• Sonuç bulunamadı

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ve sorunları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ve sorunları"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Malik Aksel: İki genç kız - Malik Aksel: Two maiden.

Prof. Devrim ERBİL

Resim ve Heykel Müzesi Müdürü 27

(2)

Ömer Adil - Kadınlar atelyesi. - Ömer Adil. Woman’s studio.

İstanbul Resim ve Heykel Müzesi 1937 yılında Ulu Ön­ der Atatürk’ün emirleriyle Dolmabahçe Sarayı’nın Ve­ liaht dairesinde kurulmuş ve 20 Eylül günü halka açıl­ mıştır.

Açılışı Atamız tarafından yapılmış ve kendileri iki saati aşkın bir süre müzeyi gezmişlerdir.

Atatürk’ün resim ve heykel sanatı ürünlerini bir araya toplayan, kültür varlığının değişmez ve değerli biı ku- rumunu oluşturmak düşüncesini önceleri Ankara’da ger­ çekleştirmek istiyordu. O günleri yaşayan sayın ressam Malik Aksel’in bu konuda ilettiği bilgilere göre (1) yer olarak Hacıbayram yöresi seçilmişti. Hazırlıkların ye­ terince süratli gitmediğini gören Atatürk, Türk Tarih Kongresi için İstanbul’a geldiğinde Dolmabahçe Sarayı Veliaht dairesinin müze olarak düzenlenmesini emreder.

Bu kararın anlamı büyüktür. Sanatçıyı onurlandıran, yücelten Atamız İstanbul'un en görkemli bir yapısıı sa­ nat ürünlerinin toplanacağı ve sergileneceği bir yer ola­ rak değerlendiriyordu.

Müzenin düzenlenmesi için Batı'dan en yetkili uzman ve sanatçıların getirilmesi düşünülür ve Ataya iki isim önerilir: Matisse ve Franz Marc. Bu Sanatçılara iliş­ kin bilgi ve dokümanları inceleyen Atatürk Matisse'i seçer. Öneri Matisse'e iletilir. Matisse bundan gurur duyduğunu, ancak bu görevi daha yetkiyle yapacak bir uzmanı; ressam ve sanat eğitimcisi Léopold Lévy’i salık verir, Lévy Türkiye’ye çağrılır ve gelir. Güze1 2 Sa­ natlar Akademisi Resim Bölümü'nde öğretim Üyehğine ve İstanbul Resim ve Heykel Müzesi düzenleme çalış­ malarına başlar. Akademide müze düzenleme komitesi kurulur. Müze Müdürlüğüne atanan Halil Dikmen’in de katılmasıyla hazırlıklar yoğunlaşır. Ankaradaki devlet kurumlarından ve Bakanlıklardan getirilen sanat eser­ leri İstanbul’daki Camlı Köşk’ün uzun koridorlarında değerlendirilir. Seçilen Resimler Veliaht Dairesine ta­ şınır. Düzenleme komitesi resimleri müze duvarlarına

kendi elleriyle asar. (2) O, dönemin genç kuşak sanat­ çıları eserlerini müzeye bağışlarlar; Türk resim ve hey­ kel sanatının ilk koleksiyonu böylece biraraya getiril­ miş ve toplanmış olur.

20 Eylül 1937 günü Dolmabahçe Sarayında Tarih Kong­ resi çalışmalarını sürdüren Atamız müze olarak düzen­ lenen Veliaht Dairesine gelerek kurduğu bu kurumu, ülkemizin ilk çağdaş müzesini kendi elleriyle açtı.

Bu olay o günün koşulları içinde Türk resim ve heykel sanatının bir müze çatısı altında toplanıp bütünlük ka­ zanması, yerli-yabancı seyirci ve araştırmacıya sunul­ ması, tanıtılması, gelişiminin izlenmesi, nesiller atası kültür bağının kurulması, tarihsel sanat eserlerinin korunması, arşivlenmesi ve onarılması düşüncelerini içerdiği için büyük bir anlam taşır. Ayrıca çağdaş uy­ garlık düzeyine ulaşma coşkusu ve dinamizmi için­ deki Türkiye Cumhuriyetinin kültür varlığına ve değer­ lerine sahip çıkması olgusu, sanatın yaygın bir tabana mal edilmesi, sanat aracılığıyla çağdaş Türk insanının yaşama daha içten bağlanması ve yaratıcı tavrının be­ lirlenmesi amacını da İçerir. Müzenin çağdaşlaşması kavramı Türk insanının çağdaş uygarlık düzeyine ulaş­ masının yansıması olacaktır.

