• Sonuç bulunamadı

Sivil İtaatsizlik ve Meşruluğu Sorunu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sivil İtaatsizlik ve Meşruluğu Sorunu"

Copied!
27
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

_____________________________________________________________________________________

Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date Yayınlanma Tarihi / The Publication Date 21.03.2017 13.04.2017

Yrd. Doç. Dr. İhsan KURTBAŞ

Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi

Ardahan Ekonomik ve Sosyal Uygulama ve Araştırma (ARESAM) Müdürü, kurtbasihsan@hotmail.com

SİVİL İTAATSİZLİK VE MEŞRULUĞU SORUNU Öz

Tarih boyunca yetkilerini kötüye kullanan yöneticiler olduğu gibi; farklı tavır alma yöntemleriyle hak ve özgürlüklerini muhafaza etmeye çalışan bireyler de olmuştur. Bu süreçte, kendi çıkmazları olmakla birlikte, demokratik siyasal sistemler, adalet-sizler karşısında bireye kendini savunma hakkını, diğer sistemlere göre daha fazla tanımıştır. Literatüre göre, sivil itaatsizlik, haksızlığa uğradığını düşünen bireyin, bütün yasal yolları denedikten sonra, kamuya açık olarak, yasaya aykırılığın doğu-racağı müeyyideyi baştan kabul ederek, pasif ve şiddetsiz bir şekilde, daha çok fi-kirsel ve barışçıl eylemlerle ortaya koyduğu direnme şeklidir. Yapılan tartışmalar bağlamında, sivil itaatsizliğin/pasif direnişin demokrasiyi pekiştiren, temel hak ve özgürlüklere katkı sunan bir tarafının olduğu aşikârdır. Ancak, öte yandan, a) sivil itaatsizliği, devleti ve devletin meşruiyetini sorunlu hale getirme girişimlerinin ürünü olarak da görmek/değerlendirmek gerekir. b) Sivil itaatsizlik gibi değerlerin bayraklaştırılarak sistemik bir muhalefet oluşturulma sürecinde araçsallaştırılabile-ceği de unutulmamalıdır. c) Sivil itaatsizlikte ‘ciddi haksızlıklar’, ‘yasal yolların tükenmesi’ gibi bağlamsal yaklaşımların medeni toplum ve hukuk düzeninin yıkı-mına yol açacak ölçüde muallâklıklar olduğu da bir gerçektir. Bu bağlamda litera-türde abartılı güzellemeler yapılsa da; sivil itaatsizliğin, hukuki ve siyasi (demokra-tik) açıdan, birçok meşruluk açıkları barındırdığı da göz ardı edilmemelidir. Anahtar kelimeler: Sivil İtaatsizlik, Pasif Direniş, İtaat, Meşruluk, Devlet-İktidar-Otorite

(2)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

437 CIVIL DISOBEDIENCE AND THE PROBLEM OF ITS LEGITIMACY

Abstract

Throughout history, while there have been rulers who misused their power, there have also been people who have tried to preserve their rights and liberties with va-rious methods of resistance. In this process, compared to other political systems, democratic political systems, while they have their own deadlocks, have to a larger extent entitled the individual’s right to self protection against injustices. Civil diso-bedience is a way of passive and non-violent resistance within the public domain displayed rather through intellectual and peaceful activities by individuals who be-lieve that they have been wronged, provided to be practiced after undertaking all legal attempts and accepting in advance the sanctions engendered by the illegality of the relevant actions. Within the context of the discussions made, it is evident that civil disobedience/passive resistance has a side to it which enhances democracy and contributes to the basic rights and liberties. But on the other hand, a) civil di-sobedience should also be viewed and evalauted as a result of the attempts to prob-lematize the “state” and its legitimacy. b) The fact that values such as civil disobe-dience could possibly be made into a flag and instrumentalized while forming a systemic opposition, should not be omitted. c) It is a fact that the contextual appro-aches such as ‘serious injustices’ and the ‘exhaustion of the legal means’ have such ambiguities to the extent that they could possibly undermine the civil society and the legal order. In this context, the fact that civil disobedience, though it is excessi-vely praised in the literature, has ethical, legal, and political (democratic) deficits should not be overlooked.

Keywords: Civil Disobedience, Nonviolent Resistance, Obedience, Legitimacy, State-Power-Authority.

GİRİŞ

Özgürlüklerin demokratik yönetim sistemlerinde daha işlevsel olduğu gerçeği, demokra-si/özgürlükler arasındaki yadsınamaz ilişkiye işaret eder. Zira özgürlükler bireysel açıdan, kişi-nin tinsel yönünün inşa ve ihyasına olanak sağlarken, toplumsal açıdan ise, toplumun ekonomik, sosyal, kültürel ve politik hayatının zenginleşmesine katkı yapar. Hatta Hayek (2013: 38), insa-nın, tarihe özgür ve özgür olmayan gibi bir ayrımla başladığını ve bu ayrımın çok belirgin bir anlamı olduğunu vurgular.

Ancak tarih, demokratik yollarla seçilmiş olsalar bile, iktidarların yozlaşma potansiyeli taşıdığı-nı, yöneticilerin yetkilerini kötüye kullanabileceklerini gösterdiği gibi, bireylerin/toplumların farklı tavır alma yöntemleriyle hak ve özgürlüklerini korumaya çalıştıklarına da şahit olmuştur. Siyaset felsefesi açısından, direnme ve bunun yöntemlerinin meşruluğu ateşli tartışmalara vesile olmuştur. Aslında özelde sivil itaatsizliğin, genelde pasif direnişin demokrasiye katkı sağlayan, hukuk sistemini diri tutan, temel hak ve hürriyetlere katkı sunan bir tarafının olduğu aşikârdır. Ancak literatürde abartılı övgüler yapılmış olsa da, sivil itaatsizliğin ciddi meşruluk açıkları barındırdığı göz ardı edilmemelidir. Bu çalışma sivil itaatsizlik yazınında meşruluk hususu üze-rinde yeterince durulmadığı ve bir anlamda bu alanın gizil kaldığı varsayımından hareketle

(3)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

438 pılmıştır. Bu çerçevede sivil itaatsizlik bir suç mudur; yoksa ahlaki ve vicdani bir tutum mudur?

Devlet, sivil itaatsizliğe ne kadar hoşgörülü veya kayıtsız olabilir? Sivil itaatsizlik bireylerin ve toplumun istek ve beklentilerinin siyasi karar ve uygulamalara yansıması için uygun bir araç mıdır? Devletin meşruiyetini zedelemek üzere devamlı yaratıcı teknikler oluşturmak ve bunları kullanmak toplumsal düzene ne gibi bir etki yapar?, gibi sorunsallar bu çalışmanın cevap aradı-ğı belli başlı sorular arasındadır.

I- SİVİL İTAATSİZLİĞİN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİNE İLİŞKİN TEORİK GÖRÜŞLER

1.1- Sivil Olmayan İtaatsizlik Olur Mu?; Pasif Direniş Pasif Midir?

Literatürde yer yer birbirinin yerine de kullanılabilen pasif direniş ve sivil itaatsizlikteki ‘pa-sif’lik ve ‘sivil’lik vurgusundan hareketle “pasif direniş pasif midir?”, “Sivil olmayan itaatsizlik

olur mu?” sorularına cevap aranmaktadır. Pasif vurgusu bir eylem tarzına yapılan vurgudur.

Zira siyasal alanda direnme, ‘aktif’ ve ‘pasif’ şekillerde olabilmektedir. Aktif direnme, isyan ve ihtilali de içeren yerinden etme/yıkma odaklı etkin ve hareketli bir siyasal katılım şekliyken; pasif direnme, gönüllülük esasınca vicdani değerleri esas alan, aleni ve özellikle şiddete dayalı olmayan siyasal eyleme atıfta bulunur.

Sivil kavramının ise kültürel bir nosyon ve ideolojik bir konsept olarak ele alınması gerekir. Çünkü sivil itaatsizlik olgusu söz konusu olduğunda, doğrudan, ‘sivil olmayan itaatsizlik var

mıdır?’, sorusu akla gelir. Bu asli soruyu cevaplamak üzere sivil kelimesinin anlamına,

etimolo-jik kökenine ve tarihsel serüvenine de bakmak gerekir. Civil kelimesi Batı kökenli bir kavram olduğundan, Türkçe’de bu kavramın ne tam karşılığı ne de herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir tanımı bulunmamaktadır. Batı dillerinde örgütlü yapılara gönderme yapan civil sözcüğü, Türkçe’de devlet ilişkin olmayan veya askeri olmayan veya vatandaşlığa ait olan yapıları ifade etmek için kullanılır. Fransızca-Latince kökenli olan ‘civil’ kelimesi, görgü kurallarını iyi bilen anlamına gelmekle birlikte, medeni, nazik ve kibar anlamlarını da çağrıştırmaktadır. Sivil keli-mesi terim olarak kullanıldığında; ‘şehir adabı’, ‘medenilik-bedevi (köylü) olmamak’, halk ara-sında ise ‘yurttaş’, ‘askeri olmayan, asker sınıfından olmayan’, ‘üniforma giymemiş’ gibi farklı anlamlara gelebilmektedir (Abay, siyasaliletisim.org: 272). Yani, devletin doğrudan müdahale etmediği alanlar ve durumlarda, yurttaşların işlerini kendi aralarındaki ilişkilerle yürüttükleri bir toplumsal alan olarak tanımlayabiliriz (Belge, 2003: 12). Önceleri şehir adabı, medenilik-bedevi (köylü) olmamak gibi anlamlarda kullanılan sivil kelimesi, “18. yüzyılda bazı düşünürler tara-fından hürriyetleri ifade etmek için de kullanılmıştır (Memişoğlu, Kiriş ve Eser, 2006: 208)”. Bu şekilde kavramın farklı zamanlarda, kimi zaman birbiriyle de çelişen farklı anlamları olmuş-tur. Webster's New Twentieth Century Dictionary of English Language, kelimenin birbirinden farklı dokuz anlamı üzerinde durmaktadır. Bunlar (Akpınar, 2001: 10):

a) Bir vatandaşa ya da vatandaşlara ilişkin olan;

b) Bir vatandaşlar topluluğuna, onların yönetimlerine ya da birbirleriyle ilişkilerine yönelik olan;

c) Bir şehirde yaşayanlara göre olan; rustik (kırsal) ya da köy yaşayışına ilişkin olmayan; d) Kibar; görgülü;

e) Medeni (uygar);

(4)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

439 g) Resmi olarak belirlenmiş zaman dilimleri;

h) Roma medeni hukuku ya da modern medeni hukukla ilgili ya da ona bağlı;

ı) Hukukta, bireylerin kişisel hakları ve bunları içeren, siyasî ya da cezaî olanlardan farklı, hu-kuk davaları.

“Zivil”, “civil” ve “sivil” sözcüğünün hukuk devletinde gözlemlenen aykırılık olgusunun

belir-leyici öğesi olduğunu söyleyen Ökçesiz de (2011: 125), “zivil sözcüğü ile ilişkili olarak

‘zivil-courage’ kavramının ve türevlerinin a) kendi düşüncelerini çekinmeksizin her yerde açıklamak,

savunmak cesareti; b) askeriyenin dışında kalan halk kesimi; c) askeri olmayan; d) medeni nikâh; e) hukuk mahkemesi; f) medeni kanun gibi anlamlara gelecek şekilde kullanılan bu kav-ramın; feodal ve askeri olmayan ve daha çok kent soylu kesimin oluşturduğu ve geliştirdiği bir toplumda yaygın bir orta sınıfın değerlerini ve yaşam tarzını yansıtan, genel bir tasnife işaret ettiğini” ifade etmektedir. Benzer şekilde Tanör (1993: 701) de, sivil kavramının oldukça bula-nık bir kavram olduğunu ve çeşitli çağrışımlar içerdiğini belirtmektedir. Bunlar: “a) Yurttaşlık görevleri (var olan hukuki düzenin meşrulanışı); b) Askeri’nin karşıtı (fizik şiddetin reddedilişi); c) Gayri medeni’nin karşıtı (medeni bir davranış anlamında); e) Kamusal anlamında ve özel’in karşıtı olarak; f) Yalnız bir kişinin ya da grubun değil, bütün yurttaşların hak ve özgürlüklerini ilgilendiren siyasal sistem değişiklikleri’ni amaçlaması, bunları öngörmesi”. Bu şekilde yer yer birbiriyle çelişen ve farklı anlam yükleriyle örülü sivil kelimesinin muğlâklığı nedeniyle, bazı Türk siyaset ve sosyal bilimciler ‘sivil itaatsizlik’ yerine ‘medeni itaatsizlik’, ‘uygar itaatsizlik’ demeyi tercih etmişlerdir. Ancak ‘sivil’ sözcüğünün, siyasal bir kavram olarak sivil itaatsizliğin şiddetten arınmışlığına, sembolik oluşuna, vatandaşlığa ait oluşuna, şehir adabına sahip medeni ve kibar insanlar topluluğu anlamlarına gönderme yapacak şekilde daha çok kullanıldığı söyle-nebilir. Bu nedenle, bu çalışmada sivil itaatsizlik kavramı yeğlenecektir.

Hemen ifade etmek gerekir ki, sivil itaatsizlik gibi felsefi, sosyal, dini, hukuki ve siyasi birçok boyutu olan bir konunun meşruluğu hususunu tartışmak iddiasından kaynaklanabilecek bazı eksiklikleri baştan kabul etmemiz gerekir. Hem konunun genişliği ve derinliği; hem de bize ayrılan yazım alanını daha ekonomik kullanmak adına, din ve sivil itaatsizlik, sivil itaatsizliğin türleri, sivil itaatsizliğin dünyadaki örnekleri gibi alt konulara girilmemiş; daha çok sivil itaat-sizliğin teorik çerçevesi, siyasi ve hukuki boyutları üzerine odaklanılmıştır. Nitekim çalışmada, yalnızca sivil itaatsizliğin temel tanımına ve unsurlarına değinilmiş, modern demokratik top-lumsal düzen anlayışı göz ardı edilmeden, kavrama içkin olan güç, toptop-lumsal düzen, devlet, hukuk, güç, otorite, özgürlük, meşruiyet konularıyla sivil itaatsizliğin ilişkisi incelenmiş ve sivil itaatsizlik eyleminin meşruluğu ile ilgili sorunsallar serimlenerek ortaya konulmuştur.

1.2- Sivil İtaatsizlik Olgusunun Tanımı

İnsanlar kurallara uyar, aynı zamanda kurallara karşı gelirler. Klasik siyasal gelenek kurallara karşı gelmeyi toplumun genelinde oluşan bir bozulma ya da karışıklığın bir yan ürünü olarak açıklamaktadır (Piwen ve Cloward, 2010: 39). Bu bakımdan kurallara itaatin toplumsal açıdan bir karşılığı vardır. “İtaat, hiyerarşik bir ilişki düzeninin bulunduğu ortamlarda iktida-rın/otoritenin/üstün söz ve talimatlarını tutma, onlara uyma, onların gereğini yapmadır (Demir ve Acar, 2002: 223)”. Yönetilenler iktidara çeşitli nedenlerle itaat ederler. Kararlara ve emirlere uyma bilinçli olabileceği gibi, bilinçsiz ve mekanik de olabilir. Gelenek ve görenek, alışkanlık, çevrenin etkisi, eğitim, şartlandırılma, menfaat umudu, ceza korkusu ve nihayet çaresizlik duy-gusu itaatin değişik nedenleri arasındadır (Kapani, 2016: 59). Ancak, özellikle hukuka itaat

(5)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

440 yükümlülüğünün sosyo-psikolojik bir tutum olan uyma davranışı ile karıştırılmaması gerekir.

Zira uyma davranışı, kişilerin psikolojik ve sosyolojik koşullanma sonucunda, hukuk kuralları da dâhil, toplum yaşamını düzenleyen her türlü kurala uyma eğilimini açıklamak için başvuru-lan bir kavramdır. Bu anlamda bireylerin hukuk kurallarına uyması, bilinçli ve iradi bir tutum-dan kaynaklanmaz. Yani hukuka uyup uymama, bir tercih sorunu değildir. Bireyin kendi irade-siyle kabul ettiği, ahlaki bir durumdur. Yani bir tercih sorunudur (Gürler, 2014: 268). İtaatsizlik ise, itaatin zıttıdır ve otoritenin reddine ve gerekirse ona dirence dayanır.

Sivil itaatsizlik (civil disobedience) Anglosakson kökenli bir kavramdır. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, filozof Hannah Arendt, kişinin tek başına bireysel vicdani tavrını civil

disobe-dience’tan ayrı tutar: “Bireysel vicdanı ya da bireysel eylemleri savunmak için başvurulan

ar-gümanlar, yani ahlaki buyruklar ve -ister dinî olsun ister dindışı- ‘yüce hukuk’a hitap, bireysel vicdan zeminindeki sivil itaatsizlik vakalarına uygulanmak istendiğinde uygun düşmez (Bove ve Luneau, 2006: 165)”. Sivil itaatsizliğin felsefi kökenleri Sokrates’e dayandırılır. Sokrates, “kendisine yapılan ve kanuni olduğu söylenilen iç tutum olarak yasaya itaat etmemiş, gözlemle-nebilir dış tutum olarak da bedelini canıyla ödeyerek yasayı çiğnemiştir (Uyanık, 2010: 95)”. Dolayısıyla son derece güncel olan sivil itaatsizlik konusuna ilk katkıları, ilkçağ filozofları yapmıştır. Bu dönem filozofları, her türlü keyfi yönetime karşı, yönetilenlerin meşru1 direnme hakkına sahip olduklarını savunmuşlardır. Yakın zamanda ise, Henry David Thoreau ve Mo-handas Karamçand Gandhi’2, sivil itaatsizliğin önemli temsilcileridir. İlk defa 1849 yılında Amerika’da Henry David Thoreau’nun ortaya attığı sivil itaatsizlik3 kavramı, Thoreau’nun fel-sefesiyle “en iyi hükümet hiç yönetmeyen hükümettir” ilkesine dayanır. Çoğunluğun mutlak hâkimi olduğu bir hükümetin adil, (hatta insanların bu kavramdan anladıkları kadar bile adil) olamayacağını söyleyen Thoreau (2014: 31, 39 ve 2013: 7), doğrunun ve yanlışın ne olduğuna çoğunluğun değil de vicdanın karar verdiği bir hükümet sistemini arzular ve yasaya duyulan anlamsız saygıyı manasız bulur. O’na göre, “hükümet bir hizmet sunabiliyorsa iyidir; ama çoğu hükümet genellikle ve tüm hükümetlerde kimi zaman yersizdir. Önce insan, sonra uyruk olmalı ve yasaya değil; adalete saygı esas alınmalıdır. Yasalara duyulan saygının doğrulara duyulan saygıyı geçmesi, istenen bir şey değildir. Hukuk, asla zerre kadar eşitlik getirmemiştir ve en çok saygı duyulan kararlar bile, adaletsizlik için günlük vasıtalardır. Bu açıdan yasa, doğası gereği seni zorunlu olarak başkasına yönelik haksızlığın aracı durumuna düşürecek yapıdaysa, yasayı çiğne!”.

1 Atina Sitesi Senatosunun aldığı bir karar: “Atina’da demokrasiyi yıkan ya da demokrasi yıkıldıktan sonra kurulan

rejimde görev alan, baskı yönetimi kuran ya da kurulmasına yardımcı olanı elimle öldürmeğe and içiyorum. O kim-seyi benden başkası öldürecek olursa, Atinalıların düşmanını öldürdüğü için onu tanrılar ve insanlar önünde suçlama-yacağım. Zorbayı öldürürken ölen kimseyi ve çocuklarını Harmodius ve Aristigiton'a ve onların çocuklarına layık görülen şerefe lâyık göreceğim (Göze, 28)”.

2 Sivil itaatsizliğin pratiğinde Henry David Thoreau’dan sonraki ikinci eksen isim M. Gandhi’dir. Gandhi ilkin Güney

Afrika’da (1907) haksız ve ayrımcı yasalara karşı Hintlileri etrafında topladı, bunları doğrudan eyleme yönetti. Amaç, toplu tutuklamaları göze alarak, hatta isteyerek, adaletsiz yasaların ayıklanmasını sağlamaktı. Gandhi Güney Afri-ka’daki ‘staj günleri’nden sonra, asıl barışçı ve direniş ve sivil itaatsizlik eylemlerini Hindistan’da ortaya koydu. Burada Satyagraha felsefesini (barışçı direniş) ördü. Hindistan eylemlerinde iki yön dikkat çekicidir. Birincisi sömür-geci yönetime karşı eylemlerdir. Bunun en popüler örneklerinden biri, tuz yapımı yasağına karşı, on binlerce insanın birer tas deniz suyunu buharlaştırarak sembolik bir şekilde yasayı (yasağı) çiğneme eylemleridir. İkinci eylem türü-nün hedefi geleneksel ve dinsel buyruk ve yasaklar olmuştur. Dokunulmazlar’ın (Paryalar) köy kuyularını kullanma hakkını elde etmeleri bu yolla gerçekleşmiştir (Tanör, 1993: 702).

3 Türk Dil Kurumunda itaatsizlik kavramı, söz dinlememek, boyun eğmemek, buyruğa uymamak anlamlarına gelecek

(6)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

441 Bu anlayışla yüksek dini, ahlaki ve siyasi ilkelere atıfta bulunarak meşrulaştırılan bir yasa ihlali

(Heywood, 2014b: 364)”, anlamına gelen sivil itaatsizlik4 genel hatlarıyla, şu ya da bu ölçüde “adil ilişkilerin hüküm sürdüğü demokratik bir sistemde ortaya çıkan ciddi haksızlıklara karşı yasal imkânların tükendiği noktada, son bir çare olarak, başvurulan anayasayı ya da toplumsal sözleşmeyi kendisine çözüm yolu olarak bulan, ortak adalet anlayışını temel alan, şiddeti redde-den yasadışı siyasi bir edimdir (Coşar, 2014: 10)”. Bu teknik kullanılırken muhaliflere baskı yapıldığını, yaralayıcı araçların kullanılmasından kaçınıldığını; ancak yaralama tehdidinde bu-lunulabileceğini anlatan Bogdanor (2003: 381), mülkiyetin de zarara uğramasının olası olduğu-nu belirtmektedir. Bu tekniklerin bazı savuolduğu-nucularının kişilere verilen zararla mülkiyete verilen zarar arasında ahlaki bir ayrım olduğunu ileri sürdüğüne değinen Boğdanor’a göre, “şiddete dayalı olmayan sivil itaatsizlik muhalefetle işbirliği yapmaktan kaçınmayı temel alan yöntemleri içerir. Amaç sistemin normal etkinlik ve işleyişini güçlendirmektir”.

Başka bir açıdan, Frangberg (akt. Yılmaz, umut.org.tr) de sivil itaatsizliği, “bilinçli bir norm ihlalinden oluşan; sembolik, kamuya açık ve normatif olarak temellendirilmiş bir protesto nite-liğinde; norm ihlalinin hukuki sonuçlarına katlanmaya hazır olan ve protesto araçları normatif bir sınırlanışı içeren; böylelikle şiddetsizlik ilkesine bağlı bulunan bir eylem olarak tanımlamış-tır”. John Rawls’a göre ise (2014: 57) sivil itaatsizlik, “yasaların ya da hükümet politikasının

değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde icra edilen (aleni), şiddete dayanmayan, vicdani;

ancak yasal olmayan politik bir eylemdir”. “Rawls, haklı bir sivil itaatsizlik eyleminin taşıması gereken üç şart olduğunu söylemektedir: a) Protesto eylemi açık biçimde ifade edilebilecek çok ciddi haksızlıklara yönelik olmalıdır; b) sonuç getirecek yasal yollar denenmiş ve tükenmiş ol-malıdır; c) sivil itaatsizlik eylemleri, anayasal düzenin işlerliğini tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşmamalıdır (Habermas, 2014: 127)”. Neticede, sivil itaatsizlik, “bir gayri-adil kanunu daha yüksek bir kanuna hizmet etmek için kullanmadan ihlal eden (Roskin v.d., 2013: 124)”,

birinci-si, “yalnızca kişisel inanç ya da çıkarlara dayandırılamayacak, ahlaki olarak gerçekleştirilen bir

protesto eylemidir; ikincisi, kural olarak önceden ilan edilen ve polisin devamını kestirebileceği, aleni bir edimdir; hukuk düzenine karşı genel bir itaatsizlik amacı gütmeden kurallardan birinin ya da bir kaçının kasdi (iradi, planlı) bir şekilde ihlalini içerir; ihlalin yasal sonuçlarını üstlen-meye hazır olmayı gerektirir; sivil itaatsizlik eyleminde ifadesini bulan ihlal, sembolik özellik-tedir: Buradan da protestonun barışçı (şiddet içermeyen) araçlarla sınırlanması kuralı çıkar (Ha-bermas, 2014: 127-128)”.Bu açıdan sivil itaatsizlik, anayasal sistemin istikrarlı hale gelmesine hizmet edebilir. Çünkü eşitsizlik ve adaletsizlik lekelerinden arınmış bir demokratik sistemin istikrarı da daha güvence altına alınmış olur (Tanör, 1993: 703). Bu bağlamda, sivil itaatsizlik eylemcisi, bir hakikat anlatıcıdır. Bu hedef doğrultusunda, hakikat anlatıcısı olarak sivil itaatsiz-lik eylemcisi aldığı sorumluluk neticesinde sadece kamu vicdanına değil; anlattığı hakikat neti-cesinde kamu aklına da seslenir (Mısır, 2005: 4 - 62). Bu konuda bir görüşe göre, “sivil itaatsiz-lik, iyi bir yurttaş olmanın yoğunlaşmış ifadesidir: Kolektif eyleme katılan herkes, genel çıkara itaatsizlik eder; sonunda bunun bedelini kendisi ödeyene dek gider (hapishane, dayak, katliam)

4 Sivil itaatsizlik kavramının, genel olarak dar tanım, geniş tanım ve baskın tanım olmak üzere üç ayrı kümede

top-landığı görülmektedir. Dar tanım, tanım öğelerinin çokluğu nedeniyle itaatsizlik edimlerinin pek azının sivil olarak anılmasına olanak verirken bunun karşıtı olarak geniş tanım, belirli öğeleri sınırlı tutarak bu daireyi genişletmektedir. Geniş tanımın öğeleri genellikle, hukuk normunun bilinçli olarak çiğnenmesi, edimcinin özel bir türde motivasyonu, edimin kamuya açık olması ve her geniş tanımda yer almasa bile itaatsizliğin devrimsel olmayıp aksine sisteme içkin bulunmasıdır. Baskın tanımda ise bunlara ayrıca şiddetsizlik eklenmektedir. Günümüzde sivil itaatsizlik kavramının tanımlamasında yer yer bu üçlü ayrıma rastlansa da; tanımları yapanlarda bu ayrıma özellikle dikkat edildiğine dair bir emareye rastlanmadığından bu çalışmada da böyle bir ayrıma gitmeme yolu tercih edilmiştir.

(7)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

442 (Bove ve Luneau, 2006: 164)”. Dolayısıyla sivil itaatsizlik savunucusu, “sadece ve sadece bir

grubun üyesi olarak ortaya çıkabilir ve ancak bu özelliği ile sözünü dinletebilir. Bir tek bireyin sivil itaatsizliğinin önemli değişikliklere yol açma ihtimali çok azdır. Böyle birisi, olsa olsa, incelenmesi baskı altına alınmasından daha ilginç olabilecek tuhaf bir kişi olarak değerlendirile-bilecektir. Bu nedenle sivil itaatsizlik, ancak ortak bir çıkar grubu oluşturan bir dizi insan tara-fından uygulanırsa anlamlı olacaktır (Arendt, 2014: 83)”. Ancak, “sivil itaatsizlik eylemcisi, sivil itaatsizlik eylemini, bireysel çıkarlarla veya toplumun diğer üyelerinin haklarının gaspına yol açacak grup çıkarlarıyla gerekçelendiremez (Candan ve Bilgin, 2011: 66).

Sivil itaatsizliğinin ulaşmak istediği iki yer vardır. Jose Bove ve Gilles Luneau’ya göre (2006: 168), bunlardan birincisi devlet, iktidar, politikadır: Politik iktidara seslenebilmek için bir kura-la karşı itaatsizlik gösterilir. İkincisi, kamuoyudur: Toplumsal hareketin, kolektif tavrın büyü-mesi için itaatsizliğin meşruiyetine ikna edilmeye çalışılır. Bu amaçla sivil itaatsizlik eylemleri, örneğin anti-militarizm amacıyla yapılan savaş karşıtı eylemler, nükleer santral karşıtlığı için yapılan çevreci eylemler, bir ülkenin ürünlerini boykot eden tüketici eylemleri gibi dini, askeri, sosyal, ekonomik ve nihayet siyasal hayatın her alanında kullanılabilir. Günümüzde en sık kar-şılaşılan sivil itaatsizlik yöntemlerinden bazıları ise, şu şekilde sıralanabilir (Ökçesiz, 1994: 77-80): “Oturma; insandan halı yapma; işgal, genel grev çağrısı; imza toplama; yasaklanmış gösteri ve yürüyüş; boykot, abluka, kürsü işgali; binayı boşaltmama; yasak bölgelere girme; kan sıç-ratma; askeri tören geçidini oturarak engelleme; ağaçlara sarılma; sınır geçme; kuralları aşırı titizlikle uygulamak (hizmetin bu şekilde yavaşlatılması ya da bir haksızlığın açıkça ortaya ko-nulması)”, trafiği felç edecek şekilde insandan setler veya zincirler oluşturmak bunlardan sadece birkaçıdır”

Bazı itaatsizlik eylemleri, aynı zamanda başkaldırma, isyan, direniş, devrim, ihtilal, terör olarak nitelendirilebilir. Bir itaatsizlik eyleminin sivil itaatsizlik olarak değerlendirilebilmesi için hiçbir suretle şiddet içermemesi gerekir. Bu açıdan tanımlar değişebilse de, sivil itaatsizliğin belli özel-liklerinin, onu, diğer protesto şekillerinden farklı kıldığını söyleyebiliriz (Ökçesiz, 1995: 12-13): “Sivil itaatsizlik yasal protesto biçimlerine karşı, bir hukuki normu çiğnemesiyle; bencil ve ola-ğan hukuk ihlallerine karşı, dikkate ve saygıya değer ahlaki-siyasi motivasyonla işlenmesiyle; gizlice işlenen kriminal fiillere karşı, kamuya açık olmasıyla; geleneksel, klasik direnme hakkı, devrim, ihtilal, hükümet darbesine karşı, duruma göre kamuya açıklığı ve şiddetsizliğiyle; siyasi teröre ve dinsel fanatizme karşı, protesto edilen devlet ediminin haksızlığının diğer üçüncü kişi-lerce de görülebilir, anlaşılabilir ve yine kendisinin kaba güçten arınmış olmasıyla; ileri sürüle-bilecek samimiyetsizlik iddialarına karşı, edimin sonuçlarına katlanmaya hazır bulunmak tutu-muyla temelde ayrılmaktadır”. Bu açıdan her direnme şekli, bir sivil itaatsizlik durumu sayıla-maz. Bununla birlikte sivil itaatsizlik, temelde siyasal bir eylem olup, bu nedenle, bu çalışma açısından ilgi çekicidir.

1.3- Sivil İtaatsizliğin Unsurları

Sivil itaatsizliği tanımlama çabaları, sivil itaatsizliğin temel unsurlarını da ortaya çıkarmıştır. Kavramı ilk ortaya atan Henry David Thoreau’ya göre, sivil itaatsizlik, aşağıdaki şu dört temel unsurdan oluşur (Tanör, 1993: 702):

1) Yazılı yasadan daha yüce bir yasa arayışı (vicdan yasası); 2) Bunların çatışması durumunda ikincisine uyulması gereği; 3) Bu yüzden yazılı yasaya karşı çıkmanın sonuçlarına katlanılması;

(8)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

443 4) Sivil itaatsizliğin haksız yasanın kaldırılmasına hizmet etmesidir.

Temelde benzer şeylerden söz ediyor olsa da, farklı bir şekilde Habermas (1997: 121), tanımla-rından hareketle, sivil itaatsizliğin temel ölçütlerini ve unsurlarını şöyle sıralamaktadır:

1) Sivil itaatsizlik yalnızca kişisel inanç ya da çıkarlara dayandırılamayacak, ahlaki olarak ge-rekçelendirilen bir protesto eylemidir. Sivil itaatsizlik eylemi açık biçimde ifade edilebilecek çok ciddi haksızlıklara yönelik olmalıdır.

2) Sivil itaatsizlik önceden ilan edilen ve polisin devamını kestirebileceği, aleni bir edimdir. Bu ölçüt gereği, yasadışı örgütlerin, çetelerin gizlice planlanmış eylemleri sivil itaatsizlik değildir. 3) Sivil itaatsizlik, hukuk düzenine karşı genel bir itaatsizlik (devrim, darbe, ayaklanma gibi) amacı gütmeden, anayasal düzenin işlerliğini tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşmadan, kural-lardan birinin ya da birkaçının kasti (iradi) bir şekilde ihlalini içerir. Burada önemli bir koşul, eylem öncesinde sonuç getirecek yasal yolların denenmiş ve tükenmiş olmasıdır.

4) Sivil itaatsizlik, ihlalin yasal sonuçlarını üstlenmeye hazır olmayı gerektirir. 5) Sivil itaatsizlik eyleminde ifadesini bulan itaatsizlik sembolik niteliktedir.

6) Buradan da protestonun barışçı (şiddet içermeyen) araçlarla sınırlanması kuralı çıkar.

Benzer bir şekilde Gisela Raupach-Strey ise (akt. Ökçesiz, 2011: 132-133 - 1997: 163 ve An-barlı, 2007: 73), sivil itaatsizlik düşüncesini değerlendirirken bu düşüncenin taşıması gereken şu şekilde ele almıştır:

1) Sivil itaatsizlik, şiddetten arınmışlık tutum ve düşüncesinden, yaşam ve (karşıtlarınki dahi olsa) başkalarının kişiliği karşısındaki saygıdan doğar ve gelişir.

2) Temel bir soruna başka yollarla dikkat çekilemediği durumlarda, içsel bir zorunluluktan kay-naklanır.

3) Sivil itaatsizlik, bilinçli ve sınırlı bir norm ihlalidir. Bunun yaptırımını, diğer bütün demokra-tik kuralların ve çiğnenen kuralın başka durumlarda geçerliliklerinin açıkça tanınması koşuluyla kabul eder.

4) Koşulludur; Yani şiddetsiz eylemlerin ilk iki basamağı olan dikkat çekici, gösterisel ve yasal biçimde girişilen eylemler başarı sağlamadığı takdirde gündeme gelebilir, tartışılabilir.

5) Eylemcinin dünya görüşünün farklı olabilmesine rağmen; temel bir haksızlığa karşı savaşım verilmektedir.

6) Bu haksızlığa karşı çıkma araçlarının inandırıcı olabilmeleri için amaçla çelişmemeleri zo-runludur.

7) Sivil itaatsizlik, sembolik kalmalıdır. Sembolik eylemler, yönetimi bir düşman gibi görmeyip kişi ile konuyu birbirinden ayırmaya, iletişim kurmaya ve olumlu anlamıyla birbiriyle tartışma-ya çalışır. Şiddetten arınmışlık bir düşmanlığı giderme yöntemidir.

8) Sivil itaatsizlik yeni ahlaki yargının kamu tarafından benimsenmesi, en azından siyasi bir karara dönüştürülebilecek bir çoğunlukça desteklenmesi umuduyla yaşar.

(9)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

444 II- SİVİL İTAATSİZLİĞİN SİYASİ VE HUKUKİ BOYUTUNA İÇKİN KAVRAMLAR

ve TARTIŞMALAR

Sivil itaatsizlik dini, sosyolojik, kültürel, siyasi, ekonomik ve hukuki birçok boyutu olan çok yönlü ve disiplinler arası bir konudur. Ancak temelde sivil itaatsizliğin, özellikle siyaset bilimi ve hukuk felsefesinin üzerinde sıklıkla durduğu biri siyasi; diğeri hukuki iki boyutu vardır. 2.1- Sivil İtaatsizliğin Siyasi Boyutuna İçkin Kavramlar

Sivil itaatsizliğin, siyasi boyutu çoğunlukla siyaset felsefesinden beslenir. Bu bağlamda siyaset felsefesinin toplumsal düzen-toplumsal sözleşme, güç, otorite, meşruiyet ve özgürlük gibi konu-ları sivil itaatsizliğe içkin siyasal konulardır. Bu açıdan sivil itaatsizliğin siyasi boyutu, oldukça tartışmaya açıktır. Zira bazı siyaset bilimciler, şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemlerinin demokratik sistemin canlılığına ve dinamizmine farklı düzeylerde katkı sağlayabileceğini iddia ederken; bazı siyaset bilimciler ise, sivil itaatsizliğin eylemcisini somutlaştırdığı, marjinalleştir-diği, yasalara uyma motivasyonunu ve demokratik kurumların temeline duyulan saygı ve güveni zamanla aşındırarak, toplumun ve yasaların temelini çökertip yok etme tehlikesi taşıdığı ve özellikle marjinal gruplar ve terör örgütleri tarafından bayraklaştırılarak, sistemik bir muhalefe-tin oluşturulması adına araçsallaştırılabildiğini öne sürmektedirler. Bu çalışma, sivil itaatsizlikle ilgili, ikinci kategorideki siyaset bilimcilerin düşüncelerini ve kaygılarını daha çok paylaşmak-tadır.

2.1.1- Toplumsal Düzen ve Toplumsal Sözleşme

Düzen bütün karmaşık toplumsal fenomenlerin irdelenmesi için vazgeçilmez bir kavramdır. Düzen teriminin şüphesiz sosyal bilimlerde uzun bir geçmişi vardır. Fakat son zamanlarda, çok defa, anlamın belirsizliği ve genellikle otoriteryan5 görüşlerle ilişkili olması yüzünden bu kav-ramdan kaçınılmaktadır. Ancak, sosyal hayatta biraz düzen, insicam ve devamlılık olduğu açık-tır. Eğer olmasaydı, hiçbirimiz ilişkilerimizi yürütemez hatta en temel ihtiyaçlarımızı tatmin etmeye muktedir olamazdık (Hayek, 2012: 25). Bir siyasal prensip olarak düzen, hem tehdit, şiddet ve bunların korkusundan azade olmak anlamında fiziksel güvenlik, hem de sadece düzen-li ve alışkın olduğumuz koşulların neden olduğu rahatlık ve istikrar anlamında psikolojik güven-liği ihtiva eder (Heywood, 2012: 33).

İnsanın özellikle toplum, hukuk ve devlet düzeni açılarından temel olarak niteleyebileceğimiz üç ana gereksiniminin bulunduğunu söyleyen Ökçesiz (2011: 116), bunların ‘güvenlik, özgürlük ve eşitlik’ olduğunu ifade eder. İnsanların ‘toplum sözleşmesi’yle özgürlük ve eşitlik isteğini, güvence altına alma isteğinin siyasi duruma geçişle, yani mülkiyet edinmeyle başladığı kabul edilir. Toplum sözleşmesi, devletin insanın, birbirinin kurduna dönüşmesini önleme işlevini yerine getirmesi için, bireylerin yetkin bir güce itaat edecekleri konusunda sözleştikleri varsa-yımına dayanır. Arendt salt haline karşı çıksa da Kant ve Rousseau’nun ödev konusuna getirdik-leri çözümün özünü şöyle özetlemektedir (2014: 106): “Yurttaşın yasaya ahlaki itaat sorumlulu-ğu geleneksel olarak, bireyin yasayı onaylamış olması, yani yasanın egemenliği altında insanla-rın yabancı bir iradeye değil; kendi iradelerine itaat ettikleri kabulünden çıkarılır. Bunun sonucu ise, herkesin aynı zamanda kendi efendisi ve kölesi olması ve kamunun esenliği için çaba göste-ren öz benlik arasında var olduğu kabul edilen özgün çatışmanın içselleştirilmiş olmasıdır”.

5 Düzen kavramının bu otoriteryen ifadesi, vakıa, tamamıyla düzenin ancak ve ancak sistemin dışındaki güçler

tarafından (veya dışsal olarak) yaratılabileceği inancından kaynaklanır. Düzen, piyasa genel teorisinin incelediği denge olayı gibi içerden (veya içsel olarak) kurulan bir dengeye tatbik edilemez.

(10)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

445 “Mülkiyet (can-mal ve özgürlük) güvenliği ve eşitlik ilkesi “yasacı” tarafından sağlanmakta

iken; sözleşmeye katılan her üyeden ise, bunun karşılığında yasalara/yasacıya itaat etmesi is-tenmektedir (Tosun, 2012: 441).

Arendt (2014: 107-108), on altıncı yüzyılda ‘toplumsal sözleşme’nin üç farklı biçimde ele alın-dığını ve kombine edildiğini anlatmaktadır: “Birincisi, halkın her şeye kadir Tanrı’dan gelecek bütün buyruklara uyacağını taahhüt ettiği, ‘teokrasinin en iyi hükümet modeli’ olduğu toplum modeliydi. İkincisi, tek tek bireylerin, artık tümüyle dünyevi olan egemenlerle kendi güvenlikle-rinin sağlanması karşılığında bütün haklarından ve iktidardan vazgeçerek yaptıkları sözleşmeye dayanan Hobbes modeliydi. Bu model, fiziki güvenliklerini sağladığı sürece, hiçbir hakkı ve iktidar gücü bulunmayan tüm tebaanın mutluluğu için iktidar tekelinin hükümetin elinde bu-lunması gerektiğini öngörmektedir. Üçüncü ise, Locke’un yönetim sistemini değil, toplumu esas alan özgün toplumsal sözleşme modeliydi. Bu model, tek tek bireylerin iktidar yetkilerini sınır-lar, ancak toplumun gücünü sınırlamaz; toplum, ‘bağımsız bireyler arasında oluşturulan özgün sözleşmenin açık temeli üzerinde’ bir hükümet oluşturur”.

Sivil itaatsizliğin toplumsal düzen ve toplum sözleşmesi ile olan ilişkisi, birbirine karşıt ve zıt iki bakış açısından değerlendirilmektedir: Bunlardan birincisi, sivil itaatsizliğin toplumsal düze-nin işleyişine canlılık getirdiği; toplum sözleşmesini işlevsel kıldığı ve tarafların ödevlerini daha nitelikli bir şekilde yerine getirmesine olanak tanıdığı yönündedir. İkicisi ise sivil itaatsizliğin, toplumsal düzenin varlığına ve toplum sözleşmesinin işleyişine dair gizil tehditler ve riskler barındırdığı yönündedir. Bu noktada en önemli husus, bir toplumda güç, otorite, özgürlük, meş-ruiyet konularının algılanış ve yorumlanış şekli ile bu nosyonlar arasındaki ilişkinin niteliğidir. 2.1.2- Güç, Otorite, Özgürlük ve Meşruiyet Sorunu Bağlamında Sivil İtaatsizlik Meselesi Güç, insanların veya grupların kendi iradelerini diğerleri üzerinde sarf edebilmesi ve onları ken-di yoluna çekebilmesiken-dir, ken-diğerleri bunu reddetse bile… (Browne, 2015: 334). Başka bir deyişle güç, birinin muhalefetine rağmen; ona bir şey yaptırabilme kabiliyetidir. Otorite ise güçsüz olanlar tarafından kabul edilen ve riayet edilen güçtür; çünkü, meşru (adil ve doğru) olarak gö-rülmektedir (Browne, 2015: 334). Güç boyun eğmeyi; ikna, baskı, tehdit, zor kullanma ve şiddet ile sağlar. “Genelde, güç, bir kişinin veya çoğunlukla bir grubun ve kurumun insanların düşün-celerini ve eylemlerini manipüle etme ve şekillendirme kapasitesine işaret etmektedir. Modern sosyolojinin temel bir öncülü şudur: itaat eğer sadece insanların gücüne veya kas gücüne dayan-dırılırsa, sosyal dünya etkin bir biçimde işlemez; doğrusu büsbütün anarşi olur. Dünya sadece zorbalar tarafından zapt edilmiş bir dünya olur. Sosyal kurumlar bizim yaşamımıza kılavuzluk edecek bir dizi kural sunmak için işlemektedirler ve bizim örneğimiz açsından zorbaların saldı-rısına ve şiddetine maruz kaldıklarında güçsüzler lehine bir karşılığı garanti ederler. Bu kurallar otoriteyi temsil ederler (Orum ve Dale, 2016: 14-15)”.

Otorite yönetme hakkı algısına dayanır ve yönetilenin sahip olduğu ahlaki yükümlülük ile itaati sağlar (Heywood, 2014a: 158)”. John Randolph Lucas’ın söylediği gibi (akt. Barry, 2012: 160), “eğer bir kişinin ‘x olsun’ demesinden x’in olması gerektiği sonucu çıkıyorsa o kişi otoriteye sahiptir”. Güçten otoriteye geçişin sağlanmasında meşruiyet kilit unsur haline gelmektedir, çün-kü meşruiyet, sosyal ve siyasal kurumların sağlam ve sürekli yapılanması ve işlemesi için temel oluşturan güven duygusudur. Meşruiyetin var olduğu yerde, kurumlar ve kullandıkları otorite de var olur (Orum ve Dale, 2016: 15). Kabaca, haklılık olarak tanımlanan meşruiyet, “çıplak gücü, haklı otoriteye dönüştüren bir vasıftır; o emir ve buyruklara, korku yerine vazife duygusu ile itaati sağlayacak geçerli ve bağlayıcı özellik kazandırır (Heywood,2014:172-173)”. Bu açıdan,

(11)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

446 Weber meşruiyetin yaklaşık olarak ‘yönetme hakkı’na olan inançtan öte bir şeye karşılık

gelme-diğini belirtir: Meşruiyete olan inanç… Fakat bu anlayış, meşruiyete akli ve ahlaki zemin bul-maya çalışan birçok siyaset filozofunun değerlendirmeleri ile çatışır. Bu filozoflar meşru olan ve olmayan yönetim biçimleri arasında açık ve objektif bir ayrım teklifinde bulunurlar. Mesela Aristo, bir rejimin ancak yöneticilerin şahsi çıkarları yerine toplumun menfaati için faaliyette bulunduğunda meşru olduğunu öne sürmüştür. Rousseau’da devletin ‘genel irade’ye dayanması durumunda meşru olacağını iddia etmiştir. David Beetham, Weber’inkinden önemli ölçüde ayrı-lan sosyal-bilimsel bir meşruiyet kavramı geliştirme girişiminde bulunmuştur. Beetham’a göre, meşruiyetin sadece ‘meşruiyete olan inanç’ olarak tanımlanması onun nasıl oluştuğunu göz ardı etme anlamı taşır (Heywood, 2014a: 173)”. Bu çerçevede, “otoritenin gerçekleştirdiği itaat, tehditle sağlanan itaatle aynı değilse de, kişinin kendi yargısından (kararından) vazgeçmesini gerektirir. Bir kurumun veya pratiğin kuralları öyle gerektirdiği için onların buyruklarına uymak haklı olabilir, ama bunun düzenli usullerin ötesinde eleştirel bir ahlakın ilkeleriyle haklı göste-rilmesi mümkün olmayabilir. Bir ölçüde öngörülebilirliği garanti eden kuralların uygulanması gereği özgürlüğün kullanılması için önemli olmakla beraber, onların varlığı en azından özgürlü-ğün tehdit edilmesinin imkân dâhilinde bulunduğu anlamına gelir (Barry, 2012: 176)”.

Özgürlük, ontolojik açıdan bir varlık alanı sorunsalıdır. Birinin bir başkası ya da başkalarının keyfi iradesinin icbarına maruz kalmadığı durum çok defa, ‘ferdi’ ya da ‘şahsi’ hürriyet olarak bilinir. Özgürlük, cemiyet içinde yaşayan insanın epeyce yaşamayı umabileceği ama tam olarak gerçekleştirme umudu olmayan bir ruh halini anlatır. Özgürlük her zaman, birini keyfi bir karar-la belli bir tarzda davranmaya ya da davranmamaya zorkarar-layabilecek bir başkasının iradesine kat’i surette tabi olan bir kimsenin durumunun aksine, insanın kendi karar ve planlarına göre hareket etmesi imkânı anlamına gelmiştir (Hayek, 2013: 38). “John Locke’a göre özgürlük, devletin meşruluk ölçütüdür. Kişinin yargılama hakkını topluma devretmiş olması, kendi özgürlüğünden vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. Kişinin özgürlük alanı devletin tasarrufunda değildir. Dev-letin, kişinin özgürlüğüne ve mallarına el atması halinde, kişi de, devlete karşı direnme hakkına sahiptir (Öktem, 1988: 141-142)”. Bu hususta, özgürlük, pozitivist hukuk ve sivil itaatsizlik arasındaki gerilimi, sivil itaatsizliği bireysel haklar kategorisine yerleştirerek aşmaktan geçtiğini iddia eden Dworkin (akt. Satıcı, 2012: 7), bireysel “hakların, bireylerin ellerindeki en önemli politik kozlar olduğunu kabul eder. Ayrıca, herhangi bir nedenle, devletin kolektif amacının bireyleri zarara uğratacak veya onların haklarını ellerinden alacak olmasını ya da bireysel ne-denlerle bireylerin sahip olmak veya yapmak istedikleri şeylerden yoksun bırakılmalarını meş-rulaştıracak yeterlilikte bir temele sahip olmadığında, bireylerin direnme veya sivil itaatsizlik haklarına sahip olduklarını iddia eder”.

2.2- Sivil İtaatsizliğin Hukuki Boyutuna İçkin Kavramlar

Sivil itaatsizliğin bir diğer önemli temel alanı, hukuki boyutudur. Sivil itaatsizliğin hukuki bo-yutuyla ilgili tartışmaların büyük bir çoğunluğu sivil itaatsizliğin kriminal bir suç mu olduğu, yoksa doğal hukuk çerçevesinde bir adalet arayışı olarak mı değerlendirileceği ve böylece işlem göreceği hususundaki tartışmalardan oluşturmaktadır. Bu tartışmalar, daha çok devlet, hukuk, demokratik hukuk devleti ve özellikle pozitif hukuk-doğal hukuk dikotomisi çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu çalışmanın bu konudaki bakış açısı sivil itaatsizliğin her durum ve şart altında öncelikle gayri-meşru ve hukukdışı olarak kabul görmesi gerektiği, kurallar çerçevesinde hoş görülüp görülemeyeceği hususunun ise, ancak yargılama sürecinden sonra netleştirilebileceği şeklindedir. O zamana kadar, sivil itaatsizlik eylemleri, prima facie (ilk görüşte) hukuka aykırı olarak” nitelendirilmelidir. Bununla beraber, hukukta nihayetinde siyasi olduğu

(12)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

447 dır. Bu, hukukun, tabiî ki, siyasetten bağımsız bir evreni olduğu anlamına gelmez. İşte siyaset

ve hukuk arasında bu derin ve yakın ilişki, siyasi bir olgu olarak sivil itaatsizlik açısından, hu-kuk ve ilişkili olduğu konuları önemli kılmaktadır.

2.2.1- Hukuk Kavramı

Toplumlar, karmaşık, az ya da çok belli olan (elbette değişmez olmayan) ilişki, kurum, örgüt, grup ve pratik ağlar tarafından karakterize edilir; fakat paylaşılan önemli kültürel norm ve de-ğerler ve bu sosyal düzenlemelerin tek tek bireylerin bilinçleri içinde örülmüş simgeleri vardır. Nitekim insanlar, neyin arzulanır, neyin arzulanmaz, neyin uygun neyin uygun olmadığı, iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış olduğuna ilişkin paylaşılmış fikirlere dayanarak yaşamlarını bireysel ve kolektif olarak sürdürürler. Bunun en bariz sağlayıcılarından biri yasalardır (Bilton ve ark., 2009: 16). Dayanışık ilişkilerde “bazı davranış şekillerini yasaklayan ve bu yasaklara karşı ge-lenlere uygulanacak olan yaptırımları tanımlayan yasalar, devletin resmi anlamda kural koyma-ya, onları geliştirmeye ve bu kuralları itaati denetlemeye yarayan bürokratik donanımları ve itaate zorlayıcı baskı kaynakları aracılığıyla iktidarı pekiştirme amaçlı iktidar kullanımı olarak algılanmalıdır (Piven ve Cloward, 2010: 36)”.

Modern demokrasilerde sivil itaatsizliğin giderek önem kazandığına dikkat çeken Arendt (2014: 104), sivil itaatsizlik, şimdilerde birçoklarının kabul ettiği gibi gerçekten de ‘göz ardı edilmeye-cek’ bir gerçeklik olarak ortaya çıkıyorsa, bunun hukukla bağdaşırlığı sorusunun asli bir önem kazandığına dikkat çekmektedir. Hukuk, “kişiler ve kişiyle devlet arasındaki ilişkileri düzenle-yen ve devletçe, yasalara göre yaptırıma bağlanan kurallar bütünüdür. Hukuk bir organa ya da kişiye yapabilme ya da bir hak talebinde bulunabilme yetkisini tanır; bireyin yapamayacakları-nın ya da yapabileceklerinin sınırlarını göstererek özgürlük alayapamayacakları-nını belirler; uyuşmazlık duru-munda yargı yolunu açık tutar ve yargı kararıyla herkesi bağlı kılar (Aliefendioğlu, 2001: 29)”. Böylece hukuk, “siyasi bir topluluğa uygulanan aleni ve zorla yaptırım kabiliyetine sahip kural-lar dizisidir” (Heywood, 2014a: 386), dense yanlış olmaz. Hukuk, “sadece sosyal davranış planı ya da önerisi olarak görülmez, toplumsal yaşamı düzenleyip biçimlendirerek ona belli bir kimlik kazandırma amacı da güder. Bu sebeple buyurucu bir karaktere bürünmesi zorunludur, ‘yapma-lısın’ demez, ‘yapılmalıdır’ der. Yani din ve ahlak gibi otokontrol mekanizmalarına seslenmez (Sili, 2012: 376)”, kişiyi dışsal bir güce itaate mecbur ederek bir düzen tesis eder.

Hukuk düzeni, bütün hareket ve davranışların uyduğu bir yapı tesis etme ve ister özel yurttaş, ister devlet görevlisi olsun, toplumun bütün üyelerine eşit olarak uygulama anlamında hukukun ‘buyurması’ gereken ilkedir (Heywood, 2014a: 386-387). Buyurma yurttaşa bir hukuk bilinci ve itaat yükümlüğü yükler. Hukuka itaat yükümlülüğü bu ilkeyi çoğu zaman siyasi yükümlülük başlığı altında ele alınır. Zira hukuka itaat yükümlülüğünün, aynı zamanda siyasi yükümlülük-lerden biri olduğu varsayılır. Siyasi yükümlülükler, bireylerin mevcut siyasi otoriteye karşı sa-hip olduğu ahlâki yükümlülüklerdir; bireylerin siyasi otoritenin kararlarına uymasını gerektirir-ler (Gürgerektirir-ler, 2014: 267). Amerikalı siyaset kuramcısı John Rawls (akt. Gürgerektirir-ler, 2014: 269-278) tarafından geliştirilen bu iradeci kurama göre; “hukuka itaat yükümlülüğünün varlığı ancak toplumda yaşayan bireylerin karşılıklı menfaatlerini dürüstlük ilkesine uygun şekilde gözetecek bir hak ve yükümlülük ilişkisi çerçevesinde izah edilebilir. Buna göre birey, üyesi olduğu toplu-lukta üretilen değerlerden istifade edebilmek için başkalarından bir takım fedakârlıklar bekliyor-sa kendisi de aynı şekilde diğer bireyler için fedakârlıkta bulunmalıdır. Bu sonuç, dürüstlük ilkesinin gereğidir ve bu tür bir fedakârlıkta bulunma ahlâki bir yükümlülüktür. Fair play veya fairness [dürüstlük, doğruluk] ismi verilen bu yükümlülüğün göstergelerinden birisi de hukuka

(13)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

448 itaattir”. Hukuka itaat yükümlülüğü, bireylerin, bir hukuk kuralına veya bir hukuk sisteminin

tamamına salt hukuki niteliğinden ötürü itaat etmelerini gerektiren ahlâki bir yükümlülük şek-linde de tanımlanabilir. Bu tanımdan hareketle hukuka itaat yükümlülüğünün özellikleri şöyle sıralanabilir (Gürler, 2014: 269-271):

a) Hukuka itaat yükümlülüğü öncelikle ahlâki bir yükümlülüktür. Bireylerin alışkanlık, korku veya kişisel çıkar gibi saiklerle değil, salt ahlâki gerekçelerle hukuka uymalarını gerektirir. b) Hukuka itaat yükümlülüğü içerikten bağımsızdır. Yani bir hukuk kuralının içeriği ne denli ahlâki veya gayri ahlâki olursa olsun bireylerin hukuka itaat yükümlülüğü, söz konusu hukuk kuralının salt hukuki niteliğinden kaynaklanır.

c) Hukuka itaat yükümlülüğü sadece tek bir kişiyi değil belirli bir toplumda yaşayan herkesi bağlamalıdır.

d) Hukuka itaat yükümlülüğü, belirli bir ülkede yürürlükte bulunan hukuk kuralları için ve bu kuralların tamamı açısından geçerlidir. Bu anlamda bireyler, ancak kendi toplumlarının hukuku-na karşı yükümlü tutulabilir.

e) Son olarak hukuka itaat yükümlülüğü mutlak değil, prima-facie bir yükümlülüktür. Hukuka itaat yükümlülüğünün varlığı kabul edilse bile bu, her durumda, ne pahasına olursa olsun birey-leri bağlayan bir yükümlülük değildir. Çok ağır ahlâka aykırılıklar taşıyan kuralların itaat yü-kümlülüğü doğurmayacağı tartışma götürmez.

2.2.2- Hukuk Devleti Olgusu

Belli sınırları olan bir bölgede yaşayan bir nüfusu idare eden bir organizasyon, aynı toprak sınır-ları içinde faaliyet gösteren diğer organizasyonlardan farklılaşmış; özerk; merkezileşmiş; bö-lümleri birbiriyle resmi bir koordinasyon içinde çalışıyor ise devlettir (Poggi, 2011: 27, 29-30). Her devletin temelde üç işlevi olduğu kabul edilir: Bunlardan ilki, toplumda uygulanacak yasa-ların yapılması (yasama); İkincisi, yasayasa-ların uygulanması (yürütme), Üçüncüsü ise bireyler ara-sındaki uyuşmazlıkların çözülmesi (yargı) (Aliefendioğlu, 1993: 683). Bu bağlamda devlet top-lumdaki belirli bir hukuki düzenin neticesidir (Özer, 2009: 3). Modern devletin şiddet kullanma tekeline sahip olduğu genellikle kabul edilmektedir. Denetim gücü merkezileşen ve tekelleşen devlet, toplumsal huzuru bozan şiddeti kontrol etmekte ve etkin bir biçimde sınırlandırabilmek-tedir. Devlet bu kontrolü keyfi bir biçimde değil; hukuk aracılığıyla yapmaktadır (Yılmaz, umut.org).

F.J. Stahl’a göre (akt. Ökçesiz, 2011: 106), “modern devlet, hukuk devleti olmalıdır. Kendi et-kinliğinin yollarını ve sınırlarını, yurttaşların özgür alanlarını hukukla iyice belirlemeli ve çiğ-nenemez derecede güvenceye almalı, ahlaki mülahazaları, hukuk alanına girenlerin dışında, yani zorunlu bir sınıra dek devlet olarak doğrudan besleyip izlemelidir. Hukuk devleti kavramı, dev-letin asla içeriği ve hedefi olmayıp, bunları gerçekleştirmenin tarzı ve karakteridir”. İstenmeyen şiddete karşı bir tür karşı-şiddet mekanizması olan hukuk güçlerin en yetkini olmak zorundadır. Ancak devlet, ‘modern hukuk’6 devleti olmak istiyorsa, yukarıda bahsedilen, insanın temel

6 Modern hukuk biçimseldir; çünkü açıkça yasaklanmamış her şeye izin verdiğini savlayan bir öncüle dayanmaktadır.

Modern hukuk bireyselcidir; çünkü tek tek her bir kişiyi, öznel hakların taşıyıcısı yapmıştır. Modern hukuk bağlayıcı hukuktur; çünkü devletsel yaptırımı vardır ve yalnızca meşru ya da kurallara uygun biçimde hareket eder. Modern hukuk pozitif hukuktur; çünkü siyasi yasa koyanların -değiştirilebilir- kararlarına dayanmaktadır. Ve son olarak

pro-sedüre ilişkin olarak maddeler haline getirilmiş hukuktur; çünkü demokratik bir işleyişle meşrulaştırılmıştır. Pozitif

(14)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

449 reksinimleri olarak nitelendirilen özgürlük, güvenlik ve eşitliğin aynı zamanda

değersellikleri-nin bilincinde olmalı ve onları gerçekleştirme çabaları ile özellik gösteren çağdaş temel insan hakları toplumunun bu çerçevede belirginleşen ethosunu hukukunun ön verileri olarak kavrama-lı ve bunları gerçekleştirmenin ancak hukuk idesinin aydınkavrama-lığı (eşitlik, amaca uygunluk, hukuk güvenliği) ile olanaklı olduğunu bilmelidir. Buna göre hukuk devleti bir kuruluş, bir somut ör-güt, durağan bir yapı ve siyaset dışı nötr bir kurgu olmayıp, tersine bir bilinç içeriği, bir prog-ram; yurttaşların bu anlamda karşılıklı etkileşimleri ile sürekli oturup geliştirdikleri süreçsel ve içeriksel bir temel haklar ve özgürlükler gerçekliğidir. Sivil itaatsizliğin içerisinde anlam taşı-dığı hukuk devletinin iki temel bileşeni vardır. İlki, bireyin medeni ve siyasi özgürlüklerinin korunması, güvenceye alınması; öbürü anayasa göre konmuş hukuk kurallarının devlet gücünü bağlamaları ve devlet içi yaşamı düzenlemeleri; yani özgürlük ve hukuk… (Ökçesiz, 2011: 122, 114-115)”.

2.2.3- Pozitif Hukuk ve Doğal Hukuk Dikotomisinde Sivil İtaatsizlik

Kanunun insan haklarını çiğnemesi veya insan haklarını tehdit etmesi durumunda, bireylerin, kanuna karşı çıkma hakkı meşru kabul edilebilir mi? Hukuk devletlerinde çağdaş değerlere bağ-lılığın, vatandaşa bu değerlere aykırılık durumunda beklenen itaati sunmama görevi yüklediğini söyleyen Coşkun’a göre (2002: 76), “yurttaşın hak ve özgürlüklerini yok sayan, yasanın kendi-sine tanımış olduğu yetkileri aşan, insanlara zulmeden iktidara karşı, itaat etme yükümlüğü sona erer; bu iktidara karşı direnmek hak halini alır”. Diğer bir deyişle, Habermas’a göre (2014: 130), “modern devlet, yurttaşlarından, sadece benimsenebilecek değerde prensipler üzerine kurulmuş olması koşuluyla ve de o ölçüde, yasalara itaat bekleyebilir: Ancak bu prensipler ışığında yasal olan, meşru olarak haklı gösterilebilir ya da gayri meşru olarak reddedilebilir”. Bu açıdan sivil itaatsizliğin meşru olduğu yönündeki iddiaların temeli, modern demokrasilerde bile tekil yasala-rın gayrimeşru olabileceği ihtimaline dayanmaktadır. Bu açıdan “ağır haksızlıklayasala-rın yaşandığı durumlarda Ökçesiz’e göre (1994: 159), “şiddet içeren gelişmeler başlamadan sivil itaatsizlik meşru kabul edilebilir ve sistem açısından emniyet supabı işlevi görebilir”

Ancak bu kabulün hukuk nezdinde karşılığı tartışmalıdır. Hukuka insanların neden itaat ettikle-rine veya edip etmemeleri gerektiğine dair, doğal hukuk ve pozitivist hukuk arasında birbirinden karşı ve zıt farklı görüşler vardır. “Devletin ya da devlet öncesi yapılanmalarda, iktidar sahiple-rinin zorlayıcı gücüne atıfta bulunarak, söz konusu itaati maddi koşullara dayandırmak suretiyle açıklamaya yönelmiş görüşler olduğu gibi, hukukun adalete yönelmiş bir toplumsal yaşam bi-çimine tekabül etmesi gibi gerekçelendirmeleri esas alan ve bu doğrultuda bir takım ahla-ki/psikolojik saiklere dayanan görüşler de öne sürülmüştür (Akman, 2012: 9)”.

Sivil itaatsizlik ediminin; a) hukuk düzeninin yasaklayıcı bir kuralının kalıbına uyması, b) ya da bununla birlikte ayrıca hukuka aykırılığının da gerçekleşmiş olması gerektiği ileri sürülmekte-dir. İlk niteleme tartışmayı pozitif hukuk alanında bırakırken, ikinci niteleme ilkini sivil itaatsiz-lik edimleri için ‘qua definitione’ zorunlu sayarak hukuk etiği alanına kaydırmaktadır. Tartışma görülüyor ki, hukuksal ya da ahlaksal meşruluk düzeyinde, ayrı ayrı sürdürülebilir (Ökçesiz, 2011: 135). Nitekim meşruluk doğal hukukla bağıntılandırılırken, yasallık pozitif hukukla bir-likte düşünülür (Özlem, 1999: 85).

cağını, herkesin takdirine bırakmışsa da, muhataplarının her zaman yasaya saygı göstermelerini sağlayacak biçimde yapılanmış olmalıdır. Bir hukuk düzeni, ancak tüm vatandaşların özekliğini eşit biçimde sağladığı zaman, meşrudur (Habermas, 2012: 123).

(15)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

450 Bu çerçevede biri hukuksal diğeri ahlaksal meşruluk düzeyinde sivil itaatsizliği hukuki açıdan

iki zeminde düşünmek gerekir. Birincisi, Anayasa, hükümet ve politik birlik; yasallık ve bağlı olarak pozitif hukuk alanında iseler, sivil itaatsizlik eylemi yasa dışı fakat anayasaya uygun” bir eylem olamaz. Bu durumda o, anayasanın da bir yasa olarak pozitif hukuk alanında yer alması dolayısıyla, hem yasaya hem anayasaya aykırı olmak zorundadır. Anayasa hukukunun temel ilkelerinden biri, bilindiği üzere hiçbir yasanın anayasaya aykırı olamayacağıdır. O halde sivil itaatsizlik eylemi, olsa olsa bu tür yasalara karşı çıkma anlamında ‘yasadışı fakat anayasaldır.

İkincisi, Anayasa meşruiyet ve bağlı olarak doğal hukukun alanında ise, onu bir hukuk

devleti-nin meşru normlarını içeren bir metin olarak tanımlamak uygun olur. Fakat bazen anayasaların da, hukuk devletinin meşru normlarına ve temel hak ve özgürlüklere aykırı yönler içerebildiği de açık bir olgudur (Özlem, 1999: 85-86).

Pozitif hukukun geçerliliğinin temelinin adalet olduğuna vurgu yapan Gözler’de (1998: 60), pozitif hukukun içeriğinin tabi hukuka, yani adalete uygun ise geçerli; değilse geçersiz olduğu-nu belirtmektedir. O’na göre, “tabi hukuk bundan pratik soolduğu-nuçlar da çıkarır: Pozitif hukuka adil olduğu ölçüde itaat edilir. Tabi hukuka uygun olmayan bir pozitif hukuka kimse itaat etmek zorunda değildir”. “Belirli bir kanuna saldırı olarak isterse daha geniş amaçlar için yapılsın tüm sivil itaatsizlik eylemleri kanun ile adalet arasında ayrım yapılarak temellendirilmeye çalışılır. Sivil itaatsizlik düşüncesinin merkezinde devlet yerine bireyin nihai ahlaki otoriteye sahip oldu-ğu fikri yatar; aksi takdirde tüm kanunların adil olduoldu-ğu iddiasıyla adalet kanuniliğe indirgenmiş olacaktır (Heywood, 2014a: 220). Neticede sivil itaatsizlik eylemlerinin özünde yatan düşünce, pozitif hukukun öngördüğü gerekliliklerin, pozitif hukuku aşan değerlere aykırı görülerek, şid-dete başvurmadan ama yasal çerçeveye de uymadan, kamuoyu desteği kazanarak pozitif hukuku değiştirme çabasına girmektir (Eren, 2006: 106). Bu ise kanımızca, siyasi bir eylemdir.

Doğal hukuk teorisine yöneltilen en yıkıcı eleştiri ise, ‘adil olan’ ile ‘adil olmayanı ayıran ob-jektif bir kriterin bulunmadığı hususundadır. Böyle bir kriter Tanrı’ya başvurmak bir yana bıra-kılırsa, doğanın gözlemi yoluyla elde edilmez. Eğer bu doğruysa şu soru kaçılmazdır: ‘Adil olan’ı, ‘adil olmayan’dan ayırmak kime düşmektedir. Eğer Tanrı’nın mutlak ve aşkın otoritesine başvurmak bir yana bırakılırsa, bu sorunun sadece ve sadece iki muhtemel yanıtı vardır (Gözler, 1998: 60-63): “a) Birinci yanıta göre, ‘adil olanı’ belirlemek görevi iktidarı elinde bulunduran

kimse ve kişilere aittir: Açıktır ki bu yanıta göre, tek adalet tanımı olacak, böylece hukukun

kesinliği sağlanacaktır. Ne var ki bu yanıt bizi tabii hukuktan uzaklaştırır, devletçi pozitivizme götürür b) İkinci yanıta göre ise, adil olanı belirleme görevi tüm yurttaşlara aittir. Bu yanıt şu iki nedenden dolayı kabul edilemez: (1) Bir kere, adil olanı belirleme görevi tüm yurttaşlara düşerse adalet ilkeleri zorunlu olarak sübjektif nitelik taşır. Zira bu ilkeler her insanın kendi bilincinin verilerine göre anlaşılır. (2) Mutlak değerler yoktur. Bu ahlaki değerler görecelidir. Eğer bu böyleyse, sosyal normların içeriği, adilse, hukuk normları olarak kabul edilmeleri ge-rektiği iddiası kabul edilemez. Yer ve zamana göre, insanların iyi veya kötü için, adil ve adil olmayan için kabul ettikleri şeylerin olağanüstü çeşitliliği dikkate alınırsa, ahlaki düzenlerde ortak hiçbir unsurun bulunmadığı gözlemlenebilir. Dolayısıyla, genelde hukuk ile ahlakı, özelde de hukuk ile adaleti birbirinden ayırmak gerekir”. Bu bağlamda sivil itaatsizlik kendi kabulün-den hareketle, neticede, yasadışı bir eylem olduğundan, pozitif hukuka ve hâlihazırdaki yasalara aykırıdır. Böylelikle, sivil itaatsizlik siyaset evrenine de girmiş olmaktadır.

Siyaset bilimi ve hukuk literatüründe konunun, nasıl ele alındığı, irdelendikten sonra, aşağıdaki bölümde ise, sivil itaatsizlik eylemine ilişkin meşruluk sorunları ekseninde eleştirel bir bakış açısı getirilecektir.

(16)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

451 III- SİVİL İTAATSİZLİĞE ELEŞTİREL BİR BAKIŞ

3.1- Sivil İtaatsizliğin Meşruluğu Sorununun Değerlendirilmesi

Türkiye’deki literatürde, sivil itaatsizliğin hem siyasi hem de hukuki meşruluğu sorununu doğ-rudan ele alan çalışmalar, yok denecek kadar azdır. Bu eksiklikten hareketle, bu çalışmada, sivil itaatsizliğin tanımlarından elde edilen ve diğer eylem tarzlarından onu ayrıştırdığı varsayılan, temel unsurlar aşağıda serimlenmiş olup, her birinin, hukuki ve siyasi meşruluk sorunları tek tek ele alınıp değerlendirilmiştir.

a) Hukuk Normunun Uygulanmasının Ağır Bir Haksızlığa Yol Açması Sonucu Bütün Yasal Yolların Tükenmesi İle Yasadışı Bir Eyleme Girişilmesi Hususu: Sivil itaatsizlik, bütün yasal

yollar denendikten sonra, sistemin bütününe yönelmeden, hukuk sisteminin içinde aksayan bir kurala karşı çıkan yasadışı bir protesto şeklidir. Ancak bu noktada Habermas’ın ifade ettiği gibi (1997: 116), “kuralları ihlal eden bireyin titiz bir şekilde seçilen sansasyonel aracın duruma uygunluğunu, eliter bir zihniyet ya da narsist güdülerden yani bir küstahlıktan kaynaklanmadı-ğını iyice tartamama ihtimali vardır”. Bundan mütevellit, Ralf Dreir (akt. Yılmaz, umut.org.) “sivil itaatsizlik eylemlerinin anayasal düzlemde temel hakların koruma alanında yer alıp alma-dıklarının; ancak yargılama aşamasından sonra mümkün olacağını, yargılama sürecinden sonra bu anlamda hukuka uygunluklarının tespitiyle meşruluk kazanacaklarını o zamana kadar prima facie (ilk görüşte) hukuka aykırı olarak” görülmesi gerektiğini ileri sürmektedir.

Çoğunlukçu demokrasinin çoğulcu ve katılımcı demokrasiye evrilmesinde, ‘yasa yanlış yap-maz’ yanılgısının düzeltilmesinde, siyasal ve yargısal denetimlerin yetersizliğinden doğan ak-saklıkların aşılmasında sivil itaatsizliğin yapıcı rol oynayacağı açıktır (Tanör, 1993: 703). An-cak kural temelli adalet düşüncesine kapılmadan, “yasa yanlış yapabilir” kabulü durumunda da devletin ve yargı merciinin, [sivil] itaatsizliklere nasıl yaptırım uygulayacakları sorusu akla gelir. Bu hususta bazı siyaset bilimciler, günümüzde sivil itaatsizliğin belirli bir yanlışın düzel-tilmesini amaçladığından, bazı açılardan anayasal olarak kabul edilebildiğini ifade ederken; birçok siyaset bilimci ise, farklı sinsi tehlike barındırdığını savunmaktadırlar. Sivil itaatsizlik moda haline geldikçe, etkili olmaya çalışan alternatif yasal ve demokratik araçlara saygı duyul-masını zayıflatma tehlikesi taşımaktadır. Sivil itaatsizliğin daha aşırı düzeyde yaygınlaşması ise, nihai olarak yasadışılıktan korkma duygusunu aşındırarak toplumsal düzeni ve siyasal istikrarı tehdit edebilecektir. İnsanlar yasaya itaat etmeyi otomatik olarak sona erdirdiklerinde ve bunu sadece kişisel tercihleri dolayısıyla yaptıklarında, yasanın otoritesinin bizzat kendisi sorgulanır hale gelmektedir (Heywood, 2016: 221 ve Heywood 2014: 226). Buraya kadar ifade edilen se-bepler bile, sivil itaatsizliğe ilişkin abartılı güzellemelere kuşkuyla bakılmasında yeterli bir ze-min teşkil eder. Bununla birlikte, sivil itaatsizliğin mevzuat tarafından kabul edilmemesinin de çeşitli sebepleri vardır (Artuk, 1993: 727): “Birinci sebep düzen düşüncesine dayanır. Sosyal ve siyasi düzenin koruması esas olup, düzen anarşiye daima tercih edilir. Diğer bir sebep, Ana-yasada öngörülen demokratik müesseselerin, hak ve hürriyetlerin direnmeyi lüzumsuz hale ge-tirdikleri düşüncesidir. Bütün bu kanuni teminat varken ve etkili olmak niteliğini kaybetmemiş-ken yasalara aykırı olarak direnmek lüzumsuz ve gayri meşrudur. Diğer bir anlatımla demokra-tik devlet, yeterli adli ve hukuki koruma ve yasal protesto imkânları sunduğu için yasa ihlalleri-ne başvurmak yasaktır. Sivil itaatsizliğin saiki ve maksadı bakımından sübjektif olduğu düşün-cesi, onun mevzuat tarafından reddedilmesinin üçüncü sebebidir. Gerçekten adaletsizliğe hak ve adaleti savunmak maksadıyla karşı çıktığını iddia edenlerin samimi olup olmadıklarını, şahıs,

(17)

Sivil İtaatsizlik Ve Meşruluğu Sorunu

The Journal of Academic Social Science Yıl: 5, Sayı: 44, Nisan 2017, s. 436-462

452 zümre v.s. çıkarları için hareket edip etmediklerini veya sadece kin, intikam gibi hislerine

mağ-lup omağ-lup olmadıklarını kestirmek her zaman kolay değildir”.

Tüm bunlara rağmen; kişinin bütün yasal yollar denendikten sonra sivil itaatsizliğe başvuruyor olduğu iddiası, sivil itaatsizliği meşru gösteren önemli bir argümandır. Zira bir yasanın ihlal edilmesinin, tüm yasalara itaatsizlik olarak yorumlanamayacağı gibi, insanların etkili olmayan bir hukuk düzenine de itaat yükümlülüklerinin olmadığına dair argümanlar literatürde sıklıklar yer bulmaktadır. Mesela, Rawls gibi birçok siyaset bilimci, eşitlik, özgürlük ve şans eşitliği ilkelerinin ihlalini ve bu ihlalin uzun süre devam etmesini ciddi haksızlık olarak kabul etmekte-dir. Ancak, ‘ciddi haksızlıklar’ın ne olduğu, eşitlik-özgürlük ilkelerinin sınırlarının nerede baş-layıp nerede bittiği muallâktır. Başka bir açıdan “anayasal kurumlar ve onların hukuki yorumla-rından umulan şeylerden biri de, politik adalet tasarımının ve bunun ilkelerinin toplumsal sorun-lara uygulanışının kamusal bir yorumunun yaratılmasıdır. Belli bir noktaya kadar, yasanın ve yorumunun varlığı, söz konusu yasa ve yorumun doğruluk ya da yanlışlığından daha önemlidir. Bu nedenle yukarıdaki analizlerin, koşulların sivil itaatsizliği haklı kılıp kılmadığına kimin ka-rar vereceğini açık bıraktığı, bunun da herkesi kendi başına kaka-rar vermeye ve politik ilkelerin kamusal (genel kabul gören) yorumundan ayrılmaya çağırarak anarşiyi körüklediği yolunda bir itirazda bulunulabilir (Rawls, 2014: 76)”. Böylelikle denilebilir ki, kendinin her [ciddi] haksız-lığa uğradığını düşünen kişi, eşit ve özgür olmadığına inanan kişi sivil itaatsizliği bir ‘hak’ ola-rak görebilir. Bunun sonucunda, hukuk düzeni işlemez hale gelebilir; medeni toplum yıkılabilir.

b) Politik Ve Hukuki Sorumluluğun Üstlenilmesi Hususu: Sivil itaatsizlik eylemcisi

“eylemi-nin politik sorumluluğunu üstlenir. Hukuki sorumluluğun üstlenilmesi ise eylemin samimiyetini ifade eder (Coşar, 2014: 10-16)”. Ancak eyleme katılanların eylemin politik ve hukuki sorum-luluğunu üstlenmeleri, sivil itaatsizlik eylemlerini, gösteri, protesto gibi diğer yasaya uygun eylemlerden ayırt eden bir özellik değildir. Bunun yanı sıra sivil itaatsizliği meşru gösteren bu bakış açısında da, “birçok davada kanuna uymama halinde verilecek cezayı gönüllü kabul etme durumunun sivil itaatsizliğe ahlaki ve duygusal bir güç katacağı iddiasıdır. Oysa sivil itaatsizlik düzenin geneline değil, özerk-şahsi haksızlıklara karşı yapıldığından bunun ideolojik ve düşün-sel bir alt yapısı bulunmamaktadır (Dağtaş, 2008: 74)”. Ayrıca birçok insanın gözünde ‘kendini feda etme unsurunun’, ‘iç angajmanın yoğunluğunun’ ihlalcinin ‘ciddiyetinin ve yasaya bağlılı-ğının’ delili olarak görülmesi büyük bir talihsizliktir; çünkü saplantılı fanatizm çoğunlukla çıl-gınlığın alametidir ve her halükarda rasyonel ve nesnel bir tartışmayı imkânsız kılar (Arendt, 2014: 92)”.

c) Alenilik, Kamusallık, Hesaplanabilirlik Hususu: Sivil itaatsizlik yakalanmadan paçayı

sıyırmak değil, aleni ve kamusal bir takım sonuçları olacak olan, sonuçları hesaplanabilir bir eylem olarak değerlendirilmektedir. Ancak kamusallık kavramıyla ilgili bazı sınırlamalar, istisnai durumlar vardır. “Bunların en önemlisi, eylemin başından beri aleni olmasının sivil itaatsizliği tümüyle başarısız kılacağı yolundaki endişedir (Coşar, 2014: 10-16)”. Ne var ki ale-niliğin yasaya uygun diğer eylemlerde de karşılaşılan bir özellik olduğunu söyleyen Özlem (1999: 86), aleniliğin de sivil itaatsizlik eylemlerinin ayırt edici özelliği olamayacağını söyle-mektedir. Özlem, bir ihtimal, alenilik vurgusunun psikolojik olduğunu, bu vurguyla eylemin, toplumda özellikle etkili ve yetkili mercilerden hoşgörü beklentisi içinde bulunulduğunu ifade etmektedir.

Öte yandan, alenilik ve kamusallık birtakım başka gizil tehlikeler de barındırmaktadır. Bunlar-dan birincisi, “sivil itaatsizlik günümüzde birçok kişi tarafınBunlar-dan baskı gruplarının meşru silahı

Referanslar

Benzer Belgeler

Uredinia: amphigenous, sometimes in the concentric rings, cinnamon-brown, scattered, rounded, 200-1000 µm diam., pulverulent. Telia: hypophyllous, dark-brown, scattered or in.

Bu çalışmada, eğitim, sosyal yardım, burs, sosyal sorumluluk projeleri ve kuruluş gayeleri doğrultusunda iktisadi işletmeleri olan sivil toplum kuruluşlarının

a) Muhalefeti yapan grubun, ortaya çıkışı ve hatta varlığı anayasaya aykırı olabilir. Anayasanın ilkelerine ters düşmesi de bu muhalefet odağının

Bu çalıĢmada DA motorunun zaman sabitesi dikkate alınarak her 1 ms’de bir performans eğrisi üzerinden ölçüm yapılarak motorun gerçek hızı ile referans

Araştırmada bakım verenin eğitim düzeyinin bakım yü- künü etkilediği, eğitim düzeyi okuma-yazma düzeyinde olanların bakım yükü puan ortalamalarının diğer gruplara

Türkiye’de faaliyet gösteren bu tarz gönüllü kuruluşlar ile diğer sivil toplum kuruluşlarını hukuki düzenlemelerine göre; dernekler, vakıflar, meslek örgütleri

Sonuç itibariyle sivil itaatsizlik; yasal süreçlerle ve yöntemlerle sonuç alınamayan tartışmalı sorunlar karşısında, yasaya aykırı ancak kamuoyunca

Bir başka Farsça eser olan Enis‟ül Kalb‟te Fuzuli‟nin tenkidlerine bakıldığında ve bu eseri kaleme aldıktan sonra İstanbul‟a gönderdiği dikkate alındığında,