• Sonuç bulunamadı

Deneysel olarak renal iskemi-reperfüzyon oluşturulan sıçanlarda diosmin+hesperidinin etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Deneysel olarak renal iskemi-reperfüzyon oluşturulan sıçanlarda diosmin+hesperidinin etkisi"

Copied!
55
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

TIP FAKÜLTESİ

GENEL CERRAHİ

ANABİLİM DALI

Tez Yöneticisi Prof. Dr. İrfan COŞKUN

DENEYSEL OLARAK RENAL İSKEMİ

REPERFÜZYON OLUŞTURULAN SIÇANLARDA

DİOSMİN+HESPERİDİNİN ETKİSİ

(Uzmanlık Tezi)

Dr. Cumhur DAĞLI

(2)

2

TEŞEKKÜR

Genel Cerrahi Uzmanlık eğitimim boyunca desteklerini esirgemeyen değerli hocalarım, Prof. Dr. Aydın ALTAN, Prof. Dr. Zeki HOŞCOŞKUN, Prof. Dr. Cengiz ERENOĞLU, Doç. Dr. A. Rahmi HATİPOĞLU, Yrd. Doç. Dr. Atakan SEZER, Yrd. Doç. Dr. Serhat OĞUZ, Yrd. Doç. Dr. Tamer SAĞIROĞLU’na, devamlı ve her alanda benden desteğini esirgemeyen çok değerli hocam Prof. Dr. İrfan COŞKUN’a, teorik ve pratik eğitimimde beni destekleyen Yrd. Doç. Dr. Cem İBİŞ’e, beraber çalıştığım doktor arkadaşlarıma, Doç. Dr. Nurettin AYDOĞDU, Yrd. Doç. Dr. Tülin YALTA, Yrd. Doç. Dr . F. Nesrin Turan’a saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum.

(3)

3

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ VE AMAÇ

………... 1

GENEL BİLGİLER

... 3

BÖBREĞİN ANATOMİSİ ... 3

BÖBREĞİN FONKSİYONEL FİZYOLOJİSİ ... 5

İSKEMİ- REPERFÜZYON HASARININ PATOFİZYOLOJİSİ ... 8

ENDOJEN VE EKSOJEN ANTİOKSİDANLAR ... 10

İSKEMİ-REPERFÜZYON HASARINDA KOMPLEMAN, ENDOTEL VE LÖKOSİTLERİN ROLÜ ... 15

AKUT TÜBÜLER NEKROZ VE RENAL İSKEMİ- REPERFÜZYON ... 17

FLAVANOİDLER ... 18 DİOSMİN+HESPERİDİN ... 19

GEREÇ VE YÖNTEMLER

... 20

BULGULAR

... 26

TARTIŞMA

... 34

SONUÇLAR

... 40

ÖZET

... 42

SUMMARY

... 44

KAYNAKLAR

... 46

EKLER

(4)

4

SİMGE VE KISALTMALAR

ABY : Akut böbrek yetmezliği

ACTH : Adrenokortikotropik hormon

ADH : Antidiüretik hormon

AT : Anjiyotensin

ATN : Akut tübüler nekroz

ATP : Adenozin trifosfat

Cr : Kreatinin

DH : Diosmin+ Hesperidin

FADH2 : Flavinamid adenindinükleotid

GFR : Glomerüler filtrasyon hızı

GR : Glutatyon redüktaz

GSH : Glutatyon

GSH-Px : Glutatyon peroksidaz GST : Glutatyon S-transferaz

ICAM-1 : İnterselüler adhezyon molekül-1

IL : İnterlökin

İ/R : İskemi-reperfüzyon

İ/R+DH : İskemi-reperfüzyon uygulanıp Diosmin+Hesperidin verilen grup

KAT : Katalaz

MDA : Malondialdehit

(5)

5

O2− : Süperoksit radikali

OH− : Hidroksil radikali

PG : Prostaglandin

PMNL : Polimorf nüveli lökositler ROR : Reaktif oksijen radikalleri

SOD : Superoksit dismutaz

TNF : Tümör nekrozis faktör

(6)

1

GİRİŞ VE AMAÇ

Bir organa gelen kan akımının çeşitli nedenlerle yetersiz hale gelmesine veya durmasına iskemi denir. İskemi sonucunda doku hipokside kalır ve hipoksik doku hasarı ortaya çıkar. İskeminin uzun sürmesi sonucunda hücrelerin bütünlüğü kaybolur hatta hücresel ölüm meydana gelir. Reperfüzyon ise dokunun kanlanmasının yeniden başlamasıdır. İskemik bir dokuda kan akımının yeniden başlaması durumunda (reperfüzyon), özellikle dokuya gelip yerleşen polimorf nüveli lökositler (PMNL) tarafından salınan reaktif oksijen radikalleri (ROR) dokudaki yıkımı artırıcı etki yapar. Bu olaya reperfüzyona bağlı doku hasarı denir (1,2) .

Reaktif oksijen radikallerinin potansiyel zararlarına karşılık çok sayıda hücre koruyucu enzimler ile karşı konur ve antioksidan maddeler ile radikal hasarı sınırlandırılmaya çalışılır. Vücuttaki hücresel antioksidan enzimler, antioksidan maddeler ve serbest radikallerin birbirleri arasındaki ilişki bir denge oluşturmaktadır (3,4). Hücre içinde oksijenin metabolize edildiği her yerde, antioksidanlar, oksijen ara metabolitlerini azaltmak için hızlı ve spesifik (enzimatik) olarak çalışırlar. Antioksidan savunmada öncelikle etkili olanlar enzimatik antioksidanlardır. Bunlar superoksit dismutaz (SOD), katalaz, glutatyon peroksidaz (GSH-Px) ve glutatyon redüktaz ( GR) gibi enzimlerdir (3-5).

Böbrek iskemisi; böbrek transplantasyonu, kısmi nefrektomi, kardiyopulmoner bypass, sepsis, çeşitli ürolojik girişimler ve hidronefrozis gibi çeşitli klinik durumlarda görülür. İskemiden sonra gelişen akut böbrek yetmezliği, glomerüler filtrasyon hızında azalma, tübüler nekroz ve böbrek damarlarında direnç artışıyla karakterizedir. Reperfüzyon sonrası ortama gelen nötrofiller ve bunlardan açığa çıkan mediatörlerin etkileri de eklenince organ veya doku ölümü kaçınılmaz olmaktadır (2-4).

(7)

2

Tüm organ ameliyatlarında olduğu gibi renal cerrahi girişimlerde de iskemi-reperfüzyon (İ/R) kaçınılmazdır. Son zamanlarda yapılan çeşitli deneysel İ/R modellerinde, özellikle endojen antioksidan maddelerin İ/R hasarında koruyucu veya önleyici etkileri gösterilmeye çalışılmıştır. Ancak; bu hasarın engellenmesinde, eksojen antioksidan maddeler daha da ilgi çekici hale gelmektedir. Çalışmamızda, renal İ/R hasarında diosmin+hesperidinin muhtemel koruyucu etkilerini incelemeyi amaçladık.

(8)

3

GENEL BİLGİLER

BÖBREĞİN ANATOMİSİ

Böbrekler karın arka duvarında her iki yanda retroperitoneal bölgede bulunur. Sağ böbrek, üstündeki karaciğer nedeniyle sola göre biraz daha aşağıdadır. Organın medial yüzü paraspinal kaslar tarafından desteklenir. Üst kutuplarının arka kesimleri alt kaburgalarla komşudur. Kubbesindeki adrenal bezle birlikte ince bir bağ dokusu -perirenal veya Gerota fasyası- tarafından sarmalanmıştır. Bu fasiya bir bariyer gibidir. Küçük çocuklarda böbreklerin boyutu vücuda göre göreceli olarak büyüktür. Çocuklarda yaşa göre olması gereken böbrek boyutunu gösteren nomogramlar olmasına rağmen, bir böbreğin normal uzunluğunun 2,5 vertebral korpusa karşılık gelmesi kuraldır (6-8).

Böbreklerin komşulukları farklılık gösterir. Sağ böbrek karaciğerin arkasında uzanır. Duedonum medialden hiler yapıları örter. Kolonun hepatik fleksurası sağ böbreğin alt kutbunu çaprazlayarak devam eder. Solda böbrek hilusu ve üst 2/3 bölümü retroperitoneal pankreas kuyruğu ve dalak damarıyla komşudur. Yukarıda mide arka duvarıyla komşuluk yapar. Pankreas kuyruğunun altında medialde büyükçe bir peritoneal kese içinde jejunum ile komşudur (9).

Böbreğin bütün yüzeyi kalın fibröz bir kapsülle örtülüdür. Kapsülün hemen altında yer alan böbrek parankiminin en dışına korteks, korteksle toplayıcı boşluklar arasında kalan kesimine de medulla denir. Korteks bölgesinde glomerüller, proksimal ve distal kıvrıntılı tübüller ve toplayıcı kanallar bulunur. Böbrek parankiminin daha derin bölgeleri medulladır. Medullanın kortekse yakın kesimlerinde de Henle kulpu, vaza rekta ve toplayıcı kanalların terminal uçları bulunur. Medullada dikkati çeken en önemli yapılar, geniş tabanı

(9)

4

kortikomedüller birleşim hattında, sivri ucu da renal pelvise bakan renal piramidlerdir. Piramidin pelvise bakan sivri ucuna papilla denir. Üreterin hilusta genişleyerek oluşturduğu huni biçimli yapıya pelvis denir. Pelvisin en dışında majör kaliksler ve onların bölmeleri olan minör kaliksler yer alır. Papillalar minör kalikslere açılırlar. Renal arter, ven, lenfatikler, sinirler ve üreterin böbreğe giriş çıkış yaptığı mediale bakan yüzüne hilus denir. Hiler yapılar; en önde ven, arada arter ve en arkada pelvis olacak şekilde sıralanmışlardır (Şekil-1)(6,7).

Şekil 1. Böbreğin anatomik yapısı (6,7)

Kan, böbreklere aortanın her iki yanından süperior mezenterik arterin çıktığı yerin biraz altından ayrılan renal arterler vasıtasıyla gelir. Normalde ve çoğunlukla bu arterler böbrek hilusuna tek bir dal halinde ulaşırlar. Arter tam hilusta ön ve arka segmenter dallarına ayrılır. Arkaya giden segmenter dal böbreğin kutupları dışında kalan bölgelerine kan taşır. Ön dal ise genellikle kanı üst ve alt kutuplara ve gövdeye taşıyacak 4 dala bölünür. Bu iki segmenter arter gerçek anlamda birer uç arterdir ve aralarında kollateral ilişki yoktur. Bu nedenle varyasyonlar hariç böbreğin ön ve arka yarılarının birleştiği çizginin –Brodel hattı- avasküler bir plan olduğu kabul edilir ve parankim açılacaksa bu hat boyunca açılması önerilir. Böbrek damarlarında değişik varyasyonlarının olması da sık rastlanan bir durumdur. Özellikle sol böbrekte doğrudan aortadan, adrenalden veya gonadal arterden ayrılan arterlerin alt ve üst kutuplarına yöneldikleri görülür. Böbreğin venöz kanı da asendan vazo rektadan sonra arterlerin yanında seyreden interlobüler, interlobar ve segmenter venlerle renal vene dökülür.

