SUNUŞ
E
d e b iya tdünyasının
ik iün
lü
a d i:Nâzım Hikmet
veOr
han Kemal..
Biri Selânik'te
1905’de doğ
m uş,
öteki
1914'te Ceyhan'da..
S
aralık
1940'akadar Nâzım,
Orhan Kemal'in varlığından ha
bersizdi.. Ama Orhan Kemal, N â
zım Hikmet'i edebiyata eğilimi
olan her genç gibi biliyor, şiirle
rini ezberliyordu. Hatta şiire me
raklı olduğundan Nâzım türün
de şiire geçmediği yıllarda Nâ-
zım'ı öven konuşmaları yanın
da
hece vezinli bir şiirini
«Bü
yük Ş air Nâzım Hikmet’e» ar
mağan etmişti. Ve işte asker
ocağında, aynı anlayışla konuş
ma yaptığı, Nâzım Hihmet’in şi
irini övdüğü duyuldu ve yargı
lanarak beş yıl ağır hapis ceza
sına çarpıldı.
Nâzım Hikmet iki ay n as
keri mahkemede toplam 28 yıl 4
ay hapse mahkûm edildikten
sonra (1938) Çankırı cezaevinde
yatarken hastalandı; siyatikleri
azdı, bir sürü uğraştan
sonra
halan
cezasını çekmek
üzere
Bursa Hapishanesine yollandı
(5 aralık 1940).
Nâzım’m Bursa Hapishanesi
ne geleceği duyulduğu vahit, Or
han Kemal, Adana Cezaevinden
Bursa’ya babası Abdülkadir Ke-
mali’nin çabasıyla nakledilmiş
ti. Zira Abdülkadir Kemali Ber
gam a Ağır Ceza Mahkemesi Baş
kanlığına atanmıştı ve oğlunu
sık sık görebilmek için onun A-
dana!da kalmasına gönlü razı ol
mamıştı. Orhan Kemal, 7 aydır
yattığı Bursa'da koğuş arkadaş
ları arasında
* Büyük şair• rüt
besine erişmişti, şiirleri dergiler
de basılıyordu. Nûzım'ı Sultan
ahmet Tutukevinden tanıyan ve
Orhan Kemal'le arkadaşlık eden
bir hükümlü, Nâzım'm geleceği
ni Orhan Kemal’e söyleyince o,
sevincinden nerdeyse çıldıracak
tı.
Nâzım'm gelişi dört gözle
beklendi. İki bavulu, bir yatak
(Arkası 9. S ay fad a;
Kemal SÜLKER
N A Z IM ,
O R H A N
K E M A L ’İN
ŞİİRLERİNİ
“ R E Z A L E T ,
B E R B A T,,
D İY E
K A R Ş ILA D I
—1
—H
lkÖye'ye 1942’de artık İyiden İyiye yönelen Orhan Raşit, Nâzım ’la mektuplaşan Kemal Sülker'in gön derdiği çeşitli yerli ve yabancı nikâye- cilerln yapıtlarını okumuş, onlara ye tişmek ve hatta onları aşmak azmiyle dopdoluydu. Hikâyelerini gönderiyor, ama dergilerden beş kuruş alamıyordu. Orhan Raşit’in de Nâzım gibi paraya gereksinilesi vardı. Bir gün Nâzım, Ra şit’in «G üllü» ve «Asm a Çubuğu» baş lıklı İki hikâyesini İkdam Gazetesinde gece sekreteri olan Sülker’e gönderdi, bunlara telif hakkı alınabilmesine önem vermesini istedi. Sülker de, hikâyeleri Orhan Kemal takma adıyla yayınladı. Yazı işleri Müdürü Nurettin Oryan’a da ■«Hikâyeler benim, telif hakkı için muhasebeye bildir de paralanalım» dedi ve hikâye başına 10 lirayı aldı, Bursa'ya Nâzım’ı ziyarete gittiği bir pa zar günü Raşit’e verdi. Nâzım da, Ra şit de yazar imzası olarak Orhan Ke m al’i beğendiler. O günden sonra (E y lül, 1942) Yürüyüş Dergisi İçin Sülker1- In aracılığıyla gönderilen hikâyelere Orhan Raşit değil, Orhan Kemal İmzası konuldu. Yine de şiiri bırakmayan Ra şit, yayınlanmasını istediği «Bayram Sabahı» başlıklı şiirine Orhan Kemal adını koycu.
N
e var kİ, Nâzım Hikmet, Raşit’in şiirlerini beğenmemişti. Hatta bize, Yürüyiiş’te yayınlanan «Harp ve Şiir» (5 Kasım 1942), «Büyük İhtilâl’in Öğrettikleri» (9 Ocak 1943) yazılarımız dan dolayı şunu önerm işti:«B u Oğlanda şair olarak İş yok, oma hikâyecl olarak harlkulâde sağ lam bir kumaşı var. Onu şiirden vaz geçirmeye çalışalım, eleştirin o nu...»
Zaten Nâzım da, Raşit’le İlk tanış tığı günlerde okumasını istediği hece ölçüsüyle yazılan şiirlerinin ancak İlk dörtlüklerini dinlemeye tahammül ede bilmiş, sonra:
«Kâfi kardeşim, kâfi... Bir başka sını lütfen...»
diyerek başka şiirlerini dinleyince de: «Rezalet, Berbatı»
diye eleştirinin en ağırını yapmıştı. (Nâzım Hlkmet’le Ü ç Buçuk Yıl, Orhan Kemal. Sf. 31)
O R H A N K EM AL EŞl V E KIZIYLA ...
R
aşit, 1939’da şiirlerini yayınlatma yı başarmıştı. Reşat Kemal Imza- S' İle Yedigün’de çıkan şiir (25 Ni san 1939) Duvarlar başlığını taşıyor du. Yeni Mecmua’da yer alan ‘Saadet’ başlıklı şiir (5.7.1940) M. Çağlayan’a ithaf edilmiş. Reşit Kemal) İmzası kul lanılmıştı. Yedigün’de yayınlanan 'Bed binlik’ ise (16.7.1940) Raşit Kemal) o- larak sunulmuştu. Raşit’ln hikâyeye yönelmesi Ekim 1941’de başladı. ‘Be nim Oğlum' başlıklı hikâyesi Yeni Ses' te Orhan Raşit adıyla yayınlandı (15 Ekim 1941), Bunu Yürüyüş’tekl hikâye leri İzledi; artık Orhan Raşit ve Reşit Kemal) yok, yerini gittikçe daha başa rılı hikâyelerin yazarı Orhan Kemal, almıştı. «B ir Ölüye Dair» başlıklı hikâ ye (Haziran - Tem m uz 1943, Yürü yüş) beğenildi. «Telefon» başlıklı ola nı kadar (15 Şubat 1943, Yürüyüş), çarpıcı ve yeni değildi. Fakat hikâyecl Raşit yanında şair Raşlt’ln artık esami sİ okunmuyordu.N
e var kİ, şiire emek veren Ro-' şlt bu etkin yazın türünden vaz geçemiyordu. Nitekim YeniSes’te-kl Bir Beyrut Hikâyesi adlı şiir (7 Ka sim 1941), aynı dergide yayınlanan «Hamiyet Göstermemek» şiiri (Sayı 16) Raşit’e cesaret veriyordu ama, biz, Nâzım ’m önerisine uyarak onu hikâ yeye yönlendirmek İçin bir yazımızda
(Yurt ve Dünya, Tem m uz 1943) şunla rı yazdık:
«O rhan Kemal’de İşçilerin hikâye- clsl olmak İstidat ve temayülü bulun duğunu bildirmeliyiz. Orhan Kemal’in neşrettiği hikâyelerde onun hayatın dan pasa|lar bulmak kabildir. Dalgalı bir hayatın edebiyatımıza mal olan a - kislerl Orhan Kemal’in hikâyeciliği ü- zerinde fazlasıyla durmağa sebep teş kil edecektir... O fabrika işçisinin biz zat realitenin aksi olan yaşayış tarz larını cok ustaca anlatmakta ve biz de yapılmamış olan fabrika İşçileri hi kâveclliğlnde adeta İhtisas sahibi ol maktadır.»
Bunu yazarken Orhan Kemal’in bl ze gönderdiği üç, beş hikâyesinin et kisini taşıyorduk.
A
rtık Orhan Kemal’in «Karıma Mek tuplar», «İlânı Aşk», «Pınar Köylü Ahmed’in Mektubu», «Resimler», «2000 Senesine Şiirler», «B ir Kadına», «Neyleyek a dostlar» vb. başlıklı şiirlerini içeren Şiir Defteri yırtılıp atıla caktı. Orhan Kemal ‘Babaevi, ‘Ekmek Kavgası’, ‘Avare Y ılla rla başlıyan ya pıtlarında yazınımızın en seçkin adı olacaktı. Ve hapishanedeki sayılı gün ler biter, kapıdan bir hikâyecl olarak çıkarken bile duygularını şu şiirde di
le getiriyordu:
A YRILIRKEN
Toplanmıştılar demir kapısınahapishanenin Dargın bakıyorlardı.
Bilhassa ümitsizdiler- ‘Köroğlu* «V a r» demişti,
affın olmayocağını yazmıştı Son Posta «Demek çilen doldu»
«Peynir ekmek glbf yedin beş seneyi allahsızl» «B ir kadeh de benim İçin İçi»
«Başı göğe değer g a y rı...» Yüreği sevinçten
çatlaması lâzım gelen mavi kıravatlı İnsandım. Her taşı, çiçeği ve insanı
ezberlenmiş hapishanede koyup gidiyordum onları,
nasıl da heyecansız, nasıl da İçim içime sığarak.. «G ayrı müddeumumun bile önünden
geçebilirdim biiâ pervasız» Ne candarma, ne gardiyan...
Sonra...
Öyle ya ...
Babam, anam, memleketim, kızım, kanm
arkadaşlarım... Galiba mahzundum bir parça Ah onlar olsalardı benim yerimde
şimdi: şapkalarını fırlatırlardı havaya, basarlardı en taze kahkahalarını, anasını satarlardı dünyanın... Tokalaştık,
açıldı hapishane kapısının demir kanadı, usullacık çıktım. — O nlar benim yüzümden İçerde
kalıyormuş gibi — Yollar güneş dolu.
Toz.
Demir kapı gerisinde bıraktıklarınım dostluğunu götürüyorum evime. Onlar bunu nerden bilecek!
1 9 4 3
O
rhan Kemal, bu şiiri yazdığı vakit, Nâzım Hikmet’in verdiği emeklerle adeta üniversite öğrenimini yapıp bitirmişti. Nâzım, Bursa Hapishanesinde Raşit’le tanışınca ondan ilk önce yaşam öykü sünü anlatmasını İstedi; onu kendi ya şamından dersler çıkarmaya ve toplum yapısı hakkında bilimsel sonuçlara gö türmeye çalışacaktı. Nâzım, konuşur ken ona hep «Raşit kardeşim» diyor, mektuplarına da «Raşit kardeşim», «Raşit», «Raşit evladım» diye başlıyor du. Bu nedenle biz, bu yazı dizisinde Orhan Kemal yerine hep Raşit adını kullanacağız.Y A R IN : Raşit’in yaşam
öyküsü
|
-DUYDUKLARINIZI, HİÇ BİR VAKİT DU
YAMAYACAĞINIZ
BİÇİMDE
YAZIP
KENDİ KENDİNİZE İFTİRA EDİYORSU
NUZ, BİLMEM BUNUN FARKINDA Ml-
|
S İ N İ Z ? »
j
«KİTAPLAR, BU KİTAPLARA ALINAN Hl-
I
KÂYELER, ROMANLAR YAŞAMI DOĞ
RU YANSITABİLDİKLERİ ÖLÇÜDE DE
ĞER KAZANIRLAR»
|
ı___________________________ j
“ içtenlikle duymadığınız
şeyi niçin yazıyorsunuz?,,
NAZIM HİKMET HAPİSANE DEN ÇIKTIKTAN SONRA
— 2 —
R
eşit, yaşam öyküsünü şöyle özetli yordu; *1914 yılında Ceyhan'da doğmuşum. Annemin adı Azlme. Annem Adanalı'dır. Başkâtip AhmetRasim Efendi’nin kızıdır. Babam da keza Adanalı ve adüyeye mensup kü çük memurlardan Bekir Sıtkı Efendi’- nln oğludur, adı Abdülkadir Kemali. E s ki politikacılardandır. Halen Adana’da avukattır.
Benim öğrenimime gelince... Okul öğrenimim topu topu sekiz yıldır. Son Bursa hapishanesi hariç tutulacak o- lursa tamamen kendi kendimin hoca- sıyım. iki buçuk yıl Nazım Hikmetle birlikte kalışım yaşamımın yönünü belirledi. Fransızcayı onun boyuna teş vik ve ısrarıyla öğrenir gibi oldumsa da mükemmele varma bir türlü kısmet olmuyor.
Hayatımda belli başlı İşim, Ada na’da Milli Mensucat Fabrikası'nda muhasebe memurluğu yaptığım beş yıla yakın süredir. Bunun dışında bir zamanlar Beyrut'ta, Antakya, Hama vesairede çoğu günler işsiz, aylak do laştım, bir süre de lokanta bulaşıkçılı ğı. garsonluk ve matbaa ırgadı olarak çalıştım. Sonra memleket burnumda tüttü. Anomı. babamı, kardeşlerimi gur bette bırakıp vatana döndüm. Vatana dönmemle beraber bende okumak, o- burca, rastgele, bitmez tükenmez bir Iştiha İle okumak hevesi uyandı. Ara dan çok geçmeden (yazı yazmak) ar zusunu gittikçe artan bir hastalık ha linde duymağa başladım. Yazarken heyecanlar, nöbetler, müthiş sinir ka sırgası beni kaplıyor, ne yapacağımı, niçin yazdığım», yazmaktan maksadı mın ne olduğunu bilmeden ha bire, a - lablldiğine yazıyordum.
Pek bilince çıkmamakla birlikte kendimde bir «yazar* yeteneği görü yor. hatta buna İnanıyordum. Beş yıl lık hapishane yaşamı benim İçin mü kemmel bir İnziva ve kendi kendimi yetiştirmek yolunda olağanüstü elve rişli bir özel okul oldu.
B
ende «h ik â ye cilik le bir yetenek görüp ne yapacağımı bana tavsi ye eden adam «Nâzım Hlkmet»tir. O benim hocam dır...»Nâzım Hikmet. Raşit'In şiirlerini «berbat» diye niteledikten sonra şiir deki gereksiz gördüğü dizeler İçin şöy le diyordu:
«Peki, kardeşim, bütün bu lâf e- bellklerlne ne lüzum var? İçtenlikle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsu nuz? Bakın, aklı başında bir insansı nız. Duyduklarınızı, hiç bir vakit duya mayacağınız biçimde yazıp komikleş mekle kendi kendinize İftira ediyorsu nuz. bilmem bunun farkında mısınız?»
Raşlt de soruyordu:
«Peki, ne yapmalıyım sizce?» «Realist olunuz», diyordu Nâzım.. «Bugün Türkiye'de de senin yaşadığın Beyrut'ta da bir işçi oğlanla bir fabri ka İşçisi kızla arasındaki sevda İlişki sini realist bir görüşle hikâye edebilir
siniz. Böylece Beyrut’ta, ya da Ada- na'da ülkenin belli bir bölgesindeki İş çi İlişkilerini de anlatıyorsunuz de mektir. Çünkü aşk denilen evrensel bir ilişki, her yerde aynı sanılan bir m ü nasebet bile, gerçekte değişen ve do- layısıyle o çevrenin şartlarıyla belirle nen bir sevda ilişkisidir. Bilmem anla tabildim' mi Raşlt?»
«Peki, realizm'den ne anlamamız lâzım ?»
R
ealizm, yani olayı, konuyu ol duğu gibi, yani geçmişi, bugünü ve yarını İle bu zaman parçaları na ait unsurlarla, yani akış İçinde ve bunlara etki yapacak üretim ilişkileri ni de gözeterek vermek demektir. Ş u nu demek istiyorum: Hikâyeler, roman lar, yani kitaplar sadece yazılmış ve basılmış oldukları İçin değil, hayatın bir parçası olduğu İçin yazılmalı ve okunmalıdır. Bu kitaplar, bu kitaplara alınan hikâyeler, romanlar yaşamı doğru yansıtabildikleri ölçüde değer kazanırlar. Kitap ve yaşam bir birinin İçinde, beraberce vardırlar. Y a lan söyleyen, umut kıran kitaplar var dır. Sen, yalan söyleyen İnsanları se ver misin? Yahut seni karamsarlığa, seni senden nefret ettirmeye çalışan arkadaşlarla bu dostluğunu sürdürür müsün?»Raşit'In gözleri fal taşı gibi açıl mıştı:
«H ayır, kesinlikle...»
«Eh öyleyse, dedi Nâzım, o tür ya zı yazmaya yönelme, o içerikteki ki tapları okumadan sakın..»
«Neleri okumalıyım öyleyse?..» Nâzım, Raşit için İstanbul'dan ge tirttiği kitapları uzattı. Bunları Raşlt henüz okumamıştır.
J
ermlnal (E. Zola), İki Yeni Göllnin Hatıraları (Balzac). Anna Karenin (L. Tolstoy). Maske (A. Çehof), 6Numaralı Koğuş (A. Cehof), Stepte (M. Gorki), Benim Üniversitelerim (M. G o r- ki. Uyandırılmış Toprak (M. Şolohof), Talkınla Salkım (B. Sıtkı Kunt), Bir Şeh rin Ruhu (Sadri Ertem), Silindir Şapka Giyen Köylü (S. Ertem), Değirmen (Sa bahattin AH), Kağnı (S. A li), Kuyucak- lı Yusuf (S. Ali).
Raşit'In gözleri parladı ve yatağı na uzanarak Kağnı’yı aldı İlk kez..
Nâzım Hikmet, bir yandan İbrahim BalabanT ressam olarak yetiştirmeye çalışırken bir yandan da Raşit'! hikâ- yecl ve giderek romancı olsun diye eği tiyordu. Bu İki genç de Nâzım Tn an lattıklarını dinliyor, ona göre çalışı yordu.
26 Eylül 1943*te Raşlt, Bursa Ho^ plshaneslnden çıktı. Ünü yayılmış bir başarılı hlkâyeciydl. Ama şiiri bırakma
m işti. Nitekim, Nâzım'a duyduğu sevgi ve saygıyı, cezaevinden ayrılmadan yazdığı bir şiiri onun yastığının cltına koyup çıktı. «Nâzım Hikmet'e» başlık lı» şiiri İlk kez 1967'de yayımlanan «Nâzım Hikmet D o s ya s ın d a (May Y a yınları) yer aldı. Şiir şöyledir:
Nâzım Hikmet’e
Sen
•Prometenin çığlıklarım
kabakıyım tütün gibi piposuna
dolduran* adam,
sen benim mavi gözlü arkadaşım
Izabil değil unutmam seni.
26 Eylül 1943
seni yapayalnız bırakıp hapishanede
bir üçüncü mevki kompartımanda
ou pay elken
koşacağım memlekete.
Tren
bir güğerçin gibi çırpınarak
istasyona girecek,
gözü yaşlı bir genç kadına
beş senenin ardından kocasını
getirecek.
O dem
—ki boş verip istasyon
halkına
—yanaklarından öperken sevgilimi
sen neşeli mavi gözlerinle
bakacaksın
içimden bana.
O dem
—ki yürekten her şey
atılacak—.
ekmek,
kin,
hasret
fakat Nâzım Hikmet
sen şultadar kilometre uzakta
kalmana rağmen
aydınlık yüreğimin duvarına
dayayıp sarı saçlı başını,
batan bir yaz güneşi hüznüyle
ağlatacaksın
arkadaşınıI
Günler geçecek
ekmek
derdi çökecek omuzlarımıza.
Fabrika.
M akinalar
„Tezgahım!
San a şeker kamışı, portakal
yollayacağım,
kanm yün çorap örecek
her hafta mektup yazacağız
—askere alm azlarsa eğer—
Unutabilir miyim seni?
Tahta kurusu ayıkladığımız
hapishane gecelerini,
ve radyoda Ş ark Cephesinden
haber beklediğimiz
müthiş anların küfrünü!
—Radyonun yanındaki duvara
kurşun kalemiyle
abûs insan yüzleri çizmiştin
—Unutabilir miyim seni?
Hâlâ beton m alta boylarında
duyuyorum
takonyalannın sesini!
Unutabilir miyim seni hiçf
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeği
senden öğrendim,
hikâye, şiir yazmayı
ve erkekçe kavga etmeyi, senden!
Bursa 943
Orhan Kemal
Nâzım,
Türkiye’den
ayrılıncaya
kadar
Orhan
Kemal ile
mektuplaştı
— 3 —
R
aşit, Nâzım’ı unutmadı. Nâzım da Raşit'i.. Nâzım. Türkiye’den ayrı lıncaya kadar (Haziran 1951) Ra şitle mektuplaştı.. Nâzım, Raşit'in hi kâyelerini Kemal Tahir'e Malatya'ya, sonra da Çorum’a hapishaneye gön deriyor, onun da Raşit’in hikâyeleriyle İlgilenmesini İstiyor, aralarında dost luk bağı kurmaya çalışıyordu. Ama, bu dostluk 1951’lerde bozuldu. Bunda, hi köye anlayışındaki görüş ayrılığı ka dar, Kemal Tohir'ln ağabey olarak Râ şife karşı üstünlük taslaması, Raşit Ke malTahlrlere birkaç kez gittiği halde, Kemal Tahlrin Raşit’lere bir kez bile ko nuk olmaması gibi duygusallık aa et ken oldu. Yoksa ilk zamanlar mektup laşıyor, birbirlerine Nâzım’ın İsteğiyle şiir ve hikâye hakkındakl görüşlerini a- çıklıyorlardı. Raşit’in eski yazdıklarını unutmaya çalıştığını bildiren bir mek tubuna Kemal Tahir, Malatya’dan şöy le yazıyordu:«Adaşım,
Vaziyeti siz benden daha iyi tahlil ettiniz. Eski tarz eserlerimizle yenileri arasındaki boşluğa üzüldüğümüz ¡cin eskileri bir müddet, kuru peksimetler gibi çantamızda taşırız. Has fırına va sil olduk mu ayak altı olmayan bir kö şeye hatta gizlice boşaltmak üzere.
Hikâyenizi bekliyorum.. Bakın bu mevzuda daha selahiyetllyim. Şiir ten kidlnde dalma bir okuyucudan ileri ge cemiyorum.. Tiyatroda da öyle. Eğer çıkarsam bir gazetede şiir kitaplarını bir okuyucu olarak, piyesleri bir se yirci olarak1 tenkid edeceğim, diyorum. (Lâkin bunun pek kısa olacağını da düşünmüyor değilim..) Neşredilmiş bir şiir, sahneye konulmuş bir piyes mu harririnin de münekkidin de elinden kur tülmüş bir mahluktur. Böylesine. eğer bir mektepte edebiyat tarihi dersi ve rilmiyorsa: (Ben beğenmedim), (ben beğendim.) Yahut (çok kötü) veya (çok İyi) demek kâfidir, sanmıyorum.. Ede biyat kollektif bir (emek) ister, lâkin he nüz neşredilmemişse.. Meslekdaşlar ve anlayan meraklılar arasında..»
«AĞZIM IN TADI YO K »
R
aşit. Karıma Mektup başlıklı bir şiirini Kemal Tahir’e göndermiş ve eleştirisini görüşlerini İstemişti.. Kemal Tah ir’in eleştirisi şöyleydl. mek tubunda:«Birinci parçada «ağzımın tadı yok» demişsiniz.. «Ağzımın tadı yok» bir nezle şiirinde makbuldür- Bu ge lip gecici basit hastalığın bir halini an latır.. Halbuki mahpushaneden karısı na mektup yazan bir şair «ağzımın tadı var» dese kim İnanır kİ siz bu hususu ayrıca tafsil ediyorsunuz.. Bu sakın «tok» He «yok» kafiye olsun diye ko nulmuş olmasın.. Nâzım’ın Bursa Mah pushanesinden karısına yazdığı bir mektup vardır. Orada (siyatik ağrısın dan) ve (fanila dondan) bahsedilir a- ma, İdamı istenen bir şairin gündelik ha yata ne kadar bağlı kaldığını gösterme s! bakımından enteresandır.. Yoksa bu şiir (idamı İstenmediği bir zaman) da durup dururken yazılan bir mektupta olsaydı fena düşmüş sayılırdı..»,
SERBEST NÂZIM
S
erbest nazımda dizenin nenden başlayıp nerde bittiği konusunda görüşlerini yazan Kemal Tahir şöy le devam ediyordu:«Serbest nazımda satırların ne za man kesileceğini, bilhassa kafiyenin
nasıl bir eleman olduğu ve hele hele te mayülleriniz itibariyle, hadiseleri han gi zaviyeden görüp hangi vâkıalarla tes bit etmeniz lâzım geldiğini Nazım'dan sorun..»
Kemal Tahir de eskiden şiir yazdı ğı için, başarılmayan bir alanda di retmeyi doğru bulmuyordu. O da. Ra şlt'in hikâyeye yönelmesinde ısrar edi yordu. Bunu kanıtlamak için de daha önce yazdığı şiirlerinden «Serenat» baş lıklı olanı aktarıyor ve kendi şiirini e- leştiriyordu. «Serenat»ın ilk dörtlüğü şöyleych:
Ne senin balkonun var,ne de benim gitarım Susacağız saatler uzarken dizi diz) Avucumda mendilin, dudağımda
cıgaram Sükût bfr düğüm gibi bağlamış
ikimizi. Kemal Tah ir kendi şiiri Içtn şunları yazdı Raşit’e:
«Bu şiirde bakın ne hatalar var. Bir kere Bodler’ln meşhur (Balkon) şii rine benzer. Sonra (gitarım) kelimesi berbat, (dizi dizi), (derin derin), (adım adım) tekrarları komik. Hele son kıta nın (türkü), (şarkı) bolluğu. (Ve ne de kahkaham var) sözünün acalpllğl, (bir gün olsun böyle taş) diye mısraı orta sından kesip atmak beceriksizliği..»
Kemal Tahlr'ln eleştirdiği şiirinin son kıtası şöyleydl:
Bıraktım türküleri yollara adım adım, artık benim ne türküm ve ne de kahkaham var. madem kf kızım hâlâ gözlerine
doymadım, susacağım, şarkımı nafile bekliyor lar. Bıraktım türküleri yoöara adım
adım!.. Mektubun san bölümü, Kemal
Tahlr'in yaşam boyunca gerçekleşti remediği bir özlemini, ya da bir kara rını, kendi durumunu şöyle açıklıyor du.
«Nazım Hikmet hakkında bir ki tap hazırlayacağım. Onunla beraber geçirdiğimiz bu devredeki hususiyet lerini size göre tesbit eder misiniz? Nasıl isterseniz öyle yazın. Kitabım için belki iyi bir fasıl hazırlamış olur sunuz. Bunu Sinop'taki arkadaşlara da teklif ettim. Projemin nasıl bir eser hazırlamak için kurulduğunu Nâzım bilir. O , size İzahat versin.
A z daha unutuyordum. Nâzım bir mektubunda benim nakil İçin yaptığım ikinci talebe ne cevap verildiğini so ruyordu. «Naklinde İdarî mahzur var» denildi.
Gözlerinizi öperim adaşım.»
NÂZIM’IN KOĞUŞU
R
aşit, Kemal Tah ir’e gönderdiği bir mektupta Nâzım’la aynı koğuşta kaldığını yazmış, odanın düzenini ayrıntılarıyla anlatmış. Nâzım'a ait bazı özellikleri, örneğin şiir yazarken ken dinden geçişini, aklına gelen dizeleri duvara yazışını vb. anlatmıştı. Kemal Tahlr'in 23.12.1940 günlü mektubunda Raşit'e yazdıkları şöyleydl:«Uzun ve mükemmel mektubunu zu aldım. Alakanıza teşekkür ederim. Nâzım Hikmet size emanet olsun. Bü yük sertlikleri olmayan kocaman bir Çocuktur. Onu en ziyade kötü İnsan lara karşı himaye etmeli. Bu kadar İyi olmak ve kırk yaşına yakın yaşayabil mek ona mahsus bir şans.
Oturduğunuz yer) etrafiyle tarif etmişsiniz. Fakat İtiraf edeyim kİ Nâ- zım ’in yatağından ve karma-karışık dolabından, bir de Abldln DlnoYıun
portresinden başka taraflarını gözü mün önüne getiremiyorum, belki uy durmağı beceremediğim İçindir. Yok sa hayali biraz daha kuvvetli bir in san olsaydı, mükemmel tarifinizle ora sını görmüşe dönerdi. Realist bir ya zıcı olmaya çalışmamın bu ilk mahru miyetidir. Epey acı.
Nâzım'ı şiir yazmağa teşvik edi niz. Yakında çıkarsa dağarcığı dolu olmalıdır. Üç senedir — Onu hapset tiklerinden beri— Türk edebiyatı şiire hasret çekiyor. Nurullah Ataç eğet bunamadıysa, eski Dlvan'ları karıştı rıp mısralardan mısra beğenmesi bu şiir kıtlığından olmalı.»
Gerçekten de Nâzım, 1938’de çok uzun ve çok ağır bir mahkûmiyete uğ rayıp şiirleri gizil sansürce yasakla nınca hatta onun şiirlerini okuyanlar
cezalandırılınca şiir evreni Garlp’çile- re Kalmıştır, denebilir. Nâzım’ın «be nim resmî münekkidim» dediği büyük eleştirmen Nurullah Ataç da yazıla rında daha çok Divan şiirinin unutul mayacak dizelerini iğneyle kuyu ka- zorcasına arayıp konu yapıyordu. Nâ- zım ’ın şiirleri ise Naci Sadullah, Ke mal Sülker ve ara sıra Abidin Dino (Ressam) yoluyla takma adlarla ya yınlanıyordu. O dönemde A. Kaair, Suat Taşer, Cahit Saffet (Irgat), Rıfat İlgaz, Niyazi Akıncıoğlu, Sabri Soran aynı yönde, ama ayrı tadda şiirler ya zıyordu. Nâzım'ın şiirleri de Mazhar Lütfü, İbrahim Sabri, Nurettin Eşfak gibi takma adlarla yayınlanıyordu. Biz de Ömer Faruk Toprak’ın ilk şiir kita bını eleştiren bir yazımızda (Yürüyüş, sayı 10) bu takma adların Nâzım'a ait olduğunu bilerek — çünkü şiirleri Ke mal Sülker Bursa’dan Nâzım'dan al mış ve yayımlamıştı, bunu öğrenmiş tik— şunları yazmıştık:
«Harp şiirleri yazan şairlerden bah seden Ö. Faruk Toprak bize şu isim leri veriyor:
Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli, H.i. Dinamo, A. Kadir ve Suat Taşer.
Sanatı olgun bir hale getirdikleri, mevzularını geniş halK tabakalarının bağrından kopardiKları İçin sevilen şairler arasında adlarının geçmesini doğru bulduğum bu şairler şunlardır: Mazhar Lütfü, Orhan Raşit ve Nail V. Mazhar Lütfü «Zafere Dair»inde bi ze uzak harpleri yakın bir görüş ve sıcak bir duyuşla anlattı. Realist ve nikbin bir hava İçinde güzel mısralar yazan şair, çocuklarını, kardeşlerini, sevgililerin! ve nihayet arkadaşlarını kaybeden halkın ve gelecek nesillerin zafere, İnsanları biribirine saldırtan te zatları ortadan kaldıracak bir sulh zaferine varılacağından emindir.»
İBRAHİM SABRİ
M
âzım'ın Aralık 1942'de yazdığı «Dünya, Dostlarım, Düşmanlarım, Sen ve Toprak» başlıklı şiiri’ni Yürüyüş'e vermiştik. Dergide (Sayı: 12) İbrahim Sabri adıyla yayınlanmış ve büyük ilgi görmüştü.Raşit, Nâzım Hikmet Okulu’ndan mezun olunca Adana'ya gitti.
Adana’yı çok özlemişti. Bu özle mini Nâzım ’a da gönderdiği bir şiirin de eşine şöyle anlatıyordu:
«Adana’yı öyle özledim öyle bir özledim, öyle bir özledim kİ... / Ha
tırlar mısın bilmem. / kol kola / asfalt yolda / gezmeğe çıkardık geceleri.. / Parkın yanında bir büyük konak var dı / beyaz havuzunun fıskiyesi / ge ce gündüz akardı. / Asfaltın kenarın da / geniş yapraklı ağaçlarıyla «kü- bük» evler, / ve uzakta derinden de rine / düdükleri öterdi bekçilerin. /
Sonra naşı) olurdu bilmem t birden» bire hava gürler, / yıldızlar sönüve- rirdl de, / «yağm ur gelecek galiba» derdin. / Küçücüktü evimiz: / Hürme ti mahallede / kocaman konağın / — konak haraptı— / alt katındaki oda. / Gülbankyan'ın çırçır fabrike- sına bakardı. ' Soldeki pencereye / üzerinde tavus kuşu dolaşan / ince bir tül asmıştın. / Sokaktan geçenler görmesinler diye seni, / küçük pet rol lambanı yakmadan otururdun. /
Üzülme karıcığım / ne kaldı şurda za ten? / Rüya görüyorsan İyiye yor, / iyiye yoruian rüyalar / iyi oluyor...
CUMHURİYET 6 HAZİRAN 1980
R
«Bizim
burda
ressam berber
İbrahim
vardı
ya, resmi ina
nılmayacak, ak
la sığmayacak
kadar ilerletti.»
“ Uçak asrında memleket ölçüsünde
muharrir olmak yetmez,,
... 1 ... ... — — ■ H ı m . ı ... . ■ — ... . X « ş t t k a r d o y l» > ttrttjıbum o . « o m d ı n « i d i » • D « r h « l o«t«p v « r l y o r o » . ¡ ¡ u ı » n ,« a b a y ı y « l l a * l » . « U n c a b l l U r l r ı U . B«gU» d » 28 U r « g8»d«rlyor«m . Om d « « İ m â « b i l d i r . P l r a y . g i t t i . 4 » » » g U d l . ° d « g i t t i « T l » , y a l a n ı » . 4 n n « » la g 8 « l « r l a r t ı k İ y i « « p » r d « l « n l y o r , y ı l a t d » « n » l ı y « t o l » 0«k . K a d i r i » » l i r i n i P«k b « t;9 n d l« . Bn l y l T H r « k ll » « İ r g ı d a « l « l ı k t a * , b a k ı a . ı ı l ı k t « » 8İ 9â »k d ly » korkm yoro» » • t a a a m j r « J « a i y « o « t i » k « d « r ü ıU lU y o m » . » d r « « l » i l y l o « b i l i y o r « « » « n « l« k « a o l n r « » y ı r d ı » « t » » k t « t « r < U » • H U • ! » « » • » b i r » * y « » « k p a r a * g f i n d o r i b l l « « » • Çok l y l . t « » » m a . ı y l « » « i r « d İ « » .
s a n ı » h l k ı y « u « 6 ü l k « r l » / « « i l a n hakkım da 4ü » u m d u k la r la ! «u (M «»«l«m b i r i k i gtta
a c u r a b i l d i r i r i » •
T i l d ı » d . h ı . U » b i r k i . . »yk « k ıU H b i r 1 » . « » « l « o « * . S « « » m » k u o a k i» » •
b u l » t « r « n » d « a b o l b « l 8P • » * o « » ı » i « « ı t m a d « » .
-3 * « l » » l a l » « « p ı l * n » « » » a k « » » * l , P«k ■ • r i n d i » . Umot*a t « » l t Ottmy» a ly'U U m d» « a h * r - r l r o l » a k l « * ı » . O q»k » a r ı m la « s m l« k « t BİytlaOmda « » ¿ « r r i r o l » « k y « t » « « .
B « « b i r « y d ı r t « ı g « k l » l « r t y l « f « « l * « i ç r a » t i g ı » t« g b l l p g l d a n l » «Idugm i» l a » • l l » a a # l IJpM İ « t t i » > f « k » t b a g t » t » k r « r 1 » « k o y u ld u » .
B o b i d u h l » b i r h « b « r yok a t » t a n b « l d » . Ç c r b « « ı b » » t « o l » « k V » r « b ü tu » 4 » « t l « n » f . r « 4 « f « r « d * u l u « 4 » r l « r • B «k b a r d a » b « k a d a r ' l a m g i t t i . Hamam ü « « a n h « p » l u n u to ld a . b i r • • » un utulm adım . • » O ı a t u l» « » a k h « l » b » p i» h a » o d « b*yOk M a l -/ • t t l r •
B a P la iH . h » » r » t l « k a o a k l a r ı » . » » u k t a b b 8 y l « k x u o l d » . T « r ı a a r a n l a d u f l ta k l ( » l » o « k . s « a l b « k l « t * » y » y i a 4 1 y « b u » a a » a » g a » d « r l y o r u •
Nâzım'ın Orhan Kemal'e 18 haziran 1344'de yazdığı mektup..*
— 4 —
R
aşlt, Adana'dan Nûzırrra gönderdiği mektupla kendi durumu hakkında ge niş bilgi verdi. Raşit’in mektubunaa kızı Yıldız hakkında bilgiler vardı. Nâ zım, öz çocuğu olmamanın acı özlemini, eşi Piraye Hanımın oğlu Memet Fuat'a olan sev gisiyle gidermeye çalışıyordu. Ama, yakınları nın, sevdiklerinin bir çocuğu oldu mu. ona ba yılır, o çocuk hakkında önerilerde, tavsiyelerde bulunurdu. Raşit'ten aldığı mektup üzerine. Haziran 1944 ortalarında Nâzım şu mektubu gönderdi:«Raşit Kardeşim,
Mektubunu büyük bir hazla iki defa oku dum. Yine de okuyacağım. Notların çok gü zeldi. Şiirler de İyi. Yalnız böyle küçük haleti ruhiye şiirlerinde, enstantanelerde — bence— mutlaka güze! kafiye olmalı. Sonra şiir elbet te ki, senin söylediğin gibi biraz da becerikli, ustaca ifadeyi meramdır.
Fakat mektubunu bana iki defa okutan ve daha iki defa da okutacak olan taraf, toru num Yıldıcığım hakkında yazdıklarındır. Öyle ki gözümün önünde ve onu öyle seviyorum ki. Annesinden dayak yiyip sana şikâyete gelme si faslını okurken ağladım. Kızıma söyle Yıldı zı döverse vallahi, billahi kendisiyle bozuşu ruz. Böyle şirin ve akıllık bir mahluk keaı ol sa dövülmez, nerde kİ benim Yıldızım.
Bana bak Râşit senden ve kızımdan bir ri cam var, bircz utanıyorum ama kusura bak mayın, hani peşin söyleyeyim k| her hangi bir sebepten dolayı olmasa da gücenmem, mese le şu, eğer yeni doğacak oğlan olursa İsmi ni Nâzım koyun. Ama dedim ya, önceden veril miş sözünüz ve başka icaplar varsa, isteğim den vaz geçerim. Ama mahzur yoksa, senin ve kızımın oğluna benim adımın konması beni sahiden tasavvur edemeyeceğiniz kadar bahti yar edecek.
Kızımın ve forumunun büyük ve küçük ku tularını Sinoptan yolladılar. Ben de Mersinli Şâkir Ağanın buraya onu ziyarete geıen ve babanı tanıyan akrabaları vasıtasıyla babana yolladım. Ondan alırsın ve bana bildirirsin.
Sana yirmi lira yollamıştım, bundan bir hafta kadar önce aldın mı? Biraz sabret ay sonuna doğru otuz kırk lira daha gönderece ğim. Senin tezgah bu suretle normal çalışma ya başlamış olacak.
Senden bir ricam daha var. Benim Man zaralarda bir İşçi Fuat vardır, onun eser icabı tahliyesi ve Adana'ya gitmesi, orda tesviyeci lik etmesi gerekiyor. Sen kendini onun yerine koy ve bana mektuplarında onun ağzından muhitine ve insanlarına dair bir İki şey yaz, ben de onları İşler Manzaralar’da kullanırım. Bu suretle bir cenup vilayetindeki işçi muhitin den kısa da olsa bir pasaj temin edilmiş olur kitaba.
Sabahattin’den ben de bir mektup aldım, hakkımda sana yazdıklarını yüzüme karşı söy lüyor. Bak bu sefer sahiden yerin dibine geç tim.
iki üç gündür, fazla değil şu son üc gün dür kısa bir tenbellik geçirdim. Yarn yine işe başlıyorum.
Bizim burda ressam berber İbrahim vardı ya, resmi inanılmayacak, akla sığmayacak ka dar ilerletti. Ben de gözlerim sulana suiana halkımın büyük istidatlarından birine örnek o- lan bu hadise karşısında hazdan ve bantlyar- lıktan böbüür böbür, böbürleniyorum.
Büyük Türk halkı. Nasıl bütün dünya halk ları gibi yaratıcıdır ve nasıl sevilmeğe, hayran olunmağa değer ve uğrunda gebermek en e- hemmlyetslz iştir. Çalışmak lâzım, yaşamak ve çalışmak ve dövüşmek.
Sülker'den mektup aldım. Cevap verdim. Cevap alamadım.
Seni, — haytır senden başlayacağım,— kı zımdan da başlamıyorum, hatta ona küsüm; torunumu, seni ve kızımı hasretle kucaklarım. Beni mektupsuz bırakma. Üçünüz canımın için desiniz. Şimdi, yakında dörtleşeceksiniz. Aman dikkat et, doğum ne de olsa tehlikeli iştir.
Nazım»
GEÇİM SIKINTISI
N
azım Hikmet, geçim sıkıntısı İçinde hapisteydi. Mahkûmlarla ara sıra’ ko nuşabildiği zaman candan dostlar edinmişti. Bir gün Ertuğrul adında bir hükümlü Nâzım'a şu öneride bulunmuştu:«Üstad, bir fikrim var, bilmem ne dersin?» «Söyle bakalım neymiş bu parlak fikrin?» demişti Nâzım. Ertuğrul’un önerisi şuydu:
Üzerine devletin parasını geçirmekten hü kümlü olan bu gencm koğuşunda yatan bir başka hükümlü yakında tahliye edilecekti. O - nun bir kaç dokuma tezgahı vardı. Onları sat mak istiyordu gider ayak. Nâzım bunları ala bilirse, hapishanenin iş esasına dayalı bölü münde bir dokuma atölyesi açabilir ve hem ca lışır, hem çalıştırır, para kazanılır ve boş va kitler ziyan edilmemiş olurdu. Nâzım:
«B ir düşüneyim, Savcı Beyle, Müdür Bey le görüşeyim de... »dedi.
Savcı İzzet Akça), iyi yürekli, cesur ve dikkatli bir hukukçuydu. Nâzım ’ı da şair ola rak severdi. Nâzım'ın önerisini bir kac bakım dan yararlı buldu. Üstelik atölye Bursa İplik Kooperatifine de ortak olursa ilk gereksinme ler ucuza alınabilirdi. Tezgah işi olumlu yolda gelişti. Bu kamçılı tezgâhlarda çalışmaları İçin yanına başka hükümlüleri de «işçi» olarak alan Nâzım, nerdeyse «patron» oluyordu. Ama Nâzım, elde edilecek geliri «paysiara avırmış- tı. Bir pay Raşit'e, bir pay Kemal Ta h ir’e, bir pay tezgâh önerisini yapan Ertuğrul'a, iki pay eşi Piraye Hanıma, bir pay da kendisine ayrı lacaktı. Altıya bölünecek gelirden yararlana cakların bir kaçının tezgâh alımında hiç bir katkısı yoktu para açısından. Ama Nâzım, onların mektuplarını, yakınlarını «mutlu olma sı» aracı sayıyor ve onlara bu önemli katkıla rı için pay ayırıyordu. Ne yazık ki tezgâh işi bir dergide anti - komünizm ticareti yapan bir yazar tarafından abartılıyor, Bursa Savcısı bi le suçlanıyordu. Nâzım, ürünlerini satmada güçlük çektiği halde tezgâh konusu aleyhinde bir gereç gibi sömürüldü.
MANZARALAR
Raşit'e gönderdiği kutuları Donanma Ko mutanlığı davasından hüküm giyen Assubay- lardan Nuri Tahir ve Avnl Oymuş hazırlamış tı. Assubaylar kendilerini ince marangozluğa, kutu, sigaralık, kuşlu avizeler yapmaya ver mişti, gerçekten çok güzel tahta işleri yaparak dostlara armağan ediyor, bazılarını da sata rak kuru ekmeklerine katık yapabiliyorlardı. Nâzım. Memleketimaen İnsan Manzaraları adı nı alacak olan büyük eserine Bursa'da devam ediyordu. Raşit'ten istediği İşçi Fuat, malzeme si, bu dizide ver alacak bir kahramanı doğru belirleyebilmesi İçindi. Raşit de kısa sürede Nâzım ’a tesviyeci bir güneyli portresi çizdi ve voksul çevresi hakkında ayrıltılı bilgi vererek Nâzım'ın yapıtına katkıda bulundu,
ÖVÜLME
N
âzım ne eserlerinin, ne de sanatçı yükselişinin yüzüne karşı değil be ğenilmesini, övülmesini hiç sevmez di. Sabahattin Ali, takma adlarla çı kan şiirleri olağanüstü duygularla övüyordu. Nâzım'ın «yerin dibine geçtim» dediği şey, Sabahattin Ali’nin Raşit’e vazd'ğı Nâzımı övü- (Arkası 9. Sayfada)Kemal SÜLKER
Orhan Kemal ve ailesi (1950)
Orhan
Kemal’in
hamallığı
kabul
etmesi
ailede,
arkadaşları
arasında
büyük
• • • •.
• •uzuntu
yarattı
— 5 —
R
aşit'in beklediği çocuk erkek doğdu.. Hemen adını Nâzım koydu ve bunu Nâzım Hik m ete bildirdi. Nâzım, mektubu okuyunca sevincinden mahpushane arkadaşı Babi’ye, Çorbacı’ya, Emin beye çay ısmarladı.. Deve diye seslen dikleri Alaeddin Bey, Sıhhiye Kâzım, Zabıtçı İsmail «çaylar Üstat’dan» di ye ikram edilince hemen Nâzım ’ın ya kında af çıkarak tahliye edileceğini sandılar. Ama Nâzım, Raşit'in oğlu ol duğunu, adını Nâz'm koyduklarını söy leyince Bobi Niyazi «Allah Allah, ne güzel şey bu b e !...» diye feryadı bas tı.. Çorbacı Zeki Bey, Nâzım ’ın pipo sunu ateşledi, Sütçü Haşan:«Bu görüşmede benimki gelince küçük Nâzım'a bir zıbın diktireyim» diye zengin gönlünü açtı. Nâzım 1944 sonlarında Raşit’e şu mektubu gön derdi:
«Raşit.
Mektubuna cevapta geciktim.. Araya Cumhuriyet Bayramı girdi.. Pos taya adam gitmedi.. Bir iş edindiğine pek memnun oldum.. İbrişim İşi hak kında sana Çorbacı mektup yazıyor... Öyle sanıyorum kİ biz de Avrupa gibi bu son sıkıntılı kışı geçirdikten son ra nisbeten feraha kavuşacağız.. Örfi İdare kalksın İstanbul'da sana bir iş ararız.. Kim bilir belki biz de o zama na kadar çıkarız.
Kemal Tahir'in çok cok selamlan var.. Sana gönderdiğim gibi ona da şu benim küçük mırıltıları yollamış tım.. Her nedense pek beğendi.. Ben her gece böyle birer küçük şey ya zıyorum. Bir taraftan da Manzaralar’a çalışıyorum..
Gelelim senin roman meselesine.. Derhal başla. Çok rica ederim.. Der hal başla. İstersen İlkönce dar ölçü de küçük bir romana başla, fakat hemen başla.. Başla.. B A Ş LA !...
Nâzım ve Yıldız hakkında yazdıkla rint nasıl büyük bir zevkle okuyorum bilemezsin.. Onları sana malzeme di
ye saklıyorum, günün birinde cok işi ne yarayacak..
On gündür Piraye'den mektup al madım.. Meraktayım.. Yarın telgraf çe keceğim.. Malûm, oğlanın hastalığı be nl mektup bahsinde büsbütün evham lı yaptı.
Kızımın gözlerinden öperim.. Kaç mektuptur onu ihmal ediyorum.. Ama emin olsun ki benim has kızımdır.. Ba na Nâzım ve Yıldız gibi iki torun ver mesı onu ebediyyen bağrımda en kıy metti bir hazine gibi saklamam için ye ter..
Bizim Müdür Tahsin Bey galiba fs ttfa edecek.. Yazık olacak hapishane
için..
Raşitciğim, çoğu gitti azı kaldı. Sık dişini biraz daha.. Güneşli günler yakındır.. Hepinizi hasretle kucaklar, mektubunu beklerim çapım kardeşim.»
Raşit. aile geçimini sağlayabil mek için iş bulmaya mecburdu.. 1944 nisanında Devlet Demiryolları Adana İşletmesinde basit bir İş bulmuştu.. Bu nu, bize gönderdiği bir mektubunda şöyle yazıyordu:
«Kardeşim.
Mektubunu bugün aldım. Şimdi va kft akşama doğru.. Pek erken basan sıcaklarıyla Adana bir hamam hal vetine benziyor.. Güneş devrileli epey okluğu halde havada oynama yok. Bir
atölye havası kadar hareketsiz ve yakıcı günler geçiriyoruz.
İş buldum. Sicilimin üstündeki yazıyı şuraya aynen alıyorum:
(T .C . - Münakalat Vekâleti - Devlet Demiryolları işletme Müdürlü ğü. Adana Şehir istasyonu - Muvak kat hamal. Sıra Numarası 1049 - Ra şit Öğütçü’nün Nüfus Cüzdanı ve bonservisine ait dosyadır. İstihdam numarası 440'dır. Tarih 18.4.944).
Yukarıdaki resmi yazıyı taşıyan
mavi zarfı hayatımın yegane namus vesikası olarak saklayacağım. Asli hamal bile değilim, muvaKkat hamal. Bu, beni katiyyen müteessir etmiyor. Bilakis. Müteessir olanlar, anam, ba bam, kardeşlerim ve bir hayli samimi arkadaşlarım. Sınıfımdan kopuş tari himi, bunun romanım ileride yazmak İçin ne güzel dokümanları depo edi yorum biısen!
Yurt ve Dünya İle Adımlar neşri yatlarını tatil ediverdi. Türk edebiya tı, Türk fikriyatı, senelerden beri ar zu edilen (kurak)lığa kavuştu. Bugün artık bir edebiyatımız yok. Mecmuala rı satın alıyordum: Cigara paramı, kahve paramı, çoğu sefer evimin ek mek parasını vererek bu mecmuala rı satın alıyordum ... Bunları okurken İçimde iki kutup çarpışıyor, biri mem leket fikriyatına edilen suikastı gör
mekten hüzün duyan tarafım; o biri, edebiyatımızı bu hale koyup meyda nı da, atı da ellerine aldıkları, hatta kıçlarına motor taktıkları halde uça- mayan, uçamayacak olan sersem pi lotlara gülen taraf.
Lise talebeleri, lise öğretmenleri «Kızıl ölüm», «Allahaısmarladık», «Çölde Bir İstanbul K ız ı»... Benzer romanları ağlayarak okuyor; en mü
nevver sınıfımız olduğunu İddia ettik leri küçük burjuvazimizin tıka basa
tok, bilekleri altın halkalar dolu, e- tekleri diz kapaklarında züppe hanım ları modadan, sevmek ve sevişmek ten gayrı meseleleri olmayan manken ier haline getirdiler. İnsanlarımız dün yadaki (harp) dehşetini düşünmek de ğil, yanlarında lafının edilmesini bile istemeyecek kadar (neme lâzımcı) ol muşlar. Sizin beş sene yatmanızı çıl gınlığınıza hamleden avukat'ar, dok torlar, yüksek öğretmenlerin r,'asın da yaşıyorsunuz. Öyle bir dünya ki, nedenini, niçlninl bilmeseniz, bütün bunları hoş görüp siz de onlara gü lecek duruma gelmemiş olsan.z, ce miyetinizin de, insanlarınızın da da ha goygoyculuğu yapmaktan atarıma yan palyaçolarınızın da, onların tü müne söğüp beyninize tabancavı sı
kabileceğiniz an, en mükemmel bir kurtuluş olurdu.
Bilmem okuyor musunuz? Bir B. D. adlı dergi çıkıyor. Palyaçolar dan biri olduğuna zerrece şüohe et mediğim ukala herif, bir peygamber edasıyla muazzam jestler alı/or, ce miyetteki bozuklukları görüyor, mücer ret bir ahlaktır tutturmuş bas bas ba ğırıyor: Ahlâk da ahlâk! E, peki ne olmuş? Bu ahlâk buhranı nasıl zail olur? Bunları yazan buna cevao ver meyi belki hayatı boyunca düşünme miştir. Çünkü (ahlâkın) ne demek ol duğunu, hangi şartlarda ahlâk buhra nının başladığı, hangi şartlarda buh ranın giderildiği, daha doğrusu gide rileceğini bile tasavvur etmemiş. Kı sacık boyu, koca kafası, tikli mimik leri İle mübarek elini kaldırıyor:
— Artık bu manzara yeteri insanın yazacak yeri olsa da bu herzevekillere ağız dolusu küfretse...
Öbür tarafta, bir başka bunak... Bundan yirmi yıl önce kendisinin dün yada yegane (serseri) olduğunu İddia
etmiş ve hayatında yegane doğru lâf etmiş olanı.,. Bugün kalkmış sola ça tıyor. Ve nihayet piyasa serserilere kaldı. Bildikleri gibi bağırıp çağırıyor lar, bakalım. Ama benim avuçları na sırlı delikanlının, bu memleketin ha kiki sahiplerinin karınları hâlâ aç.
İrticaın propagandasını yapan, geçmişteki şa'şaanın meddahlığını ya panlara iyi bir cevap vermek için el de doküman olmalı da, ta Dinlerce seneden beri dünyadan şikayet et mekte olan şairlerin şiirlerim sırt bu gözle toplayıp dönem dönem ayırma lı, sonra güçlü bir önsözle bu mazi- perestlerln herşeye girmiş burunları na sokmalı... Ama diyeceksiniz kİ, utanacaklar mı? O da doğru.»
Raşit'in dediği gibi geçici hamal lığı kabul etmesi, ailede, arkadaşları arasında büyük üzüntü yarattı. Sonra çalıştılar, çabaladılar, Raşit’e Güzel İzmir Nakliyat Ambarı Müdürlüğünde İş buldular. Raşit bunu Nâzım'a ve bi ze şöyle biraz da alaylı bir şekilde yaz dı.
Yurt ve Dünya, Adımlar gibi ileri ci dergilerin Nisan 1944'te kapatılışla rından sonra ırkçılar, Alman faşizmi nin izleyicileri ortam çok elverişli Dul muş, dergilerinde yurtseverlere iıeri ge ri lâf etmeye başlamışlardı. Bunu bü yük üzüntüyle karşılayan Raşit, soyut bir ahlâk anlayışına karşı çıkıyor, ve maddi yapı konusunu işliyordu. Ama, yapacak bir şey yoktu, küfürü bası yordu sadece... Haziran 1944’de doğ ru dürüst bir iş bulunca bunun se vinciyle yazdıkları şunlardı:
«Ben artık «b o ş» değilim. Güzel İz mir Nakliyat ambarı müdir-l umuru, muhasib-i mesulü, direksiyon as şefi, ne dersen de, ben artık lo) yum. Bu işin de bir kaç aydan fazla devam e- debileceğine pek kani değilim. Oysa kİ yerim ne kadar iyi.. Müstakil bir yazı hane... Emrime âmade sayısız kâğıt, mürekkep, defter... iş az, boş zaman çok. öyle bir rahatlık ki deme gitsin. Ben burda okumağa, yazmağa, yazıla rımı temize çekmeğe yarayacak geniş zaman bulabilirim.»
Raşit, 3 Haziran 1944 günlü mek tubunda övdüğü, rahat ettiğini yazdı ğı işten kısa süre sonra, — tahmin et tiği gibi— çıkarıldı. Bunu mektubunda şöyle açıkladı:
«Kardeşim,
Mektubunu, yazılarını aldım. Zevk ie okudum. Yukan'ya posta ettim (N â zım ’a gönderdim)
Sanat mahut bir keyfiyetin hava disi: Muazzam Dürolu işimden de çı karıldım (10.6.1944). «N için ? » diye sor ma. Ne bileyim ben... Öyle işte...»
Nâzım'ın öğretisinden yararlanan Raşit. hikâye yazma tekniğini değiştir di. Bunu şöyle anlatıyor mektubunda: «Ben iki büyük hikâyeye hemen hemen aynı zamanda, birbirine m üva- zl olarak çalışmaktayım. Bu seferki ça lışma tarzım, hiç de öncekiler gibi de ğil. Eskiden daha cok heyecanımın ka sırgasına kendimi kaptırırdım; bu neye can beni alır, sürüklerdi. «Hikâye ne rede, nasıl bitecek?» Bu benim İçin tümüyle meçhul kalırdı. Bir hikâyenin neyetl umumiyesinl, ana hatlarıyla ka famda canlandıramazdım.
Şimdi bu tarz değişti. İlk peşin dü şünüyorum. Konum ne? Neyi, niçin anlatıyorum? Birinci plâna hangi tip ve hangi elemanları alacağım? Niha yet, bu hikâyenin heyeti umumlyesiyle ne söylemek istiyorum? Tab ir caizse hikâyemin üzerine oturduğu «felsefe» ne?
İşte böyle bir hareket noktasın dan çıkıyor ve heyeti umumiyeyl şuu rumun önünde tutarak, eserin hacmi,
ağ r 0ı < ıııi(i bilincimin terazisinde, çalışıyorum.
Hikâyelerim bitince, tabii size de göndermek, fikirlerinizi almak ciheti en büyük arzum .» (16.6.1944)
Raşit o günlerde Sovyet yazarla rından Ardov’un Haydut adındaki hikâ ye kitabını (Haşan Ali Ediz çevirisi) o - kuyordu. Bu hikâyeler Raşit’in üzerin de büyük etki yaptı. Yeni hikâyelerin de bu yapıtın havasını vermeye çalış tı. Bunu bir mektubunda şöyle anlat tı:
« . . . Peki ehemmiyet vermemiştim. Bir gün meraklandım, aldım, ilk üç hi kâye: Haydut, Paslı Raylar, bir de adı
nı şimdi unuttum, galiba Korkunç Pro fesör... Bunları harikulâde buldum. Muharririn zekâsı nasıl parlıyor? O r da müsbet realizmin elle tutuluriu- ğunu, insan ne mükemmel görü yor!»
Bir
dokumacı
ağa,
Nâzım’ı
öldürmesi
için bir
mahkuma
para önerdi
— -6
—T
olstoy’un «Yeniden Dlrlltş» (Basübödelmevt) diye çevri len romanını da okudu Raşlt. Buna da «Cidden muazzam eser» diyordu. «Bütün hapishane ayrın tılarını ben Bursa hapishanesinde, A d iye teşkilatını, odll\«ye mensup insan larını - babam da dahil olmak üzere - memlekette hergün görmekteyim. T a s virler, eserin kuruluşu fevkâlade. Fel sefesi berbat tabii. Fakat onu yaşadığı devirde mütalea edecek olursak, Tols- toyu haklı çıkarmak - belki - kaabil. Fakat herhalde sakallı, müthiş herif..»Nâzım 1945'te yazdığı şiirlerin ba zılarını Raşit'e gönderdi. Nâzım’ın sekiz punto yazan ve büyük bir dikiş makl- nasına benzeyen daktilosu, başlık koy madan şu şiiri kâğıda geçirdi:
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun
meyve çağında ağacın
serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını
alınlarına: — çürüyen diş, dökülen et—
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette kİ, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallıya
sallıya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:
İşçi tulumuyla bu güzelim memlekette
hürriyet... 5 Aralık 1945 Yine başlıksız bir şiirini gönderdi. Nâzım. Raşit'e:
Olamadığım yerlerde olabilmenin hasreti midir bende bu keder bu güneşli kış günlerinde:
meselâ, istanbulumda köprünün üzerinde, meselâ, Adanada arasında
ırgatların, meselâ. Yunan dağlarında,
Meselâ Çlnde, meselâ, beni artık
sevmeyenin baş ucunda. Yoksa, bir oyunu mu bu
karaciğerin, yoksa, bir rüya mı düşürdü bu
hale beni, yoksa, yalnızlık yine çullandı da
üstüme. yoksa, elliye dayadık da merdiveni
ondan mı? Bende bu keder,
bende bu kederin ikinci faslı ayaklarının ucuna basıp
geldiği gibi gider: yeter kİ, bitireyim bu yazıyı,
yahut, uykum biraz düzelsin, yeter ki. bir mektup gelsin, yahut radyoda bir haber... Raşlt. Nâzım'dan sonra en iyi şair olarak A. KadirT buluyordu. A. Kadir'- In şiirlerini İzliyordu. Mektubunda İçini döktü:
«Kad'r’den başka şiir çıkmadı. Şimdi onun eski şiirleri önümde. Ne zaman «şilr»e susasam onunkileri tek rardan okuyorum. Meselâ:
Bu sefer biri söyledi: gitgide zayıflıyormuşum.
Bir cahilliktir edip bir çarka takılmış
kendimi yormuşum. v.s. Nâzım ’dan sonra bile, bana kendi ni sevdiren, bana zevk veren şiirlerin sahibi elbette «iyi şairidir. O, Nâzım’- dan sonra en büyük şairimiz olmağa hak. kazanmış biricik «kıymetidir. Bir mektubunda bana daha başka şiirle rini göndereceğini vadetmışti. Hâiti Beklediğimi kendisine lütfen söyleyin.»
Bu mektup, biz sürgünde Konya' da iken gelmişti. Kadir, vakit bulup Raşit'e yeni şiirlerinden bir kaçını gönderdi. Ben de Nâzım’la geçen iki bucuk yıl içinde nasıl bir uyum sağla dığını Raşlt’ten sormuştum. Raşit'in yanıtı şöyleydl:
«Nazım'a giden yol:
Niğde 16. Piyade Alayı, altıncı bö lük. birinci takım, ikinci manga erle- tarihinde tevkif, 26 Eylül 943 tarihinde rinden 330 doğumlu, Abdülkcdir Ke mal! oğlu, Mehmet Raşit, 26 Eylül 938 oır pazar sabahı tahliye olundu. Nö- zım'la iki bucuk seneden fazla bir ara da, bir koğuşta kaldı. Zaman zaman nırıaştı, darıldıkları oldu, ekseriya İlk peşin Nâzım barıştı, onu da bu yolda harekete alıştırdı. Kavgaları ufak te fek (beşerî) hırgürden İbaretti.» (3.6.1944, Adana).
Nâzım, çalışıyor, çeviri yapıyor, eline geçen ufak tefek paraları sıkıntı sı, gereksinmesi olan arkadaşlarına yollayarak rahat ediyordu. Ara sıra eşi Piraye Hanımla bozuştuğu da oluyor du. Eşinden haber almayınca Memet Fuat hastalanınca merak ediyor, eşi ne telgraf çekerek sağlığını bildirmesi ni istiyordu. Te'graf. Piraye Hanıma .geceyarısı verilince, çileden çıkıyor, Nâzımın bu duyarlığını bir an unutu yor, telgraf gönderdiği için Nâzım'ı suçlar gibi oluyordu. Nâzım da Raşlt'i ve çocuklarını alabildiğince cömertçe
Bulgaristan gezisinde..
seviyordu. Raşlt de, şiirinde yazdığı gibi Nâzım’ı hiç unutmuyordu. Ocak 1947'de postadan Nâzım’a çıkan mek tup. kitap, dergi, tebrik kartları ara sında Raşlt’inkl de vardı. Nâzım, he men mektup döşendi:
«Raşlt,
Yılbaşı tebrikini aldım, ben de se nin ve karının ve torunlarımın yeni yıl larını tebrik ederim. Bana çıkardığınız zaman yeni bir fotoğrafınızı yollarsa nız çok sevinirim, hem senin ne kadar İhtiyarladığını, kızımın ne kadar güzel leştiğini, Yıldızın nasıl genç kız ve Nâ zımın nasıl delikanlılaştığını anlamış olurum.
Sana bu zarfın İçinde üç tane yünlü kadın kumaşı örneği yolluyorum, timdir, daha bir hayli renkleri vardır. Bunları bana toptan sekiz liraya kadar Bunların enleri çift endir yani 136 san- satablllrsen çok İyi olur. Bir halt ettim bunları dokumak İçin borca harca gir dim. hapislik kör olası, satamadım elim de kaldı. Göreyim seni Raşlt efendi.
Hele sekiz liradan fazlasına satar san, bana maliyeti sekiz liradır, fazla sını sana yarı yarıya komisyon bırakı rım.
Seni, kızımı ve torunlarımı hasret le kucaklarım.
Nâzım» Raşlt, Kemal Tahlr, Vâla Nureddln, Nâzım'ın yönetimindeki tezgâhların ürünlerini satabilmek için didinip dur dular. Piyasa, belli firmaların malları na angaje olduğu, bu dokumaların ha pishane tezgâhlarının ürünü bulunduğu anlaşıldığından alıcılar ölü fiyatına ka patmak istiyorlardı. Bu ise olanak cfişiy di. Ama Nâzım yılmadan, bıkmadan uğraşıyordu. Hele tezgâhlarda çalışan genç mahkûmlar Nâzım’ın açık hesap yapıp herkese emeğine göre Ödeme yaptığını anladıkları İçin, İşlerine dört elle sarılıyorlardı. Bunlardan İkisinin mesleği dokumacılıktı. Orhanell’nde
çalışırlardı ve hapishanede ayda eline
geçen paranın yarısını verirdi patronu. Bu acıdan hapishane atölyesi, bu do kumacı gençlerin gözünü açmıştı. Bi rinin eski patronu, bu oluşumu öğren miş ve hapishane atölyesini kapatmak, daha doğrusu Nâzım'ın bu İşi yürütme sini sona erdirmek İçin klasik tuzak lardan birini kurmaya heves etmişti: Nâzım'ı bir mahkûma bıçaklatacak, hatta öldürtecektl.. Bu İşi para için yapacak olan bir yoksul mahkûm, hır sızlıktan sorıra kendisini yakalamak is teyen evin çocuğuna bıçak sallamış, sonra da ölümüne neden olmuştu. Bu yüzden hem hırsızlık, hem ölüme ne den olmadan hüküm giymişti.
O
rhaneli'nde tezgâhları olan, ayrıca ipek kozacılığı yapan yerli «ağa» bir görüş günü beş bin lira, ve ömür boyu ay da 100 lira harçlık karşılığı Nâzım'ı bıçaklaması İçin onunla anlaşmaya ça lışmıştı. Ama o esmer vatandaş hapis hanede Nâzım'ın ne kadar çok sevil diğini, sayıldığını biliyordu. Ayrıca, kumar oynarken hile yaptığı İçin da yak yerken Nâzım;«Ayıp, ayıp, hepiniz tutuklu, hü kümlüsünüz. Bir kişiye beş kişinin sal dırması insanlığa sığar mı? Bırakın adamı..» diye onu korumuştu.
Zaten kavgayı gardiyanlar duymuş, nerdeyse hepsini hücreye atmaya yö neleceklerdi. Böylece esmer vatandaş kurtulmuştu dayaktan. Bu açıdan Nö- zım ’a minnet duygusu vardı. Dokuma cı A ğa’nın önerisi üzerine düşünmüş, taşınmış, olayı Nâzım'a anlatmaya ka rar vermişti:
«Üstad, demişti, (F...) ağa beni pa- 1 rayla satın almak istedi. Seni bıçakla mayı başarırsam bana ilk peşin beş bin lira verecek, sonra aa her ay yüz kay me gönderecek.. Nâzım ağabey.. Ağa'- nın sana kini varsa, gelsin kendi yap sın, ben, uçtan gönderdiği beşyüz lira yı görüş günü geri göndereceğim..»
Sonradan bu yaralama, belki öl- i dürmeye çalışmanın asıi nedeni, tez gâhta çalışan dokumacı gencin, günü bitip çıktıktan sonra Nâzım’ı ziyarete | geldiği gün anlaşılmıştı. (F ...) ağa, do kumacı genç önerilen ücreti az buldu ğunu anlatınca kızmış, köpürmüş ve:
«Seni o Nâzım denilen vatan haini zehirledi, değil mi? Onu bir bıçaklata bilseydim? Pis çingene, o da soyuna çekti, avansı geri verdi, sözünden cay dı..»
Raşit’in ise işi başından aşkındı. Üstelik, askerlik konusu da önünde dağ gibi büyüyerek duruyordu. Raşit, bunu şöyle yazmıştı mektubunda:
«Başıma yeni bir dert çıktı. Benim bakiye askerliğim vardı hani, bir ay, beş gün bir şey.. Müracaat ettik, «Va tan vazifesinden bir ay beş gün borç luyum, şu borcumu eda edeyim de bano bir kıta terhis tezkeresi lütfedin» dedik. «4173 sayılı kanun mucibince 24 ay üzerinden 19 ay beş gün daha askerlik var, buyurun...» dediler. Bu açık haksızlık karşısında sağa, sola çırpındık, alakadarlar «haklısın, hak lısın ama, dediler, bu emir Kayseri’den gelmiş. Ancak orası vaziyeti ıslah eder!»
Babamın gönlü oldu, bugün gidip (9 Haziran 1944) işi halledecek. Halle dilirse ne alayedilmezse, evime çoluk çocuğuma karşı olan vazifemi yüzüstü bırakıp vatan vazifesine koşacağım.» Hayırlısı.»
Raşit, bir an önce askerlikten ge? rt kalan bölümü bitirip İstanbul’a gel meyi, burada İş bulmayı, sanal çevre siyle tanışmayı arzuluyordu. Nâzım'ın dokumalarını satma İşini çözümledik ten sonra 23 Tem muz 1944 günü Niğ- | de'^e gitti. Olup biteni Nâzım’a şöy- i le yazdı:
«Ü ç günden beri Niğde'deyim. Ora Askerlik Dairesine yazıcı vermişlerdi. Adana’dan beri, beni aramakta oldu ğunu öğrendiğim polis ve yabancı as kerlik şubelerine bir türlü kendimi ta nıtamadım. Her ne hâl İse.. Şimdi gene Adana'ya dönüyorum. Nerde karar kı larsam oradan mektup yazar, bittabi, adresimi de bildiririm.»