• Sonuç bulunamadı

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:16:Yad et ki, seviştikti ilahi adalarda

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:16:Yad et ki, seviştikti ilahi adalarda"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

<

cL&sy

Ç I K A * ’ KISM IM Ö Z E T İ — Mehmet Rauf, Şahabettin Sü­ leyman ve A hm et Haşim’den sonra Karaosmanoğlu, bugünkü yazısında Yahya Kem al'i anlat­ maya devam ediyor. Kemal, kendisini delice seven ve fiir- lerinin ilham membaı olan bir hanımla evlenm ekte tereddüt göstermiştir. Halbuki böyle bir kadını bir daha bulamayacaktır.

Yakup Kadri Karaosıtıanoğlu’nun

G e n ç İlle

ire Edebiyat Hâtıraları: 16

«Yad et ki, S eviştik ti

İlâhî Adalarda»

«Büyükada, bizim nazarımızda ar­

tık, Nenfe'lerle, yarım tanrıçaların

konutu, ölüm süz erlerle ölüm lü di­

şilerin kavuşma yeri olan ve kıyıla­

rında sesleri büyülü Siren'ler dola­

şan, fakat, şimdi hiçbir harita üstün­

de izleri bile görülm eyen efsane

adalarından biri haline gelmişti.»

B

İR gün, bu halinin sebebini bana

şu sözlerle açıklayacaktı:

«— Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim? Herkes bana ne der? Ne gözle bakar?»

Oysa, ben, Yahya Kemalin evlenme bahsindeki irkilmelerini bağımsız ve ba­ şıboş yaşamaya alışmış, kendi kullandığı

deyimle, «Kalender» ve «Bohem» bir

şairin bir takım sosyal kayıtlar altına girmekten sakınışına vermekte idim. Me­ ğer, ne kadar yanılmıştım. Yahya Ke­ mal, bu sözleri, daha doğrusu bu itira- fiie, karşıma kalender ve bohem şairin büsbütün zıddı bir hüviyetle çıkmış olu­

yordu. O, benim gözüme artık kendi

gönlünün eğilimlerine göre değil, içinde bulunduğu cemiyetin telâkkilerine ve gö­ reneklerine bağlı olarak yaşayan bir in­

san, yani, yine kendisinin şunu bunu

yermek için tekrar ettiği «küçük burju­ va» sıfatile görünmeye başlamıştı. Hem Yahya Kemal o büyük aşkını hangi ce­ miyetin göreneklerine ve telâkkilerine fedâ ediyordu? Kaça göçe riayet etme­ yen, sokağa İki kat peçe ile çıkmak âde­ tine uymayan her genç ve güzel kadına türlü çamurlar atıldığı, birbirinden kaba ve iğrenç adlar takıldığı geri bir Şark cemiyetinin değil m i?

Fakat, Yahya Kemal işi bu tarafından almak istemiyordu. Bunun sebebi de sa­ nırım, o tarihlerde İstanbul Darülfünunu Müderrisliği gibi yüksek ve itibarlı bir

vazifede bulunmak dolayısıyla yaşayışı­

nın iç yüzünden ziyade dış yüzüne ehem­ miyet vermek lüzumunu duyması ve ay­ nı zamanda sevgilisi aleyhindeki dediko­ dulara inanmış olmasıydı.

Ama, şunu da söylemem lâztmgelir ki, şairi bir aşk çıkmazına, daha doğrusu,

bir karasevdâya düşüren ve «canan» ı

yürekler acısı bir perişanlığa sürükleyen bu mutsuz gönül sergüzeştinden, bir gün gelmiş, Türk edebiyatının en güzel şiir­ leri doğmuştur ve Yahya Kemalin kendi­ si bu imtihandan, bu ateşten geçtikten sonra artık meclislerimizin şenliği o ha­ vaî ve şakrak insan, derinliğine bir ol­ gunluğa, derinliğine bir kemale ermiştir.

Lâkin, ben, bu Gençlik ve Edebiyat

hatıralarımda herkesin tanıdığı, saydığı, sevdiği ve hayran olduğu Yahya Kemal

üzerinde durmayacağım. Zira, o, artık

yalnız benim gençlik arkadaşım değil,

bütün milletin malıdır ve meyvalarını

verdikten, yapraklarını döktükten sonra dahi memleketin yüksek bir tepesinde hâlâ dal budak salmakta olar bir ulu ağaç gibi durmaktadır. Onun enini bo­

yunu ölçmek işi ise bu yazılarımın ko­ nusu dışında kalıyor. İmdi, bunu edebi yat tarihçilerile eleştirmecilerine bıraka rak ben yine onunla birlikte geçirdiği­ miz ve acılarıyla tatlılıklarını paylaştığı­ mız zamanların hikâyesine dönüyorum :

O zamanların en güzelini, en şevklisi­

ni, en şetaretlislni dostlarımız Tahsin

Nâhit'le eşinin konukseverliği sayesinde, bize Büyükada'da yaşamak nasip olmuş­ tur. Tahsin Nâhit'le eşinin konukseverli­

ği dedim. Çünkü, onların Maden'deki

evi hepimizin toplantı yeri ve câzib?

merkeziydi. Tahsin Nâhit her şeyden ön­ ce, Adalar, Ada çamlıkları. Ada mehtap­ ları şairi olarak tanınmış. Hanımı ise Büyükada'da doğup yetişmişti ve diyebi­ lirim ki, bize Adanın güzelliklerini öğre­ ten, Adayı sevdiren de onlar olmuştu.

Ama, Büyükada derken sakın bugün­ kü milyoner iş adamları ve Tvvist'ci genç­ ler adasını göz önüne getirmeyiniz. He­ le, Cazbantlı kazinolarla otelleri hayali nizden bile geçirmeyiniz. Bu, bir vakit ler, uzun saçlı, solgun benizli şairleri­ mizin tatlı hayallere daldığı ve sevdalı­ larla sevgililerin ay ışığında birbirlerini arayıp çam ağaçlarının «nefti gölgeleri» altında buluştukları bir yerdi ve bura­ nın romantik havasını o devir edebiya­ tımıza sindiren de Celâl Sahlr'le Tahsin Nâhit'in şiirleriydi.

Fakat, Yahya Kemal aynı yerin şarkı­ larını büsbütün başka bir sesle söyleme­ ye başladıktan sonra bu romantik hava «neo-hillenique» diyebileceğim bir rüz­ gârla dağılıp gitmişti. O andan itibaren,

Büyükada, bizim nazarımızda, artık

Nenfe'lerle, yarım tanrıçaların konutu ve ölümsüz erlerle ölümlü dişilerin kavuş­ ma yeri olan ve kıyılarında sesleri büyü­ lü Siren'ler dolaşan, fakat, şimdi hiçbir harita üstünde izleri bile görülmeyen ef­ sane adalarından biri haline girmişti.

Öyle ya, Yahya Kemal Büyükada'ya, Heybeli'yl, Kınalı'yı, Burgaz'ı da kata­ rak :

Şen şarkıların durduğu bir lahza, kenarda, Yad et ki, seviştikti ilahi Adalarda.

mısralarıyla bir tanrısallık vasfı verme­ miş m iydi? Ve yarım kalmış bir şarkı­ sının başında :

Sahilde Deniz Kızları bize hep sine gerer

derken mitolojik bir rüyaya kapılmış ol- mayor m uydu? Ve nihayet, bizzat kendi­ sinin çamlıkta şiirler söyleyerek dolaşır­ ken bir Anakreon'dan vs onunla birlikte

ŞAİRİN SEVDİĞİ

KADIN

Yahya Kem al’i karasevdaya düşüren, sevdiğini yürekler acısı bir perişanlığa sürükleyen mutsuz gönül sergüzeştinin kahramanı ve T ürk edebiyatının en güzel şiirlerinin ilham membaı Celile Hanım ın kendi fırçasıyla yaptığı kendi portresi. (Vâlâ Nurettin Beyin koleksiyonundan )

hepimizin Diyoniziyak bir kafileden far­ kımız neydi?

Bazı akşamlar, Dil'de, bilmem hangi

kır meyanecisinln, müşterileri eğlensin

diye kurduğu salıncaklarda onlarla bir­

lik, çocuklar gibi kolan vurduğumuz

olurdu. Bu çeşit eğlencelerimizin birinde erkek arkadaşlarımızın en yaşlısı Yahya Kemal'le kadın arkadaşlarımızın en gen

ci Bedia Şekip (ilk evlenişinde Bedia

Muvahhft adını alan ünlü sahne artisti­ miz) öylesine bir havalanmışlardı ki, bu sefer, Bedia Hanımın başından yalnız ör­ tüsü değil, sırtından meşlahı da sıyrılıp uçmuştu. O anda, her bakımdan başının döndüğü şüphe götürmeyen Yahya Ke­ mal ise «Aman, maşlahınız uçtu» diyece­ ği yerde «Aman, cibinliğiniz uçtul» diye haykırınca hepimiz Homerik bir kahka­

hayla gülmeye başlamıştık. Ama, çok

geçmeden bu salıncak sefasından Yahya K em al'in:

Ben gün gibi yorgun o sebular gibi ince Birden bire düştük gibi bir gizli

sevince Gezdik, yürüdük yanyaruı rüzgârlar

esince Sallaruhk o genç kızla salıncaklarınızda

şiiri doğacaktı.

Zaten, bu Ada âlemlerimizde hiçbir hâ­

dise yoktu ki, — Fransızların «her şey bir şarkı ile biter» dedikleri gibi — Yah­ ya Kemal'in kâh şen, kâh hüzünlü bir şiiri veya «irticalen» söylediği sona er­

mesin. Nitekim, yukarıdaki Salıncaklar

şiiri şen günlerimizden birini ifade etti­ ği gibi aşağıdaki mısraları da içli ve duygulu anlarımızı dile getirmektedir:

Tepelerden yaza ettikte veda Sızlayor bağrımın üstündeki dağ Seni hatırlayoruz Viran Bağ A cı duymuş diye aşkın tadını Hepimiz sevdik o solgun kadını Ve o gün rahibe koyduk adını

Yahya Kemal’in «irticalen» söylediği hezeliyatına gelince bunlardan şu beyit benim payıma düşm üştü:

Vaktaki emri Hak cebeli nurdan gelir Yâkub eşeksuvar olarak Turdan gelir.

Ama, itiraf ederim ki, Yahya Kemal'in bu tarz hezellyatının pek tuzlu ve biber­ lileri de vardı. Bunlardan biri, arasıra bize katılan Sadrettin Celâl'in (1 ) payı­ na düşmüştü; şöyle bir olay vesilesile:

( i I Sonraları İstanbul Üniversite­ sinde Pedagoji Profesörü olan eski Fecri /iti arkadaşlarımdan Sadrettin Celâl.

Bir gece yarısı, Maden tarafındaki kum­ salda uzun gezintilerle geçirdiğimiz bir yaz gününün yorgunluğunu gidermek için sessiz, hareketsiz, yere serilmiş dinleni­ yorduk. Böyle ne kadar zaman geçti bil-

meyorum, birden bire Bedia Şekip'in,

«Aman, hararetten bayılacağım; bana

bir bardak su, bir bardak su...» diye haykırdığını işittik. Bulunduğumuz nok­ tada, hele o saatte, bir bardak şöyle dur­ sun, bir damla su bulmak bile değme yiğitin kârı değildi. Hem de — doğrusu­ nu söylemek lâzım gelirse — Bedia'nın o derece susamış olacağına da ihtimal veremezdik. Zira, çocukluk çağından he­ nüz çıkmış bu genç kızın davranışlarında hâlâ ne kadar çocuksu kaprisler ve yara­ mazlıklar bulunduğu hepimizce malûm­ du.

Anlaşılan, bunu bir milmeyen varsa, o da Bedia Şekip’i yeni tanımış ve tanır tanımaz gönlünü kaptırmış olan Sadret­ tin Celâl'di. Nitekim, aramızdan yalnız o telâşa düşüp yerinden fırladı:

«— Ben ne yapar yapar size su bu­ lurum I» diyerek Hîristos yolunu boyla­ dı, koşa koşa gidiyordu. Fakat, ne ka­ dar koşsa oradaki kır kahvesine yarım saatten önce varamazdı. Varsa bile o geç vakitte kahveyi de mutlaka kapalı bula­ caktı. Halbuki bu süre içinde dâima ol­ duğu gibi, o gün de akşam yemeğimizi

yediğimiz ve Adaya yerleşmiş bulunan

Yahya Kemal'le, bir otele inmiş olan

Sadrettin Celâl'den başka hemen hepi­

mizin yatı misafirliği ettiğimiz Tahsin

Nâhit'lerin evine birkaç defa gidip gele­ bilirdik. Bütün bunları Sadrettin Celâl'in arkasından bağırdık ve onu geriye dön­ dürmeye çalıştıksa da muvaffak olama­ dıktı.

Bu sırada, Bedia Şekip kıs kıs gülü­ yor ve aklından yeni bir şeytanlık geçi­ rir gibi görünüyordu. Nitekim, epeyce uzun bir müddet sonra Sadrettin'in kö­ pek havlamalarına karışan ayak sesleri­ ni uzaktan uzağa işitince hemen yerin­ den kalkmtş ve bize:

«— Gelin, şu arka sırttaki kuruluğa saklanalım, demişti. Bizi burada bulama­ yınca bakalım ne yapacak?» Birer orta okul çocuğu hafifliğiyle bu saklanbaç oyununa katılıvermiştik. Zavallı Sadret­ tin, bir takım şişe ve bardak şakırtı­ larıyla, soluk soluğa, bizi bıraktığı yere gelince durdu; birkaç dakika şaşkın şaş­ kın etrafına bakındı; sonra ayni hızla ileriye doğru yürümeye başladı. O va­ kit kadın arkadaşlarımızın kalbi bu in­ safsız oyuna artık daha fazla dayana­

madı; Bedia Şekip müstesnâ, hepsi bir­ den :

«— Buradayız, Sadrettin bey, bura­ dayız» diye haykırdı, işte, o anda Yahya Kemal şu beyiti mırıldanıyordu:

Sadri Bedia aşkına dek bekletir bizi Eşşek sudan gelinceye dek bekletir bizi

Sadrettin Celâl'in bu beyitten haberi olmuş m udur? Hattâ o gece kendisine

bir oyun yaptığımızın farkına varmış

m ıdır? Bilmeyorum. Haberi olmuş, far­

kına varmışsa bile mutlaka hoşgörüp

geçmiştir. Zira, bizim çevremizin havası herhangibir gücenikliğe yer vermeyecek kadar hâlis arkadaşlık, dostluk ve sa­ mim ilik hislerile doluydu. Gerçi, bu his­

lere arada bir bazı gönül sıtmalarının

karıştığı oluyordu. Fakat, o sıtmaların

ateşi, yine Fransızların her şey bir

şarkı, ile biter, sözü gereğince Yahya

Kemal'in bir şarkısı, ya da Tahsin Nâ­ hit'in bir şiirile tatlı bir hararete inkı­ lâp ediveriyordu.

Bu bakımdan, diyebilirim ki, Orfee

çaldığı sazın büyülü âhengile antik Trak­ ya ormanlarının yırtıcı hayvanlarını na­ sıl ehlileştirmişse biz de Büyükada çam­ lıklarında söylediğimiz şiirler, çağırdığı­ mız şarkılarla o vahşi yaratıklardan da­ ha zorlu olan aşkı munisleştirmiştik. O şiirler ve o şarkılar uzun bir süre yal­ nız bizim aramızda değil, ev simsarla­

rından kır meyhanecilerine kadar her

soydan, her sınıftan bütün Adalılar ara­ sında dilden dile dolaşacaktı ve Büyük- ada'nın bazı yollarına, bazı yerlerine tak­ tığımız adlar herkes tarafından benimse­ necekti. Herkes, Nizam caddesinin arka­ sındaki çamlıktan geçen bir yola Tahsin Nâhit gibi «Aşıklar Yolu» diyecekti ve

hiç kimse Yahya Kemal'in şiirlerinde

«Viran Bağ» dediği yerin «Eski Bağ» ol­ duğunu hatırlamayacaktı. Biz, bu suretle,

Büyükada'yı kendi edebi zevklerimize

göre kolonize etmiş olmayor m uyduk? Şimdi, o devirden bu yana ne kaldı bilmeyorum. Âşıklar Yolu'ndan hâlâ ge­ çenler var m ıdır? Viran Bağa hâlâ uğra­ yanlar oluyor m u? Hiç zannetmem. Söy­ lendiğine göre, Büyükada darala darala birkaç dans ve kumar salonundan ibaret

kalmıştır ve buranın havasında artık

vahşi bir zenci müziğinin çığlıklarından başka bir ses işitilmemektedir.

GELECEK HAFTA:

CENAP ŞAHABETTİN

32

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

AB Yüksek Öğretimi Kriterleri Bağlamında Türkiye'de İl:1hiyat Öğretimi: Kelam Örneği{&gt;- 17 Türk yüksek öğretimirün Avrupa Birliği yüksek öğretimi

Örneğin demir, bakır ve çinkodan üretilen gereçler paslanmaz çelik ya da altından üretilen- lere göre daha kolay tepkimeye girebildikleri için yiyecek- lerin tadında

Saltuk, 20 aralık günü saat 14.30’da, 21 aralık günü saat 14.30’da ve 22 aralık gü­ nü saat 19.30’da Ankara Çağdaş Sahne’de üç konser verecek..

200 metre kadar yüksekliği varsa da, denize Çamlıca gibi uzak olmadığından, göze daha yüksek gibi görünür.. Ağaçları, suyu, manzarası ve ziyaret- gâhı

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

This touched one of the more vexed discussions at San Francisco: the balance between the General Assembly and the Security Council, or the balance between small and large powers

LYS-3’te size verilen Türk Dili ve Edebiyatı Testinin Soru Kitapçık Numarasını cevap kâğıdınızdaki “Türk Dili

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından