• Sonuç bulunamadı

Başlık: YAYIMLAR ARASINDAYazar(lar):Cilt: 7 Sayı: 2 Sayfa: 497-506 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000742 Yayın Tarihi: 1949 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: YAYIMLAR ARASINDAYazar(lar):Cilt: 7 Sayı: 2 Sayfa: 497-506 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000742 Yayın Tarihi: 1949 PDF"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YAYIMLAR ARASINDA

A. Caferoğlu, Türk dili tarihi notlar ı.

1. Bölüm. İstanbul Üniversitesi yayınları

325. İstanbul, 1947. VIII+80 s.

İstanbul Üniversitesi Türk dili tarihi profesörü A. Caferoğlu, son defa, Türk dili tarihine ait ufak bir eser neşretti. Bu-güne kadar garp dillerinde de Türk dili tarihine ait hiçbir eser bulunmadığı göz önüne alınırsa, Caferoğlu tarafından neş re-dilen bu kitabın kıymet ve ehemmiyeti derhal teslim edilir.

Caferoğlu'nun verdiği malümata göre, eser "Tiirkçemizin nisbeten daha az taşma imkanını bulan anavatan [!] sınırları içeri-sinde 1-IX. asırlar arasındaki gelişme tari-hine„ ait tafsilât verdikten sonra, "IX-XV. asra kadar « Müşterek Orta Asya edebi Türkçesi»ne „ ve " ayni asırlardaki Selçuk ve Osmanlı edebi Türkçasine„ ve en sonra "XV-XX. asır sonlarına kadar [l] başka başka Türk illerinde gelişme bulan edebi ve canlı şiveler tarihine„ ait inaliimat ve-recektir.

Caferoğlu'nun ortaya koyduğu birinci bölüm, dört sahifelik bir girişten sonra, " Türk dilinin menşei meselesi „ hakkında pek umumi birtakım malümat veriyor ve sonra " Türk dilinin devreleri ve Milattan önceki durumu „ meselesine dokunuyor. Bundan sonra "Eneski Türkçe devri „ hak-kında tafsilât veriyor ve sonra Hunlardan, Sabirlerden, Avarlardan ve Bulgar Türk-lerinden bahsediyor.

Eserde ilim alemine şimdiye kadar meçhul kalmış bir şey aramak, müellifin maksadına göre, cidden büyük bir haksı z-lık ve insafsızlık olur. Çünkü Caferoğlu bu maksadı takibetmemiş, yalnız okuyucu-larına Türk dilinin tarihini anlatmak cihe-tini göz önünde tutmuştur.

Mamafih yüksek ilim müesseselerimiz-de Türk dili tarihi tahsiliyle meşgul olan gençlerimize yol göstermek için yazılan bu eser, acınarak söyliyelim, genç dilcilerin ihtiyacını karşılıyabilecek mahiyette de-

ğildir. Bir defa, Caferoğlu Türk dili ta-rihi hakkında yapılmış birçok yeni tet-kiklerin neticelerinden istifade etmemiş ve eskiden beri sürüp gelen birçok yanlışlı k-ları tekrarlamıştır. Bu sebeple Caferoğlu, Türk dili tarihine ait birtakım meselelerde büyük yanlışlara düşştür. Sonra, mü-ellifin ifadesi de çok karışık ve miiphem-dir. Bu bakımdan kitap yalnız çok yorucu olmakla kalmıyarak , ayrıca okuyucular' yanlış hükümlere sevk etmek ve şaşırtmak gibi büyük tehlikeler de doğurabilir. Fakat asıl şaşılacak nokta, Caferoğlu'nun bugüne kadar yapılan araştırmaları çok sert bir dil ile tenkid etmesidir.

Bu umumi mülâhazalardan sonra, gö-zümüze çarpan yanlışların bir kısmını dü-zeltelim.

8. - 9. s. Demonstratio başlıklı meş -hur eser 1770•te)j. Sajnovics tarafından yazılmıştır. Sajnovics asil bir Macar aile-sine mensuptur. Bu sebeple, Caferoğlu'nun onu "bir lehli bilgin„ gibi göstermesi yan-lıştır. Sajnovics ve eseri hakkında bakınız: M. Zsirai, Finnugor rokonsagunk. Buda-peşte, 1937. 492-497. s.

9. s. 2. n. " «Fin-Ugr» dilleri XVIII. asrın 80 yıllarına doğru büyük bir önem kazanmağa başlamıştır. Tam bu tarihte Helsingfors'ta bir «Fin-Ugr» ilim kurumu teşekkiil etmiş ve bu kurum tarafından bir «Journal» ve bir »Wemoire» yayımına başlamıştır

Fin-Oğur Cemiyetinin XVIII. asırda kurulduğunu söylemekle Caferoğlu yanı l-mıştır. Zira bu cemiyet XIX. asırda — 1883 'te kurulmuştur.

20. s. 1. n. «Türk dili fonetiğine ait ilk yazılan eserlerden biri sayılan V i I. Grönbech'in Forstudier til tyrkisk lydhistorie adlı eseri, 1902 de Kopenhag'da basılmış ve 1903 de Holger Pedersen tarafından Türkische Lautgesetze adil e Almancaya çevirilerek ZDMG, LVİI, s. 535-561 de neşredilmiştir..,

Vilh. Grönbech'in Forstudier til tyr-

(2)

498 HASAN EREN kisk lydhistorie başlıklı meşhur eseri

1902'-de çıkmıştır.

Benim bildiğime göre, bu eserin Al-manca tercümesi yoktur. Yalnız, Grönbech eserinde öne sürdüğü fikirler hakkında 1903 'te ufak bir Sel bstanzeige neş -retmiştir (Keleti Szemle IV, 114.125, 229- 240, 384). Holger Pedersen Türkische Lautgesetıe başlıklı yazısında Grönbech'in iddialarını uzun uzun tahlil ve tenkid et-miştir. Halbuki Caferoğlu bu yazıyı For-studier til t yrkisk lydhistorie başlıklı eserin tercünıesi gibi göstermiştir ki tamamiyle yanlıştır. Caferoğlu, eğer Pedersen'in ya-zısını okusaydı, bu basit yanlışlık' düzel-tebilirdi.

28-29. s. Caferoğlu, E. D. Polivanov'-un 1 K voprosu o rodstvennıx otnoşeniyax koreyskogo i «altayskix» yaz ıkov 2 (Izyes-tiya Akademii Nauk 3 1927 : 1195-1204 4) başlıklı yazısına istinaden, Altay dilleriyle Kore dili arasında münasebetler bulun-duğunu kaydetmiştir. Kore diliyle Altay dilleri arasındaki benzerlik G. J. Ram-stedt'in gözüne de çarpmıştır. Ramstedt yeni yazılarında bu mühim meseleye sık sık dokunmuştur. Yaln.z, Caferoğlu, her nedense, Ramstedt'in araştırmalarından bahsetmemiştir.

30. s. "Türk dili unsurların] içerisinde 1 Caferoğlu, Polivanov'un adını yanlış olarak Polivanova diye yazmıştır. Bu ismin birçok yerlerde Polivanova şeklinde yazıldığını düşünürsek, bu basit, fakat pek dikkatsizce yanlışlık' tertip yanlısı olarak kabul etmek imkanı kalmaz. Yalnız, asıl şaşılacak cihat, Polivanov'un Caferoglu için yabancı bir alim olma-masıdır. Çünkü Caferoğlu (Yenisey-Orhon harflerinin menşei: Ülkü VII, 433-445) 1936' da A, Sokolov'un Ot kamnga k peçatnomrz stanku (Kul'tura i pis'men-nost' Vostoka II, 1928, 91-118) başlıklı yazısına istinaden, Polivanov'un Orhon alfabesinin menşeine ait nazariyesinden "istifade. etmişti. (Polivanov'un bu yazısı ideografieeskty motiv v formacii orxons-kogo alfavita (Byulleten Sredne-Aziatsorxons-kogo Gosu-darstvennogo Universitets, vıp. 9. Taşkent, 1925, 177-182 başlığı altında çıkmıştır.) (Caferoğlu, Ülkü meemuasında çıkan eski yazısında, Polivanov'un adını

doğru olarak Polivanov diye yazmıştır.

2 Caferoğlu bu başlığı yanlış olarak K voprosu o rodstvennth otnoşerrigah koregsgo altayskih yozzkov diye yazmıştır.

3 İzvestiya Akademii Nauk başlığı Caferoğlu tarafından IAN şeklinde kısaltılmışsa da, bu kısaltma eserde basit bir tertip yanlış' neticesinde İAK diye yazılmıştır.

4 Türk dili tarihi notları. nda bu sahife numa-raları yanlış olarak 1105-1204 yazılmıştır.

bolca yaşatan Yenisey-Ostiyak ve Çere-mis dilleri mukayesesi ve araştırması da, ilim bakımından, bizi tatmin etmekten ve haklarında söz söy.lemekten, hala çok uzakta bulunmaktadır."

Yenisey Ostyakları ve Çeremisler hakkında Caferoklu'nun ileri sürdüğü fi-kirler birçok bakımlardan tashih ve izaha muhtaçtır. Bir defa, Yenisey Ostyakları -nın menşei meselesi, henüz çok karışıktır. Bu mühim mesele hakkında şimdiye kadar G. J. Ramstedt, K. Donner, E. Lewy gibi birtakım alimier tarafından muhtelif fikir-ler öne sürülmüşse de, mesele ciddi bir surette tetkik edilmiş değildir. Bana ilave olarak, Yenisey Ostyakları ile Sibirya ve Moğolistan kavimleri arasında dil bakı -mından hiçbir yakınlık bulunmadığını da söyliyelim (L. Ligeti, Az ismeretlen Belsö-Azsia S. Budapeşte, [1940]. 325. s.). Ma-mafih benim tahminime göre, Caferoğlu burada “Yenisey-Ostiyak» ismiyle Ostyak-ları kast etmiştir. «Yenisey-Ostiyak» di-linden sonra Çeremisçeden bahsetmesi de bunu gösteriyor. Yenisey Ostyaklarını Ostyaklarla. karıştırmakla Caferoğlu büyük bir yanlışa düşmüştür. Ostyaklar üzerinde Türklerin tesiri kolaylıkla göze çarpacak kadar derindir. H. Paasonen'in Ober die tür-kischen Lehnwörter im Ost jatür-kischen (Fin-nisch-ugrisehe Forschungen II [1902], 81- 137) adli araştırması sayesinde, Türk- Ost-yak münasebetleri hakkında sağlam malzeme

elde bulunuyor. Buna ilave olarak, bizim Osztjak t o r ı s (Magyar Nyelv XXXVIII [1942], 117) başlıklı ufak yazımızı da zik-redelim. Türk-Çeremis münasebetlerine ge-lince, Caferoğlu, M. Rasünen'in Die tschu-wassischen Lehnwörter im Tscheremis-sischen (Memoires de la Societe Finno-Ougrienne XLVIII [1920], XVI -F- 276 s.) ve

Die tatarischen Lehnwörter im Tschere-missischen (Memoires de la Societe Finno-Ougrienae L [1923], 99 s.) unvanlı güzel eserlerinden de haberdar olmamıştır, sanı -yorum. Rasanen'in bu araştırmaları netice-sinde, Türk-Çeremis münasebetlerinin ma-hiyeti açıkça anlaşılmışıır. Bütün bunlara

5 Bu kitabın Sadrettin. Karatay tarafından yapılan Türkçe tercümesi, 1946 'da Bilinmigen 4-Asga başlığı altında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Hungaroloji Enstitüsü tarafından bastırılmıştır.

(3)

ilave olarak, 0. Beke'nin Zu den tschu-wassischen Lehnwörtern der tscheremis-- sischen Sprache (Memoires de la Societe Finno-Ougrienne LXVII [1933], 42-50) ve Zur Lautgeschichte der tschuwassischen Lehwörter im Tscheremissichen (Finnisch-ugrische Forschungen XXIII [19351, 66-93) başlıklı yazılarını da zikredelim. Cafer-oğlu, eğer bu eserlere müracaat etseydi, yanlışlarını girecek ve sert hükümlerini değiştirecekti.

Sanra, Caferoğlu'nun burada Türk-lerle Mordvinler, Votyaklar, , Züryenler ve Voğullar arasındaki münasebetlere dokun-ması da icabederdi. Bu meseleler hakkında birçok araştırma vardır H. Paasonen'in 1897'de neşredilen Die türkischen Lehn-wörter im Mordwinischen'i, 1 Y. Wich-mann'ın 1903'te çıkan Die tschuwassischen Lehnwörter in den permischen Sprachen'i, 2 A. Kannisto'nun 1925'te neşredilen Die tatarischen Lehnwörter im Wogulischen'i 3 gibi ...

39. s. 1. n. "En eski Türk ana yur-dunun E!] neresi olduğu hakkında, bugüne kadar bir çok fikirler ileri sürülmüştür. Bu mesele ile en çok meşgul olan J. Nameth'- tir. Onun [A töröksg östörtenete. Berze-viczy-Emlekkönyv, Budapest, 1934] adlı bu mevzuu araştıran etüdii Şerif Başta v tarafından Türklüğün eski çağı adı al-tında, 1940 yılı «Ülkü» mecmuasında [sayı 88 ve 90] türkçeye çevirilmiştir. „

J. Nemeth'in, 1940'ta Şerif Baştav ta-rafından Türkçe terciimesi neşredilen ya-zısı A törökseg öskora başlığı altında çı k-mıştır (Berzeviczy-Emlekkönyv. Budapeşte, 1934. 158-174. s.) Caferoğlu bu başlığı A törökseg östörtenete şeklinde yazmıştır ki yanlıştır.

Bu münasebetle «en eski Türk ana yurdu» ta:birinin müphern ve karışık bir mefhum olduğunu da söyliyelim. •

57. s. "... Hun Türkçesini, gayet ih-tiyatlı olmak şartile, hiç olmazsa, kaba taslak tasvire yarayabilecek olan kelime-ler, J. N 'e m e t h'in son zamanlarda tesbit

1 Journal de la Societe Finno-Ougrienne XV, 2. 64 s.

2 Me'moires de la Societe Finno-Ougrienne XXI. XXVIII 170 s.

3 Finnisch-ugrische Forschungen XVII. 264 s.

ettiği Hun hasadlarıdır. Bu bilgince 4 sa-rih olarak ileri sürülen kelimelerin sayısı dörttür.

1. Mundjuk = Muneuk, Boncuk. 2. İlek N Ellak

3. İrnek N İrnek = Irnik. 4. Dengizih = Tengizih (C. C.) 'Attila'nın oğlunun adıdır'.

Yine Nem e t lı tarafından ileri sürü-len ve Hun şivesinin tesbitinde değeri olan kelime, bizim ', kız» rnanasına gelen k i t s'u-dur., 5 Kelimeyi bu telaffuzla nakleden Çin annalleridir. Elimizde bulunan bu kelime-lerden bilhassa «kız» manasına olan k i-t s'u ile At t il â'nın oğlunun adı olan Dengizih, taşıdıkları «z-, -z» [!] hususiyetleri bakı -mından, Hun Türkçesinin, Bulgar Türkçe-sinden farklı olduğunu göstermeleri ile dikkata şayandırlar. Çok büyük bir ihti-yatla ileri sürdüğüm bu fikir [!], diğeı yeni misallerle gerçekleştirilirse, Hun dilinin Bulgar e a ile aynı zümreden olduğunu kabul eden teoriyi çiirütecek ve Huncanın, Çuvaş dili ile müşterek bir ana dilden, yâni «Çuvaş-Bulgar» zümresinden doğan Bul-gareadan ayrı bir yol tuttuğu meydana çıkmış olacaktır.„

Hunların dili hakkında en toplu ve en yeni yazı, Gyula Nemeth'in A hunok nyelve başlıklı yazısıdır. (Bu yazı Attila es hun jai [Budapeşte, 1940. 217-226. s.] baş -lıklı ciltte çıkmıştır. 6 ) Hunların dili hak-kında kıymetli araştırmalar yapmış olan Nemeth'in bu yazısı, çok güzel bir hula-sadır. Mamafih bu mühim yazıdan haber-siz kaldığı anlaşılan Caferoğlu, yalnız Nemeth'in A honfoglalo mag yarsag kia-lakulasa (Budapeşte, 1930) başlıklı eski eserinden istifade etmiştir. Eğer Caferoğlu, Nemeth'in yeni yazısına müracaat etseydi, orada Hunların diline ait bol bilgi bulacak ve eksikliklerini tamamlıyacaktı. Marnafih 4 Gulya ! Wıneth, A Honfoglalo Magyarsdg Kialakuldsa. Budapest, 1930, 133 v. d.

5 J. Ne'ıneth, La provenance du nom "bulgar„ , Symbolae Grammaticae in honorem loannis Rozwa-dovski, II. Cracoviae, 1928, s. 218.

6 Hunlar i hakkında en toplu eser Bela Szasz'- iın A hanok törtenete (Budapeşte, 1943) başlıklı bü-yük kitabıdır. E. A. ;Thompson'un History of Attila and the Huns adlı eseri 1948'de çıktığı ci-hetle, Caferoğlu'nun ondan haberdar olamaması gayet tabilsdir.

(4)

500 HASAN EREN Nemeth'in yazısında AsyylVx adının

çözü-müne ait bilginin yanlış olduğunu hemen ilave edelim. 1 Fakat bizce şaşılacak cihet Caferoğlu'nun Hun Türkçesinin Bulgar Türkçesinden farklı olduğuna ait eski fik-ri benimsemesidir. Zira bu fikir, benim bildiğime göre iptida Nemeth ( A honfog-lalo magyarsag kialakulasa. 149 — 150. s. ) tarafından ileri sürülmüştür, ilim dünyası n-daki teamüle göre, eski bir fikirden bahs-edildiği sırada, onu ilk defa kim ileri sürmüş ise onun adını zikretmek bir âdettir. Cafer-oğlu, her nedense, bundan gaflet etmiştir. Kendisi, belki, bu fikri Nemeth'in evvelce yazmış olduğundan haberi olmıyarak bul-muş olabilir. Fakat böyle de olsa, Nemeth'-in kitabını gördükten sonra, onu ilk defa kimin ileri sürdüğünü kaydetmesi lazımdı.

67. s. "I bn-Das t'e [l] göre, Macar-ların bu çağlarda oturdukları saha P e ç e-n e k Türkleri ile Bulgar yeri [e-ne demek ?] arasına sıkışmış idi. „

Caferoğlu, Ibn-Rusta'nın ismini !bn -Dast diye yazmakla büyük bir yanlışa düşmüştür. D. A. Chwolson tarafından 1866'da Londra'da bulunup meydana çı ka-rılan yazmada Ibn - Rusta'nın ismi şeklinde yazılmıştır. Bu yazmadan istifade eden Chwolson ( Isvestiya o Xozarax, Burtasax,Bulgarax, Mad'yarax, Slavyanax i Russax . . . Ibn Dasta. Peterburg, 1869) bunu Dasta diye yazmakla aldanmıştır. Çünkü bu ismi Rusta diye okumak icab-etmektedir. Bu sebeple, Caferoğlu'nun bunu

Dast diye yazması, tamamiyle yanlıştır. Ibn Rusta hakkında en toplu bilgiyi almak için lslâm Ansiklopedisi'nde C. van Aren-donk tarafından yazılmış olan Ibn Rosteh

maddesine bakınız.

68. s. "Tuna Bulgarları ilk şehzadeler fihristini içerisine alan ve Yunanca [!] yazı l-mış olan Bulgar hanları kronolojik şeceresi uzun zaman Avrupa bilginlerinin de dikka-tini üzerine çekmiş ve daha XVI. yüz yılda yazılmış iki mecmuada dercedilmiştir. Öne-mine göre bir çok defa neşrolunan bu yazma üzerinde Kunik, Hilferding, To-nıaschek, Gaza Kuun, Marquart,

1 Gy. Moravesik Bllzantinoturcica (Buda-peşte, 1943. II. e., 110. s.) başlıklı eserinde Ne-meth'in fikrini kabul ve tekrardan başka bir şey yapmamıştır.

O. B 1 a u, J. B. Bur y gibi bilginler araş -tırmalar yaparak mevzuun esasını çözmeğe [ne demek ?] çalışmışlardır. Fakat bunların hiç birisi J. J. M i k k o l a kadar başarı gösterememiştir."

Kıymetli Macar alirni L. Ligeti Mon-golos jövevenyszavaink (Nyelvtudonıanyi Közlemenyek XLIX [1935], 190-271 ) baş -lıklı yazısında J. J. Mikkola'nın iddialarını çok sert bir dille tenkid etmiştir (256. s.). Ligeti'nin bu husustaki tenkidlerinden ha-bersiz kaldığı anlaşılan Caferoğlu'nun Mik-kola tarafından ileri sürülen iddiaları kabul ettiğini görüyoruz. Mikkola'nın iddialarına tamamiyle iştirak eden Caferoğlu, Bulgar hükümdarları listesine dayanarak, ayrıca birtakım izahlara girişmiştir ki bu teferruat meseleleri hakkında burada hiçbir tenkide kalkışacak değiliz. Yalnız, burada Cafer-oğlu'nun ufak bir yanlışlığın' düzeltmeden geçmiyelim : Bulgar hükümdarları listesi, Caferoğlu'nun söylediği gibi Yunanca değil, İslavcadır. J. J. Mikkola'nın Die Chrono-logie der türkischen Donaubulgaren

(Journal de la Societe Finno-Ougrienne XXX, 33 : 6-7) başlıklı yazısına bakınız.

79. s. "Aynı bekleme devrini, eski Bulgarca unsurların Macar dilinde bıraktığı iz ve tesirler geçirmektedir. Macar bilgin-lerinin de önemle dikkatlerini çeken bu alan üzerinde yapılan ufak tefek E! ] araş -tırmalar, bizi memnun etmekten çok uzak-tır [ ! ]. Halbuki, eski Macarlar, daha Volga boyunda bulundukları zamanlarda bile, kültürce kendilerinden aşağı olmayan [ ! ] Türk Bulgarlarının [! ] tesiri altında kalmaktan kendilerini koruyamamışlardır. bu tesiri araştırmak ve derecesini aydı n-latmak eskidenberi Macar bilginlerinin özendikleri bir mevzu olmuştur. Halbuki, Türk-Macar münasebetleri sonucunda, baş -. ka başka devrelerde tabaka tabaka

Ma-carcaya geçen Bulgar, Hazar, Peçenek, Kuman, Osmanlı lehçe ve şiveleri unsur-larının birer birer ayırd edilmesi, Macarlar kadar Türk filolojisini de yakından ilgilen-dirmektedir. 1657 [ ? ] yılından başlayarak, Macarlarca yapılan bu araştırmalar, açıkça söylüyelim ki, her bir Türk şive veya leh-çesi tarihleh-çesi için müsbet sonuca vardırı la-mamıştır. Bunlar arasında, bilhassa, Bulgar Türkçesi, en az önem kazanmış olanıdır [!].

(5)

Nitekim Macarcada kökleşip kalan Türkçe unsurlariçerisinden, Bulgarcanınkini ayırd etmek istiyen G o m b o c z'un sözlüğü, bu alanda hiç de başarılı sayılamaz [! Gelecekte daha dikkatli yapılacak araştı r-maların bu noksanı gidereceğini umarız." Türk-Macar dil münasebetleriyle alâ-kalı meseleler üzerinde muhtelif alimler tarafından gayet mühim birtakım araştı r-malar yapılmış ve zengin neşriyatta bulu-nulmuştur. Macar dilcileri tarafından yapı -lan araştırmaları Nyelvtudomanyi Közle-menyek (1862 'den beri çıkmaktadır) ve bilhassa Magyar Nyelv (1905 'ten beri çı k-maktadır) mecmualarının kolleksiyonla-rında takibetmek kabildir.

Bu araştırmalar hakkında Caferoğ lu'-nun yürüttüğü mütalâalar indi ve yanlış olduğu gibi, büyük Macar dilcisi Zoltan Gombocz'un Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache (Memoires de la Societe Finno-Ougrienne XXX [1912], XVII -(- 252 s.) başlıklı güzel eseri hakkındaki çok sert tenkidleri de yersizdir. Türk - Macar dil münasebetleri meselesiyle uğraşmadan verilen bu gibi hükümlerin hiçbir kıymeti yoktur.

79 - 80. s. "Eski Bulgarların bir bakiyesi [l] olarak, aynı kavim adı altında, bugün kuzey Kafkasya'da oturan Bulgar-ların [!] etnik menşeleri hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Konuştukları bugünkü ağız hususiyetleri bakımından da ba yolda bir fikir ileri sürülmesine şimdilik imkan yoktur. Mevcut olan bazı ihtimallere göre bu Türk boyu, vaktile, Orta Asya'dan gelme olup, genel Bulgar kr vminden ayrı l-mış bir daldır. ilk gelişlerinde Kafkasya'-nin kuzeyindeki bozkırda yerleşmişler, daha sonraları dağlar arasına çekilmeğe mecbur kalmışlardır. Bunların şiveleri üze-rinde araştırmalar yapan Kar a u l o v 2 bu şivenin ana karakterini ortaya koyamamış -tır. Nemeth ise, bu boyun şivesindeki O ğu r kelimesinin O ğuz olabileceği fik- 1 G o m b o c z'un Die bulgarisch-tiirkischen Lehnudirter in der Ungarischen Sprache, Helsinki, 1912, adlı eseri, içerisine 227 kelime almakla beraber, Bulgarcaya ait, ancak bir kaç unsuru almıştır (I).

2 Bu bilgin bu Türk siyasi hakkında Oçer-ki grammatiOçer-ki gorskage yazzka Bolkar, ZVO. XXI adile bir gramer ; Bolkare na Kafkaze, İOME., XII adile de bir araştırma yayınlaın,ştır.

rile, bu şivenin de eski Çuvaş.Bulgar leh-çelerine has e-rs hususiyetini sakladığı kanaatine varmıştır 3. Bu şive hakkında ileride canlı Türk şiveleri bahsinde geniş maliimat verilecektir. Yalnız şu kadarını da hatırlatayım ki, kuzey Türkleri bu şiveyi şekil ve likat bakımından Edil-Ural Türk-çesine yaklaştırmaya çalışmaktadırlar [?].,,

Bugün Kafkasya'da Bulgarların var-lığından bahsetmekle Caferoğlu büyük bir yanlışa düşmüştür. Çünkü benin bildiğime göre, Kafkasya'da bugün Bulgar isminde bir Türk boyu yoktur. Caferoğlu, Bulgar ismi altında Kafkasya'da oturan B a 1 k a r-1 a r ı kastetmiştir, sanıyorum. Fakat eski Bulgarlarla Balkarlar arasında münasebet-ler bulunduğunu ileri sürmek, her bakı m-dan yanlıştır. Bulgar adı ile Balkar adı arasındaki ses benzerliği kolaylıkla göze çarpacak kadar derindir. Mamafih yalnız bu benzerliğe istinaden Caferoğlu'nun kur-mak istediği nazariyeye bir ehemmiyet is-nad olunamaz. Balkarların lehçe itibariyle Karaçaylara pek yakın olduklarını düş ü-nürsek, bunları buralara Orta Asya'dan hicret etmiş [ ! ] Bulgar Türklerinin baki-yesi olarak kabul etmek imkanı kalmaz. Tanınmış Macar âlimi V. Pröhle, 1913'te Kafkasya'da seyahat etmiş 4 ve Balkar leh-çesine ait zengin malzeme toplamıştır. Pröhle'nin neşrettiği metinler, 5 bize Bal-karların eski Bulgarların bakiyelerinden olmadığını açıkça göstermektedir. Cafer-oğlu, Körösi Csoma-Archivum (I, 148-153) mecrnuasına istinaden Nemeth'iıa «bu ş ive-nin de eski Çuvaş - Bulgar lehçelerine has »-r» hususiyetini sakladığı kanaatine var-mışa bulunduğunu söylüyor. Halbuki, Ca-feroğlu'nun zikrettiği yazı (On ogur, het magyar, Dentümogyer : Körösi Csoma - Archivum 1 [1921] , 148 - 155), başlığı

n-dan da anlaşılacağı gibi, bu meseleye do-kunmamıştır !

Balkar dilini eski Bulgar lehçesi ile birleştirmekle Caferoğlu büyük bir hata yapmış, hele bu yanlış fikri Nemeth'e isnadetmekle ikinci bir yanlışa da düş-

3 KCs. 1, s. 148 - 153.

4 Keleti Szemle XIV (1913-1914), 213-215. 5 Pröhle'nin Balkarische Studien ( Keleti Szemle XV• (1914-1915), 165-276 ; XVI (1915-1916), 104-243) başlıklı yazısına bakınız.

(6)

502 HASAN EREN müştür. Nemeth 1910'da yaptığı Kafkasya

seyahatinde Balkar lehçesini tetkik etmişse de, benim bildiğime göre, bu lehçe hakkında bir şey neşretmemiştir. Yalnız, bu seyahati hakkında yazdığı raporda, Balkarların, lehçe itibariyle, Karaçaylara pek yakın olduklarını kaydetmiştir. i Balkar lehçesi ile Karaçay lehçesi arasındaki bu yakınlık, Balkarları Bulgar Türklerinin bakiyesi gibi telakki etmemize imkan bırakmıyor.

İstanbul Üniversitesinin Türk dili ta-rihi gibi çok ehemmiyetli bir kürsüsünü işgal eden bir profesörden daha ciddi eser-ler beklemek, her okuyucunun hakkı ve vazifesidir.

HASAN EREN

Oriens I( 1948 ), VIII 4- 404 s. Milletlerarası Şark Tetkikleri Cemi- yeti 1948'de Oriens adlı bir mecmua çı- kardı. H. Ritter'in idaresi altında çıkan bu mecmuada, arasıra, bizi alâkadar ede- bilecek mühim yazılara da tesadüf ediliyor. Bu sebeple, milli araştırmalarla uğraşan- lar, bu mecmuayı mutlaka takibetmelidirler. Şimdi, dilci ve tarihçilerimize bir yar- dım olmak üzere Oriens'in ilk cildinde çı- kan yazılaıın adlarını sırasiyle bildirelim : Hellmut Ritter, İrrational Solidarity Groups. A socio-psychological study in connection with ibn Khaldün (1 - 44). — Ahmed Ateş, Tarcumen al-balağa, das früheste neupersische Werk über rhetori-sche Figuren ( 45 - 62 ). — Pertev Naili Boratav, Les recits populaires tures et les «Mille et une Nuits» ( 63 - 73 ) . — Walter Ruben, The Mrrchakatikam, its folklotistic and political interpretation ( 74 - 104 ) . — Halet Çambel, Karatepe. An archeological introduction to a recently discovered Hit-tite site in southern Anatolia (147 - 162 ). — Helmuth Th. Bossert, Die phönizisch - hethitischen Bilinguen_ vom Karatepe ( 163- 192 ). — A. Dupont - Sommer, Notes sur le texte phenicien ( 193 - 197 ). — Franz Steinherr, Hittite Hieroglyphic «all, every, whole» ( 198 - 207 ). — Louis Bazin, Un texte proto-turc du IVe siecle le distique

1 Keleti Szemle IX (1910), 164.

Hiong - nou du «Tsin-chou» (208 - 219) . Louis Bazin'in bu yazısı, başlığından da kolayca anlaşılacağı gibi, Türk dili tari-hiyle uğraşanlar için dikkate şayandır. Ma-mafih bu yazı, acınarak söyliyelim, bizi çok alâkadar eden bu meselenin çözümüne yeni bir şey ilave etmiş değildir. Bir defa, Bazin bu «Hiyong-nu» beytinin çözümü hakkında şimdiye kadar yapılan tecrübe-terden tamamiyle habersiz kalmıştır. Bizim bildiğimize göre, K. Shiratori, B. Munkacsi gibi birtakım alircler bu beyti izaha çalış -mişlardır. 1935'te G. J. Ramstedt Ober den Ursprung der türkischen Sprache (Sitzungs-berichte der Finnischen Akademie der Wissenschaften 1935. 81 - 91 ) unvanlı ya-zısında bu meseleye dokunmuşsa da, L. Ligeti ( Magyar Nyelv XXXV, 57 - 61 ) ta-rafından haklı olarak tenkid edilmiştir. Bazin, Atsız'ın Toplamalar'ına istinaden Abel Remusat ve lakinf'in izahlarına iş a-retle iktifa etmiş, son yıllarda çıkan yazı -ların tahlil ve tenkidine girişmemiştir. Bu kolay ve basit usul, eski fikirleri tekrarla-mak ve okuyucular' şaşırtmak gibi türlü türlü tehlikeler doğurabilir. Bu sebeple, seçilen mevzua dair yazılmış şeyleri tanı t-mak, bu türlü yazılar için zaruridir. Bura-da gördüğümüz birleştirmeler hakkında bir fikir verebilmek için, Bazin'in <Hunca»

bokuk (hukuk, bokuğ, bukuğ) şeklini bizim boğ kelimesiyle birleştirdiğini hayretle ilave edelim! —W. Eberhard, Remarks on şiralğa (220-221). P. Pelliot 1944'te roung Pao'. da (XXXVII, 102 - 113) çıkan bir yazısında, Moğolca şiralğa kelimesini şekil ve mâna bakımlarından izaha çalışmıştı. Bu kelime şiralğa şeklinde Çağataycaya da geçmiştir. Eberhard, bu yazısında, şiralğa şeklini yeni bir tanıkla destekliyor. Yalnız, «Kı r-gızca» «kılıç imaline mahsus hususi bir cins demir» manasına gelen *ka-şa keli-mesi hakkında Eberhard'ın verdiği bilgi tashihe muhtaçtır. Zira bu kelime Türkçe «çelik» manasına gelen kurç kelimesiyle birleştirilemez).(Eberhard bu fikri Belleten'- de [IX, 336 - 337] ve Ankara Üniversitesi Yıllığı'nda [I, 315] da ileri sürmüştü.) L. Ligeti (Nyelvtudomanyi Közlemenyek LI, 205 ) bu kelimeyi Dahurlar arasında kullanılan kaso «demir» kelimesiyle birleş -tirmiştir ki bizce de tamamiyle doğrudur. Ligeti'ye göre, bu kelime Samoyedce kues

(7)

«demir» şekliyle de alökalıdır. Ba sebeple, Eberhard «Kırgızca» *ka•şa şeklini Türkçe kurç kelimesiyle birleştirmekle her bakı m-dan alm-danmıştır.—Herbert Franke, Ahmed. Ein Beitrag zur Wirt«chaftsgeschichte Chi-nas unter Qubilai (222 - 236). — Hell-mut Ritter, Philologika XII : Datierung durch Brüche ( 237 - 247 ). — Andreas Tietze, cAziz efendis Muhayyelât (248-329). Bibliyograf ya kısmında (105-146 ; 330- 404) Türkiye , Isveç, Mısır, Suriye, Iran, Hindistan, Çin, Amerika, İngiltere ve İtalya'da çıkan mecmua ve kitaplar hak-kında bilgi verilmiştir.

HASAN EREN

Journal Asiatique CCXXXIV (1943-1945), 479 s. ; CCXXXV (1946-1947), 203 s• ; CCXXXVI (1948), 335 s.

Avrupa'nın en eski şark mecmuala-rından biri olan Journal Asiatique, ikinci cihan harbi sona erdikten sonra, oldukça muntazam olarak çıkmağa başlamıştır. Bu mecmuada, arasıra, bizi alökadar edebile-cek kıymetli yazılara da tesadüf edilmek-tedir. Burada 1943'ten beri çıkan yazıları sırasiyle zikredeceğiz :

CCXXXIV (1943-1945) : r. Marcy, Le «Periple d'Hannon» dans Le Maroc anti-que de M. J. Carcopino (1-57), —R. Ghirsh• man, Fouilles de Begram (Afghanistaıı) (59-71).—Pierre Meile, Sur la sifflante en dravidien(73-89).—Emile Benveniste, Frag-rnents des Actes de saint Georges en ver-sion sogdienne (91-116). — Louis Renou, Le jeilne du creancier dans l'Inde ancienne (117- 130). —Raymond Weil, Remise en position chronologique et conditions historiques de la XIIe dynastie egyptienne (131-149).— Jac-ques Meunie, Le couvent des otage schinois de Kanişka au Köpisa (151-162).—E. Benve-niste, La ville de Cyreschata (163-166).— Claude Cahen, La tuğrö seljulçide(167-172). Claude Cahen'in son zamanlarında Ortaçağ Türk tarihine, bilhassa Selçuklula r de vri tarihinin türlü meselelerine ait kıymetli yazıları çıkmıştır : Ehemmiyeti ve neticeleri üze-rinde hala pek çok durulması icabeden

Malâzgird meydan muharebesi hakkındaki değerli makalesine, yazılalı epey zaman olduğu halde, henüz yeni bir şey katı

lama-mıştır (Campagne de Mantzikert:

Byzan-tion IX [ 1934 ] ) . Bir bakımdan bu yazının tamamlayıcısı sayılabilecek olan La premi&e pen&ration turque en

Asie - mineure adlı ( Byzantion XVIII

[ 1946 -1948 ], 5-68 ) — başka bir fı r-satla üzerinde duracağımız — uzun yazısı ile şimdi kısaca ele almak istediğimiz La tuğra seljukide adlı yazısı, doğrudan doğ -ruya Selçuklu devri tarihi saha-sındaki çalışmalarının misal ve örnekleri-dir. — T ıı ğ r a ve tuğracılığan birbirinden farklı başlıca iki mahiyeti vardır : 1 — Tuğra. bir hakimiyet sembolü-d ü r. 2 — T u ğ r a, kullanan şahsa devlet teşkilittında birinci planda yer sağ -lı yan devlet müesseselerinden biridir. Tu ğr a'nm, bir hakimiyet sembolü olmak itibariyle O r taç a ğ Türk dev-letlerinde buna benzer — taç, taht, sikke, hutbe v.s. gibi — diğer hakimiyet sembolleri ile birlikte ele alınması lâzımdır. Ancak bu suretle ele alındığı takdirde tuğra'nın hakimiyet sembolü olarak mahiyeti daha iyi anlaşalabilir. T u ğ r a 'yı devlet teş ki-lâtında yeri olan bir makam olarak aldı -ğımız takdirde de aynı metodolojik mü-lahaza ile hareket etmemiz icabeder Selçuklu teşkilâtı, ancak bir kül olarak ele alındığı takdirdedir ki tuğ ra-cılık makamı (div'ün-t tuğra) nın

ehem-miyeti ve mahiyeti iyice anlaşılabilir. Cahen, belirli bir tasnife tabi tutmak- sizin, tuğrayı bu her iki bakımdan işlemeğe çalışmıştır. Fakat müellif, tuğ- ra'yı bu iki vasfı ile, her birini kendi cin-sinden daha bil • iik bittünlerin çerçevesi içinde, yani kısaca temas ettiğimiz metoda göre incelemediği için, mevzuu ehemmiyeti ile mütenasip bir şekilde aydınlatamamıştır. — Muhtelif yazılariyle Selçuklu t a-r i h 'indeki ihtisas ve salühiyetini ispat etmiş bir profesörün kaleminden çıkmış olmasına rağmen, makalenin iptidailiği karşısında hayrete düşmemek imkönsızdır. Bu da gösteriyor ki, bu mühim devir tarihiyle birçok kimselerin çok daha ciddi şekilde uğraşmaları icabetmektedir. Biz, malılm bellibaşlı kroniklerle birkaç

(8)

504 HASAN EREN — M. A. KÖYMEN meskilkat kataloğundaki malilmatın sı

-ralanmasından ibaret olan, tuğranın menşei , şekli ve hükümdarlık sembolü oluşunu izaha çalışan birinci kısmı üze-rinde daha fazla durmak istemiyoruz. (Bu-nun için daha fazla malamat veren Os-man Turan'ın şu makalesine bakınız : Eski Türklerde okun hukuki bir sembol olarak kullanılması : Belleten IX [1945], 305-318.) Müellifin, birinci kısım mesele-lerde malüm kronik ve meskılkat katalog-- larının dışına çıkmamış olması, bu çeşit me-selelerin yeni yeni tetkik mevzuu yapılması göz önünde tutularak mazur görülebilirdi. Fakat tuğranın bir devlet teşkilatı konusu olarak ele alınması gerektiği zaman, sa-dece başka hadiseler miinasebetiyle bir

Tuğra Divanı'nın varlığından bahse-den kroniklerin dışına çıkmayı ve başka, daha mühim kaynak nevilerine baş vur-mayı --- bir eseri dolayısiyla, aynı za-manda Ortaçağ Türk tarihinin kaynakları hakkında ilk, defa olarak derli toplu ma-lamat veren — bir profesörden beklemek hakkımızdı ( C. Cahen, La Syrie du

nord d l'poque des Croisades. Paris 1940).

-- Bilindiği gibi, teşkilat tarihi için en mühim kaynak, resmi vesikaları ihtiva eden münşeat mecmualar ı'dır. Buna rağmen, bu çeşit kaynakların bu bakımdan olan ehemmiyeti, ne yazık ki, şimdiye kadar hiç takdir edilmemiştir. Ba-his mevzuu ettiğimiz devir için, bu çeşit kaynakların ehemmiyetini ilk defa takdir eden, bildiğimize göre, V. Barthold'dür. Kıymetini hala muhafaza eden

Turkes-tan down to the Mongol İnvasion

(GMS. Londra, 1929) adlı eserinin Rusça aslının birinci cildinde, Türk tarihine ait nadir yazmaların bazı mühim kısımlarını parça parça neşretmişti. Bu arada Lenin-grad'da ( Geniş bir tavsifi için bakınız : V. Rosen, Les Manuscrits Persans de l'Institut des Langues Orientales, S. Petersbourg, 1886. 146-159) bulunan münşeat meernuasından da bazı parçalar neşretmişti. Fakat Barthold, bu par-çaları doğrudan teşkilat tarihi için değil, daha ziyade askeri ve siyasi hadiselerin izahında kaynak olarak kullanmıştır. — Barthold'ün, bu çeşit kaynakların ehem- miyet ve kıymetini takdir ve izah etmesinden beri aradan yarım asır

geçmesine rağmen, bu münşeat -rnecı nuala-nrıdan hala gereği gibi faydalanılmaması sebebini izah etmek bizim için hayli güçtür. Kaldı ki, bildiğimize göre, bu mecmuanın birkaç fotokopisi Paris'te de bulunmaktadır. Oran Milli Kütüphanesi kopyasına M. Kaz-vinirnin yazdığı mukaddemeye bakınız. Büyük fedakarlıklarla bir fotokopisini ve filmini elde ettiğimiz bu münşeat mecmuası ile Mısır Milli Kiitiiphanesinde bulunan

Atabet-ül-Ketebe adlı ( Ehemmiyet ve

ma-hiyeti hakkında bakınız : M. Kazvini, /list - makale. Tahran, 1313. 156 - 166. ş. ) mecmuadan derlediğimiz. Selçuklu devri teş -kilat tarihi ile ilgili vesikaları, yazacağımız geniş bir mukaddeme ile birlikte, derhal neşredilmesi Tarih Kurumu tarafı n-dan karar altına alındığı için, bu mün-şeat mecmualarının bu arada Divan- ı T u ğ r a'ya ait vesikaların teşkilat tari-hi bakımından tahliline, Cahen'in ver-diği malâmata yeniden neler kattığını belirtmeğe burada girişemiyeceğiz. — Georges Vajda, Melchisedec dans la mythologie ismaelienne (173-183).= J.Deny, Turcica (185 - 210 ). Burada J. Deny Türkçe

başteke »kelimesinin « blessure » mana-sına da geldiği hakkında sağlam tanıklar zikrediyor. Yalnız, ikiz kelimeler (hendiady-oin) hakkında ileri sürülen diişiincelerde tenkide sayan noktalar vardır. Marnafih bu ufak kusurlarına rağmen, bu yazı Türk diliyle uğraşanlar için oldukça faydalıdır. —H. L. Rabino di Borgomale, L'histoire du Mazandaran ( 211 - 443 ). — P. Demieville, Henri Maspero ( 1883 - 1945 ) 245 - 280 ). —Roger Portal, «L'orientalisme sovietiqua» ( 281 - 283 ).

CCXXXV 1946 - 1947 ) : Denis Sinor, Autour d'une migration de peuples au Ve siecle ( 1 - 77 ) . Denis "Sinor'-un bu yazısı bizi- alfikadar edebilecek mahiyettedir. Burada ileri sürülen fikir-ler birçok bakımlardan dikkate şayandır. Mamafih •Sinor'un iddialarında tashihe muhtaç noktalar da vardır. Mesela Sinor Sayar Sabır ve (Savır) isimlerini birleş ti-rirken Çuvaşçada gördüğümüz a> uL değiş i-mine dayanmakla aldanmıştır. Zira bu değişim Çuvaşçada yeni bir hadisedir. Sonra, Sabartoi asphaloiisminden bahseden Sinor, Jenö Juhasz'ın 1941'de çıkan

(9)

Nyelv XXXVII, 100-105 ) yazısından haber-dar olamamıştır. Tıpkı bunun gibi, Sinor, L. Ligeti'nin Mac -arca szöllö «üzüm» keli-mesi hakkındaki (Magyar Nyelv XXIX, 275- 278) yazısını da görmemiştir. Bu yazısında Ligeti Macarca szöllö kelimesinin tarihini her bakımdan aydınlatmıştır. — A.Dupont-Sommer, « Maison de Yahve » et vete-ments sacres â Elephantine, d'apres un ostracon arameen du Musee du Caire ( 79 - 87 ). — Robert Mantran, Les etudes historiques en Turquie de 1940 â 1945 ( 89 - 111 ) . — Ch. Virolleaud, Sur un epitome de la science du souffle redige en persan ( 113 - 121 ).

CCXXXVI (1948): James G. Fevrier, Les fouilies de Byblos et la date de l'al-phabet phenicien ( 1 - 10 ). — J. Sauvaget, Sur d'anciennes instructions nautiques arabes pour les mcrs de l'Inde ( 11 - 20 ). — Louis Renou, La Vâjasaneyisamhitâ des Künva (20 - 52). — Jean Richard, Ques-tions de topographie tripolitaine ( 53 - 59 ). — Claude F. A. Schaeffer, A propos de la remise en position chronologique de la Xlle dynastie egyptienne ( 61 - 63 ) De- borah Lifchitz, Le ivre d'Emmanuel (poeme ethiopien ( 65 - 86 ) . — Georges Vajda, Un bulletin de victoire de Bajazet II (87 - 102). — A. Rygaloff, Dissertation sur le mon- tage et le doublage(des peintures et auto-graphes) ( 103 - 113 ). — Albert Gabriel, La traduction turque de l'Encyclopedie de l'Islam ( 115 - 122 ) . Benveniste, Mots voyageurs en Asie Centrale(177-188). Emile Benveniste'in bu yazısı, Türk dili tarihiyle uğraşanlar oldukça fay- dalıdı r. Burada, çaplı «faucon» , toklu

«agneau de 6 mois», fiş «dent ; soc», kunan

«eheval de 3 ou 4 ans» (< Moğ.) gibi hir-takıın Türkçe kelimelerin tarihi hakkında mühim tanıklar vardır, Türkçe talkan «orge broye et grille» kelimesi hakkında ve-rilen bilgi dikkate şayandır. Mamafih bu kelimenin menşei meselesi henüz oldukça karışıktır. Bu mesele hakkında bir fikir edinmek için bakınız : G. J.`-_,Ramstedt : Finnisch-ugrische Forschungen VII, 53-55; J. J. Mikkola : Wörter und Sachen III, 84 - 87. Benveniste bu yazılardan haberdar olamamıştır. Sonra, Türkçe

bolka (< balka) «marteau» kelimesinin ta-

rihi de karışıktır. Benveniste'in tanıkları birçok bakıınlarcian dikkate şayandır. Yal-nız, bu yeni tanıklarla bolka kelimesinin tarihi aydınlatılmış sayılamaz. Bu mesele hakkında bilgi edinmek için, bakınız : P. Pel-liot : Journal Asiatique 1925. I, 245. s. ; 251. s. 1. n ; Gy. Nemeth : Berzeviczy-Emlek-könyv. Budapeşte, 1934. 162. s. G. J. Ram-stedt ( Journal de la Societe Finno-ougrienne XXXII, 2 : 3) balka kelimesini Koybalca

paska ( < * başka < bal'ka) kelimesiyle birleştirmek istemişse de tamamiyle elden-rnıştır. Benveniste, Türkçe «insigne mili-taire de soie ou d'une queue d'antilope» mânasına gelen beçkem kelimesinin men- şeinden bahsettiği sırada, bunun biçkam'- dan geldiği fikrinde bulunuyor ki bizce de tamamiyle doğrudur. Benveniste bu keli-menin Pamir ağızlarında «la queue du cheval ou des animaux de montagne (yak, etc.)» ınânasına geldiğini kaydediyor. Bu kelimeden bahsederken, Türkçe beçkiim

«halle, galerie» kelimesinin de Farsça

paşkam'dan alındığını ileri sürüyor. Bu kelime hakkında bizim Körösi Csoma-Ar-chivum'da (111, 130 ) 1941'de neşrettiğimiz yazıdan Benveniste habersiz kalmıştır. Türkçedeki Soğcica unsurlardan da bahse-den Benveniste, ajun «monde», kancl

«ville» , nam «loi, religion» , başak «jefine chretien» , maraz «serviteur â gages, jour-nalier» , mekkeh «encre de Chine» gibi birtakım kelimelerin Soğdcadan geldiğini söyledikten sonra °, Türkçe sanduvaç «ros-signol. , şük «silencieux» ve zarğunçmud

«fleur au parfum musque, pers. palang muşkelimelerinin de soğcleadan geçti-ğini ileri sürüyor. — J. Filliozat, Les deux Asoka et les conciles bouddhiques (189-195). — Andre G. Haudricourt, Les phonemes et le vocabulaire du thai com-mun (197-238). — Louis Hambis, Notes sur les *Tuyuğun (239-241). Bu yazı, doğrudan doğruya değilse bile dolayısiyle dilcilerimizi alâkadar edecek mahiyettedir. — H. L. Rabino di Borgomale, L'histoire du Mâzandarân (243-246). — Jean Do-resse, Saints coptes de Haute-Egypte les monasteres, de Djemeh â Benhadab,

1 Bunlara ilave olarak, Türkçe borç kelimesi-nin de Soğdcadan alındığını söyliyelim (S. Telegdi: Körösi Csoma-Archivum I. Ergünzungsband 501.502).

(10)

506 HASAN EREN — M. A. KÖYMEN aux alentours du VI« sieele (247-270). —

L. Lagarde, Note sur les journaux français de Constantinople â l'epoque revolution-naire (271-276.) — James G. Fevrier, Sur

«Les bijoux perdus de l'antique Falmyre• (277-280). Ch. Virolleaud, La legende ebiite du roi Sole'iman (281-290). — Henri Michaud, A dolphe Lods (291-299).

(11)
(12)

Referanslar

Benzer Belgeler

Zayıf bir ravinin sika ravilere veya sika bir ravinin kendisinden daha sika olan ravilerin rivayetlerine aykırı hadis nak- letmesi (muhalefet• ), sika olarak bilinen

Yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılmış olan Türkçe’nin ilk bilinen sözlüğü “Divanü Lügati’t- Türk” ve “Piri Reis’in Haritası”nın Dünya

(l) Bir yıl içinde verilen bilim/sanat ödülleri sayısı fen, sağ|ık, sosyal bilim ve sanaıın her birinde birer olmak üzere dördü. eğitime katkı ödü|ü

Ancak, genel- de girişim sermayesi yatırımları daha çok başlan- gıç aşamasındaki şirketlere yatırım yaparken, özel sermaye yatırımları genelde daha ileri aşamadaki

Değerli gündem okurları, 2005 yılının bu ilk günlerinde, kı- saca da olsa 2004 yılını değerlen- dirip, Birliğimizin faaliyetleri ile il- gili gelişmeleri özetlemek

2004 yılının ilk üç ayında, aracı kurumların İMKB birincil piyasa, ikincil piyasa, özel emirler ve toptan satışlar pazarındaki top- lam hisse senedi işlem hacmi

Toplam devlet iç borçlanma senedi (DİBS) portföy değeri 2016 yılında önceki yıla göre %10 artarak 497 milyar TL’ye ulaşmıştır.. Devlet iç borçlanma

Tehlikeli Madde Kavramı ve Sınıflandırmalar; Hiçbir Şekilde Hava Yoluyla Taşınamayacak Tehlikeli Maddeler; Birimler ve Kullanılan Dokümanlar; Tehlikeli Maddelerin