• Sonuç bulunamadı

“Huzur’suz Mümtaz” Bir Karakteristik Özellik Paradigması Uygulaması

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "“Huzur’suz Mümtaz” Bir Karakteristik Özellik Paradigması Uygulaması"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Recai Özcan

*

Fatma Ağırbay

**

“RESTLESS MÜMTAZ”

AN APPLICATION OF CHARACTERISTIC TRAIT PARADIGM

ÖZ: Modern romanın en önemli unsurlarından biri olarak görülen “karakter”, derinlikli ve ayrıntılı bir dikkat neticesinde kendisini inşa edenin “yaratıcılığı” hakkında değerli ip uçları verir. Todorov’un “karakter merkezli öykü” dediği psiko-lojik anlatının Türk edebiyatındaki en önemli örneklerinden bir olan Huzur böyle bir inceleme için oldukça elverişlidir. Bu çalışmada Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanının baş karakteri Mümtaz’ın karakteristik özellikleri, romanın temel anlatım biçimleri dikkate alınarak, Seymour Chatman’ın “Karakteristik Özellik Paradigması” olarak öne sürdüğü modele uygun olarak tespit ve tahlil edilmeye çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Mümtaz, Seymour Chatman, karakteristik özellik paradigması.

ABSTRACT: Considered as one of the most important elements of the modern novel, “character” gives valuable clues about the “creativity” of the builder as a result of deep and detailed attention. Huzur, which is one of the most important examples of the psychological narrative that Todorov called “character-centered story” in Turkish literature, is very suitable for such an examination. In this study,

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 21, Nisan 2020, s. 27-49. * Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (recaiozcan@

duzce.edu.tr). Yazı Geliş Tarihi: 25.05.2020. Kabul Tarihi: 29.05.2020.

(2)

it will be tried to be determined and analyzed in accordance with the model that Seymour Chatman has proposed as the “Characteristic Feature Paradigm” by taking into account the characteristic features of Mümtaz, the character of Ahmet Hamdi Tanpınar’s Huzur novel, and the basic narrative forms of the novel. Keywords: Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Mümtaz, Seymour Chatman, cha-racteristic feature paradigm.

...

“Karakter bir insan değildir ama insana benzer.”

John Mullan (Roman Nedir? Marina McKay)

Giriş

Ahmet Hamdi Tanpınar, Mai ve Siyah’ın “trajik” kahramanı Ahmet Cemil’e ya da Mahur Beste’nin “unutulan” kişisi Behçet Bey’e mektup yazıp onları çeşitli nedenler öne sürerek eleştirirken, bu kahramanların gerçek hayatta var olmadıklarını, sadece kurmaca dünyanın bir parçası olduklarını biliyordu. Tanpınar muhtemelen, gerçek dünyanın kurmacalığına ve kurmaca dünyanın gerçekliğine, dili kullanarak/dilin imkânlarından yararlanarak “dokunmak” niyetindeydi; ki bu iki dünyanın unsurlarının iletişimi ancak dil vasıtasıyla mümkün kılınabilirdi. Roman tahlili çalışmaları yapanların durumu da Tanpınar’a benzer; çünkü romanda “inşa edilen” dünyayı, gerçek dünyanın terimleriyle anlamak/anlamlandırmak zordur. Bütün bu zorluklar, yine de, bilme ve anlama arzumuzu ortadan kaldırmaz.

Roman türünün başlıca unsurlarından biri olan karakterin kurmaca dünyanın “merkez”inde mi yoksa “kıyı”sında mı yer aldığı/alması gerektiği; tiyatro oyununun ya da edebî metnin “öznesi” mi yoksa “nesnesi” mi?” olduğu, biraz da sanatkârın ter-cihine bağlı olarak değişen, bugüne kadar tartışılan bir meseledir. Aristo, Poetika’da “Öykü tragedyanın ilkesidir, ruhudur; karakter ikinci sırada gelir.” der.1 Poetika’nın

birkaç yerinde daha, karakterin değil eylemin öncelikli olduğu vurgusu dikkat çe-ker. Karakterleri “iyi, uygun, benzer ve tutarlı” olma özelliklerine göre tasnif eden Aristo’nun tarifi şöyledir:

Karakter; sözler ya da eylemlerde bir seçim açığa vurulduğunda ortaya çıkar. Bu seçim

iyi ise karakter de iyi olacaktır. Bu, karakterin birinci özelliğidir. İkinci özellik karakterin uygun olmasıdır. Bir karakter erkeksi olabilir ama bir kadının erkeksi ya da güçlü olması

(3)

uygun düşmez. Üçüncü özellik olan benzer2 olma ise bu ikisinden farklıdır. Dördüncüsü

tutarlılıktır; yani tutarsızlık söz konusu olduğunda bile tutarlı bir tutarsızlık olmalıdır.3 Karakteri metnin merkezine koyarak yazan romancıların bir kısmı, bu süreçte karakterin iradesinin, kendi iradelerinin önüne geçtiğini iddia ederler. Yani eserde yazardan karaktere bir “irade nakli” söz konusudur ve karakter “teslim aldığı” iradeyi kullanır. Bazı romancılar, karakterlerine bu “özerkliği” vermemekle birlikte, onların kurmaca dünyanın diğer unsurlarına sıkı sıkıya bağlı olduklarını bilir; karakterini roman dünyasının diğer nesneleri, mekânları, olayları gibi sadece bir “inşa unsuru” olarak sınırlandırır.4 Bu bağlamda roman karakterleri üzerine iki soru sorulabilir: Bir

karakter kendisini yaratan yazarın iradesine bağlı, kimi zaman bu iradenin sınırları-nı zorlayan “gerçeğe yakın bir unsur” mu? Yoksa her şartta yazarına bağlı, sadece bulunduğu kurmaca dünyanın atmosferinde yaşayabilen, metnin diğer yapı taşları gibi “işlevsel bir fi gür” mü? Bu noktada Seymour Chatman, biçimcilerin ve bazı yapısalcıların görüşleriyle Aristo’nun fi kirleri arasında paralellik olduğunu vurgular. Yapısalcılara göre de karakterler, olay örgülerinin ürünleridir ve bu açıdan “işlevsel” bir statüye sahiptirler; “kişilik” olmaktan ziyade, “katkıda bulunan” konumundadırlar. Yapısalcılar, karakterlerin “ne oldukları” ile değil sadece öyküde “ne yaptıkları” ile ilgilenirler. Onlara göre, karakterler olay örgüsünün ürünü olarak ikincil öneme sahip oldukları için, gerçek varlıklarmış gibi değerlendirilmeleri hatalı bir yaklaşımdır.5

Roland Barthes’ın da karakterin olay örgüsüne bağlı olduğunu düşündüğünü belirten Chatman; onun sonraları dar, işlevselci karakter anlayışından psikolojik anlayışa benzer bir yaklaşım sergilediğini ifade eder. Barthes’a göre karakter, “kombinasyonların bir ürünü”dür. Kombinasyon görece kararlı az ya da çok karmaşıktır ve bu özelliği, karak-terin kişiliğini belirler.6 Chatman, karakterin karmaşıklığı konusunda Barthes’ın tespitine

katılmakla birlikte, modern karakterlerin çok daha fazla sayıda karakteristik özelliğe sahip ve olay örgüsüne “eklenme” yerine onu “kırma” eğiliminde oldukları iddiasını savunur.7

2 Benzerlik için Hardison, “bir birey gibi” karşılığını önerir. Ona göre benzerlik, “genel taslağı

belirsiz-leştirmeden yumuşatan kişisel huylara sahip olmak” demektir. Buradaki benzeme Yunan trajedisindeki doğanın sıkı bir taklidi anlamında değildir. Bkz. Chatman (2009), Öykü ve Söylem: Filmde ve Kurmacada

Anlatı Yapısı, (Özgür Yaren Çev.), Ankara: De Ki, s. 102.

3 a.g.e., s. 50-51.

4 Örneğin Orhan Pamuk, roman karakterinin merkezi bir konumda olmasına karşıdır. Ona göre edebî

kahramanı ve onun kişiliğini romanın merkezine yerleştiren görüşler “safl ıkla” açıklanabilir. Yazar romanda kahramanlarıyla özdeşleşebilir ancak onların yazarı yönlendirmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Yani roman yazarı, metnin bütünü üzerinde hakimiyetini korur. (Bkz. Orhan Pamuk, Saf ve

Düşünceli Romancı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011.)

5 Chatman, Seymour, a.g.e., s. 103. 6 a.g.e., s. 109.

(4)

Yirminci yüzyıl başlarında Psikanilizin “tutarlı, bütünlüklü birey” fi krine tehdit oluşturması, modernist edebiyatın kurmaca karakter anlayışına da yansır. “Âlim-i mutlak anlatı”nın sunduğu bir karakter yaklaşımı, benliğin çözümlenebilir olduğu savından hareketle, okurun “serbest dolaylı söylem, iç monolog, birinci şahıslı anlatım” gibi “şeffaflaşmış” anlatım tekniklerinin arkasında bir “bilinç” olduğunu kavramasını bekler.8 Yani romanda karşı karşıya kaldığımız her karakter, aslında yazarın zihninin

bir yansımasıdır. Bu yaklaşım, yazarın kurmaca dünya inşasındaki “yaratıcı rolü”nün ortadan kalkmadığını açık bir biçimde gösterir. Kahramanın her türlü iletişim biçimi, yazarın inisiyatifi ne göre belirlenir. Tahlilci açısından, roman dünyasının önemli bir fi gürü olan karaktere “bakmak”; aslında, yazarın zihnine, arzularına, ifade ustalığına, dikkatine “dokunmak”; (bu durum daha çok anlatıcı ile karakterin özdeşleştiği me-tinlerde geçerlidir) bu dikkatin estetik varlık olarak esere ne ölçüde yansıdığını tespit edebilmek anlamına gelir. Bu noktada, özellikle 19.Yüzyıl romanında şekillenen “karakter” kavramının oluşum sürecini kısaca hatırlamakta fayda vardır.