Ulu Önder Atatürk'ün büyük ve bilinçli bir önsezi ile kurduğu bu müze Atatürk ilkelerinin de somut bir ör­ neğidir.

Çünkü bir ülkenin uygarlık düzeyi sanatsal yaratıcılıkla ölçülür.

YAPISAL. NİTELİĞİ

İstanbul Resim ve Heykel Müzesinin yer aldığı Veliaht dairesi bir parçası olduğu Dolmabahçe Sarayının mima­

(1) Nisan 1981 de Malik Akset ile yapılan bir görüşme notlarındaan.

(2) Cemal Tollu : Resim ve Heykel Müzesi ve Atatürk, Akademi Dergisi sayı. 7.Sf.38.

(3)

ri özelliklerini taşır. Mimarları Amiro Balyan ve Nikogos Balyan'dır. Yapı 1856 da tamamlanmıştır. Amplr-Barok -Rokoko üslûplarının birleştiği binada bu özellik, mima­ ride olduğu kadar iç süslemede de yapının yeni müze işlevi içinde-seyirci ilgisini sanat eserlerinden uzaklaş­ tırdığı bir gerçektir. Ne var ki yapının inşa edildiği ta­ rihle müzede yeralan Türk heykel ve yağlıboya resim sanatının ilk örneklerinin yapıldığı yıllar arasında bir tarih yakınlığı vardır.

Bu başlangıçdaki tarihsel zaman beraberliği yapı ile sergilenen eserler arasında organik bir bağ kurar. Tarihle mekân atmosferi içiçedir.

MÜZEDE NELER VAR?

Bu günkü düzeniyle 24 salondan oluşan müze sergi­ leme alanlarında yer alan koleksiyon 19. yüzyıldan bu yana Türk resim ve heykel sanatının gelişim sürecini izlemeye olanak verecek en seçkin örnekleri içermekte­ dir. Bunların yanında sayıları az da olsa Derain, Utrillo, Bonnard, Marquet, Picassa, Matisse, Dufy, gibi ünlü Sanatçıların orijinal Yağlıboya ve gravürlerinden oluşan bir yabancı eserler koleksiyonu ile onu bir bakıma ta- mamlıyan çok sayıda ve üst düzeyde ünlü yabancı eser­ lerin kopyaları bulunmaktadır. Müzede Antik çağ ve Rönesans dönemlerini kapsayan heykel mulâjları, gale­ risi ile bağış yapıtlar salonu ve özgün baskı ve desen bölümleri vardır. Yakın bir gelecekte seramik bö'ümü ve sürekli sergilerin yer alacağı Halil Dikmen Galerisi seyirciye açılacaktır.

Bunların dışında müzenin restorasyon atelyeleri, Kü­ tüphane, Arşiv bölümleri çalışır durumdadır.

Kafeterya, slayt-kitap satış yerleri ve sanat atelyeleri- nin tamamlanması çabaları sürdürülmektedir.

Müze sayısı 2500 e yakın eserin koruyuculuğunu yap­ makta, yeni kurulan İzmir, Ankara Resim ve Heykel Müzeleri ile 16 Anadolu Güzel Sanatlar Galerisine de kaynaklık etmektedir.

Muzaffer Ertoran: Mustafa Esirkuş’un portresi. - Muzaffer Ertoran: Portrait of Mustafa Esirkuş.

MÜZE SALONLARI

Müzenin 24 salonunda ilk Türk yağlıboya ressamların­ dan günümüz sanat akımlarına dek uzayan Türk plâs­ tik sanatlarının bir panoraması çizilmektedir.

Salon düzeninde kronolojik sıra gözetilmiştir. Günümüz sanatçılarının sergilenmesinde ortak eğilimler, estetik ve teknik yakınlıklar, sanat görüşlerindeki ortak yanlar gözönüne alınmıştır.

Şimdi, kısaca müze salonlarına bir göz atalım.

İstanbul Resim-Heykel Müzesi'nin ilk salonu 19. yüzyıl ressamlarına ayrılmış bulunuyor. Salondaki eserlerin bıraktığı İlk izlenim resimlerin içten bir tabiat hayran­ lığı ile yapılmış olduklarıdır Tabiata açılış ve yağlıbo­ ya tekniği kullanma Batı sanat dünyası ile bir yakın­ lığın başladığını gösterir. Bu ilişkinin kökleri 15. yüz­ yıla kadar uzanmakla beraber, uzun süre Osmanlı min­ yatür ustaları ortak inançlardan kaynaklanan biçimler­ le şematik bir resim dokusu kurmuşlardı. Minyatür us­ tasının elinde tabiat ve insanları iki boyutlu düz bi­ çimlere çevrilir, eserlerinde süsleme duygusu ağır ba­ sardı. ilk salonun ilk resmi «Sultan I. Mahmut ve mai­