(10)

5

Komşu arterde olduğu gibi sol renal venlerle ilgili varyasyonlar da sıktır. Sol renal ven sağdakinden boyca da uzundur (6).

Şekil 2. Nefronun anatomik yapısı (6)

BÖBREĞİN FONKSİYONEL FİZYOLOJİSİ

Böbreğin fonksiyonel birimine nefron denir (Şekil-2). Gelişimini tamamlayan bir böbrekte yeni nefron yapılamaz. Her iki böbrek yaklaşık bir milyon nefron içermektedir. Her bir nefron 5 bölüm içermektedir (6,8,10).

Glomerül

Bowman kapsülü olarak bilinen renal tübülün genişlemiş son bölümü tarafından çevrelenmiş kapiller yumaklardır. Glomerüler kanı taşıyan, afferent arteriollerdir. Efferent arterioller, kanın atık maddelerini içerirler ve efferent arteriollerin dalları peritübüler kapiller olarak dallanır, bunlar da tübülleri beslerler.

(11)

6 Proksimal Tübül

Kortekste lokalizedir. Henle Lupu

Kortikomedüller birleşim yerinde lokalizedir. Distal Tübül

Kortekstedir. Toplayıcı Tübül

İki veya daha fazla distal tübülden oluşmuştur. Korteks ve medülladan geçerek idrarı drene ederler.

Glomerüler Fonksiyonlar

Glomerülün fonksiyonu, afferent arteriolle gelmekte olan kanı filtre etmektir. Buraya ulaşan kanın proteinleri ve hücreleri dısındaki tüm elemanları bowman kapsülü içine süzülür. Bazı faktörler filtrasyonu kolaylaştırır. Bunlardan birincisi, iki arteriol arasındaki pozisyondan dolayı olusan kapillerlerindeki yüksek basınçtır. Diger bir faktör semipermeable glomerüler membrandır. Bu membranın eşik değeri (Albuminin molekül büyüklüğü) yaklaşık olarak 66000 Daltondur (11). Bu nedenle su, elektrolitler ve glukoz, üre, kreatinin gibi küçük moleküller serbestçe geçerler. Ancak albumin, bazı plazma proteinleri, sellüler elementler, lipid-bilirubin gibi proteine bağlı moleküller geçemezler. Böbreklere dakikada 1200-1500 ml kan akımı gelir ki bu miktar total kardiak outputun yaklasık ¼’üdür (11). Dakikada filtre edilen kan volümü Glomerüler Filtrasyon Hızı (GFR) olarak bilinir (Normal değeri 125 ml/dk) (12). Normalde böbrekler bir dakikada 125 ml plazmayı filtre eder, bu filtrat proteinleri ve hücreleri içermez. Bu günde 180 litre filtrasyon miktarına esdeğerdir. Böbreklerin filtre edilen plazma miktarı bu kadar yüksek iken günde çıkarılan idrar miktarı ortalama 1-1,5 litre kadardır. Buradan süzüntünün % 99’unun tübülüslerden geri emilerek tekrar kana verildigi anlaşılmaktadır (12).

Proksimal Tübül Fonksiyonları

Filtrat içindeki su ve maddeler basit difüzyon ve aktif tasınma ile önce tubulus epitelyum hücrelerine, buradan da kana geri emilirler. Maddelerin geri emilmeleri organizmanın gereksinmesi doğrultusunda düzenlenmektedir. Geri emilimin %90’ı proksimal tübülüs bölgesinde yapılmaktadır. Tübülüslerde geri emilemeyen madde miktarının artması suyun geri emilimini azaltarak diüreze neden olur (13). Proksimal tübülün bir fonksiyonu da

(12)

7

değerli maddelerin her birinin çoğunluğunu kan dolaşımına tekrar geri döndürmesidir. Böylece, suyun üçte ikisi, sodyum ve klor, glukozun tümü (renal eşiğe kadar), proteinlerin, vitaminlerin ve aminoasitlerin hemen hemen tümü ve değişik miktarlarda magnezyum, kalsiyum, potasyum ve bikarbonat gibi iyonlar yeniden emilirler. Atılan maddelerin idrarda görüldüğü plasma konsantrasyonu renal eşik olarak bilinir. Su için renal eşik yoktur çünkü su her zaman pasif taşınma ile diffüzyon yolu ile düşük konsantrasyonlu ortama taşınır (11).

Henle Lupu Fonksiyonları

Nefronun bu bölümünde medüllada ozmolalite kortikomedüller bileşkeden içeriye doğru devamlı artar. Suyun, sodyumun ve klorun reabsorbsiyonu uyarılır. Hiperosmolalite gelişir. Henle lupu proksimal tübül ile distal tübül arasındadır. Henlenin inen kolunda akım aşağıya doğrudur ve çıkan kolunda akım yukarıya doğrudur ve ters eğimli akım diye adlandırılır. İnen lupu terkeden suyla, çıkan lupu terkeden sodyum ve klor arasındaki etkilesim yüksek osmolaliteyi saglar ve böbrek medüllasında hipoozmolar idrarın lupu terketmesine neden olur (11).

Distal Tübül Fonksiyonları

Filtrat nefronun bu bölümünde son şeklini almıştır. Sodyum ve klorun %95’ i ve suyun %90’ı reabsorbe edilmiş durumdadır. Aldosteronun hormonal kontrolü altındadır. Bu hormon adrenal korteksten salgılanır ve afferent renal arterde kan akımının azalmasıyla tetiklenir. Aldosteron, distal tübülde sodyum reabsorbsiyonunu ve potasyum ile hidrojen iyonlarının sekresyonunu stimule eder. Hidrojen iyon sekresyonu bikarbonat oluşumuna ve amonyak sekresyonuna bağlıdır. İlave olarak burada çok az miktarda klor reabsorbe olur (11). İdrar oluşması sırasında bazı maddeler doğrudan tübülüs epitel hücreleri tarafından tubuluslar içine salgılanmaktadır. Penisillin bu tip maddelere iyi bir örnektir (12).

Toplayıcı Tübül

Üst bölümlerinde aldosteronun etkisiyle sodyum reabsorbsiyonu gerçeklesir. Klor ve üre de burada reabsorbe edilir. İlave olarak toplayıcı tübül Antidiüretik hormonun (ADH) kontrolü altındadır. Bu peptid hormon posterior hipofizden salgılanır ve salınımını kan ozmolaritesinin artması veya intravasküler volüm azalması tetikler. Yarı ömrü kısadır. ADH su reabsorbsiyonunu stimule eder. Toplayıcı kanal normalde suya geçirgen değildir. Ancak

(13)

8

ADH varlığında toplayıcı kanalın lümeninden medullaya pasif difüzyonla su geçişi olur ve idrar daha konsantre edilmiş olur (11).

İSKEMİ- REPERFÜZYON HASARININ PATOFİZYOLOJİSİ

İskemi-reperfüzyon hasarının temelinde, reperfüzyon esnasında dokunun oksijenizasyonu sonucu ortaya çıkan serbest oksijen radikalleri (SOR) bulunmaktadır. Reperfüze olmuş doku, SOR oluşumuna bağlı nekrotik değişiklikler gösterebilir. Reaktif oksiradikaller birçok kaynaktan salınabilir, bunların arasında en önemli olanı ise aktive olmuş nötrofillerdir. I/R hasarında nötrofillerin rolü geniş olarak çalışılmış ve bu rolün önemi vurgulanmıştır (14). Akut I/R hasarı sonrası ortaya çıkan inflamatuvar yanıt sonucunda, nötrofil aktivasyonu ve sekestrasyonu gelismektedir. Nötrofiller, SOR ve proteolitik enzimlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Artmış PMNL aktivitesi, kemoatraksiyonu ve infiltrasyonu PMNL degranülasyonuna neden olmaktadır. Degranülasyon sonrasında SOR ve proteazlar artar, bunlar da endotel hasarına neden olmaktadırlar (15). Reperfüzyon sırasında sistemik dolasıma katılan birçok kimyasal mediyatörlerin ve olası mikroembolilerin rolü bazı çalısmalara konu olmuştur. Son zamanlarda ise iskemi ile baslayan Tümör nekrozis faktör-alfa (TNF-α) artışı ve PMNL aktivasyonu ile karakterize inflamatuvar yanıtın bu hasarda en önemli rolü oynadığı anlaşılmıştır (16).

İskemi sırasında, hücre biyomembran bütünlüğünü koruyamamakta, kalsiyum (Ca++) ve fosfolipid A2 salınımına neden olmaktadır. Artan biyomembran hasarı, poliansatüre yağ asitlerinin açığa çıkmasına ve yağ asidi radikallerinin oluşmasına neden olmaktadır. İskeminin bu aşamasında oksijenin yeniden ortama girmesi ile, yağ asit radikalleri oksijen ile birleşerek lipid peroksidasyon reaksiyonuna neden olmaktadır. Lipid peroksidasyonu hem membran geçirgenliğini artırmakta hem de aktive olduklarında SOR ve proteolitik enzimler salgılayan lökositler üzerinde kemotaksis oluşturmaktadır. Neticede reperfüzyon ile iskemi sırasında oluşan doku hasarı daha da artmaktadır (17).

Hücrede Reaktif Oksijen Türlerinin Kaynağı

Hücrede normal metabolik yollardaki enzimatik reaksiyonlarda enzimlerin aktif yerinde ara ürünler olarak devamlı şekilde serbest radikaller oluşabilir. Bazen bu serbest radikal ara ürünler enzimlerin aktif yerinden sızarlar, moleküler oksijenle kazara etkileşirler ve sonuçta ROR oluşur (4,5,18)

(14)

9

Normalde hücrelerde en büyük serbest oksijen radikali kaynağı, mitokondriyal elektron transport zincirinden sızıntıdır. Mitokondri iç zarında yerleşmiş oksidatif fosforilasyon zinciri bileşenleri büyük oranda indirgendiği zaman mitokondriyal süperoksit radikal üretimi artar.

Endoplazmik retikulum ve nükleer membranda serbest radikal üretimi, membrana bağlı sitokromların oksidasyonundan kaynaklanır. Birçok enzimin katalitik döngüsü sırasında da serbest radikaller ortaya çıkar. Bu enzimlerden biri ksantin oksidazdır. İskemi durumlarında, oksijen seviyesi düşük olduğundan önemli hasar olmaz. Ancak oksijen seviyesi reperfüzyon sırasında normale dönünce iskemi yerinde ksantin oksidaz etkisiyle fazla miktarda hidrojen peroksit (H2O2) ve süperoksit radikali (O2−) oluşur, bunların etkisiyle de İ/R

hasarı denen durum ortaya çıkar. Ksantin oksidazın özellikle intestinal mukoza hücrelerinde görülen İ/R hasarında önemli faktör olduğu düşünülmektedir (4,5,18-21).

