• Sonuç bulunamadı

Vera ile Moskova'da görüştük:"Burası Türkiye'nin evidir"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Vera ile Moskova'da görüştük:"Burası Türkiye'nin evidir""

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

H s o / ó v tV ¿ / t

VERA İLE MOSKOVA'DA GÖRÜŞTÜK

II

Burası

TüHdye'nin

evidir

n

Vera Tulyakova... Ya da N â z ım ’m d izele riyle

“ s a ç la rı sam an sarısı, k irp ik le ri m a vi...’ ’ “ H alen

Nâzı m ’ın ö ldüğü M o sko va ’d a k i o m ütevazı evde

yaşıyor. B ir m üze g ib i koruduğu ve “ Türkiye’nin

e v i’ ’ d e d iğ i evde...

A

rabamız Vera’nın oturduğu sokağa saptığında, hemen sokağın tabelasına takıldı gözüm. Kiril alfabesiyle de olsa Nâ­ zım Hikmet sokağı gibi bir şeyler aradı gözlerim. Rehberime sordum. “ Hayır” dedi “ ... burası Georgiv

Dej Caddesi’dir” . “ Peki ya şu sol­ daki büyük park” dedim “ ...o da mı Nâzım’ın adını taşımıyor?” Ha­ yır taşımıyordu. Ama başta Vera ve tüm mahalle halkı belediyeye dilek­ çe üstüne dilekçe veriyorlarmış, bu­ raya Nâzım’ın adının verilmesi için.

Rehberimiz Sovyet Yazarlar Birli­ ği sekreteri Bayan Feyonova’nm yüzündeki acı gülümsemeyle bera­ ber, benim de içim buruldu biraz. Nâzım’ın adını, ancak oturduğu bi­ nanın girişindeki tabelada gördük.

“ Burada Nâzım Hikmet,

1952-1963 yılları arasında yaşamıştır” gibisinden bir tabelay­ dı. Düşünceli ve heyecanlı 112 nu­ maralı kapının zilini çaldı ve işte o: Vera Tulyakova. Saman sarısı saç­ ları biraz koyulaşmış ama gözleri inanılmaz genç ve Moskova’daki gökyüzü gibi gri-mavi arası değişi­ yor. Sanki 57’sinde değil de 40’larm sonuna gelmiş gibi. Uzun, altı pili- li siyah bir elbise giymiş. Biraz ki­ lolu. Sesi ise bir genç kız sesi kadar pürüzsüz, berrak, yumuşak ve can­ lı. Tanıştık. Nokta’dan geldiğimi öğrenince hemen giriş kapısının so­ lundaki Nâzım’ın çalışma odasın­ da bulunan camlı kütüphaneye koyduğu Nokta’nın Nâzım kapağı­ nı gösterdi. Moskova’da bulunan öteki gazete ve dergiler arasından onunla görüşme şansı bulan sade­ ce bizdik ama öteki gazeteci arka­ daşların tamşma arzusunu veTürki- ye’den getirdikleri selam ve mek­ tupları da ilettik kendisine. Çok se­ vindi.

Evet işte Nâzım’ın çalışma oda­ sı... Masası olduğu gibi duruyor,

Nâzım 1955’te Varşova’daki Gençlik Festivali’nde NÂZIM IN TÜRKİYE’DE İLK KEZ YAYIMLANAN FOTOĞRAFLARI Nâzım ile Piraye (solda)

fî> t*. rfayíU A . /CUu^si o*sL

*■ «k.

(c o -,

38 n o k t a 5 KASIM 1989

Vera Nâzım’ın çalışma odasında

daktilosu sanki biraz önce yazı ya­ zılmış gibi, gözlüğü biraz önce bı­ rakılmış gibi. Hani insan arkasını dönse, Nâzım banyodan ya da mut­ faktan çıkıp ellerini şaklatarak “ hoş geldiniz” diyecek. Duvarlar­ da tablolar, tablolar... Sol üst kö­ şede Tolstoy’un dev bir portresi,

yanında Picasso’nun imzalı bir tab­ losu. Balaban’ın, Abidin’in tablo­ ları, fotoğraflar, çeşitli anıları an­ latan küçük hediyeler, odanın san­ ki her santimetrekaresi dolu. Çıkı­ yoruz, oturma odasına geçen küçük antrenin dibinde bir duvar. Du- var’a küçük bir halı asılmış gene,

bir yığın küçük hediyenin durduğu dolabın arkasına.