yeti» adlı eser, sarayın tören kurallarını belli bir tabiat ve mimarî dekor içinde anlatan, geleneksel nakkaş dav­ ranışının ve yığma prespektifln belirtilerini taşır. Min­ yatürler saray resim sanatının örnekleridir. Bu resmin hemen yanında Kırşehir Bektaşi tekkesinde bulunmuş bir tarikat resmi var. Konusu, tekniği ve dünya görü­ şüyle dinsel resim sanatını yansıtır. Saray resminin ve dinsel resmin yanısıra Osmanlı döneminde gelişen ve yaşayan belirtileri ile günümüze kadar uzayan bir de halk resmi vardır. Batı tekniğini benimsemekle be­ raber minyatür ve halk sanatı geleneklerinin de izlerini taşıyan bu ilk salonda, eserlerin sanatçıları «19 yüzyıl

ilk Türk yağlıboya ressamları» olarak anılırlar. Bunlar genellikle Yıldız Sarayı bahçesini, havuzlarını ve köşk­ lerini resmetmişlerdir. Türk halk resminin geleneklerini sezgileriyle yaşatmaya çalışan bu sanatçılar duygu,

dü-Rahmi Artemiz: Çocuk başı. - Rahmi Ar- temiz: Head of a child.

(4)

Ali Hâdi Bara: Havva. - Ali Hadi Bara: Eve.

şünce, görüş ve teknik özellikleri açısından 19. yüzyıl Türk resminde üslûp birliğine varmış bir topluluk olu­ yorlar.

Hüseyin Giritli, Osman Nuri, Hilmi Kasımpaşalı. Salih Molla Aşki, Fahri Kaptan bu salonda eserleri sergile­ nen sanatçılardan bazıları.

Müzenin 2. salonunda «Türk Klâsikleri» olarak nitele­ nen üç değerli sanatçının eserleri sergileniyor; Şeker Ahmet Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa ve Süleyman Seyyit Bey, tabiata gözlemci bir açıdan bakıyorlar. Minyatür tekniği ve anlayışıyla resim yapmayı gerilerde bırakıp prespektif, ışık, mekân, derinlik sorunlarıyla gelişen yağlıboya tablolarında dış dünyayı konu olarak ele alı­ yorlar. Böylece Türk resminin gelişim çizgisi batıya yö­ nelmiş oldu. Şeker Ahmet Paşanın Manzara resimleri Türk sanatının bu konudaki en yetkin örnekleridir. Ta­ biatın en küçük ayrıntılarına inilerek incelendiği bu eserlerde bütünün etkisi sürükleyicidir. Renklerindeki derinlik, tekniğindeki ustalık, yorumundaki duygululuk ve tazelikle büyülü bir uyuma götürmüştür.

Hüseyin Zekâi Paşa'nın sanatı üç ayrı döneminin be­ lirtilerini taşır. İlk eserlerinde ilk Türk yağlıboya res­ samlarının tavrı, sonra Türk klâsikleri içindeki sağlam yeri ve son döneminde de Türk empresyonistleri ara­ sında yorumlanabilecek nitelikleri doğanın ışık ve renk değişiminden kaynaklanan eğilimi.

Müzenin 3. salonunda Osman Hamdi Beyin ve Ahmet Ziya Akbulut’un resimler ivar. Müzeci, Arkeolog ve res­ sam olan Osman Hamdi bey Türk kültür kurumlanma oluşmasına öncülük etmesiyle de ünlüdür. Örneğin Sa- nayi-i Nefise Mektebi Alî'si (Bugünkü İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinin kurucusu olduğu gibi. Osman Hamdi Bey Türk resmine figürlü kompozisyonu getirmiştir. Konularının seçiminde batılı oryantalist ressamlar gibi davranırdı. Belki bir bakıma da akade­ mik sayılabilirdi. Bunlara karşın teknik gücünün yet­ kinliği, ustalığı, ayrıntılardaki titiz ve duyarlı işçiliği, hüneri ve ince zevki ile Türk resminin kendine özgü bir ustasıdır. Eserleri yalnız ülke içinde değil dışında da değerlendirilmiş, başarılar kazanmış ve yabancı mü­ zelerde yer almıştır. Aynı salonda eserleri yer alan Ah­ met Ziya Akbulut konu olarak çoğunlukla İstanbul'un eski ve tarihsel yapılarını ele almış, gerekli bir doğa hayranlığı ve tarihsel yapıların güzelliğini ve etkisini bağdaşıtrmaya çalışmıştır.

