• Sonuç bulunamadı

Türk Tarihinde Meclis

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Tarihinde Meclis"

Copied!
306
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Editörler

TBMM’ nin Açılışının 100. Yılı Anısına

(2)
(3)

YAYIN HAKLARI

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında yayınevinden izin alınmadan

çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

AÇIKLAMA

Bu kitapta yer alan bölümlerde kullanılan kaynakların, görüşlerin, bulguların, sonuçların, tablo, şekil, resim ve her türlü içeriğin sorumluluğu

yazarlarına aittir.

Beykent Üniversitesi Yayınları, No: 155 1. Baskı, 2021, İstanbul ISBN : 978-975-6319-57-4 e-ISBN : 978-975-6319-58-1

Baskı: Özlem Matbaacılık ve Reklamcılık LTD. ŞTİ Maltepe Mah. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. No: 2BB4 Topkapı / İST.

Sertifika No: 45257

TÜRK TARİHİNDE MECLİS

Editörler

(4)

TAKDİM

Murat FERMAN………... 5

TAKDİM

Akile Reşide GÜRSOY ŞATIROĞLU………... 7

ÖNSÖZ

Abdulkadir DONUK ……… 9

ESKİ TÜRKLERDE MECLİS

İbrahim KAFESOĞLU ………...…….. 13

TÜRK HAKANLIĞI (KARAHANLILAR)’NDA MECLİS-İ ÂLÎ-Yİ HAKAN: YÖNETİM VE HALK (TBMM’YE BİR PROTOTİP OLUR MU?)

Ömer Soner HUNKAN ………...…….. 39

GAZNELİLER DEVLETİ’NDE MECLİSLER

Cihan PİYADEOĞLU ………...……. 55

SELÇUKLULARDA YÖNETİM VE MECLİS KURUMU (DÎVÂN-I A‘LÂ)

Muharrem KESİK ………...…….. 67

DÎVÂN-I HÜMÂYÛN: OSMANLI DEVLET YÖNETİMİNİN KARAR ORGANI

Mehmet İPŞİRLİ ………...……. 99

MİLLÎ EGEMENLİĞİN OLUŞUMU VE TBMM’YE GİDEN SÜREÇ

(5)

TEŞKİLÂT-I ESÂSİYE KANUNU

Zekeriya TÜRKMEN ………...……. 169

ATATÜRK DÜŞÜNCESİNDE MİLLÎ EGEMENLİK VE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Cezmi ERASLAN ………...…… 183

BİRİNCİ TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN ÖZELLİKLERİ

İhsan GÜNEŞ ………...…… 197

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN İKİNCİ DÖNEMİNDE İKTİDAR MUHALEFET İLİŞKİLERİ

Soner DURSUN ………...…… 223

CUMHURİYET’İN VE DEMOKRASİNİN KURULUŞU

Mehmet SARAY ………...…… 237

ORTAÇAĞLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRK CUMHURİYETLERİNDE ANAYASAL GELİŞMELER

Abdulvahap KARA ………...……… 243

(6)

Murat FERMAN

Yaşadığımız dünya üzerinde yazılı anayasalar ve belirli kurallar çerçevesinde yaşayabilmekten tutun, adaletin, üretimin ve istikrarın sürdürülebilir olmasına değin her şeyin teminatı meclislerdir. Özellikle Türk tarihinde, ister hakan olsun ister hünkâr olsun bütün Türk hükümdarları, “töre” üzerinden varlığını tanımlar; yönetimi, üretimi ve istikrarı, bu yazılı olmayan “töre” kuralları çerçevesinde sürdürürdü. Şüphesiz ki, tarihimiz boyunca uygulanan bu kurallar bütünü, daima bir meclisin denetimi ve takibi altında korunmuş, tarihin akışı boyunca hükümdarlar değişirken meclislerimiz bakî kalmış ve zamanla farklı isimlerle tarih sahnesindeki yerini bizlere hep hatırlatmıştır.

Millî hâkimiyet düsturuyla öncüllerinden ayrılan, Türk milletini daha çağdaş, daha uygar bir noktaya taşıyan, cumhuriyetimizin ana güç kaynağı Türkiye Büyük Millet Meclisi de kuşkusuz 100. yılında, böylesi nitelikli bir çalışma ile taçlandırılabilirdi. Beykent Üniversitesi Rektörü olarak, Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanımız Prof. Dr. Abdülkadir Donuk ve Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Yaşar’ın çalışmasının değerini, ancak bu sözlerle ifade edebilirim. Çünkü değerli akademisyenlerimiz, bugünü anlamanın ancak dünü iyi kavramakla mümkün olduğu bilincinden hareketle; “Türk Tarihinde Meclis” adlı çalışmalarını gerçekleştirerek, tarihteki Türk meclislerini incelemek için bize gereken bütün malzemeyi sunabilen, literatüre ciddi manada katkısı olacağına inandığımız önemli bir eser meydana getirmiştir.

Eserde, meclis tarihimizin bütün dönemleri, her cephesi ile ele alınmakta ve TBMM’nin öncüllerinden farkı tespit edilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 100. yılı vesilesiyle kavuştuğumuz bu

(7)

eserin, Beykent Üniversitesi merkezli bir eser olması bizler için gurur kaynağıdır. Cumhuriyetin ve millî hâkimiyetin değerlerine sonuna kadar bağlı, evrensel, yenilikçi, çağdaş, bilginin ötesine geçme arzusuna sahip ve katılımcı olmak gibi değerleriyle öne çıkan üniversitemiz adına, gelecek kuşaklara rehber olacak nitelikteki bu eserde katkısı olan, başta Tarih bölümünden Prof. Dr. Abdülkadir Donuk, Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Yaşar ve dönemin Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Akile Reşide Gürsoy Şatıroğlu olmak üzere, tüm değerli isimlere teşekkürü borç bilirim.

(8)

Akile Reşide GÜRSOY ŞATIROĞLU

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelini oluşturan Millet Meclisi’nin açılışının 100. yılına ulaşmış olmasının haklı gururunu yaşıyoruz. Parçalanmış ve işgal altında kalmış bir imparatorluktan yeni bir devletle vücut bularak bağımsızlığa kavuşmuş, milli irade yolunu seçmiş bir milletin, 1920’de Ankara’da mütevazı bir binada ama büyük bir ruh, azim ve iddia ile meclis çatısı altında bir araya gelerek, milleti yok olmuş saymanın karşısında durduklarını görüyoruz. Bu ilk meclisten barış antlaşmaları, Cumhuriyet, 1924 Anayasası ve Avrupa meclislerinden önce kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi gibi öncü kanunlar çıktı.

İnsanların ve toplumların hayatında isabetli kararlar alabilmek hayati önem taşımaktadır. Devlet düzeyinde alınan kararlar, bunların uygulanması ve izlenmesi kültür tarihimizin yüzyıllar geriye dayanan siyasi kurumlarında, yaşanmışların süzgecinden geçerek şekillenmiş ve günümüze gelmiştir. Türk tarihindeki bu derinliği ortaya çıkaran, tarih dalında kıymetli incelemeleri bir araya getiren bu eser, devlet başkanlarının yetki ve sorumlulukları, kararların alındığı meclis ve divan gibi oluşumlar, kurultaylar, istişare gelenekleri, iktidar ve muhalefet ilişkileri, bürokrasi, törenlerin anlamı, farklı roller ve sorumluluklar üstlenen devlet erkânını ayrıntılı tasvirler ve örnekler vererek aktarmakta ve analiz etmektedir. Yer alan metinlerde, ilk darbe örneklerine, darbe koşullarına dahi dikkatimiz çekilmekte; anayasa, kanun ve yönergelerin önemi tartışılmaktadır.

Günümüzde en arzulanır, çağdaş yönetim sistemi olduğu kabul edilen demokrasilerde şüphesiz en önemli güncel konular arasında, toplumun demografik olarak yarısını oluşturan kadınların temel karar alma organı olan parlamentolarda ve diğer karar alma birimlerinde yeterli oranlarda yer

(9)

alıp almaması konusudur. Bu eserde de sözü edildiği gibi, Orhun Abideleri’nde “Tanrı, Türk milleti yok olmasın diye babam İl-Teriş Kağan ile anam İl-Bilge Hatun’u yükseltti” ibaresinin eski Türk hukukunda kadının sahip olduğu siyasi mevki ve hakları tespit açısından çok önemli bir kayıt olduğu kabul edilmektedir.

Bu eseri bir araya getiren başta Beykent Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdülkadir Donuk’u, editörlüğü paylaşan Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Yaşar’ı ve bilimsel makaleleri ile katkıda bulunan değerli uzman yazarları kutluyorum. Tarihimizin derinliklerine uzanan bu titiz ve ayrıntılı çalışma, millet adına karar alma süreçlerinin baş mekânı olan meclisler ve onların sosyal ortamları üzerinde bilgi sahibi olmamıza, kıyaslamalı düşünmemize ve sonraki nesillere aktarmamıza vesile olacaktır. Kitabın hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

(10)

Abdulkadir DONUK

Dünya kurulduğundan beri binlerce kavim gelip geçmiş ve bu kavimler sayısız imparatorluklar ve devletler kurmuşlardır. Yine her kavim yaratılışından gelen yetenek, inanış ve düşünce sistemi neticesinde kendi idarî teşkilâtlarını kurarak mevcudiyetlerini devam ettirmişlerdir.

Bu noktadan hareketle isteyerek veya despot bir kişinin zorla başa geçmesiyle her kavim şu isimlerle anılan sistemle idare edilmişlerdir: Monarşi, Oligarşi, Diyarşi, Aristokrasi, Diktatörlük, Krallık, İmparatorluk, Derebeylik (Feodalizm), Teokrasi, Stratokrasi, Konfederasyon, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm, Liberalizm, Nasyonalizm, Federal Cumhuriyet ve Cumhuriyet gibi.

Toplumların büyük çoğunluğunda idare şekli nasıl olursa olsun, iktidarı ele geçiren kimse, soyunun geleceğini hedeflediğinden, babadan oğula geçen anlayışı benimsemiş ve bunun mücadelesini vermiştir. Hanedanlık olarak tarihe geçen bu uygulama Türk tarihinin başlangıcından Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar aralıksız devam etmiş ve millet Allah’ın kut (siyâsî iktidar) ile donattığına inandığı hanedan mensuplarına itaat etmişlerdir. Ancak zaman zaman kusurlu ve yetersiz gördükleri hakanlara isyan ederek iktidardan da uzaklaştırmışlardır.

Kaynaklardan öğrendiğimize göre, Türk devlet adamlarının zorba ve diktatör olmalarını önleyen en büyük güç Meclislerin varlığı idi. Ne kadar karizmatik bir yapıya sahip olursa olsun, Türk hükümdarı ancak Meclis’in onayını aldıktan sonra uygulamaya geçebiliyordu. Bunun da en büyük güvencesi “töre” hükümleri idi. Türk töresini en güzel şekilde anlatan “Kutadgu Bilig” adlı eserin yazarı Yusuf Has Hâcib özetle şöyle demektedir:

(11)

“Gerçek kudret törededir; kanun sudur, akarsa nimet yetişir; memleketin direği, temeli, sağlamlığı, esası ve kökü, halkın hakkı olan kanuna dayanır. Kanun himayesinde halk huzur ve sevinç içinde yaşamalıdır. Bir memleketin bağı ve kilidi iki şeyden ibarettir: biri ihtiyatlılık, biri kanun. Hangi hükümdar devletine kanun koydu ise, o devletini tanzim etmiş olurdu; Kanun hükümdarlıktan da üstündür: Hükümdarlık uludur, çok iyidir, fakat daha iyi olan töredir. Fakat bundan da mühim olan törenin tüz (eşit) tatbik edilmesidir; Adalete istinad eden töre bu göğün direğidir, töre bozulunca, gök yerinde duramaz. Bu kanun koyan hükümdarlar hayatta bulunmasalardı, Tanrı yedi kat yerin nizamını bozmuş olurdu; töre insanlığı bir bütün sayardı. Bu sebeple güneş ve ay gibi bütün dünyayı aydınlattı. Töre güneş gibidir, sabittir, bir şeyi eksiltmeksizin daima bütünlüğü muhafaza eder. Her yerde parlaklığı aynı kuvvettedir. Aydınlığını bütün insanlara ulaştırır. Hareketi ve sözü herkes için birdir ve herkes ondan nasibini alır. Cihana hayatiyet verir, doğduğu zaman binlerce renk çiçek açar”.

Bu ifadelerden açıkça anlaşılacağı üzere, mühim olan halkın âdil kanunlar ile yönetilmesi idi. Bunun için de “danışma” veya “meşveret” usulü ile devleti idare eden insanlar bir araya gelirler, tartışırlar ve ortak bir karara varılırdı. Bu konuda Türk tarihinden çarpıcı birkaç misal vermek istiyorum: Avrupa Hun hükümdarı Attila, Lâtin kaynaklarının ifadesi ile “kararları mecliste almak mecburiyetinde” idi. Gök-Türklerde Bilge Hakan’ın iki teklifini Meclis gerekçe göstererek reddetmiş, diğer bir hakanın ölürken yerine geçmesini istediği kişiyi de Meclis uygun bulmamış idi. Osmanlı devrinin en muhteşem sultanı Kanunî’nin, Dîvân’ı ilgilendiren mes’elelerde sözü geçmediği gibi, devrin şeyhülislâmı Ebüs-suud Efendi’nin “Nâ meşru nesneye emr-i pâdişâhî olamaz” sözüne de muhatap olmuştur.

Türk tarihinin başlangıcından Cumhuriyet’e kadar olan devrede, üç büyük kıt’ada devletler kuran Türklerin Meclis tarihini ele alan bu çalışma ile Türk demokrasi tarihinin bilinmeyen veya az bilinen noktalarını aydınlatmak ve Türk hükümdarlarının hiçbir zaman “diktatör” olmadıklarını göstermek düşüncesi amaçlanmıştır.

Osmanlı Devleti’nde 1876 yılında Kânûn-ı Esâsî’nin ilânı ile gelişen, 1908 İkinci Meşrutiyet sonrasında hem siyâsî hem de toplumsal-kültürel anlamda demokratik çoğulculuğun başlaması ile Millî Mücadele ve ardından Cumhuriyet’in kurulması sonrasında Meclis’in önemi artarak devam etmiştir.

1920 yılında Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılması Türk tarihinin en önemli olaylarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan “millî hâkimiyet” kavramı Millet Meclisi’yle birlikte uygulama

(12)

alanı bulmuştur. Türk Kurtuluş Savaşı da bu Meclis’e dayanmış ve meşruiyetini buradan almıştır.

23 Nisan 2020’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nin açılışının 100. yılını kutladık. 100 yıllık tarihi boyunca TBMM, Cumhuriyet tarihinin en önemli kurumu olmuş ve farklı dönemlerde demokrasinin kalesi olarak işlevlerini yürütmüştür. Bu bir asırlık dönem içinde, dört farklı Anayasa, çeşitli siyâsî rejimler ve pek çok darbeyle karşılaşan TBMM, bütün bu zorluklara rağmen Türk siyâsî hayatının vazgeçilmez bir kurumu olarak varlığını sürdürmüştür.

Bu vesile ile Türk tarihinin İslâmiyet öncesi Türk topluluklarında (Asya ve Avrupa Hunları, Tabgaçlar, Gök-Türkler, Uygurlar, Kırgızlar, Türgişler, Karluklar, Oğuzlar, Sabarlar, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kuman, Kıpçaklar) Meclis’in önemi hepimizin hocası rahmetli Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun ülkemizde ilk defa derli-toplu incelediği konu ile alâkalı yazısı aynen alınmıştır.

İslamiyet sonrası Meclis çalışmalarının Karahanlılar kısmı yine ülkemizde bu sahaların uzmanları olan Prof. Dr. Ömer Soner Hunkan; Gazneliler zamanı Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu; Selçuklulardaki durum Prof. Dr. Muharrem Kesik; Osmanlı devri de bizim neslin üstadı Prof. Dr. Mehmet İpşirli tarafından kaleme alınmıştır.

Cumhuriyet dönemi TBMM’nin önemi sırasıyla Prof. Dr. Süleyman Beyoğlu; Dr. Öğr. Üyesi Zekeriya Türkmen; Prof. Dr. Cezmi Eraslan; Prof. Dr. İhsan Güneş; Dr. Öğr. Üyesi Soner Dursun; Prof. Dr. Mehmet Saray hocaların katkısı ile gerçekleşmiştir.

Çağdaş Türk Cumhuriyetlerindeki Anayasa çalışmalarında rol oynayan meclislerin fonksiyonu da Prof. Dr. Abdulvahap Kara’nın emeği ile ilk defa ortaya çıkmıştır.

TBMM’sinin açılışının 100. yılı dolayısıyla “Türk Tarihinde Meclis” adlı bu eserin, ülkemizde ilk defa ele alınarak basılması Beykent Üniversitesi’ne nasip olmaktadır. Türklerde demokrasi uygulamalarının bir bütün hâlinde ortaya konmasında Sayın Rektörümüz Prof. Dr. Murat Ferman’a, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Akile Reşide Gürsoy Şatıroğlu’na, metni baştan sona okuyarak gerekli tashihleri yapan Dr. Öğr. Üyesi Ali Şeylan’a ve ilmî yazıları ile gelecek nesillere ışık tutan, bu çalışmaya katkıda bulunan hocalarıma şükranlarımı sunarım.

(13)
(14)

İbrahim KAFESOĞLU

Devlet, hukuki bakımdan, emretme hak ve yetkisine sahip ve o emri icra kudreti de olan bir yüksek sosyal nizamdır. Ancak emretme hakkının itaat edenler tarafından “meşru” (=hak yolu, doğru) kabul edilmesi lâzımdır, aksi hâlde devlet yok, zorbalık vardır. Meşruluğu tanınan devletlerde, topluluklara göre, çok çeşitli olan hükümranlık (hâkimiyet) şekilleri arasında ortak vasıfta üç tip tespit etmek mümkün görülmüştür: Gelenekçi hâkimiyet, karizmatik (“charisma”dan) hâkimiyet, kanunî hâkimiyet.1

Eski Türk hükümranlık telâkkisi, karizmatik (hükümdarlık yetki ve kudreti Tanrı tarafından bağışlanan) tip olarak kabul edilmiştir. Vesikalar Türk hükümdarına idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğini

Bu makale konuyu Türkiye’de ilk defa derli toplu yazan rahmetli Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu hocanın “Türk Millî Kültürü” adlı eserinden alınmıştır.

1 Gelenekçi hükümranlıkta meşruluk, eskiden beri süregelmekte olan ve değişmeyeceğine

inanılan düzenin kutsallığı düşüncesine dayanır. Bu meşruluk anlayışında kimin hükümdar olacağını gelenekler belirler; kudret ve yetki belirli kurallarla tesbit edilmiş olmayıp, tamamıyla gelenekler çerçevesinde uygulanır ve icradaki aksaklıklardan sistem değil, uygulayıcılar sorumlu tutulur.

Karizmatik meşrûluk ise, geleneklerden ve eskiden beri alışılmış davranışlardan değil, doğrudan doğruya hükümdarda veya iktidardakilerde Tanrı vergisi olarak mevcut olduğu kabul edilen üstün vasıflardan kaynaklanmaktadır. Fevkalâde bir siyâsî lider, idare ettiği toplulukta, kendisinin Allah tarafından olağanüstü bir niteliğe sahip kılındığına inandırarak, tam bağlılık sağlar. Bu bağlılığın gelenek ve alışkanlıkla ilgisi olmadığı için, karizmatik meşruluk taşıyan kişi, topluluğa kolayca başka uygulamalar getirebilir ve yeni hedefler gösterebilir.

Kanunî meşruluk, çağdaş hükümranlık anlayışı olup, esasları önceden kanunlarla tesbit edilmiştir. Buna göre hâkimiyet, sınırları belli yetkiler içinde uygulanır. Hükümdar bu objektif nizam kurallarına uymak zorundadır. Tafsilen, Max Weber, Wirtschaft und

Gesellschaft, Grundriss der Socialoekonomie, III, Heidelberg 1922, bk. H. Freyer - T. Çağatay, İçtimaî Nazariyeler Tarihi, Ankara, 1968, s. 183-190.

(15)

(bağışlandığını) göstermektedir: Asya Hun imparatorunun unvanı: “Gök-Tanrı’nın, güneşin, ayın tahta çıkardığı Tanrı kut’u Tanhu” idi.2 Hsia Hun

devleti tanhusu He-lien Po Po (5. yüzyıl ilk çeyreği) söyle diyordu: “Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı…”3 Avrupa Hun devletinde

Bozkır menşeli olan “Tanrı’nın kılıcı” hikâyesi ile Sardika (Sofya)’da Hun ve Bizans elçileri arasında çıkan münakaşada Attilâ’nın da ilâhî kudretle donatılmış olacağının belirlenmesi ve Akatir kralının (bir kurnazlık dahi olsa) Attilâ’yı Tanrı’ya benzetmesi4 aynı telâkkiyi ortaya koyar. Gök-Türk

hakanları da öyle idi: “Tanrı’ya benzer, Tanrı’da olmuş Türk Bilge Kagan”.5

“Babam kagan ile anam hatunu Tanrı tahta oturttu”.6 “Tanrı irade ettiği için,

kutum olduğu için kagan oldum”.7 Uygur hakanlarının unvanları da bunu

gösterir. Tuna Bulgarlarında hükümdar Tanrı tarafından tahta çıkarılmıştır.8

İtil Bulgarlarında da öyle.9 Hazar hakanı, eğer İbn Fadlan’ın haberleri doğru

kabul edilirse, halktan tecrit edilmiş, âdeta “tanrısal” bir hayat yaşıyordu.10

Bozkır Türk hükümdarı Tanrı tarafından kut ve ülüg (kısmet) ile donatıldığı için işbaşına gelebilmekte idi.11

2 De Groot, Die Hunnen der vorchristlichen Zeit I, Berlin- Leipzig, 1921, s. 53; A. Bombacı, Qutlug

Bolsun, UAjhb, I, 1965, s. 285 n. 1; S. M. Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul, 1947, s. 214.

Çince metindeki “Güneş’in ve Ay’ın tahta çıkardığı” ibaresinin E. H. Parker tarafından yapılan tercümesi (bk. W. Schmidt, TDED, XIII, s. 81, n. 6) daha doğru olsa gerektir: “... the equal of Sun and Moon = Güneş’in ve Ay’ın muadili Tanrı ‘kut’u...” (bk. aş. Din). Esasen içinde “yer, Güneş, Ay” kelimelerinin bulunduğu bahis konusu Çince ibare Ki-ok tanhu zamanında Hun hizmetindeki Çinli Çung-hang Yüeh’in sözleridir. Fakat Mo-tun’un 176 tarihli ünlü mektubunda sadece “Tanrı’nın tahta çıkardığı” ibaresi yer almıştır (bk. De Groot,

ayn. esr., s. 76)

3 Bk. A. Onat, Hsia Devleti (doç. tezi), 1977, s. 91, 94.

4 P. Vâczy, Hunlar Avrupa’da, bk. Attila ve Hunları, İstanbul, 1962, s. 111 vd.; B. Szasz, A Hunok

törtenete, Attila nagykiraly, Budapest, 1943, s. 181,215 vd., 227.

5 Kitabeler, I, güney, 1; II, doğu, 1.

6 Kitabeler, I, doğu, 25; II, doğu, 21; ayrıca bk. Liu, Mau-tsai; Die chinesischen Nachrichten zur

Geschicte der Ost- Turken I-II, Wiesbaden, 1958, s. 38

7 Kitabeler I, güney, 9-10, II, kuzey, 7-8, “Tanrı tarafından kurulan Gök-Türk Hakanlığı” bk. Liu,

ayn. esr., I, s. 52 (Hakan İşbara’nın mektubundan).

8 Krum, Omurtag ve Malamir kitabeleri, bk. G. Feher, Les monuments de la culture

protobulgare et leurs relations Hongroises, AH, VII, 1931, s. 143; V. Beşevliev, Les inscriptions protobulgares, Byzantion, XXVIII, 1955-1957, s. 305, 310, 322, XXX, s. 485, 488; F. Köprülü, Proto-Bulgar hukukuna dair notlar, THİT, II, 1939, s. 3; B. Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1962, s. 264, 274 vd.

9 İbn Fadlan, s. 74.

10 D. M. Dunlop, The History of the Jewish Khazars, Princeton, 1967, s. 97 vd., 111. 11 Kitabeler, I, doğu, 29, II, doğu, 23.

(16)

Bu tarihî kayıtlardan da anlaşılıyor ki, eski Türk devletinde siyâsî iktidar kavramı “Kut” tâbiri ile ifade ediliyordu.12 Türk dilinin en kadîm ve

en yaygın kültür kelimelerinden biri (2200 yıldan beri mevcut) olan kutun nazarî cephesi (yâni Türklerde siyâsî iktidarın mâhiyeti) ünlü siyâset kitabımız Kutadgu-Bilig’de açıklanmıştır. Buna göre, “Kutun tabiatı hizmet, şiarı adalettir... Fazilet ve kısmet kuttan doğar… Beyliğe (Hükümdarlığa) yol ondan geçer... Her şey kutun eli altındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir... Tanrısal(ıduq)’dır... Dünyada tam bir iktidar kuşağı bağladı, kurt ile kuzu bir arada yaşadı... Bey, bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin, onu sana Tanrı verdi… Hükümdarlar iktidarı Tanrı’dan alırlar...”.13 Kuttan feragat etmek,

“Devletten, siyâsî istiklâlden vazgeçmek” mânasına gelirdi.14

Burada, “kut” münasebeti ile Türklerde hükümranlık düşüncesini ilgilendiren yanlış bir yorumu açıklamak faydalı olacaktır. Evvelce de temas edildiği gibi, tarihin kesin ilk Türk devleti olup, sonraki bütün Türk siyâsî kuruluşlarında tesiri görülen Asya Hun devletindeki hâkimiyet anlayışının Çin menşeli olduğu, Büyük Hun devletinin doğuşunda “Çin imparatorluğunun model” teşkil ettiği ileri sürülmüş ve delil olarak da, tâ De Guignes’den (1756) beri15 Tanhu Mo-tun’un, tıpkı Çin imparatoru gibi

“Gök’ün (Tanrı’nın) oğlu” diye anılmak isteği gösterilmiştir. Hâlbuki sosyal bünyesi, ekonomisi, hatta kurulduğu bölgenin tabiî şartları Çin’den tamamen farklı bir devlette, yalnız “hâkimiyet” düşüncesinde Çin’e müracaat edilmesini anlamak güçtür. Tarihî ve etnolojik deliller de iddianın aksini, yâni Çin topluluğunun, devlet kuruculuğu Bozkırlılardan öğrendiğini ortaya koyar. Eski Türk kozmogonisi ve töre anlayışı da bunu desteklemektedir. Nihayet Çin imparatorlarının unvan olarak kullandıkları “Gök’ün oğlu” tâbirindeki “Gök” sözü bu hâkimiyet kavramının Bozkır

12 Bk. S. M. Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, s. 120 vdd.; G. Doerfer, Turkische und mongolishe

Elemente im Neupersischen, III, Wiesbaden, 1965-1975, s. 551; kut=devlet (DLT, Kilisli neşri I,

s. 269); “İdi-kut= “hudâvend-i devlet” (devlet sahibi), bk. Cuveynî, Târih-i Cihânguşâ, I, 1912, s. 32; ayrıca L. Bazin, Le Nom propre d’homme “Qorqut”, UAjhb, XXXVI, 3-4, 1965, s. 279. Asıl mânası “iktidar” olup (DLT, I, 427-8, “qut belgüsi bilig”) sonradan mâna genişlemesi için bk. A. Bombacı, Qutlug Bolsun, I, II (Bu araştırmalarda “kut” ve “kutlug” ile ilgili bütün tarihî malzeme toplanmıştır); A. F. Karamanlıoğlu, Kutadgu-Bilig’in Diline ve Adına Dâir,

Türk Kültürü, Sayı: 98, 1970, s. 130 vd.

13 Kutadgu-Bilig, Beyitler: 461, 674-676, 1410, 1933, 1934, 5469, 5947.

14 Bk. Oğuz Kağan Destanı, str. 187-193: “Kutumuz senin kutun oldu; uruğumuz senin uruğun

oldu”.

15 Ve son olarak Liu Mau-tsai, Die chinesıschen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken, I, s.

(17)

menşeini göstermeğe yeter;16 zira inancın merkez noktası olarak gök, eski

Türk dinine mahsus olduğu halde, toprak, yer tanrılarına inanılan Çin’de “kudretli varlık” olarak “gök”, Bozkır kültürünün tesirinden önceki devirde (Shang’lar çağı) mevcut bile olmamış17 ve orada ancak, Türk kültürünün

belirli şekilde görüldüğü Chou sülâlesi zamanında ortaya çıkmıştır. Çin’deki “Üniversel devlet” anlayışını ve bu anlayışın Tanrı ile ilgilendirilmesi (“die Religiositaet des staatlichen Weltbildes”)’nin kaynağını araştıran ve meseleyi “mühim, fakat cevaplandırılması güç” olarak sunan O. Franke de asıl Çin siyâsî düşüncesinde böyle bir anlayışın mevcut olmadığını belirtir ve bu hususta ilk gerçek tasavvurun ancak Chou hükümdarlarında müşahede edildiğini söyler.18 Sonuç, yukarıda “kut” münasebeti ile yapılan

menşe açıklamasının doğruluğunu teyid etmektedir. Daha sonra Çin’de görülen bu düşünceyi açıklamağa çalışan filozof ve ahlâkçı Konfüçyus (öl. M.Ö. 480’lerde) da teorisinin asıl kaynağının kendinden önceki “gelenekler olduğunu bildirmiş19 ve o, “Gök’ün oğlu” (T’ien-tzu/tse) konusunu

incelerken doğrudan doğruya Türkçe “Tanrı” sözünü kullanmıştır. “Tanrı” kelimesinin Çinceleşmiş şekli olan Tien tâbiri (krş. Tanrı Dağı=T’ien-shan; Tanrı atı-ilâhî at= Tien-ma. Çince’de “r” yoktur) o çağlarda “Gök-Tanrı” kavramını karşılamıştır.20 Mo-tun tarafından “Gök’ün (Tanrı’nın) oğlu”

unvanı kullanılmış olsa bile, bu da, karizmatik meşruiyet anlayışının, doğru olarak, Türklerden Çin’e geçtiğini bir kere daha belirtmeğe yarar. Kaldı ki, Mo-tun’un böyle bir unvan kullandığı kesin değildir.21 Mo-tun’un unvanları

16 W. Eberhard, Çin Kaynaklarına göre Orta Asya’da At Cinsleri, Ülkü, sayı 92, 1940, s. 190 b;

W. Schmidt, Eski Türklerin Dini, TDED,1965, XIII, s. 80.

17 Bk. Eberhard, Çin Tarihi, Ankara, 1947, s. 29 vd.

18 O. Franke, Geschichte der chinesisehen Reiches, I, s. 124, 126. Kültür târihi araştırmaları da aynı

sonucu vermiştir, bk. J. Deer, Türk Milletlerinde Meşruiyet Hakkı, Ülkü, Sayı:102, 1941, s. 499.

