1 KASIM 1994 SALI
T P- - ) /T%ís~
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
Sabiha Sertel’in Drarr]i: ¡3)
Bin Yurtseverin Oliımü...
Sertel’ler, çeşitli Avrupa ülkelerini arşınladıktan sonra Bakü’ye -bir çeşit- yerleşmeye karar verirler. İçleri Türki ye’ye özlemle doludur. Pasaportları yenilenmediği için bir türlü yenisini alamazlar. Türk yazarları Moskova'ya gelin ce heyecanlanırlar, Sabiha Sertel, bu yüzden kalp krizi geçirir! Yıldız Sertel, “Annem Sabiha Sertel Kimdi, Ne
ler Yazdı” kitabında anlatıyor işte:
“Annem için Bakü’nün dışına çıkmak, Karadeniz ve Baltık kıyısında tatiller geçirmek bir tür soluk almaktı. Bu tatillere babamla beraber gider, oradan neşelenmiş, ra hatlamış dönerlerdi. Annem sıcaktan pek hoşlanmadığı için bir süre Baltık ülkelerine dadandılar. Sık sık Riga’ya gittiler. Riga’yı beğeniyor, ‘Orası Avrupa, her şey pırıl pı
rıl, çok güzel çiçek bahçeleri var. Yaşam da biraz daha iyi, ama halk Rusları sevmiyor’ diyorlardı.
Bu gezilere çıktıklarında Moskova’dan geçer, oradaki dostlarla görüşür, biraz tatmin olurlardı. Asya Afrika Ens titüsündeki Türkologlar, anneme önem veriyor, O’nunla ilginç konuşmalar yapıyorlardı. Ama, Nazım ’m yarattığı boşluğu kimse dolduramıyor, Türkiye’den uzak olmanın acısını hiçbir şey gideremiyordu. Bir defa da Moskova ’da bulunduğumuz bir sırada, bir grup Türk yazarının geldi ğini duyduk. Aziz Nesin, Oktay Akbal, Yaşar Kemal,
Melih Cevdet, F. H. Dağlarca Moskova’daydılar. Annem
bu haberi alınca, o kadar heyecanlandı ki kalp krizi ge çirdi ve düşüp bayıldı. Bu kıymetli misafirleri, otel oda sında yatağında karşılamak zorunda kaldı. Bu, ondaki sı lanın ne kadar derinlere gittiğinin güzel bir örneğiydi.
Bir defa da Bakü’yü ziyaret eden Ilhan Selçuk, evimi ze gelip bizimle kahvaltı ettiğinde, annem belki hepimiz den çok mutlu olmuş ve O ’na, yeni basılmış olan ‘Tevfik
Fikret’ kitabını hediye etmişti. Dışardan gelenler, bizim için
bu tür ziyaretlerin ne tür önemli olduğunu bilemezlerdi. Onlar hepimize sanki vatanı getiriyor ve ağzımızın tadıy la Türkçe konuşmak, Türkiye’nin sorunlarını tartışmak olanağını veriyorlardı. Bu temasların verdiği heyecan, an nemi kalp krizine kadar götürmüştü. Doktorlar tekrar eden bu krizlerin önemsiz olduğunu söylüyorlardı ama, arka sından başımıza korkunç bir kanser hikayesi çıkacaktı... ”
Sabiha Sertel, yaşama gözlerini 1968 yazında, Sovyet- ler’e vardıktan beş yıl sonra yumar. Yıldız Sertel, annesi nin acıklı ölümünü, sayrılığından ölümüne değin geçen acı günleri “Ardımdaki Yıllar” başlıklı anılarında ayrıntılarıyla anlatır. Çok ilginç, Sabiha Sertel, yaşamı boyunca bir ya zı masası olmadığından yakınır. -Söz aramızda, benim de yazı masam yok. Sonunda, konuklara ayrılan odadaki masaya elkoydum, bu yüzden yıllardır evde, bir masaya oturup birlikte yemek yiyemiyoruz-. Yıldız Sertel, “Bera
ber yaşadığımız o günler, annemin kişiliğini ve karakteri ni belirtmek açısından da önemliydi” diyor, kendini kitap
yazmaya veren Sabiha Sertel’i şöyle anlatıyor:
“Benim odamdaki yazı masasına oturuyor, sigarasını tellendirerek anılarını yazıyordu. Oysa kronik bronşiti var dı. Doktor sigarayı yasaklamıştı. Babam sigarayı çoktan bırakmıştı, ben de çok az içiyordum. Bütün ısrarlarımıza rağmen, O’nu sigara içmekten vazgeçiremiyorduk. Bir seferinde bana, ‘Ölümüm sigaradan olsun\'dedi. Bir se fer banyoda, gizli sigara içerken yakaladım, ‘Bu kitap bit
sin, bırakacağım’ dedi. Dört elle yazmakta olduğu ‘Ro man Gibi’ kitabına sarılmıştı. Canını sıkan şeyler olduğun
da daha da çok içiyordu. Çok faal olmaya, daima Türki ye için bir şeyler yapmaya alışmıştı. Annemin bir özelliği de cesur ve fedakar olmasıydı. Bütün hayatında ‘Ailem
için, vatanım için, davam içi n’demiş, fedakarlıklar yapmış,
kendini tehlikelere atmıştı. Yaşına göre canlı ve diriydi. Bakü’deki durgun hayatı O’nu boğuyordu. Bunun da acı sı gene sigaradan çıkıyordu...
... Bakü şehrinin bir büyük kusuru da petrol şehri ol masıydı. Çevresi ve deniz baştan aşağı petrol kuyusuy- du. Radyoaktivite çok yüksekti. Bu gerçek de halktan giz leniyordu. ”
Sabiha Sertel öldükten sonra Zekeriya Sertel, yurduna dönmek için kıvrandı. O yıl, 1968, Milliyet’ten on dokuz bin lira tutan tazminatımı almış, arkadaşım Sait Başa- ran’la birlikte, “ Tüm” adlı haftalık gazeteyi çıkarmaya başlamıştık. Fırtına gibi bir gazeteydi. Yazarları arasında Çetin Altan, Behice Boran, Sadun Aren, Mümtaz Soy sal, ilhan Selçuk, Minnetullah Haydaroğlu, ozan Fazıl Hüsnü Dağlarca davardı. Gazete, dört sayı çıkmıştı. Fa zıl Hüsnü Dağlarca’nın bir şiirinden dolayı, 25 yıla değin hapsi istenmiş, uzun süren duruşmalardan sonra aklan mıştı. Şiirin konusu, Çorlu’da, Amerikan askerlerinin ayak- yolunun Mehmetçikçe temizlenmesi üstüneydi. Son du ruşmada Fazıl Hüsnü, yargıca:
- Efendim, bu helaları ben temizleyeyim, ama Mehmet-
çik'e temizletmesinler dedi.
Gazeteyi, Bakü’de yaşayan Zekeriya Sertel de görmüş, yazdığı mektupta, “ Türkiye’de sosyalizmi sizler kuracak
sınız” gibi övücü sözlerle yüreklendirmişti. Sertel, bu ara
da, eşi Sabiha Sertel’in öldüğünü bildiriyor, Bakü’de kal masının bir anlamı kalmadığını, yurda dönebilmek için neler yapabileceğimi soruyordu. Mektupla karşılık verdim. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile konuştum. Dışişleri sözcü sü bir büyükelçi:
- Mustafa Bey, Zekeriya SerteTin yurda gelmesi imkan
sızdır. Biliyor musunuz, o Bulgaristan'da Sofya’da bir gün cumhurbaşkanı gibi karşılandı demişti...
Dışişleri’nde o yıllar egemen olan, belli ki polis kafasıy- dı...