• Sonuç bulunamadı

Tiyatro Hatıraları:Ankara'daki günler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tiyatro Hatıraları:Ankara'daki günler"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Tepcbaşı Tiyatrosunda SON ALTES'in temsili (1925). Soldan : Vasfi, Necla, Râşit, Mahmut, Bedia, Fahire, Muvahhit, Muammer (Karaca), Şaziye, Mina.

Tiyatro Hatıraları :

ANKARA'DAKİ GÜNLER

X X X

V asfi Rıza ZOBU

Tekrar edeyim : «Darülbedayi», yalnız İstanbul’un değil, Türkiye Cumhuriyetinin tek tiyatrosuydu. «Türk Tiyatrosu» firma- sile Raşid Rıza’nın, «Milli sahne» adile Şadi’nin teşkil ettikleri heyetler de «Da­ rülbedayi sanatkârlarından başka kimseler

değildi.. Gerçi bu ayrılıklardan boşalan

Darülbedayi ve yeni teşkil edilen karşı tarafın kadrolarını doldurmak içip yeni e- Ieman almak mecburiyeti hasıl oluyordu. Bu almanlar, tabii daha çırak

devresindey-diler. «Sanatkâr» sınıfına henüz ereme- mişlerdi. «Milli sahne» ve «Türk tiyat­ rosu» nda çalışmaya başlayan «sanatçı a- dayları» da «Darülbedayi mektebi» metot- larile çalışıyorlar; o hava içinde büyüyor­ lardı.. Hiçbir zaman devamlı olamayan bu: «özel tiyatroları kuran sanatçıların top­ lulukları» da dağıldıkça, mübtedilerin ka­

biliyetlisi, diğerleri gibi Darülbedayi’ye

mâl oldular.. Mahmud Morali, Yaşar Özsoy, Mehmed Karaca, Şaziye Moral, Necla

(2)

tel, Halide Pişkin gibi... Darülbedayi’den sık sık ayrılmalar, ilk bakışda elbetde za­ rarlı oluyor; çalışmasına sekte vuruyordu. Ama özel tiyatrolarını yürütemeyib tekrar ana yurda dönenler, yanlarında böyle b i­ rer ikişer istidatla gelerek; Türkiye’nin ti­ yatrosuna sanatçı kazandırıyorlardı.

Yeniden kurduğumuz ve bugünkü «Şehir tiyatroları» mn temeli olan Darülbedayi’ - miz, süratle şöhrete kavuşan gençlerle, ile­ rinin «sanatkârı» olacak mübtedilerle tak- viyelidi.. Kuran biz; mesul biz, ileriyi sağ­ lamlamak için kuvvetli adımlarla yürümek de bize düşüyordu.. Aramızda küçük bir çekişme, piyes seçimlerinde ve temsilinde ufak bir ihmal: binamızı tepemize çökertir, hepimiz altında kalır, ezilir, bir daha to- parlanamazdık.. Bu korku hepimizin için­ deydi. Durumumuzun ehemmiyetli ve avnı zamanda tehlikeli olduğunu içimizde bil- miyen, takdir etmeyen yokdu. Böylede olun ca: önce birbirimize sonra işimize nasıl canla başla sarıldığımızı takdir edersiniz. «Odeon» u bu hava içinde kurmuş; Anka­ ra’ya bu hava içinde gelmiştik..

Ulusmeydanı’nda, İş Bankasının karşı ta­ rafına düşen, şimdi sinema olarak kullanı­ lan, Muhiddin Baha Bey’in yaptırdığı ti­

yatro binasmda iki günümüz hazırlıkla

geçti. Temsillere başladığımız geceden iti­ baren büyük bir rağbetle karşılandık. So­ nuna kadar da böyle gitdi.. Millet meclisi azaları, vekiller heyeti ileri gelenleri, hâ­ kimler, muallimler, tüccarlar ve bütün «eş­ rafı belde»: seyircimiz olarak temsillere geliyorlardı. «Başvekil İsmet Paşa», bun­ ların en devamlısı idi.. Sadece gelip, görüp, giden seyirciler değildi bunlar. Her temsil sonu biraz daha «tiyatro sever» kimseler oluyorlardı.. Belediyenin küçük bir yardı- mile muvaffak olan bir tiyatro topluluğu­ nun meydana çıkabileceği örneği: salâhi­ yetti Devlet adamlarına ve Ankara’lı mü­

nevverlere, «Hükümet merkezine lâyık,

Devlet himayesinde bir tiyatro kurma»

fikrini aşılıyordu. Biz de bu hususda

temas ettiğimiz kimseleri körüklemekden geri durmuyorduk.

«Süt kardeşler» i oynadığımız gece, tem­ sil sonunda, Başvekâlet hususi kalem mü­ dürü sahneye geldi, içimizden salâhiyetti bir sanatkârın, kendilerini ziyaret etmesi için «Paşa Hazretlerinin emir buyurdukla­ rını» söyledi.. Merakla hemen sorup öğ­

rendiğime göre; tiyatromuzun durumu

hakkında malumat alacak, Ankara’da

«Devlet himayesinde» (Devlet tiyatrosu

değil. «Devlet himayesinde») bir tiyatro­ nun kurulması için düşünce ve tavsiyele­

rimizi öğreneceklermiş.. «Yarm akşam

saat beşte köşkde bulunmanızı rica ede­ rim» dedi ve ayrıldı..

Akşam yemeklerimizi her gece oyundan sonra, tiyatronun altındaki, yine Muhid­ din Baha Bey’in idaresi altında bulunan, şimdi «pavyon» tabir edilen barda hep be­ raber yiyorduk.. Mirasyedice bir patron ziyafeti oluyordu bu yemekler. Hesap ki­ tap ve israfı bir ara biz, malsahibinden zi­ yade düşünmeğe başlamışdık.. Riyaseti Cumhur orkestrasından seçilmiş olan sa­ natkârların çaldığı müziği dinleyerek, d i­ lediğimiz yemeği ısmarlamaya, içkinin han­ gi nevini ve mıkdannı canımız çekerse ge­ tirtmek hakkına sahip bulunmaktaydık..

O akşam konumuz, Başvekil’in daveti oldu. En kıdemlimiz olan Muvahhid, benim gitmemi istedi. Ben: Galib’in bu işlere da­ ha ziyade aklı ereceğini, Fransa’da uzun

müddet tiyatrolarda çalışması dolayısile

sorulacak suallere daha bilgili cevaplar

verebileceğini söyledim. Nihâyet diğerle­ rinin de iştirakile: «Galib Fransa’dan bah­ sederek İlmî tarafını; sen de bizim hali­ mizi anlatarak nazarî cephesini izâh eder­ sin!» kararile müzakereye son verdik!.»

Davetine gidip sorularile karşılaşacağımız

(3)

insan öyle rastgele bir Başvekil değildi. Türkiye’nin ikinci adamı, Milli kahraman, İnönü ve Lozan zaferlerinin sahibi... İna- nolsun içime bir ürpermedir geldi!. Nasıl gelmesin.. 25 yaşında bir delikanlıydım.. Şimdiye kadar Başvekil olarak Osmanlı Sadrıâzam’ı Talat Paşa’yı, Tepebaşı tiyat­ rosunda sadece yakından görmüş, sesini duyabilmiştim. Bu seferkini yalnız görüp sesini duymak değil, sorularına uğraya­ cak; bunlara, hem de tavsiye yollu, karşı­ lık verecek; adetâ bu sözlerimizle, «hü­ kümet merkezi tiyatrosu kurulma progra­ mı taslağını» yapacaktık!. Vakaa Galib’le beraberiz. O Avrupa tiyatrolarından mi­ saller getirir, tumturaklı kelimeler bulup kullanır filân ama.. Ben de sus pus otu­ racak değilim ya. Söz söyleme sırası za­ man zaman bana da gelecek. Allah ver­ mesin, şaşırıpda bir kere sap derken sa­ man dedimmi: artık bir daha zihnimi to­ parlayıp, dilimi harekete getirmeğe bende ne takat kalır, ne de kalbimde derman..

Yaradan’a sığınıp, ertesi günü Galib’le köşkün yolunu tuttuk.. Bizi salonun orta­ larında ayakta ve gayet güler yüzle karşı­ ladılar. Bu gülüş sadece nezaket değil, daha ziyade bir gece evvel seyrettikleri «Süt kardeşler» den kalma kahkahaların izine benziyordu... Uzun kanepede bizi iki ya­ nma aldı. O güler yüz, bu yanyana oturuş ve biraz da yüksek sesle konuşuş, insana bir «samimiyet» hissi; âdetâ bir «teklif­ sizlik» duygusu getiriyor. Böyle de olunca: müsamaha göreceğine inanarak dil çözü­ lüyor; akılda olan bilgi serbestçe söylene­ biliyor..

Paşa, mütemadiyen beklenmedik sual­ ler sordu.. Aramızda yaptığımız söz tak­

simatı üzerine Galib, Batı’dan misaller

vererek; ben onun adaptasyonunu yapıp: Doğu’da uygulama sonuçların: s ralaya-

rok, soruları karşılama yarışma girdik.

Mülakatın sonlarında: «hükümet merke­ zine lâyık bir tiyatro binası kaça çıkabi­

lir» dedi!.. Bu güne kadar Devlet veya

Belediye tarafından böyle birşey yaptırı­ lacağını hatır ve hayalime getirmediğim için, bu konunun hesabını yapmağıda hiç

aklımdan geçirmem iştim.. Ben susdum.

Galib’in yüzüne baktım. O, neye dayana­ rak bilmiyorum; belki de Paris’de gördüğü binaları düşünerek; gözlerini şöyle bir tavanda ve sonrada yerde gezdirdi. İçinden bir hesap yaptı.. Ve, «250 bin lira» dedi!.. Bu rakkam, o devirde benim için büyük bir yekûndu. Meğer hükümet reisi için

de öyleymiş ki : «Galib Bey, ya dayak

yememişsin, ya da hesap bilmiyorsun!»

cevabile lâtife etti.. (Yanılmıyorsam, o ta­ rihlerde bir dolar 125 kuruştan da aşağı idi)

Temsil hasılâtı çok iyi gitti. Biz hisse­ mize düşenden memnunduk. Yemeklerin kısılmadığına, ikramların devam ettiğine bakılırsa: Muhiddin Baha Bey’in de mem­ nun olduğu anlaşılmakta idi.. Karla kaplı Ankara’nın soğuk havasına, buna karşılık iptidai, konforsuz, tek soba ile ısıtılmağa çalışılan oteline rağmen, her tarafdan gös­ terilen rağbet ve samimiyet: günlerimizi neşeli, gelecek günler için de ümitli olarak geçirmemize sebeb oluyordu.

Bir ara Konya Belediyesi’nden bir da­ vet aldık. Orada kumandan olarak bulu­ nan Naci Paşa, (bize sevgi ve teveccühünü esirgemez, fırsat buldukça izhâr ederdi) Ondan da ek olarak gelen tavsiye mektubu üstüne, Ankara’dan sonra Konya’ya git­ meğe karar verdik.

Ankara’da, son gecesi bir gala miisame-

resi vermemiz için teşvik görmekteydik.

Bunun «gala» ismini alması; verilecek

«müsamere» ııin fevkalâdeliğinden değil, biletleri normalin çok üstünden satışa

(4)

karacağımızdan ileri geliyordu.. Nüfuz sahibi Devlet adamları, nukût sahibi şirket müdürleri bu satışı bize temin ediyorlardı. Dedikleri gibi de oldu. O gece için bize büyük menfaat temin ettiler. Yapılan te- berrularm ve elde edilen umumî hasılatın, notlarımın arasında şimdi kaydını bula­

madığım için, bir bilgi veremiyorum..

Yalnız: ertesi sabah hareketimiz saatine

kadar şahsî bilet ücretini yetiştiremiyen Başvekil’in, Ziraat Bankası yolu ile, Konya’ ya namıma gönderdikleri paranın 500 lira olduğunu unutmadım. Sadece bu mıkdar: bir gecelik normal tiyatro hasılatımızın çok üstündeydi..

11 Şubat 1927 Cuma günü sabahı saat 9.45 de kalkan trenle Ankara’dan Konya’ ­ ya hareket ettik..

(5)

«Avluya Bakan Pencere» den bir sahne

ÖZEL

Gülriz Surun - Engin Cezzar’da :

Alıçlasın Kulakları v e Canlı Maymun Lokantası. — Küçük Sahne’de, bu sahnenin darlığına ve güçlüklerine rağmen, büyük bir cesaret ve başarı ile oynanan Othello’- dan sonra Yunan mitolojisinden alınma bir fars: Midasın Kulakları. Yazan Güngör Dilmen : Genç bir yazar. Eski bir efsa­ neden derli toplu ve eğlenceli bir piyes çıkarmış. Bunda, değerli aktör Engin Cez- zar’ın sahneye koyuştaki ustalığının da eseri değerlendirmekte büyük payı var.

Güneş ve musiki tanrısı Apollon ile yarı tanrı keçi ayaklı Pan’m birisi rübabı diğeri kavalı ile yarışmasına hakemlik eden kral Midas oy’unu Pan’a veriyor. Gazaba gelen Apollon da Midas’m kulaklarını eşek k u ­ lağı yapıyor. Bu mitolojik macera çok ilgi çekici bir hızla seyircileri sahneye bağla­ maktadır.

Başlıca roller arasında bilhassa Midas’ta Engin Cezzar, Panda Erol Günaydın, Ber- ber’de Genco Erkal büyük komediyen o - larak karşımıza çıkıyorlar.

28

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çerçevede, İstanbul Aydın Üniversitesi çatısı altında faaliyet gösteren 30’u aşkın araştırma merkezinden biri olan ve sosyal alanda çalışan İAÜ

Kim binecek te bu oto­ mobillerle mezarlığa gidecek İki ak­ tör arkadaşı, yine tiyatro müstahde- mininden birkaç kişi ve dükkânından iki üç

Elektrikli araç üreten otomobil firmalarının şarj süresini kısaltmanın ötesinde otonom sürüşün sağlanması ve sü- rüş güvenliğinin artırılması gibi hedefleri de

düş kırıklığı yazarlığının sonu olabilir­ di, ama, tersine, bireye yönelişi, kendi­ ni iyice öne çıkarışı, şair duyarlığının güçlenmesine, öykünün

Çal›fl- mam›zda VK‹ aç›s›ndan hastalar ve kontrol grubu aras›nda anlaml› fark bulunmazken ideal vücut a¤›rl›¤› yüzdesi hesapland›¤›nda ileri ve çok

“Yan i güvenmiyorsun bana?” kat, bana hitap ederek,' cümlesini birkaç kez dişleri arasın- yerde herkesle görüşec da çiğner gibi dolaştırdı, sonra, “Ta- görecek

Titre edilebilir asit miktarı (%) bakımından 78 genotipin değerleri Çizelge 4.2’ de verilmiştir. Suda çözülür kuru madde miktarı bakımından 78 genotipin

Bu analizle birlikte kent merkezi deneyimlerinin değişkenlik gös- terdiğinin ortaya konulmasının ardından, öğrencilerin akşam saatlerinde ken- tin hangi