Henry James, roman karakterinin oluşumunu bu fi gürün roman boyunca yaşadığı değişimle izah eder ve süreci bir merasimin sunulmasına benzetir. Yani karakterin ya-pısal değişimi onun fi ziki, psikolojik, sosyal durumunda, yaşam alanlarının tamamında görülebilir. Gerçek bir yazar, karakter de dahil olmak üzere kurguladığı her unsuru eserinde dengeli bir şekilde birleştirendir. Bu noktada onun sanat dehası ön plana çıkar. Joseph Conrad romanı “sanatkâr dehasının en iyi ifade bulduğu” edebî metin olarak değerlendirir. Roman, sanatçının zekâsına ve dehasına en çok sorumluluk yükleyen edebî türdür. Yazar, tasarladığı dünyayı okuyucunun estetik beğenisine sunarken bu sorumluluğu taşır ve bu dünyada “yaşayacak” karakterin oluşturulması da bu sorum-luluğun bir parçasıdır. Romanı “yapan” unsurların, yani olay örgüsünün, karakterle-rin, zamanın ve mekânın sunulması “ahenkli bir bütün içinde” olduğu takdirde, eser başarılı olur. Karakterin ortaya çıkışıyla, anlatının yöneldiği kitle değişir. Bu döneme kadar “topluma anlatılan”, bundan sonra “bireye anlatılır” hâle gelir. Daha doğrusu, topluma anlatılan/toplumu anlatan destanlar, bireye anlatılan/bireyi anlatan romanlara dönüşmüştür. Destanlar kahramanlar yaratır, romanlar ise karakterler.

Roman teorisinin önemli isimlerinden olan Forster, karakterleri, kurgulayıcısını yansıtan birtakım söz yığınları olarak düşünür.9 Bunları gerçek insanlardan ayıran, olay

örgüsünde belirmelerinin ve kaybolmalarının bir anda olmasıdır.10 Bu unsurlar

“soydaş-ları olan gerçek insanlardan daha kaypak, daha ele avuca gelmez kimseler”dir. Yeme, içme, uyuma gibi gerçek insanların zorunlu ihtiyaçlarına yönelik günlük faaliyetler bakımından onlardan ayrılırlar. Bununla birlikte roman kişilerini yaratan ve anlatanın

8 McKay, M., Roman Nedir, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 112-113. 9 E. M. Forster, Roman Sanatı, Adam Yayınları, İstanbul, 1985, s. 83.

(5)

aynı kimse olması, onları daha yakından tanımamıza imkân tanır.11 Bu da romanın

ayırt edici özelliklerdendir. Forster bu değerlendirmelerinden sonra roman kişilerini “yalınkatlık” ve “yuvarlaklık”larına göre tasnif eder. Düz karakterler romanın olay örgüsü içerisinde “sürüklenir.” Yuvarlak karakterler ise çok boyutludur. Bunlar olay örgüsünü yönlendirir, öykünün anlatımı karakterlerin kararlarına bağlı olarak gelişir. Bu özellikleriyle yalınkat karakterler, yazarın düşüncesini en kolay aktarabileceği roman unsurlarıdır. Onlar, “tek bir sözle” özetlenebilirken yuvarlak karakterleri bu şekilde tanıtmak imkânsızdır. Forster’ın benzetimiyle yalınkat karakterler; “hacimleri önceden tayin edilmiş olan ışıklı kürecikler gibi, yıldızlar arasındaki boşlukta şuraya buraya “itilirler” ve “romanda çeşitli amaçlara hizmet ederler.”, yuvarlak karakterler ise “inandırıcı bir şekilde bizi şaşırtabilen” unsurlardır.12

Karakterin ayırt edici özelliklerini roman ve romans türleri üzerinden açıklayan Northrop Fry’a göre bu iki tür arasındaki temel fark, karakterin yaratılmasında ortaya çıkar:

Romans yazarı, eserinde ‘gerçek insan’ yaratmaya çalışmaz. Onun karakterleri çeşitli ruh hallerinin somut sembolleridir. Jung’un libidosunu, animasını bulduğumuz eserler romanslardır. Romanlardaki kadın ve erkek kahramanlar ve kötü karakterler, evrensel tipler yansıtan birer gölgedirler. İşte romansın, romanda eksik olan yoğun, sübjektif duyguların sıcaklığını yaymasının ve alegorik sembollerin sürekli bir şekilde hikâyenin içine sızmasının sebebi budur.13

Romans kahramanı, bütün olumlu özelliklere sahiptir: İyi, yardımsever, ahlaklı ve yeteneklidir. Yaşadığı dünyanın dilini bilir, bu dili çok iyi kullanır. Çevresi ile iletişimde ustadır. Lider olma özelliklerine sahiptir. Kahraman, ardından sürükler götürür. Onun olay örgüsü içerisinde ulaşacağı hedef daha önceden bellidir. Büyük engellerle karşılaşabilir, engellerle savaşması çok uzun zaman alabilir; ancak o, aklı, bilgisi, inancı ve yetenekleri sayesinde bu engelleri süratle aşar ve mutlu sona ulaşır. Hedefi ne sadece kendisi değil çevresindekileri de ulaştırır. Ancak roman karakteri tıpkı “gerçek bireyler” gibi farklı, kendine özgü niteliklere sahip bir “dilsel varlık” olarak ortaya çıkar.

Forster’ın “yalınkat” Fry’ın romans kahramanı olarak açıkladığı anlatı fi gürlerine uygun olarak W.J. Harvey’in “stereotip” olarak nitelediği, çok boyutluluk özelliği gös-termeyen karakterler, pek çok romanda bulunur. Ona göre, “iyi bir romanı büyük roman yapan ölçütlerden biri, kimlik kazanmış karakterlerin çeşitliliği”dir. “Fon karakter”lerin bakış açıları, okuyucunun romanın dünyasını tanıması bakımından değerlidir ve bunlar, roman başkişisinin içinde yaşadığı ortamı somut bir şekilde sunma işlevi görür. Bu bakımdan “fon karakter”ler, roman yapısını işleten mekanizmanın çarkları gibidirler. Harvey’in “norm karakter” olarak nitelediği unsurlar ise herhangi bir “fon karakter”in

11 a.g.e., s. 95-96. 12 a.g.e., s. 108-110.

(6)

daha boyutlu ve kimlik kazanmış hâlidir ama “baş kişi” de değildir. O, romanda bir amacı gerçekleştirmeye hizmet eder. Harvey’e göre, “norm karakter” de “fon karakter” gibi roman başkişisi ile toplum arasındaki iletişimi sağlayarak kahramanın tecrübe-lerinin derinliklerini görmemize yardım eden bir araç; eserin özünü genişletmek ve güçlendirmek için bir dayanak noktası olabilir; hatta baş kişinin “kusurlarını”, “moral körlüklerini” yansıtan bir ayna işlevi görebilir. Bununla birlikte “norm karakter”, diğer roman kişilerindeki sapmaları görmeyi sağlayan bir ölçüt de sunabilir. Kimi kez rastla-nan “kart-karakter”ler (card-charecter) ise romanda tek bir özelliğin sembolü gibidir.14

Chatman’ın Karakter Analizi Önerisi:

“Karakteristik Özellikler Paradigması”

Karakter kuramı üzerine düşünen pek çok isim, romanın bu önemli unsurunu, farklı özelliklerini vurgulayarak farklı biçimlerde açıklamaya çalışsa da onun, ro-manın en önemli yapı taşlarından biri olduğu genel kabul görür. Özellikle “karakter merkezli” romanlarda olay örgüsü, mekân, zaman gibi yapısal unsurların kurgusuna yönelik karakter analizi çalışması, bize yazar ve eseri hakkında önemli bilgiler vere-cektir. Öncelikle, Huzur romanı üzerinde bir uygulamasını göstermeye çalışacağımız, Seymour Chatman’ın “karakteristik özellik paradigması” hakkında kısa açıklama yapmakta fayda görülmektedir.

Seymour Chatman karakteristik özelliği, “görece kararlı ve kalıcı kişisel nitelik” olarak tanımlar ve onun bir “karakteristik özellikler şeması” olarak kavramsallaştı-rılması gerektiğini; ayrıca, karakterin, öykünün erken ya da geç aşamalarında ortaya çıkabileceğini veya yerini başka bir özelliğe bırakabileceğini ifade eder ve ayrıca, karakteristik özelliklerin “duygular, ruh hâlleri, düşünceler, geçici güdüler, eğilimler” gibi daha kısa ömürlü psikolojik fenomenlerden ayırt edilmesi gerektiğini vurgular. Chatman, yeri geldiğinde devreye giren anlık, duruma uygun duygu ve düşünce ve ruh hâllerinin karakteristik özelliklerden farkını şöyle açıklar:

(Öyküde) olaylar ve karakteristik özellikler arasında köklü farklılıklar vardır. Olayların öy-küdeki (en azından klasik anlatılarda) konumu katı bir biçimde belirlenmiştir: X olur, sonra X nedeniyle Y olur ve sonuç olarak Z meydana gelir. Öykünün düzeni sabittir; söylem farklı bir sıralama sunsa da, doğal düzen her zaman yeniden inşa edilebilir. Dahası olaylar ayrıktır; çakışabilir ya da üst üste gelebilirler ancak her birinin belirgin bir başlangıcı ve sonu vardır, alanları sınırlıdır. Öte yandan karakteristik özellikler bu sınırlamalara tabi değildir. Yapıt boyunca ve elbette belleğimizin işini yaptığı ölçüde, yapıtın ötesinde hüküm sürebilirler.15

14 a.g.e., s. 178. 15

(7)

Karakteristik Özellik Ölçütleri Nelerdir?

İnsanlar gibi roman karakterleri de “biricik”tir; kendisinden başka kimseye ben-zemez. Bu gerçekten yola çıkarak Chatman, “karakteristik özellik paradigması”nı oluştururken dikkat edilmesi gereken ölçütleri Gordon W. Alport’un tasnifi nden refe-rans alır. Alport’un karakteristik özellikleri belirlemek için öne sürdüğü ölçütlerden bazıları şöyledir:

1. Bir karakteristik özellik, alışkanlıktan daha geneldir; bu, birbirine bağlı alışkanlıklardan oluşan büyük bir sistem gibi düşünülebilir.

2. Bir karakteristik özelliğin varlığı istatistik olarak kanıtlanabilir. Bir bireyin karakteristik özelliğini bilmek için tekrarlanan tepkilerin oluşturduğu kanıtlara bakılır. Birbiriyle ilgisiz gibi görünen tepkiler de birbiriyle bağlantılı olabilir.