19 Bk. W. Eberhard, Eski Çin Felsefesinin Esasları, DTCF Dergisi, II, 1, 1944, s. 270.

20 Tafsilen bk. İ. Kafesoğlu, Kutadgu-Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, TED, İstanbul, 1,

1970, s. 35-38, F.T. Cheng, China Moulded by Confucius, London, 1947, s. 49 vd., 58.

21 Esasen bozkır Türk hükümdarları böyle bir sıfat (unvan) taşımazlar. Gök-Türklerde (İşbara

ve Kapgan hakanlar tarafından) kullanıldığı ileri sürülüyor (bk. Liu, ayn. esr., I, s. 458; eğer Türkçe unvanları Çince’ye tercümede bir ilâve yapılmamışsa. Zira burada ilgili olarak verilen Türkçe ibarede “Gök’ün oğlu” kavramı yoktur, krş. ayn. esr., II, s. 751 vd. n. 556-557; ayrıca bk. A. Bombacı, Qutlug Bolsun, s. 287; Ayn. müell., Studia Turcica, s. 111). Liu’nun iddiasındaki hatânın kaynağı, Türkçe “Tengri’de bolmuş” deyiminin yanlış anlaşılmasıdır (Bk. Liu, ayn. esr., I, s. 458: “Vom Himmel geboren” oder “Sohn des Himmels” = “Gök’ten doğmuş” yahut “Gök’ün oğlu”). Hâlbuki açık mânası: “Tanrı yaratmış = Tanrının yarattığı”dır. Nitekim II. kitabede (II, doğu, 1) “Tengri yaratmış” ibaresi aynen mevcuttur.

(18)

(T’eng-li Ko-to=Tanrı kut’u=/Ch’eng-li ku-t’u Tan-hu/)’nda geçen ikinci kelime, Çince’deki karşılığının tesiri ile olacak, daima “oğlu” diye açıklanagelmiş22 ve herkesi yanıltan da bu nokta olmuştur. Bunun aslında

“kut” olup, “siyâsî iktidar”ı ifade ettiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır ki, Türklerdeki bu kadîm devlet anlayışı, yâni Tanrı’nın “kut” bağışlaması yolu ile dünyayı idare etme hakkına dayanan üniversel hükümranlık telâkkisi, Chou’larda Gök-Tanrı dininin kuvvetlendiği devirlerden (770’lerde) itibaren gelişerek Çin’de “Gökte bir Güneş, yeryüzünde bir hükümdar” şeklinde formüle edilmiştir. Buna göre, dünya Çin imparatorunun teb’ası sayıldığından (Ho-ch’in anlayışı)23 Çin sarayı, hattâ Ortaçağlar boyunca da

komşu yabancı devlet hükümdarlarından birçoklarına -bunlar bizzat Çin hükümetlerini himayeleri altına almış olsalar bile- birtakım unvanlar tevcih etmekte devam etmiştir.24 Ancak sonraları, Çin dışında daha üç tane benzer

vasıfta devletin mevcudiyetini tanıdıklarına dair haberlere rastlanır.25

Eski Türklerdeki “iki”li (doğu-batı, sağ-sol vb.) teşkilâtı da eski Türk Gök dinî inancına bağlamak mümkün görünmektedir:26 Gök ve 4 cihet Türk

devletinin mekânını meydana getiriyordu. Gerçekte devlet yeryüzünde olmakla beraber, Gök-Tanrı’yı hâkimiyetin sahibi ve kaynağı bilen Türklerin zihninde, iktidar Tanrı’dan (Gök’ten) aşağıya doğru intikal ettiği için, devlet içindeki mevkiler de yukarıdan aşağı sıralanıyor ve sağa, sola doğru yayılıyordu. Eski Türk inancında Güneş’e ve Ay’a verilen ehemmiyetten anlaşılıyor ki, bu sağ ve sol istikametleri umumiyetle doğu-batı cihetleri îdi. Güneşin doğduğu tarafın Türklerce kutsal yön sayıldığına dair deliller çoktur. Hükümdar otağının doğuya açılması, hâkanların tahtta doğuya dönük oturmaları

22 Gy. Nemeth, A honfoglalo Magyarsag kialakulasa, Budapest, 1930, s. 139 vd. Daha bk. De

Groot, ayn. esr., s. 54; K. Shiratori, On the Territory of the Hsiung-nu Prince Hsiu-t’u Wang and his Metal Statues for Heaven-worship, Toyo Bunko, sayı 5, Tokyo, 1930, s. 71 vd.

23 Bk. W. Eberhard, Çin Tarihi, s. 40 vd.; Ö. İzgi, Orta Asya Türk Devletlerinin Çin ile Ticareti,

TED, sayı 9, 1978, s. 88 vd.

24 Çin yıllıklarını dolduran bu unvanlar pratikte ilgili hükümdarın (hükümetin) Çin

tarafından resmen tanınması manasına geliyor ve yabancı devletlerce de öyle kabul ediliyordu, bk. C. Mackerras, The Uighur Empire, Canberra, 1968, s. 125 n. 4; F. Laszlo, A

Kagan es Csalâdja, KCsA, III, 1, 1940, s. 15. Yine Çin yıllıklarında sık sık görüldüğü üzere

imparatorlara gönderilen “haraç”lar da aslında tâbi hükümetlerin ödemeye mecbur olduktan vergiler değil, ticarî ilişkiler çerçevesinde karşılıklı hediye mübadelesinden (Kung sistemi) ibaretti, bk. W. Eberhard, Conquerors and a Rulers. Social Forces in Medieval China, Leiden, 1952, s. 73 n. 3; Ayn. müell., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942, s. 18; Ö. İzgi, ayn.

esr, s. 87-90.

25 Bk. P. Pelliot, La theory des quatres fils du Ciel, TP, XXII, 1923, s. 97-125. 26 Bk. B. Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971, s. 277 vdd.

(19)

gibi. Öteki cihetler Güneş’in gökyüzündeki seyrine göre sıralanıyordu. Orhun kitâbelerinde cihetler söyle gösterilmiştir:

1- İleri gün doğusu, 2- beri, gün ortası (güney; sağ taraf), 3- geri, gün batısı, 4- yukarı, gece ortası (kuzey; sol taraf).27 Türk devlet teşkilâtında batının,

doğudan sonra 2. yeri alması Güneş’in ve Ay’ın battığı yer olması ile ilgili sanılabileceği gibi, B. Ögel’in belirttiği üzere,28 coğrafî ve iklim şartlan

bakımından Türk hâkimiyetinin gelişme ve genişleme ekseninin doğu-batı istikametinde olmasından da ileri gelebilir. Bu sebeple Bozkır Türk devletinde sağ-sol (doğu-batı) yönleri büyük önem taşıyor, buralara tâyin edilen idareciler (bilge eligler, şadlar vb.) daha ziyade hanedan üyeleri arasından seçiliyordu. Bilhassa, çok kere velîahd gösterilenin idaresine verilen (Asya Hun, Avrupa Hun, Gök-Türklerde vb.) veya hâkanın oturduğu taraf olan “doğu” yönü, batıya nazaran üstün kabul edilir ve yüksek hâkimiyeti temsil ederdi. Asya Hun, devletinde, en mühim kimselerin tâyin edildiği sağda ve soldaki 4 büyük makama Hunlar “dört köşe” adını vermişler; bunlardan sonra gelen, tâlî derecedeki makamlara da “altı köşe” demişlerdi.29 Dünya’da da 4 ana cihet vardı ve her cihet 6 tâli yöne

ayrılabilirdi.30 Böylece, temelde ikili olan 4’lü ve 6’lı dilimler hâlindeki

kuruluş vasıtası ile31 yeryüzüne çekidüzen veren ve -bu makam sahiplerinin

bağlı bulunduğu-, “Gök”ün temsilcisi, “Kut” sahibi Hun tanhusu dünyayı idare edebilirdi. Esasen onun tanhu unvanı da, eski Türkçe’deki “sonsuz genişlik, yücelik” mânası ile32, bu düşünceyi bir hâkimiyet kavramında ifade

etmektedir ve gökyüzünün bütün varlıkları içine alması gibi, o da Türk tanhusu veya “Gök ile yer arasındaki insan cinsi üzerine tahta çıkan Türk hâkanı”33 olarak “Tört bulunğ”un, yâni bütün dünyanın “ezelî ve ebedî”

27 Kitabeler, I, güney, str. 2, II, kuzey, str. 1-2; Ongin, güney, str. 2. 28 B. Ögel, ayn. esr., s. 284.

29 De Groot, ayn. esr., s. 56; L. Ligeti, Asya Hunları, bk. Attilla ve Hunları, İstanbul, 1962, s. 39;

B. Szasz, A Hûnok..., s. 491.

30 O. Pritsak, Karachanidische Streitfragen, Oriens, III, 1950, 2, s. 212 n. 10.

31 Asya Hunlarından beri mevcut olan bu teşkilât Oğuz Han Destanında (2’li: Boz-ok, Üç-ok,

herbiri 4 boya “han” olan 6 oğul) destan havası içinde ve bütün Türklere (Oğuzlara) şâmil olmak üzere tesbit edilmiştir. Ayrıca bk. F. Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy

Teşkilatları, Destanları, Ankara, 1967, s. 199-208.

32 De Groot, ayn. esr., s. 54.

33 Bk. Kitabeler, I, doğu, I; II, doğu, 2-3. V. Thomsen’e göre (Inscriptions de l’Orkhon dechiffrees,

MSFou, V, 1986, s. 138), “Kök (kutsal semanın rengi) -Türk” deyiminde de “yeryüzünün

(20)

hükümdarı olmakta idi (“Pax Turcica”=Evrensel Türk barışı).34 Çin’de de

benzer bir hükümranlık görüşünün varlığı35 veya hem Hunlarda hem Çin’de

“sol” tarafın daha üstün sayılması vb. yukarıda da söylediğimiz üzere bizi Türkler üzerinde Çin kültürü tesiri aramak kabilinden ilim ciddiyetini çığırından saptıran yollara sevketmemelidir. Zira belirtilmiştir ki, semâvî hükümranlık ve ikili teşkilâtın Çin ile ilgisi bulunmadığı gibi36 “sol ve sağ

prensipleri üzerine kurulmuş ilk Asya siyâsî teşekkülü de Hun devleti” idi.37

Buraya kadar söylediklerimiz Türk devletinin çok mühim bir hususiyeti olan toplayıcı ve birleştirici vasfını ortaya koyar ki, bu nokta cihan hâkimiyetine uzanan Türk fütûhat felsefesinin kaynaklarından biri olmuş görünmektedir. Cihan hâkimiyeti düşüncesinde güdülen gaye de yeryüzünde huzur ve sükûnu sağlamaktı. ‘Türk Devleti” anlamındaki “il” deyiminin aynı zamanda barış mânasını ifade etmesi38 bunu gösterir. Ayrıca,

maksadın insanlar arasında barışı kurmak ve sürdürmek olduğuna dair tarihî belgelere de sahibiz.39

Türk cihan hâkimiyeti düşüncesinin biri teorik, diğeri uygulama olarak iki cephesi tesbit edilebilmektedir. Teorik cephesini, o zamanki bilinen dünyaya göre veya dünyanın Türklerce malûm durumuna göre değerlendirilmiş şekli ile Asya Hun, Avrupa Hun ve Gök-Türk vesikaları ışığında açıklamağa çalıştık ki, bu da, “dört köşe” veya “tört bulunğ” üzerinde Türklerin kutsal hükümranlığının tabiî sayılmasından ibaretti. Uygulama cephesi ise, kaynaklarda geçen ifadesi ile; “Güneş’in doğduğu yerden battığı

34 “Tört bulunğ” = 4 köşe, 4 taraf, cihet: Bk. Kitabeler, I, doğu, 2; II, doğu, 3, 24, kuzey, 9; Ongin,

I; Uybat, II, 3 (bk. ETY). Oğuz Kağan Destanında (bk. str. 107): “tört bulunğnug kaganı”. (Daha bk. aş. Düşünce ve Ahlâk). Avrupa Hun devletinde “4 köşe” = 4 cihet telâkkisi (bk. F. Altheim, Attilâ et les Huns, Paris, 1952, s. 195; Ayn. müell., Geschichte der Hunnen I, Berlin, 1959, s. 244 vd. Bk. yk. Avrupa Hunları). Şu sıralama daha doğru görünüyor: 1- İskitya, 2- Bizans, 3- Roma, 4- Germanya. Ayrıca, Hâkan Tardu’nun unvanı: “Dünya başbuğu”, bk. Ed. Chavannes, Documents sur les Tou-kiue (Turcs) occidentaux, Petersbourg, 1903, s. 249.

35 Bk. O. Franke, ayn. esr., I, s. 119 vd.. 124. 36 Bk. W. Eberhard, Ülkü, sayı 92, s. 190. 37 Tafsilen bk. B. Ögel, ayn. esr., s. 286 vd. 38 Bk. DLT, I, s. 49; krş. elçi (=ilci).

39 Tanhu Mo-tun’un mektubundan “… Ahali barış içinde yaşasın... Herkes huzur ve asayişten

faydalansın.” (De Groot, die Hunnen.., s. 215). Hun tanhusu He-lien Po po: “Barış isteyen insanları kurtarmam için Tanrı beni vazifelendirdi. Zavallı insanları korumak için, o emre uyarak hükümdar oldum.” (Chin-shu’dan), bk. A. Onat, avn. esr., s. 91, 94. Bir kere “töre” hükmüne

bağlandıkları hâlde ayrılmağa teşebbüs edenlerin Türklerce “kaçak” sayılıp tâkip edilmeleri (msl. Avarlar için, A Magyarok elödeiröl, s. 49, Batı Gotları için, P. Vâczy, Hunlar Avrupa’da, s. 104), Türklerin bu inançtaki gücünü gösterir.

(21)

yere kadar” her tarafı Türk idaresi altına almak imkânlarının aranması ve zorlanmasıdır. Böylece, Osmanlılar da dâhil, hemen bütün dirayetli Türk devlet adamlarınca “Yerine getirilmesi gerekli vazife” sayılan cihân hâkimiyeti görüşünün, şüphesiz birçok tarihi teşebbüsler sonucu olarak, Türk psikolojisinde derin yer tutmasından dolayı, hem destan ve efsanelerimize, hem tarihî kayıtlara yansımış açık delilleri vardır: Meselâ destana göre, Oğuz Han “toy”da (bk. aş.) hükümdar ilân edildikten sonra “Güneş bayrağımız, gök-yüzü otağımızdır” diyerek “Daha çok denizlere, daha çok ırmaklara doğru...” dünyanın fethine hazırlandığı zaman, kendine bağlanmaları için etraftaki hükümdarlara gönderdiği “bildiri”lerde şöyle diyordu: “Ben Uygur hâkanıyım”.40 Yeryüzünün tört bulunğuna (dört tarafına) hâkan olmam gereklidir.

Sizden itaat bekliyorum, yoksa üzerinize ordu sevk ederim.41 Destana göre, Oğuz

şöyle bir rüya görmüştür: “Bir altun yay, üç gümüş ok. Yay, Güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar uzanmaktadır.” Rüyayı yorumlayan, yaşlı, tecrübeli buyruk Uluğ Türk, Oğuz Han’a “Gök-Tanrı dünyayı sana bağışladı” demiştir.42

Gökten bir ışık demeti halinde inen “gök tüylü, gök yeleli” Tanrısal varlık Bozkurt’un yol göstericiliğinde dünya fütûhatına çıkan Oğuz Hakan ölürken, “Gök-Tanrı’ya olan borcumu ödedim” diyerek ülkeyi oğullarına bırakmıştır. Böylece, Türklerde hükümranlık anlayışını da vurgulayan destanda Oğuz’un 6 oğlunun adları da ayrıca Türk cihân hâkimiyeti düşüncesini belirtir durumdadır: Gün, Ay, Yıldız, Gök, Dağ Deniz. Her biri “Han” unvanını taşıyan bu oğullar, kendi adlarının işaretlediği sahanın sorumluları olduklarından, dolayısıyla yalnız yeryüzü değil, hemen bütün kâinat Türk idaresine alınmış, Türk töresinin himayesinde birleştirilmiş oluyordu.43

Uygur hükümdar ailesinin menşei hakkındaki bir efsanenin devamı olan Uygur destanında da44 aynı düşünce başka bir yoldan dile getirilmiştir.

40 Destan metninde böyle, şüphesiz Uygurlar çevresinde yazıya geçirildiği için. Aslında

“Oğuz (yâni bütün Türklerin) hakanıyım” olması daha doğrudur (bk. S. M. Arsal, Türk

Tarihi ve Hukuk s. 392 n. 26).

41 Bk. Oğuz Kağan Destanı str. 96-102, 106-115. 42 Destan, str. 317-319.

43 Destan, str. 56-88, 332-376. Destanda Oğuz’un göl ortasındaki bir ağaç kovuğunda görüp

aldığı ikinci hanımından doğan üç oğlundan ilkinin adı Kök (gök) olarak geçmekte ise de bunun aslında Köl (göl) veya toprakla ilgili yeşillik ifade eden bir kelime olması ihtimali daha kuvvetli görünüyor. Böylece bu ad, öteki iki kardeşinin (Dağ, Deniz) isimleri ile tutarlılık kazanmış olur.

44 İlhanlı Moğollarının memuru olarak 13. yy. ortalarında eski Uygur başkenti Ordu-balık’a

(22)

Buna göre, Buku adlı han, gece pencereden içeri giren ve daha sonra Aktağ’da buluştukları tanrısal bir kız ile aylarca konuşmuş, sonra kız ayrılırken Han’a şöyle demiştir: “Güneş’in doğduğu yerden batıya kadar her yer senin emrine girecek, çalış!”. Yine Buku Han’a rüyasında kozalak biçiminde bir ya da (yeşim) taşı veren, aklar giyinmiş bir adam: “Bu taşı muhafaza et, dünyanın dört yanı senin bayrağın altında birleşir” diye konuşmuştur. Neticede fetihlere girişen Buku Han, “insanların yaşadığı her yeri hiçbir isyancı ve serkeş bırakmaksızın” kendi idaresine alarak, Tanrı’nın verdiği görevi tamamlamıştır.45

Tarihî kayıtlara gelince, bu, Türk devlet başkanının dünya iktidarını ifade eden M.Ö. Asya Hun hükümdarı Mo-tun’un unvanı (“Tanrı kut’u Tan-hu”) ile başlar ve Avrupa Hun imparatoru Attilâ’nın, cihan hâkimiyeti kurmak tasavvuru ile devam eder. Bizans tarihçisi Priskos (5. yy.) ve daha sonra Got tarihçisi Jordanes (6. yy.)’ın bildirdiklerine göre, ‘Tanrı Ares’in kılıcına sahip olan Attilâ dünyayı kendi idaresine almayı plânlıyordu ve bu, -448 yılında Batı Roma elçisi Romulus’un dediği üzere- Attilâ için zor değildi.46 Fakat daha önce, 409 yılında Avrupa Hunları Batı kanadı elig’i

Uldız, Bizans’ın Trakya umûmî valisine, gökyüzünü göstererek “Güneşin battığı yere kadar” her tarafı zapt edeceğini söylemişti.47 O tarihten bir buçuk

asrı aşkın bir zaman sonra (576’da), bu defa Asya’da Gök-Türk prensi Türk-şad, Bizans elçisi Valentinos’a, “Güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar dünya önümüzde diz çökecektir” demekte idi.48 Ayrıca Batı Gök-Türk hâkanının

598’de Bizans’a gönderdiği meşhur mektup şöyle başlıyordu: “Yedi iklimin ve yedi ırkın (yâni dünyanın) hükümdarından Roma imparatoruna”.49 DLT’de de

ünlü efsanevî Türk başbuğu Alp Er-Tunga “Acun-beği” (dünya hükümdarı) sayılmaktadır.50

45 Tafsilen bk. A. Melik Cuveynî, Târih-i Cihânguşâ, I, 1912, s. 41-43. Farsça metinde geçen “Ez

şark tâ garb” ve “Çehar-ı hadd-i âlem” ibareleri ilgili Türkçe kavramların tam tercümeleridir.

46 Bk. B. Szasz, A Hûnok..., s. 238; F. Altheim, Atilla..., s. 168. 47 Bk. B. Szasz, ayn. esr., s.129.

48 Tarihçi Menandros (6. yy. sonları)’ndan, bk. A Magyarok elâdeiröl.., s.49.

49 Th. Simokattes (7. yy)’den, Ed. Chavannes, Documents..., s. 249; R. Grousset, L’Empire des

Steppes, Paris, 1941, s. 143, n. 2.

(23)

Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi, Türk fütuhat felsefesinin ana kaynağı ve dayanak noktası olarak, daima gerçekleştirilmesine çalışılan bir ülkü niteliğini tarihimiz boyunca muhafaza etmiştir.51

Türklerde hükümranlığın karakteri yukarıda belirtildiği üzere, “ilâhî vazife” anlayışından dolayı “karizmatik” iktidar olarak kabul edilmiştir.52

Fakat aradaki şu mühim farklara dikkat edilmelidir: Karizmatik hâkimiyete bağlı topluluklar umumiyetle dinî cemiyetler olduğu hâlde, Türk siyâsî birlikleri dinî vasıf taşımaz. Peygamberler veya velîler tarafından idare edilen Türk devleti yoktur. Ayrıca Türk hükümdarı insan-üstü varlık da sayılmamaktadır. Hem kendisi, hem halk onun normal bir insan olduğunun farkındadır.53 Esasen Türklerde kut telâkkisi sonsuz bir hâkimiyete imkân

tanımamaktadır: İdare yetkisi bazı şartlarla sınırlandırılmıştır. Bunların başında dağınık boylan toplayıp nüfusu çoğaltmak,54 halkı doyurmak,

giydirmek gelir.55 Türklerde hükümranlık gereği sayılan ve devlette idarî

sorumluluk taşıyan herkesin katılması mecburî büyük resmî ziyafetler (Doğu Türkleri “Aş-içkû”, Bulgar Türkleri “İçme-d(y)eme” diyorlar; şölen /şulen/=çorba kelimesi Moğolca’dır) ve umumiyetle hâkan sofrasının halka açık tutulması ve hattâ yemekteki sofra takımlarının davetliler tarafından “yağma” edilmesi56 bunun sembolik belirtisidir. “Halk tok olmalı, memur ve

isçilere aç mısın, tok musun, diye sormalı... Elini açık tut... Bir hükümdar kuldan

51 İslâmi-Türk devletlerinde cihan hâkimiyeti için bk. İ. Kafesoğlu, Türk Fütuhat Felsefesi ve

Malazgirt Muharebesi, TED, sayı 2, 1971, s. 1-16 (Burada, başka topluluklarda görülen “dünyâ hâkimiyeti” fikri ile Türk anlayışı arasındaki farklar da belirtilmiştir).

52 Meselâ, F. Laszlo, A kagân es csaladja. s. 9-12; J. Deer, Magyar müvelödes törtenete, Budapest,

1940, s. 30 vdd., vaktiyle biz de öyle düşünmüştük, bk. İA. Mad. Selçuklular, III, 6.

53 Kitabeler, göst. yerler, G. Feher, A Bolgar-Törökök szerepe es muveltsege, Budapest, 1940, s. 72;

D. M. Dunlop, ayn. esr., s. 98. Hun elçileri ile Bizans elçileri arasındaki münakaşada (M. 448) Attilâ’nın sadece bir insan kabul edilmesine karşılık imparator Theodosios’un Tanrı gösterilmesine Hunlar kahkaha ile gülmüşler, “bir insanın ilâh sayılması münasebetsizliktir” demişlerdir (B. Szasz, ayn. esr., s.227; M. Brion, (Türk. terc.), Atillâ, 1931, s. 129.

54 Bk. Kitabeler, I, güney, 9-10, doğu, 16, 29; II, kuzey, 8, 23 vb. Ayrıca İlig (İllig), teriş,

İl-tutmuş, İl-etmiş. İl-tirgüg vb. gibi hükümdar adları. Ayrıca bk. M. Mori, Ch’i-min Hakanın

Çin İmparatoruna gönderdiği mektubun üslubu üzerine, (Bk. R. R Arat için) Ankara, 1966, s. 365.

55 Bk. Kitabeler, I ve II, göst. yerler ve I, doğu, 28-29, II, doğu, 23-24; Tonyukuk, str. 62 vb...

Bulgar Malamır Han Kitâbesi, Byzantion, XXVIII, s. 310.

56 Sonraları buna toy da denmiştir. “Yağmalı Toy” = Farsça’da: Hân-ı yağma, bk. F. Sümer,

(24)

fakir adını kaldıramazsa nasıl hükümdar olur?”.57 Kutadgu-Bilig’de halkın

hükümdardan istedikleri: a- İktisadî istikrar b- Âdil kanun c- Âsayiş

olarak sıralandıktan58 sonra şöyle denir: “Ey hükümdar, sen önce bunları

yerine getir, sonra kendi hakkını isteyebilirsin”.59 “Bey, iyi kanun yap... Kanuna

kendin riayet et ki, halk da sana itaat etsin”.60 “Bey, kudretli ol, halkı kudretli kıl,

bunun için onun karnını doyurmak lâzımdır”‘.61 Millet yolunda “gece uyumadan,

gündüz oturmadan” çalışması gereken Türk hükümdarı62 sıralanan

vazifelerini yapamazsa, “Kut”unun Tanrı tarafından geri alındığı düşüncesi ile iktidardan düşerdi.63 Gök-Türk tarihinde genç hükümdar İnel Kagan’a

karşı yapılan 716 yılı ihtilâli bu gerekçeye dayanıyordu.64 Diğer taraftan

hakanlık tahtına çıkışta da daima töre hükümleri göz önünde tutulmakta idi. 581’de ölen Gök-Türk hakanı Ta-po yerine, onun vasiyet ettiği Ta-lo-pi’en’in hakanlığını, töreye uymadığı için devlet meclisi reddetmişti.65 Hun

devletlerinde de “iktidar”ın durumu böyle idi: Hükümdar, icraatından önce istişare etmek”, “meclisten tasvib ve karar almak” zorunda idi.66 Oğuzlarda

da başbuğlar törenin gerektirdiği vazifeleri yapmakla yükümlü idiler.67

Demek ki, Türk hükümranlık telâkkisi, bütün karizmatik temeli yanında

57 Bk. KB, beyit: 2564, 3031, 4330 vb. 58 KB, b. 5574-5577.

59 KB, b. 2938, 5578. 60 KB, b. 1458, 2111. 61 KB, b. 5355.

62 Bk. Kitabeler, I, doğu, 27, II, doğu 22; Tonyukuk, str. 51.

63 M. Weber, ayn. esr., s. 140, bk. F. Laszlo, A kagân es csalâdja, s. 12; krş. W. Eberhard, Çin Tarihi,

s. 143.

64 Kitabeler, II, doğu, 35: “Kağan kut’ı taplamadı”; L. Bazin, Les calendriers Turcs anciens et

medievaux, Lille, 1974, s. 234 (bahis konusu kağan “mon ancle” /amucam/ = Kagan değil, İnel’dir). Hatta bazan bu düşünce, kuraklık ve kıtlık vb. gibi tabiî âfetlerden hükümdarı sorumlu tutmak derecesine varıyordu (msl. Hazarlarda, J. Deer, Türk Milletlerinde Meşruiyet Hakkı, Ülkü, sayı 102, 1941, s. 500; el Mes’ûdî, Murûc ‘uz –Zeheb, I, Kahire, 1948, s. 180). Tapla + , bk. DLT, III, 293.

65 Liu, ayn. esr., I, s. 48 vdd.

66 Bk. De Groot, ayn. esr., s. 82. Lâtin yazan A. Marcellinus (M. 4 asır sonları)’a göre, Avrupa

Hunlarında “İdare, kral iktidarının şiddeti olmayıp, hükümdarın meclislerden karar alması lâzımdı” (bk. P. Vâczy, Hun’lar Avrupa’da, s. 96, 100). Ayrıca bk. A. Donuk, Türk Devletinde

Hâkimiyet Anlayışı (burada diğer devletlerle karşılaştırmalar yapılmıştır), TED, sayı X-XI,

s.29-56.

(25)

“kanunî meşrûiyeti temsil ediyordu. Yâni Türk hükümdarı, başka bazı devletlerdeki “kanun yapan fakat kendini kanuna bağlı saymayan” cinsten bir monark değildi. Görülüyor ki, Türkler siyâsî iktidarın kaynağını Tanrı’ya bağlama suretiyle hakanı Tanrı huzurunda sorumlu tutmakla, bugün “millî irade” diye ifade edilen “yüksek otorite” (souverainte, sovereignty) meselesini, üstün siyâsî kültürleri sayesinde, daha o çağlarda halletmiş ve insanları hükümdarın şahsî insaf duygusuna sığınmaktan kurtarmışlardı. Bu tarzda bîr hükümranlık düşüncesi, yukarıda da söylediğimiz gibi, benzeri eski Roma’da görülen ve hükümdarın icraatının millet tarafından kontrolüne imkân veren “imperium” şeklinde tecellî etmekte idi. Türk devletlerinde bu kontrol meclisler aracılığı ile yapılıyordu.

Asya Hun imparatorluğunda Mo-tun devrinden (M.Ö. 209-174) beri, devlet işleri ve dinî törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedilmiştir. Bu toplantılardan biri, daha çok dinî nitelikte görünmekte olup senenin ilk ayında tanhunun sarayında yapılıyordu. Diğer toplantı, ilkbaharda, 5. ayda (bizim takvime göre, haziranda) Lung-ç’eng (Ong-kin=Ongin ırmağı vadisinde. Karakum şehri?)de olurdu. Biri de, atların semirdiği mevsim olan sonbaharda, hayvan mevcudunu, devletin insan ve askerî gücünü tesbit etmek üzere, Ma-i (Şan-si’de) bölgesindeki Tailin’de yapılmakta idi.68 Bunlar

arasında büyük ve en mühimi ikincisi, yâni ilkbahar toplantısı idi. “Gök”e, “Yer”e, atalara ve diğer tabiat güçlerine kurbanların sunulduğu, at yarışları ve deve güreşleri vb.’nin tertiplendiği bu toplantıda hükümdarlıklar tasdik edilir veya yeni tanhu seçimi yapılır, gerektiğinde idareye geniş icrâî yetkiler verilir (yâni töreye yeni hükümler getirilir) ve bütün ülke meseleleri üzerinde umûmî müzakereler açılarak, görüşülüp kararlara bağlanırdı. Tanhunun başkanlığında ve Yin-çü (Yen-shih veya Yen-ki=hatun)’nün, prenslerin huzurunda başlayan toplantıya hükümet üyelerinin, asker-sivil bütün görevli başbuğların, diğer yüksek makam sahiplerinin, tâbi Hun boyları ve yabancı zümreler temsilcilerinin katılmaları mecburî idi.69 Çünkü,

bu mecliste ve toplantı münasebeti ile hükümdar tarafından verilen yemekte hazır bulunmak devlete sadakat işareti sayılıyor, aksi durum ise, itaatsizlik, isyan mânasını taşıyordu. Meselâ, Tanhu O-yen-t’e(M.Ö. 85-68)’nin tahta çıkışı sırasında hanedan üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden sağ kanad eligleri protesto gösterisi olarak, bu toplantılara gelmemişlerdi.70

68 De Groot, Die Hunnen..., s.59

69 Tafsilen bk. K. Shiratory, On the Territory..., s. 25-29; M. Mori, Kuzey Asya’daki Eski Bozkır

Devletlerinin Teşkilâtı, TED, sayı 9, 1978, s. 220.

(26)

Daha sonraki devirlerde Türk tarihinde çok sözü edilen “toy” geleneğinin aslı bu meclis olmalıdır.71 Mo-tun’un ilk tanhuluk yılında komşu

Tung-hularla siyâsî ilişkiler meselesinin böyle bir mecliste (Toyda) mı, yoksa daha küçük çaptaki nâzırlar toplantısında (bakanlar kurulu) mı konuşulduğu kesin değilse de, M.Ö. 55’de, Tanhu Ho-han-yeh ile kardeşi Çi-çi taraftarları arasında şiddetli münakaşalara yol açan ve Hun birliğinin bölünmesi ile sonuçlanan görüşmelerin, ve Güney-Hunları ordusunu (başkentini) Orhun bölgesine nakletmek hususundaki müzakerelerin (M.Ö. 43) bu mecliste cereyan ettiği şüphesizdir72. Hun devletindeki bu meclis, taşıdığı büyük

ehemmiyet, kuruluş tarzı ve idarî-siyâsî fonksiyonundan dolayı Fr. Hirth, De Groot, L. Wieger, W. Schmidt, B. Szasz vb... gibi araştırıcılar tarafından “Devlet meclisi” veya “Millet meclisi” (=rat, reichstag, nemzetgyüles, orszâgtanacs) olarak tavsif edilmiştir.73

Öteki Türk devletlerinde de benzer meclisler vardı. Attilâ zamanında, 448 yılında, Bizans elçi heyetine dahil olarak Hun başkentine giden tarihçi Priskos, Bizans tekliflerini müzakere eden bir Hun “seçkinler meclisi” (logades)nden bahsetmektedir.74 Asya’da Tabgaç devletinde böyle bir meclis

(devlet ve nazırlar meclisi),75 Hazar hakanlığında bir; “İhtiyarlar meclisi”76

71 Eski Türk geleneklerini özlü şekilde yansıtan Oğuz Han Destanı’nda görüldüğü üzere,

Oğuz, düzenlediği büyük toya “il” ve “gün”ü (devlet sorumlularını ve halkı) davet etmiş; halk temsilcilerinin kendi aralarında “kengeş”tikten (müzakereler yaptıktan) sonra katıldıkları toyda Oğuz’un hâkanlığı kabul ve gelecekle ilgili kararlar tesbit olunarak (Kengeş: Hakanın tekliflerini milletin tasvibine sunması, DLT. I, 345, III, 394; aynca bk. G. Doerfer, ayn. esr., III, s. 613) sonuç Hâkan tarafından ilan edilmiştir (Bk. Oğuz Kagan Destanı, str. 89 vdd.) Ayrıca, 2. toy ve yeni devletin teşkilâtlandırılması (Oğuz Kagan Destanı, str. 356 vdd.). Kâşgarlı’nın şu ibaresinde de (DLT, I., s. 522) toyda yer almanın itaat ifade ettiği görülür: “Toydın anı göçürgen...” = “Onu hakan ordugâhından (hükümdar toplantısından), yâni itaatten uzaklaştırıp...” (B. Atalay’ın tercümesi tam değildir).

72 Bk. De Groot, ayn. esr., s. 51 vd., 214 vd., 223.

73 Fr. Hirth, Ueber Wolga-Hunnen und Hiung-nu, SPAW, II, 2, 1999, s. 270; De Groot, ayn. esr.,

s. 5 vd., 64, 177,188, 214 vd.; B. Szasz, ayn. esr., s. 489; W. Schmidt, Der Ursprung des Gottesidee, X, 3, Freiburg, 1949, s. 15, Türk. terc. TDED, XIII, s. 86.

74 F. Altheim, Geschichte der Hunnen, IV, Berlin, 1962, s. 200 vd.; B. Szasz, ayn. esr., s. 186. 75 “Rat” ve “Staatsrat” bk. O. Franke, Geschichte des chinesischen Reisches, II, s. 211; A. Kollautz,

ayn. esr., I, s. 110-292. Tabgaç devletine ait vesaikalarda “ta-kuan” (toygun=meclis

üyesi)’lardan bahsedilir (bk. aş.).

76 Hakan “Yasef”in mektubu ve Belazuri, bk. D. M. Dunlop, The History of…, s. 82, 112, 189.

Burada “ihtiyar” sözü “yaşlı” olarak tercüme edilmiş ise de kelimeyi gerçek manası ile “serbest hüküm veren, seçme veya tercih yetkisi olan(lar meclisi)” diye almak daha doğrudur.

(27)

mevcuttu. Peçeneklerde mühim kararlar meclis (“komenton”?)’te alınırdı.77

Oğuzlarda millet işleri “tirnek” (dernek)’lerde müzakere edilirdi.78 Tuna

Bulgar devletinde bir “millet meclisi” bulunmakta idi.79 Gürcü kraliçesi

Thamara’nın ilk hükümdarlık yılında (1184) ordunun Türkler elinde olduğu sırada Kıpçak başbuğu Kutlu Arslan’ın siyâsî mücadele vererek bir “devlet istişare meclisi” kurdurmak suretiyle idareye meşrutî tarz getirmesi,80

Ku-man-Kıpçak topluluğunda da aynı geleneğin varlığını ortaya koyar.

Ancak bu “meclis”lerin hepsini “devlet meclisi” saymak herhalde doğru değildir. Asya Hun, Peçenek, Kuman-Kıpçak ve Bulgar meclislerinin gerçek birer toy vasfı taşıdıkları anlaşılıyorsa da, Avrupa Hun, Tabgaç ve Hazar’lardakiler daha ziyade “nazırlar meclisi” durumunda görünmektedirler.

Tarihleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgilere sahip olduğumuz Tabgaç, Gök-Türk ve Uygur hâkanlıklarında, hükümetten ayrı olarak, siyâsî, askerî, iktisadî ve kültürel bütün meselelerin görüşülüp kararlaştırıldığı bir büyük meclis bulunuyordu. Meselâ ünlü Tabgaç hükümdarı Tai-wu, ülkesinde Budizm propagandasını yasaklama kararını, başbakanın yardımı ile devlet meclisinde aldırmış, Gök-Türk devletinde Hâkan Bilge(716-734)’nin ileri sürdüğü iki teklif (Gök-Türk şehirlerinin surlarla çevrilmesi ve Budizm ile Taoizm’in ülkede propaganda edilmesi) meclis tarafından tasvib edilmemiştir.81 Aynı meclis hâkan nasbında da tam yetki sahibi idi, yani yeni

hükümdarları “uygun” kararı ile meşrûlaştırıyor, icabında hâkan adayını, gerekçe göstererek, reddediyor,82 hattâ Uygurlarda görüldüğü üzere,

kudretli idare adamı ve kumandanlar arasından birini han seçebiliyordu,83

Demek ki, bir millet meclisi, bir “yasama kurulu” karakterini taşıyan bu meclis, Türk siyâsî topluluklarında M.Ö.’ki asırlardan beri süregelen büyük “devlet meclisi” müessesesinin bir devamından ibaretti.

77 Bk. A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937, s. 136, 180 (Alexiad’dan).

78 DLT, I, s. 477. İbn Fadlan Seyahatnamesi, s. 62 vd.; R. Şeşen, İbn Fadlan Seyahatnamesi, s. 30. 79 A. Comnena, Alexiad, London, 1964, s. 172 “Parliament House”

80 M. Brosset, Histoire de la Georgie, I, St. Petersbourg, 1849, s. 407 vd.; İA. mad. Gürcistan, s.

840. Mısır Türk Devleti’nde “A Supreme council” bk. B. Lewis, Meşveret, TED, sayı XII, 1982, s. 778 vs n. 14.

81 Bk. A. Kollautz, ayn. esr.,, I, s. 292; Liu, ayn. esr.., I., s. 177, 224. Yine bir kültür meselesinin

(12 Hayvanlı Türk Takvimi’nin tesbiti) hükümdar tarafından “milletle müzakere konusu” yapıldığına dâir çok eski bir rivayet, bk. DLT, I, s. 344 vd.

82 Bk. Liu, ayn. esr., I, s. 43 vd.; W. Eberhard, Çin’in Şimal Komsuları, s. 86.

83 J. R. Hamilton, Les Ouighours a L’epoque des Cinq Dynastyies d’apres les documents chinois, Paris,

(28)

İşte bu meclise Türklerin “toy” adını verdikleri, Oğuz Han Destanı’nda yukarıda zikrettiğimiz pasajlardan anlaşılmaktadır ki, bu tesbiti pekiştiren başka deliller de vardır: Toy, bütün Türk lehçelerinde ve Türkçe’den intikal ettiği diğer dillerde doğrudan doğruya “meclis, toplantı” mânasına gelmektedir84 ve devlette bir müessese adı olarak, sonraki asırlarda ortaya

çıkıp, zamanla dilimize de yerleşen Moğolca “kurultay” (aslı khuriltai) sözünün Türkçe karşılığıdır.85 Toy kelimesinin yemek yiyerek “doymak” ile

bir ilgisi görülmemektedir.86

Türkler toya katılmak hakkına sahip olanlara da herhalde “toygun” demekte idiler. Kitabelerde üç yerde geçen87 ve toy ile -gun ekinden türediği

ilk bakışta dikkati çeken “toygun” sözü, V. Thomsen’den beri (1896) çeşitli şekilde mânalandırılmağa çalışılmış88, ve “toygun” diye anılan kişinin,

hakanlık idaresinde sezilen öneminden dolayı, “yüksek makam sahibi” gibi tanıtılmak suretiyle,89 pek de açık olmayan bir değerlendirilmesi yapılmıştır.

Fakat ikinci hecedeki “-gun”, Türkçede “birlik, topluluk veya bir

84 G. Doerfer, Türkische und mongolische…, II, s. 352 vd.; G. Clauson, An Etymological Dictionary

of Pre- thirteenth Century Turkish, Oxford, 1972, s. 566 b. Kutadgu-Bilig, beyit, 4512, 5340.

Burada 2347. ve 2349. beyitlerde ve DLT, III, s. 141’de “toy”a verilen “ordugâh” karşılığının da, kelimenin aslî mânası ile ilgisi açıktır.

85 XIII. asır sonlarına doğru yazıya geçirildiği bildirilen Oğuz Hâkan Destanı’nda bahis konusu

iki “toy”dan ikincisi için “kurultay” deyimi kullanılmıştır (Destan, str. 356). İbn Battûta

Seyahatnâmesi (XIV. asrın ilk yarısı)’ndeki “toy” tâbiri de yine kurultay mânasında idi (bk.

W. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul, 1972, s. 184). Kâşgarlı “han-toy” deyimini Oğuzların bilmediğini söyler (DLT, III, S. 141.) ki, bu da kendi meselelerini ancak “tirnek”lerinde müzakere eden Oğuzların siyaseten dağınık bir devrine (11. asrın ilk yarısı) işaret etmiş olmalıdır. Tafsilen bk. İ. Kafesoğlu, Yanlış kullanılan Türk Kültür Terimlerden Birkaç Örnek, Ulus, Yasa, Kurultay, TED, XII, 1982, s. 255 vd.

86 Doymak fili o çağlarda tod- (y değil d) olarak söylenip yazılıyordu (bk. Kitâbe, I, güney, str.

8, 11, kuzey, str. 6 vb.). Kelime, sonraki asırlarda Türkçedeki d-y ve t-d ses değişimine uğrayarak (bod-boy, badrak-bayrak, adruk-ayrık vb…, tengiz-deniz vb… gibi) “doy-” şeklini almıştır (Bk. DLT, İndeks: Todmak=doymak ve ilgili kelimeler). Hâlbuki “toy” kelimesi aynı Gök-Türk Kitabelerinde (toy-gun, aş. bk.) ve DLT, KB gibi eselerde (gösterilen yerler), daima t ve y ile (d ile değil) yazılmış ve ses değişikliğine uğramamıştır. Demek ki, ayrı ayrı kök ve söz yapısına sahip olan toy ve tod- (doy-) kelimeleri birbirinden farklı kavramlar ifade etmiştir.

87 Kitâbe, I, kuzey-doğu, güney-doğu, güney-batı, str. 1.

88 Bu mânalar için bk. A. Bombaci, On the ancient Turkish Title Eltabar, Proceedings of the IXth

Meeting of the PIAC, Naples, 1970, s. 24 vd.

89 Bk. A. v. Gabain, Alttürkische Grammatik, Leipzig, 1941, s. 337, 348 (“Würdentraeger”); Liu,

ayn. eser., I, s. 103, 105 (Würdentraeger); G. Clauson, … Turkish, s. 586b. (“High official”) H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, 1941, IV, s. 116 (“Büyük, yüksek rütbeli memur”).

(29)

topluluktan olan” mânasını veren bir ek olduğuna göre90, “toygun”

kelimesinin “toy birliği içinde, toya mensup” veya daha doğru bir ifade ile “toy üyesi” mânasına geldiği kabul edilmek gerekir. Nitekim Çin kaynakları “Ta-kuan” şeklinde kaydettikleri “toygun” deyiminin,91 bu mâna ile

bağlantısını ortaya koymaktadır. Çin yıllıklarında Türk devletindeki ‘Ta-kuan”lardan bahsedilirken onların unvanları da sıralanmıştır: Tegin, kül-çor, apa, erkin, yen-hung-ta (?), tudun, il-teber, tarhan vb.92 Bu unvanları taşıyanlar,

yukarıda belirtildiği gibi, askerî-sivil idare sorumluları olarak devlet meclisi’ne katılan kimselerdi. Esasen bunların devlet işlerini müzakere ve icraatı kontrol etmekle görevli olduklarına da diğer bir Çin kaynağında işaret edilmiştir.93 Görülüyor ki, devlet meclisi üyeleri olan toygunlardan

çoğu hükümdar ailesinden değildiler.

Belirli yer ve tarihlerde, hükümdarın açış konuşmasını takiben kurbanlar kesilmesi vs. gibi dinî-millî törenlerle başlayan toy, devlet ve millet meselelerini uzun uzun müzakere ederek kararlara bağlardı, sonra zengin sofralara oturulurdu.94 Türk hükümdarı toyun tabiî başkanı idi. Fakat

tanhu veya hâkan nasbında veya devlet başkanının herhangi bir sebeple toplantıda yer almadığı zamanlarda toy müzakerelerinin başka biri tarafından idare edilmesi gerekiyordu. Bu görevi şimdiye kadar “devlet müşaviri” olarak bilinen kişinin yaptığı tahmin olunur ki, hükümdar âilesi

90 Bk. A. v. Gabain, ayn. esr., s. 85; A. Caferoğlu, Türk Dili Tarihi, I, İstanbul, 1958, s. 134; T.

Tekin, A Grammar of Orkhon Turkic, Bloomington, 1968, s. 121. Ph. T. Fund, I, s. 102, 705, 795.

91 Bk. Liu, ayn. esr. I, s. 103, 105, II, s. 498. Liu, diğer araştırıcılar gibi “Würdentraeger” (yüksek

rütbeli) diye karşıladığı bu Türkçe tâbirin aslında “tarkan” (tarhan) unvanı olması lâzım geldiğini ileri sürmüştür (ayn. esr., I, s. 581, 613) Ancak aynı Çin kaynaklarında tarhan, hem de ta-kuan (toygun)’lardan biri olarak ayrıca zikredilmekte ve üstelik “tarhan” sözü Çince’de de daima ta-kan (ta-kuan değil) seklinde yazılmaktadır. W. Eberhard (Birkaç Eski Türk Unvanı Hakkında, Belleten, sayı 35, 1945, s. 323 vd.) da Tabgaçlarda geçen ta-kuan unvanının tarkan olduğu düşüncesinde idi. Türgişlerde toygun (ta-kuan) unvanı için bk. Liu, ayn. esr., II, s. 581, 613.

92 Liu, ayn. esr., II, s. 556 vd. Gök-Türk çağındaki bu unvanları, değişik sıra ile kaydeden birkaç

liste vardır (Tafsilen bk. A. Bombaci, On the ancient Turkish..., s. 21 vd.; 35 vd.).

93 Bk. Ed. Chavannes, Documents..., s. 15 (Burada il-teber ve yen-hungta’lar zikredilmiştir). 94 Türk devletlerinde sağ ve sol (doğu ve batı) eliglerinin de, kendi iç meselelerini görüşmek

üzere, küçük ölçüde toy tertipledikleri anlaşılıyor. Bk. M. Mori, Bozkır Devletlerinin Teşkilâtı, s. 220.

Referanslar

Benzer Belgeler

Meclis-i Millîmizde Şanlı Bir Gün, İkdam, 11 Ocak 1916 Müttefiklerimizin Takdiratı, Tercüman-ı Hakikat, 23 Aralık 1915 Naçar Kalanların Kafilesi!, Tasvir-i Efkâr, 25 Aralık

İtilaf devletlerinin başarılı bir şekilde yaptıkları “tahliye” harekâtı için en önemli sorular; Türk komuta kademesinin İngilizlerin niyetlerini niye fark edemedikleri

2-(BAŞKAN YARD.-74746) Sabancı Vakfı, Açık Çağrılı Hibe Programı kapsamında İzmir Karşıyaka Lisesi Eğitim Vakfı (İKLEV), TMMOB Jeofizik Mühendisleri Odası İzmir

Türk milleti daima Allah’a inandığı ve taptığı için özgürlük onun hakkıdır.. Ben ezelden beridir hür yaşadım,

Bu anlamda Selçuklu’da sanat adına önemli bir soluk olan Selçuklu Sanat Akademisini ziyaret eden AK Parti Konya Milletvekili Or- han Erdem, Selçuklu Belediye Baş- kanı

Türk Düşünce/Felsefe Tarihi yazıcılığında uygulanacak metod için, önce sınır ve çerçevenin belirlenimi, ardından kaynakların ortaya konulması ve

Tabii (Doğal) Destanlar: Başından birçok önemli olay geçmiş kadim milletlerin muhayyilesinde, belli bir süreçte kendiliğinden oluşan sözlü verimlerdir. Daha önce