• Sonuç bulunamadı

Bilinmeyen mektuplarıyla Nazım Hikmet Orhan Kemal dostluğu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bilinmeyen mektuplarıyla Nazım Hikmet Orhan Kemal dostluğu"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SUNUŞ

E

d e b iya t

dünyasının

ik i

ün­

a d i:

Nâzım Hikmet

ve

Or­

han Kemal..

Biri Selânik'te

1905’

de doğ­

m uş,

öteki

1914'

te Ceyhan'da..

S

aralık

1940'a

kadar Nâzım,

Orhan Kemal'in varlığından ha­

bersizdi.. Ama Orhan Kemal, N â­

zım Hikmet'i edebiyata eğilimi

olan her genç gibi biliyor, şiirle­

rini ezberliyordu. Hatta şiire me­

raklı olduğundan Nâzım türün­

de şiire geçmediği yıllarda Nâ-

zım'ı öven konuşmaları yanın­

da

hece vezinli bir şiirini

«

Bü­

yük Ş air Nâzım Hikmet’e» ar­

mağan etmişti. Ve işte asker

ocağında, aynı anlayışla konuş­

ma yaptığı, Nâzım Hihmet’in şi­

irini övdüğü duyuldu ve yargı­

lanarak beş yıl ağır hapis ceza

sına çarpıldı.

Nâzım Hikmet iki ay n as­

keri mahkemede toplam 28 yıl 4

ay hapse mahkûm edildikten

sonra (1938) Çankırı cezaevinde

yatarken hastalandı; siyatikleri

azdı, bir sürü uğraştan

sonra

halan

cezasını çekmek

üzere

Bursa Hapishanesine yollandı

(5 aralık 1940).

Nâzım’m Bursa Hapishanesi­

ne geleceği duyulduğu vahit, Or­

han Kemal, Adana Cezaevinden

Bursa’ya babası Abdülkadir Ke-

mali’nin çabasıyla nakledilmiş­

ti. Zira Abdülkadir Kemali Ber­

gam a Ağır Ceza Mahkemesi Baş­

kanlığına atanmıştı ve oğlunu

sık sık görebilmek için onun A-

dana!da kalmasına gönlü razı ol­

mamıştı. Orhan Kemal, 7 aydır

yattığı Bursa'da koğuş arkadaş­

ları arasında

* Büyük şair• rüt­

besine erişmişti, şiirleri dergiler­

de basılıyordu. Nûzım'ı Sultan­

ahmet Tutukevinden tanıyan ve

Orhan Kemal'le arkadaşlık eden

bir hükümlü, Nâzım'm geleceği­

ni Orhan Kemal’e söyleyince o,

sevincinden nerdeyse çıldıracak­

tı.

Nâzım'm gelişi dört gözle

beklendi. İki bavulu, bir yatak

(Arkası 9. S ay fad a;

Kemal SÜLKER

N A Z IM ,

O R H A N

K E M A L ’İN

ŞİİRLERİNİ

“ R E Z A L E T ,

B E R B A T,,

D İY E

K A R Ş ILA D I

1

H

lkÖye'ye 1942’de artık İyiden İyiye yönelen Orhan Raşit, Nâzım ’la mektuplaşan Kemal Sülker'in gön­ derdiği çeşitli yerli ve yabancı nikâye- cilerln yapıtlarını okumuş, onlara ye­ tişmek ve hatta onları aşmak azmiyle dopdoluydu. Hikâyelerini gönderiyor, ama dergilerden beş kuruş alamıyordu. Orhan Raşit’in de Nâzım gibi paraya gereksinilesi vardı. Bir gün Nâzım, Ra­ şit’in «G üllü» ve «Asm a Çubuğu» baş­ lıklı İki hikâyesini İkdam Gazetesinde gece sekreteri olan Sülker’e gönderdi, bunlara telif hakkı alınabilmesine önem vermesini istedi. Sülker de, hikâyeleri Orhan Kemal takma adıyla yayınladı. Yazı işleri Müdürü Nurettin Oryan’a da ■

«Hikâyeler benim, telif hakkı için muhasebeye bildir de paralanalım» dedi ve hikâye başına 10 lirayı aldı, Bursa'ya Nâzım’ı ziyarete gittiği bir pa­ zar günü Raşit’e verdi. Nâzım da, Ra­ şit de yazar imzası olarak Orhan Ke­ m al’i beğendiler. O günden sonra (E y ­ lül, 1942) Yürüyüş Dergisi İçin Sülker1- In aracılığıyla gönderilen hikâyelere Orhan Raşit değil, Orhan Kemal İmzası konuldu. Yine de şiiri bırakmayan Ra­ şit, yayınlanmasını istediği «Bayram Sabahı» başlıklı şiirine Orhan Kemal adını koycu.

N

e var kİ, Nâzım Hikmet, Raşit’in şiirlerini beğenmemişti. Hatta bize, Yürüyiiş’te yayınlanan «Harp ve Şiir» (5 Kasım 1942), «Büyük İhtilâl’in Öğrettikleri» (9 Ocak 1943) yazılarımız­ dan dolayı şunu önerm işti:

«B u Oğlanda şair olarak İş yok, oma hikâyecl olarak harlkulâde sağ­ lam bir kumaşı var. Onu şiirden vaz­ geçirmeye çalışalım, eleştirin o nu...»

Zaten Nâzım da, Raşit’le İlk tanış­ tığı günlerde okumasını istediği hece ölçüsüyle yazılan şiirlerinin ancak İlk dörtlüklerini dinlemeye tahammül ede­ bilmiş, sonra:

«Kâfi kardeşim, kâfi... Bir başka­ sını lütfen...»

diyerek başka şiirlerini dinleyince de: «Rezalet, Berbatı»

diye eleştirinin en ağırını yapmıştı. (Nâzım Hlkmet’le Ü ç Buçuk Yıl, Orhan Kemal. Sf. 31)

O R H A N K EM AL EŞl V E KIZIYLA ...

R

aşit, 1939’da şiirlerini yayınlatma­ yı başarmıştı. Reşat Kemal Imza- S' İle Yedigün’de çıkan şiir (25 Ni san 1939) Duvarlar başlığını taşıyor­ du. Yeni Mecmua’da yer alan ‘Saadet’ başlıklı şiir (5.7.1940) M. Çağlayan’a ithaf edilmiş. Reşit Kemal) İmzası kul lanılmıştı. Yedigün’de yayınlanan 'Bed binlik’ ise (16.7.1940) Raşit Kemal) o- larak sunulmuştu. Raşit’ln hikâyeye yönelmesi Ekim 1941’de başladı. ‘Be­ nim Oğlum' başlıklı hikâyesi Yeni Ses' te Orhan Raşit adıyla yayınlandı (15 Ekim 1941), Bunu Yürüyüş’tekl hikâye leri İzledi; artık Orhan Raşit ve Reşit Kemal) yok, yerini gittikçe daha başa­ rılı hikâyelerin yazarı Orhan Kemal, almıştı. «B ir Ölüye Dair» başlıklı hikâ­ ye (Haziran - Tem m uz 1943, Yürü­ yüş) beğenildi. «Telefon» başlıklı ola­ nı kadar (15 Şubat 1943, Yürüyüş), çarpıcı ve yeni değildi. Fakat hikâyecl Raşit yanında şair Raşlt’ln artık esami sİ okunmuyordu.

N

e var kİ, şiire emek veren Ro-' şlt bu etkin yazın türünden vaz geçemiyordu. Nitekim Yeni

Ses’te-kl Bir Beyrut Hikâyesi adlı şiir (7 Ka sim 1941), aynı dergide yayınlanan «Hamiyet Göstermemek» şiiri (Sayı 16) Raşit’e cesaret veriyordu ama, biz, Nâzım ’m önerisine uyarak onu hikâ­ yeye yönlendirmek İçin bir yazımızda

(Yurt ve Dünya, Tem m uz 1943) şunla­ rı yazdık:

«O rhan Kemal’de İşçilerin hikâye- clsl olmak İstidat ve temayülü bulun­ duğunu bildirmeliyiz. Orhan Kemal’in neşrettiği hikâyelerde onun hayatın­ dan pasa|lar bulmak kabildir. Dalgalı bir hayatın edebiyatımıza mal olan a - kislerl Orhan Kemal’in hikâyeciliği ü- zerinde fazlasıyla durmağa sebep teş kil edecektir... O fabrika işçisinin biz zat realitenin aksi olan yaşayış tarz­ larını cok ustaca anlatmakta ve biz­ de yapılmamış olan fabrika İşçileri hi kâveclliğlnde adeta İhtisas sahibi ol­ maktadır.»

Bunu yazarken Orhan Kemal’in bl ze gönderdiği üç, beş hikâyesinin et­ kisini taşıyorduk.

A

rtık Orhan Kemal’in «Karıma Mek­ tuplar», «İlânı Aşk», «Pınar Köylü Ahmed’in Mektubu», «Resimler», «2000 Senesine Şiirler», «B ir Kadına», «Neyleyek a dostlar» vb. başlıklı şiir­

lerini içeren Şiir Defteri yırtılıp atıla­ caktı. Orhan Kemal ‘Babaevi, ‘Ekmek Kavgası’, ‘Avare Y ılla rla başlıyan ya­ pıtlarında yazınımızın en seçkin adı olacaktı. Ve hapishanedeki sayılı gün­ ler biter, kapıdan bir hikâyecl olarak çıkarken bile duygularını şu şiirde di­

le getiriyordu:

A YRILIRKEN

Toplanmıştılar demir kapısına

hapishanenin Dargın bakıyorlardı.

Bilhassa ümitsizdiler- ‘Köroğlu* «V a r» demişti,

affın olmayocağını yazmıştı Son Posta «Demek çilen doldu»

«Peynir ekmek glbf yedin beş seneyi allahsızl» «B ir kadeh de benim İçin İçi»

«Başı göğe değer g a y rı...» Yüreği sevinçten

çatlaması lâzım gelen mavi kıravatlı İnsandım. Her taşı, çiçeği ve insanı

ezberlenmiş hapishanede koyup gidiyordum onları,

nasıl da heyecansız, nasıl da İçim içime sığarak.. «G ayrı müddeumumun bile önünden

geçebilirdim biiâ pervasız» Ne candarma, ne gardiyan...

Sonra...

Öyle ya ...

Babam, anam, memleketim, kızım, kanm

arkadaşlarım... Galiba mahzundum bir parça Ah onlar olsalardı benim yerimde

şimdi: şapkalarını fırlatırlardı havaya, basarlardı en taze kahkahalarını, anasını satarlardı dünyanın... Tokalaştık,

açıldı hapishane kapısının demir kanadı, usullacık çıktım. — O nlar benim yüzümden İçerde

kalıyormuş gibi — Yollar güneş dolu.

Toz.

Demir kapı gerisinde bıraktıklarınım dostluğunu götürüyorum evime. Onlar bunu nerden bilecek!

1 9 4 3

O

rhan Kemal, bu şiiri yazdığı vakit, Nâzım Hikmet’in verdiği emeklerle adeta üniversite öğrenimini yapıp bitirmişti. Nâzım, Bursa Hapishanesinde Raşit’le tanışınca ondan ilk önce yaşam öykü­ sünü anlatmasını İstedi; onu kendi ya­ şamından dersler çıkarmaya ve toplum yapısı hakkında bilimsel sonuçlara gö­ türmeye çalışacaktı. Nâzım, konuşur­ ken ona hep «Raşit kardeşim» diyor, mektuplarına da «Raşit kardeşim», «Raşit», «Raşit evladım» diye başlıyor­ du. Bu nedenle biz, bu yazı dizisinde Orhan Kemal yerine hep Raşit adını kullanacağız.

Y A R IN : Raşit’in yaşam

öyküsü

(2)

|

-DUYDUKLARINIZI, HİÇ BİR VAKİT DU­

YAMAYACAĞINIZ

BİÇİMDE

YAZIP

KENDİ KENDİNİZE İFTİRA EDİYORSU­

NUZ, BİLMEM BUNUN FARKINDA Ml-

|

S İ N İ Z ? »

j

«KİTAPLAR, BU KİTAPLARA ALINAN Hl-

I

KÂYELER, ROMANLAR YAŞAMI DOĞ­

RU YANSITABİLDİKLERİ ÖLÇÜDE DE­

ĞER KAZANIRLAR»

|

ı___________________________ j

“ içtenlikle duymadığınız

şeyi niçin yazıyorsunuz?,,

NAZIM HİKMET HAPİSANE DEN ÇIKTIKTAN SONRA

— 2 —

R

eşit, yaşam öyküsünü şöyle özetli­ yordu; *1914 yılında Ceyhan'da doğmuşum. Annemin adı Azlme. Annem Adanalı'dır. Başkâtip Ahmet

Rasim Efendi’nin kızıdır. Babam da keza Adanalı ve adüyeye mensup kü­ çük memurlardan Bekir Sıtkı Efendi’- nln oğludur, adı Abdülkadir Kemali. E s ­ ki politikacılardandır. Halen Adana’da avukattır.

Benim öğrenimime gelince... Okul öğrenimim topu topu sekiz yıldır. Son Bursa hapishanesi hariç tutulacak o- lursa tamamen kendi kendimin hoca- sıyım. iki buçuk yıl Nazım Hikmetle birlikte kalışım yaşamımın yönünü belirledi. Fransızcayı onun boyuna teş­ vik ve ısrarıyla öğrenir gibi oldumsa da mükemmele varma bir türlü kısmet olmuyor.

Hayatımda belli başlı İşim, Ada­ na’da Milli Mensucat Fabrikası'nda muhasebe memurluğu yaptığım beş yıla yakın süredir. Bunun dışında bir zamanlar Beyrut'ta, Antakya, Hama vesairede çoğu günler işsiz, aylak do­ laştım, bir süre de lokanta bulaşıkçılı­ ğı. garsonluk ve matbaa ırgadı olarak çalıştım. Sonra memleket burnumda tüttü. Anomı. babamı, kardeşlerimi gur­ bette bırakıp vatana döndüm. Vatana dönmemle beraber bende okumak, o- burca, rastgele, bitmez tükenmez bir Iştiha İle okumak hevesi uyandı. Ara­ dan çok geçmeden (yazı yazmak) ar­ zusunu gittikçe artan bir hastalık ha­ linde duymağa başladım. Yazarken heyecanlar, nöbetler, müthiş sinir ka­ sırgası beni kaplıyor, ne yapacağımı, niçin yazdığım», yazmaktan maksadı­ mın ne olduğunu bilmeden ha bire, a - lablldiğine yazıyordum.

Pek bilince çıkmamakla birlikte kendimde bir «yazar* yeteneği görü­ yor. hatta buna İnanıyordum. Beş yıl­ lık hapishane yaşamı benim İçin mü­ kemmel bir İnziva ve kendi kendimi yetiştirmek yolunda olağanüstü elve­ rişli bir özel okul oldu.

B

ende «h ik â ye cilik le bir yetenek görüp ne yapacağımı bana tavsi­ ye eden adam «Nâzım Hlkmet»tir. O benim hocam dır...»

Nâzım Hikmet. Raşit'In şiirlerini «berbat» diye niteledikten sonra şiir­ deki gereksiz gördüğü dizeler İçin şöy­ le diyordu:

«Peki, kardeşim, bütün bu lâf e- bellklerlne ne lüzum var? İçtenlikle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsu­ nuz? Bakın, aklı başında bir insansı­ nız. Duyduklarınızı, hiç bir vakit duya­ mayacağınız biçimde yazıp komikleş­ mekle kendi kendinize İftira ediyorsu­ nuz. bilmem bunun farkında mısınız?»

Raşlt de soruyordu:

«Peki, ne yapmalıyım sizce?» «Realist olunuz», diyordu Nâzım.. «Bugün Türkiye'de de senin yaşadığın Beyrut'ta da bir işçi oğlanla bir fabri­ ka İşçisi kızla arasındaki sevda İlişki­ sini realist bir görüşle hikâye edebilir­

siniz. Böylece Beyrut’ta, ya da Ada- na'da ülkenin belli bir bölgesindeki İş­ çi İlişkilerini de anlatıyorsunuz de­ mektir. Çünkü aşk denilen evrensel bir ilişki, her yerde aynı sanılan bir m ü­ nasebet bile, gerçekte değişen ve do- layısıyle o çevrenin şartlarıyla belirle­ nen bir sevda ilişkisidir. Bilmem anla­ tabildim' mi Raşlt?»

«Peki, realizm'den ne anlamamız lâzım ?»

R

ealizm, yani olayı, konuyu ol­ duğu gibi, yani geçmişi, bugünü ve yarını İle bu zaman parçaları­ na ait unsurlarla, yani akış İçinde ve bunlara etki yapacak üretim ilişkileri­ ni de gözeterek vermek demektir. Ş u­ nu demek istiyorum: Hikâyeler, roman­ lar, yani kitaplar sadece yazılmış ve basılmış oldukları İçin değil, hayatın bir parçası olduğu İçin yazılmalı ve okunmalıdır. Bu kitaplar, bu kitaplara alınan hikâyeler, romanlar yaşamı doğru yansıtabildikleri ölçüde değer kazanırlar. Kitap ve yaşam bir­ birinin İçinde, beraberce vardırlar. Y a­ lan söyleyen, umut kıran kitaplar var­ dır. Sen, yalan söyleyen İnsanları se­ ver misin? Yahut seni karamsarlığa, seni senden nefret ettirmeye çalışan arkadaşlarla bu dostluğunu sürdürür müsün?»

Raşit'In gözleri fal taşı gibi açıl­ mıştı:

«H ayır, kesinlikle...»

«Eh öyleyse, dedi Nâzım, o tür ya­ zı yazmaya yönelme, o içerikteki ki­ tapları okumadan sakın..»

«Neleri okumalıyım öyleyse?..» Nâzım, Raşit için İstanbul'dan ge­ tirttiği kitapları uzattı. Bunları Raşlt henüz okumamıştır.

J

ermlnal (E. Zola), İki Yeni Göllnin Hatıraları (Balzac). Anna Karenin (L. Tolstoy). Maske (A. Çehof), 6

Numaralı Koğuş (A. Cehof), Stepte (M. Gorki), Benim Üniversitelerim (M. G o r- ki. Uyandırılmış Toprak (M. Şolohof), Talkınla Salkım (B. Sıtkı Kunt), Bir Şeh rin Ruhu (Sadri Ertem), Silindir Şapka Giyen Köylü (S. Ertem), Değirmen (Sa­ bahattin AH), Kağnı (S. A li), Kuyucak- lı Yusuf (S. Ali).

Raşit'In gözleri parladı ve yatağı­ na uzanarak Kağnı’yı aldı İlk kez..

Nâzım Hikmet, bir yandan İbrahim BalabanT ressam olarak yetiştirmeye çalışırken bir yandan da Raşit'! hikâ- yecl ve giderek romancı olsun diye eği­ tiyordu. Bu İki genç de Nâzım Tn an­ lattıklarını dinliyor, ona göre çalışı­ yordu.

26 Eylül 1943*te Raşlt, Bursa Ho^ plshaneslnden çıktı. Ünü yayılmış bir başarılı hlkâyeciydl. Ama şiiri bırakma

m işti. Nitekim, Nâzım'a duyduğu sevgi ve saygıyı, cezaevinden ayrılmadan yazdığı bir şiiri onun yastığının cltına koyup çıktı. «Nâzım Hikmet'e» başlık­ lı» şiiri İlk kez 1967'de yayımlanan «Nâzım Hikmet D o s ya s ın d a (May Y a ­ yınları) yer aldı. Şiir şöyledir:

Nâzım Hikmet’e

Sen

•Prometenin çığlıklarım

kabakıyım tütün gibi piposuna

dolduran* adam,

sen benim mavi gözlü arkadaşım

Izabil değil unutmam seni.

26 Eylül 1943

seni yapayalnız bırakıp hapishanede

bir üçüncü mevki kompartımanda

ou pay elken

koşacağım memlekete.

Tren

bir güğerçin gibi çırpınarak

istasyona girecek,

gözü yaşlı bir genç kadına

beş senenin ardından kocasını

getirecek.

O dem

—ki boş verip istasyon

halkına

yanaklarından öperken sevgilimi

sen neşeli mavi gözlerinle

bakacaksın

içimden bana.

O dem

—ki yürekten her şey

atılacak—.

ekmek,

kin,

hasret

fakat Nâzım Hikmet

sen şultadar kilometre uzakta

kalmana rağmen

aydınlık yüreğimin duvarına

dayayıp sarı saçlı başını,

batan bir yaz güneşi hüznüyle

ağlatacaksın

arkadaşınıI

Günler geçecek

ekmek

derdi çökecek omuzlarımıza.

Fabrika.

M akinalar

Tezgahım!

San a şeker kamışı, portakal

yollayacağım,

kanm yün çorap örecek

her hafta mektup yazacağız

—askere alm azlarsa eğer—

Unutabilir miyim seni?

Tahta kurusu ayıkladığımız

hapishane gecelerini,

ve radyoda Ş ark Cephesinden

haber beklediğimiz

müthiş anların küfrünü!

—Radyonun yanındaki duvara

kurşun kalemiyle

abûs insan yüzleri çizmiştin

Unutabilir miyim seni?

Hâlâ beton m alta boylarında

duyuyorum

takonyalannın sesini!

Unutabilir miyim seni hiçf

Dünyayı ve insanlarımızı sevmeği

senden öğrendim,

hikâye, şiir yazmayı

ve erkekçe kavga etmeyi, senden!

Bursa 943

Orhan Kemal

(3)

Nâzım,

Türkiye’den

ayrılıncaya

kadar

Orhan

Kemal ile

mektuplaştı

— 3 —

R

aşit, Nâzım’ı unutmadı. Nâzım da Raşit'i.. Nâzım. Türkiye’den ayrı­ lıncaya kadar (Haziran 1951) Ra şitle mektuplaştı.. Nâzım, Raşit'in hi­ kâyelerini Kemal Tahir'e Malatya'ya, sonra da Çorum’a hapishaneye gön­ deriyor, onun da Raşit’in hikâyeleriyle İlgilenmesini İstiyor, aralarında dost­ luk bağı kurmaya çalışıyordu. Ama, bu dostluk 1951’lerde bozuldu. Bunda, hi köye anlayışındaki görüş ayrılığı ka­ dar, Kemal Tohir'ln ağabey olarak Râ şife karşı üstünlük taslaması, Raşit Ke malTahlrlere birkaç kez gittiği halde, Kemal Tahlrin Raşit’lere bir kez bile ko nuk olmaması gibi duygusallık aa et­ ken oldu. Yoksa ilk zamanlar mektup­ laşıyor, birbirlerine Nâzım’ın İsteğiyle şiir ve hikâye hakkındakl görüşlerini a- çıklıyorlardı. Raşit’in eski yazdıklarını unutmaya çalıştığını bildiren bir mek­ tubuna Kemal Tahir, Malatya’dan şöy­ le yazıyordu:

«Adaşım,

Vaziyeti siz benden daha iyi tahlil ettiniz. Eski tarz eserlerimizle yenileri arasındaki boşluğa üzüldüğümüz ¡cin eskileri bir müddet, kuru peksimetler gibi çantamızda taşırız. Has fırına va sil olduk mu ayak altı olmayan bir kö şeye hatta gizlice boşaltmak üzere.

Hikâyenizi bekliyorum.. Bakın bu mevzuda daha selahiyetllyim. Şiir ten kidlnde dalma bir okuyucudan ileri ge cemiyorum.. Tiyatroda da öyle. Eğer çıkarsam bir gazetede şiir kitaplarını bir okuyucu olarak, piyesleri bir se­ yirci olarak1 tenkid edeceğim, diyorum. (Lâkin bunun pek kısa olacağını da düşünmüyor değilim..) Neşredilmiş bir şiir, sahneye konulmuş bir piyes mu harririnin de münekkidin de elinden kur tülmüş bir mahluktur. Böylesine. eğer bir mektepte edebiyat tarihi dersi ve­ rilmiyorsa: (Ben beğenmedim), (ben beğendim.) Yahut (çok kötü) veya (çok İyi) demek kâfidir, sanmıyorum.. Ede­ biyat kollektif bir (emek) ister, lâkin he nüz neşredilmemişse.. Meslekdaşlar ve anlayan meraklılar arasında..»

«AĞZIM IN TADI YO K »

R

aşit. Karıma Mektup başlıklı bir şiirini Kemal Tahir’e göndermiş ve eleştirisini görüşlerini İstemişti.. Kemal Tah ir’in eleştirisi şöyleydl. mek­ tubunda:

«Birinci parçada «ağzımın tadı yok» demişsiniz.. «Ağzımın tadı yok» bir nezle şiirinde makbuldür- Bu ge­ lip gecici basit hastalığın bir halini an latır.. Halbuki mahpushaneden karısı­ na mektup yazan bir şair «ağzımın tadı var» dese kim İnanır kİ siz bu hususu ayrıca tafsil ediyorsunuz.. Bu sakın «tok» He «yok» kafiye olsun diye ko­ nulmuş olmasın.. Nâzım’ın Bursa Mah­ pushanesinden karısına yazdığı bir mektup vardır. Orada (siyatik ağrısın­ dan) ve (fanila dondan) bahsedilir a- ma, İdamı istenen bir şairin gündelik ha yata ne kadar bağlı kaldığını gösterme s! bakımından enteresandır.. Yoksa bu şiir (idamı İstenmediği bir zaman) da durup dururken yazılan bir mektupta olsaydı fena düşmüş sayılırdı..»,

SERBEST NÂZIM

S

erbest nazımda dizenin nenden başlayıp nerde bittiği konusunda görüşlerini yazan Kemal Tahir şöy le devam ediyordu:

«Serbest nazımda satırların ne za­ man kesileceğini, bilhassa kafiyenin

nasıl bir eleman olduğu ve hele hele te mayülleriniz itibariyle, hadiseleri han­ gi zaviyeden görüp hangi vâkıalarla tes bit etmeniz lâzım geldiğini Nazım'dan sorun..»

Kemal Tahir de eskiden şiir yazdı ğı için, başarılmayan bir alanda di­ retmeyi doğru bulmuyordu. O da. Ra şlt'in hikâyeye yönelmesinde ısrar edi yordu. Bunu kanıtlamak için de daha önce yazdığı şiirlerinden «Serenat» baş lıklı olanı aktarıyor ve kendi şiirini e- leştiriyordu. «Serenat»ın ilk dörtlüğü şöyleych:

Ne senin balkonun var,ne de benim gitarım Susacağız saatler uzarken dizi diz) Avucumda mendilin, dudağımda

cıgaram Sükût bfr düğüm gibi bağlamış

ikimizi. Kemal Tah ir kendi şiiri Içtn şunları yazdı Raşit’e:

«Bu şiirde bakın ne hatalar var. Bir kere Bodler’ln meşhur (Balkon) şii­ rine benzer. Sonra (gitarım) kelimesi berbat, (dizi dizi), (derin derin), (adım adım) tekrarları komik. Hele son kıta nın (türkü), (şarkı) bolluğu. (Ve ne de kahkaham var) sözünün acalpllğl, (bir gün olsun böyle taş) diye mısraı orta sından kesip atmak beceriksizliği..»

Kemal Tahlr'ln eleştirdiği şiirinin son kıtası şöyleydl:

Bıraktım türküleri yollara adım adım, artık benim ne türküm ve ne de kahkaham var. madem kf kızım hâlâ gözlerine

doymadım, susacağım, şarkımı nafile bekliyor­ lar. Bıraktım türküleri yoöara adım

adım!.. Mektubun san bölümü, Kemal

Tahlr'in yaşam boyunca gerçekleşti­ remediği bir özlemini, ya da bir kara­ rını, kendi durumunu şöyle açıklıyor­ du.

«Nazım Hikmet hakkında bir ki­ tap hazırlayacağım. Onunla beraber geçirdiğimiz bu devredeki hususiyet­ lerini size göre tesbit eder misiniz? Nasıl isterseniz öyle yazın. Kitabım için belki iyi bir fasıl hazırlamış olur­ sunuz. Bunu Sinop'taki arkadaşlara da teklif ettim. Projemin nasıl bir eser hazırlamak için kurulduğunu Nâzım bilir. O , size İzahat versin.

A z daha unutuyordum. Nâzım bir mektubunda benim nakil İçin yaptığım ikinci talebe ne cevap verildiğini so­ ruyordu. «Naklinde İdarî mahzur var» denildi.

Gözlerinizi öperim adaşım.»

NÂZIM’IN KOĞUŞU

R

aşit, Kemal Tah ir’e gönderdiği bir mektupta Nâzım’la aynı koğuşta kaldığını yazmış, odanın düzenini ayrıntılarıyla anlatmış. Nâzım'a ait bazı özellikleri, örneğin şiir yazarken ken­ dinden geçişini, aklına gelen dizeleri duvara yazışını vb. anlatmıştı. Kemal Tahlr'in 23.12.1940 günlü mektubunda Raşit'e yazdıkları şöyleydl:

«Uzun ve mükemmel mektubunu­ zu aldım. Alakanıza teşekkür ederim. Nâzım Hikmet size emanet olsun. Bü­ yük sertlikleri olmayan kocaman bir Çocuktur. Onu en ziyade kötü İnsan­ lara karşı himaye etmeli. Bu kadar İyi olmak ve kırk yaşına yakın yaşayabil­ mek ona mahsus bir şans.

Oturduğunuz yer) etrafiyle tarif etmişsiniz. Fakat İtiraf edeyim kİ Nâ- zım ’in yatağından ve karma-karışık dolabından, bir de Abldln DlnoYıun

portresinden başka taraflarını gözü­ mün önüne getiremiyorum, belki uy­ durmağı beceremediğim İçindir. Yok­ sa hayali biraz daha kuvvetli bir in­ san olsaydı, mükemmel tarifinizle ora­ sını görmüşe dönerdi. Realist bir ya­ zıcı olmaya çalışmamın bu ilk mahru­ miyetidir. Epey acı.

Nâzım'ı şiir yazmağa teşvik edi­ niz. Yakında çıkarsa dağarcığı dolu olmalıdır. Üç senedir — Onu hapset­ tiklerinden beri— Türk edebiyatı şiire hasret çekiyor. Nurullah Ataç eğet bunamadıysa, eski Dlvan'ları karıştı­ rıp mısralardan mısra beğenmesi bu şiir kıtlığından olmalı.»

Gerçekten de Nâzım, 1938’de çok uzun ve çok ağır bir mahkûmiyete uğ­ rayıp şiirleri gizil sansürce yasakla­ nınca hatta onun şiirlerini okuyanlar

cezalandırılınca şiir evreni Garlp’çile- re Kalmıştır, denebilir. Nâzım’ın «be­ nim resmî münekkidim» dediği büyük eleştirmen Nurullah Ataç da yazıla­ rında daha çok Divan şiirinin unutul­ mayacak dizelerini iğneyle kuyu ka- zorcasına arayıp konu yapıyordu. Nâ- zım ’ın şiirleri ise Naci Sadullah, Ke­ mal Sülker ve ara sıra Abidin Dino (Ressam) yoluyla takma adlarla ya­ yınlanıyordu. O dönemde A. Kaair, Suat Taşer, Cahit Saffet (Irgat), Rıfat İlgaz, Niyazi Akıncıoğlu, Sabri Soran aynı yönde, ama ayrı tadda şiirler ya­ zıyordu. Nâzım'ın şiirleri de Mazhar Lütfü, İbrahim Sabri, Nurettin Eşfak gibi takma adlarla yayınlanıyordu. Biz de Ömer Faruk Toprak’ın ilk şiir kita­ bını eleştiren bir yazımızda (Yürüyüş, sayı 10) bu takma adların Nâzım'a ait olduğunu bilerek — çünkü şiirleri Ke­ mal Sülker Bursa’dan Nâzım'dan al­ mış ve yayımlamıştı, bunu öğrenmiş­ tik— şunları yazmıştık:

«Harp şiirleri yazan şairlerden bah seden Ö. Faruk Toprak bize şu isim­ leri veriyor:

Nâzım Hikmet, Cahit Sıtkı, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli, H.i. Dinamo, A. Kadir ve Suat Taşer.

Sanatı olgun bir hale getirdikleri, mevzularını geniş halK tabakalarının bağrından kopardiKları İçin sevilen şairler arasında adlarının geçmesini doğru bulduğum bu şairler şunlardır: Mazhar Lütfü, Orhan Raşit ve Nail V. Mazhar Lütfü «Zafere Dair»inde bi­ ze uzak harpleri yakın bir görüş ve sıcak bir duyuşla anlattı. Realist ve nikbin bir hava İçinde güzel mısralar yazan şair, çocuklarını, kardeşlerini, sevgililerin! ve nihayet arkadaşlarını kaybeden halkın ve gelecek nesillerin zafere, İnsanları biribirine saldırtan te zatları ortadan kaldıracak bir sulh zaferine varılacağından emindir.»

İBRAHİM SABRİ

M

âzım'ın Aralık 1942'de yazdığı «Dünya, Dostlarım, Düşmanlarım, Sen ve Toprak» başlıklı şiiri’ni Yürüyüş'e vermiştik. Dergide (Sayı: 12) İbrahim Sabri adıyla yayınlanmış ve büyük ilgi görmüştü.

Raşit, Nâzım Hikmet Okulu’ndan mezun olunca Adana'ya gitti.

Adana’yı çok özlemişti. Bu özle­ mini Nâzım ’a da gönderdiği bir şiirin­ de eşine şöyle anlatıyordu:

«Adana’yı öyle özledim öyle bir özledim, öyle bir özledim kİ... / Ha­

tırlar mısın bilmem. / kol kola / asfalt yolda / gezmeğe çıkardık geceleri.. / Parkın yanında bir büyük konak var­ dı / beyaz havuzunun fıskiyesi / ge­ ce gündüz akardı. / Asfaltın kenarın­ da / geniş yapraklı ağaçlarıyla «kü- bük» evler, / ve uzakta derinden de­ rine / düdükleri öterdi bekçilerin. /

Sonra naşı) olurdu bilmem t birden» bire hava gürler, / yıldızlar sönüve- rirdl de, / «yağm ur gelecek galiba» derdin. / Küçücüktü evimiz: / Hürme­ ti mahallede / kocaman konağın / — konak haraptı— / alt katındaki oda. / Gülbankyan'ın çırçır fabrike- sına bakardı. ' Soldeki pencereye / üzerinde tavus kuşu dolaşan / ince bir tül asmıştın. / Sokaktan geçenler görmesinler diye seni, / küçük pet­ rol lambanı yakmadan otururdun. /

Üzülme karıcığım / ne kaldı şurda za­ ten? / Rüya görüyorsan İyiye yor, / iyiye yoruian rüyalar / iyi oluyor...

(4)

CUMHURİYET 6 HAZİRAN 1980

R

«Bizim

burda

ressam berber

İbrahim

vardı

ya, resmi ina­

nılmayacak, ak­

la sığmayacak

kadar ilerletti.»

“ Uçak asrında memleket ölçüsünde

muharrir olmak yetmez,,

... 1 ... ... — — ■ H ı m . ı ... . ■ — ... . X « ş t t k a r d o y l» > ttrttjıbum o . « o m d ı n « i d i » • D « r h « l o«t«p v « r l y o r o » . ¡ ¡ u ı » n ,« a b a y ı y « l l a * l » . « U n c a b l l U r l r ı U . B«gU» d » 28 U r « g8»d«rlyor«m . Om d « « İ m â « b i l d i r . P l r a y . g i t t i . 4 » » » g U d l . ° d « g i t t i « T l » , y a l a n ı » . 4 n n « » la g 8 « l « r l a r t ı k İ y i « « p » r d « l « n l y o r , y ı l a t d » « n » l ı y « t o l » 0«k . K a d i r i » » l i r i n i P«k b « t;9 n d l« . Bn l y l T H r « k ll » « İ r g ı d a « l « l ı k t a * , b a k ı a . ı ı l ı k t « » 8İ 9â »k d ly » korkm yoro» » • t a a a m j r « J « a i y « o « t i » k « d « r ü ıU lU y o m » . » d r « « l » i l y l o « b i l i y o r « « » « n « l« k « a o l n r « » y ı r d ı » « t » » k t « t « r < U » • H U • ! » « » • » b i r » * y « » « k p a r a * g f i n d o r i b l l « « » • Çok l y l . t « » » m a . ı y l « » « i r « d İ « » .

s a n ı » h l k ı y « u « 6 ü l k « r l » / « « i l a n hakkım da 4ü » u m d u k la r la ! «u (M «»«l«m b i r i k i gtta

a c u r a b i l d i r i r i » •

T i l d ı » d . h ı . U » b i r k i . . »yk « k ıU H b i r 1 » . « » « l « o « * . S « « » m » k u o a k i» » •

b u l » t « r « n » d « a b o l b « l 8P • » * o « » ı » i « « ı t m a d « » .

-3 * « l » » l a l » « « p ı l * n » « » » a k « » » * l , P«k ■ • r i n d i » . Umot*a t « » l t Ottmy» a ly'U U m d» « a h * r - r l r o l » a k l « * ı » . O q»k » a r ı m la « s m l« k « t BİytlaOmda « » ¿ « r r i r o l » « k y « t » « « .

B « « b i r « y d ı r t « ı g « k l » l « r t y l « f « « l * « i ç r a » t i g ı » t« g b l l p g l d a n l » «Idugm i» l a » • l l » a a # l IJpM İ « t t i » > f « k » t b a g t » t » k r « r 1 » « k o y u ld u » .

