• Sonuç bulunamadı

Başlık: IRKÇI SALDIRGANLIK: EGEMEN AÇIKLAMA BİÇİMLERİ IRKÇILIĞI OLUMLARYazar(lar):ERBAŞ, Hayriye Cilt: 15 Sayı: 0 Sayfa: 193-208 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000127 Yayın Tarihi: 1994 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: IRKÇI SALDIRGANLIK: EGEMEN AÇIKLAMA BİÇİMLERİ IRKÇILIĞI OLUMLARYazar(lar):ERBAŞ, Hayriye Cilt: 15 Sayı: 0 Sayfa: 193-208 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000127 Yayın Tarihi: 1994 PDF"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

IRKÇILIĞI OLUMLAR*

Hayriye ERBAŞ GIRIŞ

Bu yazıda işlenecek tezler, sosyalist bloğun parçalanmasım izle-yen dönem içinde özellikle Almanlar, Sırplar ve Ermeniler arasında göz-lenen kitle katliamları ile taçlandırılmış ırkçı saldırganlık örnekleri karşısında egemen kavramlaştırma-açıklama biçimlerinin etkili bir

"kar-şı düşünce" oluşturamarnaları ve hatta açık ya da örtük bir biçimde ı rk-çı saldırganların yanında yer almaları gerçeğinin nedenlerini, niçin-lerini bulma-bilme ihtiyacından doğan bir düşünsel çabanın ilk ürün-leridir.

Temel tez, ırkçılığı konu alan egemen açıklama biçimlerinin ırkçı

saldırganlığı açık ya da örtük biçimlerde olumladığı, desteklediğidir. Açık ya da örtük olumlama biçimleri arasındaki fark, ırkçı hedeflerin "istenen hedefler" olarak teorize edilmesi ile "kaçınılmaz zorunluluk-lar-sonuçlar" olarak kurgulanması arasındaki fark kadardır. Bu fark, çoğu zaman bir terminoloji farkıdır. Irkçı hedefleri istenen hedefler olarak algılayanlara "ırkçı" denirken ; kaçınılmaz sonuçlar olarak kur-gulayanlar ise kendilerini ırkçı olmayanlar biçiminde adlandırırlar. Oysa, tüm bunlar, ırkçılığın farklı sertlik düzeylerindeki tezahürleridir. Kendilerini nasıl adlandırdırları önemsizdir. Tekrarlarsak, burada iş- (*) ERBAŞ Hayriye, A.İ.J. D.T.C.F. Sosyoloji Bölümü, Araştırma Görevlisi.

Bu yazı, 1992 Aralık ve 1993 Ocak aylarında, TRT-Türkiye'nin Sesi Radyosu'nda yapılan konuşmalara dayanmaktadır. Değerlendirmelerde örneklerin öncelikle ge-lişmiş kapitalist ülkelerden ve özellikle Almanya'dan seçilmesinin ardında belki de bu topraklarda özellikle de Türklere yönelik ırkçı saldırganlığın payı vardır. Ancak, gene de metnin ana hatları ile yanlış örneklendirilmedigi, Batılı kapitalist ülkelerin "geçmişlerinin" dogu toplumlarına göre çok daha mükemmel ırkçı saldırganlık ör-neklerine sahip olduğu düşüncesini bir genel doğru olarak benimsedigimi de belirt-meliyim.

(2)

194 HAYRIYE ERBAŞ

lenen tez, her iki kanadın da aynı ortak gövde üzerinde yer aldığı: ı rk-çı olduğudur. Bu durum biraz daha yumuşak bir ifade ile, ırkçı olmayan düşüncelerin aslında ırkçılığa karşı savunmasız olduğu ve bu nedenle de ırkçılığın yaygınlaşmasını engelleyemedikleri biçiminde; ya da "eth-nocentric" oldukları biçiminde değiştirilebilirdi. Ancak, bu vurgulama yetersizdir. Irkçılığı açıklamaya yönelen ve ona karşı olduğu iddiası taşıyan egemen teorilerin kendileri de nitelikleri itibarı ile ırkçıdırlar; ırkçı teoriler ile aralarındaki fark bir nitelik farkı değil fakat sertlik belirten bir nicelik farkıdır. Irkçılığın kolayca yok edilemeyen bir kötü ruh gibi yeniden hortlamasının ardında yatan gerçek budur.

Irkçılık

Irkçılık, en genel anlamı ile tekil bireyler, insan grupları ve top-lumlar arasındaki ilişkilerin gerçekleştiriimesinde, düzenlenmesinde ve tarihsel gelişmelerinde, ırk'tan kaynaklanan özelliklerin belirleyici ol-duğu ya da olması gerektiği düşüncesidir. Bir başka deyişle ırkçılık, küresel-yerel, yapısal-bireysel kategorileri ile tanımlanan bir matriks

üzerinde çözürnlenmelidir. Küresel düzey daha çok uluslararası

iliş-kileri; yerel düzey ulusal bütünleri veya ulusal bütünler içindeki alt bölgeleri tanımlarken; yapısal düzey ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal toplumsal yapı düzeylerindeki kurumlaşmış ilişki kalıplarını; bireysel düzey ise, yüzyüze insan ilişkilerini kapsar. Bu çerçevede, küresel ve yapısal düzeylerde ırkçılaşan bir öznenin yerel bireysel düzeylerde, tam da ırkçılık karşıtı bir yerde bulunma, teorik olanağı vardır; ve tersi.

İnsana ve topluma ilişkin hemen her düşünce gibi, ırkçılığın da siyasi implikasyonları vardır; ve onu sürekli gündemde tutan, siyasi yaygınlığı ya da gücüdür. Siyasal ırkçılık, siyasi faaliyetin ve siyasi dü-zenlemeler ve örgütlenmelerin ırk esası üzerinde biçimlendiği varsayı-mına dayanır. Bunun gerçekleşmediği yerlerde "düzeltilmesi" gereken bir "yanlışlık" vardır. Siyasi güce egemen olmadığı bu ilk aşamada ırkçılık, siyasi faaliyetin ırka dayalı temellerde şekillendirilmesi ama-cıyla "yanlış bilinçli" çoğunluğu uyararak, "doğru bilinçle" yüklemeye çalışır. Bunu başarıp siyasi gücü ele geçirip ona egemen olduğunda ise, toplumsal hiyerarşiyi ırk göstergelerine göre yeniden şekillendirme mücadelesine girer. Bunun başarılmasının ardından, başarılması gere-ken ikinci siyasi hedef, daha küresel bir düzlemde, tüm dünya toplum ya da topluluklarının ırk özelliklerine göre yeniden düzenlenmesidir.

(3)

Milliyetçilik

İrkçı düşünce -özellikle de saldırgan biçimleri- tarihsel olarak ka-pitalistleşme ve ona bağlı milliyetçilik akımları ile birlikte ortaya ç ık-mıştır'. Bu nedenle çoğunlukla milliyetçilik kavramlaştınlması içinde tartışılır2 , Feodal toplulukların bireylere sunduğu ait olma ya da aidi-yet duygusu, hem toplumsal hem de coğrafik hareketliliği oldukça ar-tan kişiler için anlamsızlaşmıştır. Aynı biçimde, feodal sistemle bütün-leşmiş dinsel düşünce de yeterli düzeyde kapsayıcılık ve açıklayıcılık kazanamamıştır. Bu yeni durumda, bireysel kişiliğin ve ahlağın ya da toplumsal ilişkilerin temel dayanaklarından biri millet kavramı ol-muştur. Milliyetçilik tartışmalarında temel sorun "biz" ve "onlar"ın tammlanması sorunudur. Anahtar sözcük "millet"tir. Tartışma "bi-zim milletimiz"in. (ve dolayısı ile "onların milletleri"nin.) sınırlarının çizilmesi tartışmasıdır3 .

Yaşanan süreç bir "millet inşa etme" (Nation building) sürecidir 4 . Sınır belirleme olayı öncelikle toprak üzerinde gerçekleştirilmiştir. Ka-pitalizmin öncüleri olan tüccarlar, "politik toplum" ya da feodal dev-letten, ticari faaliyetleri sürdürdükleri topraklar üzerinde güvenlik isterler. Daha sonra, bu güvenli topraklar üzerindeki insanlar ayn ı mil-lerin parçaları olarak kavramlaştınlır.

Bu güvenlik İngiltere'de zaten var olan merkezi kırallık tarafından sağlanırken, Kıta Avrupası'nda egemen olan küçük feodal lordluklar

(1) CARR, Edward Hallet., (1980) Tarih Nedir ?, (Çev. Misket Gizem Gürtürk) İstanbul: Birikim Yayıncılık. Vc CARR, E.H., (1990) Milliyetçilik ve Sonrası, (Çev. Osman Akın) İstanbul: İletişim Yayınları.

(2) SMITH, Anthony D., (1992) "Nationalism and the Historians", International Jo-urnal of Comparative Sociology, Cilt: XXXIII, No: 1-2, Ss. 58-80 içinde farklı

milliyetçilik kavramlaştırmalarını özetler.

(3) Olaya bu biçimde yaklaşılması, toplumsal ilişkilerin değerlendirilmesinde milliyetçi-lik düzlemi üzerinde kalmak, ondan uzaklaşamamak anlamına da gelir. Milletler ve hatta bir adım daha ileride etnik gruplar arası ilişkilere böyle yaklaşmak son dö-nem gazetecileri ya da genel olarak yazılı basın entellektüelleri arasında yaygın bir moda gibi görünmektedir. Örnek olarak, bkz. BORA, Tanıl, (1991) Milliyetçiliğin Provokasymıu ? İstanbul: Birikim yayınları; ve KILIÇ, Şengül, (1992) Biz ve Onlar: Türkiye'de Etnik Ayrımcılık, İstanbul: Metis Yayıncılık. Özellikle Kılıç'ın çalış ma-sının, "doğrulamacı" pozitivist yaklaşım, içinde, farklılıkları abartarak insan iliş ki-lerinin değerlendirmesinde ırkçılaşmayı provake etme yeteneğinin güçlendirilmesine oldukça güzel bir örnek olarak gösterilebilir.

(4) BENDIX, Reinhard, (1969) Nation Building and Citizenship: Studies Our Changing Social Order, New York: Doubleday Anchor.

(4)

196 HAYRİYE ERBAŞ

tarafından hemen sağlanamazs. Bu da, millet olma, ya da millet olarak örgütlenme sürecinin, Kıta Avrupası'nda en çarpıcı örneklerini Bona-part'larda ve Bismark'larda bulan asker imparatorlar ın egemenliği ile sonuçlanan oldukça kanlı iç savaşlar eşliğinde gerçekleşmesi sonu-cunu doğurmuştur. İç savaşlar, yerel lordlar ve çoğunlukla farklı dil ya da lehçeleri kullanan ve genellikle farklı kiliselere ya da alt "tarikat-lara" bağlı toplulukların yok edilmesi sürecidir.

Sonuçta ekonomik, askeri / politik, dinsel / kültürel vb. toplumsal yapı düzeylerinde tek merkezli bir yeni örgütlenme gerçekleştirilmiş -tir. Ortak ölçüm araçları, ortak bir para kullanılmaya başlanmış; tüc-carları özellikle ilgilendiren parasal işlemlerin yürütülmesi için ortak bir bankacılık sistemi kurulmuş; meta akışını kolaylaştıracak güvenli bir yol / ulaşım' şebekesi oluşturulmuştur vb.

Bu çerçevede egemen olunan topraklar üzerinde kalan bireyleri aynı milletin parçaları olarak kavramlaştıran, daha sonra "siyasal mil-liyetçilik" olarak adlandırılacak olan toparlayıcı ya da bütünleştirici bir millet anlayışı ortaya çıkmıştır6. Ancak bu anlayış hem egemen olunan topraklar üzerinde kullanılan ve tek merkezliliği engelleyen dil farklılıklarının olduğunun fark edilmesi; hem de bu farklılıkların ve ek olarak din vb. biçimlerde ortaya çıkan kültür farklılıklarının "diğer milletler "tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılması nedeni (5) İngiltere ve Kıta Avrupdsının farklı topraklarında ve giderek Dünya'nın farklı böl- gelerinde kapitalizme geçişin farklı biçimlerinin tartışılması için, bkz. HILTON, Rodney, (Ed.) (1976) The Transition from Feudalism to Capitalism, London: New Left Books; MOORE, Barrington, (1989), Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplum-sal Kökenleri: Çağdaş Dünyanın Yapılanmasında Soylunun ve Köylünün Rolü, (Çev:

Şirin Tekeli ve Alaaddin Şenel), Ankara: Verso; POULANTZAS, Nicos, (1968) Political Power and Social Classes, (Trs. Timothy O'Hagan) London: Verso; DOBB, Maurice, (1992) Kapitalizmin Gelişmesi Üzerine incelemler, (Çev. F. Akar) İstanbul: Belge Yayınları.

(6) Ziya Gökalp Millet kavrammın "ırk olarak millet;" ayni ana ve babadan türemiş

"kavim olarak millet;" "aynı cografyada oturan insanlar olarak millet;" "impara-torluklar içindeki tebeaa olarak millet;" "müslümanlar olarak millet;" ve son ola-rak ta "ferdin kendisini mensub addettigi herhangi bir cemiyet olaola-rak millet" adlar ı

ile altı biçimde tammlandıgını belirtir. Sonuçta "Millet, lisanca, dince, ahlakça, bediiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir." Bu tanımın ardından Gökalp üç tür Türk Milliyetçiliği tesbit eder: 1) Türkiyecilik; 2) Oğuzculuk yahut Türkmeneilik; 3) Turancılık. Bu çerçevede Gök-alp Türkiyeci'dir. Yaygın deyimle, "etnik köken"i farklı ancak Türk terbiyeni almış

kişiler Türk'dürler. GÖKALP, Ziya, (1952) Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Varlık Yayınları, Ss. 17-28.

(5)

ile sarsılmıştır. Bu sarsılma sürekli bir savaş / şiddet ortamını yaratır. Yerel topluluklar ya da yerel farklılıklar merkezi güçler tarafından sü-rekli olarak yok edilmeye çalışılırken; yerel güçler de sürekli kendi özel-liklerini korumaya ve merkezden kopmaya çalım Yerel güçler; aynı

topraklar üzerinde egemenlik kurmak isteyen diğer milletler tarafından desteklenir ve bu sürer gider.

Yerel farklılıkların en başarıyla yok edildiği topraklar Alman top-raklarıdır. Özellikle Ingilizler, sonsuz sayıda çeşitlenmiş kültür grupla-rına egemen olmayı başarınca, buna uygun bir imparatorluk örgütleri-mesine yönelerek, yerel dillerin, dinlerin ve hatta devletlerin-siyasal güçlerin, kırallık merkezinden bağımsız var oluşunu kabul eden bir anlayış geliştirirken; denize kapalı Almanlar sadece kendi içlerine yö-nelerek egemen oldukları topraklar üzerindeki farklılıkların temizlen-mesine / homojenıiğe çok daha fazla önem veren bir anlayış geliş tir-miştir. Sonuçta en kanlı iç savaşların yaşandığı ve diğer milletlere yö-nelik en kanlı saldırıların çıktığı topraklar, tarihlerinin hemen hiç bir döneminde denizlere açılan genişlikte bir siyasal güce erişemeyen Al-.

manların toprakları olmuştur. Bu topraklarda farklılıkları dışlayan da-raltıcı bir yeni millet anlayışı gelişmiştir.

Alman ırkçılığının doruk noktası Hitler ve onun Nazizm'idir 7. Hitler, Sosyal Darwinizm olarak ta adlandırılan son derece katı bir evrim anlayışı içinde, tüm insanların ve tüm milletlerin evrimsel geliş -me çizgisi üzerinde farklı gelişme aşamalarını temsil ettiklerini; ve bu gelişmişlik derecelerine uygun biçimde hiyerarşik örgütlenmeleri gerektiğini savunur. En gelişmiş insanlar beyaz tenli ve mavi gözlü slav

ırkı mensuplarıdır. Slavlar arasında da en gelişmiş kol Almanlardır. Erkekler kadınlardan daha gelişmiştir. vb. Sonuç olarak tüm dünya milletleri Almanların en tepede efendiler olarak yer aldığı bir yapı için-de örgütlentrıelidir. Almanların kendi aralarındaki hiyerarşi ise, önce-likle cinsiyete dayalı bir biçimde kurulacaktır. Erkekler kadmlardan daha üstün konumdadır. Bu ilk ayırımm ardından, en tepe en geliş -miş olan Lider-Führer'e aittir. Führerin altındaki sıralama ise, belirti- (7) Alman ırkçılığının en mükemmel örnegini veren Nazizm'in çözümleniş örnekleri için bkz: REICH, Wilhelm, (1975) Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı (Çev. B. Onaran, Payel Yay.; MOREO, Barrington, (1989) a.g.e.; Nazizmin bir gazeteci gözüyle tarihi için bkz. SHIRER William, (1977) Günü Gününe Nazi imparatorluğu, (Çev. Müzehher Wa- u) İstanbul Cem Yayınları; ve Nazizmin kendi dilinden ideolo-jisi için bkz. HITLER, Adolf, (1975) Kavgam, (Çev. A. Nejat) İstanbul: Toker

(6)

198 HAYRIYE ERBAŞ

len Alman üstünlüğü ideolojisi ile çakıştığı varsayılan Führer'in yargı-lama bağlı biçimde şekillenecektir.

Ancak dünya Hitlerin kurguladığından farklıdır. Dünyanın eko-nomik ve politik "efendileri" Almanlar değil, İngilizlerdir. Hitler bunu bir çelişki olarak görür; ve kurguladığı dünyayı yaratma mücadelesinde birer engel olarak algıladığı hemen her şeyi yok etmeye yönelir. İç engeller önce siyasiler olarak sonra Yahudiler, çingeneler vb. siyah derililer olarak görülür ve yok edilir. Dış engelere karşı mü-catlelesinin adı ise, İkinci Dünya Savaşı'dır. Milletler hiyerarşisinin en alt basamakları olarak algıladığı Hintliler ve Çinliler ile Almanlar ara-sında engel oluşturan İngilizler ve Fansızlara karşı savaş açar.

Hitler olmaması gereken milletler tanımı da yapar. Bunlar öncelik-le Yahudiöncelik-lerdir. Yahudiöncelik-leri sadece bil :ırk olarak değil, fakat birer prob-lem olarak gördüğü Kapitalizm ve Sosyalizmin bozukluklarının da yaratıcısı olarak teorize eder. Yahudileri Kara derili Afrikalılar izler. Günlük hayatları içinde Almanlar yahudilerle hemen tüm ilişkileri ko-partan bir ayırımcılığa yönelmelidirler. Almanlar ırk saflığını koruma-lıdirlar. vb. Böylece Alınan ırkçılığı en mükemmel örneğinde etnik te-mizlik teorisine yönelir. Sonuç kendiliğinden saldırganlıktır.

Irkçılığın en sert hali, Alman Nazizminde de görüldüğü gibi yerel, küresel, yapısal ve bireysel çözümleme düzeylerinin tümünde birden ırkçılaşılan durumda gerçekleşir. Tarihte, ve genellikle de Hristiyan toplulukların tarihlerinde, buna benzer örnekleri bolca bulmak olanak-lıdır. Avrupalı fatihler Amerika'ya ulaştıklarında, benzer bir konumda, belki de milyonlarca yerliyi -yerlilerin, kelimenin hemen her anlamda şaşırtıcı bir gelişme düzeyindeki uygarlıkları ile birlikte- yok etmi şler-dir. Bugünlere sağ olarak ulaşabilenler, ancak gidilmesi ve yaşanması oldukça güç dağ başlarına çekilip dünya ile olan bağlarını neredeyse tamamen kopartanlarm torunlarıdır. A BD'de siyah derili insanla-rın köleleştirilmesi de yine yerel, küresel, yapısal ve bireysel eğilimlerin çakıstığı bir ırkçılık örneğidir. Bu örnek küresel ve yapısal eğilimlerin değişmesi ile giderek sarsılıp kırılmış; ancak ABD'deki etkileri bireysel ve yerel düzeylerde, yine yerel ölçekli yapısal, bireysel ihtiyaçlarla da uyum içinde, uzun yıllar yaşatılmıştır. Bu da ulusal ve küresel ve yasal düzeylerde ırkçı olmayan ancak diğer kategorilerde ırkçı olan bir uygulamanın örneğidir. Güney Afrika'da yaşanan ırkçılık yerel fizik-sel, yasal ve ekonomik düzeylerde açık bir ırkçı ayrımcılık uygulaması-dır. Ancak aynı ülke uluslararası ilişkilerinde_ önemli oranda e şitlikçi-dir.

(7)

Irkçılığı kolayca gözardı edilemeyen toplumsal bir sorun haline dönüştüren, yukarıda da değinildiği gibi en olgun örneğini Nazizm' de bulan şiddet niteliğidir. Irkçı düşünce, "diğerlerine" karşı kolayca

şiddet uygulamaya yönelebilir. Şiddeti kendi varoluşunun ayrılmaz bir parçası olarak meşrulaştırdıktan sonra da kolayca soykırımlara varan uygulamalar yaratabilir. Irkçılık konulu tartışmalar da genellikle bu

şiddetin son dönemler içinde 'en mükemmel örneklerinin sergilendiği Alman örnekleri üzerinde odaklanır. Bunda Almanların girdikleri savaşlardan yenik çıkmasının etkisi de olsa gerektir. Belki bu nedenle, siyahlara yönelik ırkçılığın oldukça sert örneklerinin bolca rastlandığı

ABD gözden kaçırılabilmektedir. Ancak, Almanların da bu özel dik-kati çekebilmek için oldukça çaba harcadıkları da açık bir tarihsel ger-çektir.

Bu çerçevede açıklanmaya çalışılan sorun, insanların ve yönetim-lerin neden ırkçılaştıkları ve giderek neden hem diğerlerine hem de kendi kendilerine karşı saldırganlaşmayı engelleyemedikleridir. Bu yazıda işlenen tez ise, tekrarlanırsa, ırkçı saldırganlığı açıklamaya çalı

-şan egemen teorilerin de ırkçı oldukları ve bu nedenle ırkçılığa uygun bir ideolojik ortamın sürekli canlı tutulduğudur.

AÇIKLAMALAR

Irkçılık konulu açıklamalar-kavramlaştırmalar I-), tarihsel 2-) ya-pısal ve 3-) psikolojik-bireysel açıklama biçimleri olarak, üç ana başlık altında sınıflanarak değerlendirilmeye çalışılacaktır. Tarihsel açı klama-lar başlığı altında, ırkçılığın ve özellikle de şiddete dayalı uygulamaların nedenlerini hem tarihin önceki dönemlerinden birinde gerçekle şen bir durumda; hem de bizzatihi tarihin izlediği gelişme çizgisinde bulan

yak-şımlar vardır. Yapısal açıklamalar tarihsel açıklamalara göre daha zen-gin bir çeşitliliğe sahiptir. Bu başlık altında, hem tekil insanın fiziksel yapısından kaynaklanan faktörlere dayalı açıklamalar; hem de özel-likle ırkçı saldırganlığın ekonomik, politik, kültürel, demografik vb. toplumsal yapı düzeylerinden kaynaklanan bireysel sonuçlar olduğu ortak varsayımını paylaşan indirgemeci yaklaşımlar yer alır. Tarihsel açıklamaların yapısal kavramlaştırmalar ana başlığı altında inceleh-memesini sağlayan, özellikle fiziksel faktörlere dayalı açıklamalar bir yana bırakılırsa, yapısal açıklamaların değiştirilebilir faktörlere göre-ce daha yakın oluşudur. Yapısal açıklamalar, zor da olsa değiş tirilebi-lir faktörler gösterir; ancak tarihsel açıklamaların gösterdikleri neden-ler artık tarih olan., kesinlikle değiştirilemez şeylerdir, Psikolojik açık-

(8)

200 HAYRIYE ERBAŞ

lamalar sorumluluğu tarihsel ve yapısal faktörler yerine doğrudan bi-reye yükleyen bir yaklaşımın ürünüdürler. Bu açıklamalar daha esnek olmakla beraber. burada da değitirilemez faktörlerden kendiliğinden uzaklaşılması söz konusu değildir. Bunlar da kendi içinde, örneğin Freud ve Reich gibi bir birini izleyen ancak, değiştirilemez ve de ğişti-rilebilir faktörlere olan vurguları ile birbirinden farklı vurgulamalara sahiptirler.

Tarihsel açıklamaların ülkemizde ve dünyada yaygın olarak bilinen iki örneği Poulantzas ve Moore'durs. Poulanzas'ın inceleme konusu "faşizm" ve onun Almanya, İtalya, İspanya gibi farklı topraklarda ger-çekleşmiş biçimleridir. Poulantzas teorisini Dimitrof'la somutlanan eko-nomik indirgemeci faşizm analizi ile polemik içinde oluşturur. Faş iz-min sermayenin tekelci örgütlenme aşamasının (hem stage hem de sta-te anlamlarında) kendiliğinden yansımalar' olarak açıklamasına karşı çıkarak, ekonomik alt-yapı ile siyasal üstyapı i.e. faşist politik örgüt-lenme arasında yer alan kültürel-ideolojik faktrölerin belirleyiciliğini vurgular. Bunun kanıtı, tekelci sermayenin ortaya çıktığı hemen her yerde, örneğin İngiltere ve ABD'de liberal demokratik yönetimlerin varlığıdır. Poulantzas bunu yaparak "yapısalcı" kadercilikten kurtulmuş gibi görünür. Ancak, faşizmlerin var oluş gerekçelerini "Alman serma-yesinin "özü"nde ya da"Almanya'da kapitalistleşmenin özel tipinde" vb. aramaya başladığında yapısalcılıktan daha da koyu bir belirlenmi ş-liğin içine, daha mutlak bir kaderciliğe düşer. Kültür kalıplarının şekillenmesinde sermayenin ve siyasetin (ister iktidarda ister muhale-fette olsunlar) egemen güçlerine belirleyicilik atfederek tekil birey için kaçınılmaz bir kadercilik üreten kaba bir yapısalcılığa düşer.

Tarihselcilikten kaynaklanan kaderci tavır Moore'da çok daha açıktır. Moore, hem Almanya gibi ırkçı hem de Rusya gibi sosyalist politik diktatörlüklerin nedenini kapitalist sanayiye geçiş sırasında köylüler ile soylular arasında yaşanan sıkı ilişkililiğe bağlar. Köylüler ve feodal egemenler arasındaki ilişkinin çatışma formunda ya da soylu-larm açık baskısı altında "kopartıldığı" Fransa ve İngiltere örnekleri, ilerleyen tarihsel aşamalarında demokratik politik örgütlenmeler ku-rarken; bu ilişkinin korunduğu Almanya ve Japonya örnekleri politik

(8) Poulantzas ve Moore'un yukarıda değinilen çalışmalarına ek olarak, Poulantzas aşa-

ğıda belirtilen çalışmada da aynı kendiliğindenci-kaderci yaklaşımı sürdürür. PUO-LANTZAS,,N., (1981) Portekiz, Ispanya ve Yunanistan'da Geçiş Süreci, (Çev. B. Yılmaz) Istanbul: Belge Yayınları.

(9)

diktatörlükler doğurmuştur. Moore bunu söyleyerek, diktatörlükler ve bunların önemlice bir çoğunluğunun ideolojik malzemesini olu ştu-ran ırkçılık konusunda apaçık bir karamsarlık sergiler.

Bu iki yaklaşıma da temel oluşturan ortak tarih varsayımı tek çiz-gisel-evrimci tarih anlayışıdır. Poulantzas'a özellikle Marksizm kay-nakli olarak etkide bulunan bu yaklaşımın ise daha açık olan kaynağı, Sosyal Darwinizm olarak'da bilinen faydacı felsefe okulunun varsayı m-lanndan beslenen liberal toplum ve siyaset felsefesidir. En temelde di-ğer hayvanlardan bir hayvan olan insanın gelişme szireri, önce doğaya ve diğer hayvanlara, ardından da hemcinslerine karşı bir mücadele tarihidir. İnsanların ve toplumların-milletlerin gelişmişlik düzeyleri bu mücadeleler içindeki başarıları ile ölçülür. Bu ölçümün bir dizi aracı geliştirilmeye çalışılmıştır. Bunlardan en yaygın olarak kabullenileni, pozitivist Comte ve tefsirci Weber'i izleyerek söylersek, nesnel tabanlı düşünce biçimine ve ekonomik akılcılığa ulaşmış olmaktır. İnsanın in-sanlaşması mistik ve metafizik açıklama biçimlerinden ; duygusal ro-mantik düşünme yöntemlerinden uzaklaşıp nesnel ve ekonomik ger-çeklere dayalı açıklama biçimlerine ulaşması demektir.

Başarının Darwin ve Marx dönemindeki açık örneği ise, Batı Avrupa'nın sanayi kapitalizmidir. Pozitivist ve yorumlayıcı pragma-tist felsefe ürünleri, sanayi kapitalizminin başarılarını kendi düşünce biçimlerinin de diğer düşünce yöntemlerine karşı iistünlüğünün kendi-liğinden kanıtları olarak göstermiştir. Ne sanayi kapitalizminde ne de onunla birlikte gelen düşünce ve toplumsal-siyasal örgütlenme biçim-lerinden kaçınılabilir. Kapitalizm, insanın insanlaşma sürecinin bir doruk noktasıdır. Varsayılanlar şunlardır. Tarihsel bir zerçeklik olarak ta kapitalizm, Batı Avrupa dışında kalan topraklar ve milletlerin ko-lonizasyonu süreci ile birlikte gerçekleştirilırliştir. Diğer bir deyişle, bu süreç içinde yaşananlar -hem Batı Avrupa içindeki iç savaşlar ve inanılmaz vahşilikte yaşanan sınıf savaşları, hem de Batı Avrupalıların Dünyanın değişik yerlerinde gerçekleştirdikleri devasa boyutlardaki katliamlar- kaçınılmazdır. Amaç, daha yoksul ve daha geri olan insan-ların daha zengin ve daha ileri zenginlik ve insanlık aşamalarına ulaş-tırılmasıdır.

Kilisenin misyoner faaliyetleri içinde şekillenen bu düşünceler, daha sonra tüm dünyaya modernleşme teorileri olarak -ya da modern-leşme teorilerinden farklı çözümleme araçları geliştiremeyen sosyalizm teorileri olarak- farklı renklerde farklı paketlerde yeniden sunulmaya

(10)

202 HAYRIYE ERBAŞ

devam edilmiştir9. Tüm bunların ortak teması ise, açık bir biçimde

ırkçılığın ya da onun biraz daha sulandınlmış biçimleri olarak tanı m-lanan milliyetçiliklerin kaçınılmazlığıdır. Eğer insan olarak daha da gelişmek istiyorsak daha zengin olmak zorundayız; ve bunun da bi-linen en gelişmiş yolu daha fazla sayıda insana ve onları çalıştıracak ser-mayeye egemen olmak -sermaye birikimi sağlamaktır. Milliyetçilik ve bunun bir biçimi - olan ırkçılık kapitalistleşme sürecinin öncülerinin, yenilikçi devrimci müteşebbislerin ideolojisidir.

Yapısal açıklamalar içinde en kolay doğrulanabileni fiziksel fak-törlere dayalı açıklamalardır. Bu yaklaşım içinde tek tek insanların, toplumların diğerlerinden ayırdedici fiziksel özellikleri vurgulanır. Bu farklılık vurgusu, ardından ırkların bir çeşitlenme değil, fakat bir gelişme farklılığı ve bu alamda yetenek / beceri gelişiminde eşitsizlik anlamına geldiği varsayımına uygun ortam yaratır. Böylece bir ı rk-lar hiyerarşisi kavramlaştırılmaya çalışılır. Özellikle "üstün" ırklar tarafmdan ırkların saflığı arayışları teorize edilmeye çalışılır. Aşağı ırkların özellikleri üstün olanlara bulaştırılmamalıdır; tam da tersine "aşağı" ırklar üstün olanlar tarafından "döllenerek" geliştirilmelidir. Bu yaklaşımın benimsenmemesi durumunda ara-bozulmuş ırk katego-rileri ve bunlara dayanan yozlaşmış bilinçler ortaya çıkacaktır. Bu yoz bilinçler, hiyerarşik ırk örgütlenmesine karşı çıkacaklar; muhtemelen üstün ırklarla eşit olduklarını iddia edeceklerdir. Bu iddiaya dayalı

davranışlar kaçınılmaz bir biçimde ırkçı saldırganlığı doğuracaktır. Yapısal açıklamalar içinde en açık dile getirileni .ekonomik olanı -dır. Ekonomik açıklamalar ile anlatılmak istenen • tarihsel açı klamalar-dan farklı olarak bir teorik nesne olarak sanayi kapitalizminin do ğ asm-dan ve konjonktürel bir olgu olarak sanayi kapitalizmin in işleyiş özel-liklerinden kaynaklanan nedenlere dayalı kavramlaştırmalardır.

Bir teorik kurgu olarak -ve insanlığın evrensel gelişme yasalarına da uygun olarak- kapitalizm doğası gereği hem daha fazla sayıda insa-nı mülksüzleştirmek hem de işçileştirmemek i.e. yedek emek deposu (reserve army of labour) yaratmak durumundadır' 0. Mülksüzleşerek yoksullaşan ancak işçileşerek bu yoksulluktan kurtulma olanağı bu- (9) PERLMAN, Janice (1975) The Myth of Marginality: Urban Poverty and Politics in

Rio de Jenairo, University of California Press.

(10) Kavramın tanıtımı ve toplumsal sonuçlarının tartışılması için bkz. QUIJANO O. Annibal, (1980), "The Marginal Pole of the Econorny and the Marginalized Labour Force", in Harold Wolpe (Ed.) The ,4rticulation of Modes of Production, London: Routiedge and Kegan Paul.

(11)

lamayan geniş kitleler hızla sanayi kapitalizmine "uygun" hegemonik ya da formel çalışma alanlarının dışında "lumpen" iş alanları yaratma-ya başlarlar. Ve ardından da bu iş alanlarına uygun, hegemonik siya-sal blok tarafından manipülasyona açık lumpen ideolojiler geliş tirir-ler. Irkçılık ya da milliyetçilik bu ideolojilerden biridir. Yukandaki bölümde tarihsel kavramlaştırmalar içinde aktar-dil -1gi gibi, milliyetçi-lik görece temiz bir ideoloji olarak kapitalistleşmenin ilk gerçekleştiği toplumlara, dönemlere ve bu dönemlerin öncülerine has bir ideoloji olarak kavramlaştınlırken; milliyetciliğin kötü formlan ve bunlardan en kötüsü olan ırkçılık, kapitalist sanayi devrimlerini, tekelci sermaye aşamasına ulaşmış bir dünyada gerçekleştirmek zorunda kalan sermaye-darlann ve de kapitalistleşmenin olumsuz sonuçlarını yaşayan ara ya da alt smıflann ideolojisi olarak kavramlaştınhr. Mülksüzleşme ve iş -çileşme sürecinin hızı ve yoğunluğu arttıkça, kapitalizınin kendiliğ in-den ideolojisi olan milliyetçilik, ırkçılığa dönüşmeye ve şiddetini artı r-maya başlar. Farklı bir yeniden okumayla, eğer kapitalizm, ister olum-lu ister oolum-lumsuz yanları ile var olacaksa, ırkçı saldırganlık ta var ola-caktır.

Kültürel açıklamalar, yapısal açıklamaların bir diğer boyutunu oluşturur. Genellikle ekonomik indirgemeciliğ'e karşı olma, insan fak-törünü ve buna dayalı olarak ta değişme faktörünü daha fazla yakala-ma e.i. değişime daha açık olma iddiasına sahip kültürel yaklaşım için-deki kavramlaştırmalann da biraz yakından incelendiğinde, ırkçı ve

ırkçılığın nedenlerinin kısa dönemde değişebilirliğ'i konusunda oldukça karamsar olduğu görülür. Kültürel açıklamaların dil ve din olmak üzere iki ana boyutu vardır. insanlar ve toplumlar arasında dile ve dine da-yanan ayrılıklar, farklılıklar olmanın ötesinde bir eşitsizlik, ve en yay-gın örneği Weber'in kapitalist gelişmeyi genel olarak Hıristiyanlığa ve özel olarak ta Protestan mezhıebine bağla.masında bulunan, ekonomik vb. eşitsizliklerin nedeni olarak kavramlaştınlıril. Dil farklılıkları da din ile benzer biçimde gelişme farklılıkları olarak kavramlaştınhr. Toplumsal gelişmeyle artan iletişim ihtiyacı dilin gelişmesini zorlar. Diğer bir deyişle gelişmiş toplumların dilleri yoksul toplumlara göre, kullanılan sözcük sayılarının karşılaştınlması ile de kolayca görüleceği gibi, daha gelişmiş dillerdir.

Din ve dildeki bu gelişmişlik tekil bireylerin birbirleri ile ilişkilerine, kendilerini ve diğerlerini algılama biçimlefine vb. etkide bulunur ve (11) WEBER, Max (1985) Protestan Ahlak! ve Kapitalizmin Ruhu, (Çev. Zeynep Aruoba)

(12)

HAYRİYE ERBAŞ

gelişmiş bir toplumsal örgütlenme ortaya çıkar. Bunun açık savunusu modernleşme teorileri içinde yapılır12 . Ileri kapitalist toplumların özel-liklerinden genellenerek oluşturulan modern toplum ve modern birey tiplemeleri, karşıtı olduğu ileri sürülen ve Çin'den Afrika kabilelerine kadar devasa çeşitlilikte toplulukları kapsadığı iddia edilen geleneksel toplumlara göre daha ileri bir kültürü anlatır. Bu anlamda yapılması

gereken modern kültür yanında ve geleneksel kültüre karşı savaştır. Bu savaşın Batılılar tarafından önerilen aracı, açık başarıları Uzak

Do-ğu Asya'da, Hindistan, Pakistan; Endonezya, Filipinler vb. ülkelerde gözlenen din ve dil* değişiklikleridir. Bu değişikliklerin ırkçılıktan ne kadar uzak olduğu ise sanırım oldukça açıktır.

Bireysel-Psikolojik açıklamalar tarihsel ve yapısal açıklamaların bireyler tarafından kişilik özellikleri olarak içselleş tirildikleri-ön-var-sayımma dayanır. Burada ilgilenilen ırk özelliklerinin fiziksel-biyolo jik açıklayıciları değil fakat, bunların düşünsel, duygusal vb. yansı -malandır. Bu açıklamaların kendi aralarındaki farklılaşmaları kazanı l-mış kişilik özelliklerinin değiştirilebilirliğine, ilişkin öngörüleri ya da ön varsaynnlandır. Bireysel, psikolojik açıklamaların babası Freud olarak gösterilebilir. Kişilere psikoanaliz yöntemi ile yaklaşan Freud "sorunlu" kişiliklerin kaynağını ilk çocukluk döneminde yaşanan ve "temel içgüdüler"in doyurulup doyurulmaması ile anlam kazanan de-neyimlerde bulur. Burada bu temel içgüdülerin ve deneyimlerin ne olarak tanımlandığı önemli değil; fakat ırkçılık açısmdan artık değiş -tirilemez faktörler olarak kavramlaştırıldığı önemlidir. Böylece Freud

ırkçılık karşısında, Popper tarafından yöneltilen "yanlışlayıcılık" il-kesinden yoksunluk ve "doğrulayıcılık" ilkesine dayalı bir düşünce yönetimini benimseyerek açıklayıcı yeteneğini yitirrnek ve doktriner-leşmek eleştirisini kolayca hakkeden bir biçimde, çaresizliğe düşer. Irkçıhk, Hitler örneğinde de kolayca doğrulanabileceği gibi, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde içinde yaşanan sorunlu aileyi ve toplumsal ortamın bir sonucudur. Freud'cu Fromm izlenerek belirtilirse, doyuru-lamamış sevme içgüdüsü nefret'e dönüşür. Irkçılık, izleyen yıllarda bu nefretin ortaya çıkma alanlarından birisidir.

Aynı çerçevede Reich, 13 faşist ve sosyalist baskıcılıkların köke-nini aynı biçimde sağlıklı ortamlarda doyurulmamış sevme içgüdü- (12) BENDIX, Richard, (1967) "Tradition and Modernity Reconsidered", Comparatvie

Studies in Society and History, Vol: IX, No: 3, Pp. 2292-2346. (13) REICH, W., a.g.e.

(13)

sünde bulur. Karşı cinsle serbest ortamlarda bir araya gelemeyen in-sanlar, en temel bilme nesnesi olan bedenleri konusunda aç ık ve temiz bir bilgiye ulaşamazlar. Kişiliğin temeli olan bedene ilişkin bu bilgi-sizlik, birey olarak diğerlerinden bağımsız gelişmeyi engeller. Serbest-liği engelleyen, zaman zaman köylü ailesi olarak vurgulanan, "aile" dir. Köylü ailesi, ortak mülk üzerinde iktisadi faaliyette bulunan birey-ler için öncelikle iktisadi bir birliktir. Bu birliğin varoluşu, babaya

ba-ğımlilığa bağlıdır. Siyasal, toplumsal baskıcılık, baba figürü yerine "führer"i kolayca geçirebilir. Ancak bundan daha da önemli olan aile içinde şekillendirilen kadın imajıdır. Anne ile özdeşleşen kadın imajı, kadının cinsel kimliğinin ihmalini, sadece doğurucu, doyurucu, bakıcı

kimliğinin öne çıkartılması anlamına gelir. Böylece bastırılan cinsel duygular, birey olarak gelişmeyi engelleyerek führer baballığınm ön-derliğinde, bir ortak aile olarak tanımlanan milletin ya da ırkın çatısı

altında şekillenen kitleler içinde ifade olanağı bulduğunda baskıcılık, bir yönetimin toplumsal tabanı olarak manipüle edilebilir hale gelir. Özkök, Reich'ın Freud ve Fromm'un kaderciliğinden daha uzak, du-rumun değiştirilebileceği konusunda daha iddialı olduğunu söylerm. Özellikle kadınlar için cinsel kimliğin tanınması tüm baskıcı düş ün-celerin ve yönetimlerin çökmesini getirecektir.

Ancak, Özkök ün kendisi de kitleselleşmeyi modern toplumun temel sonuçlanndan biri olarak kabullendiği oranda, kitlelere dayalı

demokratik ya da baskıcı ancak, her durumda bireyleri küçümseyerek yönlendirici olan bir anlayışı benimsemek durumunda kalmaz mı? Bu yaklaşımın, ırkçılık özelinde sonucu, ırkçılığın, özellikle kitle

ileti-şim araçlarının denetleyicileri tarafından kitle yönetiminde bir araç olarak kullanıldığı olacaktır. Bu yaklaşım içinde, Özkök, kitle iletiş i-minin bir mücadele aracı olarak algılanmasına eğilimli ve Reich'in kaderciliğe başkaldıran anlayışına daha yakın bir yerde durur. Ancak bunun ırkçılığa karşı ne oranda net bir karşı teorik tavrı yansıttığı, baş -kaldırıya elveda dendiğinde yeniden tartışılmalidır15.

Yine Freud'cu gelenek içinde yer alan bir Marksist olarak de ğ er-lendirilen Marcuse, baskıcılığm ve bunun bir örneği olan ırkçı şiddetin insanın evrensel tammlayıcılarmdan kaynaklanmadığı fakat, tarihsel (14) ÖZKÖK, Ertuğrul, (1985) iletişim Kuramları ısından Kitlelerin Çöziışiı, Ankara:

Tan Kitap Yayın.

(14)

ı)fi FIAYRİYE ERI3AS

koşullara bağunhliğını vurgularbs. Ancak, Marcuse, `belki de Marx'a olan yaknılığmın bir sonucu olarak, Reich'e göre çok daha yapısalcı -dır. Uygarlığı temel içgüdülerden sapma= bir sonucu olarak görür. Böylece uygarlık tarihi, temel ihtiyaçlara karşı bir yabancılaşma tari hidir. Bu ortamda yapılması gereken, tüm tarih, toplum ve kişilik al gımızı değiştiren birey tabanlı bir kültür devrimidir. Marcuse'un var olanı reddetme eğilimi olumlu olmakla beraber, baskıcılığı uygarlaş ma-nın kendiliğinden sonucu olarak açıkladığı hemen her yerde ırkçılığa karşı kelimenin hemen her anlamı ile savunmasız olduğu da teslim edilmelidir.

Bireysel-psikolojik açıklamalar temelde, baskıcılığın ve bunun en açık örneklerinden biri olan ırkçılığın kökeninin bireyselleşmenin en-gellenmesi olduğu saptarnasında birleşirler. 13enirnsenen ve yol gösteri-ci olan birey ve bireysellik tanımı nedir sorusunun yanıtı arandığında ortaya çıkan gerçek, kapitalist kültürü benimsemiş, maddi ya da ol-dukça basite indirgenerek parasal çıkar anlamında bir ekonomik çı ka-n beka-nimsemiş, bireydir17. Oysa, hem kapitalizmin dışında hem de bizzatihi kapitalist ilişkilerin içinde kapitalist kültürü benimsemey.m bireylere rastlamak olanaklıdır. Bu kişilerin "kendi" tanınalamalanrun kapitalist birey tanımına göre eleştirilmesi, onların kendi dinamikleri ile kavranmasmı sağlamadığı oranda yararsızdır ve hatta zararlıdır. Gerçek sorun, kişinin kendi bireyselliğinin temellerini nasıl tanımladığı

değil, fakat bu tanımlamada ve bu tanımlama ile davranışları arası nda-ki ilişkide ne oranda açık ve tutarlı davrandığı= saptanmasıdır. Böyle yaklaşıldığında "geleneksel" duygu ve düşünce yönelirnli herhan-gi bir birey ya da bir "faşist" en az kapitalist kadar "birey" olabilir. Faşist ya da ırkçı birey için ise, tartışılması gereken şey bireyselliğ,inin gücü değil, fakat dayandığı temelin gücüdür. Kapitalist birey anlayışına dayalı bir eleştiri ise, bu yaklaşım karşısında, Freud'cu "cinsel özgür-lük" ya da paracı ekonomik yarareılık dışında hemen hiç bir şey siiy-leınez.

Çocukluk dönemi koşullarına vurgu daha yapısal bir düzeyde de gerçekleştirilir. özellikle Almanya'da, ancak genel olarak. Batı Avru-pa'da yaşanan ırkçı saldırganlığın açıklanmasında bir faktör olarak (16) MARCUSE, Herbert, (1968) Tek Boyutlu insan, (Çev. Seçkin Çağan) İstanbul:

MAY Yayınları.

(17) Bu tür bir kapitalist kültür anlaxışının eleştirisi için bkz. IvlaeFARLANE, Alan, (1993) Kapitalizm Kültürü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

(15)

bu topraklar üzerinde yaşayanların 2. Dünya Savaşı sonrasında yaş a-dıkları deneyler gösterilir18. Özellikle Kohl tarafından temsil edilen ve ilk çocukluk, gençlik dönemlerini savaşın hemen ardından, İttifak Kuvvetleri'nin aşağılamaları altında yaşamak zorunda kalan kuşaklar, bu aşağılamaya tepkilerini Almanya'ya gelen -ve İttifak Kuvvetlerin-den olmayan- yabancı işçilere karşı düşmanlık biçiminde göstermeye yönelmiştir. Burada söylenen, bir başka okumayla, "eğer Almanlar

İkinci Dünya Savaşı ardından aşağılanmasaydı, şimdiki Alman ırkçı -lığı olmayacaktı" biçiminde, oldukçada zayıf kurgulu bir varsayımdır.

SONUÇ

Bu yazıda, ırkçılığın açıklanışında kullanılan egemen sosyal bilim teorilerinin de ırkçı olduğu tezi işlenmeye çalişılmıştır. Alternatif açı k-lama modelleri, ancak ırk özelliklerinin insanlar, toplumsal gruplar ve toplumlar arası ilişkilerden çıkartılıp atılması i.e. ırk özelliklerine da-yanmayan yeni yaşam biçimlerinin bulunması ile olanaklıdır. "... yük-selen ırkçılığın nedenleri, basitce işsizlik korkusuna indirgenemez. Bunun dışında, ekonomik, toplumsal ve siyasal kriz ortamında ş ekil-lenen, yabancı nüfusun yerleştirilmesi ve yeniden yapılandırılrnası süre-cinden kaynaklanan değişik faktörlere bakılmandır."19 Bunun bir adım daha ötesine gidilmelidir. Sorun, insanların işsizlik karşısında ırkçılaş -tığı söyleminin yanlışlık ve yetersizliğiııin; ya da sorunun kaynağının öncelikle politik olduğunun vurgulanmaması20 değil fakat, egemen açı k-lama biçimlerinin ırkçı yükseliş içindeki "görevlerinin" belirlenmesidir. Yapılması gereken, "muhafazakar-radikal" bir tutumla, bu yeni duru-mun gerçekleşeceği güne kadar eski kaliplar içinde yaşamak değil, fakat sürekli bir reformasyon sürecini gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bu çaba insanlaşmanm, bir ideoloji olarak ırkçıiıktan kurtulmak anla-mına geldiği ve bunun olanak!' olduğu "inancına" dayanacaktır. Bu inancı eleştiren temel varsayımlarm kaynağı, nesnel gerçeklik (ırk) ile düşünsel-ideolojik gerçeklik (ırkçılık) arasında kurulan indirgemeci-kendiliğinden ilişkidir. Son söz olarak şu söylenmelidir : yazının te- (18) FICTHER, Tilman, "Political Generations in Federal Germany", New Left Review,

No: 186, Ss. 78-88.

(1 9) CASTLES, Stephen (1984) "Racism and Politics in West Germany", Race and Class, Vol. XXV, No: 3, Ss. 37-50.

(20) CASTLES, S., a.g.e. Ss. 46-50; ve MILES, Eobert, s. ve SATZWEIC, Victor, (1990) "Migration, Racism and 'Postmodern' Capitalism," Econotny and Society, Yol: 19, No: 3, Ss. 335-358.

(16)

208 HAYRİYE ERBAŞ

mel inancınm ve karşı argümanlarmın en güncel "test" alam Bosna'dır. Ancak Bosna'da yaşanan gerçeğin doğruladıklan arasında en temel olanları, bu yazının tezleridir: 1) Egemen açıklama biçimleri -ve bun-lar arasında ırkçılık ve milliyetçilikten en uzak olduğu iddiasındaki ki-liseci ve Marksist düşünceler- ırkçı saldırganlığm "ideolojik" kabukları

haline gelmiştir. 2) Irkçı saldırganlık, özellikle saldırganı -siyaset ve medya egemenleri ne söylerlerse söylesinler- insanlıktan belki de hiç geri dönülemeyecek kadar uzaklaştım. Bundan sonra Almanlar kadar Sırplar da ırkçılık "lekesini" çok çok uzun bir süre üzerlerinde taşı -mak zorunda kalacaklar; insanlaşmak isteyen Sırplar, tıpkı insanlaş -mak isteyen Almanların yaptığı gibi, tarihsel geçmişlerinin acısını

Referanslar

Benzer Belgeler

For the generator excitation and TCSC system with the damping coefficient uncertainty and the uncertain model error of TCSC, an adaptive coordinated passivation controller consisting

In this paper, our attention is focus on applying backstepping design with adaptive sliding mode control to address the queue regulation of premium and ordinary buffers in

f 33 : Word Sentence Score: This sentence feature is used by [6] and depends on the term frequency and inverse sentence frequency (TF s -ISF) of t k in S i (i=1,...,N) where N

Another point where we perceive the conflict between reality and appearance is in the good characters of the play, such as Vittoria's mother, Cornelia and Bracciano's

ÖZET: Bu çalışmada almost kompleks yapının Nijenhuis tensörünün almost cebirsel yapılara genişlemesi olan Nijenhuis-Shirokov tensörü invaryant formda

ne ikame olarak kullanılan yeni endüstriyel ağaç kökenli lif levha, yonga levha, laminat gibi malzeme- ler de üretilmiştir.. MOBiLYA ÜRETiMiNiN ÇEVREYE OLAN

Örneğin evlerde kullanılan tüm muhafaza dolapları (mutfak dolapları da dahil) için yürürlükte olan stan-. dart TS EN 14749'dur ve mutfak dolaplarının

Uygulama aşamasında MR firmasının tercih edilmesinin sebebi, üzerinde çalışılmış olan aile şirketlerinden biri olan ve hazır giyim sektöründe faaliyet gösteren