t.J
Ahmet Haşim’i Tanıdığım Zaman Niçin Hayrete Düşmüştüm ?
YAZAN: YAKUP KADRİ KARAOSMANOGLUSâmi'nin oğlu olduğunu da biliyordum. Ahmet Haşim'e ara sıra gezintilerimi yap tığım Fenerbahçe'deki Belvü otelinin ga zinosunda buluşmayı teklif ettim ve ar kadaşıyla birlikte oraya gelmelerini yaz dım.
Fakat, tâyin ettiğim gün ve saatte Ah met Haşim Ali Sami ile değil beni ta nıyan bir arkadaşıyla çıkagelmişti. Bir tereddüt anı, bir söze nereden başlaya cağımızı bilememezlik süresi. O beni gü lümser gözlerinin ucuyla süzüyor, ben de ona şaşkın şaşkın bakıyordum.
MAVİ GÖZLÜ GENÇ I . .
Gülümser gözlerinin ucuyla dedim. Evet, Ahmet Haşim herkes gibi ağzıyla
Yakup Kadri Karaosmanojjlu Eylül muharriri Mehmet Rauf ve
Şahabettin Süleyman’dan sonra Ahmet Haşim’i anlatmaya başlıyor
gülümsemiyordu. Bir istihzayı mı, yoksa bir sempatiyi mi ifade ettiği anlaşılma yan bu gülümsemeleri onun mavi gözle rinin ucunda idi. Mavi gözleri dedim. Belki şaşacaksınız. Zira, «Şiri Kamer» şairinin yüzünü sadece resimlerinde gör müş iseniz ve hele Bağdatlı olduğunu bi liyorsanız, Ahmet Haşim'i mutlaka kara- yağız bir insan sanmaktasınızdır. Nitekim ben de kendisini görünceye dek öyle sa nıyordum ve karşıma Ahmet Haşim di ye beyaz tenli, kumral bir genç adam çıkınca hayrete düşmüştüm.
Burada, «genç adam» sözü üzerinde de biraz durmam lâzımgeliyor. Bu sözü, o tarihte yaşının yirmi altıyı henüz aşmak ta olduğunu bildiğim için söylüyorum. «Göl Saatleri» şajri şimdi hayatta ol
saydı, bu hâtıralarımda kendisini hemen Şahabettin Süleyman'dan sonra anışıma kim bilir, ne kadar kızardı. Zira, bu titiz sanatkârın «Çıkmaz Sokak» yazarına hiç bir değer vermediğini, hattâ yazılarından tek bir satır bile okumamakla öğündü- ğünü pek iyi hatırlamaktayım. Zaten, Ahmet Haşim'in Fecri-Âtl arkadaşları ara sında kimi beğendiği vardı k i... O, yaz dığı şiirler bakımından değilse bile, ka fası, yüzü, giyinişi, tavır ve hareketleri bakımından kendisini de beğenmezdi ve bundan dolayıdır kİ, uzun bir süre bize görünmekten kaçmış, Fecri-Ati'nln sem tine dahi uğramak istememiştir.
Oysa, başta reisimiz Hamdullah Suphi olmak üzere, Fecri-Ati üyelerinin çoğu Galatasaray Sultanisinden onun mektep arkadaşları idi. Benim gibi onu şahsan tanımamış olanlar ve tanımak hasretini çekenler, bunlara, bizden niçin kaçtığını sorunca kesin bir cevap alamıyorlar, ya da, ilk toplantımızda, Refik Halil'in ba na: «O vahşi bir adamdır, insan içine karışmaz. Zaten, onu görmeseniz daha iyi olur.» deyişi gibi merakı büsbütün arttıran sözlerle karşılıyorlardı.
Nerelerde bulunur? Adresi nedir? Bu nu da kimse bilmiyordu. Hususî hayatına dair bilinen bir şey varsa o da Reji Şir ketinde küçük bir memur oluşuydu. Bu işinin ise, arada bir, bizim toplantıları mıza katılmasına bir mâni teşkil etme yeceği aşikârdı. Zira, aynı şirketin mü dürlerinden olan İzzet Melih pekâlâ her toplantımıza gelebiliyordu.
Şimdi, kim olduğunu pek hatırlayamı yorum, her halde Ahmet Haşimin hu yunu bilenlerden biri: «Sanırım, Haşim, buraya en ziyade İzzet Melih'le karşı laşmak istemediği için gelmiyor» demiş ti. Bu sözde, gerçi, bir gerçek payı var dı. Ahmet Haşim İzzet Melih'in Galata saray Lisesinden sınıf arkadaşı idi. Oysa, şimdi Reji Şirketinde biri öbürünün mai yetinde bir memur durumunda bulunu yordu ve bu hal Ahmet Haşim gibi içli bir kimsede aşağılık duygusuna benzer bir tepki uyandırmış olabilirdi. Şu da var dı ki, onu bulunduğu işe kayıranlardan biri izzet Melih'ti ve bundan dolayı, ken disini eski mektep arkadaşına karşı min net altına girmiş hissetmesi gerekirdi. Minnet altına girmek ise Ahmet Haşim'in onurlu ve âsi kalbinin dayanamayacağı en ağır azaplardan biriydi.
NASIL TANIŞTIM?
Nitekim, mizacının bu. özelliklerini onun pek yakın dostu olmak mazhariye
tine erdiğim zaman birer birer keşfet mek fırsatını bulacaktım. Mazhariyet de dim. Zira, Ahmet Haşim'in dostluğunu kazanmak değme babayiğitin kârı değil di. Onu derinliğine anlamak, bütün kap rislerini hoş görmek ve bazı hırçınlıkla rın, haksızlıklarına tahammül etmek ge rekirdi. Bu bakımdan, övünebilirim ki, onun hışmına uğramayan tek kişi ben
ÜÇ HAŞİM — Bağdat'tan henüz İstan
bul’a yeni geldiği çocukluk günlerinde, ikinci Dünya Harbinde ihtiyat zabiti ve hastalık günlerinde, yatağında.
dim. Bununla beraber, bana da kızdığı, küstüğü; beni de yerdiği zamanlar ol muştur. Fakat, son günlerine kadar, kal binin pas tutmayan bir köşesinde ayrıl mış yerimi özenle muhafaza ettiğine inan mış bulunuyorum. Bu inancımda ne ka dar yanılmadığımı aşağıda bahsi geçecek olaylar gösterecektir sanırım. Fakat, Ah met Haşimle nasıl tanıştık, önCe onu anlatmalıyım:
Serveti Fünun'da çıkan yazılarımın bi rinde kendisini büyük bir hayranlıkla övmüştüm. Bunun üzerine, o da bana bir teşekkür mektubu göndermiş ve bu mektubunda benimle görüşmek arzusunu belirtmişti. Bir hafta sonu eski lise ar kadaşlarından Ali Sami'nin Çiftehavuzlar' daki köşküne geleceğini yazıyor ve oraya yakın bir yerde buluşmamız imkânı var mıdır diye soruyordu. Bu arkadaşının adı bana yabancı değildi. «Kalem» der gisinde Fransızca bazı mizah yazılarını okumuştum ve ünlü dil bilgini Şemsettin
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak... Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta... Kızıl havaları seyret ki, akşam olmakta... Eğilmiş arza, kanar muttasıl kanar güller, Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller. Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisanı hafidir ki, ruha dolmakta. Kızıl havaları seyret ki, akşam olmakta.
AHMET HAŞİM
Ahmet Haşim'in şiirleri arasında en büyük şöhrete ulaşanı: Merdiven
• Haşim'in dostluğunu kazanmak
değme babayiğitin kârı değildi.
# Refik Halit onun için b a n a:
«Vahşi bir adamdır. İnsan içine
karışmaz!» demişti.
Yoksa, yüzünün çizgilerine ve dökülmeye başlamış saçlarındaki tektük aklara ba karak ona hiç değilse olgun bir adam diyebilirdim. İlk görüşte herkes üzerin de yapacağı tesir de, sanırım, bundan başka türlü olamazdı. Ama, bir kere canlı canlı konuşmaya ve keskin zekâsı nın elvan elvan havaî fişeklerini etrafa saçmaya başladı mı, her şey değişirdi. Kendisi gibi, sözünü ettiği nesneler, ki şiler ve olaylar da zaman ve mekân öl çülerinin dışına çıkar; tıpkı «imprâssi- oniste» resimlerde görülen renkleri ve şekilleri alırdı. O vakit, Ahmet Haşim kaç yaşındadır, çirkin midir, güzel mi dir, hattâ bizcileyin etten kemikten bir yaratık mıdır bilinemezdi. Zira, o, ar tık katıksız bir «esprit» haline girmiştir. Bir «esprit». Evet, ama, hiç tekin ol mayan bir «esprit». Hoşuna gittiniz mi sizi göklere çıkarır; hoşuna gitmediniz mi yerin dibine geçirirdi. Hele, onu, kız dırmaya görünüz, size öylesine bir çar pardı ki, uzun müddet neye uğradığını zı bilemezdiniz. Bu çarpışla biçimli en damınızın eğrilip büğrüldüğünü, düz gün bakışlı gözlerinizin şaşılaştığını ve her yanınızı birçok kusurların kapla dığını görürdünüz.
Fakat, Ahmet Haşim'i öylesine insafsız yergiler yapmaya, daha doğrusu, sözle, yazıyla bu kadar çirkinleştirici karikatür ler çizmeye sevk eden kızgınlıkları çok uzun sürmedi. Nitekim, bilmem hangi sebeple bir «galatı - hilkat» a çevirdiği Süleyman Nazif'i, bir gün gelir, edebiyat bahçesinde «muhteşem bir çınar» a ben zetirdi ve kendisine en büyük düşman saydığı — ki bunda bir bakıma haklı idi — Yahya Kemal'le canciğer dost oluverirdi. Bozuk bir saat rakkası gibi sevgi ve nefret arasında sallanan kalbi Falih Rıfkı ile münasebetlerinde de aynı aksaklıkları göstermişti. Birinci Dünya Savaşı devrinin bilmem hangi müşkül şartlan içinde yazdığı bir mektupta «Düştüğüm kuyunun karanlığından başı mı uzatıp baktığım zaman görebildiğim yegâne ümit yıldızı sensinl» diye hitabet- tiği bu genç arkadaşına, bir iki yıl ve
belki de daha kısa bir zaman sonra «Ci- bali İmamının oğlu» lâkabını takmıştı.
FRANSIZCA HOCASI HAŞİM
Ahmet Haşim, yalnız arkadaşlarıyla, dostlarıyla münasebetlerinde mi böyle idi? Heyhat; onun gönül bağlılıkları da hep bu itimatsızlıklar İçinde düğümlenip çözülür, çözülüp düğümlenirdi. Kaç defa, sevdiği bir kızla hemen evlenmek üzere iken irkilerek geri basmış, hem de bir kaç gün önce yanıp tutuştuğu o kızı
«Terk etti mi Leylisini Mecnun» mısraın-
daki hüznün bir zerresini duymaksızın kalbinden söküp atmıştır. Neden? Çün- ki, ya onun bir sözünden alınmış, ya da kaynanası olacak kadının bir tavrını, bir hareketini bayağı bulmuştur ve böy- lece, bütün ömrü hep yarım kalmış aşk lar ve sonu gelmeyen evlenme teşebbüs leri içinde geçmiştir.
Ahmet Haşim, acaba, bu akıbete mah kûm olduğunu önceden sezdiği için mi dir ki, daha pek genç yaşta iken:
Dalgın, suya baktım ve dedim ah ölebilsem Madamiki, yok ağlayacak mevtime
kimsem
demişti? Kendi kendime sorduğum bu sualin cevabını ancak onun yakın dos tu ve sırdaşı olduğum vakit verebile cektim. Bunun için de ilk görüşmemiz ve onu takibeden seyrek temaslarımız üze rinden iki yıla yakın bir zaman geçmesini beklemem, daha doğrusu, iki yıl sonra, hemen her günümü tâ gece yarılarına kadar onunla geçirdiğim ortamı bulmam lâzım gelecekti. Bu ortamı da uzun bir süre boyunca Izmirde kaldığım sıralarda bulacaktım.
Şöyle ki, günün birinde Ahmet Haşim oraya İzmir Lisesine Fransızca öğretmeni tâyin edilmişti ve gelir gelmez ilk işi beni arayıp bulmak olmuştu. Belli kİ, çocukluğundan beri hiç ayrılmadığı İs- tanbuldan taşraya bu ilk çıkışı, onda bir gariplik duygusu uyandırmıştı. Be nimle buluşmaya can atışı da, hiç şüp hesiz, bizi birbirimize bağlayan edebi
yat aşkından ziyade gurbet diyarında bir kimsenin hemşehrisine kavuşma ih tiyacı mânasını ‘aşıyordu ve böyle bir ihtiyaç içinde olduğu halinden de görü lüyordu. Pratik hayatta zaten bir çocuk gibi beceriksiz olan «Şiri Kamer» şairi, her insanı, her yanı kendine yabancı bu şehirde, sanki, kamerin, yani ayın sat hına düşmüş gibiydi. Ne yapacağını, ne reye gideceğini, nerede yiyip içeceğini, nerede yatıp kalkacağını bilemiyordu. Bu yüzden, pek tabiîdir ki, ona kılavuz luk etmek görevi benden başka birine düşemezdi. Bu görevimi, önce, kendisi ne Karşıyaka'da oturduğum pansiyona yakın bir evde döşeli bir oda bulmak ve yine Karşıyaka'da akşam yemeklerimi yediğim bir kulübü salık vermekle yeri ne getirmiştim.
HAŞİM İZMİR'E ÂŞIK
Ondan sonra, artık, ilk perişanlığın dan kurtulan Haşim'i, şehrin çeşitli yer lerindeki gezintilerimizle İzmir'e ısındır mak pek kolay olmuştu. O kadar kolay olmuştu ki, birkaç hafta geçmeden, İz mir'in tabiat olarak, şehir olarak benim bile farkına varmadığım birçok güzellik lerini ve özelliklerini Monet’nin, Cezan- ne'ın tabloları halinde gözlerim önüne o serecekti. Körfezin en hoş manzaralı yerleri neresidir, kıyılarının hangi nok talarında rahatça hayallere dalınabilir, Kordon boyundaki kahve ve gazinoların safası nasıl sürülür; hattâ, evet, hattâ
Yakup Kadri diyor ki: e Ahmet Haşim, uzun bir süre bize görünmekten ka çınmış, Fecri  li’nin semtine bile uğ ramak istememişti. Oysa başta, reisi miz Hamdullah Suphi olmak üzere, Fecri Ati üyelerinin çoğu Galatasaray Sultanisinden onun mektep arkadaşları idi.» (Yukarıda Hamdullah Suphi Bey)
şehrin en iyi yemek yenen lokantaları, aşçı dükkânları hangileridir, o bana öğ retecekti.
Ahmet Haşim, hoş manzaralara bak mayı, sükûn içinde hayallere dalmayı sevdiği kadar kahve ve gazinolarda keyif çatmaya ve baharatlı, yağlı ballı yemek ler yemeye de düşkündü, imdi, bu iki türlü Haşim'le, çocukluğumdan beri ya şadığım İzmir'de benim için yeni bir hayat başlamıştı. Çok günler, sabahları erkenden onun odasına çay içmeye gi diyordum. Çünki, Ahmet Haşim, aynı zamanda titiz bir çay meraklısı idi. Bu merak da, onu, sanıyorum ki, Şehzade- başı'nda, Direklerarası'ndaki Acem çay hanelerine devam ettiği günlerden beri sarmış bulunuyordu. Nitekim, çayı ha zırlar, demlendirir ve kaynar suyla yı kayıp ısıttığı bardaklara koyarken gös terdiği özene dikkat edip de o çayhane sahiplerinden birini, adıyla sanıyla
Şa-hin Efendi'yi hatırlamamak mümkün de ğildi. Bu hatırlayışın tam olması için Ahmet Haşim'i, yalnız, pırıl pırıl ışıl dayan bir semaverin başında görmek lâ- zımgeliyordu. Ne yazık ki, zavallı Ha şim, eksikliğini duyduğu birçok şey gibi bundan da yoksundu ve ölünceye kadar bir semaver sahibi olmanın hasretini çe kecekti.
Rahatça bir koltuktan başka neye ya radıkları bilinmeyen bir sürü eşya ile dolu ve karmakarışık odasında çayları mızı İçtikten sonra, Haşim, dersine ye tişmek için, her biri bir yana atılmış elbiselerini toplayarak acele acele giyi nir; dersi olmadığı günler de derme çatma bir gecelik kıyafetiyle — sediri ne mi diyeyim, yatağına mı — uzanıp benimle kâh edebî, kâh edebiyat dışı sohbetlere dalardı. Bu sohbetlerimiz ede biyata dair ise, konularını daima iki üç Fransız şairiyle Haşim'in çok beğendiği bir Fransız yazarı veya tenkitçisi teşkil ederdi. O şairler ki, — biri Verlaine, öbürü Rimbaud, üçüncüsü de Henri de Régnier'dir — Ahmet Haşim'le ben ken dilerine hayranlıkta âdeta yarış halinde idik. Fakat, Haşim'in çok beğendiğini söylediğim yazar Rémy de Gourmaont'u değerlendirmekte her ikimiz aynı ölçüyü kullanmıyorduk. Haşim, bence, Rémy de Gourmont'u mutlaka kendi «refoule ment» larını, kendi komplekslerini en iyi ifade eden ve kendindeki paradoks yapma istidadını besleyen bir yazar ola rak beğeniyordu. Daha doğrusu, ihtilâçtı mizacının İzahını, bütün kıymet hüküm lerini altüst eden, bütün yerleşmiş ka naatleri sarsan bu inkârcı, yıkıcı, dağı tıcı fikir adamının yazılarında buluyor du. Onun için, Ahmet Haşim, hayatın çeşitli problemleri üzerinde konuşurken Rémy de Gourmont'dan bir parça okuyor hissini uyandırırdı. Aynı hissi, Haşim'in her biri yakası açılmadık bir görüşün, bir düşünüşün ya da bir kuramın ifadesi olan nesirlerinde de duyardım.
Sakın, bu sözlerimden Ahmet Haşim’e bir Rémy de Gourmont taklitçiliği atfet mek istediğim mânası çıkarılmasın. Onun şiiri de, nesri de hiçbir yabancı unsurla karışmamış pınar suları gibi özgündür. Bu bakımdan, onun, yukarıda adı geçen şairlerden meşk aldığı da söylenemez.
ZOLA BİR ÖKÜZDÜR
On dokuzuncu Yüzyılın sonlarına doğ ru yapılmış bir edebiyat anketinde Paul Verlaine'e «Siz ki, sembolizmin babası- smız; bize bu çığıra dair bir açıklama da bulunur musunuz?» diye sormuşlar dı. Bu soru karşısında Verlaine'nin te pesi atmış: «Sembolizm de nedir? Bu Almanca bir söz müdür?» demiş ve ilâ ve etmişti : «Ben bir kuşum, ötüyo rum; nasıl ki, Zola da bir öküzdür, bö- ğürüyor».
İmdi, Ahmet Haşim de eserlerinde şu edebiyat okulunun ya da bu şairin te sirini araÿanlara pekâlâ böyle bir cevap verebilirdi. Ama, o sadece anlaşılmamış bir şair olmaktan şikâyetçi idi. Sabah çayı hasbıhallerimizde, bana, yeni yaz dığı bir şiiri okuduktan sonra, «Göre ceksin; bunu da anlamayacaklar!» di ye yakınır dururdu. O böyle yakınıp du rurken ben de içimden onun ilk gençlik şiirlerinden birindeki şu mısraları okur dum :
Bana yalnızca eski bir budala Diyen bugünkü beşer Bu sefil iştiha, bu kirli nazar Bulamaz sende bende bir mâmı.
G E L E C E K H A F T A
HAŞİMİN ÂŞIK OLDUĞU KIZ
1S
19
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi