• Sonuç bulunamadı

Yeniden kuracağımız Darülbedayi ve parogramı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yeniden kuracağımız Darülbedayi ve parogramı"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

9-Tiyatro Hâtıraları:

T î ^ S o b m

Y E N İ D E N K U R A C A Ğ I M I Z

DÂRÜLBEDAYİ VE PROGRAMI

XXXV

Darülbedayi sanatçılarının toplanıp toplanıp dağılmasının; bir türlü de­ vamlı bir teşkilâtın kurulamamasının sebebini arkadaşlara izah etdiğim za­ man ortaya yeni bir fikir atmış olmuyor­ dum. Başrolleri oynayan; bu sebeble di­ ğerleri üstünde «kuvvetli» sayılan; ismi ve şahsı etrafında diğer sanatçıları, «v a r» oluşile toplayan; «yokum» dediği zaman dağıta bilen şöhretlilerin: Hiç yokdan sebeblerle aralarında çıkar­ dıkları geçimsizlik, sanata ve sanat­ kâra daima zarar veriyordu Bu he­ pimizce âşikârdı.. öyleyse felâketli durumdan kendimizi kurtarmalıydık. Bu da ancak Şehremaneti’ne —yar­ dım tahsisatile değil— kadrosuna ve büdceslne resmi memuru olarak girmemizle kabil olabilirdi.. Sanat­ kârlar sınıflara ayrılarak, muayyen bi­ rer mağaşa bağlanmalı. Kişe hasılatile alakaları kesilmeli, idare ve muhasebe işlerde meşgul . olacak bir müdürle bir muhasebecisi olmalı. Sanatçılar yalnız «sahnenin hududu içinde» sanatlarile vazifelendirilmeli. idare ve muhasebeye sanatçılar nasıl karışdırılmıyorsa: Sa­ nat işlerine de, meslekden olmayan bir takım insanların, ferd olarak veya heyet halinde müdahalelerine aslâ müsaade etmemeli.

Geçmişde çekdiğimiz «ayrılıp

dağıl-Vasfi Kıza ZOBU ma» belalarının yüzde ellisi; «Büyük ak­ törler» in geçimsizliklerinden başımıza geldise; geri kalan ellisi de: «Edebî he­ yet» ismi altında toplanan zevâtın şahsî zevkleri ve sanata uygun olmayan ta- hakümleri yüzünden tepemizde kakılıp kalmışdı. Bunların her ikisinden kurtul­ madan, tiyatromuzu kurtarmanın imkânı olamayacağı artık bir hakikatdı.

Gündem ve tutanağı olmayan toplan­ tılarımızda aldığımız kararlar da «zım ­ nî» olurdu. Şimdi size özetini anlatdığım bu düşüncelerimi, arkadaşlarıma uzun uzadıya nakledib müdafaasını yaptığım­ dan: Şehremeni yanında savunulması­ nın, benim tarafımdan yapılması için ve­ rilen karar da «zım nî» oldu.. Hiç kimse bana, böyle bir teklifde bulunarak «umu­ mî tasvibe iktiran» etdirmedi.

Muhiddin Beyden gelmeyen haberin, kaçıncı bekleme günündeydik. şimdi ha­ tırlayamıyorum: Kemal Küçük pür hid­ det bana geldi.. Rahmetli: Ufak tefek, zaîf nahîf bir yaratık olmasına karşılık: Pehlivan yapılı insanlara uygun düşecek bir hiddet ve şiddete sâhibdi.. Haberin gelmeyişinden sanki ben mesulmüşüm gibi çıkışdı durdu!.

Harekete geçebilir, meğer gider Şeh- remini’ne: «Neoldu bizim işim iz?» diye­ bilirmişim.. Bunu yapabilmek için de Kemal’in azarı lazımmış!. Düşdüm, Şeh- remaneti’nin Sultanmahmud türbesinde­ ki ahşap binası yoluna..

(2)

Muhiddin Bey, beni odasına bekletme­ den aldırdı.. «Neoldu bizim işimiz» de­ meğe hazırlanırken, o: «işler biraz sar­ pa sarıyorda; onun için size haber gön­ deremedim» dedi!..

Bu söz, bir felâket haberinin başlan- gıcidi!. «işlerin sarpa sarması», bizim lehimize tefsir edilecek bir cümle değil­ di.. Alacağı cavabdan ürkeceğini anlayan bir adam gibi; duyulur duyulmaz bir sesle: «Acaba ne gibi engeller çıkdı, anlayabilirmiyim efendim», dedim ama... Muhiddin Beyin vereceği cavabı daha duyup işitmeden, mağlubiyete uğramış insanın hisleri altındaydım. Ruhum bur­ kulmuş, bir düşükliğe uğramışdım.. Gö­ zünün içine bakıyordum.. O, tereddüdü­ nü belirtir bir sâdâ ile : «öbür taraf ağır basıyor» dedi .

«öbür taraf»?., öbür taraf neresi?. Kimler var bu öbür tarafda?. Belediye meclisi âzaları mı bu ağır basanlar?.. Belki şimdi siz: «N evar bunda anlaşıl­ mayacak!. Öbür taraf dediği, Raşid Rı- za’İArın gurubu» diye benim anlayışsız­ lığıma vereceksiniz.. Durun; hükmünüz­ de acele etmeyin!. Teşkilâtları yönünden onlar bize rakıb olamazlardı. Raşid ve Şadi, bağımsız bir tiyatro kurma çaba- sile birleşmişlerdi. Onlar, «Darülbedayi» ismile, «üç bin liralık» sermaye için Şehremaneti’nin murakabesi altına gir­ meği kabul etmezlerdi. Onlar ecir değil, patron olma amacile ortaklığı kurmuş bir haldeydiler. Bu maksadla değilmiy- diki, Raşid Rıza: bütün hâkimiyeti şah­ sında toplamışken bile sosyeterliği yık­ mış, dağıtmışdı..

«A ğ ır basan öbür taraf», mutlaka Be­ lediye azaları olmalıdi.. «Şehir işleri için para sıkıntısı çekerken, birde bu gaileyi üstümüze almağa ne luzum var» demiş olacaklardı. Ankara’dan getirilen «tav- siyenâme» demek yalnız Şehremini nez- dinde» kıymetini bulmuş, «Belediye r~ alarma tesir etmemiş» demeğe de di­

lim varmayacak.. «H er halde poletik se- beblerle onlara duyrulmamış olacak» idi..

Sükûtumuz uzunca sürdü., uzunca di­ yorsam: belki bir dakika kadar falan.. Ama birde bana sorun siz onun sonsuz­ luğunu!. Muhiddin Bey, bu uzun(!) sü­ kûtun nihayetinde, demin kaldığı yer­ den, sesinin tonunda hiç bir değişiklik yapmadan:

— Tepebaşm’dakiler de aynı şeyi isti­ yorlar!.

— Raşid Beyle, Şadi Beymi?. — Evet..

H eyyyy!.. Beynim kaynıyor!. Şimdi kudurmuş gibi, ağzımdan köpükler sa­ çarak saldıracağım bu Tepebaşı’ndakile- re..

«Olamaz» dedim.» E ğer böyle bir tek­ lif kulağınıza gelmişse yalandır!. Yoook bizzat ağızlarından duydunuzsa: hiyle- kârlığm, alçaklığın ta kendisidir!.»

— Niçin?

— Çünkü onlar, bizim Şehremaneti’ne karşı girişeceğimiz taahhütlerin hiç biri­ ni yapamazlar. Prensib ve gayelerine uymaz. Bu sebeble sizden böyle bir ta- lebde bulunamazlar. Eğer bulunmuşlar­ sa: Mutlaka için içinde bir düzenbazlık vardır..

— Negibi düzenbazlık?

Sizi oyalamak ve böylece bizim işimi­ zi bozmak. Hepimizin sefaleti bahâsına olsa, rakibsiz kalıb menfaatlerini sağla­ mak.

Bu itham edici sözlerimi kabul etme­ diği Muhiddin Beyin yüzünden okunu­ yordu.. Onu inandırmak için vesikasız, misalsiz, kuru iftiraya benzeyen böyle bir iki parça söz kafi değildi.. Bir iddi- adamı bulunuyordum: öyleyse bunun is- batı da lâzımdı.

Bana bir şok tesiri yapan bu beklen­ medik durum karşısında duyduğum he­ yecanın verdiği tesir altında meydana gelen bir telâkatle girişdim lafa.. Kura­ cağımız «Darülbedayi» nin geleceğine

(3)

dair arkadaşlarımla kararlaştırdığımız projenin aklımda kalan kısımlarına yeni ilâveler de yaparak saydım döktüm:

«1914 den beri Darülbedayi’nin başın­ dan geçenler ma’lum. Bunca acı tecrübe­ ler apaçık karşısında dururken, Şehre­ maneti aynı denemelere girib, parasını ve zamanını sonu gelmiyecek olan bir ta­ kım çekişmeleremi harcayacak?. Biz resmi bir Belediye tiyatrosunun kurul­ masını istiyoruz.. İstiyoruz: Yapacağımız bu teşkilât, yarının Devlet tiyatrosuna temel taşı olsun.. Şehremaneti bu güne kadar edebî heyetlerle bunu yapamadı, idare ve sanat işlerini tek sanatkârın, Us-

j tüne birakîb, «kumpanya direktörlüğü» benzeri bir yönetmenin de nasıl iflas et- diğini benim ve - arkadaşlarımın bu gün- , kü hali size göstermektedir.. Biz, Şeh- remaneti’nin tayin edeceği, idare işleri- , ni yürütecek bir müdür ve hesap işleri­

