• Sonuç bulunamadı

ŞEYHÜLİSLÂM'IN MECLİS-İ VÜKELÂ'DAKİ YERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ŞEYHÜLİSLÂM'IN MECLİS-İ VÜKELÂ'DAKİ YERİ"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ùEYHÜLøSLÂM’IN MECLøS-ø VÜKELÂ’DAKø YERø

Dr.Murat AKGÜNDÜZ

THE PLACE OF THE SEYHULISLÂM IN THE MECLIS-I VUKELÂ

Representing the highest religious and legal post in the Ottoman State, the ùeyhülislâm was not participate in the Dîvân-ı Hümâyûn meetings. Because the Kadiaskers of Rumeli and Anadolu who are members of the Dîvân were try to solve a religious and legal problems wich the ùeyhülislâm was responsible in the meetings. However the ùeyhülislâm was included the Meclis-i Vükelâ wich was founded officially in 1838 in the reign of Mahmud II that is made a new organizations in the state administration. So the ùeyhülislâm who is responsible for religious affairs has gained a private place in the Meclis-i Vükelâ where government affairs were discussed by presidency of the Sadrazam. In this manner the ùeyhülislâm who participated in the Meclis-i Vükelâ meetings until the end of the Ottoman sultanate has declared his opinions on the all state problems.

Anahtar Kelimeler:

ùeyhülislâm Meclis-i Vükelâ Osmanlı

(2)

Osmanlı Devleti’nde hükümet iúlerinin görüúüldü÷ü merkez olarak, II. Mahmud devrinin (1808-1839) sonlarından itibaren bir bakanlar kurulu iúlevini görmeye baúlayan Meclis-i Vükelâ öne çıkmıútır. Devletin dînî ve ilmî bakımdan en yüksek otoritesi olan ùeyhülislâm da bir vekîl (bakan) gibi telakkî edildi÷i için bu kurula katılmıútır. Halbuki daha evvel devlet iúlerinin görüúüldü÷ü Dîvân-ı Hümâyûn’da Rumeli ve Anadolu Kadıaskerleri bulundu÷u halde ùeyhülislâm toplantılara katılamıyordu. Dîvân-ı Hümâyûnun önemini kaybetmesinden sonra özellikle XVIII. asırda muhtelif devlet meselelerini görüúmek üzere ùeyhülislâm kona÷ında meúveret meclisleri yapılırdı. Nihayet 1246/1830 yılında bizzat Pâdiúâh II. Mahmud’un emriyle ùeyhülislâmların da hey’et-i vükelâya iútirakleri usûl hâline gelmiúti.1 Böylece Avrupa devletlerinde oldu÷u gibi bir kabine oluúturmaya çalıúan pâdiúâh, ùeyhülislâmlı÷ı da bunun içine dâhil etmiúti. Daha sonra Sultan Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) devirlerinde ùeyhülislâm’ın Meclis-i Vükelâ içindeki etkinli÷i giderek artmaya baúladı. Hükümet bünyesinde fetvâ verme hakkını muhâfaza eden ùeyhülislâm siyâsî, adlî, idârî ve e÷itimle ilgili meselelerde geniú salâhiyetleri olan bir nâzır sıfatını kazanmıútı.2 Öyle ki ùeyhülislâm sıradan bir bakan olarak de÷il, sadrazamla beraber Meclis-i Vükelâ’nın baúı gibi kabul edilmiúti.3 Bunun için Meclis-i Vükelâ toplantılarındaùeyhülislâm’ın nasıl bir etkinli÷i oldu÷unu burada incelemeye çalıútık. Fakat öncelikle bu meclisin teúekkülü ve târihî geliúimi üzerinde bilgi vermek gerekir.

I. Meclis-i Vükelâ’nın Kuruluúu ve Geliúimi

Meclis-i Vükelâ resmen 4 Muharrem 1254/30 Mart 1838’de Pâdiúâh II. Mahmud’un sadâret unvânını kaldırarak baúvekâleti tesis etmesiyle _______________________

1

øsmail Hakkı Uzunçarúılı, Osmanlı Devleti’nin ølmiye Teúkilâtı, Ankara 1988, s. 189. 2

Enver Ziya Karal, Osmanlı Târihi, Ankara 1988, VII, 139. 3

(3)

kurulmuú oldu. Böylece “baúvekil” baúkanlı÷ında nezâretlerden oluúan bir kabine ortaya çıkmıútı. Ancak “baúvekil” unvânı II. Mahmud’un ölümünden sonra tekrar sadrazamlı÷a çevrilerek Meclis-i Vükelâ’nın haftada iki gün Bâb-ı Âlî’de toplanıp devlet iúlerini görüúmesi kararlaútırıldı. Avrupa’daki kabine sistemi esas alınarak kurulan bu meclisin Dîvân-ı Hümâyûn’da oldu÷u gibi yargılama yetkisi olmayıp nezâretler arasındaki koordinasyonu sa÷lamakla görevliydi. Üyelerinin pâdiúâh tarafından tayini yönüyle de

Avrupa’daki kabine sisteminden ayrılıyordu.4 Çünkü Avrupa

hükümetlerinde kabine üyelerini baúbakan seçerdi.

Sultan Abdülmecid devrinde Meclis-i Vükelâ’yı oluúturan nâzırlar ile yüksek derecedeki memurların Kur’ân-ı Kerîm’e el basmak sûretiyle yemin ederek göreve baúlaması kânun hâline geldi. Buna göre, Sadrazam ve ùeyhülislâm Bâb-ı Âlî’deki Arz Odası’nda, di÷er nâzırlar ve büyük memurlar ise Meclis-i Vükelâ önünde pâdiúâha ve Devlet-i Aliyye’ye sadâkatten ayrılmayacaklarına dâir yemin edeceklerdi.5

Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan 1293/1876 târihli Kânûn-ı Esâsî’nin 28. Maddesinde; sadrazamın riyâseti altında toplanan Meclis-i Vükelâ’nın dâhilî ve hâricî devlet iúlerinin mercii oldu÷u söyleniyordu.6 Bu meclise dâhil olan ùeyhülislâm, Enver Ziya Karal’ın deyiúiyle; “Meúrûtiyet devrinde de úeriatın bekçili÷ini yapmaya devam etmiútir”. Halbuki vükelânın devlet iúlerinden sorumlu tutulması prensibi kabul edildi÷inde böyle bir yükümlülü÷ü olmayan ùeyhülislâm’ın kabine dıúında kalması gerekirdi. Nitekim bu anlayıúı benimseyen Ahmed Vefik Paúa (1823-1891), II. Abdülhamid tarafından 4 ùubat 1878’de “baúvekil” unvânıyla tayin edildi÷i zaman ùeyhülislâm Üryânî-zâde Esad Efendi (1814- 1889)’ye bir memur göndererek Meclis-i Vükelâ toplantılarına gelmemesini istemiúti. Ancak sonraki sadrazamlar, ùeyhülislâm’ın husûsî mevkiinden çekindikleri _______________________

4 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Te

úkilâtında Reform, østanbul 1993, s. 179-181.

5

Karal, Osmanlı Târihi, VI, 118. Resmî yemin metni için bk. Takvîm-i Vekâyî, nr. 419, 27 Rebîü’l-evvel 1266/11 ùubat 1850.

6

(4)

için kabine görüúmelerine devam etmelerini sa÷lamıúlardır.7 Çünkü devletin bütün iúlerinin úer‘i-úerîfe uygun düúmesini sa÷lamakla vazifeli olan ùeyhülislâm’ın hükümet iúlerinin görüúüldü÷ü bir meclise katılması gerekirdi. Di÷er nezâretler halîfe sıfatını hâiz olan pâdiúâhın siyâsî cihetinden do÷du÷u halde, ùeyhülislâmlık dînî vazîfesine dayanmaktaydı.8 Bunun için Meclis-i Vükelâ içinde ùeyhülislâm özel bir konuma sahipti.

II. Meúrûtiyet devrinde yine Meclis-i Vükelâ’daki yerini koruyan ùeyhülislâm, 1909’da Kânûn-ı Esâsî’de yapılan de÷iúiklikle beraber kabinenin istifası hâlinde görevinden ıskât edilecekti. Çünkü ùeyhülislâm da dâhil olmak üzere bütün nâzırları sadrazam seçecek, meclisten güvenoyu alınamazsa di÷er kabine üyeleriyle birlikte düúürülmüú sayılacaktı.9 Bunun yanında bazen husûsî sebeplerle ùeyhülislâm’ın istifa etti÷i de olurdu. II. Abdülhamid devrinde uzun süre Meúîhat Makâmı’nda kalan Cemâleddin Efendi (1848-1919), dersiâm efendilerin saraya kendisini úikâyet eden arzuhaller göndermesi ve Meclis-i Mebûsân’daki bazı milletvekillerinin kendisini istememesi sebebiyle Sadrazam Kâmil Paúa (1832-1913) ile birlikte istifa etmiú, yerine teklif etti÷i üç isimden Mehmed Ziyâeddin Efendi (1846-1917) 14 ùubat 1909’da ùeyhülislâm tayin edilmiúti.10

