• Sonuç bulunamadı

Aile boyu sinema

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Aile boyu sinema"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

20 Ekim 1991 Pazar

ZAMAN

içinde yolculuk yapmaya inanır mısınız? Şimdiki zaman ile geçmiş zaman arasında, yaşayan günlerle ile yok olan günler arasında? Altmış yıl öncesine döneceğiz.

Beyoğlu'na

çıkacağız. Sinemalar caddesinde ilginç bir yolculuk yapacağız. Evet, şu anda Taksim'deyiz. Bugün Devlet Tiyatrosu olan yapı o zamanlar

Majik

Sineması.

Halil Kâmil

'in işlettiği sinemada bu hafta

“İnkılap Şarkısı”

filmi oynamakta. El ilanlannda açıklama olarak

“Çarların hayali ve nihayet

Bolşeviklerin galebesi”

yazıyor. Beyoğlu'na doğru yürüyoruz. Sağ kolda döneminin en güzel sinemalanndan, bir yıl önce açılmış olein

Glorya

var. Yani bugün kapalı duran

Saray Sineması.

Afişte

A.Genina'nın

filmi,

“Canım Paris.”

Başrollerde

Jane Mamac

ve

Francis Careo.

Filmin müziklerini

Maurice

Yvain

yapmış.

► S O H B E T K O Y U L A Ş IY O R

Gloryanın

giriş holünde, sinemanın müdürü

Femando Franko

has arkadaşı

Kemal (Seden)

Beyle sohbet etmekte. İçeri giren Fox Filmin İstanbul Müdürü

Víctor Kastro

ile selâmlaşıyorlar. Onun da yanında Artist dergisinin yönetmeni

Fikret Adil

var. Birazdan sohbet iyice

koyulaşacak belli ki.

K E M A L FİLM İN İLK YAPITI

Kemal Film şirketi ilkel koşullarda, ‘'İstan­ bul'da B ir Facia yı Aşk" film ini çevirdi. Film de başrolde Em in Beliğ oynamıştı. Film heye­ can uyandırdı. Uzun süre kapalı gişe oynadı.

Glorya Sineması nın işletmesi, hemen yanındaki

Ekler

Sinemasının da (ki o da yine bugün kapalı duran Lüks Sinemasıdır) işletmecisi olan bay

Niko

Çangopulos’a

ait.

Gloryanın

karşısında bulunan

Alkazar

Sineması ve aynı sırada Galatasaray Lisesinden hemen önce yer alan

Şık

Sinemalannın işletmecisi ise

Kadri Cemali.

Holivut

Dergisi yöneticisi

Cihat Muammer,

bu iki sinemayı,

“ikinci derecede filmler angaje

etmelerine rağmen rağbet gören”

sinemalar

olarak niteliyor.

__________ ► İLKSESLİ T Ü R K FİLMİ

Ekler

Sinemasının yanındaki sokakta şık bir sinema var. Bugün adı

Emek

olan

Melek, İpekçi

Kardeşlerin

en lüks sineması. Bu hafta

Saint

Grainer

ve

Meg Lemoiner'in

başrollerini paylaştıklan

“Yaşasın Hakikat”

adlı bir komedi oynamakta. Pek yakında tabelasında ise ilk sesli Türk filmi,

“İstanbul Sokaklannda”nın

gösterileceği ilan edilmiş. Aslında yapı olarak

Melek'in

yanında bulunan, ama giriş kapısı ana caddede,

Gercle d'Orient

binasının içinde olan

Opera

ise

“Çanakkale”

filmi için hazırlık yapıyor. Sinemanın müdürü

Cevat (Boyer)

İzmir'den arkadaşı

Cemil (Filmer)

ile kapı önü sohbeti yapıyor.

Cemil

Bey İzmir'deki sinemalan için film seçmeye gelmiş. Sorusu üzerine

Cevat

Bey

“Çanakkale”

filminin.

İpekçiler

in

“İstanbul Sokaklarında”

ile aynı hafta gösterileceğini belirtiyor. Opera, hemen yanında yeni yapılmış olan

Artistik

Sineması gibi,

Mehmet Rauf

Bey ve ortaklan tarafından işletiliyor. (Şimdi bu sinema

'Rüya', Mehmet Rauf

Bey'in kurduğu şirket ise

'Özen Film'

adlannı taşıyor). Yürüyüşümüze devam ediyoruz. Galatasaray'dan aşağı doğru inince, bugün de aynı yerde bulunan

Elhamra

Sineması ile karşılaşıyoruz.

İpekçiler'in

işlettiği

Elhamra'da

iki film oynatılıyor.

Marie Glory

ve

Jean Murat'ın

oynadıkları

“Küçük Daktilo”

ve heyecanlı bir tabiat filmi

“Rongo.”

C İ L I C M A I A D P A f l F I C C İ D C V f l P I I I S in e m a . T ü r k iy e 'y e ç o k k ıs a s ü re içinde y a y ılm ış tı. D a h a O İ l l E l Y İ H L f U l u H U U E o l D E T U U L U 1 920'li y ılla rd a h e m y a b a n c ı f ilm ş irk e tle ri h e m de ye rli s in e m a c ıla r b irb iriy le k ıy a s ıy a re k a b e te g iriş m iş le rd i. B e y o ğ lu ise o g ü n le rd e İs ta n b u l'u n eğlen ce m e r kezi o la ra k s in e m a s a lo n la rın ın en y a y g ın b u lu n d u ğ u s e m tti. O d ö n e m e a it b ir e sk i f o t o ğ r a f t a b u g ü n G a la ta s a ra y 'd a p o s ta n e n in ya n ın d a k i k ö ş e d e , “B e n H u r" F ilm in in afişini g ö rü y o ru z .

TÜRKİYE N İN İLK FİLM STÜDYOSU

Z SttZ E

y e n ilik le r g ib i o rd u ö n a y a k o ld u . B irin c i D ü n y a S a v a ş ı'n d a A lın a n la rd a n ö r ­ n e k a lın a ra k O rd u F o t o -F ilm M e rk e z i k u r u ld u . D a h a s o n ra b ir de f ilm s tü d ­ y o s u o lu ş tu ru ld u . B u s tü d y o n u n n e re d e o ld u ğ u n u b ilm iy o ru z .

Lokantadan bozma sinema

t— l LTMIŞ yıl önceki Beyoğlu'na yaptığımız yolcu-/ . \ luk, çoğunu hiç tanımadığımız birçok sinema-

/ k \ cıyla karşılaşmamıza neden oldu. Bazılarını ha-

/ M % yal meyal hatırlıyoruz belki. İpekçiler, Cemil Fil- / — 1 1 \ mer gibi. A m a Kadri Cemali, Mehmet Rauf ve

h j S JL O rta k la rı, Kemal Bey isimleri anılardan silineli oldukça uzun bir zaman olmuş. Oysa her biri sinema tarihi­ mizde önemli bir dönemi simgeleyen isimler bunlar, işte bu dizide, işletmeci ve yapımcı olarak kuşaklar boyu sinema se­ rüveninde rol almış ailelerden söz edeceğiz. Türk sineması­ nın ilk işletmecilerinden Kemal ve Şakir beylerin amcaları ile kurdukları Ali Efendi sinemasını anlatarak başlayacağız öykümüze. Sonra, savaş yıllarında filmcilikle tanışıp Cumhu­ riyet kurulunca İzmir'de sinema açmanın tam zamanı diye yola koyulan Cemil ve Tevfik Filmer kardeşleri tanıtacağız. Şehzadebaşı'na geçip bir dönemin ünlü Milli Slneması'nda Cemali ailesiyle karşılaşacağız. Ardından adları efsane ol­ muş bir sinemacı aile çıkacak karşımıza. İpekçiler, ö ze n Fil­ min, öyküleri pek bilinmeyen kurucularının tarihini öğrene­ ceğiz. Sonra 19401ı yıllara sıçrayıp Atlas Fılmfi kuran Duru ailesinin konuğu olacağız. Ve bugüne iyice yaklaşarak İna- noğlu ailesi ile gezintimizi noktalayacağız. Zaman içinde ya­ pacağımız yolculuğun programında bunlar var işte.

A

EFENDİ SİNEMASI NASIL KURULDU?

Türk sinemasında isim yapmış ailelerin en eskisi Se- den'ler. Film yönetmeni ve yapımcı Osman Seden'in babası Kemal Bey ve amcası Şakir Bey, 1914 yılında Ali Bey Sine- ması'nı açarak işletmeciliğe başlamışlar. Osman Seden ba­ basının mesleğe girişini şöyle anlatıyor:

“Saray Sineması'nı yıllarca işleten Femando Franko adında İspanyol asıllı bir Musevi, babamın (Kemal Seden) arkadaştan arasında. Zaten o zaman Sara/ın bulunduğu yerde daha küçük bir sinema var; Lüksemburg. Franko'nun Kolaro adında bir arkadaşı daha var. Babam ve bu ikisi her perşembe günü (hesabı her hafta bir başkası ödemek üzere) öğlen yemeklerinde bir araya geliyorlar. Yıl IS lT ü n başlan. Babam Mâliye de çalışıyor. (Maliye Nezareti Varidat Müdüri­ yeti memuru). Aynı günlerde Franko'nun Fransa'dan sine­ macı bir arkadaşı gelmiş. Bakmış Beyoğlu'ndaki sinemalar tıklım tıklım dolu, ama Müslüman İstanbul'unda hiçbir sine­ ma binası yok. Nedenini sormuş. Franko o tarafta müteşeb­ bis olmamasından söz etmiş. Birlikte isim aramışlar. Baba­ mın dayısı Ali Efendi akla gelmiş. İstanbul tarafının en mute­ ber adamı ve çok zengin bir kişi. Aynı zamanda çok açık fikirli bir adam. Teklif edersek, belki sinema açmayı kabul edebilir, diye düşünmüşler. Babam, dayısına bu işten bahse­ dince, Ali Efendi de, bir göreyim o zaman karar veririm diye cevap vermiş. Gece saat onbirde duvara beyaz masa örtüle­ rini gerip perde yapmışlar. Fransa'dan gelen adam, seyyar makinesini getirmiş. Ve orada el ile çevrilerek filmi göster­ mişler. Ali Efendi'nin aklı yatmış. Tamam, ben burada bu işi yapanm demiş. İşte, Ali Efendi Sineması böylece açılıyor."

F

u a t

BEY OPERATÖR

/

Bu cesur kararı veren kişi, o günler­ de pek de genç sayılmazdı. 1885 yılında lokantacılığa başlamış olan Ali Efendi (Ali Rıza Öztuna) sinemacılığa girdiğinde , 53 yaşındaydı. Mustafa Gökmen'in Türk Sinema Tarihi adlı kitabında yayınladığı “Ali Efendi Sinemasrnın kuruluşuyla il­ gili noter senedinden, bu sinema hakkın­ da ilginç bilgiler öğreniyoruz. 27 Mayıs 1914 yılında imzalanan senede göre, sinemanın ortakları lo­ kantacı Ali Efendi, Maliye Nezareti memuru Mehmet Kema- lettin (Kemal Seden), İstanbul Lisesi Elektrik memuru ve si­ nema operatörü Fuat B e/dir. Daha sonra Uzkınay soyadıyla sinema tarihimize geçecek olan Fuat Bey, Ali Efendi Sine­ m asında emeğini koyarak ortaklığa katılan sinema operatö­ rü, yani makine dairesindeki elemandır. Fuat Bey ayrıca si­ nemanın elektrik işleri ile reklam ve ilanlarının da sorumlu­ luğunu üstlenmiştir. Kârdan kendisine düşecek hisse yüzde yirmidir. Geriye kalan geliri amca ve yeğen yarı yarıya bölü­ şeceklerdir. Fuat (Uzkınay) Bey, aynı yılın 11 Ağustos günü askere alındığı için işletmecilik macerası kısa sürer. A m a si­ nema ile tanışıklığı orduda da peşini bırakmayacaktır. Yeşil- kö/de daha önce Ruslar tarafından yaptırılan bir anıtın yıktı- rılışının filme alınması gerektiğinde, bu işlerden anlayan biri aranır. Bulunan kişi Fuat Bey olur. Böylece Fuat (Uzkınay) Bey, 150 metrelik bir film (Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı) çekerek, “Türkiye'de bir Türk tarafından çekilen ilk film'i ger­ çekleştiren kişi olarak sinema tarihimize geçer.

“ KALDIRIMDAN SALONA GİRİLİRDİ”

1928 yılına kadar açık kalan Ali Efendi Sineması, Sirke- ci'de Musul Hanı'nın altındaki Staynburg Birahanesinin ye­ rinde açılmıştır. Gençliğinde bu sinemaya gitmiş olan Bur­ han Arpad, “öylesine küçüktü ki, kaldınmdan üç dört adım içerde kırmızı ve kalın bir kapı perdesini aralayınca salona girilirdi” demektedir.

Sinema işlerinin iyi gittiğini gören aile, bu alanda yeni ya­ tırımlara yönelir. Önce Ali Efendi'nin kardeşi Hacı Osman Efendi ile, Kemal Be/in kardeşi Şakir (Seden) B e/inde or­ tak olarak alındığı “Sinema İşleri Şirketi” adlı bir şirket kuru­ lur. Bu şirket, ailenin giderek büyüyen sinemalar zincirini yö­ netecektir. 1921 yılında Seden'ler, Ali Efendi Sineması dı­ şında yine Sirkeci'de açılan Kemal Bey Sinemasının yanı sı­ ra, Şehzadebaşfndaki Millet Tiyatrosu ile Üsküdar Doğancı­ lardaki Park adındaki açık hava sinemasını işletmektedirler. Ayrıca Millet Tiyatrosu içinde şirkete bağlı bir “film imalatha­ nesi” de kurulmuştur. Film yapımcılığına atılmak için

gere-Türk sinemasında isim

yapan ailelerden en

eskisi Seden'ler... Film

yönetmeni Osman

Seden'in babası Kemal

Bey ile amcası Şakir

Bey 1 9 1 4 yılında Sirkeci'de bir

lokantada Ali Efendi Sinem asını

açarak sinemacılığa başladılar.

ken adımın atılmasına çok az kalmıştır.

Osman Seden'in anlattığına göre, babası ve amcası, ya­ pım işine girmeden önce aile büyüklerinden icazet alırlar:

“Benim dedem şeyhti. Adı Ahmet Hamdi Bey, Ceyhan Kaymakamlığından emekli olmuş. Kemal ve Şakir Beyler, bir gün beraberce ona gitmişler. Babalarından yapımcılığa gir­ mek için 'oluri alacaklar. Karısı, 'Camide'demiş. Bunlar da ca­ miye gitmişler. Dedenin yanında namaza durmuşlar. Büyük­ babam şaşırmış, 'Siz cumadan başka buraya gelmezdiniz, hayrola ne oldu' demiş. Durumu anlatmışlar, 'Müsaadenizi almaya geldik' demişler. 'Oğlum, bu işi yaparken hırsızlık ya­ pacak mısınız?' diye sormuş. 'H ayır demişler. 'Kendiniz çalı­ şıp, emek verecek misiniz?' diye eklemiş. 'Evet' demişler. 'Eee, o zaman niye haram olsun ki, yapın yapacağınızı."

Seden'lerin “Sinema İşleri Şirketi”ni kurduğu dönemde ünlü tiyatro adamı Muhsin Ertuğrul da, Alm anya ve Avustur­ ya'da çalışmalarını sürdürmektedir. Viyana'da Bozkurt Film adıyla bir şirket kurarak yapımcılığa atılmak istemiş, ama başarılı olamamıştır. Kemal ve Şakir kardeşler, Muhsin B e /d e n İstanbul'a gelerek kendileriyle birlikte çalışmasını isterler. Muhsin Ertuğrul anılarında bu olayı şöyle anlatıyor:

M

î

N

1

BİR MASADA DÖRT KİŞİ_______

“(Kemal Bey) Sirkeci'de Kemal Bey Sineması adlı salonla, dayıları lokantacı Ali Efendi adına da yine Sirkeci'de başka bir sinemayı işletmeye başlamıştı. Yahu- , di mahallesi olarak tanınan Hocapaşa semtiyle taşra otellerinin bulunduğu çev­ rede yer alan bu iki sinemadan birinde Amerikan kovboy filmleri, ötekinde de Avrupa'nın o döneminde geçerli olan İtalyan ve Fransız dramları gösteriliyordu. İstanbul Lise- si'nde müdür yardımcılığı yapan kardeşi Şakir (Seden) Bey de, Kemal Bey'in kurduğu küçük sinemada işletmeci olarak çalışıyordu. İstanbul düşman işgali altındayken, okul arka­ daşları olan Nam * Zeki (Aral) bu kurumda onlara mali işler­ de yardımcı oluyordu. Ali Efendi Sineması nın üstündeki mi­ ni mini odada, tek bir masa başında, bu üç arkadaş her iki

sinemanın işletilmesini sağlıyordu.

İşte bu küçük odaya ben de dördüncü kişi olarak girdim, önerilerini kabul edip Türkiye'ye döndüğüm zaman İstan­ bul'da ne Film yıkayacak bir laboratuvar, ne bir stüdyo, ne bir film çekme makinesi, ne de bir basma makinesi, tek sözcük­ le teknik araç adına hiçbir şey bulunmamaktaydı. Teknik iş­ lerle uğraşan üç kişi vardı: Fuat Uzkınay, Cezmi Ar ve labo- ratuvarcı Hüseyin Bey... (..) İlk toplanbda Seden kardeşlerle şöyle görüşmeler geçti aramızda:

- İstanbul'da film çevirmek ister misiniz?

- Seve seve... Ama bilmem teknik olanak bulabilir miyiz? örneğin iç sahneleri çevireceğimiz bir stüdyo, onu aydınla­ tacak ışık araçları, film çekecek bir makine, yıkayacak bir la­ boratuvar ve elemanları, baskı ve montaj makineleri...

- Bunların hiçbiri yok.

- En önemlisinden başlayarak, bir film çekme makinesi elde etmeye çalışalım. Bunun için Eminönü Meydant'ndaki Selanik Bonmarşesi'ne başvuralım.”

A

p t e s h a n e d e l a b o r a t u v a r

öneri kabul görür. O zamanlar sine­ macılıkla hiçbir ilişkileri olmayan İpekçi Kardeşlerin sahibi olduğu Selanik Bon­ marşesi'ne gidilir ve parası birkaç yılda . taksitlerle ödenmek üzere Ememann marka bir film çekme makinesiyle bir baskı makinesi alınır. Ali Efendi Sinem a- sı'nın aptesthanesi laboratuvara dönüştü­ rülür. Film yıkamak için marangozlara il­ kel küvetler ve çerçeveler ısmarlanır. Çatı arasındaki küçük bir bölüme kopya makinesi yerleştirilerek, baskı ve montaj odası haline getirilir. Teknik hazırlıklar sürerken, film için ko­ nu aranmaya başlanır. İşgal yıllarında İstanbulluları çok etki­ leyen ve “Mediha Cinayeti” olarak bilinen bir olay üzerinde durulur. Bu konuyu ele alan bir filmin gelir getireceği düşü­ nülür ve bu olayla ilgili gazete haberleri ile mahkeme tuta­ naklarından yararlanarak bir senaryo hazırlanır. Kam era- manlığı, o güne kadar Berlin'de kullandığı Pathe marka ma­ kineden başkasını tanımayan Cezmi Ar yapacaktır.

Filmin başrol oyuncuları olarak Dr. Emin Beliğ, Vahram Papazyan ve Mediha rolünde güzel bir beyaz Rus kızı olan Anna Mariyeviç seçilmiştir.

Çekime başlanacağı gün Kemal ve Şakir Seden kardeş­ lerin elinde, iki sinemanın bir gecelik hasılatı olan 26 lira vardır. Bununla şimdi Karaköy Ziraat Bankası şubesi olan binanın hemen yanındaki bir birahane kiralanır ye taraçası- na film seti kurulur. Kemal Film'in ilk çalışması, “İstanbul'da Bir Facia-i Aşk”ın çekimlerine başlanmıştır. Filmin kazandığı büyük başarıyı Muhsin Ertuğrul şöyle anlatıyor:

“İstanbul'da Bir Facia-i Aşk' filmi tamamlanarak Beyoğlu nda gösterilmeye ve olağanüstü İlgi görmeye başlayınca, yalnız Kemal ve Şakir kardeşlerin değil, bütün film piyasası­ nın gözleri faltaşı gibi açıldı. İlk film, umulanın değil, umul­ mayanın üstünde gelir ve başarı sağlamıştı. Gişeye para ak­ maya başlayınca da yerli filmin değeri, kalitesi ne olursa ol­ sun, bin kat arttı. Filmin maliyet geliri, Beyoğlu'nun en büyük sinemasında ilk gösterilişinde gelir olarak sağlanıyordu.”

Kemal Bey

lokanta sahibi

dayısına sinema

açma teklifini

götürünce Ali

Efendi, “Bir

bakalım” demiş.

Bir gece masa

örtülerini gerip

film oynatmışlar,

Ali Efendi, “Olur”

deyince, sinemayı

açmışlar.

¡Sitemce*&£*

V% L ^

rMiımluHJİ. •' ¿irkı'dji Pııluıv

üwh e^iuiuıalffe* ivxt'lteiif» »İv IT M Y K R S A I .

Kemal Film'in

1920 yıllarındaki

muhru

M ü h ü r üzerinde şöyle yazılı: “O niversal Film ’ in yegâne m üm essil-ği m ü m ta z ı. Sirkeci Palas B irinci K a t İstanbul.

Y A R I N :

FİLM ŞERİTLERİ

A R A S IN D A

G E Ç E N

Ç O C U K L U K

GUINNESS

Kelebek

Ü n AĞIRI OLMASA BİLE DÜNYADAKİ EN BUYL1K KELEBEK AVUSTRALYA'NİN TROPİKAL BÖLGELERİNDE YAŞAYAN MERKTJL KELEBEĞİDİR ( COSDİNOSCERA HER. CULES) B U KELEBEĞİN KAN ATLAR I AÇILDIĞI ZAMAN

BOYU 2 8 0 M İLİM ETR E

Ö Ö Ç M E N k e l e b b c l e. RİN GENELLİKLE l.fS -2 .4 3

METRE YÜKSEKLİKTE UÇ. İLIKLARI BİLİNİR. A M A BAZI GÖÇMEN KELEBEK­

LERİN 5 BİN 791 METRE Y ÜKSEKLİKTE U Ç TUK LA. Rl DA GÖRÜLMÜŞTÜR.

__ N AZ GÖRÜLEN KELEBEK SOLÛMON ADALARINDA SAŞASAN KUŞKANADI (O R N ITK 2 TE R IA TROIDES A LL O TE I) piR YAŞAMAYI SÜR-

D uR ENLERıN SAYISI BiR DÜZİNEDEN AZDIR. 2 4 EKİM 1966'DA PARİS'TE D Ü ZEN LEN EN BİR AÇIK ARTIRMACA BİR ERKEK KELEBEK

7SO STERLİNE ALICI BULDU.____________ _ Çizen: DICK MILLINGTON

B U L M A C A

D ü n k ü ç ö z ü m

1 2

3 4

5

6

7 8 9 10 11 12

S old an sağa

|

1- Normal zamanından evvel yapılan ve adaylar arasında seçme niteliği ta­ şıyan oy verm e işi (iki ke­ lime), 2- Mutluluk... Yöne­ tim, 3- Âşık... Satha... Ge­ nişlik, 4- Yarı (eski dil)... Bembeyaz... Korunmaya alınmış bölgelere verilen ad, 5- Büyük... Bir hastalık ismi, 6- Prensip veya dav­ ranış kuralı... Hücre çekir­ değinde bulunan ve kro­ matin tanelerini taşıyan ağ biçimindeki ipliksl yapı­ nın adı, 7- Bir bağlaç söz­ cüğü... Hizip... Kir izi, 8- İtalya'da bir ova ismi... Nesnel... Yararlı bir hay­

van, 9- Modaya uygun gi­ yecek örneklerini İçeren dergi... Bitkisel, 10- Bir kimse ile birine gönderi­ len şey... Antalya'nın bir ilçesi.

Yukarıdan aşağıya |

1- Sıhhat.. Kuzu sesi, 2- Liflerinden dokumacılıkta yararlanılan bir bitki... Yağ dokusunun büyümesiyle meydana gelen tehlikesiz ur (yağ uru), 3- Büyük kan­ ca... Bir ev bölümü, 4- Ağabey... Arnavutlumun para birimi... Hayvanlara vurulan damga, 5- Hangi şey... Altının simgesi... Bir çiçek adı, 6- Bozkır... Doku teli, 7- Papa'nın ülkesi,

8-n B z u m ü f i

□□mum

10İK İ A İ N İ U I N I I

G öze ve kulağa hoş gel­ meyen... Yakmak için kul­ lanılan iri saman, 9- Fikir... Bulgaristan'da bir kent, 10- Su... Ekinlere zararlı bir böcek... Utanç duyma, 11- Küçük tekne kaptanı... Kesin, 12- Şehir... Yetiş­

(2)

► Seden'ler

Dizi yazım ızın Seben'lerle ilgiü bölümünde “İstanbul Kan Ağlarken” filmi için yayınladığımız alt yazıda Osm an Seden kameraman, Adnan Tahir de aktör olarak gösterildi. O ysa Osman Seden bu filmin

yönetmenliğini yaptı. Adnan Tahir ise basınla ilişkileri konusunu yürüttü.

(3)

Sİ Y A

21 Ekim 1^91 Pazartesi

“ İSTANB UL K AN A Ğ LA R K EN " £ ?

S ?

Ağlarken” film ini çevirdi. Filmin yönetmenliğini Kani Kıpçak yapm ıştı (ayakta fesli kadeh to kuşturuyo r). Osman Seden kameram anlığı üstlenmişti (masanın önünde oturan). Adnan Tah ir de filmdeki rollerden birini üstlenmişti (solda ayakta).

TARTIŞM A YA RA TAN BİR FİLM “ N U R BAŞAT

tu ra n K em al v e Ş a k ir ka rd e ş le r ilk film

y a p ım ı denem esine 1921 y ılın d a giriştile r. Y a k u p K a d ri'n in ünlü ro m a n ı “N u r B a b a ’y ı sinem aya a k ta rd ıla r. Film B ektaşiler'le ilgili o lduğ u için daha ç e k im sırasında o laylar oldu. F ilm sansüre ta k ıld ı. A n ca k C u m h u riy e tln ilanından so n ra s in e m a la rd a g ö ste rim e gird i. Ç ok dedikodusu o lduğ u için b ü y ü k ilgi uyandırdı.

a

'onradan

Seden soyadını

alan Kemal ve

Şakir kardeşler,

sinema

işletmekten film

yapımcılığına

atladılar.

“ Kemal Film”

şirketi oradan

doğdu. Muhsin

E r t u ğ r u l ' a b i r

stüdyo

kurdurdular.

Çevirdikleri

“Nur B a b a ”

filmi olay yarattı.

S İN E M A C IL IĞ IN ni­ metlerini tatmaya baş­ layan Kemal ve Şakir kardeşler, Muhsin B ey'd en hem en bir film daha çevirmesini isterler. Birinci filmin iç ve dış sahneleri ta­ m a m e n güneş ışığında çekilmiştir.

Muhsin Ertuğrul kapalı bir stüdyonun gerekli o ld u ğ u n u söyler. Kemal Bey, Eyüp Defterdar'da D o k u m a Fabrikası’na ait boş bir tezgâh am barını kiralar. A rd ın d a n Bi­ rinci D ü n y a Savaşı yıllarında Müdafaa-i Milliye Cem iyeti'nin Bican Efendi filmini ya p m a k için getirttiği k ö m ü r çubuklarla yanan Jüpiter markalı altı projektör kirala­ nır. Böylece bir stüdyo için asgari koşullar sağlanmış olur. Sedat Simavi'nin çıkardığı Yeni İnci Dergisi m uhabiri Servet Bey, D efterdardaki stüdyoyu gezdikten sonra izlenim lerini şöyle aktarır:

"Vakta ki Ertuğrul Muhsin Bey, A l­ manya'da sinemacılığı kendine ihtisas edinip geldi; gayyür iki T ü rk , Kemal ve Şakir Biraderler, bu kıymetli artistten isti­ fade etmenin yolunu buldular ve vaz'et- tikleri sermayelerle Eyüp Sultan'da m ü­ kemmel bir sinema atölyesi meydana ge­ tirdiler. Biz bu atölyeyi ziyaret ettik. G ö r­ düğüm üz teşkilat, intizam, diyebiliriz ki, Avrupa'nın birçok sinema stüdyolarının (stüdyo sinema atölyesi demektir) fevkiin- dedir. Ertuğrul Muhsin'in bu işlerde

vu-Osman Seden ise küçüklüğü ile ilgili olarak

şunları anlattı: “Dört yaşındaydım. Babam

oynamam için bozuk

film parçalarını eve

getirmişti. Ben masada bunlarla oynarken

evde çalışan kadın yanlışlıkla ütüyü bunların

üstüne koydu. Filmler parladı. Annem

battaniye ile atlayıp zor bela söndürdü.”

kûfu, Kemal Bey'in hüsn-i niyetine inzam etmiş ve öyle asri bir şekilde tesisat yapıl­ mış ki Türklük bu vücuda gelen teşkilat­ tan bi-hakkın iftihar edebilir."

¡K İN C İ FİLM : N U R B A B A

“ D Ü ŞM A N YOLLARI KESTİ” S S Z J S T 't t i ünJe

D ü ş m a n Y o lla rı K e s ti" a dını ta ş ıy o r. B u film in ç e k im in d e O s­ m a n Seden s o ru m lu lu ğ u ü s tle n d i (s o ld a eliyle iş a re t e d e n ). G ö ­ rü n tü Y ö n e tm e n liğ i'n i ise K r ito n İiya d is y a p tı (sa ğ d a ).

\

rg fk ÖacUtt

K e t m é f m n>

H Ü R R İY E T T E BİR FİLM İLANI

K e m a l F ilm in “Ö l­d ü re n Ş e h ir" adlı film i ço k b e ğ e n ilm iş ti. F ilm 1954 y ılın d a p iya s a ya ç ık a rıld ığ ı z a m a n “H ü rriy e t" G azetesi nde bö yle ta n ıtıld ı

İkinci film olarak, 1921 yılınd a Akşam Gazetesi’nde tefrika

edilirken bazı çevreler­ de tepki uyandırdığı için yayınlanm asından vazgeçilen, ardından da kitap olarak piyasa­ ya çıkan Yakup Kadri'nin (Karaosmanoğ- iu) N u r Baba adlı rom anı seçilir. Film , çe­ kim sırasında da b ü yü k baskılarla karşıla­ şır. Ç ü n k ü tabu olan bir ko nuyu, Bektaşi çevrelerini ele alıp eleştirmektedir. Çıkan olayları film in yönetm eni Muhsin Ertuğ­ rul şöyle anlatıyor:

"Film in iç sahnelerini Defterdar D i­ kim Salonu na çevirdik. Dış sahneleri çekmek çok tehlikeli olaylara yol açtı. Bir gün Eyüp Cam ii'nin avlusunda film çe­ kerken, korkunç bir saldırıya uğradık. Film çekme makinesini parçalamak ama­ cıyla belki yüzlerce kişi kameranın üstüne saldırdı. O aralık derviş kıyafetiyle rol ya­ pan ünlü aktör Vahram Papazyan ancak kaçmak suretiyle yakasını ve canını kur­ tardı. Biz de film çekemeden oradan uzaklaştık. Vahram in kaçmasıyla boşalan derviş Figani rolünü ben yüklenmek zo­ runda kalmıştım."

1922 yılında tam am lanan film in göste­ rim ine sansür izin verm ez. Film ancak C u m h u riye t'in ilanından sonra, 13 Aralık 1923 tarihinde gösterilir. Y in e de dinci çevrelerin tepkilerinden kurtulm ak am a­ cıyla adı değiştirilmiş v e Boğaziçi Esrarı olarak v izy o n a sokulmuştur. B ü yü k bir il­ gi ve gişe başansı sağlanır. Muhsin Ertuğ­ rul' un Kem al Film hesabına çektiği film le­ rin üçüncüsü yin e güncel bir konudur. A m a bu kez ulusal bir b ü y ü k olayı Kurtu­ luş Savaşı'nı ele almaktadır. Halide Edip Adıvar'ın Ateşten G öm lek adlı romanı film e çekilir. Y o ğ u n bir çalışm a sonunda film biter. Film i iki b ö lü m halinde oynatan Kemal Film , yin e b ü yü k bir başarı kazanır.

K

e m a l

fîl m

Y A P IM C IL IĞ I B IR A K IY O R

Ateşten Gömlek'in

başarısından sonra Muhsin Ertuğrul Ke­ m al Film 'e ü ç film da­ ha çeker. Bunlar Leble­ bici Horhor, Kız Kule- * sinde Bir Facia ve Sözde Kızlar'dır. A m a bu kez seyirci filmleri

ç o k masraflı olan Leblebici H o rh o r filmi­ nin başarısızlığı öne m li zararlar getirir. 1924 yılında Kem al Film Stüdyosu'nun başına gelen bir olay yapım cılığı bırakma­ larına neden olur.

Şakir Seden 1965 yılınd a Erman Şe­ ner'e bu olayı şöyle anlatmıştır:

"Ağabeyimle Muhsin Bey'in arası iyice açılmıştı. İki taraf da bahane arıyordu. O la y işte o günlerde oldu. Bize intikal et­ tiğine göre yeni genel m üdür (stüdyo ola­ rak kullanılan Dikimhanenin m üdürü) ka­ dın artistlerden birine sarkıntılık etmiş. H em yüz bulamamış, hem de bizim arka­ daşlardan sert muamele görmüş. Bunun üzerine kızıp, " 2 4 saate kadar burayı terk e d in " demiş. İki günde hiç olmazsa bir depo bulur, eşyaları oraya taşırdık, ama

dedim ya, iki taraf da bahane arıyordu. Bu hadise uygun düştü. Eşyaları paylaştık. Aksesuarları Behzat (Butak) aldı; dekor, pano gibi şeyleri Muhsin Bey, Ferah T i- yatrosu'na götürdü. Biz de makineleri sa­ tıp bu defteri kapadık."

Kapanan yapım cılık defteri 1951 yılına kadar açılm ayacak, Seden Ailesi bu süre içinde, eskiden o ld uğu gibi işletmecilik ve film ithaliyle uğraşacaktır.

Kemal Seden'in oğlu, sonradan T ü rk Si­ neması'nın önemli yapımcılarından O s­ man Seden küçüklüğünü şöyle anlatıyor.

"1923 yılında doğumumdan başlayarak beş yıl Harikzedegan Apartmanı'nda M u h ­ sin Ertuğrul'la yan yana oturduk. 11 numa­ rada biz oturuyoruz, 12 numarada Muhsin Bey'ler. Muhsin Ertuğrul Türkiye'de film çekmeye, Kemal Film'le çalışmaya başlar­ ken, oturacak ev arıyor. Babam yan daire boş diyor. Bu apartman biliyorsunuz, şim­ di Ramada Oteli oldu. 1. katta, pencere­ den sarkıp düşmeyeyim diye, annemin yaptırdığı üç demir, apartman otele dönü- şünceye kadar duruyordu."

bii parladılar birden. Annem battaniye ile alevlerin üstüne atladı. Beni kenara itti. Büyük bir olay olmadan tek başına sön­ dürdü. Çocukluğum da sinema ile ilgili olaylar büyük yer tutar. Yedi yaşındayken çok hevesliydim. Babam beni yazıhaneye götürürdü. Emektar elemanımız, bugün İsrail'de yaşayan İsak Behar'la birlikte film sarardık, çok severdim bunu. Ya da sinemalara gönderilecek olan afişleri sa­ yardım. Yazları Büyükada'ya giderdik. Ada'da, babamlar gibi sinema işletmecisi olan Kadri Cem ali'lerin köşküyle kapı komşusuyduk."

O

sm an

SEDEN'İN FİLMLERİ

Boz

U K FİLM PARÇALARI

Muhsin Ertuğrul'un ka­ pı komşusu, Kemal Se­ den'in oğlu olarak dünyaya gelen Osman Seden'in anılarında film şeritlerinin önem li yer taşımasından doğal ne olabilirdi ki?

"D ö rt yaşındaydım. Babam oynamam için bozuk film parçalarını eve getirmişti. Ben masada bunlarla oynarken, evde çalı­ şan kadın yanlışlıkla ütüyü üstlerine ko­ yuyor. O zamanki filmler yanar film. T a

-1951 yılında y ö ­ netm enliğini Kani Kıp­ çak'ın yaptığı "İstan­ bul Kan Ağlarken" fil­ m i ile Osm an Seden sinem aya yapım cı ve senarist olarak adını atar. İlk yıllarda çeki­ len filmlerin ço ğu n d a yönetm en olarak Lütfü Akad'ın imzasını görürüz.

Kem al Film bu yıllarda kaliteli iş filmle­ ri yaparak piyasada ö ne m li bir yer kaza­ nır. Film ciliğin yükselişe geçtiği yıllardır, iki ü ç yıl içinde yerli film cilik o kadar geli­ şir ki, Kemal Film ithalatçılığı bırakır. O s ­ man Seden d e yönetm enliğe başlamıştır. Kem al Film 1972 yılına kadar, ço ğ u n u n yönetm enliğini O sm an Seden'in yaptığı 130 film çeker. Sinem anın içine düştüğü b ü y ü k kriz Kem al Film 'in de kapanması son ucunu getirir. Tü rk iy e 'n in ilk sinem acı­ larından Şakir Seden de 1976 yılında ölür. Osm an Seden, 1974 yılında kurduğu kişi­ sel şirketiyle baba mesleğini sürdürmekte­ dir. Seden'in "Yolpalas Cinayeti" ile baş­ layan bir dizi televizyon film ini geçtiğim iz günlerde seyrettik. Şu sıralarda ise T R T 'y e prodüksiyon ya p ıyo r. İbrahim Müteferri­ ka üstüne bir d izin in hazırlıklarını sürdü­ rüyor... Evet, bir de anılarını ya zıyo r. Sek­ sen yıld ır T ü rk Sinem ası'na im za atan bu ailenin, ü çü n c ü kuşaktan üyesi, Osm an Seden'in oğlu Kemal'in de yedi yıld ır ba­ basına asistanlık yaptığını düşünürsek, Se- den'lerin bu sinem a tutkusunun kolay ko­ lay tükenm eyeceğini söyleyebiliriz.

w

tutm az. Ö ze llik le

□ YARIN: SİNEMA TUTKUSU SO YA D LA R IN A NAKŞOLDU

Ê

i

w

©

j a w

O

SMAN SEDEN,

bir film şirketi sahibinin çocuğu olmaktan, sinema adamlığına nasıl geçtiğini şöyle anlatıyor:

“Ben üç dil biliyorum diye amcam,

üniversitedeyken, tercüme işlerini ve

ardından dublaj işlerini bana yıktı (1949-

50). Aynı yıllarda Amerika'ya gittim. Daha

önce İpekçi lerle çalışmış olan United

Artist'le çalıştım, Solleser'i, Walt Disney'i

aldım. O gençlik kafasıyla halen İpekçi lerde

bulunan Fox'a ve Metro'ya da gittim. Ve bu

yaptığımı övünerek amcama yazdım. Hemen

telgraf çekti bana:

“Nasıl gidersin oraya, babandan utan’’

diye. Döndüğüm zaman, beni

aldı, Fahri İpekçi'ye götürdü.

“Bizim oğlan bir hata işlemiş"

dedi, Fahri Bey,

“Babasının oğludur öğrenir”

dedi. O zaman rakip de

olsalar işe böyle bakıyordu insanlar.”

Kemal Film'in yapımcılığa yeniden başlamaya nasıl karar verdiğini soruyorum.

Osman Seden

bıraktığı yerden devam ediyor:

“Amerika'da

stüdyolara girdim, çekimlerde bulundum. O

zaman fena halde düşünmeye başladım. Biz

niye film yapamıyoruz diye. Geldim, bu

düşüncemi amcama söyledim. Meşhur lafıyla

cevap verdi.

“Deliliği bırak”.

Öğlenleri amcam alışveriş için Balık

Pazan'na uğrardı. Bir gün yine Çiçek

Pasajı'nın oradan geçiyoruz. Bak amca sen

yaptırmazsan, ben filmi kendi paramla

çekeceğim, dedim. Baktı baktı, hiç sesini

çıkarmadı. Necip Erses'le karşılaştık yolda.

Ses Film Stüdyosu sahibi. Ben bir filmi

dublajını yapmaları için İpekçilere

vermiştim. Necip Bey de beni bu yüzden

amcama şikâyet etti. Ona,

‘Bizim oğlan delidir, kusuruna bakma'

dedi. Başka bir şey

konuşmadan yazıhaneye gittik. Akşam

herkes gittikten sonra amcam beni çağırdı.

Bir film dene bakalım. Ne çekmek istiyorsun?’

dedi.

‘Hrisantos'u (İstanbul Kan Ağlarken) yapacağım’

dedim. Baktı baktı,

‘Ama bizim filmlerde tabancalar iyi patlamıyor, kurşunlar cuvv cuw yapmalı’

dedi. Ben de, hiç merak etme

ben yaptınnm, dedim. Böylece başladık.”

O S M A N S E D E N A M ER İK A DA

Kemal Bey'in oğlu Osman Seden bir Amerika yolcu­ luğunda Hollyvvood'u gezdi. Amerikan film endüst­ risinin nasıl çalıştığını öğrenmeye çalıştı. Daha ora­ dayken film yapımcılığını kafasına koymuştu. T ü r­ kiye'ye dönünce bu görüşünü açtığında önce engel­ lerle karşılaştı. Am a sonra hayalleri gerçek oldu.

Çizgilerle hayattan rekorlar

GUINNESS

Piyano

W££)LFG,4NS AM AD EU S M OZART (17*76. 1791), OPERA., USR. SEN FO N İ­ LER. KONÇER­ TOLAR VE ÇEŞİTLİ ODA MÜZİĞİ EŞEKLE­ Rİ DAHİL BİNDEN FAZLA ESER B E S T E . LEMı'ŞTi. ANCAK BUNLARDAN SADECE 7 0 'l BESTECİNİN ö l ü m ü n d e n ÖNCE YAYIM­ LANABİLDİ. /Av u s t u r y a lI o r k e s t r a ŞEFİ HERBERT VON KAR ATAN (1908.1989) 3-5 YIL SÜR EYLE BERLİN

FİLARMONİ ORKESTRASI­ NIN YÖNETMENLİĞİNİ ŞAPTI. KARATAN ORKESTRA ŞEFLERİ ARASINDA EN VERİMLİ OLANIYDI. EN BELLİ BAŞLI KLASİK MÜZİK ESER­ LERİNDEN OLUŞAN £900L

D C l, I A r * A L /

/

Sold an sa ğ a

)

kararından dönm em e m e)... O ym a ağaç kap.

(direş-1- OsmanlI tarihinde sarayın

korunmasına ve şehrin güven­ liğine bakmakla görevli olan erlerden her biri... Sıcak esen bir rüzgâr, 2 - Eksilme... D olm a­ kalem, 3- İyilikle meşhur olma... Yarı açmak, 4 - Hatıra ve ya ya­ digâr... Dost v e sevgili... Sodyu­ m un simgesi, S- Hile... M usevi- leTde din adamı, 6- Yaprakları­ nın kokusu limonu andıran ve baygınlığa karşı kullanılan bir bitki... Sarp ve tehlikeli geçit, 7- Kuş ve balık tutma işi... Para ile alınan v e konser, sinema, tiyat­ ro gibi yerlere girmeyi sağla­ yan basılı kâğıtçık... Neşeli, 8- B ir koyun cinsi... At yavrusu, 9- Subay... Şans, 10- S özünden ve

Yukarıdan aşağıya

1- Bir işi istenilen şekilde, ge­ rekliği biçim de bitirmek, 2- Şiir yazarı... Etek ucuna doğru ge­ nişleyen elbiseler için kullanı­ lan bir sıfat, 3- B ir çeşit açık ayakkabı... Ta n rı, 4- Paramızı sim geleyen harfler... Kırk H ara­ m iler ile serüvenleri meşhur olan bir masal kahramanı, 5- Gaye ve erek... İnce bulgura ve­ rilen bir ad, 6- B ir m eyve... Bir tür çok kalın ip, 7 - A vu ç içi... Başına geldiği sıfatların en üs­ tün derecede olduğunu göste­ ren bir sözcük. 8 - Reform... Tantalin simgesi, 9- Ta ram aya yaraya n alet.. Hayvanlarda se­

mizlik, 10- G üm üş... B a ğ ve bahçelerde ekilmek için ayrıl­ m ış olan toprak parçası, 11- Meydan... İki dizeden oluşm uş şiir bölümü, 12- Kısa ökçeli ve bağsız bir ayakkabı çeşidi... O n bin metrekare değerindeki alan ölçüsü birimi olan hektarın kısa yazılışı.

(4)

En eski p asta

D ü n k ü ç ö z ü m

Sabahat Filmerîn Mısır anıları:

“ Y

i

o

t

î

f y

f e

' i i ı t o

ı

Gökhan AKÇURA

Cemil Filmer, 1.

Dünya Savaşında

kumlan Ordu Foto-

Film Merkezinde

Fuat Özkınay'ın

yanında yetişmiş,

V

-

daha sonra

kameramanlık yapmıştı. Ardından

sinema salonları açtı, filmler yaptırdı.

Sinema tarihimizde

özel bir yeri olan aile

Filmer'ler... Bu ailede

sinema sevdasına

kendini ilk kaptıran

işi Cemil Filmer oldu

A C I A N I A D Ç C V İ R P İ V İ İ İ D I / İ İ T T 1 İ Cemil Bey İzmir'de sinemasına seyirci çekmek için akla gelme- H O U H d L H n d C I l f l u l T I l i n i i U I I I I yen reklam teknikleri uyguluyordu. Bu amaçla revüler getirdi. Çağın ünlü sesi Hafız Burhan'ı İzmir'de ağırladı. Bunlarla da yetinmeyip bir aslanlar sirki getirince ortalık karıştı. Sahnede aslanlar kükreyince seyirciler ko rktu ve sinemaya gelmez oldular. Aslanların bakım ı da zordu. Onlardan kurtulunca rahat nefes aldılar. Bu olayların geçtiği İzmir'deki Lale Sineması'nm 1938 yılındaki görüntüsü.

S İN E M A tarihimizde özel yeri olan bir aile de Filmer'lerdir. Ailede sinema sev­ dasına ilk tutulan kişi C em il Film er'dir (189 5 -1 9 9 0 ). C e m il Bey'in gençlik yıl­ larında fotoğrafa olan merakı, Birinci D ü n y a Savaşı'nın son dönem inde as­ kerlik yaptığı A d ana Kolordu Kom utan- lığı'ndan alınarak İstanbul'a, O rd u Sine­ m a Film M erkezi'ne getirilmesine neden olmuştur. Enver Paşa'nın A lm a n ordusundaki foto-film m erkezini görüp be­ ğenmesi sonucu böyle bir bölüm O sm anlı ordusunda da kurulmuştu. M erkezin başında, ilk Tü rk filmini çeken kişi olarak tanınan Fuat (Uzkm ay) Bey vardı. Cemil Bey bura­ da film çekmeyi, yıkam ayı, basmayı öğrendi. Ayrıca elekt­ rik tesisatı ve motorları üstüne de bilgiler edindi. Yıllar son­ ra Hatıralar'nda, "burada öğrendiklerim bütün sinemacı­ lık hayatım boyunca benim için rehber oldu" diye yaza­ caktır. Savaş bitince, O rd u Sinema Film M erkezi'nin bütün araç gereci M alul G a zile r Cem iyeti'ne verilir. Cemiyette si­ nem a işlerinden sorumlu kişi yine Fuat (Uzkm ay) Bey'dir. Terhis olduktan sonra işsiz günler geçiren Cemil Bey so­

nunda burada çalışmaya başlar, ilk görevi, rejisörlüğünü Ahm et Fehim'in yaptığı "Binnaz" filminde kam eramanlık- tır. F ilm in içsahnelerini Fuat Bey, dışsahnelerini ise Cemil

Be y çeker. "Binnaz", Cemil Filmer'in ilk konulu film çalış­ ması olması yanı sıra, bir başka yö n ü yle de yaşamında

önem li yer tutacaktır, ilerki yıllarda ortağı da olacak olan eşi Sabahat H an ım 'la, bu filmin çekimleri sırasında tanışır. Sabahat H a n ım o sırada D â -

rülfünun (Üniversite) öğrenci­ sidir ve staj yapm ak için bir arkadaşıyla birlikte za m a n za ­ m an çalışmalara katılmakta­ dır. Cemil Bey ilk görüşte ya­ kınlık duyduğu Sabahat H a - nım 'la daha sonraki yıllarda evlenecektir.

Film çalışmaları doğru d ü ­ rüst gelir sağlamadığı için Ce­ mi! Bey, Üsküdar Doğancılar Bahçe Sineması'nda makinist ve yönetici olarak çalışmaya başlar. G ü n düzleri C e m i- yet'in filmlerinde kamera- m anlık yapmakta, akşamları ise karşıya geçerek sinemada çalışmaktadır. Doğancılar Si­ neması, Cemil Bey'in yöneti­ ciliği altında çok iyi çalışma­ ya başlayınca, yeni teklifler gelmeye başlar. Kadıköy'deki Kuşdili Sineması'nm (şimdi Tram vay M üzesi'nin bulun­ duğu yer) işletmeciliğini arka­ daşlarıyla birlikte üstlenen Cemil Bey, geleceğinin bu iş­ te olduğunu görm eye başla­ mıştır. Gerçekten de ileriki yıllarda 33 sinemayı aynı an­ da işletecek bir imparatorluk haline gelecektir.

Kuşdili Sineması'nda işler um ulm ayacak ölçüde iyi

git-mektedir, lâkin başarılarını çekemeyen A p o llo n Sinem a- sı'nın (şimdi aynı yerde Reks Sineması var) işletmecisi, bir Beyaz Rus olan Siroçkin, " Ü ç subay Kadıköy'de sinema

işletiyor" diye ihbarda bulunur. İşgal kuvvetleri gelipsine­

mayı boşaltırlar ve ahır yaparlar.

açmak olur. Bir süre sonra Paris'te iki y ü z kişilik küçük bir sinema bularak satın alırlar. Sinemanın adı Kİnerama'dır. Tevfik Bey bunun başında kalır. Cemil Bey yine İzm ir'e döner. A m a burada İpekçiler'le Cemil Filmer arasındaki baştan beri var olan tatlı rekabet sertleşmeye başlamıştır. Cemil Bey saldırıyı seçer, düşm anı kendi sahasında yen­ mek için İstanbul'a gelir. Artık sinemacılığını burada sür­ dürm eye karar vermiştir. Bu karar Lale Film A n o n im Şirke­ ti kurulmasıyla uygulamaya konulmuş o lur (1940). 'T '" ... 1

İPEKÇİLER LE REKABET______________

Cemil Filmer, İstanbul'da geçen bir yıllık bir inceleme dön em inin ardından Paris'e giderek W a rn e r Bros, Paramo­ unt gibi büyük Am erikan şirketlerinin Türk iye m onopo lü­ nü alır. A m a iş filmleri almakta bitmemektedir. Ç ü n k ü İpekçiler sinemaları öylesine kendilerine bağlamışlardır ki, onların izni olm adan bu kapılan aralamak olanaksızdır. Cemil Bey, altı ay bıkıp usanmadan filmlerini geçecek si­ nem a arar. A m a sinemalar ipek Film program ının dışına çı­ kamayacaklarını söylemekledirler. Cemil Filmer'in İstan­ bul'da ilk anlaşma yaptığı sinema, İpekçiler'e bağlı o lm a­ dan çalışan SaraySineması olacaktı. Elindeki güçlü film le ri buradageçm eye başlayınca, sinema önündey ü z metrelik

kuyruklar oluşm aya başlar. İstanbul film piyasasında, dığeT sinemacılar için tehlikeli bir rakip doğmuştur. Cemil Bey'in

m

iS: *

Cemil ve Tevfik Filmer kardeşler, Cumhuriyetin ilk yıllarında İzmir'de Lale Sinemaşı'nı açtıklarında birlik­ te hatıra fotoğrafı çektirdiler. İzmir'de sinema salonu açma fikri Cemil Fiimer'indi (Cemil Filmer sağda).

İZMİR DEKİ SİNEMA İMPARATORLUĞU

Kurtuluş 5avaşı'ndan sonra Cemil Bey geleceğini İzm ir'de aramaya karar verir. İki y ü z lira borç bulur, ardından Fuat (Uzkm ay) Bey'e giderek "Binnaz" ve "M ürebbiye" filmlerinin birer kop­ yasını, üç aylık işletmesi 10'ar liradan olm ak üzere alır. A rdından Kemal (Se- den) beye gider. Kemal Film, Beyoğ- lu'nda Tü n e l'e yakın O sm a n lı Bankası'nın üstünde bir ya­ zıhane açmıştır. Yeni çekilen "Refet Paşa'nın İstanbul'a Girişi" filmini, kıran kırana bir pazarlıktan sonra iki y ü z li­ raya alır.Yarısı peşin, yarısı daha sonra ödenecektir. Eve gi­ derek ağabeyi Tevfik Bey'e tasarısını açar. İzm ir'e birlikte giderler. Eczactbaşı Ferit Bey'in kardeşi Sait Bey'in Asri Si­ neması ile anlaşırlar. Geliri yarı yarıya paylaşacaklardır. Milli Kütüphane Sineması'nda yapılan özel bir gösteriden sonra Asri Sinema'daki seanslar başlar. "Refet Paşa'nın İs­ tanbul'a Girişi" ile "Binnaz"ı bir arada göstermektedirler. Refet Paşa filmi günün duygularına da hitap ettiğinden b ü ­ yük izdiham yaratır. Bu ilgi aylarca sürer. Kucak dolusu para kazanmaktadırlar.

Cemil Bey İzmir'deki işleri büyütm eye karar verir. Ö n ­ ce kapalı duran Tan Sinemaşı'nı "Ankara" adıyla işletme­ ye açar. Ardından Kordon'daki Sakarya; Göztepe'deki Köşk, Güzelyalı'daki Halk ve Karşıyaka'daki Kulüp sine­ malarını kiralar. K üçük bir sinema imparatorluğu kurmuş­ tur böylece. İmparatorluğu bir şirket kurarak taçlandırmak isterler. Y ü zd e altmışı Cemil Bey'in, kırkı ağabeyinin ol­ mak üzere yirmi yıl süreli "Cemil ve Tevfik Kardeşler Şir­ keti" kumlur.Şirketin ilk yatırımı Lale Bahçe Sinemaşı'nı

şimdiki hedefi, yeni sinemalar edinmektir. Saray Sinema- sı'nın karşısında yeni bir sine­ ma inşaatının yapıldığını gö­ rür ve hemen teşebbüse geçer. Cemil Filmer'in Lale Sine­ m asıyla başlayan İstanbul se­ rüveni, Elhamra, A r (şimdiki Sine-Pop), Kadıköy Süreyya, Üsküdar Hale, Beşiktaş Gürel, O sm anbey Site ve Şişli Kent sinemalarıyla sürecek, Lale Film bir dön em , Türkiye dü ze ­ yinde 33 sinemayı birden işle­ ten bir imparatorluk haline ge­ lecektir. Filmciliğin gelişmeye başladığını gören Lale Film 'de özel bir stüdyo kurmak için harekete geçer. M e cid iye - köy'de Cemil Bey'in eşi Saba­ hat Filmer üzerine tapulu olan köşk ve arazisinin yerinde bir stüdyo kurulur. Lale Film Stüdyosu'nun yü zd e 5 1 'i Sa­ bahat H a n ım 'ın d ır ve ailenin küçük oğlu İlham Filmer stüdyoda çalışmaya başlamış­ tır. Lale Film Şirketi'nde de Cemil Filmer ve büyük oğlu Metin bulunmaktadır. Yerli film yapım ı için gerekli koşul­ lar hazırdır öyleyse.

İlk film için, Cemil Bey'in A bdullah Lokantasından ye­ mek arkadaşı Esat Mahmut Karakurt'un "Allahaısmarla- dik" adlı romanı seçilir, Sami Ayanoğlu'nun yönetmenliğini yaptığı filmde başrollerde Suavi Tedü ve Gülistan G üzey oynar. Film in başarı kazan­

ması üzerine Lale Film yapım cılığa devam edecektir. Ç oğu

edebiyat eserlerindenuyarlama olan bu ilimlerden bazıları şunlardır: N ilgün (Refik Hal'ıtKaray), Y avuz Sultan Selim

A ğlıyor (F.Fazıl Tülbentçi), Leylaklar Altında (Mebrure Ale- vok), Soygun (C.Fehmi Başkut) ve Kadın Severse (Esat Mahmut Karakurt).

1939 yılında liseyi bitirdikten sonra, hem Fakülteye gi­ dip, hem de öğleden sonraları babasının bürosunda çalış­ m aya başlayan Cemil Bey'in büyük oğlu Metin Fil- m e r'd e n , 1950'li yıllardan g ünüm üze kadar gelen döne­ m in bir özetini yapmasını istiyoruz.

İM P A R A T O R L U Ğ U N S O N U

■y "İşlettiğimiz sinemaları tek tek bırak-|w4ü» m mm tık. Bu sinemacılığın içine düştüğü krize i V » paralel bir biçimde oldu. En son Site

Si-neması'nı işletiyorduk. Darüşşafaka'nın

M g M G n & O f malı olan bu sinemayı bizden sonra Ö ze n Film işletmeye başladı. Paris'teki

J

sinema ise amcam Tevfik Filmer'le baba- m m ¡şjerj bölüşmeleri sırasında amcama bırakılmıştı. O n u n ve eşinin ölümünden sonra Paris'e gi­ derek sinemayı sattım ve işleri tasfiye ettim. Lale Film Stüdyosu'nun ilk binası yıkılarak yerine bir han yapıldı. A z ilerisinde yeniden kurulan stüdyo ise geçtiğimiz yıllar­ da elden çıkarıldı. Adı Yeni Lale Film Stüdyosu'na çevrile­ rek, Bülent Koral ve Necip Sarıca tarafından işletilmeye başlandı. Böylece 1981 yılı itibariyle tüm şirketleri tasfiye etmiş olduk. Babam biliyorsunuz geçtiğimiz yıl 15 Aralık tarihinde vefat etti. Ben şimdi emekli olarak bol bol futbol vg basketbol maçlarını izleme şansına kavuştum. Ailenin sinemacılıkla hâlâ ilgisi olan tek üyesi ise kaıdeşim İlham Filmer. Daha önce de belgesel filmler çeken İlham, bir sü­ redir İngiltere'de ve Amerika'da kurduğu şirketiyle ham film ithalatçılığı yapmakta."

Çizgilerle hayattan rekorlar

GUINNESS

CEMlL FİLMER'

in yaşam arkadaşı

Sabahat Filmer'i

de geçen hafta içinde yitirdik.

Sabahat Hanım

Türkiye'de Mısır filmlerinin moda olduğu bir dönemde Mısır'a eşiyle yaptığı bir geziyi şöyle anlatmıştı: " ... O günlerin modası olan Mısır filmlerinden de listemize ilave etmek için Mısır'a gittik. Kahire'de Camii-ül- ezher Üniversitesinin Dekanı

Ahmet

Deif

teyzezademin kocası idi. Onlarda misafir olduğumuz için, bizi arayacak filmcilere evlerinin telefon numarasını verdik. Mühim bir ailenin misafiri olmamız âlâkalannı daha da

artırdı. Daha evvel iş temasımız olan Amerikan Paramount Şirketinin Şark Müdürü

Mr. Sitter

bizimle çok ilgilendi. Oradaki filmcilere bizi büyük bir şirket sahibi, Kemalist genç çift diye tanıttı. Ertesi gün, sabahın

erken saatlerinden başlayarak telefon çalıp durdu. Kendilerini Mısır sinema dünyasının kralı sayan

Yusuf Vehbi,

Abdulvahhap, Enver Vecdi,

Leyla Murat, Behna Kardeşler

randevu isteyenler arasındaydı. Herhalde Kemalistler ne biçim insanlar diye merak etmiş olacaklar. Hepsi bürodan çok eve benzeyen, soğuk hava tertibatlı, geniş salonlu, çok odalı yazıhanelerde bizi karşıladılar. Filmlerin afiş, fotolanyla, mevzulannı anlatan broşürleri hazırlamışlardı. İlk görüştüğümüz

Yusuf Vehbi

idi. Ben onu filmlerinden sert karakterli sevimsiz bir artist olarak düşünmüştüm. Halbuki zümrüt yeşili gözleri bizlere dostça bakıyor, gönülden gülüşü odaya sıcaklık veriyordu. Çeşitli meyve sulan ile adını bilmediğim

L M E R

C E M İ L

t e r

f i k

yemişlerle dolu bir masayı salonun bahçesine bakan terasa koymuşlardı. Biraz konuştuktan sonra

“istirahat”

diyerek bizi masaya davet ettiler. Mango diye kavunla ananas arası bir meyveyi çok beğendim.

Dondurmalar, limonatalar, ayranlar ne isterseniz vardı. Kendileri de iştahlı olduklan için bizim az yememizi nezaket zannederek durmadan ısrar ettiler. Sonunda

Yusuf Vehbi'nin

bir filmini satın aldık, bu

“Tarik-il-

Mustakim (Doğru Yol)”

idi (...)

(Ertesi gün gittiğimiz)

Abdulvahap

tam manasıyla şair ruhlu bir sanatkâr. Odası sayamadığım kadar çok değişik utlarla dolu idi. Büyüğü, küçüğü, sedeflisi, hatta taşlısı bile vardı. Filmleri hakkında fikrimizi sordu. Ben de:

‘Sizin

kadar güzel ut çalanı

hiç dinlememiştim, tek

bir utla parçaya

orkestra havası

veriyorsunuz’

dedim. Çok memnun oldu.

‘Çalmamı ister

misiniz?’

diye sordu.

‘Bundan kıymetli bir ikram

olmaz’

dedik. Kalktı, tepede duran her tarafı sedefle kaplı udu aldı, çalmaya başladı. Cidden harika idi. Çift değil de bazen galiba dört tel üzerinden çalıyordu. Biz alkışladıkça da devam ediyordu. Hakikaten udu konuşturuyordu, tek kelime ile kudretli idi.

Ondan film alamadık çünkü söyledikleri gibi çok nazlı imiş, bir iki film yapıyormuş, bunlar da bir iki sene evvelinden satılmış. Mamafih bizimle çalışmak istediğini, gelecek sene en güzel eserini bize vereceğini vaat etti, aynldık.

Leyla Murat

ve

Enver Vecdl'nin 'Cemile

Hurmalar Altında’

filmini aldık.”

YA RIN

-Kırtasiyecilikten sinemaya

Çizen: DICK MILLINGTON

D uNYANİN EN ESKİ U S T A ­ SI Mtd 2 2 0 0 YILLARINDA ESKİ MISIR'DA YASAYAN PEPIÖNKH'UN

MEZARINDA BULUNMUŞTUR. 11

S A N T İ M GENİŞLİSİNDEKı F İS T A ­ N IN ÜZERİNE SUSAM S E R -

P İL M İŞ T İ, İÇİNDE DE BAL YARDI

BU PASTA İSVİÇRE 'DE VEVEY'.

D EK İ BİR M ÜZEDE TESHİR

EDİLMEKTEDİR.

f?ES/MÎ BİR YEMEĞİN YENDİĞİ EN YÜKSEK YER PERU'DA MUASCARAN TEPESİDİR.DENİZDEN S BİN Z6S METRE YÜKSEKLİKTE - 2 8 HAZİRAN ¡989

TARİHİNDE AVUSTRALYA , SYDNEY'DEN A N S E TT ■

TIR M A N IC ILA R K L Ü B Ü N Ü N DOKUZ Ü YES İ DAĞA

\ZGAAGl^ AA A M A Ç L I .< Z A K in A I\ / G C t A D A D \/G l ' V > L/A O

2 Z . 6 7 k s S06ANI

EN KISA SÜREDE SOY­ MA REKORU 8 DAKİKA IS SANİYE İLE ALAN ST D E A N 'E AİTTİR . SO ĞAN SOYMA R E ­ KORTMENİ BU REKORA S TEMMUZ 1980'DE ABD- CONNECTICUT PLAINFIELD'DE SAHİP OLDU.

m i s m U A B I H N L M

olUUYUdUNUA

likie M ıs ır'd a ç e k i­ len f ilm le r b ir a ra T ü r k iy e 'd e ç o k tu tu lu y o r d u . M ıs ır f ilm e n d ü s tris in i m e ra k eden C e m il F ilm e r, eşi S a b a h a t F ilm e r'le M ıs ır'a g it ti. B e h n a F ilm S tü d y o s u 'n a u ğ ra d ı (s a ğ d a C e m il F ilm e r ile eşi).

1 2

3 4

5

6

7

8 9 10 11 12

B "

i

B

-B "

=

, =

»

.

B U L M A C A

S old a n sağa

T Büyük y a zm a yemeni... D e ­ ğirm en taşının ekseni, 2 - K a ­ rarsızlık ve tereddüt... Latife, 3- Satranç taşlarından biri... H a ­ yır, 4- Yerli m alı eşyadaki belir­ tici harfler... Y e r fıstığı denilen yemişleri ve re n bitki... Su, 5- Indiyum elementinin sim gesi... Yatık bir düzlem e göre ye rçe­ kimi doğrultusunda bulunan... B ir aydınlatma aracı, 6- A m a - vutiuk'un başkenti... B ulgar p a ­ ra birimi, 7- Tarihte bir uygarlık ve devlet adı... Özenli, 8- B ir nota... B ir hava taşıtı... G ö zle ri­ nin bakış doğrultusu paralel ol­ m ayan, 9- Kauçuktan yapılan bir m adde... Kolay dövülüp iş­ lenen bir maden, 10- Ulu slara­

rası Tiyatro Enstitüsünü sim ge­ leyen harfler... Kısa saplı küçük odun baltası... B ir olum suzluk eki.

Yukarıdan a ş a ğ ıy a j

T M üzik eşliğinde oynanan bir oyun adı, 2- To p ra ğ a tohum a t m a işi... B u yruğa u ym a ve söz dinlem e, 3 - Tü rlü işlerde kulla­ nılan ince ve uzun metal çu ­ buk... Büyükçe... B ir nota, 4- Brom un sim gesi... Çocu klu di­ şi... Utanm a du ygusu , 5 - S e ­ vap... “N e sebeple, niye, ne­ den” anlam ında bir söz, 6- S.Arabistan'ın başkenti... D uva­ rın içine yapılm ış kapaksız do­ lap, 7 - Şahsiyet, 8- K a ş ın d ın « bir deri hastalığı... B a ryu m u n sim gesi, 9- A ynı haklardan y a ­

rarlanan, aynı dü zeyde olan... Kürkünden yararlanılan çok yırtıcı bir hayvan, 10- Te m iz... M anda yavrusu, 11- Sonradan katılan, dikilen, yapıştırılan p a r­ çanın belli otan yeri... B ir soru eki... Ş ua, 12- T a z e soğan ve m a ru l ile pişirilmiş kuzu eti ye ­ m eği... Karakter.

Referanslar

Benzer Belgeler

mimarisinin görkemi, sanatçıların özenle renklendirdiği duvarlar, tavanlar, palmetler ya da yapımında cömertçe kullanılan altın yaldızın karşı konulmaz

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Tarık Buğra’nın Eserlerinin Hakkında Yazılanlar Üzerine Seçme

Renk körlüğünün açığa çıkarılması ve ayrıca renk körlüğü veya renk görme bozukluğunun tipinin belirlenmesine yarayan pek çok test vardır.. Tanıda en etkili

Gayretli münakkidim 4 üncü yanlış olarak Şinasi’nin Tercümanı ahval ve Tasviri efkâr’ daki makalelerinin bugün bile istifade ve ibret verecek kıymette

Ödül müzeye eski bir köşkün aslına uygun olarak restore edilip yenilenmesi ve arkeolojik eserler müzesi olarak açılması nedeniyle verildi.. Törende kısa

This research was conducted to determine the effects of different seaweed doses on yield and nutritional values of hydroponic wheatgrass (Triticum aestivum L.) juice in the

Beş bölümden oluşan kitabın diğer bölümlerinde ise Boğaziçi nde bugün mevcut olmayan yazlık sefaret binaları ile sadece birkaç tane kalmış olan bugünkü

Uzay aracının arkasındaki roketler yere temastan yaklaşık 1 saniye önce ateşlenerek daha yumuşak bir iniş gerçekleştirilmesini sağlıyor.. O anın yakalandığı