ni görecek bir muhasebeci istiyoruz. Biz, sanatkârların, sanatdan başka işlerle uğ­ raşmasını, şahsî menfaatine uygun bir takım hükümlere sahib olmamasını isti­ yoruz. Biz, yarın tekrar dağılacak bir tiyatro «kumpanya» sının kurulmasını değil; kapris sarsıntılarile yıkılamaya- cak bir Türk tiyatrosunu, sağlam temel­ ler üstüne oturtmaya azmetmiş bulunu­ yoruz.. Bu söylediklerim: Verdiğiniz ka­ ra haberin karşısında şimdi aklıma ve dilimin ucuna gelmiş aslı olmayan bir takım uydurma laflar değildir. Münaka­ şasını arkadaşlarımla beraber yaptığı­ mız, geleceğe aid kat’i kararlarımızdır. Şimdi siz bu sözlerimin hiçbirine inan­ mayın. Biz toplanalım. İstikbale aid ga­ yemizi ve Şehremaneti’ne karşı girişece­ ğimiz taahhütlerimizi bir kâıda tesbit edelim. Hepimiz altına imzalayalım. Ve müsaade ederseniz bir heyet halinde huzurunuza gelip o arizayı takdim ede­ lim.»

Dalgın ve düşünceli bir hâli vardı.. (Sonraları kendisinden öğrendiğime gö­

re, tesirli kimselerin baskısı altındaymış... Bunların kimler olduklarını ve neyap- ıııak istediklerini ilerde sırası geldiği zaman anlatacağım).. Benim bu uzun ma’ruzatımdan sonra sadece: « iy i olur. Böyle bir layiha hazırlayıb getirin de, ben de arkadaşlarla bunlar üzerinde gö­ rüşür, karara varırım» dedi..

Bu «dalgın ve düşünceli hali», sonra «karara» varabilmek için «arkadaşlarile» görüşmek sözü?... içinden çıkılmaz bir tereddüd sıkıntısında olduğu bellidi.. Onu bu halden biraz olsun kurtarabilirim: düşüncesile: «Beyfendi; ben yıkılan Da- rülbedayi’de kazancı yerinde olan altı sosyeterden biridim. Yalnız maddi men­ faatini düşünen bir insan olsaydım; pa­ ramı alır keyfime bakar, bu gün de böy­ le huzurunuza recakâr bir tâlib olarak çıkmazdım.. Bu altıdan dördü olan, ben­ den başka, Behzad, Muvahhid, Bedia da aynı haldeler. Maaşla çalışan diğer ar­ kadaşlarla da anlaşmış, fikir birliğine varmış durumdayız. Takdim edeceğimiz lâyihada da bu hâli göreceksiniz. «Da- rülbedayi» ismi altında yapmak istediği­ miz bu şeyleri eğer Türk tiyatrosu için hayırlı görüyor, yeni kuracağımız mües- sesenin ömürlü olmasının ancak bu şartlarla kabil olacağına inanıyorsanız: Karşı tarafa da aynı teklifleri yapın. Ta- ahhüd etmelerini isteyin... Kabul etmeye­ ceklerini şimdiden katiyyetle söyliyebi- lirim. Ama olurya, şayet kabul ederler­ se: Bunu da bize bildirmenizi rica ede­ ceğim.. Bildirin de, bunun tutulamaya­ cak bir va’d olduğunu size delâilile is- bat edeyim.»

Şehremanetinden çıkdıktan sonra Ke­ mal Küçük’ü, tramvay yolunda beni bek­ ler bir halde buldum. Muvahhid’e haber vermek üzere beraberce Beyoğluna çık- dık. Ertesi günü onun evinde toplanma­ ğa karar verdik. Arkadaşlara hemen haber salmak için, üçümüz de birer sem- - tin yönünü tutduk (Arkası var)

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

• Serbest bakteriler, toksinler, virüsler • Hücresel Bağışıklık- T hücrelerinin işlevine bağlı olan bağışıklık • Hücre içine girmiş bakteri, virüs, parazit

 Uzun bir metni kısa bir sürede anlaşılır hale getirerek,anlamı bozmadan birkaç tümceyle özetleyebilme becerisini kazanma. Dersin Süresi 2 saat/

- 1790’ların ortasında Kant’ın pratik akıl anlayışının eleştirisi sonucunda Kant’ın “üçüncü yol” denemesinin başarısız olduğu düşüncesi yaygınlaşıyor..

Milas’a bağlı Selimiye’de Ziraat Lisesi, Güllük’te Uçak Lisesi, Koru’da ise Veterinerlik Lisesi için olumlu görüş verilirken; Ören Mesleki ve Teknik Anadolu

Süreç içinde, Weinberg işye­ rini, yukarıya Teke Yolu üzeri­ ne ve Kule Kapısı sokağının he­ men köşesine taşıdı, ilk film gösterimi Sponeck salonunda

1940-1950 yılları arasında Türk şiirinin kıymetli kalemlerinden birine dönüşen, bugün de Türk şiirinde önemli bir yere sahip olan Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman

Ben diyorum ki, “burası Fransa, başka bir ülke, Türkiye için geçerli olan mücadele tarzı burada yürümez”; karşımdaki cevap olarak Mahir Çayan’dan alıntı yapıyor..

Titre edilebilir asit miktarı (%) bakımından 78 genotipin değerleri Çizelge 4.2’ de verilmiştir. Suda çözülür kuru madde miktarı bakımından 78 genotipin