Vera halının öyküsünü anlatıyor: “ II. Dünya Savaşı sırasında Polon­ ya’da Austwistz toplama kampın­ da dokunmuş bu halı. Gaz odala­ rına gönderilme sıraları gelen ka­ dınlar, eteklerinden birer parça ke­ sip,kalan arkadaşlarına bırakıyor- larmış, onlar da bunları dokuyor- larmış. Yani bu halı, yakılan bin­ lerce kadının anısını yaşatıyor. Sa­ vaştan sonra bu halıyı bulan Polon­ ya hükümeti, daha sonra bir karar alıyor ve büyük bir barış savaşçısı olarak gördükleri Nâzım Hikmet’e hediye ediyorlar.” Geçiyoruz otur­ ma odasına. Gene her taraf tablo dolu. Nedenini açıklıyor Vera: “ Nâzım yaşamlarını çok zor sürdü­ ren genç ressamlara kol kanat ge­ rerdi. Onların ne zorluklar arasın­ da çalıştığını bildiği için hep onla­ rın tablolarını toplardı. Zengin dosrlarını alıp alıp onlara götürür­ dü, bu tabloları alın, güzeldir, de­ ğerlidir diye. O tabloları alanların çocukları şimdi gerçekten zengin­ ler, çünkü Nâzım sayesinde hepsi meşhur oldu ve tabloları kıymetlen­ di. işte bu tabloların hepsi Nâzınd­ ın topladığı tablolardır. Arada bir, birisi gelir çok ısrar ederdi, bu tab­ loyu bana ver çok beğendim diye, Nâzım da al senin olsun derdi. Ver­ meye ve ikrama bayılırdı. Ben Nâ- zım’dan sonra çok zor zamanlar ^

(2)

L

yaşamama rağmen, bunların hiçbi­ risine dokunmadım. İnanılmaz pa­ ralar teklif ettiler her bir tablo için, satmadım.” “ Peki” diyorum “ Ve-

ra ne olacak burası siz ölünce?” O

zamana kadar şen şakrak, billur gi­ bi sesiyle odalarda dört dönüp an­ latan Vera’nm yüzü birden asıldı, bir öfke ifadesi belirdi gözlerinde ve koltuğa oturup başladı anlatmaya: “ Yıllarca uğraştım bu evin müze olması için. Çünkü Moskova’da ev hırsızlıkları, özellikle ressam evle­ rinin soyulması olayları çok arttı. Korkuyorum , evden çıkarken gö­ züm arkada kalıyor,bir şey olacak diye yüreğim ağzıma geliyor. Çün­ kü bu ev Nâzım’ın evi, Nâzım’ın bana vasiyeti var, ‘Bu evi koru’ di­ ye. Bence bu ev Türkiye’nin evi. Yani Türkiye’deki Nâzım okuyucu­ larının evi. Gün gelir, Türkiye Nâ­ zım Hikmet’e vatandaşlığını geri verir, o zaman bu evi ne yapacak­ larına Türkler karar verir. İsterler­ se burada kalır, isterlerse Türkiye’­ ye taşınır. Ama ben ölünceye kadar bu evi korumak zorundayım. Dün­ yada ve ülkemizde birçok ünlü in­ sanın evi müze oluyor. Ben müra­ caat ettim Moskova Belediyesi’ne, dört yıldır uğraşıyorum. Kabul et­ miyorlar. ‘Hayır bu senin proble­ min. Hem burası apartman. Bura­ da müze olmaz ’ diyorlar. Hatta bazı bürokratlar daha da ileri gidip ‘O zaten kendi ülkesinde de kanun­ dışı ilan edilmiş bir insan. Niçin onun için müze yapalım’ diyorlar. Halbuki sadece ben değil, yazarlar, şairler, sokak sakinleri hepsi dilek­ çe verdiler, ama belediye bürok­ ratları ikna olmadılar.”

Peki neden Vera? Parti’nin tav­ rı nasıl?

“ İsteselerdi çok önceden yapar­ lardı. Ama yapmadılar, onlar da Nâzım’ı sevmezdi.”

Bunda Nâzım’m SBKP Stalinist- lerine ve bürokrat egemenliğine karşı yürüttüğü mücadelenin payı var mı, onun için mi Nâzım’ı sev­ miyorlar?