B o b i d u h l » b i r h « b « r yok a t » t a n b « l d » . Ç c r b « « ı b » » t « o l » « k V » r « b ü tu » 4 » « t l « n » f . r « 4 « f « r « d * u l u « 4 » r l « r • B «k b a r d a » b « k a d a r ' l a m g i t t i . Hamam ü « « a n h « p » l u n u to ld a . b i r • • » un utulm adım . • » O ı a t u l» « » a k h « l » b » p i» h a » o d « b*yOk M a l -/ • t t l r •

B a P la iH . h » » r » t l « k a o a k l a r ı » . » » u k t a b b 8 y l « k x u o l d » . T « r ı a a r a n l a d u f l ta k l ( » l » o « k . s « a l b « k l « t * » y » y i a 4 1 y « b u » a a » a » g a » d « r l y o r u •

Nâzım'ın Orhan Kemal'e 18 haziran 1344'de yazdığı mektup..*

— 4 —

R

aşlt, Adana'dan Nûzırrra gönderdiği mektupla kendi durumu hakkında ge­ niş bilgi verdi. Raşit’in mektubunaa kızı Yıldız hakkında bilgiler vardı. Nâ­ zım, öz çocuğu olmamanın acı özlemini, eşi Piraye Hanımın oğlu Memet Fuat'a olan sev­ gisiyle gidermeye çalışıyordu. Ama, yakınları­ nın, sevdiklerinin bir çocuğu oldu mu. ona ba­ yılır, o çocuk hakkında önerilerde, tavsiyelerde bulunurdu. Raşit'ten aldığı mektup üzerine. Haziran 1944 ortalarında Nâzım şu mektubu gönderdi:

«Raşit Kardeşim,

Mektubunu büyük bir hazla iki defa oku­ dum. Yine de okuyacağım. Notların çok gü­ zeldi. Şiirler de İyi. Yalnız böyle küçük haleti ruhiye şiirlerinde, enstantanelerde — bence— mutlaka güze! kafiye olmalı. Sonra şiir elbet­ te ki, senin söylediğin gibi biraz da becerikli, ustaca ifadeyi meramdır.

Fakat mektubunu bana iki defa okutan ve daha iki defa da okutacak olan taraf, toru­ num Yıldıcığım hakkında yazdıklarındır. Öyle ki gözümün önünde ve onu öyle seviyorum ki. Annesinden dayak yiyip sana şikâyete gelme­ si faslını okurken ağladım. Kızıma söyle Yıldı­ zı döverse vallahi, billahi kendisiyle bozuşu­ ruz. Böyle şirin ve akıllık bir mahluk keaı ol­ sa dövülmez, nerde kİ benim Yıldızım.

Bana bak Râşit senden ve kızımdan bir ri­ cam var, bircz utanıyorum ama kusura bak­ mayın, hani peşin söyleyeyim k| her hangi bir sebepten dolayı olmasa da gücenmem, mese­ le şu, eğer yeni doğacak oğlan olursa İsmi­ ni Nâzım koyun. Ama dedim ya, önceden veril­ miş sözünüz ve başka icaplar varsa, isteğim­ den vaz geçerim. Ama mahzur yoksa, senin ve kızımın oğluna benim adımın konması beni sahiden tasavvur edemeyeceğiniz kadar bahti­ yar edecek.

Kızımın ve forumunun büyük ve küçük ku­ tularını Sinoptan yolladılar. Ben de Mersinli Şâkir Ağanın buraya onu ziyarete geıen ve babanı tanıyan akrabaları vasıtasıyla babana yolladım. Ondan alırsın ve bana bildirirsin.

Sana yirmi lira yollamıştım, bundan bir hafta kadar önce aldın mı? Biraz sabret ay sonuna doğru otuz kırk lira daha gönderece­ ğim. Senin tezgah bu suretle normal çalışma­ ya başlamış olacak.

Senden bir ricam daha var. Benim Man­ zaralarda bir İşçi Fuat vardır, onun eser icabı tahliyesi ve Adana'ya gitmesi, orda tesviyeci­ lik etmesi gerekiyor. Sen kendini onun yerine koy ve bana mektuplarında onun ağzından muhitine ve insanlarına dair bir İki şey yaz, ben de onları İşler Manzaralar’da kullanırım. Bu suretle bir cenup vilayetindeki işçi muhitin den kısa da olsa bir pasaj temin edilmiş olur kitaba.

Sabahattin’den ben de bir mektup aldım, hakkımda sana yazdıklarını yüzüme karşı söy­ lüyor. Bak bu sefer sahiden yerin dibine geç­ tim.

iki üç gündür, fazla değil şu son üc gün­ dür kısa bir tenbellik geçirdim. Yarn yine işe başlıyorum.

Bizim burda ressam berber İbrahim vardı ya, resmi inanılmayacak, akla sığmayacak ka­ dar ilerletti. Ben de gözlerim sulana suiana halkımın büyük istidatlarından birine örnek o- lan bu hadise karşısında hazdan ve bantlyar- lıktan böbüür böbür, böbürleniyorum.

Büyük Türk halkı. Nasıl bütün dünya halk­ ları gibi yaratıcıdır ve nasıl sevilmeğe, hayran olunmağa değer ve uğrunda gebermek en e- hemmlyetslz iştir. Çalışmak lâzım, yaşamak ve çalışmak ve dövüşmek.

Sülker'den mektup aldım. Cevap verdim. Cevap alamadım.

Seni, — haytır senden başlayacağım,— kı­ zımdan da başlamıyorum, hatta ona küsüm; torunumu, seni ve kızımı hasretle kucaklarım. Beni mektupsuz bırakma. Üçünüz canımın için­ desiniz. Şimdi, yakında dörtleşeceksiniz. Aman dikkat et, doğum ne de olsa tehlikeli iştir.

Nazım»

GEÇİM SIKINTISI

N

azım Hikmet, geçim sıkıntısı İçinde hapisteydi. Mahkûmlarla ara sıra’ ko­ nuşabildiği zaman candan dostlar edinmişti. Bir gün Ertuğrul adında bir hükümlü Nâzım'a şu öneride bulunmuştu:

«Üstad, bir fikrim var, bilmem ne dersin?» «Söyle bakalım neymiş bu parlak fikrin?» demişti Nâzım. Ertuğrul’un önerisi şuydu:

Üzerine devletin parasını geçirmekten hü­ kümlü olan bu gencm koğuşunda yatan bir başka hükümlü yakında tahliye edilecekti. O - nun bir kaç dokuma tezgahı vardı. Onları sat­ mak istiyordu gider ayak. Nâzım bunları ala­ bilirse, hapishanenin iş esasına dayalı bölü­ münde bir dokuma atölyesi açabilir ve hem ca lışır, hem çalıştırır, para kazanılır ve boş va­ kitler ziyan edilmemiş olurdu. Nâzım:

«B ir düşüneyim, Savcı Beyle, Müdür Bey­ le görüşeyim de... »dedi.

Savcı İzzet Akça), iyi yürekli, cesur ve dikkatli bir hukukçuydu. Nâzım ’ı da şair ola­ rak severdi. Nâzım'ın önerisini bir kac bakım­ dan yararlı buldu. Üstelik atölye Bursa İplik Kooperatifine de ortak olursa ilk gereksinme­ ler ucuza alınabilirdi. Tezgah işi olumlu yolda gelişti. Bu kamçılı tezgâhlarda çalışmaları İçin yanına başka hükümlüleri de «işçi» olarak alan Nâzım, nerdeyse «patron» oluyordu. Ama Nâzım, elde edilecek geliri «paysiara avırmış- tı. Bir pay Raşit'e, bir pay Kemal Ta h ir’e, bir pay tezgâh önerisini yapan Ertuğrul'a, iki pay eşi Piraye Hanıma, bir pay da kendisine ayrı­ lacaktı. Altıya bölünecek gelirden yararlana­ cakların bir kaçının tezgâh alımında hiç bir katkısı yoktu para açısından. Ama Nâzım, onların mektuplarını, yakınlarını «mutlu olma­ sı» aracı sayıyor ve onlara bu önemli katkıla­ rı için pay ayırıyordu. Ne yazık ki tezgâh işi bir dergide anti - komünizm ticareti yapan bir yazar tarafından abartılıyor, Bursa Savcısı bi­ le suçlanıyordu. Nâzım, ürünlerini satmada güçlük çektiği halde tezgâh konusu aleyhinde bir gereç gibi sömürüldü.

MANZARALAR

Raşit'e gönderdiği kutuları Donanma Ko­ mutanlığı davasından hüküm giyen Assubay- lardan Nuri Tahir ve Avnl Oymuş hazırlamış­ tı. Assubaylar kendilerini ince marangozluğa, kutu, sigaralık, kuşlu avizeler yapmaya ver­ mişti, gerçekten çok güzel tahta işleri yaparak dostlara armağan ediyor, bazılarını da sata­ rak kuru ekmeklerine katık yapabiliyorlardı. Nâzım. Memleketimaen İnsan Manzaraları adı­ nı alacak olan büyük eserine Bursa'da devam ediyordu. Raşit'ten istediği İşçi Fuat, malzeme­ si, bu dizide ver alacak bir kahramanı doğru belirleyebilmesi İçindi. Raşit de kısa sürede Nâzım ’a tesviyeci bir güneyli portresi çizdi ve voksul çevresi hakkında ayrıltılı bilgi vererek Nâzım'ın yapıtına katkıda bulundu,

ÖVÜLME

N

âzım ne eserlerinin, ne de sanatçı yükselişinin yüzüne karşı değil be­ ğenilmesini, övülmesini hiç sevmez­ di. Sabahattin Ali, takma adlarla çı­ kan şiirleri olağanüstü duygularla övüyordu. Nâzım'ın «yerin dibine geçtim» dediği şey, Sabahattin Ali’nin Raşit’e vazd'ğı Nâzımı övü- (Arkası 9. Sayfada)

(5)

Kemal SÜLKER

Orhan Kemal ve ailesi (1950)

Orhan

Kemal’in

hamallığı

kabul

etmesi

ailede,

arkadaşları

arasında

büyük

• • • •

.

• •

uzuntu

yarattı

— 5 —

R

aşit'in beklediği çocuk erkek doğdu.. Hemen adını Nâzım koydu ve bunu Nâzım Hik­ m ete bildirdi. Nâzım, mektubu okuyunca sevincinden mahpushane arkadaşı Babi’ye, Çorbacı’ya, Emin beye çay ısmarladı.. Deve diye seslen dikleri Alaeddin Bey, Sıhhiye Kâzım, Zabıtçı İsmail «çaylar Üstat’dan» di­ ye ikram edilince hemen Nâzım ’ın ya­ kında af çıkarak tahliye edileceğini sandılar. Ama Nâzım, Raşit'in oğlu ol­ duğunu, adını Nâz'm koyduklarını söy­ leyince Bobi Niyazi «Allah Allah, ne güzel şey bu b e !...» diye feryadı bas­ tı.. Çorbacı Zeki Bey, Nâzım ’ın pipo­ sunu ateşledi, Sütçü Haşan:

«Bu görüşmede benimki gelince küçük Nâzım'a bir zıbın diktireyim» diye zengin gönlünü açtı. Nâzım 1944 sonlarında Raşit’e şu mektubu gön­ derdi:

«Raşit.

Mektubuna cevapta geciktim.. Araya Cumhuriyet Bayramı girdi.. Pos taya adam gitmedi.. Bir iş edindiğine pek memnun oldum.. İbrişim İşi hak­ kında sana Çorbacı mektup yazıyor... Öyle sanıyorum kİ biz de Avrupa gibi bu son sıkıntılı kışı geçirdikten son­ ra nisbeten feraha kavuşacağız.. Örfi İdare kalksın İstanbul'da sana bir iş ararız.. Kim bilir belki biz de o zama­ na kadar çıkarız.

Kemal Tahir'in çok cok selamlan var.. Sana gönderdiğim gibi ona da şu benim küçük mırıltıları yollamış­ tım.. Her nedense pek beğendi.. Ben her gece böyle birer küçük şey ya­ zıyorum. Bir taraftan da Manzaralar’a çalışıyorum..

Gelelim senin roman meselesine.. Derhal başla. Çok rica ederim.. Der hal başla. İstersen İlkönce dar ölçü­ de küçük bir romana başla, fakat hemen başla.. Başla.. B A Ş LA !...

Nâzım ve Yıldız hakkında yazdıkla rint nasıl büyük bir zevkle okuyorum bilemezsin.. Onları sana malzeme di

ye saklıyorum, günün birinde cok işi­ ne yarayacak..

On gündür Piraye'den mektup al­ madım.. Meraktayım.. Yarın telgraf çe keceğim.. Malûm, oğlanın hastalığı be nl mektup bahsinde büsbütün evham lı yaptı.

Kızımın gözlerinden öperim.. Kaç mektuptur onu ihmal ediyorum.. Ama emin olsun ki benim has kızımdır.. Ba na Nâzım ve Yıldız gibi iki torun ver mesı onu ebediyyen bağrımda en kıy metti bir hazine gibi saklamam için ye­ ter..

Bizim Müdür Tahsin Bey galiba fs ttfa edecek.. Yazık olacak hapishane

için..

Raşitciğim, çoğu gitti azı kaldı. Sık dişini biraz daha.. Güneşli günler yakındır.. Hepinizi hasretle kucaklar, mektubunu beklerim çapım kardeşim.»

Raşit. aile geçimini sağlayabil­ mek için iş bulmaya mecburdu.. 1944 nisanında Devlet Demiryolları Adana İşletmesinde basit bir İş bulmuştu.. Bu nu, bize gönderdiği bir mektubunda şöyle yazıyordu:

«Kardeşim.

Mektubunu bugün aldım. Şimdi va kft akşama doğru.. Pek erken basan sıcaklarıyla Adana bir hamam hal­ vetine benziyor.. Güneş devrileli epey okluğu halde havada oynama yok. Bir

atölye havası kadar hareketsiz ve yakıcı günler geçiriyoruz.

İş buldum. Sicilimin üstündeki yazıyı şuraya aynen alıyorum:

(T .C . - Münakalat Vekâleti - Devlet Demiryolları işletme Müdürlü­ ğü. Adana Şehir istasyonu - Muvak­ kat hamal. Sıra Numarası 1049 - Ra­ şit Öğütçü’nün Nüfus Cüzdanı ve bonservisine ait dosyadır. İstihdam numarası 440'dır. Tarih 18.4.944).

Yukarıdaki resmi yazıyı taşıyan

mavi zarfı hayatımın yegane namus vesikası olarak saklayacağım. Asli hamal bile değilim, muvaKkat hamal. Bu, beni katiyyen müteessir etmiyor. Bilakis. Müteessir olanlar, anam, ba­ bam, kardeşlerim ve bir hayli samimi arkadaşlarım. Sınıfımdan kopuş tari­ himi, bunun romanım ileride yazmak İçin ne güzel dokümanları depo edi­ yorum biısen!

Yurt ve Dünya İle Adımlar neşri­ yatlarını tatil ediverdi. Türk edebiya­ tı, Türk fikriyatı, senelerden beri ar­ zu edilen (kurak)lığa kavuştu. Bugün artık bir edebiyatımız yok. Mecmuala­ rı satın alıyordum: Cigara paramı, kahve paramı, çoğu sefer evimin ek­ mek parasını vererek bu mecmuala­ rı satın alıyordum ... Bunları okurken İçimde iki kutup çarpışıyor, biri mem­ leket fikriyatına edilen suikastı gör­

mekten hüzün duyan tarafım; o biri, edebiyatımızı bu hale koyup meyda­ nı da, atı da ellerine aldıkları, hatta kıçlarına motor taktıkları halde uça- mayan, uçamayacak olan sersem pi­ lotlara gülen taraf.

Lise talebeleri, lise öğretmenleri «Kızıl ölüm», «Allahaısmarladık», «Çölde Bir İstanbul K ız ı»... Benzer romanları ağlayarak okuyor; en mü­

nevver sınıfımız olduğunu İddia ettik­ leri küçük burjuvazimizin tıka basa

tok, bilekleri altın halkalar dolu, e- tekleri diz kapaklarında züppe hanım­ ları modadan, sevmek ve sevişmek­ ten gayrı meseleleri olmayan manken ier haline getirdiler. İnsanlarımız dün­ yadaki (harp) dehşetini düşünmek de­ ğil, yanlarında lafının edilmesini bile istemeyecek kadar (neme lâzımcı) ol­ muşlar. Sizin beş sene yatmanızı çıl­ gınlığınıza hamleden avukat'ar, dok­ torlar, yüksek öğretmenlerin r,'asın­ da yaşıyorsunuz. Öyle bir dünya ki, nedenini, niçlninl bilmeseniz, bütün bunları hoş görüp siz de onlara gü­ lecek duruma gelmemiş olsan.z, ce­ miyetinizin de, insanlarınızın da da­ ha goygoyculuğu yapmaktan atarıma yan palyaçolarınızın da, onların tü­ müne söğüp beyninize tabancavı sı­

kabileceğiniz an, en mükemmel bir kurtuluş olurdu.

Bilmem okuyor musunuz? Bir B. D. adlı dergi çıkıyor. Palyaçolar­ dan biri olduğuna zerrece şüohe et­ mediğim ukala herif, bir peygamber edasıyla muazzam jestler alı/or, ce­ miyetteki bozuklukları görüyor, mücer ret bir ahlaktır tutturmuş bas bas ba­ ğırıyor: Ahlâk da ahlâk! E, peki ne olmuş? Bu ahlâk buhranı nasıl zail olur? Bunları yazan buna cevao ver­ meyi belki hayatı boyunca düşünme­ miştir. Çünkü (ahlâkın) ne demek ol­ duğunu, hangi şartlarda ahlâk buhra­ nının başladığı, hangi şartlarda buh­ ranın giderildiği, daha doğrusu gide­ rileceğini bile tasavvur etmemiş. Kı­ sacık boyu, koca kafası, tikli mimik­ leri İle mübarek elini kaldırıyor:

— Artık bu manzara yeteri insanın yazacak yeri olsa da bu herzevekillere ağız dolusu küfretse...

Öbür tarafta, bir başka bunak... Bundan yirmi yıl önce kendisinin dün­ yada yegane (serseri) olduğunu İddia

etmiş ve hayatında yegane doğru lâf etmiş olanı.,. Bugün kalkmış sola ça ­ tıyor. Ve nihayet piyasa serserilere kaldı. Bildikleri gibi bağırıp çağırıyor­ lar, bakalım. Ama benim avuçları na­ sırlı delikanlının, bu memleketin ha­ kiki sahiplerinin karınları hâlâ aç.

İrticaın propagandasını yapan, geçmişteki şa'şaanın meddahlığını ya­ panlara iyi bir cevap vermek için el­ de doküman olmalı da, ta Dinlerce seneden beri dünyadan şikayet et­ mekte olan şairlerin şiirlerim sırt bu gözle toplayıp dönem dönem ayırma­ lı, sonra güçlü bir önsözle bu mazi- perestlerln herşeye girmiş burunları­ na sokmalı... Ama diyeceksiniz kİ, utanacaklar mı? O da doğru.»

Raşit'in dediği gibi geçici hamal­ lığı kabul etmesi, ailede, arkadaşları arasında büyük üzüntü yarattı. Sonra çalıştılar, çabaladılar, Raşit’e Güzel İzmir Nakliyat Ambarı Müdürlüğünde İş buldular. Raşit bunu Nâzım'a ve bi­ ze şöyle biraz da alaylı bir şekilde yaz dı.

Yurt ve Dünya, Adımlar gibi ileri­ ci dergilerin Nisan 1944'te kapatılışla­ rından sonra ırkçılar, Alman faşizmi­ nin izleyicileri ortam çok elverişli Dul­ muş, dergilerinde yurtseverlere iıeri ge ri lâf etmeye başlamışlardı. Bunu bü­ yük üzüntüyle karşılayan Raşit, soyut bir ahlâk anlayışına karşı çıkıyor, ve maddi yapı konusunu işliyordu. Ama, yapacak bir şey yoktu, küfürü bası­ yordu sadece... Haziran 1944’de doğ­ ru dürüst bir iş bulunca bunun se­ vinciyle yazdıkları şunlardı:

«Ben artık «b o ş» değilim. Güzel İz­ mir Nakliyat ambarı müdir-l umuru, muhasib-i mesulü, direksiyon as şefi, ne dersen de, ben artık lo) yum. Bu işin de bir kaç aydan fazla devam e- debileceğine pek kani değilim. Oysa kİ yerim ne kadar iyi.. Müstakil bir yazı­ hane... Emrime âmade sayısız kâğıt, mürekkep, defter... iş az, boş zaman çok. öyle bir rahatlık ki deme gitsin. Ben burda okumağa, yazmağa, yazıla­ rımı temize çekmeğe yarayacak geniş zaman bulabilirim.»

Raşit, 3 Haziran 1944 günlü mek­ tubunda övdüğü, rahat ettiğini yazdı­ ğı işten kısa süre sonra, — tahmin et­ tiği gibi— çıkarıldı. Bunu mektubunda şöyle açıkladı:

«Kardeşim,

Mektubunu, yazılarını aldım. Zevk ie okudum. Yukan'ya posta ettim (N â zım ’a gönderdim)

Sanat mahut bir keyfiyetin hava­ disi: Muazzam Dürolu işimden de çı­ karıldım (10.6.1944). «N için ? » diye sor ma. Ne bileyim ben... Öyle işte...»

Nâzım'ın öğretisinden yararlanan Raşit. hikâye yazma tekniğini değiştir­ di. Bunu şöyle anlatıyor mektubunda: «Ben iki büyük hikâyeye hemen hemen aynı zamanda, birbirine m üva- zl olarak çalışmaktayım. Bu seferki ça lışma tarzım, hiç de öncekiler gibi de­ ğil. Eskiden daha cok heyecanımın ka sırgasına kendimi kaptırırdım; bu neye can beni alır, sürüklerdi. «Hikâye ne­ rede, nasıl bitecek?» Bu benim İçin tümüyle meçhul kalırdı. Bir hikâyenin neyetl umumiyesinl, ana hatlarıyla ka famda canlandıramazdım.

Şimdi bu tarz değişti. İlk peşin dü­ şünüyorum. Konum ne? Neyi, niçin anlatıyorum? Birinci plâna hangi tip ve hangi elemanları alacağım? Niha­ yet, bu hikâyenin heyeti umumlyesiyle ne söylemek istiyorum? Tab ir caizse hikâyemin üzerine oturduğu «felsefe» ne?

İşte böyle bir hareket noktasın­ dan çıkıyor ve heyeti umumiyeyl şuu­ rumun önünde tutarak, eserin hacmi,

ağ r 0ı < ıııi(i bilincimin terazisinde, çalışıyorum.

Hikâyelerim bitince, tabii size de göndermek, fikirlerinizi almak ciheti en büyük arzum .» (16.6.1944)

Raşit o günlerde Sovyet yazarla­ rından Ardov’un Haydut adındaki hikâ ye kitabını (Haşan Ali Ediz çevirisi) o - kuyordu. Bu hikâyeler Raşit’in üzerin­ de büyük etki yaptı. Yeni hikâyelerin­ de bu yapıtın havasını vermeye çalış­ tı. Bunu bir mektubunda şöyle anlat­ tı:

« . . . Peki ehemmiyet vermemiştim. Bir gün meraklandım, aldım, ilk üç hi­ kâye: Haydut, Paslı Raylar, bir de adı­

nı şimdi unuttum, galiba Korkunç Pro­ fesör... Bunları harikulâde buldum. Muharririn zekâsı nasıl parlıyor? O r­ da müsbet realizmin elle tutuluriu- ğunu, insan ne mükemmel görü­ yor!»

(6)

Bir

dokumacı

ağa,

Nâzım’ı

öldürmesi

için bir

mahkuma

para önerdi

— -

6

T

olstoy’un «Yeniden Dlrlltş» (Basübödelmevt) diye çevri­ len romanını da okudu Raşlt. Buna da «Cidden muazzam eser» diyordu. «Bütün hapishane ayrın­ tılarını ben Bursa hapishanesinde, A d ­ iye teşkilatını, odll\«ye mensup insan­ larını - babam da dahil olmak üzere - memlekette hergün görmekteyim. T a s ­ virler, eserin kuruluşu fevkâlade. Fel­ sefesi berbat tabii. Fakat onu yaşadığı devirde mütalea edecek olursak, Tols- toyu haklı çıkarmak - belki - kaabil. Fakat herhalde sakallı, müthiş herif..»

Nâzım 1945'te yazdığı şiirlerin ba­ zılarını Raşit'e gönderdi. Nâzım’ın sekiz punto yazan ve büyük bir dikiş makl- nasına benzeyen daktilosu, başlık koy­ madan şu şiiri kâğıda geçirdi:

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim, akar suyun

meyve çağında ağacın

serpilip gelişen hayatın düşmanı. Çünkü ölüm vurdu damgasını

alınlarına: — çürüyen diş, dökülen et—

bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler. Ve elbette kİ, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallıya

sallıya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle:

İşçi tulumuyla bu güzelim memlekette

hürriyet... 5 Aralık 1945 Yine başlıksız bir şiirini gönderdi. Nâzım. Raşit'e:

Olamadığım yerlerde olabilmenin hasreti midir bende bu keder bu güneşli kış günlerinde:

meselâ, istanbulumda köprünün üzerinde, meselâ, Adanada arasında

ırgatların, meselâ. Yunan dağlarında,

Meselâ Çlnde, meselâ, beni artık

sevmeyenin baş ucunda. Yoksa, bir oyunu mu bu

karaciğerin, yoksa, bir rüya mı düşürdü bu

hale beni, yoksa, yalnızlık yine çullandı da

üstüme. yoksa, elliye dayadık da merdiveni

ondan mı? Bende bu keder,

bende bu kederin ikinci faslı ayaklarının ucuna basıp

geldiği gibi gider: yeter kİ, bitireyim bu yazıyı,

yahut, uykum biraz düzelsin, yeter ki. bir mektup gelsin, yahut radyoda bir haber... Raşlt. Nâzım'dan sonra en iyi şair olarak A. KadirT buluyordu. A. Kadir'- In şiirlerini İzliyordu. Mektubunda İçini döktü:

«Kad'r’den başka şiir çıkmadı. Şimdi onun eski şiirleri önümde. Ne zaman «şilr»e susasam onunkileri tek­ rardan okuyorum. Meselâ:

Bu sefer biri söyledi: gitgide zayıflıyormuşum.

Bir cahilliktir edip bir çarka takılmış

kendimi yormuşum. v.s. Nâzım ’dan sonra bile, bana kendi­ ni sevdiren, bana zevk veren şiirlerin sahibi elbette «iyi şairidir. O, Nâzım’- dan sonra en büyük şairimiz olmağa hak. kazanmış biricik «kıymetidir. Bir mektubunda bana daha başka şiirle­ rini göndereceğini vadetmışti. Hâiti Beklediğimi kendisine lütfen söyleyin.»

Bu mektup, biz sürgünde Konya'­ da iken gelmişti. Kadir, vakit bulup Raşit'e yeni şiirlerinden bir kaçını gönderdi. Ben de Nâzım’la geçen iki bucuk yıl içinde nasıl bir uyum sağla­ dığını Raşlt’ten sormuştum. Raşit'in yanıtı şöyleydl:

«Nazım'a giden yol:

Niğde 16. Piyade Alayı, altıncı bö­ lük. birinci takım, ikinci manga erle- tarihinde tevkif, 26 Eylül 943 tarihinde rinden 330 doğumlu, Abdülkcdir Ke­ mal! oğlu, Mehmet Raşit, 26 Eylül 938 oır pazar sabahı tahliye olundu. Nö- zım'la iki bucuk seneden fazla bir ara­ da, bir koğuşta kaldı. Zaman zaman nırıaştı, darıldıkları oldu, ekseriya İlk peşin Nâzım barıştı, onu da bu yolda harekete alıştırdı. Kavgaları ufak te­ fek (beşerî) hırgürden İbaretti.» (3.6.1944, Adana).

Nâzım, çalışıyor, çeviri yapıyor, eline geçen ufak tefek paraları sıkıntı­ sı, gereksinmesi olan arkadaşlarına yollayarak rahat ediyordu. Ara sıra eşi Piraye Hanımla bozuştuğu da oluyor­ du. Eşinden haber almayınca Memet Fuat hastalanınca merak ediyor, eşi­ ne telgraf çekerek sağlığını bildirmesi­ ni istiyordu. Te'graf. Piraye Hanıma .geceyarısı verilince, çileden çıkıyor, Nâzımın bu duyarlığını bir an unutu­ yor, telgraf gönderdiği için Nâzım'ı suçlar gibi oluyordu. Nâzım da Raşlt'i ve çocuklarını alabildiğince cömertçe

Bulgaristan gezisinde..

seviyordu. Raşlt de, şiirinde yazdığı gibi Nâzım’ı hiç unutmuyordu. Ocak 1947'de postadan Nâzım’a çıkan mek­ tup. kitap, dergi, tebrik kartları ara­ sında Raşlt’inkl de vardı. Nâzım, he­ men mektup döşendi:

«Raşlt,

Yılbaşı tebrikini aldım, ben de se­ nin ve karının ve torunlarımın yeni yıl­ larını tebrik ederim. Bana çıkardığınız zaman yeni bir fotoğrafınızı yollarsa­ nız çok sevinirim, hem senin ne kadar İhtiyarladığını, kızımın ne kadar güzel­ leştiğini, Yıldızın nasıl genç kız ve Nâ­ zımın nasıl delikanlılaştığını anlamış olurum.

Sana bu zarfın İçinde üç tane yünlü kadın kumaşı örneği yolluyorum, timdir, daha bir hayli renkleri vardır. Bunları bana toptan sekiz liraya kadar Bunların enleri çift endir yani 136 san- satablllrsen çok İyi olur. Bir halt ettim bunları dokumak İçin borca harca gir­ dim. hapislik kör olası, satamadım elim de kaldı. Göreyim seni Raşlt efendi.

Hele sekiz liradan fazlasına satar­ san, bana maliyeti sekiz liradır, fazla­ sını sana yarı yarıya komisyon bırakı­ rım.

Seni, kızımı ve torunlarımı hasret­ le kucaklarım.

Nâzım» Raşlt, Kemal Tahlr, Vâla Nureddln, Nâzım'ın yönetimindeki tezgâhların ürünlerini satabilmek için didinip dur­ dular. Piyasa, belli firmaların malları­ na angaje olduğu, bu dokumaların ha­ pishane tezgâhlarının ürünü bulunduğu anlaşıldığından alıcılar ölü fiyatına ka­ patmak istiyorlardı. Bu ise olanak cfişiy­ di. Ama Nâzım yılmadan, bıkmadan uğraşıyordu. Hele tezgâhlarda çalışan genç mahkûmlar Nâzım’ın açık hesap yapıp herkese emeğine göre Ödeme yaptığını anladıkları İçin, İşlerine dört elle sarılıyorlardı. Bunlardan İkisinin mesleği dokumacılıktı. Orhanell’nde

çalışırlardı ve hapishanede ayda eline

geçen paranın yarısını verirdi patronu. Bu acıdan hapishane atölyesi, bu do kumacı gençlerin gözünü açmıştı. Bi­ rinin eski patronu, bu oluşumu öğren­ miş ve hapishane atölyesini kapatmak, daha doğrusu Nâzım'ın bu İşi yürütme sini sona erdirmek İçin klasik tuzak­ lardan birini kurmaya heves etmişti: Nâzım'ı bir mahkûma bıçaklatacak, hatta öldürtecektl.. Bu İşi para için yapacak olan bir yoksul mahkûm, hır­ sızlıktan sorıra kendisini yakalamak is­ teyen evin çocuğuna bıçak sallamış, sonra da ölümüne neden olmuştu. Bu yüzden hem hırsızlık, hem ölüme ne­ den olmadan hüküm giymişti.

O

rhaneli'nde tezgâhları olan, ayrıca ipek kozacılığı yapan yerli «ağa» bir görüş günü beş bin lira, ve ömür boyu ay da 100 lira harçlık karşılığı Nâzım'ı bıçaklaması İçin onunla anlaşmaya ça­ lışmıştı. Ama o esmer vatandaş hapis­ hanede Nâzım'ın ne kadar çok sevil­ diğini, sayıldığını biliyordu. Ayrıca, kumar oynarken hile yaptığı İçin da­ yak yerken Nâzım;

«Ayıp, ayıp, hepiniz tutuklu, hü­ kümlüsünüz. Bir kişiye beş kişinin sal­ dırması insanlığa sığar mı? Bırakın adamı..» diye onu korumuştu.

Zaten kavgayı gardiyanlar duymuş, nerdeyse hepsini hücreye atmaya yö­ neleceklerdi. Böylece esmer vatandaş kurtulmuştu dayaktan. Bu açıdan Nö- zım ’a minnet duygusu vardı. Dokuma­ cı A ğa’nın önerisi üzerine düşünmüş, taşınmış, olayı Nâzım'a anlatmaya ka­ rar vermişti:

«Üstad, demişti, (F...) ağa beni pa- 1 rayla satın almak istedi. Seni bıçakla­ mayı başarırsam bana ilk peşin beş bin lira verecek, sonra aa her ay yüz kay­ me gönderecek.. Nâzım ağabey.. Ağa'- nın sana kini varsa, gelsin kendi yap­ sın, ben, uçtan gönderdiği beşyüz lira­ yı görüş günü geri göndereceğim..»

Sonradan bu yaralama, belki öl- i dürmeye çalışmanın asıi nedeni, tez­ gâhta çalışan dokumacı gencin, günü bitip çıktıktan sonra Nâzım’ı ziyarete | geldiği gün anlaşılmıştı. (F ...) ağa, do­ kumacı genç önerilen ücreti az buldu­ ğunu anlatınca kızmış, köpürmüş ve:

«Seni o Nâzım denilen vatan haini zehirledi, değil mi? Onu bir bıçaklata bilseydim? Pis çingene, o da soyuna çekti, avansı geri verdi, sözünden cay­ dı..»

Raşit’in ise işi başından aşkındı. Üstelik, askerlik konusu da önünde dağ gibi büyüyerek duruyordu. Raşit, bunu şöyle yazmıştı mektubunda:

«Başıma yeni bir dert çıktı. Benim bakiye askerliğim vardı hani, bir ay, beş gün bir şey.. Müracaat ettik, «Va­ tan vazifesinden bir ay beş gün borç­ luyum, şu borcumu eda edeyim de bano bir kıta terhis tezkeresi lütfedin» dedik. «4173 sayılı kanun mucibince 24 ay üzerinden 19 ay beş gün daha askerlik var, buyurun...» dediler. Bu açık haksızlık karşısında sağa, sola çırpındık, alakadarlar «haklısın, hak­ lısın ama, dediler, bu emir Kayseri’den gelmiş. Ancak orası vaziyeti ıslah eder!»

Babamın gönlü oldu, bugün gidip (9 Haziran 1944) işi halledecek. Halle­ dilirse ne alayedilmezse, evime çoluk çocuğuma karşı olan vazifemi yüzüstü bırakıp vatan vazifesine koşacağım.» Hayırlısı.»

Raşit, bir an önce askerlikten ge? rt kalan bölümü bitirip İstanbul’a gel­ meyi, burada İş bulmayı, sanal çevre­ siyle tanışmayı arzuluyordu. Nâzım'ın dokumalarını satma İşini çözümledik­ ten sonra 23 Tem muz 1944 günü Niğ- | de'^e gitti. Olup biteni Nâzım’a şöy- i le yazdı:

«Ü ç günden beri Niğde'deyim. Ora Askerlik Dairesine yazıcı vermişlerdi. Adana’dan beri, beni aramakta oldu­ ğunu öğrendiğim polis ve yabancı as­ kerlik şubelerine bir türlü kendimi ta­ nıtamadım. Her ne hâl İse.. Şimdi gene Adana'ya dönüyorum. Nerde karar kı­ larsam oradan mektup yazar, bittabi, adresimi de bildiririm.»

Referanslar

Benzer Belgeler

İslam dinine ve Müslümanlara yönelik nefret söylemlerinin ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi ise İslamofobiyi körüklemekte ve oryantalist

İstanbul 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklannı Koruma K uru­ lu bunun üzerine, 26.5.1992 tarihin­ de bir kez daha toplanarak, tarihi hanın yok edilmesine

Atatürk her hareketi, her'davra- nışiyle Türk milletini aksettiren mu azzam bir ruh portresidir. Fakat kendisinin sık sık tekrarlamaktan gerj kalmadığı bir

Ayrıca yapılan deneylerde zaten kolayca tepkimeye girme özelliğine sahip zehirli oksijen bileşikleri üretilmesine sebep olarak mikroplara etki ettiği

ilk izlenim: Çok topal, çok kör, çok gözlüklü, çok uzun, çok çirkin bir adam (?) Tek oğlu Çetin’in ortaokula başladığı sınıfı almak istemiş lisenin

Bu çalışmada da yerel vergi bilincini belirleyen faktörler olarak; adalet ve eşitlik, din ve ah- lak, katılımcılık ve yerelleşme, kültür, idareye bakış ve siyasi anlayış

Ancak, basta “ prens” ve “ prenseslerin” gönlünce koşuşturmaları, RENK CÜMBÜŞÜ-Yaklaşık 100 çocuğun tedavi gördüğü “ Saray Hastane” mimari özelliklerini

Y irminci yüzyıl Türk edebiyatının en önde gelen öykü yazarı Sait Faik’in ölümünün ellinci yılı nedeniyle Sakarya Üniversitesi tarafından Kültür ve