriyle dağları taşları inlet[mektedir]”(14).
Eserde Selçuk Hatun, kimsenin etkisi altında kalmadan hareket etmesini bilen,
tarihte yaşanan hadiselerden ders çıkarabilen bilgili ve olgun bir karakter olarak
dik-kat çeker; “Ah! Cahil çocuk. Cahil de değil, hem şair hem âlim hem de fâzıl olduğu
halde kendisine cahil demekte yine kendimi haklı bulurum. Yakub Bey gibi bu
dev-letin daima inkırazına çalışan birinin sözlerine kapılıp da kardeşe isyan etmek işte
insanı böyle dağlara düşürür” (14) diyerek kendi aklını kullanamayan Cem Sultan’a
karşı sitemini ifade eder. Bu anda Selçuk Hatun da Yıldırım Bayezid’in oğullarının
tutuştuğu taht mücadelesini hatırlar: “Tecrübesiz çocuk ecdadın sana bir misal
olabi-lirdi, Yıldırımzâdeler ne hale girdi. Devlet, vatan onlar yüzünden ne derekeye inmişdi.
Zavallı Cem ilmin, fazlın sana bunları pekâlâ anlatırdı, fakat hırs-ı saltanat! Seni
isya-na teşvik ile menfaatlerini temin etmek isteyen hain bendeler, alçak lalalar!”(14-15).
Böylelikle akl-ı selim bir karakter aracılığıyla Cem Sultan’ın içine düştüğü durumun,
kendi çıkarlarını düşünen devlet yöneticilerinden kaynaklandığı düşüncesi pekiştirilir.
Selçuk Hatun, Cem Sultan’ın içinde bulunduğu koşulları da göz önüne tutarak yardım
etmeye karar verir.
İkinci perdenin ikinci sahnesindeki manzara şöyledir: Aradan bir hafta
geçmesi-ne rağmen Selçuk Hatun’dan bir haber alınamamıştır. Cem Sultan ve Süleyman Bey,
sohbet halindedir. Cem Sultan “tali‘in şu acı sillesine tahammülü[nün] kalmadı[ğını]”
(16) söyleyerek ağlamaya başlamışken, Selçuk Hatun ve adamlarının kendilerine
doğ-ru yaklaşmakta olduğunu görürler. Cem Sultan’ın annesini ve ailesini de beraberinde
getiren Selçuk Hatun, Sultan Bayezid ile görüşmüş; ancak onu Cem Sultan’ın teklifini
kabul etmeye ikna edememiştir. Bayezid’in tıpkı babası Fatih Sultan Mehmed gibi
kardeş katlinden kaçınmayacağını düşünen Selçuk Hatun, Cem’e saltanat hırsından
vazgeçmesi için tavsiyede bulunur: “Biraderin Bayezid de pederini kendisine bir
nu-mune ittihaz ederek senin katlinde bir mahzur görmez, teslimine râzı değilim; haydi
şehzâdem evlâd u ıyâlin beraberinde oldukça hırs-ı saltanata daima gâlib
bulunmalı-sın!”(17). Bu durumda Cem Sultan, kaçmaktan başka çaresinin kalmadığını anlayarak
Mısır’a doğru yola çıkar.
3.3. Üçüncü Perde
“Şam hududunda bir gece, ortalık karanlık, derin bir sükût hüküm-ferma, atlar
ağır ağır ilerlemekte” ifadesiyle açılan “Üçüncü Perde”de uğradığı yenilgiden sonra
kaçmak zorunda kalan Cem Sultan’ın, ailesi ve askerleri ile birlikte Mısır’a ulaşma
yolunda yaşadığı sıkıntıların yanı sıra Mısır’a ulaştıktan sonra Mısır hükümdarı
Ka-yıtbay ve Karamanzâde Kasım Bey ile ittifak kurarak Rodos şövalyelerinden yardım
istemeye karar vermesi konu edilmektedir.
Bu perdenin ilk meclisinde Cem Sultan, gece vakti, ailesi ve adamlarıyla birlikte
Şam sınırı civarındadır. Bu bölümde Cem Sultan’ın psikolojik durumumun anlatımı
ön plandadır. Büyük bir ümitsizlik içerisinde gösterilen Cem Sultan, akşam karanlığı
ile kendi kaderi arasında bir koşutluk kurar:
“Of! Gece ilerledikçe karanlık daha ziyade kesb-i kesâfet ediyor, tabiat daha
elim bir hal alıyor. […] Etrafı ölüm soğukluğu ihâta ediyor; etrafımı mezar
korkunçlu-ğu kaplıyor. Bu hal ne? […] Kalbim anlaşılmaz bir heyecan ile eziliyor, of ya Rab bu
karanlık gecenin koyu karanlığında bir çöl ortasında olduğuma delâlet edecek bir ziya
görebilmeyi nasibimin en yüksek bir mükâfatı addedeceğim. Yok - hiçbir şey yok, ne
bir ziya, ne bir hareket, hiçbir şey görünmüyor, hiçbir şey işitilmiyor! Her şey bana,
benim evlâd u ıyâlimin tali‘sizliğine ağlıyor!”. (19)
Bu sırada Cem Sultan’ın kafilesi saldırıya uğrar. Burada bir parantez açarak
eser ile ilgili bir tespite yer vermek olanaklı görünmektedir. Eser boyunca
olayla-rın anlatımı ön plandadır; durum ve mekân tasvirine girilmez. Bir gelişmenin hemen
öncesinde, bir bekleyişi dile getiren bir diyalog/monolog yer alır; hemen ardından
da beklenen gelişme yaşanır. Bu sahnede de benzer bir durum söz konusudur. Cem
Sultan, talihsizliğinden yakındığı ve bir “hareket”, bir “ziya” beklediği anda bir anda
saldırıya uğrar. Bu, yazarın eser boyunca başvurduğu bir yöntem olarak kabul
edile-bilir. Saldırı esnasında Cem Sultan ailesi ile birlikte saklanır. Bu sırada talihsizliğine
“ağlamaktadır”. Saldırı bertaraf edilir; ancak Cem Sultan, adamlarından önemli bir
kısmını bu saldırıda kaybeder.
Bu perdenin ikinci meclisnde ailesi ile birlikte Mısır’a ulaşmayı başaran Cem
Sultan’ın, Kayıtbay ile bir araya geldiği görülür. Tarihi kayıtlarda yer alan bilgilere
göre Cem Sultan Mısır’a ulaştıktan sonra ailesi ile birlikte hacca gitmiştir
(Uzunçar-şılı, 2011:161-179). Ancak eserde bu durumdan bahsedilmez. Mısır hükümdarı
Kayıt-bay, Karamanzâde Kasım Bey ile Trabzonlu Mehmed Bey’in de kendilerini
destek-lediğini söyleyerek Cem Sultan’ı Rodos şövalyelerine başvurmaya ikna eder. Eserde
Cem Sultan’ın Trabzonlu Mehmet Bey ve Karamanoğlu Kasım Bey ile güç birliği
yaparak Anadolu’nun bazı şehirlerinde yaklaşık bir buçuk ay boyunca süren ancak
başarısızlıkla sonuçlanan kuşatma faaliyetlerinden söz edilmemektedir
5. Eserde
anla-tıldığına göre Cem Sultan, ailesini Mısır’da bırakacak, Rodos şövalyelerinin sağladığı
donanma desteğiyle Rumeli’ye geçecek ve saltanat mücadelesini oradan
sürdürecek-tir. Rumeli’ye geçtikten sonra Cem Sultan’ın kimlerle ittifak kuracağı, nasıl bir yol
izleyeceği konusunda herhangi bir şey söylenmez. Bu bölümde Kayıtbay’ın iki kardeş
arasındaki gerilimden yararlanmayı planladığı belirtilir; ancak Cem Sultan onun
ger-çek niyetinden tamamen habersizdir.
“Üçüncü Perde”nin son bölümünde Sultan Cem, İçil yakınlarında Karamanzâde
Kasım Bey ile bir araya gelir ve zaman kaybetmeden yardım istemek üzere Frenk
Süleyman Bey Rodos şövalyelerine gönderilir.
3.4. Dördüncü Perde
İki meclis hâlinde düzenlenmiş “Dördüncü Perde”de Cem Sultan’ın Rodos’a
gidişi ve orada yaşadıkları konu edilmektedir. Perdenin açılışında, Cem Sultan’ın
yaklaşık otuz kişilik maiyetiyle birlikte Anamur açıklarında bir balıkçı kayığında
bu-lunduğu söylenir. Kastilya Başpapazı Don Alvaro kumandasındaki bir şövalye
donan-ması, Cem Sultan’ın içinde bulunduğu kayığa yönelerek, Cem Sultan ve maiyetini
kumandan gemisine çıkarır. İçil’de Süleyman Bey aracılığıyla gönderdiği teklife bir
cevap beklemesi gereken Cem Sultan’ın hangi sebeplerle ve nasıl oraya geldiği eserde
açıklanmaz. Karamanzâde Kasım Bey’e ne olmuştur, Cem Sultan beklemek yerine
neden yola çıkmayı seçmiştir, bu hususlar belirsiz bırakılır.
Dördüncü Perde’nin “Gemide Meclis” başlıklı ilk bölümünde, kumandanın
gemisinde Cem Sultan ve Süleyman Bey bir araya gelir. Süleyman Bey,
müzakere-nin sonucunu beklemeden yola çıkan Cem Sultan’a sitem eder. Nitekim Süleyman
Bey, Cem Sultan’ın yardım isteğini ilettiğinde De Puson’un [yani Pierre d’Aubusson]
yüzündeki sevinç ifadesinden aslında onun Cem Sultan için hiç de “hayırlı” olmayacak
planlar yaptığını anlamıştır. Bu düşüncesini şöyle dile getirir: “Dö Puson’a ait
mek-tubunuzu verdiğim zaman yüzünde hâsıl olan alâim-i meserret, Şovalye Arno ile gizli
müzakerelerinden sizi ele geçirdikten sonra birçok menfaatlerin istihsaline
muvaf-fak olmak için her türlü vesait-i melanetkârîye müracaat edeceklerini hissettim”(27).
Öyle ki bundan sonra olacaklar için büyük endişe duyan Süleyman Bey, kendisini
gemiden aşağı atmaya yeltenir; metinde Süleyman Bey’e güçlükle engel olunduğu
söylenir. Ancak metinde Cem Sultan’ın Rodos şövalyelerine olan tavrında herhangi
bir değişiklik görülmez; Cem Sultan en çok güvendiği adamının sözlerini dikkate
almadığı görülür.
Bu sahneden sonra Cem Sultan’ın Rodos’a ulaştığı görülmektedir. Bu bölümde,
Cem Sultan’ı karşılamak için Rodos’taki Sen Antuan Meydanı’nda yapılan törene
ilişkin canlı betimlemelere yer verilir: “[S]okakların halılar, kumaşlar, çiçek ve şimşir
dallarıyla tezyin olunduğu, pencereler, balkonlar fevç fevç temaşaya gelen güzel
gi-yimli kadınlarla dolmuş, hizmetkârlar, müzikacılar elbise-i fâhirelerini lâbis oldukları
hâlde Fransa marşlarını terennümen Sultan Cem’in önü sıra gitmekte oldukları
görü-lür” (28). Cem Sultan Rodos’ta büyük bir hürmetle karşılandığı; yaklaşık bir buçuk ay
kadar Rodos’un sayfiye yerlerinde gezinip avlanarak vakit geçirdiği söylenir.
Bu perdedeki ikinci mecliste Rodos şövalyelerinden Dö Puson ve Arno
arasın-daki konuşmaya yer verilir. Bu kişiler Ahmet Gedik Paşa aracılığıyla Sultan Bayezid
ile haberleşerek bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşmaya göre Sultan Bayezid, Cem
Sultan’ın Rodos’ta kaldığı süre boyunca yıllık kırk beş bin lirayı Rodos şövalyelerine
ödemeyi kabul etmiştir. Ancak Dö Puson ve Arno, Cem Sultan’ın Rodos’ta kalması
durumunda karşılaşacakları tehlikeleri göz önünde bulundurarak onu Fransa’ya
gön-dermeyi kararlaştırırlar. Cem Sultan’a gerçek planlarından bahsetmeyerek ona
Ro-dos’ta hayatının tehlikede olduğunu, Rumeli’ne giderek saltanat mücadelesini oradan
sürdürmesinin daha uygun olduğunu söylerler. Bu hizmetlerine karşılık olarak da
tah-ta çıkması durumunda Rodos şövalyelerini himaye edeceğine dair bir sözleşme
im-zalamasını isterler. Sultan Cem’in kendisinden istenen sözleşmeyi imzalayarak yola
çıktığının söylenmesiyle dördüncü perde sona erer.
3.5. Beşinci Perde
Beşinci Perde’de Rumeli’nde bulunduğunu zanneden Cem Sultan’ın
kandırıl-dığını anlayarak aslında Fransa’nın Nice şehrinde bulunduğunu öğrenmesi anlatılır.
Bu perdenin giriş bölümünde, Cem Sultan kendi kendine konuşurken görülür.
Bu sahnede başından geçen olayları düşünerek bir yandan “[a]h yâ Rab! Bu kadar cefa
ve felaketlere uğramak için ne fenalık yaptım? Ne günah işledim?” (32) şeklindeki
sözleriyle talihine isyan eden Cem Sultan, diğer yandan da “biraderim beni öldürmek,
adem-âbâda göndermek istiyordu; canımı[,] cenab-ı Hakk’ın bahşâyiş-i ilâhiyesinden
en mukaddesini teşkil eden hayatımı[,] muhafaza etmek istedim. Bu suretle hareket
etmek kendimi ölüme, tefekkür ve muhakemeden aciz zavallı bir kuzu gibi kasabın
bıçağına terk etmek olacaktı. Ben ise ölmek istemiyorum” (32) diyerek ağabeyine
isyanının haklı gerekçeleri olduğunu düşünmekte ve günün birinde tahta çıkacağına
inanmaktadır. Rumeli’nde olduğunu zanneden Cem Sultan, taht mücadelesinde ona
yardım edecek müttefikler bulacağını düşünerek teselli olmaktayken gerçeklerle
yüz-leşir. Odasına gelen bir şövalye ona Rumeli’nde değil, Fransa’nın Nice şehrinde
bu-lunduğunu açıklar. Kandırıldığını anlayan Cem Sultan, yine talihine isyan eder: “Ah!
Yine aldandım, yine iğfal olundum. Bütün dost zannettiklerim yılan tıynetinde zuhur
etmiş, acaba tâli‘im, tâli‘-i nâ-sâzım muktezasından mıdır?” (34)
Bu perdede Cem Sultan’ın hayalleri ile gerçekler karşı karşıya getirilerek onun
nasıl büyük bir yanılgı içinde olduğu vurgulanmaktadır. Nitekim Cem Sultan, içinde
bulunduğu koşullara rağmen emellerinden vazgeçmeyeceğini ifade eder: “Hayır,
ha-yır! Yüz bin kere hayır… Benim gibi kahramanlık davasında gezenler fikirlerinden
dönmemişler; hiçbir mâni‘anın, hiçbir kuvvetin, hiçbir felaketin önünde boyun
eğ-memişler! Ben de onları kendime rehber, model, numune ittihaz edeceğim; hiç, hiçbir
şey beni bu fikirden döndüremeyecek, bu fikrime, bu arzuma galip gelmeyecektir.
Belki bana galebe eder. Belki topladığım askeri mahv ile beni firara mecbur kılar,
fakat beni Osmanlı tahtına çıkmak için olan arzumdan, bu hakkımdan sarf-ı nazar
ettiremez. Ölünceye kadar devam edeceğim” (34). Ancak Cem Sultan tahta çıkmak
bir yana, kendi özgürlüğünden bile yoksun bir hâldedir. Nitekim şövalyeye derhal
Rumeli’ne gitmek istediğini söylediğinde, şövalye onun Fransa’dan ayrılmasının
an-cak kralın iznine bağlı olduğunu belirtir. Bunun üzerine Cem Sultan’ın adamlarından
Hatibzâde Nasuh Çelebi’nin krala gönderilmesi kararlaştırılır. Perde Cem Sultan’ın
“Of yâ Rab!! Yâ Râb, burada da adem-i muvaffakiyet, burada da ümitsizlik, aldattılar
beni buraya getirdiler; şimdi de emelimin arkasında koşmaklığıma mani‘ oluyorlar.
Buradan azimetim için bin türlü müşkilât gösteriyorlar; Allah’ım sen bana yardımcı
ol!” (35) şeklindeki yakarışlarıyla kapanır.
3.6. Altıncı Perde
Altıncı perdenin açılışında Cem Sultan, Roma’da Vatikan Sarayı’nda Papa ile
görüşmeyi beklemekte ve kendi kendine konuşmaktadır. Bu bölümde Cem Sultan’ın
ağzından başından geçenlerin kısa bir özeti verilir. Buna göre Cem Sultan’ın Beşinci
Perde’de Rumeli’ne gitmek için izin almak üzere, hizmetkârı Hatibzâde Nasuh
Çele-bi’yi Fransa Kralına göndermesinin üzerinden uzun yıllar geçmiştir. Bu süre
içerisin-de Cem Sultan, Kraldan izin alamadığı gibi, Nice’te veba salgınının baş göstermesi
üzerine başka bir şehre gönderilmiş ve orada uzun yıllar zindanda tutulmuştur.
Yaşa-dığı sıkıntılar nedeniyle bir hayli üzgün ve ümitsiz olan Cem Sultan’ın niyeti, Mısır’a
ailesinin yanına dönebilmek için Papa’dan yardım talep etmektir. Ancak Papa’nın
Cem Sultan ile ilgili başka planları vardır.
Cem Sultan, Papa’nın huzuruna kabul edildiğinde oradaki görevliler tarafından
sarığını çıkarması ve Papa’nın önünde diz çökmesi için uyarılır. Ancak bu isteği sert
bir dille reddeden Cem Sultan, doğrudan Papa’nın huzuruna çıkıp onunla yalnız
gö-rüşmek istediğini belirtir. Bunun üzerine teşrifatçılar ve orada bulunan kardinaller
odayı terk ederler. Altıncı Perde’nin ikinci meclisinde Papa ve Cem Sultan baş
ba-şadır. Cem Sultan gözyaşları içerisinde ağabeyine neden ve nasıl isyan ettiğini ve
bu isyan neticesinde başından geçenleri Papa’ya anlatır. Yedi yıldır uzakta olduğu
ailesinin yanına gidebilmek için Papa’dan yardım ister. Cem Sultan’ın
anlattıkları-nı gözyaşlarıanlattıkları-nı tutamadan dinlediği söylenen Papa, onun Mısır’a gitmesinin uygun
olmadığını ve saltanatı geri alabilmesi için Hristiyanlığı kabul etmesi şartıyla
Maca-ristan Kralının kendisine yardım edeceğini belirtir. Bu teklifi “Papa! Papa! Bu
söy-lediğiniz şartı kabul edince mukabilinde nâil olacağım saltanat değil, belki âdilâne
hükmedilmiş bir idam fetvası olacaktır… Siz ve bütün âlem bilmelisiniz ki Sultan
Cem biraderinin elinden Osmanlı tacını almak için değil bütün cihânın saltanatı için
bile dinini tebdil edemez” (41) şeklindeki sözleriyle kesin bir dille reddeden Cem
Sultan Papa’nın huzurundan ayrılır.
Artık özgürlüğüne ve ailesine kavuşma ümitlerini bütünüyle yitiren Cem Sultan,
İslam’ın kuralları gereği intihar edemeyeceğini ifade eder; tek kurtuluş yolu olarak
canını alması için Allah’a dua etmeye başlar: “Evlâd u ıyâlime kavuşmaktan da kat‘-ı
ümîd etmek lazım geliyor artık her şey, her şey mahv oldu. Yaşamak için vücudu
lazım gelen şeylerden, şu çıkamayan candan başka hiçbir şey kalmadı. Ümit gitti,
çocuk, zevce, valide her şey bitti; hatta hürriyetim bile gasb edildi. Beni iğfal etmekte
oldukları, her şeyi kendi menfaatlerine göre tedvir etmekte oldukları tamamıyla
zâ-hir oldu. Buradan firar kabil değil, hayatımın mütebaki ızdırabâtını burada inlemeğe
mahkûmum, ah !!! Yâ Râb zerre kadar sevabım varsa mukabilinde şu duamı kabul et:
Bana melekü’l-mevti gönder yâ Rab!” (42).
Metnin son bölümünde Cem Sultan büyük bir üzüntü ve ümitsizlik içerisinde
ağlarken odaya Mısır’dan gelen bir sefir girer. Cem Sultan aradan uzun yıllar geçmiş
olmasına rağmen bu sefiri daha önce görmüştür ve onu tanır. Sefirden ailesi hakkında
malumat almak ister. Sefir, Sultanın yaşadıklarından ötürü ailesinin de son derece
pe-rişan bir halde bulunduğunu haber verir. Cem Sultan başından geçenleri bu sefire
an-latmak ister; ancak sefir, onun bütün yaşadıklarından haberdardır; hatta Cem Sultan’ın
kendisinin bile bilmediği gerçeklerden de haberdardır. Böylelikle sefirin gözünden
olayların Cem Sultan dışındaki boyutları hakkında da okuyucu/seyirci bilgilendirilir.
Metnin son bölümünde sefirin bu şekilde metne dâhil oluşu, Cem Sultan ile ilgili
önemli bir gelişme yaşanacağı yönünde bir beklenti oluştursa da metin burada sona
erer. Defterin sonunda metnin devam edeceğine dair herhangi bir not ya da işaret
yok-tur. Tarihi kaynaklardan edinilen bilgilere göre Cem Sultan, 1482 yılında Rodos’tan
Fransa’ya getirilmiş ve metinde de ifade edildiği gibi yedi yıl Fransa’da kalmıştır.
Cem Sultan Vatikan’a 1489 yılında getirilmiş ve yaklaşık 6 yıl kadar Vatikan’da
tutulmuştur. 1495 yılında Fransa Kralı, Cem Sultan’ı Papa’dan alarak Napoli üzerine
yürür; ancak bu yolculuk sırasında Cem Sultan vefat eder (Uzunçarşılı, 2011:
161-179). Metinde Cem Sultan’ın Papa ile görüştükten sonraki hayatı hakkında bilgi
veril-mez. Ailesine dönme ümidini tamamen yitirdiği görülen Cem Sultan, Mısır’dan gelen
sefir aracılığıyla gerçeklerle yüzleşir ve bu noktada metin sona erer.
4. Sonuç
Habibzâde Ahmet Kemal tarafından kaleme alınan “Sultan Cem Yâhud Tâli‘siz
Şehzâde” adlı tiyatro metninin yapılan taramalar neticesinde basılı şekli ya da başka
bir nüshası bulunamamıştır, erişilen kaynaklarda bu oyunun sahnelenip
sahnelenme-diğine ilişkin bir bilgiye de rastlanmamıştır.
Eseri, II. Meşrutiyet sonrası dönemde tarihi olayları konu edinen oyunlara
du-yulan ilgi bağlamında değerlendirmek olanaklı görünmektedir. Nitekim bu dönemde
tarihin önemli figürlerini ve olaylarını konu edinen pek çok eser yazılıyor ve
sahne-leniyordu. Ayrıca Ahmet Kemal’in Rodoslu olduğu düşünüldüğünde, onun bir dönem
Rodos’ta bulunmuş olan Cem Sultan ile ilgili bir eser kaleme alması basit bir tesadüf
olmasa gerektir.
Eserde anlatılan olaylar kronolojik olarak tarihi gerçeklere uygun sıralanmış
ol-makla birlikte kompozisyon düşüncesi güçlü değildir; olaylar arasındaki neden sonuç
ilişkisi yeterince işlenmemiştir. Yazarın eserini kurgularken Cem Sultan vakasının
herkesçe bilindiği varsayımından yola çıkmış olabileceği ve bu nedenle metin
bütün-lüğü açısından gerekli bazı açıklamaları yapmadığı söylenebilir.
Eserde Cem Sultan’ın zayıf iradeli, karamsar, başkaları tarafından kandırılmaya
açık, içinde bulunduğu gerçekliği anlamaktan aciz bir karakter olarak kurgulandığı
görülür. Denilebilir ki Cem Sultan, metin boyunca yalnızca saltanat isteğinden
vaz-geçmemek ve Hristiyanlığı kabul etmemek noktalarında kendi iradesini
kullanabil-miştir. Nitekim metin boyunca, onun yaşadığı sıkıntıların temelinde başkalarının
dü-şünce ve planlarına tâbi olarak hareket etmesinin yattığı vurgulanır. Buna göre Cem
Sultan, başlangıçta kendi çıkarlarını düşünen devlet adamlarının etkisinde kalarak
saltanat hırsına kapılmış; sonrasında da yanlış kişilere güvenerek bir tutsak hayatı
sürmüştür. Böylelikle metinde Cem Sultan bir anlamda “temize çıkarılmakta” ve
baş-kalarının güç mücadelesi içinde yitip gitmiş trajik bir karakter olarak sunulmaktadır.
Sonnotlar
1 Ahmed Kemal’in Doğu Türkistan ve Çin’deki faaliyetleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Varis Ab-durrahman [Çakan] “Doğu Türkistan’daki ‘Ceditçilik’ Hareketi ve Ahmet Kemâl İlkul”; Türk Yurdu, sayı 170 (2001), (51-58). Bu makalede Doğu Türkistan’da eğitim alanındaki reformist girişimlerden ve Ahmed Kemal’in bu girişimler içindeki yerinden bahsedilmektedir. İttihat ve Terakki tarafından bölgede görevlen-dirilen ve Ahmet Kemal ile de bir araya gelen bir başka Türk grubunun faaliyetleri hakkında Adil Hikmet Bey tarafından kaleme alınan ve Yusuf Gedikli tarafından yayımlanan Asyada Beş Türk adlı kitaba başvu-rulabilir.
2 Ahmet Kemal’in bu eseri hakkında Ayşe Fersahoğlu Eroğlu tarafından “Habibzâde Ahmet Kemal’in Kah-ramanlık Temalı Ninni Şiirleri” başlıklı bir makale yayımlanmıştır.
3 Burada “Ninni” başlıklı eserin Vatan Yavrularına Ninni; “Sultan Cem” adlı eserin bu çalışmanın konusu olan tiyatro metni; “Ahlak” adlı eserin Mebde-i Ahlak adlı eserler olabileceğini tahmin ediyoruz. Kanlı
Hâtırlardan Bikes Aile adlı eser, Seyfettin Özege katalogu esas alınarak Ahu Selin Erkul Yağcı tarafından
hazırlanan “Turkey’s Reading (R)evolution: A Study on Books, Readers and Translation (1840- 1940) [Türkiye’nin Okuma (D)evrimi: Kitaplar, Okurlar ve Çeviri Üzerine Bir Araştırma (1840- 1940)]” başlıklı doktora tezindeki katalogda yer almaktadır. Buna göre bu eser 32 sayfa olup, 1330 yılında Saadet Matba-ası’nda basılmıştır. Yine burada adı geçen “Melek” adlı eser, Habibzâde Ahmet Kemal’e ait bir eser ola-bileceği gibi, kütüphane taramalarında Atatürk Üniversitesi Kütüphanesi’nde karşımıza çıkan 1894 tarihli olması nedeniyle, bizim yazarımızdan başka bir Ahmet Kemal’e ait olduğunu düşündüğümüz esere ilişkin yanlış bir not da olabilir.
4 Nitekim bu dönemde Osmanlı tarihini ve özellikle Cem Sultan’ı konu edinen farklı eserlerden söz edile-bilir. Örneğin Fatihli Mehmed Tevfik Paşa, Ahmed Kemal Bey’in eserini kaleme almasından tam bir yıl önce Şehzâde Cem (1327) adlı bir biyografi yayımlamıştır. İsmet Sarıbal, “Fatihli Mehmed Tevfik Paşa’nın Şehzâde Cem Kitabı” başlıklı makalesinde, Mehmed Tevfik’in eserlerini tarihi sevdirmek amacıyla ve popüler bir tarzda kaleme aldığından bahseder. Onun Şehzâde Cem adlı eserinin özgünlüğünün Şehzâde Cem’in şiirleriyle okuyucuya tarihi bir kişiliği roman tadında sunma başarısını yakalamış olmasından kay-naklandığını belirtir. Yine aynı yıllarda Abidin Daver’in Cem Sultan ile ilgili Mazlum Şehzâdeler adlı bir oyun yazdığını Metin And’dan öğreniyoruz (And, 2017: 147). Dönemin yayınlarını yakından takip eden Ahmet Kemal’in bu eserlerden haberdar olması muhtemeldir.
5 Tarihi kaynaklarda verilen bilgilere göre Cem Sultan, 6 Mayıs 1482’de, Halep’te Trabzonlu Mehmet Bey ile buluşarak Adana’ya gelmiş, Karamanoğlu Kasım Bey ile görüşerek birlikte Konya üzerine yürümüş-lerdir. 6 Haziran’da Konya’yı muhasara etmişler; ancak alamamışlardır. Aynı şekilde Ankara Kalesi ve Aksaray’ı kuşatma girişimleri de başarısız olmuş ve 18 Haziran’da Taşili’ne [Mersin] çekilmek zorunda kalmışlardır. II. Bayezid de askerleriyle birlikte bölgeye gelmiş ve bir kez daha kardeşiyle barış sağlama-nın yolunu aramıştır. Ancak Cem Sultan saltanatın taksimi konusundaki fikrini değiştirmemiş ve anlaşma sağlanamamıştır. Rodos’a kaçma fikri bu sırada Karamanoğlu Kasım Bey tarafından gündeme getirilmiştir (Uzunçarşılı, 2011: 161-179).
Kaynakça
Abdurrahman (Çakan) Vâris. (2001). “Doğu Türkistan’daki ‘Ceditçilik’ Hareketi ve Ahmet Ke-mal İlkul”. Türk Yurdu 170, 51-58.
Adil Hikmet Bey (1998). Asyada Beş Türk. Haz. Yusuf Gedikli. İstanbul: Ötüken Yayınları. And, Metin (2017). Başlangıcından 1983’e Türk Tiyatro Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları. Erkul Yağcı, Ahu Selin. (2012). “Turkey’s Reading (R)evolution: A Study on Books,
Rea-ders and Translation (1840- 1940)”. Yayımlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.
Ersoy, Ayşe Fersahoğlu. (2010). “Habibzâde Ahmet Kemal’in Kahramanlık Temalı Ninni Şiir-leri”. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 44, 157-181.
İlkul, Ahmet Kemal (Habibzade Rodoslu Ahmet Kemal). (1328). “Sultan Cem Yahud Tâli’siz Şehzâde”.
──. (1333). Elifbâ-yı Türkî. Orenburg: Vakit Matbaası. https://archive.org/details/Habibzade-AlifbaYiTurki
──. (1962). Bir Yetimin Hayâtı. İstanbul: Hamle Matbaası.
──. (1996). Çin Türkistan Hatıraları Şanghay Hatıraları. Haz. Yusuf Gedikli. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Sarıbal, İsmet. (2018). “Fatihli Mehmed Tevfik Paşa’nın Şehzâde Cem Kitabı” Tarih Okulu Dergisi (TOD). Yıl 11, Sayı XXXIV, s. 197-232.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. (2011). Osmanlı Tarihi II. Cilt (İstanbul’un Fethinden Kanuni Sul-tan Süleyman’ın Ölümüne Kadar) Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
EKLER
EK 1. Metnin Latin Harflerine Aktarımı Eşhâs (şahıslar)
Sultan Bâyezid Sekizinci pâdişâh
Cem Sultan Fatih’in evlâdı, Bâyezid’in birâderi
Süleyman Paşa Sultan Cem’in sâdık bendelerinden
Yakub Bey Sultan Cem’in lalası
Kasım Paşa Karaman-zadelerden
Kayıdbay Mısır Sultanı
Papa İnnosan [İnnocente]
Papa Aleksander Borja [Aleksandr Borgia]
De Puson [Pierre d’Aubusson] Rodos Şovalye reis-i hükümeti
Selçuk Hâtun Sultan Cem’in halası
[5] SULTAN CEM YAHUD TÂLİ‘SİZ ŞEHZÂDE “Birinci perde açılınca”
Şeyh Ebu’l-Vefâ’nın binlerce dervişânı elleri üzerinde bir tabut, Fatih’in cenazesi, Sultan Bâyezid siyahlar içinde gözlerinden akan yaşları elindeki mendil ile sildiği, diğer eliyle de tabuta muâvenet ettiği bütün erkân ve ümerânın tabutu tâkiben Fatih’e doğru ilerlediği görülür.
Meclis
Bâyezid, Sinan Mustafa Paşa, İshak Paşa
Sultan Bâyezid:─Pederimin vefâtı beni ne kadar dilhûn etdi ise sizin gibi vüzerâya nâili-yetimden de cenâb-ı Hakka o kadar müteşekkirim. Bugün bütün dünyaya sahip olmak emeline hizmet eden ve bu uğurda hârikalar izhâr eyleyen Fatih’in evlâdı olduğumu sizin sayenizde isbât edebileceğim; fakat korkuyorum, Konya’da bulunan birâderim Cem’in isyânı beni tit-retiyor. İşittim ki onda sâhib-i saltanat olmak hırsı var imiş. Fakat bu hak, bu saltanat bana pederimden kalmış bir hakk-ı sarîh değil midir?
Üzerindeki mâtem elbiselerini çıkararak:
─Evet bugün bir sâhib-i cihânım, bir kardeşi hükmüme münkâd edememek gibi ‘acz ü meskenet izhâr eder isem millet, devlet benden ne istifâde eder?
Biraz sükûndan sonra, Mustafa Paşa’ya hitâben:
[6]─Sen en ziyâde sevdiğim bir vezîrimsin; mehâmm-ı umûr-ı devleti lâyık-ı vechle ted-vîr edeceğinden emin olduğum için sana mühr-i sadâreti teslim ediyorum.
Elindeki mührü paşaya irâe ederek: ─Al paşa! Hüsn-i isti‘mâl et.
Mustafa Paşa mührü alır, Bâyezid’in eteklerine kapanır. Bir müddet sonra kapı urulur, dışarıya çıkan İshak Paşa gördüğü bir Türkmen beyinin elindeki mektubu alarak tekrar içeriye girer, pâdişâha mektubu takdim eder.
Bâyezid mektubu açarak mütâlaadan sonra Mustafa Paşa’ya:
─Paşa, Cem dâvâ-yı saltanatla başına devşirdiği bir takım Türkmen, Turgurd, Varşak gönüllüleriyle Konya’dan Bursa’ya doğru hareket etmiş, bir çâre-i âcile lâzımdır; haydi icâb eden tedâbire tevessül et, mümkün ise üzerine asker sevk eyle, yâhud sulhen iknâ et.
Mustafa Paşa:─Pâdişâhım, askerini arkasına almış bir harîs-i saltanata sulh değil, silah lâzımdır. Lalanız Abbas Paşa, maiyyetinde bulunan iki bin kadar yeniçeri ve ‘azeb askerleriyle ferman buyurursanız üzerine gitsin.
Sultan Bâyezid:─Gitsin fakat evvelâ teklîf-i sulh etsin; mesela saltanatımı tasdîk eder ise kendisine tahsis edeceğim maaşla Mısır’da, Kudüs’de, Şam’da, Medine’de evlâd u ıyâliyle yaşasın. Ahdinde vefâ gösterdikçe benden korkmasın.
Mustafa Paşa: ─Şevketlim, birâderinizin aklı varsa bu teklîf ve istekleri kabul eder. Yoksa zât-ı devletiniz hayâlâta mağlûb bir vücûdun mahvına her an muktedirsiniz [7] der oda-dan çıkar ve Ayas Paşa’ya maiyyet-i askeriyle Bursa’da Sultan Cem üzerine gitmesi emr-i pâ-dişâhîden olduğunu beyan eder; yedine talimâtnâmeyi verir.
Ayas Paşa iradeyi alınca kendi kendine:
─Bu saltanat davalarından dökülen kanların ve söndürülen hânmânların hadd ü hesâbı yarın huzûr-ı âdilde sual olununca bilmem bu sultanlar nasıl bir cevâb-ı meşrûh verecekler? Beş günlük hayâtın tantana ve debdebesine mağlûben icrâ edilen bu cinâyet lekelerini bilmem hangi eller temizleyecektir! Ne çâre emr-i pâdişâh imiş, münkâd olmak lâzım. Fakat bu kadar hizmet-lerimiz mesbûk olduğu hâlde yine teveccüh-i pâdişâhî bilmem neden Mustafa Paşa’da oluyor.
Hırs-ı intikamla ellerini sıkarak:
─Bu defa inşallah elde edeceğim muvaffakiyet beni mühr-i sadârete nâil eder. Ayas Paşa askerini ve levâzımât-ı harbiyeyi ihzâr ederek yola çıkar.
Tablo
Bursa civarında bir köy, iki muhârib ordular kurulmuş, biraz uzakta mutantan bir ça-dır, çadırın önünde hazânın ağaçlar üzerinden toplayıp yere serdiği yapraklar üzerine oturmuş muttasıl düşünen Sultan Cem’le, karşısında ehibbâ-i sâdıkasından Frenk Süleyman Bey’in söy-lendiği görülür.
[8] Meclis
Sultan Cem, Süleyman Bey
Süleyman Bey: ─Görüyorsunuz sultânım, Ayas Paşa ma‘iyyeti bizim bir kolumuza bile kifâyet edecek derecede değildir; ma‘iyyetimiz, mevcut askerimiz yirmi bine yakındır, karşı-mızdaki iki bin derme çatma yeniçeri ve ‘azeb yağmacılarına karşı olunacak muvaffakiyetimizi şimdiden tebrîk ederim sultânım!
Sultân Cem: ─Ah! Tâli‘-i ma‘kûsum beni ne zaman mesûd etti ki burada mesrûr ola-yım, bizim dağlardan topladığımız, fenn-i harbden bî-haber olan Türkmen, Varşak haydutlarıy-la istihsâl-i muvaffakiyetimiz imdi pek o kadar kavî değilse de Rabb sübhânehu tefviz-i umûr ederek muvaffakiyetimi yine ondan dilerim. Onun adâletine ilticâ eden bir Fatih evlâdı elbette lâyık olduğu verâset-i saltanata nâil olur; müsterîh ol Süleyman!
Süleyman Bey telaş ve heyecanla:
─Efendim karşıdan birtakım insanların çadırımıza doğru geldikleri görülüyor, ne cesa-retdir.
Cem Sultân bir kayıdsızlıkla ayağa kalkar ve Süleyman Bey’e: ─Onlar imdâd-ı ilahîdir; Sultân Cem’in yardımcısıdırlar!
Sultân Cem karşıdan gelmekde olan bu insanlara zihninde yavaş yavaş birer şekl-i hakî-kat vermeğe başladıkça bütün bu âmâl-i mahrûme-i şebâbetin bir gün birdenbire mesûdiyete tahavvül edivereceği ihtimaliyle kalbinde azim bir saâdet duyarak müteselli olur; bir müddet ayakda durduktan sonra yine yapraklar üzerine oturarak Süleyman Bey’e hitâben:
─Süleyman haydi orduya tekarrüb eden şu insanları anla! Onlar Yâkub Bey midir bana haber getir.
[9]Süleyman Bey yerinden fırlayarak bârika-nişîn bir süratle ovaya doğru ilerler, bir vakit sonra avdet ederek onların Sultân Bâyezid tarafından gönderilmiş bir teklifçi olduğunu Sultân Cem’e anlatır.
Sultân Cem Süleyman Bey’e: ─Süleyman, onların başları kim ise söyle de gelsin. Süleyman Bey çadırdan çıkarak kendisini bekleyen teklifçilere doğru yürür. Sultân Cem’in Ayas Paşa’yı çağırdığını söyler; bir vakit sonra Süleyman Bey, Ayas Paşa beraberinde olduğu halde Sultân Cem’in çadırına dâhil olur.
Cem Sultân: ─Paşa ne istiyorsun? Vâris-i hakîkîsi olduğum Osmanoğulları saltanatın-dan beni mahrûm etmek için birâderim tarafınsaltanatın-dan gönderildi isen hiçbir şey söylemeden çadır-dan çıkmalısın!
Ayas Paşa: ─Sultânım birâderin Bâyezid Han’ın saltanatını tasdîk eder iseniz efendimi-ze kayd-ı hayât şartıyla bir maâş tahsîs ederek arzu buyurduğunuz memlekette yaşamağa evlâd u ıyâlinizle mezuniyet veriyor; emir sultânımızındır.
Sultân Cem: ─Haydi git birâderime söyle gasb ettiği hakk-ı saltanatımı ona lâyık olduğu mücâzâtı göstererek alacağım!
Ayas Paşa fazla söylemeğe lüzum görmeyerek Süleyman Bey’le çadırdan çıkar, karşıda kendisini bekleyen askerini Süleyman Bey’e irâe ederek:
─Bugün burada gördüğün şu askere mukavemet edecek bir Sultân Cem ordusu göremi-yorum der süratle ilerler.
[10]Süleyman Bey Sultân Cem’in yanına avdet eder, Ayas Paşa’nın muhârib olduğunu anlatır; Sultân Cem tedârikât-ı harbiyeyi emreder. Bir vakit sonra Sultân Cem beyaz bir at üze-rine râkib olduğu halde Süleyman Bey’e tekarrüble;
Cem:─Ceddin Yıldırım’ın evlâdları yüzünden bu vatan epeyce sarsıldı, fakat bu dâvâ-yı saltanat hırsından vatanda açılan yaraları az zamanda telâfiye bir Çelebi Sultân Mehmed yetiş-mişti; şimdi ecdâdımızdan irsen intikal eden bu hırs-ı mühlik Fatih evlâdlarını da tarihe epeyce muâheze ettirecektir, fakat -of!- ne için birâderim tedvîr edemeyeceği bu dolâb-ı devleti bana teslim etmesin; pederim kendisini velîahd tâyin etmiş, şimdi ise pederim öldü; millet, asker beni pâdişâh etmek istiyor, neden birâderim buna râzı olmasın?
Biraz düşündükten sonra:
─Süleyman! Süleyman! Karşıda sislerle mâtem tüllerine bürünmüş şu Osmanlıların ilk beşiği olan Bursa bak bize karşı kollarını açmış pür-tehâlükle bekliyor; vatanın kanını emen bir takım paşaların, mütegallibelerin elinden kendini kurtarmaklığımızı tazarru eyliyor. Haydi orduya hareket emrini ver!
Sultân Cem atını sürer, peşinde Süleyman Bey askeriyle ilerlemekle, bir vakit sonra karşı karşıya gelen iki Osmanlı ordusu hûn-rîz muhârebeye başlar, Ayas Paşa dehşetli bir hezîmete dûçâr; Sultân Cem muzafferen Bursa’ya dâhil olur.
-Perde iner-[11] İKİNCİ PERDE
Sultân Cem Bursa’da tahta iclâs eylediğinin on sekizinci günü sarayında gurûbuna temâ-yül etmiş güneşi seyrederken uzaklardan bir izdiham, bir kalabalık nazarına çarpar, hemen Sü-leyman Bey’i çağırarak;
Sultân Cem: ─Süleyman! Pâdişâhlığımın ilk muzafferiyeti senin sayende temîn edildi; fakat şu karşıdan gelen kalabalık mutlak o muzafferiyeti ye’se, kedere tahvîle kâfîdir.
Biraz düşündükten sonra:
─Kal‘amız metîn, ahâlimiz mutâva‘at eder, fakat ihzârat yok. Ne yapalım?
Süleyman Bey: ─Sultânım irâde buyursanız hemen elde bulunan askerle karşılarına çı-karız, rahat yerimizde ölmekden, meydan-ı muharebede can vermek daha efdaldir!
Sultân Cem: ─Haydi öyleyse askeri hazır et; der ve siyah câzibe-nişîn gözlerini şiddetle açarak ve ellerini birbirine kavuşturarak odanın içinde dolanmağa başlar; bir müddet sonra Süleyman Bey’in hazırladığı askere pîr olur. Yenişehir Ovası’nda karşılaşan iki kardeş ordusu bilâ-ifâte-i zaman iki gün mütemadiyen kanlı muharebelerden sonra Sultân Cem bir hezîmet-i müdhîşeye dûçâr olarak firara başlar.
Sahne Sultân Cem dağlar arasında kendi kendine:
─Ah! Hain Yakub, İshak Paşa’nın mevâ’id-i kâzibesine iğfalen senelerden beri nân-ı [12] nimetimle perverde-i vücûd ettiğin zavallı Cem’e akıbet ihanet eyledin; beni pederimden mevrus taht ve saltanatdan mahrumen bu Allah’ın susuz ve çorak çöllerinde, ovalarında, yalçın kayalı dağlarında süründürüyorsun; ben Süleyman’ın sözlerine pek ehemmiyet verir idim, fakat bilmem bu hain hakkındaki mütalaatına neden kâni‘ olmadım?
Ellerini başına götürerek:
─Allah’ım mukadderâtının mübeddel-i ikbâl olması için sana sığınan şu Cem’in tazarru‘ ve niyâzını kabul et!
Süleyman Bey Cem’in bu sözlerinden müteessiren hafif bir sesle kendi kendine: ─Zavallı Sultânım, teessürâtından mütevellid söylediği sözler kalbimi o kadar sıktı ki bu kadar muharebelerde bulundum, kanlar dökdüm, kanımı dökdüler; hiç böyle olduğumu hatır-layamıyorum.
Başını elleri içine alarak: Birkaç sözle ona vefâ-yı kalbimi, samimiyet ve meveddetimi elbet anlatmak isterim, sultânımın ızdırabını acaba sözlerim telâfi edecek mi? Yok, her halde söyleyeceğim…
Yerinden kalkar, biraz ötede bir kaya parçasının arkasına gizlenmiş oturmakta olan Sultân Cem’e tekarrüble:
─Sultânım, günlerce bu kimsesiz dağlarda kırk elli askerimizle oturmakda, kurtlar gibi gizlenmekte bir mana bulamıyorum. Emrediniz, irade buyurunuz icâb ederse refahınız uğruna canımı feda edeyim, kardaşınıza bir ricanız varsa her türlü mehâlike göğüs vererek şu dağların kimsesizlikleri arasından geçeyim, birâderinize halinizi söyleyeyim. Burada oturmakla çâre-i halâs temin etmek değil; [13] ümîd-i halâsı söndürmüş oluruz.
Süleyman Bey ayağa kalkarak:
─Sultânım bugün de akşam oluyor, mutlaka bugün bir teşebbüs lazımdır!
Sultân Cem’in her tarafını ağır ve mâtemî bir sükûn kaplamış olduğu halde Süleyman Bey’e:
─Git Süleyman halam Selçuk Hâtun’u bul, birâderime gönder, Anadolu’da hükümet etmeğe râzı olan birâderi Cem’in şu ricâsını kabul etsin. Halama benden de selam et.
arasında:
─Kabulde imtina ederse evlâd u iyâlimle Mısır’a iltica edeceğimi söyle.
Süleyman Bey bu emri alarak dört gün sonra türlü mehâlik içinde Bursa’da Şehzâde Abdullah Sultân’ın ordusuna dâhil olur, derviş kıyafetiyle orduda birkaç gün kaldıktan sonra oradan Bursa’ya Selçuk Hâtun’u bulmak üzere hareket eder. Süleyman Bey Selçuk Hâtun’un Bursa’da muhteşem bir saray içinde olduğunu haber alınca üzerindeki derviş elbisesiyle huzûr-ı hâtuna kabul edilmeyeceğini anlayarak tebdîl-i kıyâfetle saray kapısı önüne gelir, kapıyı urur. Bir vakit sonra kapı açılarak Süleyman Bey saraydan içeri alınır ve Selçuk Hâtun’un huzuruna çıkarılır.
Meclis
Selçuk Hâtun, Süleyman Bey
Selçuk Hâtun:─Birâderine isyan eden Cem’in bendesi Süleyman Bey sen misin? Sultâ-nın [14] evvelce benim nasihatlarımla âmil olmadığı için şimdi nâdim değil mi? Fikri nedir, ne söyledi anlat bakalım bende-i sâdık!
Süleyman Bey bir bâr-ı hacâlet altında ezile ezile gâyet hafif bir sadâ ile:
─Sultânım Cem ellerinizden öpüyor, birâderi Bâyezid Han’a karşı isyân ettiğine nâ-dim olmuş. Fakat kendisi bu isyanda bî-günah idi; çünkü lalası Yakub Bey’in iğvaât ve teş-vikâtına mağlûb oldu. Gençliği cihetiyle saltanata tabii olan hırsı kendisini mağdur gösterir. Şimdi dağlar, ormanlar arasında bir vahşi canavar kıyâfetiyle bir sultânın yaşaması elbette te-cvîz edilemez! Hayâtı günde bin türlü tehlikelere maruz kalıyor, ağlamaktan gözlerinin feri söndü, şiirleriyle dağları taşları inletiyor. İnsan olup da bu hâle tahammül etmek elden gelir şey değildir! Kendisi birâderine ilticâ etmek istiyor, Rumili’ye geçmemek ve Anadolu’da saltanat etmek suretiyle taksîm-i verâsete râzı oluyor; bunu da halam Selçuk Hâtun birâderime is‘âf etdirir diyor: himâyetinize ilticâ eden Cem Sultân gibi bir gence dağlarda işkence muvâfık-ı şân-ı insâniyet değildir; her halde bir cevâbınıza intizar ediyor.
Selçuk Sultân: ─Ah! Câhil çocuk. Câhil de değil, hem şâir hem âlim hem de fâzıl olduğu halde kendisine câhil demekte yine kendimi haklı bulurum. Yakub Bey gibi bu devletin daima inkırazına çalışan birinin sözlerine kapılıp da kardeşe isyan etmek işte insanı böyle dağlara düşürür.