3. Karakteristik özellikler birbirlerinden yalnızca görece olarak bağımsızdırlar.

4. Bir karakteristik özellikle uyumsuzluk gösteren davranışlar hatta alışkanlıklar, karakte-ristik özelliğin olmadığına dair kanıt teşkil etmez. Tek bir kişilikte birbirine zıt bileşimler, karşıt karakteristik özellikler bulunabilir.16

Örneğin roman kahramanı Mümtaz’ın yapmayı alışkanlık hâline getirdiği gündelik davranışlarla; onu diğer karakterlerden ayıran, “biricik” yapan ve roman boyunca çok fazla değişikliğe uğramayan nitelikler birinci madde kapsamında değerlendirilebilir. Bu makalenin amaçlarından biri de ikinci maddede belirtildiği gibi karakteristik özelliğin kanıtlanabilirliğini göstermektir. Ancak, Mümtaz’ın karakteristik özellikleri, Huzur romanının sınırları dâhilinde, romanın dilinde belirir ve bu açıdan yorumlanmalıdır. Dördüncü maddede geçerli olan durum yazarın kurgu sürecindeki titizliğini anlama-mız açısından önemlidir. Çünkü yazar, yarattığı karakterde birbirine zıt karakteristik özellikleri ifade ediyorsa; bunun mantıklı, tutarlı cevabını olay örgüsünün bütünlüğü içinde gösterebilmelidir.

Karakteristik Özellik Kavram Alanı

Bir karakteristik özelliği, hangi alanın kavramlarıyla ele alıp açıklamamız gerekir? Roman teorisine ait kavramlar, karakter analizi konusunda yeterli midir? Bu konudaki eksikliğin farkında olan Chatman, karakteristik özellikleri belirleyen niteleyici söz-cüklerin çeşitli alanlardan alınarak zenginleştirilebileceğini ifade eder:

16 Allport, G. H., & Allport, F. H., Personality Traits: Their Classifi cation and Measurement. Classics in

(8)

Karakteristik özellik adları için diğer kaynaklarımızı astroloji (neşeli, somurtkan), bitkisel tıp (güler yüzlü, soğukkanlı), Reformasyon (samimi, bağnaz, fanatik; kendinden emin), Neoklasizm (budala, duyarsız, taşralı), Romantizm (kederli, duygusuz, utangaç), psikoloji ve psikanaliz (içe dönük, nevrotik, şizoid)17 vb. oluşturur.18

Elbette Chatman’ın “karakteristik özellik adları” şeklinde örneklendirdiği dağarcık –kendisinin de vurguladığı gibi– genişletilebilir. Dürtü ve güdüler ve anlık duygular, karakteristik özellik değilse de bunlara ulaşmada kimi zaman bir köprü görevi yaptık-ları için, göz ardı edilmemesi gereken yoğun bir söz dağarcığına sahiptirler. Karakter merkezli, bir başka adlandırmayla “psikolojik” roman kahramanlarının karakteristik özellik paradigmasının oluşturulması sürecinde bize yardımcı olacak kavramlar, kuş-kusuz ağırlıklı olarak “psikoloji ve psikanaliz” kaynaklı olacaktır. Ancak bu, bizim, Huzur’un baş karakteri Mümtaz’ın “ruh hâlleri”nden yola çıkarak yazarını psikanalitik açıdan yorumlamak istediğimiz anlamında düşünülmemelidir. İstediğimiz, Mümtaz’ın karakteristik özellikleri olarak tespit edeceğimiz niteliklerin; romancının yaptığı işi, yani roman inşa sürecini anlamamıza ve yorumlamamıza yardımcı olmasıdır. Mümtaz’ın “gerçek bir insan olmadığını”, “bir roman fi gürü” olduğunu aklımızdan çıkarmadan, yazarının ona çizdiği psikolojik sınırları tespit etmeye çalışırken bu alanın terimlerin-den yararlanmak, yukarıda da belirttiğimiz neterimlerin-denlerterimlerin-den dolayı kaçınılmaz olacaktır.

Bir Psikolojik Fenomen Olarak Dürtü ve Güdüler

“Karakteristik özellik paradigması” oluşturma sürecinde, öncelikle bu özelliklerin kısa ömürlü “psikolojik fenomen”lerden ayırt edilmesi gerekir. “Dürtü”, fi zyolojik bir ihtiyacın psikolojik sonucudur. Dürtüler, en belirgin içsel güdüleyicilerdir. Güdüsel davranışlarımızın büyük bir kısmı fi zyolojik ihtiyaçlarımızın yol açtığı dürtülerden kaynaklanır. Açlık, susuzluk dürtüsü bizi hedefe yönelik davranışlarda bulunmaya zorlar.

Kişiyi bir davranışa yönelten güç olan “güdü”lerin bir kısmı doğuştan (açlık, susuzluk, cinsellik...) gelir; bir bölümü ( başarı, itibar, onaylanma ...) ise sosyalleşme sürecinde öğrenme yoluyla edinilir. Bir davranışın hangi hedef ya da hedefl ere yönele-ceğini, bu davranışı başlatan güdünün türü belirler. En temel psikolojik ihtiyaçlardan olan “bağlanma güdüsü”, önemli bir yaşam doyumu –ya da doyumsuzluğu– kaynağıdır.

17 Şizofrenik: Sanrılar, varsanılar, olağandışı psikodevinsel davranışlar gibi birtakım belirtilerle seyreden

psikiyatrik hastalık için kullanılan sıfat. / Nevrotik: Duygulanım bozukluğu, kafa karışıklığı, kaygı bozukluğu, güven sorunları gibi belirtiler gösteren psikolojik tanı için kullanılan sıfat. (bkz. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı

Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013, S. 53).

(9)

“Bağlanma güdüsü” hayatın ilk yıllarında, bebek-anne etkileşimi sonucunda öğreni-len, güvenli bağlanma gerçekleşmediğinde yetişkinlik döneminde bağlanma sorunlarına yol açarak yaşam kalitesini düşüren önemli bir psiko-sosyal güdüdür. Freud, güdülerimizin çoğunun bilinçdışı olduğunu savunur. Bastırma adını verdiği bilinçdışı güdülenme, kişiyi rahatsız eden düşünce, istek ve güdülerin bilinçdışına itilmesiyle oluşur ve bastırılan bu unsurlar, biz farkında olmadan davranışlarımızı etkiler.19 Bununla birlikte dürtü, güdü ve

duygular ile otomatik düşünceler, karakteristik özelliklerle örtüşebilir. Karakterin kendisini yorgun ya da üzgün hissetmesi, kısa bir zaman dilimi için geçerli ve geçici olduğundan bir “karakteristik özellik” değil, “psikolojik fenomen”dir. Anlık duyu ve duygulanımları içeren “psikolojik fenomen”ler sık tekrarlandıklarında ya da süreklilik arz ettiklerinde bir karakteristik özelliğe dönüşme potansiyeline sahiptirler. Örneğin, yorgunluk hissi; bıkkınlık, üzüntü, keder gibi sık tekrarlanan başka olumsuz duyguların eklemlenmesiyle bir karakteristik özelliğe dönüşebilir. Çeşitli durumlarda hissedilen endişe ya da sebepsiz korkular “anksiyete” denilen duygu durum bozukluğuna işaret ediyor olabilir.

Duygular

Karakteristik özellikleri ifade eden listenin oluşmasında duygu ifade eden sözcükler de önemli bir işleve sahiptir. Duygular, bazı fi zyologlar ve psikologlar tarafından sınıf-landırmaya tabi tutulmuşlardır. Tabloda bu sınıfl andırmalardan bir kısmı yer almaktadır.20

Mümtaz’ın karakteristik özellik paradigmasını oluşturmada, “psikolojik fenomenler” ile “karakteristik özellikleri” ayırt etme noktasında bu tasniften faydalanılmıştır.

Temel Duygular Sınıfl andırmayı Yapan

öfke (anger), nefret (disgust), kıvanç (elation), korku (fear), bağ-lılık (subjection), hassaslık (tender-emotion), şaşkınlık (wonder)

Mc Dougall (1926)

acı (pain), zevk (pleasure) Mowrer (1960)

öfke (anger), tiksinti (aversion), cesaret (courage) neşesizlik (dejection), arzu (desire), umutsuzluk (despair), korku (fear), nefret (hate), umut (hope), sevgi (love), üzüntü (sadness)

Arnold (1960)

öfke (anger), küçümseme (contempt), nefret (disgust), ıstırap (distress), korku (fear), suçluluk (guilt), merak (interest), sevinç (joy), utanç (shame), hayret (surprise)

Izard (1972)

öfke (rage), dehşet (terror), endişe (anxiety), neşe (joy) Gray (1982)

öfke (anger), nefret (disgust), korku (fear) neşe (joy), üzüntü (sadness), hayret (surprise)

Ekman, Friesen ve Ellsworth (1982)

19 Hilgard, A. v., Psikolojiye Giriş, (D. F. Öznur Öncül, Çev.) Arkadaş Kitabevi, Ankara, 2012, s. 113-117. 20 Ortony, A., & Turner, T., What’s Basic About Our Emotions, Psychological Review, 1990, s. 315-331.

(10)

Seymour Chatman’ın sözünü ettiği karakteristik özellikleri ifade eden kavram dağarcığında psikoloji terimleri önemli yer tutar. Bu bağlamda “psikolojik” yönüyle öne çıkan roman karakteri Mümtaz’ın “iç dünyasını” ve karakteristik özelliklerini tanımlamada “klinik psikoloji” ve “psikiyatri terminolojisi”ni göz önünde bulundur-mak gerekir. Bu noktada Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) Ruhsal Bozuklukların Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’nda (DSM-V-2013) psikiyatrik hastalıklar ve tanı ölçütleri tasnif edilmiştir.21

Bir Karakteristik Özellik Paradigması Formülü : C = T

n

Bir romanda olaylar zaman zinciri içinde akar, karakteristik özellikler ise bu zincirin tamamı ya da büyük bir kısmı ile birlikte var olur. Olaylar, vektörler gibi yatay olarak ilerlerken karakteristik özellikler, sınırları olaylarla belirlenen “zaman mesafeleri” üzerinde yayılırlar.22 Nitekim Huzur’da Mümtaz’ın “an”da değil geçmişte

yaşaması ve geleceğe duyduğu güvensizlik, ölüm korkusu gibi karakteristik özel-likleri romanın çeşitli bölümlerinde, sıkça karşımıza çıkmaktadır. Onun “hissettiği” gelip geçici duygular, durumlar, ruh hâlleri vb. psikolojik fenomenler ise belli zaman aralıklarıyla sınırlı olmakla beraber, tekrarındaki sıklık derecesine göre karakteristik özelliğe dönüşebilmektedir.

Chatman, bir anlatı metninde karakteristik özellikleri tespit için C=Tn

formülün-den yararlanmayı önerir. Burada C = Karakter, Tn = Verili bir karakteristik özelliktir.

21 Şizofreni Açılımı Kapsamında ve Psikozla Giden Bozukluklar, İki uçlu (Bipolar) ve ilişkili Bozukluklar,

Depresyon Bozuklukları, Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları, Takıntı-Zorlantı Bozukluğu (Obsesif-Kompulsif Bozukluk) ve İlişkili Bozukluklar, Örselenme (Travma) ve Tetikleyici Etkenle (Stresorle) İlişkili Bozukluklar, Kişilik Bozuklukları: Kuşkucu (Paranoid) Kişilik Bozukluğu, Şizogibi (Şizoid) Kişilik Bozukluğu, Şizotürü (Şizotipal) Kişilik Bozukluğu, Toplumdışı (Antisosyal) Kişilik Bozukluğu, Sınırda (Borderline) Kişilik Bozukluğu, Histriyonik Kişilik Bozukluğu, Özsever (Narsisistik) Kişilik Bozukluğu, Çekingen Kişilik Bozukluğu, Bağımlı Kişilik Bozukluğu,Takıntılı-Zorlantılı (Obsesif-Kompulsif) Kişilik Bozukluğu. Çözülme (Dissosiyasyon) Bozuklukları, Bedensel Belirti Bozuklukları ve İlişkili Bozukluklar, Beslenme ve Yeme Bozuklukları, Uyku-Uyanıklık Bozuklukları, Cinsel İşlev Bozuklukları, Cinsel Kimliğinden Yakınma (Hoşnut Olmama),Yıkıcı Bozukluklar, Dürtü Denetimi ve Davranım Bozuklukları, Madde ile İlişkili Bozukluklar ve Bağımlılık Bozuklukları, Norobilişsel Bozukluklar, Parafi li Bozuklukları ve diğer bozukluklar başlığı altında toplanmış bozukluklar listeye dahil edilmemiştir. (Kaynak: Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal

Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler

Yayın Birliği, Ankara, 2013).

(11)

“Karakteristik özellik paradigması,” açık uçluluğunu göstermek, henüz bilinmeyen karakteristik özelliklerin kendilerini öykünün ilerleyen aşamalarında göstermelerine olanak vermek için Tn ile simgelenir. Yazar, anlatı ilerledikçe giderek daha geçerli

betimleyici sıfatlar kullanabilir. Karakter bir sıfat, bir özellik, bir yüklemdir.23 Bu

formülü, Huzur romanından bir cümleyle şöyle örnekleyebiliriz:

“Mümtaz her şeye küskün, etrafa kapalı ve gökten yalnız felaket bekleyen bir mahluktu ve bunda haklıydı.” (Huzur, 2010: 22).

Burada Mümtaz’ın psikolojisini betimleyen kelimeler; anlık, geçici ruh durumla-rını değil kişiliğinde var olan psikolojik özellikleri ifade etmektedir (çünkü sadece bu cümlede bulunmaz, romanın çeşitli yerlerinde sıkça tekrar eder), dolayısıyla Mümtaz’ın karakteristik özelliklerindendir.24

Karakter (Mümtaz) = Tn (karakteristik özellik) küskün

etrafa kapalı (içe dönük)

felaket bekleyen (kötümser) Bu cümle genel bir yargı bildirdiğinden, doğrudan Mümtaz’ın karakteristik özel-liklerine işaret eder. Ancak karakter analizine yardımcı olacak her bir ifadeyi bu şekilde analiz etmenin güçlüğü ortadadır. Bu güçlüğü aşmak içim karakter analizinde C = Tn

(C= Karakter, Tn = Verili Karakteristik Özellik) formülü temeline dayanan tablolaştırma

yöntemi kullanılarak; kimi zaman anlatıcı tarafından doğrudan doğruya ifade edildiği için bir çırpıda; çoğu kez olaylar, durumlar ve psikolojik fenomenler aracılığıyla, Mümtaz’ın karakteristik özelliklerinin tespitine çalışılmıştır.

Aşağıda bu özelliklere işaret eden bazı ifadeler, romanda geçtiği biçimde ör-neklenmiş ayrıca bu ifadelerin işaret ettiğini düşündüğümüz karakteristik özellikler tablolaştırılmıştır:

23 a.g.e., s. 122.

24 Analiz çalışmasında Huzur romanının tamamı, yazarın bölümler hâlinde, Mümtaz’ın çocukluğundan

vaka zamanına kadar olan dönem sıralaması göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Bu bağlamda, Mümtaz’ın karakteristik özelliklerini yansıtan farklı uzunluklarda 150’nin üzerinde paragraf tespit edilmiş ve analiz edilmiştir. Mümtaz’ın karakteristik özellikleri bu tespitlere dayalı olarak yapılmıştır. Makale metninin sınırlılığı nedeniyle tespit yapılan cümlelerin/paragrafl arın tamamı alınamamış, örnekleme yoluna gidilmiştir.

(12)

Karakter (Mümtaz) = Tn (Karakteristik özellikler)

Mümtaz, Tanpınar’ın roman kahramanları içinde oldukça karmaşık bir “psikolojik” karakterdir. Mümtaz karakterinin detaylı analizi, Tanpınar’ın insan psikolojisine dair bilgisinin sadece bir yazarın keskin gözlemlerinden ibaret olmadığını gösterir nitelik-tedir. Mümtaz –ve Suat– gibi psikolojik karakterlerin bu derece derinlemesine ve canlı çizilmiş olması Tanpınar’ın “iç konuşma, geriye dönüş” gibi anlatım olanakları ve roman tekniklerindeki başarısıyla olduğu kadar; psikolojik karakterlerin çok katmanlı, çatışmalı iç dünyalarını oluşturmak için gerekli psikoloji bilgisine vâkıf oluşuyla da ilgili olsa gerektir. Ayrıca, Huzur’un başkarakterinin çocukluk travmalarını detaylıca anlatması, Tanpınar’ın Freudcu “psikanalitik” bir yaklaşıma sahip olduğunu düşündürmektedir. Tanpınar, roman sanatının tüm olanaklarını kullanarak okuru adeta bir “psikanalist gibi” Mümtaz’ın “zihninin” ve “ruhunun” en gizli köşelerinde dolaştırır. Romanda Mümtaz’ın trajik çocukluk yaşantıları, deniz ve doğa tutkusu, geniş hayal gücü, gözlemleri, derin acıları, ilk gençlik zamanlarında depresyona yatkınlığı, travmatik hafızasının yetişkinliğine yansımaları, baygınlık geçirme gibi nevroz nöbetleri, duyumsal kişilik yapısı detaylıca anlatılır. Böylece, metnin sonunda Mümtaz’ın “şizofreni” ataklarına varan “psikolojik çöküşü”, tüm gerekçeleriyle sağlam ve inandırıcı bir zemine oturtulmuş olur.25

Romanın birinci bölümünün başlığı “İhsan”dır. Bu bölümde İhsan’ın hastalığı, Mümtaz’ın hastabakıcı aramak ve kiracıya uğramak için dışarı çıkması bu sırada İstanbul’un farklı mekânlarına uğraması öykünün genel akışını oluşturur. Aynı zamanda kısmi geri dönüşlerle Mümtaz’ın çocukluğunda yaşadığı, babasının öldürülmesi, annesi-nin ölümü gibi birtakım acı olaylar anlatılır. Anlatıcı, Mümtaz’ın bugüne getirdiği prob-lemlerin hangi şartlar altında ortaya çıktığını okuyucunun bilgisine sunar. Mümtaz’ın babasının ölümünün kendisinde yarattığı “travma” ve Antalya yolunda yaşadığı “cinsel haz” nedeniyle hissettiği suçluluk duygularının ileride birtakım psikolojik sorunlara zemin hazırlaması, anlatıcının bu yaklaşımına örnektir. Birinci bölümde Mümtaz’ın çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki yaşantısı yoğun olarak işlenirken “Nuran” baş-lıklı ikinci bölüm, vaka zamanının bir yıl öncesinde yaşananların anlatımına dayanır. Nuran’la yaşadığı aşk, Mümtaz’ın karakteristik özelliklerinin “duygusal” yönünü açığa çıkarır. Üçüncü bölüm, Mümtaz’ın bu zaman diliminde hem “duygusal” hem de “sos-yal” açıdan arayış içinde olduğu “Suat” başlıklıdır. “Mümtaz” adlı dördüncü bölümde anlatılanlar; karakterin iç çatışmalarının yoğunlaştığını, Suat’ın Nuran’a yazdığı aşk mektubunu göndermesiyle Mümtaz’ın yaşadığı “kıskançlık krizleri” ve onun gittikçe “depresifl eşen” “ruh hâli”ni anlamamıza yardımcı olur. Aşağıda romanda, anlatıcının diliyle açıklanan hâliyle Mümtaz’ın karakteristik özelliklerine örnekler verilecektir.

25 Mümtaz’ın “psikanalitik” yorumu için Cafer Şen’in “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Diyalog(suzluğ)una

(13)

Tan-Karakteristik Özellik: Yalnız, içe dönük

“Elbisesini giyinirken “İnsan denen bu saz parçası...” diye birkaç defa tekrarladı. Çocukluğunun mühim bir devrinde çok yalnız kalan Mümtaz, kendi kendisiyle konuş-mayı severdi.” (s. 11)

“Mümtaz, bir yaz evvel bu sokaklarda, belki bugünkülerden birinde, Nuran ‘la dolaştığını ... düşünüyordu. ..., Bu, bir sene evveldi. Mümtaz, etrafına, bu bir sene evveline dönebilmek için en kısa bir yol arar gibi bakındı” (s. 20).

“Mümtaz geldiğinin daha ikinci günü bir yığın arkadaş bulmuştu. Evin çocuklarıyla beraber çıkıp geziyorlar, portakal bahçelerine, Karaoğlan’a gidiyorlardı. Hatta şehrin dışındaki cevizliğe kadar uzanmışlardı. Mümtaz sonraları Kozyatağı’nı bu cevizliğe benzettiği için sevmişti. Mümtaz burada, yoldan denize kadar inen büyük kayalar üstünde oturup akşam saatlerini geçirmeği severdi” (s. 31).

“... ertesi akşam yine orada, ya denizin kenarında, yahut sadece yola yakın bir kayanın üstünde bulunurdu. Bu hazzı tek başına kalabilmek için daha gündüzden çareler arar, arkadaşlarından ayrılırdı” (s. 38).

“Genç adam bu kadar kalabalık ve kesif yaşamanın sıkıntılarını adım başında çe-kerdi. Zaman olurdu ki bütün hayatı sadece kaçışlardan ibaret kalırdı. Zavallı Mümtaz, İstanbul sokaklarında bir nevi hayalet gemi gibi yaşıyordu” (s. 62).

“Yalnızlıktan korkuyorum, dedi, yalnızlıktan korkuyorum... (s. 226).

“O yalnızlık, sükut, ümitsizlik hissi, içinde zehirli bıçaklar gibi çalışan hiddet ve kin . . . Bunları o kadar iyi tanıyordu ki... Mümtaz, hariçten gelen tesirlerin altında bütün konuştuklarını yeni baştan hatırlar, genç kadının her sözünde, her jestinde ihanet delilleri arardı” (s. 310).

Karakteristik Özellik: Travma etkisinde, depresif, suçluluk duygusuyla dolu “...Mümtaz, bu psikolojiyi ömründe ilk defa olarak tanımıyordu. Onun için benli-ğini, o sular altında uyuyan, fakat her şeyi idare eden kesif tabakayı biraz da bu korku yapardı. İhsan, daha o çocukken içine çöreklenen bu yılanı, kökü kalbinde ağacı ondan sökebilmek için çok uğraşmıştı” (s. 22).

“Mümtaz’ın babası, S...’nin işgali gecesi, oturdukları evin sahibine düşman olan bir Rum tarafından ve onun yerine öldürülmüştü. ... Biraz sonra komşular gelmiş, ihtiyar bir adam onları ölünün üstünden kaldırmaya çalışmış, ‘Bu kadar iyiliğini gördük. Şu adamı açıkta bırakmayalım, gömelim, şehittir, elbisesiyle gömülür.’ demişti. Sonra isli bir fenerle yarı çılgın bir bahçıvanın tuttuğu henüz denge girmemiş petrol lamba-sının ışığı altında, bahçenin bir köşesinde, büyükçe bir ağacın dibinde, alelacele bir mezar kazmışlardı...Mümtaz bu sahneyi hiç unutamadı. Annesi yukarıda hep ölünün üstünde ağlıyordu. ...Kendisi bahçe kapısının bir kanadına yapışmış, büyülenmiş gibi

(14)

orada ağacın dibinde çalışanlara bakıyordu. ...Mümtaz daha fazlasına dayanamadı, eli birdenbire tutunduğu kapının kanadında gevşedi ve yere yıkıldı” (s. 24).

“İçinde büyük bir günah işlemiş duygusu vardı; kendisini bilmediği şeylerden mücrim sanıyordu. Belki de o anda sormuş olsalar, babamın ölümüne ben sebep oldum, derdi. Bu çok korkunç bir duygu idi. Kendisini son derecede sefi l buluyordu. Bu garip ruh hali Mümtaz’da senelerce devam edecek, her adım atışında ayağına takılacaktır. İlk gençliğine girdiği devirlerde bile Mümtaz bu hislerin içinde kalacaktır. Rüyalarının bir tarafını dolduran hayaller, o garip tereddütleri, korkulan, hayatının zenginliğini ve ıstırabını yapan bir yığın ruh hali hep bu ikiz tesadüfe bağlıdır” (s. 33).

“Birdenbire babasını olduğu gibi karşısında gördü ve bu hayal ona bir daha onu görmeyeceğini, sonuna kadar onun varlığından uzak kalacağını, bir insanı bir daha görmemenin, sesini bir daha işitmemenin, bir daha hayatına girmemenin keskin ve yenilmez acısıyla ona hatırlattı. Tam bu esnada belki de geçirdiği fenalığın farkına varan köylü kız düşmesin diye onu tutmuştu. Böylece, bir gece evvelin garip duyuru-lan, babasının ölümüyle yeni baştan ve çözülmez bir şekilde birleşti. İçinde büyük bir günah işlemiş duygusu vardı; kendisini bilmediği şeylerden mücrim sanıyordu. Belki de o anda sormuş olsalar, babamın ölümüne ben sebep oldum, derdi. Bu çok korkunç bir duygu idi. Kendisini son derecede sefi l buluyordu. Bu garip ruh hali Mümtaz’da senelerce devam edecek, her adım atışında ayağına takılacaktır. İlk gençliğine girdiği devirlerde bile Mümtaz bu hislerin içinde kalacaktır. Rüyalannın bir tarafını dolduran hayaller, o garip tereddütleri, korkulan, hayatının zenginliğini ve ıstırabını yapan bir yığın ruh hali hep bu ikiz tesadüfe bağlıdır” (s. 28).

“İlk bayılışında gördüğü hayal, bütün o top, kazma kürek sesleri, annesinin çığlık-ları ve konuşmalar arasında babasının billur Iambayı yakınaya çalışması, bir leit-motif gibi bu rüyaları dolaşıyordu. Sonra ilk aşk tecrübesinin o karışık hatırası kendisinde hiç eskimiyordu. Hasta annesinin yanı başında, genç köylü kızının yorgun vücuduyla kendisine sarılışı, belki de etrafını tanımayan bakışların ta gözlerinin içine dikilişi, o azap sarılı haz, her an zihninde ve uzviyetinde hazırdı. Bu sıkıntı ve tahammülsüz ıstırap tabakasını günün hadiseleri, zaman vakıa unutturuyordu. Fakat en küçük DEPRESYONda iki başlı yılan gibi, içinde onlar uyanıyor, garip şekilde benliğini sarıyordu. Bazı geceler uykusunda bağırdığını arkadaşları söylüyorlardı” (s. 41).

Karakteristik Özellik: Kederli, karamsar, nevrotik

“Mümtaz, her şeye küskün, etrafa kapalı, gökten yalnız felaket bekleyen bir mahluktu ve bunda da haklıydı” (s. 22).

“Mümtaz, bu ikinci türkü ile küçücük ömrünün henüz manasını dahi kavramadığı kederlerin içinden çıkar, birdenbire çok ışıklı, taptaze; fakat bununla beraber yine hasret ve ıstırap dolu başka bir dünyaya girerdi. Bu, bir ucu İzmir’in Kordonboyu’nda

(15)

başla-yan, öbür ucu babasının hiç anlayamadığı ölümünde biten dünya idi. Orada da kendi çocuk muhayyilesine sığmayan bir yığın şey, orada da ölüm, gurbet, kan, yalnızlık ve içinde çöreklenen o yedi başlı ejder hüznü vardı” (s. 34).

“Mümtaz bunu bildiği gibi mesut olduklarını da biliyor ve onun için bu saadetin bir gün kaybolmasından korkuyordu. Evliliklerinin gecikmesi, genç kadının bu kadar beraber yaşamak arzu sona rağmen bir türlü evlenememeleri, onu içten içe keder-lendiriyordu” (s. 209).

Karakteristik Özellik: Duyumsal

“Gündüzleri, sadece yosunlu, rüzgârın, yağmurun sünger gibi delik deşik ettiği taş parçaları olan kayalar, bu saatte birdenbire canlanırlar, birdenbire, kudretleri ve cüsseleri insanın çok üstünde, talih gibi susan ve yalnız varlıklarının içimizdeki aksiyle konuşan bir yığın hayal varlık, Mümtaz’ın etrafını alırdı. Ve Mümtaz onların arasında küçücük cüssesiyle, içinde genişleyen hayat idrakiyle bütün benliğini saran o acayip, kökü çok derinlerde, korkunun rüzgarında dağılmaya çalışırdı. Bu, her şeyin ayrı şekilde dirildiği, seslerin kabartma kazandığı, derinleşen, dost yüzünü, sıcaklığını kaybeden göklerin altında insanoğlunun namütenahiye doğru küçüldüğü, tabiatın bize her taraftan “ne diye ayrıldın, sefi l ıstırapların oyuncağı oldun, gel, bana dön, terki-bime karış, her şeyi unutur, eşyanın rahat ve mesut uykusunu uyursun” dediği saatti. Mümtaz bu sesi ta belkemiklerine varıncaya kadar duyar ve manasını pek anlamadığı bu davete koşmamak için küçücük varlığı katılaşır, kendi üstüne kapanırdı” (s. 30-31).

“Bayazıt Camii’ nin yan tarafında, büyük kestanenin altında güvercinleri seyret-mek, Sahafl ar içinde kitap karıştırmak, tanıdığı kitapçılarla konuşmak, sıcak günden ve sert aydınlıktan çarşının birdenbire insanı kavrayan loşluğuna ve serinliğine girmek, bu serinliği çok arızi bir hal gibi teninde duya duya yürümek hoşuna giderdi” (s. 41). “Mümtaz’ın muhayyilesi, mesela büyük deniz ejderlerinin çektiği arabasında, etrafa köpük saçarak gelen bir deniz tanrısının, Nuran’ı elinden alıp bütün etraftaki parıltıların, onların arasından kıvranan, renkli bir akide şekeri hazırlanır gibi eriyen, balık sırtı gibi pul pul, her renkten, her perdeden kadife ve yosun kadar yumuşak gölgelerin toplandığı, en son haberini Andersen’in masallarından aldığımız o deniz altı saraylarından birine götürebileceğine pekala inanabilirdi. Bu şüphesiz bir hayal oyunuydu” (s. 42).

Karakteristik Özellik: Şizofrenik

“Bilhassa son günlerde uykuları adamakıllı bozulmuştu. Zorla uyuyabildiği birkaç saatte garip, daha ziyade kâbusu andıran rüyalar içinde geçiyor, uykularından, yattığı zamandan daha yorgun kalkıyordu. Asıl fenası fi kirlerini takipte çektiği güçlüktü. Her düşünce biraz ilerleyince azaplı bir rüya halini alıyordu. Bugün bile yolda gelirken hiç

(16)

istemediği, kendi kendine birtakım el hareketleri yaptığının farkında olmuştu. Mümtaz’a o zamanlar tesadüf edenler ihtiyatsız yapılan işaretlerle hatta kendi kendisine küçük ve kısa söylenişlerle, zıt birtakım düşünceleri kendisinden uzaklaştırmaya çalıştığını hatırlıyorlardı” (s. 52).

“Mümtaz çenesinin ucuyla bir işaret yaptı: – Onu, benliğimi. Yani benliğim dediğiniz şeyi.

– İstersen al. Tekrar tecrübeye girmek istersen al ve el tekrar çenesinin hizasında açıldı, fakat Mümtaz’ın gözleri bu sefer de elin kendi parıltısında kaldı. Mümtaz, yanı başındaki adamın Suat olduğunu, böyle bir şeyin bütün imkansızlığına rağmen biliyordu.

‘Ölüler böyle sokakta dalaşırlarsa hayatın tadı kalır mı?’ diye düşündü ve yan gözle, “hakikaten o mu?” der gibi yavaşça baktı. Evet, Suat’tı. Fakat ne kadar değişmişti? Olduğundan çok büyük, çok güzel, adeta muhteşem bir Suat’tı bu. Hatta birkaç saat evvel rüyasında gördüğü Suat’tan daha güzel, daha muhteşemdi. ...

– Suat, dedi. Niye geldin? Niçin beni bırakmıyorsun? Bütün gün ve gece benimle uğraştın! Yeter artık! Beni bırak. Konuştukça ürkekliği gitmiş, onun yerine garip bir isyan hissi geçmişti.

– Bırak beni artık! Sonra bir ölüye bu kadar sert hitap ettiğinden pişman oldu. ... – Niye gelmeyeyim Mümtaz? Ben zaten senin yanından hiç ayrılmadım! Mümtaz başını salladı:

– Evet, hiç ayrılmadın, adeta bana musallat oldun...” (s. 383-386). Karakteristik Özellik: Obsesif, ümitsiz, yoğun ölüm korkusuyla dolu “Ümitsizlik, ölümün şuuru, yahut bizdeki terbiyesi... Onun hayatımızdaki bir yığın kıskacı... Sevilen şeylerin birbiri peşinden inkârı. Babam gibi olacağım korkusu. Nihayet, ne yapsam bir türlü ölümden kurtulamayacağım” (s. 125-126).

“... Düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve korku vardır. Bilhassa korku vardır. İnsanoğlu korkan mahluktur. ...Hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?” (s. 132).

“...Fakat Mümtaz da, kendisinde muzlim bir tarafın bulunduğundan şüpheliydi. Maziyi sevdiği için değil, ölüm fi krinin tasallutundan kurtulamadığı için... Kaç defa Mümtaz bu musallat fi krin, onu başka insanlardan ayırdığı zannıyla ıstırap çekmişti. Ta çocukluğundan beri rüyalarını kuran zemberek bu sabit fi kir değil miydi?” (s. 171). “Çocukluğundan tanıdığı, o acayip yalnızlık ve talih böylece bir hiç yüzünden canlandı” (s. 174).

“Fakat Mümtaz ikisinin ortasında sonuna kadar sallanacağını biliyordu. Ben zayıf adamım; sadece zayıf yaratılmış bir adam. Fakat hangimiz zayıf değiliz?.. Bu son sözü

(17)

söylerken Suat’ı düşündüğünü kendisi de biliyordu. Nitekim girdiği küçük kahvede cebinden mektubunu çıkararak kim bilir kaçıncı defa okumaya başladı.” (s. 335 -336) “Ben müdafaasız adamım!” Birdenbire söylediği söze kendisi de şaşırdı. Hakikaten müdafaasız adamdı. Ona insanlar kendilerini ve arzularını zorla kabul ettirirlerdi. Sade bu kadar mı ya? Düşüncesi hep Nuran’ın etrafında dolaşıyordu. ... Yenicami’nin ke-meri altında bir daha “müdafaasız adamım...” diye tekrarladı. “Her şeyimi alabilirler ...” (s. 337).

“Kendisini son derece bedbaht duyuyordu. Sanki bütün bu cürümleri kendisi işlemiş gibi ıstırap çekiyordu ve sadece hiçbir kabahatin karşılığı olmadan çektiği bu azapla, insanlığın nasıl bir bütün olduğunu, bu bütünlüğe karşı yapılan her hareketin nasıl bir günah olduğunu bir kat daha anlıyordu. Artık hiç kimseyi tek başına düşüne-miyordu; ne Nuran, ne İhsan ağabeyi, ne yenge, ne Macide, ne yazacağı kitap, hiçbiri yoktu” (s. 372).

Karakteristik Özellik: Güvensiz

“Şimdi Nuran’ın karşısında onun güzelliklerini, bu küçük kaçışların, arzu, iştah ve itiyatların üstüne çıkan bir bakışla sayıyor, bu kadar değişik şekilde güzel bir kadının yanı başında geçecek hayatı, imkânsız bir şey gibi düşünüyordu. Tam adını koymadığı bir nevi ümitsizliğin verdiği pervasızlıkla gözleri genç kadının yüzünde, ellerinde dolaşıyordu” (s. 111).

“Mümtaz Nuran’ı her eve bırakışında bunu sonuncu zannederek korkardı. Ona göre insan ruhunun en az tahammül edebildiği şey, -belki daha ötesi olmadığı, kendi-mize mühlet vermeden yaşamaya mecbur olduğumuz için olacak- saadettir. Istırabın içinden geçeriz” (s. 209).

“Mümtaz bunu bildiği gibi mesut olduklarını da biliyor ve onun için bu saadetin bir gün kaybolmasından korkuyordu. Evliliklerinin gecikmesi, genç kadının bu kadar beraber yaşamak arzu sona rağmen bir türlü evlenememeleri, onu içten içe keder-lendiriyordu” (s. 209).

“...Kendisine güvenmiyordu. Hayatta kendisi için tek bir adım atamayacak kadar zayıftı” (s. 221).

“Ben zayıf adamım; sadece zayıf yaratılmış bir adam. Fakat hangimiz zayıf değiliz?” (s. 335).

“Ben müdafaasız adamım!” Birdenbire söylediği söze kendisi de şaşırdı. Hakikaten müdafaasız adamdı. Ona insanlar kendilerini ve arzularını zorla kabul ettirirlerdi. Sade bu kadar mı ya? Düşüncesi hep Nuran’ın etrafında dolaşıyordu. ... Yenicami’nin ke-meri altında bir daha “müdafaasız adamım...” diye tekrarladı. “Her şeyimi alabilirler ...” (s. 337).

(18)

Karakteristik Özellik: Kıskanç

“...Bütün bunları yaşarken genç adam, bu duyguların arkasında işleyen zembereği gayet iyi tanıyordu. Hakikatte o, kendisine bir iç nizamı arıyordu. Kelimeleri, hayalleri canlandıracak bir ateşin peşindeydi. Fakat oyun daha başında değişmiş, bilerek girdiği imtihanda Mümtaz mağlup olmuştu. Bu gayet garip bir düşünceydi. Zaman zaman Mümtaz saadet duygusundan uyanıyor, “acaba lüzumundan fazla mı?” diye kendine soruyordu. Sade bu sual aşklarının cennetini, yapmacık bir cennet haline getiriyordu. o kadar mesut olduğu bütün yaz boyunca adeta çifte denecek bir hayat yaşamıştı. Garibi bu ki, kendi hislerine karşı beslediği bu şüphe, kendi kendisini bu göz altında bulunduruş, ne Nuran’ a karşı olan sevgisini azaltmış, ne de bu sevgi yüzünden zaman zaman çektiği ıstırapların hakiki olmasını menetmişti. İşte şimdi de kendisiyle aynı şekilde konuşmaktaydı; “Ben budalayım... kendimi zorla telkin altına sokuyorum” (s. 277-278).

“Bu kıskançlıktı. Aşkın öbür çehresi olan kıskançlık. Bütün hazların ve saadetlerin, bizi mesut eden tebessümlerin, ahitlerin, ümitlerin tekrar gerisin geriye dönüp, keskin bıçaklar, çok sivri neşterler halinde içimize saplandığı kıskançlık. Mümtaz’ın aylardır tanıdığı ve tattığı bir şeydi bu” (s. 311).

“İstanbul’da Mümtaz için korkunç bir hayat başladı. Adım adım Nuran’ı takip eder gibi yaşıyor, fakat onun bulunduğu yere yaklaşamıyordu. Nadir karşılaşmalarında ise Nuran’ın rahat dostluğuna cevap veremiyor, şaşkın ve asabi, bazen delice kıskanç, bazen ölesiye hayran bir ruh haleti içinde genç kadını rahatsız ediyordu....Nuran’ın kendisinden uzaklaşmasını kabul edemiyordu. Biraz sonra bu uzaklaşma için başka sebepler aradı. Genç kadının hayatına tekrar şüphe ile bakmaya başladı. Bazen de Suat’ın ölümünün kendisini bu kadar müteessir etmesini başka sebeplere yoruyor, bir kelime ile Nuran’ı bir ölüden kıskanıyordu” (s. 311).

Karakteristik Özellik: Marazi âşık

“Çocukluğunun hazin tesadüfl eri ona, her sevdiği şeyi kendisinden çok uzakta, erişilmez bir alemde düşünmek itiyadını vermişti; nasıl aşkı keskin günah ve ölüm fi kriyle beraber, yani bir nevi telafi si kabil olmayanın mükafat ve azabı olarak tanı-mışsa, bu uzaklık düşüncesi de onda o yıllarda kök salmış bir düşünce idi. Kaldı ki, Mümtaz çocukluğunun bu miraslarını, çok zihni, şartlarına göre az çok marazi ve şiirin terbiyesine erken açılmış bir ergenlik çağında ve bütün gençliği boyunca, ta Nuran’ı tanıdığı aylara kadar, kendi isteğiyle derinleştirmişti” (s. 276).

“Okuduğu ve beğendiği şairler, başta Poe ve Baudelaire olmak üzere hepsi ‘asla’nın prensi değil miydiler? Onların başkişileri hep ‘olamaz’ burçlarında sallanmış, ömürleri ‘imkansız’ın ülkesinde geçmişti. Hayatımızı geriye dönemeyecek bir uca taşımazsak, şiirin peteğini nasıl doldururduk?” (s. 277).

“... çok mühim bir tarafının yalnız Nuran’ı düşündüğünü anladı... ‘Kaç aydır, sadece sarsıntı halindeyim...’ Nuran’ın adı bir sıtma gibi vücudunu dolaştı” (s. 340).

(19)

“Bütün füsun sönmüş... Üç haftadır uğraşıyorum. Bir sahife bile yazamadım! Galiba yazamayacağım... Nuran’ın gitmesiyle zihni hayatı durmuş gibiydi. Sanki genç kadın bu mazi rüyasının bütün canlı ve güzel tarafl arını beraberinde götürmüş, yerinde tıpkı Mümtaz’ın hayatı gibi bir kül yığını kalmıştı. O kadar dikkatle hazırladığı, beraberinde yaşadığı kahramanlar, bir daha dirilmeleri imkan olmayan gölgeler, sıska ve cansız kuklalar olmuşlardı” (s. 332).

“Mümtaz, Nuran’ın aşkına bir tecrübe gibi bakmıyordu. O hayatının bir parça-sıydı, hem büyük bir parçasıydı. Onunla pek az insana nasip olan şeyi, aşkı ve uzviyeti ilahileştiren bir anlaşmayı tatmıştı. Bu kendi saadetiydi, saadetini fedaya razı değildi.... O gün akşama kadar surlarda dolaştı. Kendinden uzak, biçare, yorgunluktan bile habersiz, terk edilmiş olmanın azabına bürünerek yürüyordu. Bazen realiteyi görüyor:

– Beyhude yere Nuran’ı itham ediyorum... diyordu. Bu, hissiliğinden geliyordu. ... Daha muvazeneli bir adamda bu aşk neler yapmazdı?. Birdenbire durdu:

– Fakat daha muvazenelisi bu tarzda sevebilir miydi acaba? Hatta sevilebilir miydi? ... İhsan’ın hakkı var. Hayat benden fi kir ve belki de mücadele istiyor. Hissi duruşlar değil! Birden bire içinde bir isyan yükseldi. Fakat bunun için Nuran’ı unutmak behe-mehal şart mıydı? Hem niçin unutmalı, neden kendisini fakirleştirmeliydi” (s. 334).

Mümtaz, yalnızca travmatik geçmişi nedeniyle “nevrotik, melankolik, depresif” ve en nihayetinde gerçek dünyadan kopmuş bir “şizofrenik” değildir, aynı zamanda içinde yaşadığı toplumun ve İkinci Dünya savaşı eşiğindeki insanlığın acılarıyla hemhâl “duyarlı bir entelektüel”; bireysel acılarıyla toplumsal “sorumluluk bilinci” arasında sıkışıp kalmış bir aydındır. Yoksul çocukların, savaşın eşiğine gelip dayanmış insanlığın acılarını yüreğinde hisseder. Böylesine “ruhsal bunalımlar” yaşayan bir karakterin entelektüel yönünün güçlü olması ve toplumsal duyarlılıkları çelişkili gibi görünebilir. Ancak Allport’un da belirttiği üzere, karakteristik özellikler her ne kadar görece kararlılık gösterse de birbiriyle ilgisiz gibi görünen tepkiler bağlantılı olabilir ve tek bir kişilikte birbirine zıt bileşimler, karşıt karakteristik özellikler bulunabilir.26

Karakteristik Özellik: Entelektüel

“Roman, hikâye, manasını bir türlü kavrayamadığı şiir kitapları bu senenin asıl arkadaşlarıydı.” “...Daha on yedi yaşında Mümtaz kendisini bir eşiğin önünde, onu geçmek için hazır buluyordu. Eski divanları okumuş, tarih zevkini almıştı” (s. 39).

Mümtaz; “sevgi dolu, şefkatli ve sevecen” bir kişiliğe sahiptir. İhsan’ın hastalığı karşısındaki şefkatli ve duyarlı tavrı, Macide’ye ve yeğenlerine duyduğu sevgi bunun göstergesidir. Mümtaz’ın yaşadığı türden psikolojik buhranlar kişilik bozukluğundan değil ruhsal travmalardan kaynaklandığı için olumlu kişilik özelliklerine sahip oluşu ile psikolojik rahatsızlıkları bir tezat teşkil etmez.

(20)

Karakteristik Özellik: Sevgi dolu, duyarlı, hassas, nazik, sorumluluk sahibi “Bir hasta bakıcı bulmak zorunda idi. ...Evet, gidip hasta bakıcı bulmalıydı. Öğleden sonra da kiracı denen derde uğraması lazımdı. ...Mümtaz, üç gündür bu has-tabakıcının peşinde idi. Bir yığın adres almış, telefonlar etmişti” (s. 10).

“İhsan’ın bu seferki hastalığı, zaten sıkıntı içinde olan genç adamı temelinden sarsmıştı. Doktorun ağzından zatürree kelimesini duyduğu andan itibaren, garip bir teheyyüç içinde yaşıyordu” (s. 22).

“Sabiha ile adamakıllı uğraşacak biri lazımdı. ...Mümtaz, küçük yeğeninin hâllerine içinden gülümsedi” (s. 10).

“Mümtaz,(küçük) kızın solmuş yüzüne, içeriye kaçmış gözlerine, elinden geldiği kadar neşe ile baktı” (s. 18).

“Mümtaz, Macide’nin yorulmaması için elbette bir çare bulurdu” (s. 18). “Mümtaz ise, baba mirası olduğu için bir türlü bu kirayı aklından çıkaramayan yengesini kırmak istemezdi” (s. 20).

Sonuç

Mümtaz karakteri etrafında şekillenen Huzur romanı “psikolojik anlatı” özellikleri taşıyan bir eserdir. Romanda öykü zamanı, İkinci Dünya Savaşı patlak vermeden önceki yirmi dört saat olmasına rağmen yazar, bu sürenin bazı bölümlerini geriye dönüşlerle ve kimi zaman kısmi ileriye gidişlerle genişletir. Böylece “eş zamanlı” ve “sonradan öyküleme” tekniklerini birlikte kullanarak “karma anlatı” yoluna gider. Yazarın bu teknikleri uygu-ladığı yer yoğunlukla Mümtaz’ın iç dünyasıdır. Birinci bölümde kısmî geriye dönüşlerle Mümtaz’ın çocukluk travmaları, İhsan ve Macide’nin himayesinde geçen ilk gençliğindeki kişilik gelişimi, entelektüel ve psikolojik yapısı verilir. İkinci ve üçüncü bölümlerde geriye dönüş ile bir yıl öncesi Nuran’la Mümtaz’ın tanışması, gelgitlerle dolu aşkları, Suat’ın “marazî hâlleri”, intiharı ve nihayet Mümtaz’ın yaşadığı hüsran anlatılır. Son bölümde, yine vaka zamanına (İkinci Dünya Savaşı başlamadan bir gün öncesi) dönülerek Mümtaz’ın psikolojik çöküşü gözler önüne serilir. Mümtaz’ın sanrılar gördüğü ve ölü Suat’la konuştuğu son bölümde psiko-anlatı, anlatımlı monolog, alıntılı monolog teknikleri iç içe geçerken Mümtaz’ın (hayali) Suat’la konuşması sırasında ise kendi kendine konuşmaları öne çıkar.

Tanpınar’ın psikolojik anlatılarda karakterin zihninden geçenleri okura yansıtmada bu üç anlatım tekniğinin geniş olanaklarını ve anakronik düzeni (ileri ve geri zaman sapmaları) iç içe ve başarıyla kullanması anlatım tekniğine hâkimiyetini gösterir. Mümtaz’ın duygu ve hayallerinin ve çocukluk travmalarının anlatıldığı bölümler analiz edildiğinde, karakteristik özellik ifade eden kavramların çoğunun “psikoloji/ psikanaliz” terminolojisine ait oluşu yine Tanpınar’ın “psikolojik karakter” oluştur-madaki ustalığının/dikkatinin bir göstergesidir.

(21)

Seymour Chatman’ın öne sürdüğü “karakteristik özellik paradigması” bağlamında yukarıda, Huzur’dan örneklerle göstermeye çalıştığımız, Mümtaz’a ait karakteristik özellikler aşağıdaki gibidir:272829

Mümtaz’ın “Karakteristik Özellik Paradigması”

Tn = Mümtaz’ın Mizaç

Özelliklerini ve Duygu Durumunu İfade Eden Sıfatlar

Tn = Mümtaz’ın

Psikolojik Özelliklerini İfade Eden Sıfatlar

Tn = Mümtaz’ın

Karakteristik Özelliklerine İşaret Eden Diğer Sıfatlar

C = MÜMTAZ - Kötümser/karamsar - İçe dönük, yalnız - Kıskanç - Kuşkucu, güvensiz - Hayalperest - Utangaç - Melankolik27 - Depresif28 - Yaşam Doyumu29 Düşük - Kronik Mutsuz30 - Nevrotik31 - Düşünceli-hassas - Diğergam - Sorumluluk sahibi - Şefkatli - Gözlem gücü kuvvetli - Duygusal olarak çalkantılı - Suçluluk duygusuna sahip - Kırılgan - Endişeli - Kederli, ıstıraplı - Huzursuz - Umutsuz - Kaygılı (Anksiyete)32 - Obsesif(Takıntılı)33 - Duyumsal (Sensory)34 - Şizofrenik35 - Travma etkisinde (Travma sonrası Stres Bozukluğu36)

- Analitik düşünebilen - Enetelektüel

27 Melankoli: Melankolik, kelimesinin yaygın kullanım anlamı “karasevdaya tutulmuş” kimsedir.

Melan-kolinin klinik psikoloji alanında hafi f depresif epizot, depresyon gibi ruhsal bozukluklarla ifade edilir. Melankoli, bir kişilik özelliği olarak da görülmektedir. Melankolik kişi özellikleri de şöyledir; Karamsar ve kederli ruh hali, gelecek hakkında olumsuz düşünme, kötümser düşünceler, hayattan zevk alamama, saplantı ve korkular, hayattan zevk alamama vb. (Bkz. https://www.e-psikiyatri.com/melankolik).

28 Depresyon: Yorgunluk, enerji kaybı, değersizlik hissi, suçluluk duyguları, kararsızlık, konsantrasyon

bozukluğu, uyku bozuklukları, haz yitimi, huzursuzluk, ölüm korkusu, tekrarlanan ölüm/intihar dü-şünceleri gibi belirtilerin en az iki hafta boyunca devam ettiği psikiyatrik rahatsızlık. (Geniş Bilgi İçin Bkz. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013, s. 92-94 ve https://www.e-psikiyatri.com/kategori/depresyon-eriskin-psikiyatri). Depresif: Deprosyanda/ depresyona yatkın kişi, depresyonla ilgili.

29 Yaşam Doyumu: Pozitif psikoloji ile ilgili bir kavramdır. Yaşam doyumu, kişinin bir bütün olarak kendi

yaşamının genel kalitesini olumlu olarak değerlendirmesinin derecesidir. Yaşamın belirli alanlarından tatmin gibi bir seviyede değerlendirilebileceği gibi yaşamın geneli içinde de değerlendirilebilmekte-dir. (Daha Geniş Bilgi İçin Bkz. Aşan, Ö. ve Erenler, E. (2008), İş Tatmini ve Yaşam Tatmini İlişkisi, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 2, 203-216).

(22)

30313233343536

Sabahattin Çağın Tanpınar’ın romanlarında kahramanların özellikle “cemiyet hayatı söz konusu olduğunda” derviş-meşrep kişiler olduğunu, tereddütler ve iç çatışmalar ya-şayanların ise eşikte yaşayanlar olduğunu belirtir.37 Bu noktada Mümtaz yukarıda

karak-teristik özelliklerinden de anlaşılacağı gibi “eşikte yaşayanlar” grubune dâhil edilmelidir.

30 Kronik Mutsuzluk: Sürekli üzgün olma, mutluluğa ulaşamama hâli. Belirtileri: yasama sevincinin

azalması, hayata karşı genel bir ilgisizliktir. (Bkz. https://mavitac.com/terapioku-193-tukenmislik_ve_ kronik_mutsuzluk.html).

31 Nevroz: Organik veya nörolojik kökenli olmayan, kısmen çarpıtmaya uğrasa da gerçeklikle ilişkinin

henüz kaybolmadığı, ruhsal kökenli rahatsızlıkların ortak adı. Nevrotik: Nevrozla, bu hastalığı taşıyan kişiyle ya da bu hastalığa özgü davranışlarla ilgili. (http://www.psikolojisozlugu.com/)

32 Kaygılı (Anksiyete): Anksiyete (kaygı) bozukluğu yaşayan kişiler panik seviyelerinin yükseldiği kriz

durumlarında sanki çok kötü bir şey olacakmış duygusuna kapılarak içinde bulundukları durumu olduğundan daha kötü, tehlikeli görme eğilimindedirler. (https://www.psikologofi si.com/psikolojik-rahatsizliklar/anksiyete-kaygi).

33 Takıntı (Obsesyon): Kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce,

fi kir ve dürtülerdir. Kişinin isteği dışında gelir ve kişi tarafından mantıkdışı olarak değerlendirilir, yoğun sıkıntı ve huzursuzluğa yani anksiyeteye neden olur. Obsesif: Obsesyonu olan kişi/obsesyonla ilgili. (Ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.psikiyatri.org.tr/).

34 Duyumsal: Fordam’a göre, duyumsal tipler, dış gerçeklikten sık sık koparak kendi iç âleminde yaşayan,

içe kapanık duyumsal bir yapıya sahiptir. Böyle kişiler için eşya değil, eşyaların uyandırdığı duyumlar önemlidir. Kendi zihinlerinde kurguladıkları bir hayal dünyasında yaşarlar çünkü dünya zaten bayağı ve çok aşina bir yerdir. İçe dönük duyumsal kişiler, otobüslere veya tramvaylara bakarken bile ateş kusan canavarları, insan yüzü ağaçları ve birden canlanan cansız maddeleri düşünürler. Gerçekte orada olmayan kişileri gördüklerini sanırlar. (bkz. Fordam, F. (2015), Jung Psikolojisisnin Ana Hatları, (A. Yalçıner, Çev.) İstanbul: Say Yayınları, s. 54-55).

35 Şizofreni: 1. Sanrılar, varsanılar, darmadağın konuşma, olağandışı psikodevinsel davranış, bilişsel

bozukluk, depresyon ve mani belirtileri ile seyreden psikiyatrik bozukluk. (bkz. Amerikan Psikiyatri Birliği, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Beşinci Baskı (DSM-5), Tanı Ölçütleri

Başvuru Elkitabı’ndan, çev. Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2013).

a 2. Bireyin gerçekle olan bağlantısını zamanla koparıp düşünce ve davranışlarda bozulmalar meydana

getiren bir ruhsal hastalıktır. (https://www.e-psikiyatri.com/sizofren-hastaligi).

36 Ruhsal Travma: Kişinin tutum, davranış ve işlevselliğinde uzun süreli olumsuz etkiye neden olacak kadar

yoğun ve belirgin korku, çaresizlik ya da diğer yıkıcı duygulara sebep olan rahatsız edici deneyim. Travmatik olayların kaynağı, savaşlar, terör olayları, kaza ve doğal afetler, insanların sebep olduğu istismarlar olabilir. (Prof. Dr. Sirel Karakaş, Psikoloji Sözlüğü, http://www.psikolojisozlugu.com/ TSSB:: Travmatik bir olay sonrası hissedilen korkular ve bedensel tepkilerdir. Kişiler bu korkunç olayları tekrar gözünün önüne geti-rerek yeniden yaşamaktadır. Fiziksel ağrılar ve uykusuzluk, travma sonrası stres yüzünden ortaya çıkabilen durumlardandır. https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberleri/anksiyete-nedir-anksiyete-belirtileri-nelerdir/

(23)

Çünkü o, çocukluğundan itibaren hassasiyetleri ile dış dünyanın gerçekliklerinin çatış-ması sonucunda, hayatı anlamaya çalışan üç boyutlu bir karakterdir. Huzur, Mümtaz’ın roman boyunca değişimi açısından değerlendirildiğinde Julian Rentzsch’in ifade ettiği gibi “Bildungsroman” özellikleri taşır bu doğrudur ancak “Mümtaz’ın saadeti arayıp da huzuru bulduğu” kanaatimizce üzerinde düşünülmesi gereken bir değerlendirmedir.38 En

azından (ve tabii ki en önemlisi) Tanpınar’ın titiz inşa süreci boyunca farklı nitelikleriyle anlattığı Mümtaz’ın “karakteristik özellik paradigması”; onun tereddütlerinin, melanko-lisinin, duygusal hassasiyetinin, kısacası bireysel “huzursuz”luğunun kanıtlarını sunar.

KAYNAKLAR

Allport, G. H., & Allport, F. H., Personality Traits: Their Classifi cation and Measurement.

Classics in the History of Psychology (16), 2000.

Aristoteles, Poetika, (S. Rifat, Çev.), İstanbul: Can Klasik, 2018.

Chatman, S., Öykü ve Söylem: Filmde ve Kurmacada Anlatı Yapısı, (Ö. Yaren, Çev.), Ankara: De Ki Yayıncılık, 2009.

Cohn, D., Şeffaf Zihinler: Kurmaca Eserlerde Bilincin Sunumu, (F. B. Aydar, Çev.), İstanbul: Metis, 2008.

Fordam, F., Jung Psikolojisisnin Ana Hatları, (A. Yalçıner, Çev.) İstanbul: Say Yayınları, 2015. Forster, E. M., Roman Sanatı, (Ü. Aytür, Çev.), İstanbul: Adam Yayınları, 1985.

Frye, N., Eleştirinin Anatomisi, (H. Koçak, Çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2015.

Stevick, P., Roman Teorisi, (S. Kantarcıoğlu, Çev., s. 176-194), Ankara: Akçağ Yayınları, 2010. Hilgard, A. v., Psikolojiye Giriş, (D. F. Öznur Öncül, Çev.), Ankara: Arkadaş Kitabevi, 2012. Edt. Rentzsch, Julian- Şahin, İbrahim, Tanpınar’ın Saklı Dünyası-Arayışlar-Keşifl er-Yorumlar,

Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2018.

Kantarcıoğlu, S., Türk ve Dünya Romanında Modernizm, İstanbul: Paradigma, 2007. Kay, M., Roman Nedir, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2018.

Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı-DSM-V.

(2013). (E. Köroğlu, Çev.) Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Lodge, D., Kurgu Sanatı, (A. Ören, Çev.) Ankara: Hece Yayınları, 2013.

Ortony, A., & Turner, T., What’s Basic About Our Emotions. Psychological Review, 1990. Pamuk, Orhan, Saf ve Düşünceli Romancı, İstanbul:İletişim Yayınları, 2011.

Sazyek, H., Roman Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Hece Yayınları, 2015. Stevens, A., Jung, (A. Çayır, Çev.), İstanbul: Kaknüs Yayınları, 1999.

Edt. Şahin, İbrahim; Depe, Deniz; Ankar, Nurcan, Bir Güneş Avcısı Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2018.

Tanpınar, A. H., Huzur, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010.

Wellek, R., & Warren, A., Edebiyat Teorisi, (Çev. Ö. F. Huyugüzel), İstanbul: Dergâh, 2005.

(24)

Referanslar

Benzer Belgeler

*En fazla ayırt edici maddeler bile yetenek ölçeği üzerindeki bazı yetenek düzeylerinde, daha az ayırt edicil maddelerden az bilgi verebilir ya da hiç bilgi

Benoit software was used to find the fractal dimension of the signatures and our data set that consisted of matched personal traits and the fractal dimensions of the signatures

İnek ve koyun sütünden üretilen Yaprak peynirinin KM oranı bakımından, Türk Gıda Kodeksi Peynir Tebliği’ne uygunluk arz ettiği; KM’de yağ oranı

Örnek: Deprem ve rüzgâr etkisinde olmayan bir yapının bir kolonunun bir kesitinde karakteristik sabit yükten 700 kN eksenel, 170 kNm moment, 60 kN kesme kuvveti

İşlemleri zihinden yapın ve şifreyi

 2- Coronal (frontal) Plan: Standart anatomik pozisyondaki bireyin vücudunu dikey olarak ön ve arka şeklinde tam ortadan ikiye ayırdığı varsayılan plandır.  3- Transvers

Üçüncü bölümde ise E Öklid uzayında Bertrand eğri çifti, Bertrand eğirlerinin 3 offset özelliği, Razzaboni yüzeyleri, Dual Razzaboni yüzeyleri, Bertrand

Sözlükte zincir, sıra gibi anlamlara gelen Silsilenâme bir soyun, bir neslin veya bir tarikatın geçmişle olan bağını gösteren vesikalar anlamına gelmektedir (Pakalın, 1983,