Oldukça içine kapalı bir çocuktu Selçuk. Garip bir şekilde acı çekiyordu. Sevgi nin içinde yaşadığını biliyor, ama yine de o acıyı hissedi yordu. Sohbet ettiği insanlar babasının arkadaşlarıydı. Küçük bir balkonu vardı ev lerinin ve yaz aylarında o balkona bir kilim serer, yıl dızlara bakar, öylece oturur du. Halide Hanım farkınday dı bu garip bir şekilde içe dö nüklüğün. Korkuyordu. Bir gün korktuğu başına geldi. Talat Bey eve geldiğinde, bi linmez neden, öfkeliydi o gün. Çatacak bir yer arıyor gibiydi. Buldu da aradığını. Sehpanın üzeri tozluydu. Selçuk’a çıkıştı: “Buranın tozu niye alınmamış”. Sel çuk hemen bir bez bulup sehpayı silmeye başladı. Bu kez toz alış şeklini beğen- inedi Talat Bey. “Böyle toz mu alınır” dedi, “Ne kadar iyi öğrenci olursan ol bunla rı bilmeden bir şey olamaz sın”. Toz kondurmadığı, gö zünde büyüttüğü babasının bu sözlerine kırılmıştı Sel çuk. Bir düğme yutup inti hara kalkıştığında on yaşın daydı.
Piyanoya ilgi
a *
G
U N Ç I K A N
Belki de ortaokuldaki müzik hocasının etkisiyle Batı müziğine bağlandı. O yıllarda radyoda günde on beş dakika Batı müziği ya yını yapılırdı. Selçuk da si nemaya ya da başka bir eğ lenceye gitmez, o programı dinlerdi. İdil Biret’i, Suna Kan’ı dinledikçe kendinden geçer, hüngür hüngür ağlar dı. Eğer konsere rağmen si nemaya giderse, bu ya Mo zart’ın ya da Chopin’in ha yatını anlatan filmler oyna tıldığı içindi. Bir piyanosu olsun istedi. Fiyatlarına ba kıldı, beş bin lira. Talat Bey, “Alamam” dedi, “Gücü müz yetmez”. Bu kez neden piyanom yok diye ağlamaya başladı.
Liseyi bitirdiğinde Hukuk Fakültesi’ne girdi Selçuk Baran. Dört yıl sonra bitirdi ğinde sınıf üçüncüsüydü.
Severek okudu, çünkü hukuğun kendi sine başka bir kişilik kazandırdığını, sağ lam bir düşünce disiplini sağladığını keş fetti. Artık genç bir kadındı, ama sevgi lisi yoktu. Erkeklerle arkadaşlığı yeğli yordu, çünkü tümü çok “boş” geliyordu ona. Hukuk Fakültesi'nden hocası, Ber lin’de bir üniversitenin rektörü Prof. Hu- riç, fakülteyi bitirdiğinde bir teklifte bu lundu Selçuk’a: “Sana burs verelim, Al manya'ya gel”. Geri çevirmedi bu tekli fi. Vapurla İtalya’ya, oradan da Alman ya’ya gitti. Bir yıl içinde hem Almanca- sını ilerletti hem de Alman hukuku hak kında bilgi edindi.
Selçuk, Baranla tanışıyor
Dönüşte yine önce İtalya’ya gitti. Ora dan da bir vapurla Türkiye’ye hareket etti... Kalabalıktı vapur. Güvertede bir kişilik boş yer vardı. Oraya oturdu. Da ha sağma soluna bakmaya fırsat bula mamıştı ki yan masadaki hararetli tartış manın içinde buldu kendini. Masadaki - ler edebiyat üzerine tartışıyor, ‘klasik’le ‘yeni’ arasındaki tercihlerini sıralıyor lardı. Selçuk da katıldı tartışmaya. O Rus romancıları seviyordu. Karşısındaki ha raretli tartışmacı ise Emile Zola ve Bal- zac’ı. Yeni edebiyatı bilmiyor, bilmek de istemiyordu. Ayhan Baran’dı bu adam. İtalya’da bir konser vermiş, geri dönü yordu. ,
Bu tanışıklık Ankara’ya dönüşte, Ba ran’m Selçuk’a Balzac ve Zola’nın ki taplarını getirmesiyle sürdü. Sık sık bu luşuyor, sinemaya ya da tiyatroya gidi yor, geziyorlardı. “Size bir şey söylemek istiyorum” diyordu Baran “Ama nasıl, bilmiyorum”. Söyleyemedi de. Selçuk başkalarından duydu, Ayhan Baran ken disinden yirmi yaş büyük bir kadınla
ev-► Ayhan Baran’la
otuz yıl beraber olan
Selçuk, son on yıldaki
sorunlara karşın hep
korudu aşkını. Belki
de gençliğinde
kendisine verdiği sözü
tutma adınaydı bu
koruma. İki şey
istemişti hayattan:
Müzisyen olmak ve
aşk. Müzisyen
olamamış, ama
müziğin içinde bir
adamla evlenmişti.