4. Salonda Ömer Adil. Şevket Dağ, Hoca Ali Rıza ve Halil Paşanın resimleri sergileniyor. Ömer Adil, Sanayi-i Nefise'nin Hanımlar kısmında bir atelye içini çalışmaa anında resimliyor.

Tarihsel belge niteliği kadar sanatsal değeri de yüksek bir resim. Şevket Dağ cami içlerini konu olarak alma­ sıyla tanınır. Buradaki resimleri de bunu kanıtlıyor. Hoca Ali Rıza manzara resimleri ile ünlüdür. Boğaziçi kıyıları, ağıllar, kayalıklar, ağaçlar, deniz ve eski ev­ lerle sokaklar resimlerine esin kaynağı oluyordu. De­ seni sağlam, tekniği usta, bakışı gerçekçidir.

(5)

Halil Paşa İle Türk resminin gerçek empresyonist dö­ nemi başlar. Gerçeğe bağlı gözlemci dönem aşılır. Ha­ lil Paşa'da iki dönem belirli ve kesin çizgileri ile ya­ şanmıştır. Sergilenen resimleri kendi sanatı içindeki ayırımı olduğu kadar Türk resmindeki bir dönemin de sınırını belirler.

5. Salon Türk empresyonistlerine ayrılmıştır. Bu salon­ da yer alan Nazmi Ziya, Çallı İbrahim, Ruhi, Avni Lifij, Namık İsmail, Feyhaman Duran, Sami Yetik, Vecih Be- reketoğlu. Hikmet Onat ve Eşref Üren gibi usta ve ünlü sanatçılar kendilerinden önceki dönemin belirgin nite­ liği olan objektif yorumculuğa, gözlemci gerçekçiliğe karşı doğayı renk ve ışık kaynaşması içinde görüp izlenimlerini bu titreşimler aracılığıyle ve bunu sağlı- yacak bir fırça vuruşu tekniği ve üslûbuyla anlatabil­ me yolunu seçiyorlardı. Işık değişmeleriyle ortaya çı­ kan, azalıp çoğalan güzelliklerin peşindeydiler. Özel­ likle İstanbul; Boğaziçinin mavisi, camilerin çinisi ve doğasının görsel atmosferi ilk bu sanatçıların yapıtla­ rına girmiş, bu yerel özelliklerin katkısıyla Türk em­ presyonizmi kendine özgü bir anlam ve kişilik kazan­ mıştır.

6. Salonda yer alan resimler en az sanatçıları kadar ünlüdür. Namık İsmail'in «Harman», Çallı , İbrahim’in

«Manolyalar», Avni Lifij'in «Kendi portresi». Nazmı Zi- ya'nın «Fırtınassı, Hikmet Onat’ın «Kabataş İskelesi» resimleri müzenin bu görkemli salonunu daha anlamlı kılıyor.

7. Salonda Hale Asaf, Şeref Akdik, Hamit Görele, Mu­ hittin Sebati, Malik Aksel ve Elif Naci’nin eserleri yer alıyor.

8. Salonda eserleri yer alan Zeki Kocamemi ile Ali Çelebi’nin adları Türk Resim Tarihinin anlatım düzeni içinde genellikle birlikte anılır. Bunun nedeni bir ras- lantı değildir. Türk resmine konstruktivist eğilimi ge­ tirmelerinden kaynaklanır. Kocamemi ve Çelebi 1922-27 arası Almanya'nın Münih kentinde Hans Hofmann'ın atölyesinde çalıştılar. O yıllarda Kübizm ve çevresi sanat anlayışı Avrupa'da yaygındı. Empresyonist anla­ yış, biçimleri ışık oyunları içinde eritip parçalıyordu. Oysa biçimsel bütünlük bu dağılmayla etkinliğini yitir­ memekteydi. Kübizm çevresi sanatçıları geometrik dü­ zenin, hacımların aracılığıyla yapısal bütünlüğü koru­ mayı amaçladılar. Büyük kitle hareketlerinin sağlam yapısı üç boyutlu inandırıcı mekânlarda belirgin olarak yerini alıyor, renkten önce «ayakları yere basan» bir desen anlayışı önem kazanıyordu. Kocamemi ve Çelebi batıdaki eğitim dönemleri içinde konstruktivizmi be­ nimsediler ve yurda dönüşlerinde bunun savunucusu oldular.

Türk resmi batılılaşma süreci içinde bu örneği de­ falarca yaşıyacaktır ve yaşamaktadır. Bu bir bakış açısından doğal, bir başka açıdan da tartışma götü- renk bir olgudur. Çağın genel akışı dışında kalmak olanaksızdır. Yenilik aktarmacılığı gerekli ve giderek zorunlu bile gözükebilir. Ne ki, yaratıcı, bilinçli ve top­ rağının kültürel köklerinden güçlenen özgün bir

yoru-Mehmet İhsan: Uzun saçlı kadın. - Mehmet İhsan: Woman with long hair.

İlhan Koman: Demir. - İlhan Koman: Iron.

(6)

mun sanat kişiliğini ve üslûbunu daha sağlıklı bir bi­ çimde oluşturabileceği gerçeği de gözden ırak tutul­ mamalıdır. Batı hayranlığının yerini kendine-ve kültürü­ ne güvenme duygusu aldıkça Türk sanatçısının yete­ neği çok daha üst düzeylerde eser verecek güçtedir.

Kocamemi ve Çelebi'nin yurda döndükleri dönemde akademik empresyonizm işlevini tüketmişti. Sanat or­ tamı durgun ve cansızdı. Türk resminin yeni bir dina­ mizme ve aşılanmaya gereksinimi vardı. Bu iki usta bu görevi üstlendiler. Ülkemizin 1930 lordaki toplumsal dinamiğine koşut sanatsal oluşumu sağladılar.

Kocamemi «Mekkare Erleri» gibi Kurtuluş Şavaşımızı ele aldığı konulardaki biçim düzeni, kunt ve sağlam yapılı kompozisyonları ile önemli bir sanatçımızdır. Öl­ çülü ve dengeli tutumu ile biçim karakterlerini aşırı zorlamalara götürmez.

Ali Çelebi’nin döğa ve insan yorumunun özünde an­ latımcı unsurlar vardır. Bunu sağlamak için deformas- yonu ve biçimin «expressif» vurgu gücünü özellikle kullanır. Güncel konuları ele olıyoor görünmesine kar­ şın resimsel sorunlar ve kuram çoğu kez daha öndedir. 9. Salonda Ayetullah Sümer, Edip Hakkı Köseoğlu Ali Karsan, Mahmut Cüda, Cevat Dereli ve Cemal Tol- lu’nun resimleri yer almaktadır.

Müzemizde Türk sanatını yansızmakta kullanılan yön­ temin kronolojik bir sıra olduğunu belirtmiştik. Oysa yaşayan kuşaklara gelindikçe ortak eğilimleri bir arada sunmak geçerli ve tutarlı bir yol olarak benimsenmiştir. Bu salondaki sanatçıların ortak özelliği doğa gerçeğini kişisel yorumları açısından yakalama ve yansıtma is­ temleridir.

Gerçeği belli bir kuramın ilkeleri içinde vermek yerine gerçeğe yakınlığı sağlayacak tekniklerle betimlemeyi amaçladıkları söylenebilir. Bir ekol olarak nitelenmeleri söz konusu değildir. Aralarında temelden görmüş ay­ rılığı olan sanatçılar da vardır.

Örneğin Edip Hakkı Köseoğlu teknik yetkinliğe ula­ şabilme çabasını sürdürmekte, Şefik Bursalı yetenek sınırlarının beğenisi ile yetinmekte, Ali Karsan, Ayetul­ lah Sümer ve Mahmut Cüda doğayı gerçekçi bir tek­ nikle vermekteler.

Cevat Dereli ve Cemal Tollu gerçeği özel bir yorum­ lama alanında kişisel üslûbun belirmesi amacıyla kul­ lanırlar. Cevat Dereli'de resim yüzeyi derinliğine zor­ lanmaz. İki boyutun sınırları içinde geleneksel Türk minyatür ve halk sanatının anlatım biçimi benimsenir. Cemal Tollu Anadolu topraklarında kökleşmiş uy­ garlıkların ürünlerini ve özelliklerini antikçağ sanatına duyduğu hayranlıkla sağlam desenli yapıya ve acık-ko- yu renk değerlerine önem veren bir yaklaşımla eserle­ rini oluşturmuştur.

10. Salonda Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Turgut Zaim, Re­ fik Epikman, Zeki Faik İzer ve İhsan Cemal Karabur­ çağın resimleri sergilenmekte. Salonun genel niteliği

İbrahim Callı: Dikiş. - İbrahim Çallı: Sewing.

(7)

yöresel halk ve yapı sanatlarında esinlenen bir sanatçı topluluğunu bir araya getirmesidir.

Bedri Rahmi Eyüboğlu bu özelliğin en belirgin sanat­ çısıdır. Güçlü ve yaratıcı kişiliğiyle halk nakış sanatını büyük bir sevgiyle inceleyen Eyüboğlu coşku dolu eser­ ler yarattı. Eren Eyüboğlu'na da yansıyan bu eğilim onda daha çok portre ve figürler kompozisyonlar şek­ linde belirdi. Eren Eyüboğlu'nun Anadolu gezi izlenimle­ rini yansıtan peyzajları da ayrıca değer taşır.

Turgut Zaim minyatür sanatından yararlandığını yad­ sımaz. Güncel konular, halk yaşamının süregelen gele­ neksel biçimleri onun resimlerinin değişmez temaları­ dır: «Orta Oyunu» «Halı dokuyanlar» gibi.

Zeki Faik izer «Sultanahmet Camii» adlı soyut res­ minde bir camii atmosferini yalnız renkler ve biçimler aracılığıyla verebilme çabasındadır.

İhsan Cemal Karaburçak doğayı, insanları ve nesne­ leri hayal ve fantezi dünyası'nın motifleri haline sokarak yeni anlamlara götüren usta bir sanatçıdır.

Resim-Heykel Müzemizin 10. Salou bir bakıma bir onur salonu olarak nitelenebilir. Türk Resim Sanatının 1950 dönemi ustalarından seçilen büyük boy örnekler­ le o dönem özetlenmektedir.

11. Salonda Avni Arbaş, Cihat Burak, Şükriye Dik­ men, Abidin Dino ve Orhan Peker’in resimleri var.

Avni Arbaş görüp-yaşadığı çevrenin izlenimlerini yan­ sıtıyor. Cihat Burak naif ve duygulu karakter ile «Me­ zar Taşları»nın, kedilerin ve tarihsel yapıların ressamı olarak tanınıyor. Orhan Peker’de doğanın herhangi bir varlığı; sıradan bir eşya, bir bitki ya da hayvan —özel­ likle kediler ve atbaşları— duygu ve düşünce gerçe­ ğinin çekiştiği sınırda soyuta dek uzanan yaratıcı öz­ gürlüğünün simgesi oluyor.

12. Salonda Maide Arel, Şemsi Arel, Ercüment Kal- mık, Nurullah Berk, Halil Dikmet ve Fikret Muallâ'nın eserleri yer alıyor. Ercüment Kalmık, duyarlığın ağır bastığı ilk dönemlerinde empresyonizmin, düşünce ve mantığın etkin olduğu son döneminde ise kübizmin izlerini taşır. Sanatın anlamını görünüşte değil, derin­ lik kazandıracak anlamda arar. Nurullah Berk seçtiği konularla, kullandığı bölgesel motiflerle, bağlı olduğu teknik ve duyarlığın geleneksel kökeni ile ulusal bir anlatım dilini oluşturma yanlısıdır. Halil Dikmen’in bu müzenin kurucusu, sanat eğitimcisi, yönetici ve sanat­ çı olarak değerli bir kişiliği ve anlamlı bir yaşamı var­ dır. Sanatı, Batı Rönesansı'nın, kübizmin ve soyut sa­ natın etkilerini taşıması olarak geniş bir genelleme çiz­ gisi içinde özetlenebilir.

13. Salon Sabri Berkel, Abidin Elderoğlu, Adnan Tu- rani ve Nejat Devrim'in eserlerine ayrılmış bulunuyor. Sabri Berkel'in sanaıt İtalyan Rönesans ustalarından soyut sanata dek değişik dönemlerinde başka etkileri içerir. Sonuç, Berkel’in çağdaş bir sanatçı olarak ver­ diği öznel üslûp bütünlüğü ve kişiliğidir.

Abidin Elderoğlu Türk kaligrafi sanatının çağdaş, ki­ şisel ve yaratıcı bir -düzeyde yorumu ve buna uygun olarak geliştirdiği yetkin tekniği ile uluslararası ba­ şarı düzeyinde, özgün Türk resminin seçkin bir us­ tasıdır.

14. Salon’da Ferruh Başağa, Lütfü Günay, Arif Kap­ tan, Cemal Bingöl, Leyla Gamsız Sarptürk, Hakkı Anlı, Haşan Kavruk ve İlhami Demirci'nin resimleri sergile­ niyor.

15. Salon Dolmabahçe Sarayı Veliaht dairesinin ca­ riye hamamı bölümüne rastlıyor. Burada Şadi Çalık, Hüseyin Gezer, Hakkı Karayiğitoğlu ve Kakkı Çavuş- gil'in çıplak heykelleri yer alıyor. Türk Heykel sanatı­ nın diğer örnekleri zaman eşliği gözönüne alınarak tüm

Şevki - Yıldızdan bir köşk. - Şevki, kiosk at Yıldız Park Salih Molla Aşkı - Yıldız Parkı. - Salih Molla Aşkî Park of Yıldız Serail.

(8)

Ercüment Kalmık: Soyut. - Ercüment Kalmık: Abstract.

salonlara serpiştirilmiş durumdadır. Bu yazının sınır­ ları içinde Türk Heykel sanatının gelişimini ele almak mümkün olamamıştır.

16. Salon ve koridorlarında Nuri İyem, Nedim Gün- sür. Şükrü Erdiren, Hüseyin Bilişik, Turgut Atalay, Mus­ tafa Esirkuş, Kristin Saleri, Selahattin Taran, İhsan Şurdum ve Müşerref Köktürk'ün resimleri var.

17. Salon Neşet Günal, Devrim Erbil, Burhan Doğan- çay, Mümtaz Yener, Özdemir Alton, Turan Erol, Alton Gürman, Adnan Çöker ve Serkis Zabunyan’ın resimle­ rine ayrılmıştır.

18. Salonda Fethi Kayaalp, Mustafa Pilevneli, Ömer Uluç, Şadan Bezeyiş, Dinçer Erimez, Reşat Atalık, Ömer Kaleşi ve Erdal Alantar'ın resimleri var.

19. ve 20. Salonlarda ise günümüz resminde varlık­ larını duyuran genç kuşakların seçkin sanatçıların eserleri izlenebilir.

Müzede ayrıca özgün baskı sanatçılarının eserleri topluca izlenebilir. Yabancı sanatçılara ayrılan salon­ larda Pierre Bonnard, Leopold Levy, Albert Marquet, Andre Derain ve Ultrillo'nun orijinal yağlıboya eserleri ile Picasso Matisse Dufy ve Pignon gibi çağımızın ünlü ustalarının özgün baskı eserleri yer almaktadır.

Yine müzemizde yabancı sanatçıların ünlü eserle­ rinin kopyalarından oluşan bir bölüm İle Antikçağ ve Rönesans dönemini kapsayan Heykel röprodüksiyonla- rı galerisi ile «Bağış Yapıtlar Salonu» bulunmaktadır.

Sürekli sergiler için ayrılan iki kütüphanesi, arşivi ve resim-heykel onarım atelyeleri ile müzemiz önemli bir işlevi yerine getirme çabası içindedir.

Ercüment Kalmık: Kıyı. - Ercüment Kalmık: Shore. 34

(9)

Oysa İstanbul Resim ve Heykel Müzesi bugün çok yönlü sorunlarla karşı karşıyadir. Uzun süre «yangına hassas bir yapı» olması nedeniyle kapalı kalmış vd çağdaş bir sanat müzesinin olmaması ne basını ne kamuoyunu ne de aydın çevrelerini hiç etkilememiştir.

3 Mart 1981'de yeniden halka açılan müzenin yaşıya- bilmesi, gerçek işlevini sürdürebilmesi için varlık nede­ ninin ve işlevinin gerekliliğine inanılması zorunludur.

Bugün ülkemizin en önemli resim ve heykel kolek­ siyonunu koruması toplaması ve sergilemesinin yanı sıra çağdaş sanat müzelerinin çalışma yöntemlerini uy­ gulama isteği ve heyecanı içinde olan müze yönetimi eleman, kadro, bütçe gibi sorunlar yüzünden gerekli etkinliği gösterememektedir.

Bulunduğu binasının koruduğu kolleksiyonun önemi­ ni ve uygar ülkelerin sanata verdikleri yerin — bir baş­ ka deyişle; sanatın bir uygarlık düzeyini yansıttığını ha­ tırlayarak — müzenin gelişmesini sağlamak hepimizin

görevidir. Bu nedenle, bugüne dek yolunuz düşmemiş ise lütfen müzemizi geziniz. Pazartesi ve Salı günle­ rinin dışında her gün saat 12-16 arası açıkıtr. Giriş ücretsizdir. Hem sanat havasını yaşayın hem de sorun­ larımızı tanıyın.

Ulu önder Atatürk’ün kendi elleriyle kurduğu bir müze Atatürk ilkelerinin gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyi­ ne ulaşmamız doğrultusunda neler yapılması gereki­ yorsa bunu sağlamak için yaptığımız girişimlere des­ tek olun.

Ata'nın sevdiği ve onurlandırdığı sanata ve sanatçı­ ya yakın olmak çağdaş olmanın da bir gereğidir.

(10)

THE ISTANBUL MUSEUM

OF PAINTING AND SCULPTURE

Devrim ERBİL

Atatürk had at first intended to open a mu­

seum of Turkish painting and sculpture in An­

kara, but preparations there proceeded so

slowly that he finally decided upon the Veliaht

(Crown Prince) Apartments in Dolmabahçe

Palace in Istanbul.

Matisse was invited to take charge of the ar­

rangement of the museum but, feeling unable

to undertake such a task, he recommended

instead the painter and teacher Leopold Levy,

who was immediately appointed to the Aca­

demy of Fine Arts and began work on the mu­

seum. A committee was set up with Halil Dik­

men as Director of the Museum and work

proceeded at a great pace with members of

the committee hanging the pictures with their

own hands. At the same time many young

painters donated examples of their own work,

thus enabling the committee to build up a

representative collection of Turkish art from

both the past and the present.

The museum now houses examples of painting

and sculpture ranging in date from the early

nineteenth century to the present day, as

well as a number of original oil-paintings and

engravings by such celebrated foreign artists

as Derain, Utrillo, Bonnard, Marguet, Picasso,

Matisse and Dufy. There is also an important

collection of reproductions. The Halil Dikmen

Gallery, which w ill be opened in the near fu­

ture, w ill house the ceramics collection and

temporary art exhibitions.

Nedim Günsür, bayram yeri. - Nedim Günsür, lunapark.

(11)

Oya Katoğlu: Evler. - Oya Katoğlu: Houses.

Apart from the exhibition galleries the mu­

seum will contain restoration workshops, a

library and archives, as well as a cafeteria

and a sales counter where books and slides

will be available.

The first room contains examples of Turkish

nineteenth century painting ranging from a

picture of Sultan Mahmut I and his retinue

displaying the influence of the old miniature

tradition to pictures of the gardens, pools and

pavilions of Yıldız Saray combining western

technique with local traditions of the minia­

ture and popular art.

The second room houses works by Şeker Ah­

met Pasha, Hüseyin Zekai Pasha and Süley­

man Seyyit Bey, who might be described as

Turkish «classical» painters. Here the old

(12)

Nurullah Berk: Kayıkçılar. - Nurullah Berk: Boatmen.

tradition of the miniature is replaced by a

naturalistic approach based on

â skilful em­

ployment of light and shade, perspective and

colour nuances.

The third room is devoted to the work of

Osman Hamdi Bey and Ahmed Ziya Akbulut,

in which the influence of the figurative paint­

ings of the European orientalists is clearly

distinguishable, while the fourth room is

devoted to the work of later painters such as

Ömer Adil, Şevket Dağ, Hoca Ali Rıza and

Halil Pasha.

In the fifth room we find examples of the work

of the Turkish Impressionists, while the sixth

room is devoted to paintings by contemporary

artists.

Referanslar

Benzer Belgeler

Birkaçı ba§ka müelliflere, büyük çoğunluğu İbn Sina'ya ait olmak üzere otuzdan fazla risaleyi ihtiva etmektedir.. incelediğimiz nüsha bu yazmanın 87a-107a

Tüketicilerin, çevre bilinci bakımından farklı pazar bölümleri oluşturdukları tespit edildikten sonra, ortaya çıkan pazar bölümlerinin demografik özelliklerine

Giderek, kendi gereksinimleri içerisin­ de güzel sanatlara gereken önemi veren insanoğlu, "sanat" kavramının yüceliğinin ve kendi kültürel gelişimindeki

Eklem kapsülü kıkırdağı oluşturan hücreleri besleyen ve sinoviyal sıvı adı verilen kaygan bir sıvı içerir.. Sinoviyal sıvının içinde aynı zamanda oksijen, nitrojen ve

Ancak bir hastada FESC ile frontal sinüs receslerini tam olarak temizleyebilmek mümkün olmadığından, frontal sinüsü tamamen dolduran fungus kitlesi klasik cerrahi yöntem olan

Kutis marmorata telenjektatika konjenita, telenjektazi, flebektazi, deride atrofi ve ülserasyon görülebilen nadir konjenital bir hastalıktır.. Etiyolojisi tam olarak

Kontrol ve tedavi grubundan elde edilen serum desaçile ghrelin sonuçları hem grup içi hem de gruplar arası karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı

fetvasını İnönü siperlerinde parça- j layıp, kanlı kanlı, Halife müttefik- j lerinin suratına fırlatan, Sakarya ve Dumlupmar mucizelerini yara­ tan halk,