Aynı dönemde ùeyhülislâm’ın kabinedeki yeri tartıúılarak, úer‘î mahkemelerin Adliye Nezâreti’ne ba÷lanması durumunda hükümette yer almasının gereksiz olaca÷ına kanaat getirilmiúti. Bu görüúü reddeden meúhûr müfessir Elmalılı Hamdi Efendi (1878-1942), Papa gibi rûhânî bir reis sıfatını taúımayan ùeyhülislâm’ın hükümet üyeli÷inin Meúrûtiyet idaresine aykırı olmadı÷ını zikretmiútir.11

_______________________

7

Karal, a.g.e., VIII, 304.

8

Bu görüú için bk. Osman Nûri Ergin, Mecelle-i Umûr-ı Belediyye, østanbul 1338, I, 279. 9 Yılmaz Öztuna, Osmanlı Devleti Tarihi,

østanbul 1986, I, 613. 10

ùeyhülislâm Cemâleddin Efendi, Siyâsî Hâtıralarım, núr. Ziyaeddin Engin, østanbul 1978, s. 48; Ali Fuat Türkgeldi, Görüpøúittiklerim, Ankara 1987, s. 21.

11

Küçük Hamdi, “øslâmiyet ve Hilâfet ve Meúîhat-i øslâmiye”, Beyânü’l-Hak, I/22 (1327), s. 514.

(5)

Sadrazam øbrahim Hakkı Paúa (1863-1918) kabinesinde görev yapan ùeyhülislâm Hüseyin Hüsnü Efendi (1849-1911), hükümet muhalifi olan mebuslarla birlikte hareket etti÷i için saraya ça÷rılarak istifaya zorlanmıútı. Yerine øttihad ve Terakkî Fırkası’na yakınlı÷ıyla tanınan Musa Kâzım Efendi (1858-1920) 12 Temmuz 1910’da ùeyhülislâm tayin edilmiúti.12 Talat Paúa (1875-1921)’nın 4 ùubat 1917’de kurdu÷u kabinede dördüncü kez ùeyhülislâm olan Musa Kâzım Efendi, sadrazamın Almanya’nın Brets Litovsk úehrindeki barıú görüúmelerine katılmak için yurtdıúına gitmesi üzerine antlaúmanın imzalandı÷ı 3 Mart 1918’e kadar Meclis-i Vükelâ’ya baúkanlık etmiúti.13 Aynı úekilde Mustafa Sabri Efendi (1869-1954) de Sadrazam Damad Ferid Paúa (1853-1923)’nın Haziran 1919 tarihinde yapılan Paris Konferansı’nda bulundu÷u esnada “sadrazam vekîli” olarak hükümeti idare etmiúti.14 Meúhur edebiyatçı Refik Halid Karay (1888-1965) Posta ve Telgraf Genel Müdürü iken, Mustafa Sabri Efendi’nin baúkanlı÷ında yapılan bir Meclis-i Vükelâ toplantısına katılarak haberleúme iúleriyle ilgili meseleleri arz etmiúti.15 Bu da gösteriyor ki, devletin en sıkıntılı zamanında sadrazamın vekilli÷ini ancak ùeyhülislâm’ın yapabilece÷ine kanaat getirilmiúti. Böylece ùeyhülislâm, Meclis-i Vükelâ içindeki özel konumunu saltanatın kaldırılmasına kadar devam ettirdi.

II. Meclis-i Vükelâ Toplantılarında ùeyhülislâm

Baúlangıçta Meclis-i Vükelâ, haftada iki kez Bâb-ı Âlî’de veya vükelâdan birinin kona÷ında toplanırdı. Genellikle sadrazamın ve bazen de pâdiúâhın baúkanlı÷ında yapılan toplantılarda devletin bütün önemli meseleleri görüúülür, kararlar oy birli÷iyle alındıktan sonra altında bütün a‘zâların imzâsının bulundu÷u bir Meclis-i Vükelâ mazbatası hazırlanarak _______________________

12

Lütfi Simavi, Osmanlı Sarayının Son Günleri, núr. ùemsettin Kutlu, østanbul ts., s. 150; Abdülkadir Altunsu, Osmanlıùeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 232.

13

Altunsu, a.g.e., s. 235. 14

Türkgeldi, a.g.e., s. 224; Altunsu, a.g.e., s. 255. 15

Bk. Refik Halid Karay, Minelbâbølelmihrâb (Mütâreke Devri Anıları), østanbul 1992, s. 213.

(6)

pâdiúâha arz edilirdi.16 Pâdiúâh irâdesi çıktıktan sonra da kararlar uyulması gereken bir kanun de÷erini taúımaktaydı.17

Meclis-i Vükelâ toplantılarında bazı ùeyhülislâmlar etkin bir rol oynarken, bazıları da köúesinde sessizce dinlemeyi tercih ederdi. Sultan Abdülmecid devrinde ùeyhülislâmlık yapan Ârif Hikmet Beyefendi (1786-1859), Meclis-i Vükelâ’daki yerini çok iyi kullanarak orta derecede e÷itim veren rüúdiye mekteplerinin açılmasını desteklemiú ve bu sûretle maârifin terakkisine yardımcı olmuútu.18 Ayrıca devlet hazinesinin durumunu düzeltmek için genel bir yardım faâliyetini yürütmek üzere 14 Zilka‘de 1267/10 Eylül 1851’de Meclis-i Vükelâ içinden seçilen nâzırlar ile bazı devlet ricâlinin oluúturdu÷u “Meclis-i Müfrez” adlı kurula ùeyhülislâm Ârif Hikmet Bey de katılmıútı.19 Aynı zamanda son dönem dîvân edebiyatının önemli bir úâiri olan bu zât, Rusya ile savaú konusunda Sadrazam Mustafa Reúid Paúa (1800-1858)’yı desteklemedi÷i ve østanbul’da isyan eden medrese talebelerine karúı gevúek davrandı÷ından dolayı 20 Cemâziye’l-evvel 1270/24 Mart 1854’de azledilmiúti.20

Kıymetli bir fakîh olan Sultan Abdülaziz devri ùeyhülislâmlarından Turúucu-zâde Ahmed Muhtar Efendi (1823-1875), Meclis-i Vükelâ’ya girdi÷inden beri görüúmelerde beyan etti÷i isabetli fikirleri ve keskin zekâsıyla baúta sadrazam olmak üzere bütün nâzırların takdirini kazanmıútı.21 Yine toplantı için Bâb-ı Âlî’ye erkenden geldi÷i bir gün, Pertevniyal Vâlide Sultan (1812-1883)’ın Kahvecibaúısı ile Aksaray’da yaptırdı÷ı camiye âit bir vakıf meselesinden dolayı tartıútı÷ı için 25 Rebîü’l-âhir 1291/13 Mayıs 1874’de azledilmiúti. Hatta Sultan II. Abdülhamid’in kendi saltanatında _______________________

16 Karal, Osmanlı Tarihi, VII, 144; Akyıldız, Reform, s. 181-182. 17

ølber Ortaylı, “Tanzimat Devri ve Sonrası ødârî Teúkilât”, Osmanlı Devleti Tarihi, østanbul 1999, I, 296.

18

Fevziye Abdullah Tansel, “Ârif Hikmet Bey”, øslâm Ansiklopedisi, I, 565.

19

Akyıldız, Reform, s. 120. 20

Fatma Âliye Hanım, Ahmed Cevdet Paúa ve Zamanı, núr. Metin Hasırcı, østanbul 1994, s. 123-124.

21

(7)

Ahmed Muhtar Efendi gibi dirâyetli bir zâtınùeyhülislâm olmasını istedi÷i rivayet edilmektedir.22

Yine Abdülaziz devrinde Meúîhat Makamı’na geçen Mehmed Sadeddin Efendi (1798-1866) ise, baúta millî bir banka kurulması meselesi olmak üzere Meclis-i Vükelâ’da muhâlif görüúler beyan etmiú ve Sadrazam Keçeci-zâde Fuad Paúa (1815-1869) ile uyuúamadı÷ı için 9 A÷ustos 1866’da görevinden azledilmiúti.23 Yerine getirilen Ömer Hüsâmeddin Efendi (1799-1871), halim-selim ve mütevâzî bir zât olması hasebiyle hey’et-i vükelâda müúkilât çıkarmayarak iúleri kolaylaútırdı÷ı için devlet ricâlinin takdirini kazanmıútı.24 Sultan Abdülaziz’in Baúimamlı÷ından ùeyhülislâmlı÷a geçen Hasan Hayrullah Efendi (1834-1898) ise, Meclis-i Vükelâ görüúmelerinde daha önce kurulmuú olan Bank-ı Osmânî’nin sahip oldu÷u imtiyâzların geniúletilmesine karúı çıkmıú ve Sadrazam Hüseyin Avni Paúa (1280-1876)’nın tepkisini çekmiúti.25 øki ùeyhülislâm’ın itirazına ra÷men, Islahat Fermânı’nın neúredildi÷i yıl olan 1856’da Avrupa’nın tesiriyle Londra’da kurulan Osmanlı Bankası, 1863’de Fransız sermayesinin de iútirakiyle hem bir devlet bankası hem de ticârî banka iúlevini görmeye baúlamıútı.26

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra devlet idaresine dair meseleleri görüúmek üzere Meúîhat Dâiresi’nde Sadrazam Midhat Paúa (1822-1884)’nın baúkanlı÷ında bir Meclis-i Vükelâ toplantısı yapılmıútı. Burada Kânûn-i Esâsî’nin ilanı ve Millet Meclisi’nin açılması gibi önemli mevzûlar konuúulmuú, ancak görüú birli÷ine varılamadan toplantı sona

_______________________

22

Ali Rıza-Mehmed Galib, Geçen Asırda Devlet Adamlarımız, núr. Fahri Derin, østanbul 1977, I, 144-147.

23

øhsan Sungu, “Yeni Osmanlılar”, Tanzimat, østanbul 1999, II, 809. Sadeddin Efendi’nin do÷ru sözü söylemekten çekinmeyen, görüúlerinde isâbetli, din ve devletin iyili÷ini isteyen bir zât oldu÷u zikredilir. (Bk. Ahmed Rıf‘at, Devhatü’l- Meúâyih ma‘a Zeyl, s. 134)

24

Karal, Osmanlı Tarihi, VII, 140. 25

Memduh Paúa, Mir’ât-ı ùuûnât, øzmir 1328, s. 93. 26

(8)

ermiúti.27 Devletin siyâsî rejimini de÷iútirebilecek derecede önemli bir toplantının Bâb-ı Âlî’de de÷il de ùeyhülislâmlıkta yapılması, dînî otoritenin görüúüne ne kadar ehemmiyet verildi÷ini açıkça göstermektedir.

Sadrazam ile ùeyhülislâm’ın toplantı esnasında açıkça münakaúa etti÷i de olurdu. Nitekim II. Abdülhamid tarafından østanbul’a davet edilerek 9 Zilhicce 1295/4 Aralık 1878’de sadâret mührü verilen Tunuslu Hayreddin Paúa (1821-1890), Meclis-i Vükelâ toplantısı sırasında pâdiúâhın yetkilerini sınırlayan “mes’ûliyet-i vükelâ kânunu” lâyihası sebebiyle ùeyhülislâm Üryânî-zâde Esad Efendi ile tartıúmıútı. Mezkûr lâyihada vükelânın pâdiúâh karúısındaki konumu güçlendirildi÷inden ùeyhülislâm Esad Efendi Hayreddin Paúa’ya hitâben “Sen hukûk-ı úâhâneye tecâvüz ediyorsun” diyerek tenkit etmiúti. Buna cevaben sadrazam, “Efendi bu Ali Efendi fetvâsı de÷ildir, senin aklın ermez. Ali Efendi olsa da sana sormaya tenezzül etmem” diyerek toplantıyı terk edince Esad Efendi çok müteessir olarak baygınlık geçirmiúti. Bütün devlet ricâlinin önünde gerçekleúen bu nâhoú tartıúmadan sonra yalısına çekilen Hayreddin Paúa, pâdiúâhın ùeyhülislâm’ı desteklemesi sebebiyle 9 ùa‘ban 1296/29 Temmuz 1879’da saraya gelerek sadâret mührünü iâde etmiúti.28 Böylece pâdiúâh yanındaki itibarını arttırarak 18 yıl boyunca Meúîhat Makâmı’nda kalan Esad Efendi, Hayreddin Paúa karúısındaki hareketinin, saltanat ve hilâfet makâmının yüksek hukûkuna tecâvüz edildi÷i için meúrû bir müdâfaa oldu÷unu söylerdi.29

Üryânî-zâde Esad Efendi zamanında, 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaúması ile idârî yönden Osmanlı Devleti’nden ayrılan Bulgaristan topraklarının bir kısmında oluúturulan Do÷u Rumeli vilâyetindeki Müslümanların iúlerini görmek üzere Meúîhat Makâmı’na ba÷lı bir Cemaat-i øslâmiye Nezâreti’nin kurulması Meclis-i Vükelâ’da kabul edilmiúti.30

_______________________

27

Mahmud Celaleddin Paúa, Mir’ât-ı Hakîkat, núr. øsmet Miro÷lu, østanbul 1979, I, 187-188.

28

øbnü’l-Emin, Son Sadrazamlar, VI. Cüz, s. 910. Geniú bilgi için bk. Atilla Çetin,

Tunuslu Hayreddin Paúa, Ankara 1988.

29

Ali Rıza-Mehmed Galib, a.g.e., II, 62. 30

(9)

Ayrıca bütün medrese talebeleriyle ilgilenmek için Meúîhat Dâiresi’nde “Medâris-i Umûmiye Nezâreti” ve “Meclis-i Medâris” adlı birimlerin kurulması ùeyhülislâm Üryânî-zâde Esad Efendi’ye havâle edilmiúse de sonuç alınamamıútı.31 Daha sonra ortaya çıkan “Meclis-i Mesâlih-i Talebe” bu amacın gerçekleúmesini sa÷lamıútı. Yine Esad Efendi’nin gayretleri neticesinde o dönemde yaygın olan jurnalcilik Meúîhat Dâiresi’nden uzak tutulmuú ve pâdiúâhın ulemâya güven duyması sa÷lanmıútı.32

II. Abdülhamid devrinin sonlarına kadar Meúîhat Makâmı’nda kalan Cemâleddin Efendi de Meclis-i Vükelâ içinde muteber bir mevkiye sahipti. 6 Safer 1320/15 Mayıs 1902’de devlet bütçesi hakkında yapılan toplantıda, elde edilen gelire göre bir denk bütçe yapılmasını tavsiye etmiúti.33 Yine Cemaleddin Efendi, özel bir úirket tarafından iúletilen Galata ve østanbul limanlarının devlet tarafından satın alınması konusundaki pâdiúâh emrine gelirlerin iyi kullanılamayaca÷ı gerekçesiyle Adliye Nâzırı Abdurrahman Paúa (1836-1912) ile birlikte karúı çıkmıútı. II. Abdülhamid, bu iki zâtı yanına ça÷ırarak ikna etmiú, ancak limanların satıúı için úirketin önerdi÷i fiyat yüksek olunca sonuca ulaúılamamıútı.34 Ayrıca Ere÷li kömür madenlerinin iúletim hakkının borç karúılı÷ında bir gayr-i müslime verilmesine karúı çıkarak millî meselelerde ne kadar duyarlı oldu÷unu göstermiúti. Kendisini destekleyen II. Abdülhamid, ùeyhülislâm’ın rızâsı olmadan kararları onaylamayaca÷ını sadrazama bildirmiúti.35 Demek ki ùeyhülislâm, kendi sorumluluk sahası dıúında kalan iktisâdî bir mesele hakkında da görüú beyan edebilirdi. Aksi halde pâdiúâh bu hususta ùeyhülislâm’ı ikna etmeye gerek duymazdı. Bu úekilde pâdiúâhın güvenini kazanan Cemâleddin Efendi, saraya kendi yalısında gizli toplantılar yapıldı÷ını ihbar eden bir jurnal verilmesine ra÷men makâmını koruyabilmiúti.36

_______________________

31

Said Paúa, a.g.e., I, 217. 32

ù. Tufan Buzpınar, “Esad Efendi, Üryânî-zâde”, DøA, XI, 346. 33

Said Paúa, a.g.e., II, 190. 34 Karal, Osmanlı Târihi, VIII, 463. 35

Mehmet øpúirli, “Cemaleddin Efendi”, DøA, VII, 309-310. 36

(10)

II. Meúrûtiyet’in ilânı esnasında Meúîhat Dâiresi’nde toplanan kalabalık önünde Kânûn-ı Esâsî hükümlerine pâdiúâhın uyaca÷ına dâir sa÷ elinde Kur’ân-ı Kerîm’i tutarak yemin eden Cemâleddin Efendi, bu hususun gazeteler vasıtasıyla bildirilmesini saraya yazdı÷ı bir mektup ile arz etmiúti. Pâdiúâh da ùeyhülislâm’ın belirtti÷i gibi gazetelerin kullanılması veya hatt-ı hümâyûn úeklinde çıkmasının Meclis-i Vükelâ içinden seçilecek bir heyet tarafından kararlaútırılmasını emretti. Adliye Nâzırı Abdurrahman Paúa, Hâriciye Nâzırı Tevfik Paúa (1845-1936), Dâhiliye Nâzırı Memduh Paúa (1839-1925) ve Kâmil Paúa’dan oluúan heyet yaptı÷ı görüúme sonucunda hatt-ı hümâyûn olarak ısdârını tercih etti. Bunun üzerine II. Abdülhamid, 4 Receb 1324/2 A÷ustos 1908 târihli hatt-ı hümâyûnu ile Kânûn-ı Esâsî’nin tekrar yürürlükte oldu÷unu bildirdi.37

Görülüyor ki, Meclis-i Vükelâ’da Cemâleddin Efendi her konuda görüú bildiren bir tavır izleyerek böyle önemli bir yerde göstermelik olarak bulunmadı÷ını isbat etmiúti. Meúîhat Makâmı’ndan ayrıldıktan sonra Mısır’a gitti÷inde halkın kendisine aúırı bir ilgi göstermesi üzerine iúgalci øngilizler telaúlanmıútı.38

V. Mehmed Reúâd (1909-1918)’ın cülûsu sırasında ùeyhülislâm bulunan Pîrî-zâde Sâhib Molla Beyefendi (1838-1910), vükelâ heyeti toplantısında Çıra÷an Sarayı’nın Meclis-i Mebûsân’a tahsîsine karúı çıktıysa da sözünü dinletememiú ve kısa bir süre sonra 19 Ocak 1910’da güzelim saray elektrik tesisatını yaparken çıkan bir yangın sonucunda harap olmuútu.39

Bu mesele dıúında Sâhib Molla Beyefendi, 31 Mart hâdisesinin sorumlusu olarak II. Abdülhamid’in Dîvân-ı Harb-i Örfî’de yargılanmasını _______________________

37

øbnü’l-Emîn, Son Sadrazamlar, VII. Cüz, s. 1069; Cemâleddin Efendi, Siyâsî

Hatıralarım, s. 38-39.

38

Öztuna, a.g.e., I, 626. 39

Türkgeldi, Görüpøúittiklerim, s. 41. Yangın günü sarayın bulundu÷u caddede öfkeli bir

úekilde dolaúan Sâhib Molla, “Soysuzlar, âdî herifler, sizin nenize gerek saray, sarayda oturmak, sarayda oturmak kim, siz kim!..” diyerek mebuslara karúı kızgınlı÷ını ortaya koymuútu. (Bk. Münevver Ayaúlı, Dersaâdet, østanbul 1993, s. 93)

(11)

isteyen mazbataya karúı çıkmıú ve di÷er nâzırların da ittifakıyla bundan vazgeçilmiúti. Meclis-i Vükelâ’nın bu husustaki önemli kararı bir zarf içine konarak Sadâret Müsteúârı Âdil Bey tarafından muhâfaza edilmiúse de Bâb-ı Âlî’de çıkan bir yangın sonucunda yok olmuútur.40 Böylece II. Abdülhamid hakkındaki suçlamalarda son sözü söyleyen önemli bir belge kaybolup gitmiútir.

Sâhib Molla gibi øttihad ve Terakkî’nin adamı olarak Meúîhat Makâmı’na geçen Musa Kâzım Efendi ise I. Dünya Savaúı’na bir oldu-bittiyle giren devletin gittikçe kötüleúti÷ini gördü÷ü halde Meclis-i Vükelâ’da Harbiye Nâzırı Enver Paúa (1881-1922)’ya sözünü geçiremedi÷ini söylerdi.41 Bu da Osmanlı Devleti’nin kaderinin, henüz 33 yaúındaki genç ve muhteris bir paúanın ellerine bırakıldı÷ını göstermekteydi. ùeyhülislâm gibi muteber bir zât dahi devleti kötü bir sona sürükleyen Enver Paúa’yı ikaz edememiúti.

Aynıúekilde devleti felâkete sürükleyen 10 A÷ustos 1920 târihli Sevr Antlaúması’nı imzalayan kabinede ùeyhülislâm olarak bulunan Mustafa Sabri Efendi de bizzat hanımı tarafından azarlanarak, böyle a÷ır bir karara imza atmaktansa istifa etmesi gerekti÷i söylenmiúti.42øttihad ve Terakkî’nin Mûsa Kâzım Efendi’yi destekledi÷i gibi Îtilâf ve Hürriyet Fırkası’nın da kendi üyeleri olan Mustafa Sabri Efendi’yi ùeyhülislâmlı÷a getirtmesi, Meúîhat Makâmı’na zarar vermiúti.43 Bu úekilde ùeyhülislâmlık gibi yüksek bir makâmı parti siyasetine âlet etmenin ne kadar yanlıú oldu÷u acı tecrübeler ile ö÷renilmiúti.

Sonuç

Osmanlı Devleti’nin son bir asrında kabine görevini yapan Meclis-i Vükelâ içinde ùeyhülislâm’ın ne kadar önemli bir yere sahip oldu÷u _______________________

40

Türkgeldi, a.g.e., s. 42-43; Altunsu, Osmanlıùeyhülislâmları, s. 228.

41 Türkgeldi, a.g.e., s. 148. 42 Altunsu, a.g.e., s. 257. 43 Öztuna, a.g.e., I, 673.

(12)

verdi÷imiz örneklerden anlaúılmaktadır. Böylece Tanzimat devrinde ùeyhülislâmlı÷ın itibar kaybına u÷radı÷ını iddia eden görüúlerin hakikate uymadı÷ı görülmektedir. Bu dönemde her ne kadar resmî bir Batılılaúma siyaseti hüküm sürse de en yüksek dînî ve ilmî merci olan ùeyhülislâm ile istiúâre etme gelene÷i Meclis-i Vükelâ vasıtasıyla sürdürülmüútür.

Bazı istisnalar dıúında ùeyhülislâmlar, hükümet üyeli÷ini göstermelik bir sıfat olarak kullanmayıp bütün devlet meselelerinde görüúlerini beyan etmiúlerdir. II. Meúrûtiyet’e kadar sadrazam ile beraber di÷er kabine üyelerinden üstün bir mevkide telakki edilmeleri de onlara gösterilen de÷eri ifade etmektedir. Saltanatın kaldırılmasından sonra ùeyhülislâm’ın yerini alan ùer‘iye ve Evkâf Vekîli iki seneye yakın kabine üyeli÷ini devam ettirmiú, Diyanet teúkilâtının kurulmasıyla da din iúlerinden sorumlu olan makâm Baúbakanlı÷a ba÷lı bir genel müdürlük derecesine düúürülmüútür.

ÖZET

Osmanlı Devleti’nde en yüksek dînî ve hukûkî makâmı temsil eden ùeyhülislâm, Dîvân-ı Hümâyûn toplantılarına katılmıyordu. Çünkü ùeyhülislâm’ın sorumlu bulundu÷u dînî ve hukûkî sahaya âit meseleleri Dîvân üyesi olan Rumeli ve Anadolu Kadıaskerleri toplantılarda çözmeye çalıúırdı. Ancak devlet idaresinde yeni düzenlemelerin yapıldı÷ı II. Mahmud devrinin sonlarında 1838’de resmen kurulan Meclis-i Vükelâ’ya ùeyhülislâm da dâhil edildi. Böylece hükümet iúlerinin sadrazam baúkanlı÷ında görüúüldü÷ü Meclis-i Vükelâ’da din iúlerinden sorumlu olan ùeyhülislâm özel bir yer kazanmıútır. Bu úekilde Osmanlı saltanatının sonuna kadar Meclis-i Vükelâ toplantılarına katılan ùeyhülislâm, bütün devlet meselelerinde görüúlerini beyan etmiútir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Behçet hastal›¤›nda uzun süre siklosporin kullan›m›n›n renal fonksiyonlar üzerine etkileri.. TÜRKDERM 2004;

Çalışmamızda, 1 ve 5 yıllık hasta sağkalımı canlıdan yapılan BN ‘de sırasıyla %100 ve %100, kadavradan yapılan BN’de %85 ve %85 olarak bulundu..

Çalışmanın sonucunda; lojistik regresyon analizi uygulanan tüm finansal kriz yıllarında (1999,2000,2001 ve 2008) aktif karlılığı (ROA) ve özkaynak karlılığı (ROE)

Yapılan araştır- malar deniz memelilerinde miyoglobin oranının fazla ol- masının nedenlerinden birinin, deniz memelilerindeki mi- yoglobin proteinin yapısının insanlardakinden

Daha önceki çalışmalar da dalga boyu 670 nm dolayında olan kırmızı ışığın, “su seven” maddelere yakın su moleküllerini daha hareketli hale getirebildiği ortaya

Cemal Reşid Rey Konser Salo- nu’ndaki genel sanat yönetmenliğin­ den, Nurettin Sözen tarafından gerek­ çe gösterilmeden atılan Filiz Ali’nin Belediye’ye

Eylül 2018-Eylül 2019 tarihleri arasında, Baş- kent Üniversitesi Alanya Araştırma ve Uygulama Hastanesinde daha önce bir başka yerde AR tanısı ko- nulmamış, burun

Akla değer veren, düşünce özgürlüğünü, laikliği bütün gücüyle savunan bir “aydınlanmacı” idi!. 1920’lerde Ahmet Haşim,