Üstelik âşıktı.
► Sahi, aşk neydi?
Kendini bütünüyle
vermek ve her şeyi
bölüşmek. Ama
olmadı. Sonunda o ve
Ayhan Baran kendi
yaptıkları çocukları
bölüşemedi. Ya
şimdi? İkisi Türk Dil
Kurumu ve Sait Faik
Hikaye ödülü, ikisi de
mansiyon kazanan
sekiz kitabından
sonra artık yazmıyor
Selçuk Baran.
Nedenini, “Türk
okuyucusuna bir türlü
ulaşamamam” diye
açıklıyor.
VP>Selçuk'tın yazdıklarını hiç okumadı Ayhan Baran, ama desteğini de eksiltmedi. O, kadının ça lışmasından yanaydı. “Yaz” diyordu. Adını unuttuğu ilk öyküsü, 1968’te Yeditepe’de yayımlan dı Selçuk’un. İlk kitabı ise 1972’de.
liydi. Ama artık iş işten geçmişti. Arka daşlık aşka dönüşmüş, hep “Büyük bir aşk yaşamak istiyorum” diyen Selçuk, isteğine kavuşmuştu. Halide Hanım, se vindi kızının âşık oluşuna. Baran’ın ev li olduğunu öğrenince de acılandı. Arka daşlıkları sırasında tanışmıştı damat ada yıyla. Ayhan Baran, Selçuk’la annesini Ankara Öpera’sında bir konsere davet et mişti. Baran söylemeye başladığında Halide Hanım kızının elini tutup, “Bu başka bir şey”demiş-
ti.
Bir yıl kadar sonra, yani bin dokuz yüz el li altıda Ayhan Baran karısından boşanıp Selçuk’a evlenme tek lif etti. Ayhan Baran’ı radyoda dinlediği bağlamacılardan biri sanan anneanne “Böy- leleriyle evlenir mi”di- ye karşı çıktı. Halide Hanım sevinçliydi. Kızına bir piyano ala madığı için duyduğu
azaptan operacı damadı kurtaracaktı onu.
Evlendiler. Mutluydu Selçuk. Alman ya’dan döner dönmez girdiği Hukuk Fa kültesi Banka ve Ticaret Hukuku Araş tırma Enstitüsü’ndeki işini bıraktı. Bir likte üç aylığına Almanya’ya gittiler. Pa ralan çok azdı, ama eğleniyor, sinema ya gidiyorlardı. Ayhan Baran’ın birkaç angajman yapacağını düşünüyorlardı. Olmadı, geri döndüler. Daha evlilikleri birinci yılını doldurmamıştı ki Aida doğ
du. ikinci yılda ölümle yüzyüze geldiler. Ayhan Baran’a kanser tanısı konuldu. Daha başlangıç safhasındaydı, ama len fe sıçrama tehlikesi vardı. Bu, kendisin
den saklandı. Selçuk öylesine mutluydu ki “Geçer” diye düşünüyordu, “Allah bi ze böyle bir kötülük yapmaz”. Ama yi ne de korkuyordu. Bu yüzden Aida’nın doğumundan sonra boşluk duyup geri döndüğü Enstitüden ikinci kez ayrılmak istedi. Müdüre çıkıp, “Kocam kanser” dedi “Benim yerime başkasını alın işe. Ben onunla birlikte Almanya’ya gidece ğim. Mümkün olduğunca onunla birlik te olmak istiyorum ”, O tarihte Kültür Ba
ağırlıyor ya da kendisi bir yerlere konuk oluyor, konserlere gidiyordu. Bütün uğ raşılarına karşın kafasında bir yerlerdey di yazarlık. Hep Türkiye gibi ülkelerde insan kırkından sonra yazmalı diye dü şünürdü ya işte yaşı kemale eriyordu.
Yazarlığa adım
Ayhan Baran kimdir?
1929yılında A nkara’da doğdu. Ankara Devlet Konservatuarı Opera Yüksek Bölümü ’nü bitirdi. 1951-1987yılları arasında Ankara Devlet Operası ’nda solist olarak görev aldı. 1972-74 yıllarında da başrejisörlük yaptı. Yurt
içinde ve dışında kırkı aşkın operada yer aldı, birçok resital ve orkestra eşlikli konser verdi. Bam n ’ın resim ve heykel çalışmaları da bulunuy’or.
kanlığı Ayhan Baran’ı görgü ve bilgisi ni arttırması için bir yıllığına Alman ya’ya gönderme karan almıştı.
Selçuk, Aida’yı annesine bırakıp ona bu yolculuğunda eşlik etti. Neyse ki önü ne geçildi hastalığın. Üçüncü ayın so nunda Selçuk, Ayhan Baran’ı Alman ya’da bırakıp Ankara'ya döndü. Bir dost olan enstitü müdürü işine son vermedi ği gibi maaşını da Almanya’ya gönder mişti.
Ön yıl sürecek olan bu işine üçüncü kez başladı. Bir yıl sonra ikinci kızını, Işık’ı doğurdu Selçuk. Çocuklarına, bi tişik apartmanda oturan annesi bakıyor du. O ise ya gelen yabancı konuklan
İlk öyküsünü yazdığında otuz altısına yeni girmişti. Evde yazması zordu. Ev iş
leri, çocuklar ve gelen gidenler... İşyeri, yaz mak için en uygun yer di. Herkes gittikten sonra büroda kalıyor, yazıyordu. Cumartesi günleri de geliyor, yaz mayı bıraktığı yerden sürdürüyordu, iyi de, yazdıklannın edebi yönünü kim ölçecek?
Ya
Seden Karadayı’ya okuyordu ya da Veyis Irmak’a. “Bensanaya- lan söyler miyim” di yordu İrmak, yürek lendirici bir sesle, “Sen yazmalısın”.İnsan yazı yazacaksa tek başına olma lıydı. Ayhan Baran piyano çalıyordu bir köşede, Selçuk da öykü yazıyordu dak tilosunda. Daha sitem etmeden ilk uya rıyı kardeşinden aldı: “Madem kadın sın, bulaşık da yıkayacaksın, yemek de ya pacaksın”. Öyle de yaptı Selçuk. Yemek, bulaşık, çocuklar...
Severek yapılan şeyler kolay geliyor du, ama yine de bunaldı bu yoğunluktan Selçuk. Ayhan Baran, Selçuk’un yazma düşüncesini biliyor, ama yazar olacağı nı ummuyordu. Daha öyküler ortaya çık madan birlikte gittikleri davetlerde, çok defa Selçuk’a yöneltilen “Siz ne iş
yapı-yorsunuz”sorusunu ondan önce yanıtlayıp “Yazar” de mişti. Şimdi ise tedirgindi. O belki dünyada tek şansıydı, ama yaratıcılık ayn bir şeydi. Bir yandan hoşuna gidiyordu karısının yazar olması, bir yandan da zedelendiğini his sediyordu. Bütün bunlar sö ze dökülmüyordu, ama his sediliyordu. Daha doğrusu hissettiriliyordu.
Ayhan Baran’dan
yazıya destek
Selçuk’un yazdıklarını hiç okumadı Ayhan Baran, ama desteğini de eksiltmedi. Te dirginliği de kısa sürede attı üzerinden. Artık daktilo ses leri duyuluyordu evde. O, ka dının çalışmasından yanaydı. “Yaz” demeye başladı. Salt, Selçuk yazabilsin diye bula şıkları yıkıyordu. Yemekmiş, ütüymüş, çamaşırmış, umur samıyordu. Adını unuttuğu ilk öyküsü, 1968’te Yedite pe’de yayımlandı Selçuk’un. İlk kitabı ise 1972’de. Daha evliliklerinin üçüncü yılında bir başka kadın girdi Ayhan Baran’ın hayatına. Onu di ğerleri izledi. Sesini çıkar madı Selçuk Baran, hiç yüz- lemedi de.
Birlikte konserlere gidil mez oldu. Ayhan Baran yur tiçi nde de, dışında da konser vermeye bir başına gitmeyi yeğledi. Kendine dönük bir insandı ve egosu güçlüydü. Belki de bu yüzden çocuk luklarında ilişki kurmakta zorlanmadığı Aida ile Işık’la büyüdüklerinde sorunlar çık maya başladı. Kızlarının bü tün taleplerini geri çevirdi. Onlara kendi kişiliklerini oluşturma, yaşamlarını kur ma hakkı tanımadı. Selçuk da kızlarıyla kocası arasında kaldı. Kızlan onu suçladılar, “Yumuşaksın ona karşı” de diler.
Müzik ve aşk özlemi
Otuz yıllık beraberlikleri de, son on yılında kâğıt üze rinde bir anlaşmaydı artık. Selçuk hep korudu aşkını. Belki de gençliğinde kendi sine verdiği sözü tutma adı- naydı bu koruma. İki şey istemişti hayat tan: Müzisyen olmak ve aşk. Müzisyen olamamış, ama müziğin içinde bir adam la evlenmişti. Üstelik âşıktı, ilişkiyi de bu yüzden sonlayamadı. istedi ki gide rek daha yıpratıcı hale gelen Ayhan Ba ran koysun noktayı.
istediği oldu. Evlilik bir buıjuva mü- essesesiydi ve kurallan işlerse yürüyor du. Bunun farkına vardı Selçuk. Hiç ku ralı yoktu. Âşık olunca her şey biter sa nıyordu. Bu yüzden de boyun eğdi. Za afının farkındaydı, ama insanlar özgür olmalı diye düşünüyordu. Ayhan da baş ka kadınlar olmadan yapamıyorsa, ol malıydı o kadınlar.
1986’da bir kez daha deneme karan al dılar. Eski tatlan, eski kokulan ve aşkı yakalamak adına kentlerini bırakıp İs tanbul’a yerleştiler.
Üçüncü ayda Ayhan Baran bir başka kadına âşık oldu. Önunla evlenmek iste di ve Selçuk’tan aynldı. Sevgilisiyle ev lendi, ama bu ilişki ancak üç yıl dayana bildi.
Okura ulaşamayan yazar
Bütün bu süre içinde Selçuk Baran’m hayatına başka erkekler girmedi mi? Gir di, ama hep dostluklannı yaşadı o. Çok sevmek ve çok şeyi paylaşmak. Bunu aradı ve değer verdi.
Ayhan Baran’ın yeni eşine de açıktı bu sevgisi. Dostluğun içine onu da aldı. Ama yine de o on yıllık süre yaralar aç tı Selçuk Baran’da. Hep geriye düştüğü nü hissetti. Yazarlığını etkilediğini de... Onun aşka ihtiyacı vardı ve yitirdiği de oydu.
Kendisinde yaşatması da acıdan baş ka bir şey vermedi. Sahi, aşk neydi? Ken dini bütünüyle vermek ve her şeyi bölüş mek. Ama olmadı. Sonunda o ve Ayhan Baran kendi yaptıkları çocukları bölüşe medi.
Ya şimdi? ikisi Türk Dil Kurumu ve Sait Faik Hikaye ödülü, ikisi de mansi yon kazanan sekiz kitabından sonra artık yazmıyor Selçuk Baran. Nedenini, “Türk okuyucusuna bir türlü ulaşamamam, bu yüzden de okunmamam” diye açıklıyor. Thomas Mann’m bir sözünü anımsatıyor sonra da:
“Bir fikir veriminin etki yapabilmesi için eser sahibinin kişisel hayatıyla çağ daş neslin genel kaderi arasında gizli bir yakınlık, hatta eşitlik bulunmalıdır. Top lum, kendisinin, bir sanat eserini niçin şöhrete ulaştırdığını bilmez. Ama alkışı nın asıl sebebi, tartıya gelmeyen bir şey dir, yakınlık duygusu!”
“Demek ki *’ diye sürdürüyor Baran, “ Ben okuruma yakın olmayı becereme dim, bu yüzden çekilmeyi yeğledim. Gerçi insan, başkaları için değil, kendisi için yazar. Ama kendim için yazdığım sekiz kitap, yalnız kendim için olacaksa, yeterlidir diyorum” .
O hâlâ müteşekkir Ayhan Baran’a; esas isteğini, aşkı ona yaşattığı için... Bu dizinin önsözünde yanlış bilgilenmeden dolayı iki kitabıyla anılmasına üzgün. “Lütfen” diyor “ Siz de beni biraz daha gölgeye itmeyin” .
BİTTİ
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ros Arşivi