“ Evet” diyor Vera: “ Bizde bir deyim vardır, karaciğerine kadar iş­ lemek diye. İşte Nâzım’ın onlara karşı mücadelesi yüzünden, onların Nâzım düşmanlığı, bürokratların karaciğerine kadar işlemiştir. Hat­ ta öyleki perestroyka’dan sonra parti merkez komitesi polit büro üyeleri bile artık Nâzım’ın evini müze yapalım diye Moskova Bele-40 N O K TA 5 KASIM 1989

diyesi’ndeki bürokratlara başvur­ dular ama gene de onları yola geti­ remediler. Çünkü bu kez de artık partinin itibarı kalmadı, eskiden her sözleri birer emirdi, şimdi her sözleri tartışılıyor. Halbuki Nâzım onların şimdi tartıştıkları, gündeme getirdikleri her sorunu, sordukları her soruyu yıllarca önce sormuştu, gündeme getirmişti, hem de herke­ sin sustuğu bir dönemde.”

Peki Vera, diyelim ki Türkiye Nâzım’a vatandaşlığını iade etti ve ailesi de bu evi istedi. Ama siz evin burada kalmasını istersiniz değil mi?

Vera bu soru karşısında çok dik­ katli ve politik davranıyor. Hemen hiç renk vermemeye dikkat ediyor ve şöyle diyor: “ Bilmiyorum, gele­ cek hayatımız normal olursa, dev­ letler arasındaki sınırlar çok önemli olmayacak. Evin ne olacağına Türkler karar vermeli. Benim bir tek kalbim var, Türkiye’nin kalbi ise çok büyük, Nâzım’ın hayatının önemli bir kısmının bu evde geçti­ ğini herhalde hissediyorsunuz. Gö­ rüyorsunuz siz de, bu ev bir Türk’­ ün evidir. Şu anda açıkartırmaya çıksa milyarlar milyarlar edecek bu evi korumak, şu anki en önemli gö­ revdir.”

Tekrar tekrar bakıyoruz duvar­ lara, eşyalara... Aklımıza takılıyor:

“ Vera,burada Nâzım’ın çoközel olarak sevdiği ya da yerinin değiş­ tirilmesini ya da birisine verilmesi­ ni istemediği bir eşya var mı?”

Elbette vardı: “ Şu duvardaki üç küçük tabloyu görüyor musunuz? Nâzım onları çok severdi ve hep orada kalmalarını isterdi. Nâzım bir kez Paris’teyken, Abidin’den benim resmimi yapmasını istemiş.

Abidin de ‘Nâzım biliyorsun ben portre yapmam’ demiş. Nâzım da bu sefer ‘Yapacaksın’ diye ısrar et­ miş. Sonra bir gün Paris’ten tran­ sit geçiyoruz. Abidin koltuğunun altındaki bir paketle havaalanına geldi ve ‘Al işte Vera’nm portresi’ dedi. Açtık, içinden bu üç küçük tablo çıktı.”

Tablolara baktım. Buğulu bir at­ mosfer içinde bal renginden griye doğru değişen üç renk ve belli be­ lirsiz su damlası gibi çizgilerden oluşan üç tablo.

Nâzım bir de Oleg Tsankof’un bir tablosunu seviyormuş. Bugün İtalya’da çağın en büyük ressamla­ rından biri olarak görülüp Leonar- do da Vinci albümüyle birlikte, al­ bümü basılan Tsankof da, Nâzım’- ın meşhur ettiği ve Neruda’ya hak­ kında yazı yazdırttığı isimlerden.

Bu arada Vera bize çay yaptı ve mutfaktan elmalı pasta getirdi. “ Nâzım sağken” dedi, “ ...misafir geldiğinde onlara mutlaka kendi el­ lerimizle bir şey yapmak, çay, pi­ lav ya da herhangi bir şey yapmak âdetimiz vardı. Ben de siz gelecek­ siniz diye işten döner dönmez bu­ nu yaptım.”

Nâzım’ın ölümüne yakın sürekli tekrarladığı birkaç önemli ricası vardı diyorsunuz. Neydi bunlar?

“ Evimi koru.”

Öteki ricaları?

Burada Vera utangaç bir şekilde tekrar güldü ve “ Ah işte bilirsiniz, bir Türk, karısından ne ister; ‘Ölü­ mümden sonra evlenme

Türkiye’ye niçin gelmiyorsunuz?

“ Geçmişte birkaç dergiden davet gelmişti, ama o zamanlar zor za­ manlardı. Şimdi tabii giderim ama çok zor bir seyahat olur benim için.