Peroksizomlar çok önemli hücre içi hidrojen peroksit kaynağıdırlar. Peroksizomlardaki D- amino asit oksidaz, ürat oksidaz, L-hidroksil asit oksidaz ve yağ asidi açil-CoA oksidaz gibi oksidazlar, süperoksit üretmeden bol miktarda H2O2 üretimine neden

olurlar. Ancak peroksizomlarda H2O2 suya ayrışırken, reaksiyonu katalizleyen katalaz (KAT)

enziminin aktivitesi de çok yüksek olduğundan peroksizomlardan sitozole ne kadar H2O2

geçtiği bilinmemektedir. Organizma hücrelerinde askorbik asit, tiyoller, adrenalin ve flavin koenzimleri gibi bazı bileşiklerin otooksidasyonu da O2−’nin bir başka kaynağıdır. Araşidonik

asit metabolizması da, reaktif oksijen metabolitlerinin önemli bir kaynağıdır. Araşidonik asit metabolizması sonucu serbest radikal üretimine ‘‘enzimatik lipid peroksidasyonu’’ denir (5). Reaktif Oksijen Radikallerinin Etkileri

Belirli bir düzeye kadar olabilen oksidan molekül artışı yine vücutta daima belirli bir düzeyde bulunan doğal antioksidan moleküller tarafından etkisiz hale getirilmektedir.

Yani sağlıklı bir organizmada oksidan düzeyi ve antioksidanların bunları etkisizleştirme gücü bir denge içindedir. Oksidanlar belirli düzeyin üzerine çıkar veya antioksidanlar yetersiz olursa yani denge bozulursa sözkonusu oksidan moleküller organizmanın yapı elemanları olan protein, lipid, karbohidrat, nükleik asitler ve yararlı enzimlerini bozarak zararlı etkilere yol açarlar. Çoğu hastalıkda artmış ROR hastalığın sebebi değildir, primer bozukluğa ikincil olarak oluşurlar ve ardından patogenezde yer alırlar. Tablo 1’de ROR’nin ilgili olduğu klinik durumlar özetlenmiştir (19).

(15)

10

Tablo 1. Reaktif oksijen radikallerinin ilgili olduğu klinik durumlar (19). 1- Multi-organ Tutulumu:

İnflamatuvar - İmmün hasar: Glomerulonefrit, vaskülitler, sepsis. İskemi - reperfüzyon hasarı.

İlaç ve toksinlerle oluşan hasarlanma.

Demir depolanması: Hemokromatoz, Thalassemi.

Nutrisyonel faktörler: Kwashiorkor, E vitamini eksikliği. Alkol

Radyasyon hasarı Kanser

Amiloidoz

2- Tek Organ Tutulumu:

Eritrositler: Fenilhidrazin, primakin, kurşun zehirlenmesi, orak hücreli anemi,

Akciğer: Sigara içilmesi, amfızem, hiperoksi, bronkopulmoner displazi, erişkin tip solunumsal yetmezlik sendromu, bleomisin toksisitesi,

Kardiyovasküler sistem: Ateroskleroz, doksorubisin toksisitesi, alkol kardiyomyopatisi Böbrek: Antiglomeruler bazal membran hastalığı, aminoglikozid nefrotoksisitesi, renal greft rejeksiyonu

Gastrointestinal sistem: Endotoksin ve karbontetraklorür ile karaciğer hasarı, pankreatit, stres ülseri, inflamatuvar barsak hastalıkları

Eklemler: Romatoid artrit

Beyin: Hiperbarik oksijen, nörotoksinler, senil demans, parkinson, serebral travma, demyelinizan hastalıklar, alüminyum birikimi

Göz: Katarakt, hemorajiler, dejeneratif retinal hasar

Deri: Solar radyasyon, termal hasar, porfiri, kontakt dermatit, fotosensitivite

ENDOJEN VE EKSOJEN ANTİOKSİDANLAR Antioksidanlar dört ayrı şekilde etki ederler:

1- ROR’ni etkileyerek onları tutma veya daha zayıf yeni moleküle çevirme toplayıcı etkidir. Antioksidan enzimler, trakeobronşiyal mukus ve küçük moleküller bu tip etki gösterirler,

2- ROR’yle etkileşip onlara bir hidrojen aktararak aktivitelerini azaltma veya inaktif şekle dönüştürme bastırıcı etkidir. Vitaminler, flavanoidler bu tarz bir etkiye sahiptirler,

3- ROR’ni bağlayarak zincirlerini kırıp fonksiyonlarını engelleyici etki zincir kırıcı etkidir. Hemoglobin, seruloplazmin ve mineraller zincir kırıcı etki gösterirler.

4- Serbest radikallerin oluşturdukları hasarın onarılması onarıcı etkidir (4). Antioksidanlar, endojen kaynaklı veya eksojen kaynaklı olabilirler. Eksojen antioksidanlar,

(16)

11

vitaminler, ilaçlar ve gıda antioksidanları olmak üzere sınıflandırılabilirler. Vitamin E, vitamin A, vitamin C, folik asit vitamin grubundan eksojen antioksidanlardır (4,5,19) .

İlaç Olarak Kullanılan Eksojen Antioksidanlar

Ksantin oksidaz inhibitörleri (allopürinol, oksipürinol, pterin aldehit, tungsten), rekombinant süperoksit dismutaz, Trolox-C (vitamin E analoğu), endojen antioksidan aktiviteyi artıranlar (GSH-Px aktivitesini artıran ebselen ve asetilsistein), nonenzimatik serbest radikal toplayıcılar (mannitol, albümin), demir redoks döngüsü inhibitörleri (desferroksamin), nötrofil adezyon inhibitörleri, sitokinler (TNF ve IL-1), barbitüratlar, demir şelatörleri.

Gıdalardaki Eksojen Antioksidanlar

Butylated hydroxytoluene (BHT), Butylated hydroxyanisole (BHA), Sodium benzoate, Ethoxyquin, Propylgalate, Fe-superoxyde dismutase.

Endojen antioksidanlar, enzim ve enzim olmayanlar olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar: Enzim Olan Endojen Antioksidanlar

Süperoksit dismutaz, GSH-Px, Glutatyon S- transferazlar (GST), KAT, Mitokondriyal sitokrom oksidaz sistemi, Hidroperoksidaz.

Enzim Olmayan Endojen Antioksidanlar

Melatonin, seruloplazmin, transferrin, miyoglobin, hemoglobin, ferritin, bilirubin, glutatyon, sistein, metiyonin, ürat, laktoferrin, albümin.

Süperoksit Dismutaz (SOD)

Süperoksit dismutaz, O2−’ nin H2O2 ve moleküler oksijene (O2) dönüşümünü aşağıdaki

reaksiyonla katalizleyen antioksidan enzimdir: 2 O2− + 2H+ H2 O2 + O2

İnsanda süperoksit dismutazın iki izomer tipi bulunmaktadır. Bakır (Cu) ve Çinko (Zn) SOD sitozolde bulunur, Cu ve Zn içerir, dimerik yapıdadır, siyanidle inhibe edilir. Manganez (Mn) SOD mitokondride bulunur, Mn içerir, tetramerik yapıdadır, siyanidle inhibe olmaz. Genel olarak hücrede en bol bulunan izomer sitozolik Cu-Zn SOD'dır. SOD'ın fizyolojik fonksiyonu, oksijeni metabolize eden hücreleri O2−’ nin lipid peroksidasyonu gibi zararlı

(17)

12

etkilerine karşı korumaktır. SOD, fagosite edilmiş bakterilerin intrasellüler öldürülmesinde de rol oynar.

Süperoksit dismutaz aktivitesi, yüksek oksijen kullanımı olan dokularda fazladır. SOD' ın ekstrasellüler aktivitesi çok düşüktür (5).

Glutatyon Peroksidaz

Glutatyon peroksidaz sitozolde bulunur. GSH-Px, hidroperoksitlerin indirgenmesinden sorumlu enzimdir. GSH-Px'ın fagositik hücrelerde de önemli fonksiyonları vardır. Diğer antioksidanlarla birlikte GSH-Px, solunum patlaması sırasında serbest radikal peroksidasyonu sonucu fagositik hücrelerin zarar görmesini önler. GSH-Px eritrositlerde oksidatif strese karşı en etkili antioksidandır (5).

Glutatyon Redüktaz

Glutatyon redüktaz, GSH-Px vasıtasıyla hidroperoksitlerin indirgenmesi sonucu oluşan okside glutatyonun (GSSG) tekrar indirgenmiş glutatyona (GSH) dönüşümünü aşağıdaki gibi katalize eder (5). Bu reaksiyon Şekil 3’te gösterilmiştir.

NADP: Nikotinamidadenindinükleotidfosfat, GSSG: Glutatyon disülfid, GSH: İndirgenmiş glutatyon, NADPH: İndirgenmiş, NADPH: İndirgenmiş Nikotinamidadenindinükleotidfosfat.

(18)

13 Glutatyon S-Transferazlar

Glutatyon S-Transferazlar, başta araşidonik asit ve lineolat hidroperoksitleri olmak üzere lipid peroksitlerine karşı selenyum-bağımsız GSH-Px aktivitesi göstererek bir antioksidan savunma mekanizması gösterir. GST’ler katalitik ve katalitik olmayan çok sayıda fonksiyona sahiptirler. Bunlar hem detoksifikasyon yaparlar hem de hücre içi bağlayıcı ve taşıyıcı rolleri vardır. GST'ler, karaciğerde sitokrom P450 enzim sistemi tarafından reaktif ara ürünlere dönüştürülen yabancı maddelerin daha az reaktif konjugatlara dönüşümünü katalizlerler (5).

Katalaz

Katalaz yapısında dört tane hem grubu bulunan bir hemoproteindir. KAT esas olarak peroksizomlarda daha az olarak sitozolde ve mikrozomal fraksiyonda bulunur. KAT, H2O2’ yi

suya ve oksijene parçalar. Granulomatöz hücrelerde KAT, hücreyi kendi solunumsal patlamasına karşı koruma işlevini de görür (5).

Mitokondriyal sitokrom oksidaz

Mitokondriyal sitokrom oksidaz solunum zincirinin son enzimidir ve süperoksidi detoksifiye eder. Bu reaksiyon fizyolojik şartlarda sürekli cereyan eden normal bir reaksiyondur, bu yolla yakıt maddelerinin oksidasyonu tamamlanır ve bol miktarda enerji üretimi (ATP) sağlanır. Ancak çoğu zaman süperoksit üretimi mitokondriyal sitokrom oksidaz enziminin kapasitesini aşar ve bu durumda diğer antioksidan enzimler devreye girerek süperoksidin zararlı etkilerine engel olurlar (5).

Vitamin C (askorbik asit)

C vitamini, organizmada birçok hidroksilasyon reaksiyonunda indirgeyici ajan olarak görev yapar (5).

Askorbik asit, güçlü indirgeyici aktivitesinden dolayı aynı zamanda güçlü bir antioksidandır. O2− ve OH− ile reaksiyona girerek, onları ortamdan temizler. Askorbik asit

antioksidan etkisinin yanında oksidan etki de gösterir. Askorbik asit proteine bağlı ferri demiri uzaklaştırarak ya da doğrudan ferri demiri indirgeyerek Fenton reaksiyonunda H2O2

ile etkileşmeye ve sonunda OH− oluşturmaya uygun ferro demire dönüştürür. Bu özelliğinden dolayı vitamin C, serbest radikal reaksiyonlarının önemli bir katalisti veya bir prooksidan olarak değerlendirilir (5).

(19)

14 Vitamin E (α-tokoferol)

E vitamini çok güçlü bir antioksidandır, hücre membran fosfolipidlerinde bulunan poliansatüre yağ asitlerini serbest radikal etkisinden koruyan ilk savunma hattını oluşturur. Vitamin E süperoksit ve hidroksil radikallerini, singlet oksijeni, lipid peroksit radikallerini ve diğer radikalleri indirger. Vitamin E zincir kırıcı antioksidan olarak bilinir. GSH-Px ile vitamin E, serbest radikallere karşı birbirlerini tamamlayıcı etki gösterirler. GSH-Px oluşmuş peroksitleri ortadan kaldırırken vitamin E peroksitlerin sentezini engeller (20).

Karotenoidler

A Vitamininin ön maddesi olan β-karotenin singlet oksijeni bastırabildiği, O2−’ ni

temizlediği ve peroksit radikalleriyle direkt olarak etkileşerek antioksidan görev gördüğü saptanmıştır (5).

Melatonin

Melatonin (MLT), en zararlı serbest radikal olan OH−’ni ortadan kaldıran çok güçlü bir antioksidandır, günümüze kadar bilinen antioksidanların en güçlüsü olarak kabul edilmektedir. MLT, OH− ile reaksiyona girdikten sonra bir indolil katyon radikaline dönüşür ki bunun da ortamdaki O2−’ ni tutarak antioksidan aktivite gösterdiği kaydedilmiştir. MLT,

kanserin ilerleme ve gelişme safhalarını geciktirir (5). Glutatyon

Glutatyon (GSH) karaciğerde genetik bilgiye ihtiyaç olmadan sentezlenebilen bir tripeptitdir. GSH çok önemli bir antioksidandır, serbest radikaller ve peroksitlerle reaksiyona girerek hücreleri oksidatif hasara karşı korur. Hemoglobinin oksitlenerek methemoglobine dönüşümünün engellenmesinde rol alır. Ayrıca proteinlerdeki sülfhidril (-SH) gruplarını redükte halde tutar ve bu grupları oksidasyona karşı korur, böylece fonksiyonel proteinlerin ve enzimlerin inaktivasyonunu engeller. GSH; yabancı bileşiklerin detoksifikasyonu ve amino asitlerin membranlardan transportunu da sağlar. GSH; eritrositleri, lökositleri ve göz lensini oksidatif strese karşı korumada hayati öneme sahiptir (20).

Ürat, Bilirubin, Albümin

Normal plazma konsantrasyonunda ürat, hidroksil, süperoksit, peroksit radikalleri ve singlet oksijeni temizler. Fakat lipid radikalleri üzerine etkisi yoktur. Ayrıca vitamin C

(20)

15

oksidasyonunu engelleyici etkisi vardır. Bilirubin süperoksit ve OH− toplayıcısıdır. Albümin, lipit hidroksiperoksitletri toplayıcısıdır (5).

Seruloplazmin

Seruloplazmin olasılıkla SOD'a benzer mekanizmayla etki gösterir. Ferro demiri (Fe2+) ferri demire (Fe3+) yükseltgeyerek Fenton reaksiyonunu, OH− ’ni inhibe eder (5).

Transferrin ve Laktoferrin, Ferritin, Sistein

Transferrin ve laktoferrin dolaşımdaki serbest demiri bağlarlar. Ferritin dokudaki demiri bağlar. Sistein, O2− ve OH− toplayıcısıdır (5).

İSKEMİ-REPERFÜZYON HASARINDA KOMPLEMAN, ENDOTEL VE LÖKOSİTLERİN ROLÜ

Sitokinler, doğal ve spesifik immunütenin bir protein mediyatör grubudur. Genelde sitokinler bir inflamatuvar veya antijenik etkileşime yanıt olarak sentezlenir. Sitokinler lenfositlerin olgunlaşıp diferansiye olmalarını sağlarlar. Dokuya zarar verebilirler, hatta ölüme kadar (dokunun ölümü) götürebilirler. Travma veya inflamasyonlu bölgede makrofaj ve monositlerden salınan bir sitokin olan interlökin-1 (IL-1) isimli polipeptid cerrahiden sonra gelişen birçok değişiklikten sorumlu bulunmuştur. Bu maddenin başta immün yanıt ve doku tamiri üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. IL-1 ve TNF-α, akut ve kronik inflamasyonun birçok lokal ve sistemik özelliklerinin oluşumunda rol oynamaktadır. Düşük dozlarda lokal inflamasyonun mediatörleri iken, yüksek miktarlarda salgılandıklarında dolaşıma geçerek endokrin etkiler oluştururlar. İ/R, kompleman sistemini aktive eder. Kompleman aktivasyonunun başlangıç dönemi ve mekanizması halen tartışmalıdır ve tam olarak açıklığa kavuşmamıştır. Kompleman aktivasyonu sonucu oluşan, proinflamatuvar komponentler bir yandan lokositleri aktive ederken, diğer yandan TNF-α, IL-1 ve IL-6 oluşumunu uyararak inflamatuvar cevabı güçlendirir (22).

Tümör Nekrozis Faktör-α, ciddi bir ameliyata bağlı doku travması veya infeksiyonlar sonucu oluşan inflamatuvar kompleks, bir proinflamatuvar sitokin döngüsünün başlamasına neden olur. Bu sitokinler arasında TNF-α, konakçı cevabının oluşumuna yol açan ilk ve en güçlü mediyatörlerden biridir. TNF-α sentezinin kaynağı, periton ve splanknik dokularda çok bulunan monositler, makrofajlar ve T hücreleridir. İç organlardaki cerrahi veya travmatik yaralanmalar, inflamatuvar mediatörlerin oluşumu ve akut faz proteinlerinin yapımı gibi

(21)

16

homeostatik cevapların oluşumunda belirgin etkiye sahiptir. Akut travmaya cevap olarak TNF-α salınımı hızlı ve kısa sürelidir. Endotoksin uyarısı ile akut inflamatuvar cevap gelişimini taklit eden deneylerde TNF’nin monofazik bir eğri izlediği, 90 dakikada (dk) pik yapıp 4 saat içinde ölçülmeyecek düzeye indiği saptanmıştır. Yarı ömrü 15-18 dk olmasına rağmen, TNF’nin kısa süreli ortamda bulunması bile önemli metabolik ve hemodinamik değişikliklerin gelişmesine ve döngünün ileri kısmındaki sitokinlerin aktive olmasına neden olur. TNF üretiminin kısa sürmesi, ortamda regüle edilemeyecek kadar çok TNF-α aktivitesinin oluşmasını engelleyen efektif endojen mediatörlerin olduğuna işaret eder. TNF yapımı ve aktivasyonunu engelleyen birçok doğal mekanizma bulunduğu gösterilmiştir. Dolaşımda transmembranöz TNF reseptörlerinin (solubl TNF reseptörleri = sTNFR) endojen inhibitörleri saptanmıştır. Bu reseptörlerin kompotetif olarak dolaşımda bulunan fazla TNF’yi sekestrize ederek koruyucu rol aldıkları sanılmaktadır. TNF-α’nın diğer fonksiyonları arasında; koagülasyonun aktivasyonu, prostaglandin E2, platelet aktive edici faktör (PAF), glukokortikoidler ve eikozanoidlerin salınımının arttırılması sayılabilir (18,23-25).

İyon ve organik moleküllere geçirgenlikte bariyer oluşturması, prostoglandinlerin dolaşımdan kısmen uzaklaştırılması, akciğerlerde Anjiotensin I’in Anjiotensin II’ye dönüştürülmesi ve koagülasyondaki rolü, endotel hücresinin bilinen klasik görevlerindendir. Endotel hücresinin yukarda sayılan işlevlerine ek olarak, vazomotor etkinlikleri düzenlemesi ve hasara cevap olarak salgıladığı mediyatörler nedeniyle giderek daha fazla ilgi çekmeye başlamıştır. Endotel hücrelerin oksidatif stresi sonucu kompleman aktive edilir, lökosit adhezyon moleküllerinin üretimi artar. ROR etkisi ile endotelden salınan trombosit aktive edici faktör lökositleri aktive eder. Lökosit endotel hücre etkileşimi sonucu lökositler endotele yapışır ve göç gerçekleşir (20,24,26).

İskemi-reperfüzyon lökosit aktivasyonu, kemotaksis ve lökosit endotel hücre adhezyonuna yol açar. PMNL de, endotel hücreleri gibi ROR üretme kapasitesine sahiptir. İ/R hasarında PMNL’in rolü ile ilgili bazı mekanizmalar ileri sürülmüştür. Bunlar;

1. Mikrovasküler oklüzyon; 2. ROR salınması; 3. Sitotoksik enzim salınması; 4. Vasküler permeablite artışı ve 5. Sitokin salınımında artıştır.

Polimorf nüveli lökositlerin başlangıçtaki biokimyasal reaksiyonları endotel hücreleri ve ksantin oksidaz aracılığı ile olur. Aktivasyon ve migrasyonları ise endotel hücrelerde ve lökositlerde bulunan adhezyon molekülleri aracılığı ile olur. Lökosit adhezyon molekülleri (LAM) lökositlerde ve diğer başka hücrelerde de bulunan ve gelişme, haberleşme, inflamasyon ve apoptozis (programlı hücre ölümü) gibi pek çok biyolojik olaylarda rol alan

(22)

17

yapılardır. Selektin grubu adhezyon molekülleri, doku hasarı olan bölgede aktive olmuş endotele, PMNL’lerin başlangıçtaki adhezyonunda rol alırlar. L, P ve E selektin olmak üzere bilinen üç üyesi vardır. İ/R, endotelde P-selektin ekspresyonunu arttırır. Bu molekül, PMNL’lerde bulunan P-selektin glikoprotein 1(PSGL-1) adlı reseptörü ile etkileşerek düşük afiniteli lökosit endotel bağlantısını oluşturur. İkinci aşamada lökosit Beta-2 integrinler ile endotelyal intersellüler adhezyon molekülü 1(ICAM-1) arasında etkileşim ile lökosit adhezyon ve agregasyonu gelişir. Üçüncü aşamada platelet endotelyal hücre adhezyon molekül l ile endotel hücre bağlantıları arasındaki etkileşim ile lökosit transmigrasyonu gelişir. Aktive lökositler ekstravasküler kompartmana ulaşınca hasar bölgesine doğru göç etmeye başlarlar (kemotaksis). Burada aktive lökosit cevabı şu mekanizmalarca gerçekleştirilir:

1. Fosfolipaz A2 aktivasyonu sonucu araşidonik asit metabolitleri (prostoglandin ve lökotrienler) üretilir, 2. Degranülasyon sonucu lizozomal enzimler salınır, 3. ROR üretimi gerçekleşir (21,23,26,27). Bu ürünler endotel hasarı ve doku zedelenmesinin güçlü mediyatörleridir ve başlangıçtaki inflamatuvar uyaranın etkisini güçlendirir. Bazı durumlarda lizozomal enzimler hücre dışına salınabilir. Hasar yapıcı etkeni ortadan kaldırmaya veya dilue etmeye yönelik bu inflamatuvar cevap sonucu mikrovasküler permeabilite artışı, ödem, tromboz ve parankim hücre ölümü de gerçekleşir. Görevini tamamlayan lökositler apoptotik hücre ölümüne uğrarlar ve lenfatik dolaşım ile ortamdan uzaklaştırılırlar (23,25,26,28).

AKUT TÜBÜLER NEKROZ VE RENAL İSKEMİ- REPERFÜZYON

İskemik hasar akut böbrek yetmezliği (ABY)’nin oluşmasında ve devam etmesindeki tek faktör değildir. Çoğu zaman iskemik hasar ile, kısa süreli de olsa ABY tablosu gelişmekte ve uzunca bir süre de devam edebilmektedir. Akut tübüler nekroz (ATN) gelişen hastaların böbrek dokuları morfolojik olarak incelendiğinde, nekrozun çoğunlukla olmadığı ya da fokal olduğu belirtilmiştir. Patolojik kesitlerde tübül epitel hücrelerinin döküldüğü ve bu dökülmelerden dolayı tübül bazal membranlarında yer yer boş alanların olduğu rapor edilmiştir. Nekroz olmaksızın da ölümcül olmayan hasara bağlı ATN tablosu gelişebilir. İskemik hasar sırasında gelişen hücre içi bir dizi metabolik olay çeşitli şekillerde hücre ölümüne sebep olur. Bu değişiklikler arasında ATP eksikliği, hücre içi pH değişiklikleri, intraselüler Ca++ miktarının artması, serbest radikallerin artması, apoptozis gibi değişiklikler yer alır. ABY vakalarının önemli bir kısmında prerenal ABY söz konusudur. Prerenal

(23)

18

faktörlere kısa sürede müdahale edilirse ölümcül olmayan hasarın, apoptozisin veya nekrozun gelişmesi önlenebilir (29) .

İskemik böbrekte vazokonstriktör maddelerin etkisine karşı aşırı bir hassasiyet ve vazodilatör maddelerin etkisine karşı da bir direnç söz konusudur. Oksijenlenmenin bozulması ile artan intraselüler kalsiyum birikimi afferent arteriyollerdeki direnç artışı ile ilişkilidir. Ca++ kanal blokerlerinin kaybolan otoregülasyonu düzeltmesi ve renal sinir inervasyonuna olan sensitiviteyi azaltması bir kanıt olarak sunulmaktadır. Ayrıca intraselüler Ca++ , intraselüler proteazları ve fosfolipazları da aktive ederek hücre nekrozuna sebep olur (29).

Hipoksinin devam etmesi ve inflamatuvar cevap, ABY’nin uzama fazında rol oynamaktadır. Her iki olay da medullanın dış kısmında yer almaktadır. Normal fizyolojik şartlarda oksijen basıncı korteksten medullaya doğru inildikçe azalmaktadır. ATN’un başlangıcındaki iskemik olay düzelse bile, kan akımı bozuklukları ATN geliştikten sonra da devam etmektedir. Reperfüzyon sırasında kan akımında %40-50 oranında azalma devam eder. Kan akımındaki bu azalma tam açıklanamamakla birlikte endojen vazokonstriktörlere karşı antagonistler kullanıldığı zaman düzeldiğine dair bulgular rapor edilmiştir. Hayvan modellerinde endotel geçirgenliğinin iskemik ABY sonrasında arttığı bilinmektedir. Gelişen interstisyel ödem kan akımını, medulladaki damarlara bası uygulayarak daha da bozabilmektedir. Plazmanın damar dışına kaçağı sonrası hemokonsantrasyon gelişir ve dolaşım daha da bozulur. Bu durum lökositlerin endotel hücreleri ile karşılaşması olasılığını arttırmaktadır. Eritrositler ve lökositlerin medullada biriktikleri deney hayvanlarında gösterilmiştir. Endotel hücrelerinde P ve E selektin ekspresyonu arttığından, lökositlerin endotel hücrelerine adhezyonu artar. Aynı şekilde ICAM-1 ekspresyonu da artmaktadır (20,26,29). ICAM-1’e karşı antikorların kullanılması ile iskemiden korunulması, adhezyon moleküllerinin ATN gelişimindeki rolünü göstermektedir (22). Hasarlı endotel hücrelerinin nitrik oksit salgılamaları da bozulmaktadır. Bu olayları takiben lökosit adhezyonu ve infiltrasyonu ile vazokonstriksiyon ve lokal kan akımındaki azalma (konjesyon) bir kısır döngü halinde devam eder. Sonuçta GFR’de azalma ile birlikte subletal hasardan apoptozise ve nekroza kadar gidebilen bir tablo gelişir (29).

FLAVANOİDLER

Lipidlerde çözünen antioksidanlar sınıfından olan flavonoidler bitkilerdeki kırmızı, mavi ve sarı renk pigmentlerini oluşturan polifenollerdir. Başlıca besinsel kaynakları elma,

(24)

19

portakal, limon gibi meyveler ile patates, karnabahar gibi sebzelerdir. Şarap, üzüm suyu ve çay gibi bitkisel kaynaklı içeceklerde de bulunurlar (30).

Flavanoidler, 3’-4’dihidroksi konfigürasyonu ile antioksidan aktiviteye sahiptir. Görevi lipid peroksitleri zincir reaksiyonunu sonlandırmaktadır. Ayrıca bakır iyonlarıyla kompleks oluşturabilirler; bu durum antioksidan etkilerine bağlanabilir (31,32).

Flavanoidler açısından zengin çeşitli bitkisel kaynaklı besin ve içecekler (şarap, meyvalar, sebzeler, çay, kakao) vardır. Bir flavanol olan quercetin, besinlerde (özellikle soğan, çay) bolca bulunur (33).

Flavanoidler serbest radikal yakalayıcısı olmaları, enzim aktivitelerini düzenlemeleri, hücre çoğalmasını inhibe etmeleri, antibiyotik, antiallerjen, antidiyareik, antiülser ve antiinflamatuvar ilaç gibi işlev görmeleri dolayısı ile özellik kazanmaktadır (34,35). Flavanoidler, oksidatif DNA zedelenmesini, serbest radikal tutulması dışında mekanizmalarla önler. Ayrıca flavanoidler endojen antioksidanların korunup ve güçlendirilmesi yolu ile de etkili olabilirler. Flavanoidlerin çoğu glutatyon-S transferaz (GST) enzimini aktive etme özelliğine sahiptir (33).

Finlandiya’da 9959 kadın ve erkek üzerinde yapılan bir çalışmada flavanoid alımı ile kanser arasında ters bir ilişki olduğu bulunmuştur. Flavanoid alımı yüksek olan bireylerde 24 yıllık gözlem sonucunda akciğer kanseri oranının %50 azaldığı gösterilmiştir. Hawai’de elma

ve soğan tüketimi ile akciğer kanseri arasında ters bir ilişki olduğu bulunmuştur (36,37).

DİOSMİN+HESPERİDİN

Diosmin+Hesperidin klinikte alt ekstremite venöz yetmezliği ve hemoroid gibi venöz sistem hastalıklarında kullanılan, pürifiye flavanoid grubu bir ilaçtır. Venöz tonusu arttırıcı, kapiller rezistansı ve kapiller permeabiliteyi düzenleyici ve lenfatikdrenajı arttırıcı etkileri bilinmektedir. Bunun yanı sıra serbest radikal tutucu ve lökosit adheransını azaltıcı etkileri olduğunu belirten çalışmalarda mevcuttur (38).

(25)

20

GEREÇ VE YÖNTEMLER

Bu çalışma, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi 07.06.2010 tarih ve 2010 /014 sayılı Etik Kurulu onayı alındıktan sonra Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Araştırma Laboratuvarı ve Fizyoloji Anabilim Dalı Laboratuvarında yapılmıştır (Ek-1). Bu çalışma Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu Başkanlığınca (Proje No: 2010/126) desteklenmiştir. Tüm hayvanlara; Uluslararası Laboratuar Hayvanları Akademisinin ve National Institutes of Health Tüzüğüne göre davranıldı. (NIH Publication 85-23, revised 1985).

Çalışmamızda, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Araştırma Laboratuvarı koşullarında bakımı yapılan, uygun ışıkta (12 saat günışığı/12 saat karanlık), uygun nem kontrolü ve çevrede, standart yem ve su verilen, 3,5-4 aylık 190-250 gr ağırlığında, 40 adet dişi Sprague-Dawley rat kullanıldı.

 

İSKEMİ-REPERFÜZYON OLUŞTURMA MODELİ

Orta hat kesisiyle karın içine ulaşıldı ve eksplorasyonda sağ ve sol renal pedikül bulundu ve disseke edilerek askıya alındı (Şekil 4,5). Bilateral renal pediküller, mikrovasküler klemp ile klemplendi (Şekil 6) ve pulsasyon olmayışı ile arteriel kan akımının durduğu anlaşıldı. Böbreklerdeki renk değişimi gözlendi. İşlemler sonlanıncaya kadar sıvı kaybını önlemek için intraperitoneal 5’er cc. izotonik verildi. Kırkbeş dk’lık iskemi sonrası mikrovasküler klempler açılarak arteriovenöz akımın tekrar başladığı; böbreğin renginin açılması ve pulsasyonun başlaması ile anlaşıldı. Yirmidört saatlik reperfüzyon sonunda nefrektomiyle biokimyasal ve histopatolojik inceleme için doku örneği ile intrakardiak

(26)

21

ponksiyonla biokimyasal inceleme için 6 cc kan örneği alındı, Alınan Kan Örnekleri Vakumlu Jelli Tüplere (BD Vacutainer SST, UK) konuldu ve deney sakrifikasyonla sonlandırıldı.

Şekil 4. Ratın preoperatif karın duvarı hazırlığı

      

(27)

22 Şekil 6. Sol renal pedikülün klemplenmesi Çalışma Grupları

Ratlar her biri 10’arlı 4 gruba ayrıldı ve şu yöntem izlendi:

Grup 1 (Kontrol grubu):Yedi gün süre ile sadece su ve standart rat yemi verildi. Yedinci gün sonunda sadece laparatomi yapıldı ve her iki böbrek pedikülü eksplore edildi. Nefrektomi yapılarak doku örneği alındı.

Grup 2 (DH grubu): Bu grupdaki ratlara 7 gün süre ile hergün aynı saatte 50mg/kg dozunda orogastrik gavajla Diosmin+Hesperidin (DH) verildi. Yedinci gün sonunda sadece laparatomi yapıldı ve her iki böbrek pedikülü eksplore edildi. Nefrektomi yapılarak doku örneği alındı.

Grup 3 (İ/R grubu): Bu grupdaki ratlara 7 gün süre ile sadece su ve standart rat yemi verildi. Yedinci gün sonunda laparatomi yapıldı. Bilateral 45 dk süre ile Renal iskemi ve 24 saat süre ile reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyonu takiben relaparatomi yapıldı. Nefrektomi yapılarak doku örneği alındı.

(28)

23

Grup 4 (İ/R+DH grubu ): Bu gruptaki ratlara 7 gün süre ile hergün aynı saatte 50mg/kg dozunda orogastrik gavajla DH verildi. Yedinci gün sonunda laparatomi yapıldı. Bilateral 45 dk. süre ile Renal iskemi ve 24 saat süre ile reperfüzyon uygulandı. Reperfüzyonu takiben relaparatomi yapıldı. Nefrektomi yapılarak doku örneği alındı.

Grup 3’te bir rat renal pedikülden kanama nedeni ile Grub 4’te ise iki rat orogastrik gavaj ile ilaç verilirken pulmoner aspirasyon nedeni ile 2. ve 3. günlerde öldü. Bu gruplarda çalışma sırası ile 9 ve 8 rat ile tamamlandı.

Bu işlemler sonunda; tüm gruplardan, biyokimyasal analiz için intrakardiak ponksiyonla kan örneği alınırken; aynı zamanda, yine tüm gruplarda nefrektomi yapılarak biyokimyasal ve histopatolojik inceleme amaçlı doku örnekleri alındı. Örneklerde alındıkdan sonra, alınan 6 cc kan, santrüfüj edilip serum elde edildikten sonra, biyokimyasal ölçümler çalışıldı. Alınan renal dokunun yarısı doku biyokimya ölçümü için -70°C’de muhafaza edilirken, yarısı histopatolojik inceleme için %10’luk formolde muhafaza edildi.

BİYOKİMYASAL DEĞERLENDİRME Serum Üre, Kreatinin Seviyelerinin Tespiti

Serum üre ve kreatinin seviyeleri; SİEMENS ADVİA 1800 Model analizatörde ölçüldü. Serum üre ve kreatinin seviyeleri renal fonksiyonların tesbiti için kullanıldı.

Malondialdehit Miktar Tayini

Lipid peroksidasyon son ürünü olan Malondialdehid (MDA)’in tiyobarbitürik asit (TBA) ile sıcak ve asit ortamda reaksiyona girmesi sonucu oluşan renk spektrofotometrik olarak ölçüldü.

Çözeltiler

1. %8,1’lik Sodyum dodesil sülfat (SDS)

2. %20’lik Asetik asit (NaOH ile pH 3,5’e ayarlandı) 3. %0,8’lik tiyobarbitürik asit (TBA)

4. n-Butanol/Piridin (15:1)

Deneyin yapılışı: 0,2 ml 10 kat dilüe edilmiş doku homojenatı; 0,2 ml %8,1’lik SDS, 1,5 ml %20’lik asetik asit, 1,5 ml %0.8’lik TBA ve 0,6 ml distile su ile karıştırıldı. Karışım 95°C’de ki sıcak su banyosunda 1 saat tutuldu. Musluk suyu ile soğutulduktan sonra üzerine 1 ml distile su ve 5 ml butanol/piridin (15:1) eklenerek vorteksle 1 dk. karıştırıldı. Organik faz

(29)

24

4000xg’de 10 dk. santrifüj edilerek ayrıldı. Absorbanslar homojenat içermeyen ayıraç körüne karşı 532 nm dalga boyunda spektrofotometrede okundu.

Sonuçların hesaplanması: A x Vt x 109 C (nmol/ml) = E x Vs x L x 103 A : Absorbans E : Tüketim katsayısı (1,56 105 M-1 cm-1) Vt : Total reaksiyon hacmi

Vs : Total reaksiyon içindeki numune hacmi L : Küvet çapı

109 : Molün nanomole çevrilmesi 103 : Litrenin mililitreye çevrilmesi

Sonuçlar MDA nmol/g doku olarak ifade edildi. Glutatyon Düzeyinin Ölçümü

Doku homojenatlarındaki serbest sülfidril gruplarının Ellman ayıracı ile oluşturduğu rengin spektrofotometrik olarak saptanması, glutatyon içeriğinin belirtilmesi için kullanıldı

Çözeltiler:

1. Proteinsizleştirme çözeltisi: 120 g NaCl, 6,68 g metafosforik asit ve 0,8 g sodyum-EDTA tartıldı ve 400 ml distile suda çözüldü.

2. 0,3 M Disodyum fosfat (Na2HPO4)

3. 1 mM Elman ayıracı: 4 mg 5,5-ditiyobis (2-nitrobenzoik asit) (DNTB), 10 ml %1’lik sodyum sitrat çözeltisinde çözüldü.

4. Glutatyon standardı: 10 mg/dl GSH

Deneyin yapılışı: 0,5 ml doku homojenatı üzerine 1,5 ml 0.15 M KCI ve 3 ml proteinsizleştirme çözeltisi eklendi. Bu karışım 3000 xg’de 20 dk. santrifüj edildikten sonra 0,5 ml süpernatant alınarak üzerine 0,3 M Na2HPO4 ve 0,5 ml Ellman ayıracı eklendi.

Absorbanslar homojenat içermeyen ayıraç körüne karşı 412 nm’de okundu. GSH düzeyleri ekstinksiyon katsayısı (∑=1.36 104 M-1 cm-1) kullanılarak hesaplandı. Sonuçlar µmol GSH/g doku olarak ifade edildi.

Doku MDA oksidatif hasarın neden olduğu lipit peroksidasyonunun şiddetini belirlemede ve GSH ise antioksidan enzim aktivitesinin etkinliğinin tespiti için kullanıldı.

(30)

25 HİSTOPATOLOJİK DEĞERLENDİRME

Alınan böbrek dokusu %10’luk formolde tespit edilip, rutin işlemler sonrası parafin bloklara gömüldü. 5 mikrometre kalınlığında kesitler alındı, deparafinize ve hidrate edilip H&E (Hemotoksilen eozin) ile boyandı. Işık mikroskobunda incelendi.

Değerlendirmede, histopatolojik inceleme için; “tübüler hücre şişmesi”, “tübüler dilatasyon”, “medüller konjesyon”, “interstisiyel ödem”, “hyalin cast”, “epitel nekrozu”, “lökosit infiltrasyonu” olarak 7 parametre belirlendi. Her parametre için “0(yok)”, “1(az)”, “2(orta)” ve “3(şiddetli)” şeklinde 0’dan 3’e kadar skor verildi.

İSTATİSTİKSEL DEĞERLENDİRME

İstatistiksel değerlendirme, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı’nda AXA507C775506FAN3 seri numaralı STATISTICA AXA 7,1 istatistik programı kullanılarak yapıldı. Ölçülebilen verilerin normal dağılıma uygunlukları tek örnek Kolmogorov Smirnov testi ile bakıldıktan sonra normal dağılım gösterenler için gruplar arası kıyaslamalarda varyans analizi ve post-hoc Tukey testi normal dağılım göstermeyenler için ise kıyaslamalarda Kruskal-Wallis varyans analizi ve Mann Whitney U testi kullanıldı. Tanımlayıcı istatistikler olarak Median (Min-Max) değerleri ve aritmetik ortalama±standart sapma verildi. Tüm istatistikler için anlamlılık sınırı p<0,05 ve Bonferroni düzeltmeli Mann Whitney U testi için p= 0,05/6 alınarak 0,008 olarak seçildi.

(31)

26

BULGULAR

Çalışmada 10’arlı gruplar halinde 4 grup oluşturuldu ve toplam 40 adet rat kullanıldı. İstatistiksel değerlendirmede p < 0,05 değeri anlamlı kabul edildi.

BİYOKİMYASAL BULGULAR

Renal İ/R grubundaki kreatinin ve üre düzeyleri, kontrol grubuna göre anlamlı oranda daha yüksek; GSH düzeyleri ise anlamlı olarak düşük bulundu (p<0,05). Yapılan renal iskemi reperfüzyon modelinin bu tetkikleri anlamlı oranda değistirmesi açısından yeterli oldugu anlasıldı. Tek yönlü varyans analizi testine göre, gruplar arasında renal doku MDA düzeylerinde, istatistiksel olarak anlamlı farklılık tesbit edilememiştir (p>0,05).

Renal dokuda MDA’nın ortalama değerleri (±SD); Kontrol grubunda 0,021±0,008, DH grubunda 0,026±0.007, İ/R grubunda 0,024±0,011, İ/R+DH grubunda 0,018±0,003 mg/dl idi. İstatistiksel değerlendirmede gruplar arasında anlamlı fark olmadığı görüldü. (p= 0,181) (Tablo 2).

Tablo 2. Grupların renal doku malondialdehit ortalama değerleri

Kontrol grubu DH grubu İ/R grubu İ/R+DH grubu P

MDA 0,021±0,008 0,026±0,007 0,024±0,011 0,018±0,003 0,181*

MDA: Malondialdehit, DH: Diosmin+Hesperidin, İ/R:İskemi-Reperfüzyon, Ortalama±Standart sapma, *Tek

yönlü varyans analizi .

(32)

27

Renal dokuda glutatyon (GSH)’un ortalama değerleri (±SD); Kontrol grubunda 0,099±0,01, DH grubunda 0,092±0,011, İ/R grubunda 0,078±0,008, İ/R+DH grubunda 0,093±0,017 mg/dl idi (Tablo 3). Antioksidan enzim aktivitesinin etkinliğinin bir göstergesi olan GSH; İ/R grubu; kontrol grubu ve DH grubu ile karşılaştırıldığında, anlamlı olarak düşük olduğu görüldü. Yani antioksidan aktivite, İ/R grubunda belirgin düşüktü (p <0.05).

İskemi-reperfüzyon uygulanıp Diosmin+Hesperidin verilen grupta GSH değerlerinin, İ/R grubu ile karşılaştırıldığında arttığı, ancak bu artışın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü.

Tablo 3. Grupların renal doku glutatyon ortalama değerleri Kontrol

grubu DH grubu İ/R grubu

İ/R+DH

grubu P

GSH 0,099±0,01 0,092±0,011 0,078±0,008** 0,093±0,017 0,005*

GSH: Glutatyon, DH: Diosmin+Hesperidin, İ/R: İskemi- reperfüzyon, Ortalama±Standart sapma , *Post-hoc

Tukey testi ile p<0.05, ** p <0.05, İ/R grubu; Kontrol grubu ve DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman.

Serumda ortalama üre değerleri (±SD); kontrol grubunda 59,13±9,498, DH grubunda 51,500±9,528, İ/R grubunda 194,811±111,92, İ/R+DH grubunda 118,188±76,88 mg/dl idi (Tablo 4). Renal glomeruler disfonksiyonun göstergelerinden olan üre değerlerinin; İ/R grubu; Kontrol ve DH grupları ile karşılaştırıldığı zaman, anlamlı olarak arttığı görüldü (p <0.05). Yani renal glomerüler disfonksiyon İ/R grubunda belirgindi. DH ve İ/R+DH grupları karşılaştırıldığında; İ/R+DH grubunda serum üre değerlerinin, anlamlı olarak artmış olduğu görüldü (p<0.05). İ/R+DH grubunda üre değerlerinin, İ/R grubu ile karşılaştırıldığında azaldığı, ancak bu azalışın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü.

Tablo 4. Grupların serum üre ortalama değerleri Kontrol

grubu DH grubu İ/R grubu İ/R+DH grubu P

ÜRE 59,13±9,498 51,500±9,528 194,811±111,92** 118,188±7688*** 0,0001*

DH:Diosmin+Hesperidin, İ/R: İskemi- reperfüzyon, Ortalama±Standart sapma ,*Kruskal Wallis varyans analizi

ile p<0.01, ** Mann Whitney U Testi ile p<0.05 , İ/R grubu; Kontrol grubu ve DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman, *** Mann Whitney U Testi ile p<0.05 , İ/R+DH grubu; DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman.

(33)

28

Serumda ortalama Kreatinin (Cr) değerleri (±SD); Kontrol grubunda 0.47±0.038, DH grubunda 0.047±0.041 İ/R grubunda 1.643±1.092, İ/R+DH grubunda 0.943±0.63 mg/dl idi (Tablo 5). Renal glomerüler disfonksiyonun göstergelerinden olan Cr değerlerinin; İ/R grubu; Kontrol ve DH grupları ile karşılaştırıldığı zaman, anlamlı olarak arttığı görüldü (p <0.05). Yani renal glomerüler disfonksiyon İ/R grubunda belirgindi. DH grubu İ/R+DH grubu ile karşılaştırıldığında; İ/R+DH grubunda serum Cr değerlerinin, anlamlı olarak artmış olduğu görüldü(p<0.05). Kontrol grubu, İ/R+DH grubu ile karşılaştırıldığında; İ/R+DH grubunda serum Cr değerlerinin, anlamlı olarak artmış olduğu görüldü(p<0.05). İ/R+DH grubunda Cr değerlerinin, İ/R grubu ile karşılaştırıldığında azaldığı, ancak bu azalışın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü.

Tablo 5. Grupların serum kreatinin ortalama değerleri

Kontrol grubu DH grubu İ/R grubu İ/R+DH grubu P

Cr 0,47±0,038**** 0,047±0,041*** 1,643±1,092** 0,943±0,63 0,0001*

Cr: Kreatinin, DH: Diosmin+Hesperidin, İ/R: İskemi- reperfüzyon, Ortalama±Standart sapma, *Kruskal Wallis varyans analizi ile p<0.01, ** Mann Whitney U Testi ile p<0.05, İ/R grubu; Kontrol grubu ve DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman, *** Mann Whitney U Testi ile p<0.05 , DH grubu; İ/R+ DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman, **** Mann Whitney U Testi ile p<0.05 , Kontrol grubu; İ/R+ DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman.

HİSTOPATOLOJİK BULGULAR

Histopatolojik incelemede tesbit edilen, histopatolojik ortalama skorlar (± SD) değerleri; Kontrol ve DH grubunda; “tübüler hücre şişmesi” için 0.00±0.00, ‘’tübüler dilatasyon” için 0.00±0.00, “medüller konjesyon” için 0.00±0.00, “interstisyel ödem’’ için 0.00±0.00, “hyalin cast” için 0.00±0.00, “epitel nekrozu’’ için 0.00±0.00, “lökosit infiltrasyonu’’ için kontrol grubunda 1.00±0.00, DH grubunda 0.52±0.50 olup her iki grup histopatolojik olarak normal görünümde idi (Tablo 6) (Şekil 7). İ/R grubunda “tübüler hücre şişmesi’’ için 1.22±0.44, “tübüler dilatasyon” için 1.78±0.83, “medüller konjesyon” için “2.33±0.86”, “interstisyel ödem” için 0.56±052, “hyalin cast” için 2.44±0.72, “epitel nekrozu’’ için 0.67±0.707, lökosit infiltrasyonu için 1.44±0.52 olup (Tablo 6), bariz şekilde

(34)

29

tübüler dilatasyon, medüller konjesyon, hyalin cast ve orta derecede tübüler hücre şişmesi, lökosit infitrasyonu olup, az da olsa interstisyel ödem ve epitel nekrozu mevcuttu (Şekil 8). Yapılan renal iskemi-reperfüzyon modelinin bu parametreleri anlamlı oranda değistirmesi açısından yeterli oldugu anlasıldı. İ/R+DH grubunda ‘’tübüler hücre şişmesi’’ için 0.50±0.53, ‘’tübüler dilatasyon’’ için 1.38±0.51, ‘’medüller konjesyon’’ için “1.069±1.00’’, “interstisyel ödem’’ için 0.63±0.51, “hyalin cast’’ için 0.63±0.74, “epitel nekrozu” için 0.13±0.35, lökosit infiltrasyonu için 0.63±0.74 olarak bulundu (Tablo 6). İ/R grubu ile kıyaslandığında; tübüler dilatasyon azalmış; tübüler hücre şişmesi ve medüller konjesyon belirgin derecede azalmış; hyalin cast, epitel nekrozu ve lökosit infiltrasyonu yok denecek kadar azalmıştı (Şekil 9).

İskemi-reperfüzyon grubunun skorları, kontrol ve DH gruplarının skorlarından daha yüksekti (p<0.05) (Tablo 6). Kontrol ve DH grublarının histopatolojik skorları, İ/R+DH grubunun histopatolojik skorlarına yakındı, sadece İ/R+DH grubunun tübüler dilatasyon parametresi, daha yüksekti (p<0.05) (Tablo-6). İ/R+DH grubunun skorları, İ/R grubunun skorları ile karşılaştırıldığında daha düşüktü, ancak istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05) (Tablo 6).

(35)

30

Şekil 7B. Kontrol ve DH grubunda x10 büyütmede normal morfoloji

Şekil 8A. İskemi-reperfüzyon grubunda x40(A) büyütmede; tübüllerde belirgin dilatasyon, medüller konjesyon

(36)

31

Şekil 8B. İskemi-reperfüzyon grubunda x40 büyütmede; orta derecede mononükleer hücre artışı

Şekil 9A. İskemi-reperfüzyon uygulanıp Diosmin+Hesperidin verilen grupda, x40 büyütmede minimal konjesyon dışında, kontrol ve Diosmin+Hes- peridin grubuyla benzer histopatolojik görünüm

(37)

32

Şekil 9B. İskemi-reperfüzyon uygulanıp Diosmin+Hesperidin verilen grupda, x10 büyütmede minimal konjesyon dışında, kontrol ve Diosmin+Hes- peridin grubuyla benzer histopatolojik görünüm

Tablo 6. Grupların ortalama histopatolojik skor değerleri Kontrol Grubu (n=10) DH Grubu (n=10) İ/R Grubu (n=9) İ/R+DH Grubu (n=8) P Tübüler hücre şişmesi 0,00± 0,00 0 ( 0-0 )* 0,00± 0,00 0(0-0)* 1,22±0,44*** 1 (1-2)* 0,50±0,53 0.5(0-1)* 0,001** Tübüler dilatasyon 0,00±0,00***** 0 ( 0-0 )* 0,00±0,00**** 0(0-0)* 1,78±0,83*** 2 (1-3)* 1,38±0,51 1(1-2)* 0,001** Medüller konjesyon 0,00± 0,00 0 (0-0)* 0,00± 0,00 0(0-0)* 2,33±0,86*** 3 (1-3)* 1,00±1,069 1(0-3)* 0,001** İnterstisyel Ödem 0,00± 0.00 0 (0-0)* 0,00± 0,00 0(0-0)* 0,56±0,52 1(0-1)* 0,63±0,51 1(0-1)* 0,053 Hyalin Cast 0,00± 0,00 0(0-0)* 0,00± 0,00 0 (0-0)* 2,44±0,72*** 3 (1-3)* 0,63±0,74 0, 5 (0-2)* 0,001** Epitel nekrozu 0,00± 0,00 0(0-0)* 0,00± 0,00 0(0-0)* 0,67±0,707 1(0-2)* 0,13±0,35 0(0-1)* 0,043** Lökosit infiltrasyonu 1,00±0,00 1(1-1)* 0,50±0,52**** 0,5(0-1)* 1,44±0,52*** 1(1-2)* 0,63±0,74 0,5(0-2)* 0,013**

DH:Diosmin+Hesperidin, İ/R: İskemi- reperfüzyon, Ortalama±Standart sapma, *Medyan(Min-Max); **Kruskal

Wallis varyans analizi ile p<0.05, *** Mann Whitney U Testi ile p<0.05, İ/R grubu; Kontrol grubu ve DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman, **** Mann Whitney U Testi ile p<0.05, DH grubu ile İ/R+DH grubu karşılaştırıldığı zaman, ***** Mann Whitney U Testi ile p<0.05, Kontrol grubu ile İ/R+DH grubu karşılaştırıldığı zaman.

(38)

33

Kruskal-Wallis testine göre tüm gruplar arasında anlamlı fark olduğundan ikincil (post hoc) test (Bonferroni düzeltmeli Mann-Whitney U testi) sonrası, İ/R grubu ile İ/R+DH grubu, 7 parametreden her biri için karşılaştırıldığı zaman; tüm parametreler İ/R grubunda daha yüksek bulunmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmedi (p>0,05). İ/R grubu, Kontrol grubu ve DH grubu ile karşılaştırıldığı zaman ; “ tübüler hücre şişmesi ”, “tübüler dilatasyon”, “ medüller konjesyon”, “ hyalin cast” ve “ lökosit infiltrasyonu ” bakımından yüksek skorlara sahipken (p<0,05) , “interstisyel ödem” ve “epitel nekrozu” bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı görüldü (p>0,05). DH grubu ile İ/R+ DH grubu karşılaştırıldığı zaman ;

“ tübüler dilatasyon” ve “lökosit infiltrasyonu” bakımından, İ/R+ DH grubunun daha yüksek skorlara sahip olduğu (p<0,05),diğer parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı (p>0,05) görüldü. Kontrol grubu ile İ/R+DH grubu karşılaştırıldığı zaman; tübüler dilatasyon bakımından, İ/R+DH grubunun daha yüksek skorlara sahip olduğu (p<0,05), diğer parametrelerde istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı (p>0,05) görüldü. Kontrol grubu ile DH grubu karşılaştırıldığı zaman; tüm parametreler için skorlar, her iki grupta da aynı bulundu (p>0,05).

(39)

34

TARTIŞMA

Renal kan akımındaki ciddi azalma, yüksek enerjili fosfat tüketilmesi ve bunu izleyen hücre membranının ana fizyolojik iyonlara geçirgenliğinin bozulması, renal hücre hasarına neden olmaktadır. Bu hasarın derecesi iskeminin süresine ve uygun kollateral dolaşımın varlığına göre değişiklik göstermektedir. Çelişki gibi görünse de, kan akımının tekrar başlaması, daha fazla hücre hasarına neden olmaktadır; bu da reperfüzyon hasarı olarak bilinmektedir. Böbrek kanlanmasının azalmasıyla, akım iskemiye metabolik olarak daha hassas olan renal medullada yoğunlaşır. Bunun sonucunda, değişik oranlarda kortikal nekroz ve glomerüler filtrasyonda azalma meydana gelir. İskemi; renal tübüllerde genişleme, vazokonstrüksiyon, ödem, endotel aktivasyonu ve tübüler hücre dökülmesine neden olur. Endotel adezyon molekülünün ekspresyonu ve lökositin endotele göçü ya da kemotaksisi artar (3,39,40)

Renal iskemi sonrası oksijenlenmiş kan ile reperfüzyon uygulanması, serbest radikallerin oluşmasına, lipid peroksidasyonuna, polisakkarit depolimerasyonuna ve DNA yapısının bozulup, yıkılmasına neden olur. Hasarlanmış endotelde vazodilatasyon olmaz; vasküler düz kaslar etkili vazokonstriktörler salgılar ve şişer. Bunun sonucunda da vasküler geçirgenlik artar. Renal distal nefronlarda, hücreler arası birleşim yerleri bozulur. Bu da sodyumun emilimini bozarak, hücre polaritesinin kaybına yol açar. Vazokonstrüksiyon, hücre şişmesi, ekstraselüler ödem oluşur. Sonrasında, lökosit ve trombositlerin endotele yapışmasıyla doku perfüzyonu daha da bozulur (20,40,41). Renal kan akımında oluşan aksamalardan sonra tekrar akımın sağlanmasıyla oluşan reperfüzyon sonucu doku hasarı oluşur. Bu olaylar nonimmünolojiktir (42).

(40)

35

Belirli bir düzeye kadar olabilen oksidan molekül artışı, yine; vücutta daima belirli bir düzeyde bulunan, doğal antioksidan moleküller tarafından etkisiz hale getirilmektedir. Yani sağlıklı bir organizmada, oksidan düzeyi ve antioksidanların bunları etkisizleştirme gücü bir denge içindedir. Oksidanlar, belirli düzeyin üzerine çıkar veya antioksidanlar yetersiz olursa, yani denge bozulursa; sözkonusu oksidan moleküller, organizmanın yapı elemanları olan protein, lipid, karbohidrat, nükleik asitler ve yararlı enzimlerini bozarak zararlı etkilere yol açarlar. Çoğu hastalıklarda artmış ROR hastalığın ana sebebi değildir. Ancak primer bozukluğa ikincil olarak oluşurlar ve ardından patogenezde yer alırlar (13).

Normal bir insan böbreğinde, bir saatten kısa süren sıcak iskemi, geçici disfonksiyondan başka hasar yapmazken, üç saat ve daha uzun süren sıcak iskemi ise geriye dönüşü olmayan hasara neden olmaktadır (40). Bizim çalışmamızda da, iskemi süresi 1 saatten daha kısa, 45 dk olarak uygulandı. Renal cerrahi operasyonlarda, operasyonun gereği olarak, böbreğin anatomik pozisyonunun bozulup farklı yönlere yer değiştirtilmesi durumunda renal vasküler hilüsün etkilenerek kan akımının azalması ya da böbreğin bazı bölgelerinin basıya bağlı olarak iskemide kalması kaçınılmazdır. Operasyonlardaki bu iskemi süresi 5-10 dk gibi kısa bir zaman olabileceği gibi, 1 saate kadar da uzayabilir. Kan akımının tekrar sağlanmasıyla, belirtilen İ/R hasarı meydana gelmektedir. Bizim çalışmamızda ise 45 dk iskemi ardından 24 saat reperfüzyon uygulandı.

Renal İ/R hasarı, glomerüler fonksiyon bozukluğuna ve tübüler hücre hasarına neden olmaktadır. Serum üre ve Cr seviyelerinin yükselmesi, hasarlı böbreklerde fonksiyon bozukluğunun en iyi göstergelerindendir (43). Çalışmamızda, İ/R grubunda serum üre ve Cr değerlerinin, kontrol ve DH grubundan belirgin olarak yüksek olması (p<0.05), deneklerde böbrek fonksiyonlarının ileri derecede bozulduğunu ortaya koymaktadır. DH grubundaki üre ve Cr değerlerinin, kontrol grubundaki üre ve Cr değerleri ile yakınlık göstermesi, DH’in renal dokuya toksik olmadığını düşündürmektedir. Çalışmamızda İ/R+DH grubunda serum Üre ve Cr değerlerini, İ/R grubuna göre daha düşük bulmamıza rağmen istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05) (Tablo 4,5). İ/R+DH grubunda serum üre ve Cr değerlerinin, İ/R grubuna göre daha düşük olmasını, kulladığımız DH’in olumlu etkisinden kaynaklandığını düşünmekteyiz.

Mark ve ark.(44) ratlarda yaptıkları bir çalışmada, renal iskemide MDA artışının, reperfüzyonla daha da arttığını göstermişlerdir. ROR; iskemiyle hücresel hasar oluştuğu zaman, hücre membranındaki poliansatüre lipitlerin peroksidasyonu sonucu membrandaki geçirgenliği bozar. Aynı şekilde hücre içindeki mitokondri ve lizozomal membranlarında

(41)

36

oksidatif hasar oluşup mitokondrial membranda onarımı olmayan fosforilizasyon ve lizozomal membranda geçirgenlik artışına bağlı hidrolitik enzimlerle hücre yıkımı meydana getirir. Tübüler hücrelerde de aynı olaylar olurken, tübüler transportta bozulur. 1980’li yıllardan beri oksidatif doku hasarının göstergesi olarak, serum ve doku MDA değerlerine bakılmakta olduğunu belirten Singh ve Chopra (45) ratlarda yaptıkları renal İ/R’de renal oksidatif doku hasarının göstergesi olarak doku MDA düzeylerine bakmışlardır. Çalışmamızda da doku hasarının göstergesi olarak renal doku MDA değerlerine bakılmış olup, gruplar arasında renal doku MDA düzeylerinde anlamlı fark bulunamamıştır (p>0.05) (Tablo 2).

Lipidlerde çözünen antioksidanlar sınıfından olan flavonoidler serbest radikal yakalayıcısı olmaları, enzim aktivitelerini düzenlemeleri, hücre çoğalmasını inhibe etmeleri, antibiyotik, antiallerjen, antidiyareik, antiülser ve antiinflamatuvar ilaç gibi işlev görmeleri dolayısı ile özellik kazanmaktadır (33-37). Flavonoidler, oksidatif DNA zedelenmesini, serbest radikal tutulması dışında mekanizmalarla önler. Ayrıca flavonoidler endojen antioksidanların korunup ve güçlendirilmesi yolu ile de etkili olabilirler. Flavonoidlerin çoğu GST enzimini aktive etme özelliğine de sahiptir (33).Biz de çalışmamızda pürifiye bir flavanoid olan DH’i gavaj yolu ile kullandık.

Çalışmamızda pürifiye bir flavanoid olan DH’i, renal İ/R oluşturulmuş ratlarda, orogastrik gavaj yolu ile kullanıp renal dokuda GSH ve MDA düzeylerine, ayrıca serumda üre ve Cr düzeylerine ve renal doku histopatolojisine, olumlu etkisi olup olmadığını araştırdık. Bu model doku ve organ değişikliklerinin fizyopatolojisi, yeni tedavi modellerinin oluşturulmasına olanak sağlama, kolay, ucuz ve tekrarlanabilir bir yöntem olma avantajlarından dolayı, deneysel İ/R modeli olarak çalışmamızda tercih edilmiştir.

Diosmin+hesperidin klinikte alt ekstremite venöz yetmezliği ve hemoroid gibi venöz sistem hastalıklarında kullanılan pürifiye flavanoid grubu bir ilaçtır. Venöz tonusu arttırıcı, kapiller rezistansı ve kapiller permeabiliteyi düzenleyici ve lenfatik drenajı arttırıcı etkileri bilinmektedir. Bunun yanı sıra serbest radikal tutucu ve lökosit adheransını azaltıcı etkileri olduğunu belirten çalışmalarda mevcuttur (38).

Duchene-Marullaz ve ark.(38) DH’in; serbest radikal aktiviteyi, lökosit fagositozu ile indüklenen kemotaktik reaksiyonu ve serbest radikalleri anlamlı düzeyde azalttığını göstermişlerdir. Damon ve ark.(46), ratlarda kronik doku inflamasyonu–subkutan granuloma modelinde diosmin hesperidinin etkisi üzerine çalışmışlar ve DH verilen ratlarda granulomun,

Referanslar

Benzer Belgeler

Oklüzal yüzeyleri uygun hale getirilen 16 adet dentin örneği, iki farklı hassasiyet giderici ajanın adeziv siman- tasyondaki bağlantıya etkisinin karşılaştırılmalı

Aim: The present study was carried out to determine some morphological traits of Tarsus Çatalburun breed of Turkish hunting dogs under breeding condition in their homesteads,

Initial renal ultrasonogram was nor- mal, but renal ultrasound performed three days later showed moderate bilateral hydronephrosis.. A CT scan without contrast enhancement

Developmental studies of the duodenum, jejunum and ileum as well as investigations of diet-based structural modifications of the small intestine were carried out in the rats using

It is clear from figure (5) that as the immunity rate increases, the individuals in carrier state decreases and from figure (6) as the reinfection rate increases,

成)。 十六、利用紫外線照射進行青春痘粉刺的護理有何功效?

Tristram is like a symbol of infelicity for Tiffany because of throwing her to the wolves. It is not also a coincidence to choose the names, Melchior and Peregrine. As it is

 “O”, “S”ye oranla daha elektronegatif olması nedeniyle S-H bağı, O-H bağından daha kolay polarlanır ve ortama daha çok H + salar..  Tiyoller alkollerden daha