(3)

Vera oturma odasında. Solunda ise Sovyet Yazarlar Birliği Sekreteri ve tercümanlığımızı yapan öteki Vera

Eskiden daha da zordu. Çünkü kimse Nâzım’ı Türk vatandaşlığın­ dan çıkartan Türkiye’ye gitmeme hoş bakmazdı. Şimdi ise durum bi­ raz değişti, belki bir gün olur.”

Avusturalya’da yaptığınız bir söyleşide Nâzım filminden söz et­ miştiniz, ne oldu o çalışma?

‘ ‘Maalesef o çalışma durdu. Türkiye’deki o filmci arkadaş bu­ raya geldi ve Nâzım’ın gezdiği, sev­ diği yerleri gezdirdim ben ona. Son­ ra bizim sinema bürokratlarımıza gittik. Onlar, o arkadaştan tam 20 bin dolar istemişler. Bu yüzden ya­ rım kaldı. Gittim ‘Siz deli misiniz, nereden bulsun o kadar parayı ni­ çin istediniz?’ dedim. Onlar da ‘Biz seni düşünerek bir kısmını sana ver­ mek için istemiştik’ dediler.”

İkinci bir kitap düşünüyor mu­ sunuz?

‘ ‘Şimdilik hayır. Zaten Türkiye’­ de yayımlanan kitabımda birçok bölümü çıkartmışlar. Şimdi çıkar­ tılanların tümü dahil olmak üzere, Paris’te Fransızca basımı yapıla­ cak.”

Hangi bölümler çıkartılmış?

“ En çok politik sorunlarla ilgili bölümler. Nâzım’ın burada düzeni eleştirileri, TKP Genel Sekreteri İs­ mail Bilen’i, öteki Sovyet politik şahsiyetleriyle ilgili eleştirileri, bun­ ların tümü çıkmıştı. Ama daha son­ ra Ataol Behramoğlu’yla konuşa tartışa çıkarılan bazı bölümlerin yer almasını sağladım. Biraz da zaman yetmedi ama daha çok galiba Tür­ kiye’yi düşünerek çıkartmışlar, Şimdi bunların tümü ve o zamanki söylemediklerim de dahil olmak üzere Fransızca basımda yer ala­ cak. Bazıları, yalnızca politikayı bir tarafa bırakalım, Nâzım’ın Türki­

ye’yi ne kadar özlediğini, nasıl bir hasret içinde olduğunu bile söyle­ memi istemediler. Yani onların is­ tedikleri ‘Nâzım buraya geldi, bu­ rada çok mutlu oldu, burada hiç­ bir sorunu olmadı ve bu mutlu ha­ yat böyle sürüp gitti’ , şeklinde bir görüntü çıksın istiyorlardı. ‘Eğer Nâzım’ın vatanına bu kadar hasreti varsa, bundan şu anlam çıkar, bu­ rada durumu iyi değil. Niye yazı­ yorsunuz bunları’ diyorlardı. Her şeye rağmen birçok şeyi söyleyebil­ dim ve yazabildim.”

Vera anılara devam ediyordu: “ Örneğin şu köşedeki büyük vazo ve devasa kurumuş çiçek buketinin

öyküsünü anlatayım size

...30’uncu yaş günümdü, Nâzım eve çiçekle geldi. Ve onu oraya koy­ du, çağırdığımız misafirler de çiçek getirmişti. Hepsi oraya kondu. Bir hafta sonra kurudular diye atacak oldum, Nâzım, ‘Ne güzel olmuş bunlar burada, atma dursunlar’ de­ di. Ondan sonra ölümüne kadar ge­ çen bir yıl boyunca da getirdiği çi­ çekleri hep oraya koydu ve ben de 27 yıl boyunca onlara dokunma­ dım.”

Size hep çiçek mi getirirdi?

“ Hayır. Yani genellikle çiçek ge­ tirirdi. Ama ilk tanıştığımız zaman­ larda, mesela turşu da getirirdi. Nâ­ zım, Rusların çok turşu sevdiğini bildiği için işyerime hep turşu geti­ rirdi, salatalık turşuları, domates turşuları, zeytin... Zeytini de bize öğreten Nâzım oldu.”

Ya NâzımTn son ayları, günleri?

“ Aslında Nâzım buraya geldiğin­ den beri hep bir şeyler bekliyordu. Mesela ne zaman telefon çalsa ko­ şardı. Halbuki bana defalarca ça­ lışmak istediği için ‘Beni ararlarsa

evde yokum ha’ diye tembih de et­ mişti. Ama gene de telefon çalınca dayanamaz koşup elimden alırdı. Telefonla bir haber beklediğini an­ lıyordum ama ne olduğunu çıkar- tamıyordum. Ölümünden önce onu da öğrendim.”

Neymiş?

“ Türkiye’den haber bekliyordu. Bekliyordu ki çağırsınlar ve ‘Vatan­ daşlığa yeniden alındın’ desinler. Bu çok dramatikti gerçekten. Dışa­ rıdan çok mutlu görünürdü ama yakınları onun hasretini bilirdi. Nâ­ zım burada aptal politikacılara ve bürokratlara karşı savaşı yüzünden bir kahraman gibiydi ve etrafında bir sevgi çemberi vardı, ama o bu­ na rağmen vatan toprağına bir sa­ niye bile olsun ayak basmasının im­ kânsızlığını gördükçe kahroluyor­ du ve bu olay ağır bir trajedi hali­ ne geliyordu. Mesela ölümünden üç ay kadar önceydi, onu Tanzanya’­ ya çağırdılar. Diretti, ‘Eğer uçak Türkiye üzerinden gidip gelmezse ben de gelmem’ dedi. Ona ‘Peki Türk makamları uçakta senin oldu­ ğunu öğrenip jetlerle uçağı indirtip seni almaya kalkarlarsa ne olur, buna rağmen de istiyor musun?’ dediler. O da ‘Evet buna rağmen istiyorum’ dedi. Nâzım’ın Türkiye ile son ve tek randevusu bu oldu;

10 bin metre yüksekte.”

Artık Vera’yla vedalaşma zama­ nı gelmişti. Sarıldık, öpüştük ve ay­ rılırken bize küçük hediyeler verdi, mesela kayın ağacının kaplamasın­ dan yapılmış, küçük bir gül gibi. Yolda bu anılara dalmış giderken, tercümanlığımızı yapmış olan öte­ ki Vera, yani Vera Feoyonova, bir anı daha ekledi: “ Bakın, Vera her seferinde çok kötü olduğu için bir şeyi size anlatmadı. Nâzım öldük­ ten on sene kadar sonraydı. Ev ta­ mir, badana boya istiyordu. Oda­ daki divanın çekilmesi gerekti. Di­ vanı çekince, Vera dipte birkaç pa­ ket bulmuş. Birinin üzerinde ‘Ve- ra’ya 40’mcı yıl hediyesi’ yazıyor­ muş. İçinden bir Paris kokusu çık­ mış. Bir başka pakette 45’inci yıl hediyesi, içinden başka bir şey fi­ lan. Ve Veracık oraya yığılmış kal­ mış. Şok geçirdi. Bir süre kendine gelemedi, günlerce ağladı, ağladı. Bazıları Vera’nın Nâzım’ı sevmedi­ ğini söylüyorlar. Hangi kadın bu kadar zor ve ağır şartlarda, böyle bir anıyı bu denli titizlikle sevgisiz koruyabilir, sorarım size.”

Emin T A N R IY A R NO K TA 5 KASIM 1989 41

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sohbet ortamında gerçekleştirilen görüşme sırasında engelli personelin çalışmalarını ve sorunlarını dinleyen Genel Müdür Coşkun, “3 Aralık gününü ben

For example, suppose that ELEMENTS is used inside a duty, hence it refers to the sequence of flights of that duty. Suppose that we want to calculate total flytime of that duty which

Bilgi yoğun iş hizmetlerinin yer seçim tercihleri ve inovasyon dinamikleri: Ankara metropol kenti örneği, Ankara Üniversitesi->Sosyal Bilimler Enstitüsü->Coğrafya

Çalışmaya dahiliye servisinde yatarak tedavi gören hastalar arasından 20'şer diabetes mellitus, iskemik kalp hastalığı, kronik renal yetersizlik, kro- nik

- İş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi sözleşme bildirimlerine ilişkin iş ve işlemlerin daha etkin ve hızlı şekilde yürütülmesi amacıyla İş Sağlığı ve

 Biyolojik etmenler: Vücut boyutları, vücut yetenekleri, fizyolojik süreçler.  Psikolojik etmenler: Mental iş yükü, bilgi

Söyle arz edeyim efendim: Altı özenle çizilmiş bir mıs- ra, derkenara yazılmış bir not, kitabın ilk sayfasına düşülmüş bir tarih ve şimdilerde modadan kalkmış eski

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu